Yazar arşivleri: admin

Ecrimisil (Karşılıksız Kullanım) Zamanaşımı Süresi

YARGITAY
Üçüncü Hukuk Dairesi
E: 1999/6070
K: 1999/6902
T: 29.6.1999

İLK İTİRAZ VE ZAMANAŞIMI SAVUNMASI
ECRİMİSİL
ÖZET : Zamanaşımı savunmasının yasal süresi içinde verilecek cevap dilekçesinde ilk itirazlarla birlikte ileri sürülmesi gerekir. Daha sonra ileri sürülen zamanaşımı itirazı savunmasının genişletilmesi sayılır. Bu genişletilmeye karşı çıkılmaz ise zamanaşımı definin yine incelenmesi gerekir.

(1086 s. HUMK. m. 195/2)
(YİBK., 25.5.1938 tarih ve 29/10 s.)

Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutularak 27.000.000.000 lira ecrimisilin faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı Bakanlık vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacılar 6.11.1998 tarihinde açtıkları dava ile, kendilerine ait olan 4 nolu parseli davalının uzun yıllardır işgal ettiğini, taşınmazın 12.916.54 metre karelik kısmını 1995 yılının Haziran ayında kamulaştırdığını, kamulaştırma dışında kalan 9191.46 metre karenin de davalı tarafından işgal edildiğini iddia ederek, kamulaştırılan kısım için kamulaştırma tarihinden geriye doğru, kamulaştırma dışında kalan bölüm için de dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık ecrimisil tutarından, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutularak 27.000.000.000 liranın tahsili talep edilmiştir.

Davalı süresinden sonra yaptığı savunmada zamanaşımı def’inde bulunmuş, mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiştir.

1- Davalı Milli Savunma Bakanlığı ilk itirazları ile birlikte esas dava hakkındaki cevabını ve varsa karşı. delillerini dava dilekçesinin kendisine tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde bildirmek zorundadır (HUMK. mad. 195/2). Davalıya dava dilekçesi 23.11.1998 tarihinde tebliğ edildiği halde cevap 1.2.1999 tarihli dilekçe ile verilmiştir. Süresinde cevap vermediği için davalının davayı inkar ettiği varsayılır. Davalı 1.2.1999 tarihli cevap dilekçesinde aynı zamanda zamanaşımı def’inde bulunmuş ve böylece savunmasını genişletmiştir. Savunmasının genişletilmesine ilişkin 1.2.1999 tarihli dilekçesinin tekrar edildiği oturumda davacı sadece cevapları kabul etmediğini bildirerek davanın esasına cevap vermiştir. Bu durum karşısında davacının zimni olarak savunmanın genişletilmesine muvafakat ettiği kabul edilerek zamanaşımı def’i incelenerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.

25.5.1938 tarih ve 29/10 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararına göre, ecrimisil davaları (5) yıllık zamanaşımı süresine tabi olup bu (5) yıllık süre dava tarihinden geriye doğru işlemeye başlar. 6.11.1998 dava tarihinden geriye doğru (5) yılın bitim tarihi olan 6.11.1993 tarihinden kamulaştırılan kısım için talep tarihi olan (kamulaştırmanın kesinleşme tarihi) 21.7.1995 tarihinde kadar 1 yıl 8 ay 15 günlük ecrimisile hükmedilmesi gerekirken, zamanaşımına uğramayan kısmın 2 yıl olduğundan söz edilerek hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır.

II- Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış, Şanlıurfa K…. Otopark Müdürlüğünce bildirilen otopark metrekare birim kira paraları esas alınarak taşınmazın otopark olarak kullanılacağı varsayımına dayanılarak ecrimisil hesap edilmiştir.

Davacı, dilekçesinde taşınmazın otopark, pazaryeri ve taşımacılıkta kullanılabileceğini ileri sürerek zararın varlığını açıklamıştır.

Davacının uğradığı zarar davalı idarenin haksız işgaline dayanan “yoksun kalınan gelir”, “Kaybedilen kazanç” imkanıdır; zarar gören davacının taşınmaz işgal edilmemiş olsa idi ileri sürdüğü geliri elde edeceğini; sonra da söz konusu işgalin bu gelirin elde edilmesini engellediğini isbat etmesi gerekir. Uğranılan zararın “kira geliri kaybı” oluşu; bu nedenle farazi ve geleceğe yönelik niteliği itibariyle ihtimale dayanarak isbatı (hesabı) zorunluluğu bulunmakta ise de ecrimisil miktarı hesap edilirken otopark kirasının esas alınabilmesi için davacının taşınmazı otopark olarak kullanacağını isbat etmesi icap eder. Bu hususta bir delil ileri sürülmemiştir. Davacının bu konudaki soyut iddiası ve otopark kirası kadar bir zararının gerçekleştiğine ilişkin zayıf bir ihtimal, iddianın isbatı için yeterli kabul edilemez.

Taşınmazın otopark olarak kullanılmasının engellendiği ve otopark kirası kadar bir zararın gerçekleştiğinin isbat edilmiş olması halinde dahi zararın hesabında uygulanan yöntem doğru görülmemiştir. Bu halde, dava konusu taşınmazın otopark olarak getirebileceği kira hesap edilirken benzer nitelikteki yerlerin kira paraları, emsal kira sözleşmeleri de getirilip incelenerek ecrimisil hesap edilmelidir.

Dava konusu taşınmazın büyüklüğü ve niteliğine göre bilirkişi raporunda açıklanan kirayı getirebileceği inandırıcı bulunmamıştır.

Davacı taşınmazının işgali nedeniyle bu denli yüksek bir miktarda gelir mahrumiyetine uğradığını isbat edemediği durumlarda taşınmazın asgari kira (ecrimisil) getirisinin hesap edilerek tazminine karar verilmelidir. Bunun içinde benzer yerlere ait kira sözleşmeleri taraflardan istenilerek bilirkişi marifetiyle incelendikten sonra, emsal yerlere ait bu kira sözleşmeleri esas alınmak suretiyle saptanacak ecrimisile hükmedilmelidir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 29.6.1999 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi
2014/12605 E., 2016/11712 K., T. 20.12.2016
Mahkemesi: Ticaret Mahkemesi
TALEP: Destekten Yoksun Kalma Tazminatı

ÖZET : Davacının desteği …’nın sürücüsü bulunduğu … kamyon ile yapmış olduğu trafik kazasında vefat etmesi nedeniyle davacı, aracın ZMSS poliçesini düzenleyen davalı … şirketinden destekten yoksun kalma tazminatı talep etmiştir.

KARAR: Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında, özellikle davacının ölenin salt mirasçısı sıfatıyla değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla dava açmasına, ölüm nedeniyle doğrudan davacı üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacıya yansıtılamayacağına; dolayısıyla araç sürücüsünün veya işletenin tam kusurlu olmaları halinde, desteğinden yoksun kalan davacıyı etkilemeyeceğine; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları’ na göre, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı davalı … şirketi, işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları teminat altına aldığına ve olayda işleten veya sürücü tam kusurlu olsalar bile, destekten yoksun kalan davacı zarar gören üçüncü kişi konumunda bulunduğundan, davalı … şirketi sorumlu olacaktır.(HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün 2011/17-787 Esas 2012/92 Karar, HGK’nun 16.01.2013 gün, 2012/17-1491 Esas-2013/74 Karar sayılı ilamları uyarınca)

HÜKÜM: Davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına 20.12.2016 gününde Üye …’ın karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY: 1-Dava, destek olan sürücünün tek yanlı yaptığı kaza neticesinde ölümü nedeniyle mirasçıları tarafından açılan tazminat davası olup davalı süresi içinde zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Her ne kadar trafik kazası sonucu ölüme/yaralamaya sebebiyet vermek bir haksız fiil ve haksız fiil zamanaşımı da TBK’nun 72.maddesinde düzenlenmiş ise de haksız fiilin, trafik kazasından kaynaklanması nedeniyle daha özel Yasa olan 2918 sayılı KTK’nın uygulanması gerekmektedir. 2918 sayılı KTK’nın 109/1.maddesi gereğince kural olarak zamanaşımı 2-10 yıldır. Ancak 2.fıkraya göre dava cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş olursa bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir. Bu madde uyarınca, eylemin suç teşkil etmesi yeterli olup, mahkûmiyet veya takipsizlik kararı aranmaksızın ceza zamanaşımı uygulanacaktır. Eylemin suç teşkil edip etmediğini de kural olarak hukuk hâkimi belirleyecektir. Hiç kuşkusuz, hukuk hâkimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden hükümle de bağlıdır. Somut olayda, tek yanlı trafik kazası 04.11.2007 tarihinde olmuş, dava ise 03.01.2013 tarihinde açılmıştır. Murisin direksiyon hakimiyetini kaybetmesi neticesinde aracın devrilmesi sonucu gerçekleşen kaza neticesinde sürücü muris vefat etmiştir. Dosya içinde bulunan Bilirkişi Trafik Kaza Raporu ile takipsizlik kararı içeriğine göre kazaya etken başka bir araç veya başka bir unsur yoktur. HGK’nun emsal niteliğindeki 2014/17-2198 Esas-2015/1495 Karar sayılı kararında, sürücünün aracın frenlerinin arızalı olması nedeniyle aracı durduramayarak kendi ölümüne sebebiyet verdiği kazada sürücünün eylemi bir bütün olarak ele alındığında TCK 179/2.maddesinde tanımlanan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturduğu kabul edilmiş, Daire kararı gibi tek yanlı trafik kazasında sürücünün ölmesi olayının ölüme sebebiyet verme suçunu oluşturduğu kabul edilmemiştir. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun, taksirle işlenebilen bir suç olmayıp ancak kasten işlenebileceği göz önüne alındığında somut olayda, murisin direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu aracın devrilmesi ile gerçekleşen ölüm olayında taksirle ölüme sebebiyet verme suçu oluşmadığı gibi trafik güvenliğini tehlikeye düşürme suçu da oluşmamaktadır. Davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğinden öncelikle kararın bu nedenle bozulması gerekir. 2-Ayrıca, davalı … şirketi kusursuz sorumlu olan işletenin hukuki sorumluluğunu üstlenmiştir. Kusursuz sorumluluk hallerinde de tazminat tayin edilirken aksi belirtilmedikçe Borçlar Kanunu’nun kusura dayanan sorumluluk (TBK 49-76. md.) hükümleri uygulanır. Bu nedenle tazminatta indirime sebep olabilen TBK 51-52.maddeleri kusursuz sorumluluk hallerinde takdir edilecek tazminatlarda da indirim sebebi olabilecektir. Nitekim KTK’nın 86/2 maddesinde de işletenin sorumluluğuna bağlı olarak tazminat taktir edilirken zarar görenin kusurunun indirim sebebi olarak nazara alınacağı hükme bağlanmıştır. Destek tazminatı, destek olan adına ileri sürülen bir talep olmayıp, bağımsız bir talep ise de bizzat ölenin tazminat talep etmiş olması halinde ortaya çıkacak hukuki sonuçtan daha farklı bir hukuki durum yaratılamayacağından desteğin fiil ve davranışları, TBK 51 ve 52.maddeleri gereğince destek görenlerin tazminat talepleri bakımından göz önünde bulundurulmalıdır. Zarar gören destek, kendisi tazminat talep etme imkanına sahip olsaydı kusur sebebiyle tazminatta indirim yapılacak idiyse, destek görenler lehine takdir edilecek tazminatta da indirim yapılmalıdır. Nasıl ki desteğin ölümü sebebiyle meydana gelen zararın yansıma yoluyla destek görenleri de etkilediği kabul ediliyorsa, desteğin tazminattan indirime sebep olacak davranışları da aynı şekilde destek görenlere yansır. Müterafik kusurun nazara alınmasının, destek tazminatının miras hukukundan bağımsız olmasına dayandırılması doğru olmamaktadır. Zira destek, kendi kusurlu hareketi ile ölümüne sebebiyet vermiş ise bu eylem hukuka aykırı olmadığı gibi teknik anlamda kusurda sayılmadığından ölümünden sorumlu tutulamayacak desteğin, destek olduğu kişilere karşı sorumluluğunun devam ettirilmesi anlamına gelir. Bu da destek görenlerin, mirasçılara karşı da bu talep hakkını yöneltmelerine imkân vermek gibi bir sonuca gider. Bu nedenlerle ister bizzat mağdur, isterse ölümü halinde diğer hak sahipleri bu haksız fiilden dolayı tazminat talep ettiklerinde, tazminat miktarının belirlenmesinde mağdurun (desteğin) müterafik kusurunun dikkate alınması gerektiği kanaatinde olduğumdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

İflasın ertelenmesi, iflas davasında yetki sözleşmesi, anonim şirketi

T.C. 

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

ESAS NO.2012/19-643

KARAR NO.2013/256

KARAR TARİHİ. 20.02.2013

 

>İFLASIN ERTELENMESİ–GÖREV–İŞ BÖLÜMÜ İLİŞKİSİ –YETKİLİ MAHKEME

 

(2004 s. İİK m. 154) 

ÖZET: Asliye Hukuk Mahkemeleri o yerde kurulmayan özel mahkemelerin görev alanına giren davalara, bu özel mahkemelerin sıfatıyla bakar.

İflas davaları için yetki sözleşmesi yapılamaz ve iflas davası mutlaka borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer ticaret mahkemesinde açılır. Bu yetki, kamu düzenine ilişkin olup, kesindir.

İflası istenen kişinin ticaret siciline kayıtlı olduğu yer, muamele merkezi yönünden karine teşkil etse de, ticaret sicilinde kayıtlı yerden başka bir yerin muamele merkezi olduğu kanıtlanırsa iflas davasının bu yer ticaret mahkemesinde açılması gerekir. Bu karinenin aksinin ispatına dair bir delil sunulmamış olup, iflasın ertelenmesi istemi bakımından yetkili mahkeme, şirketin ticaret siciline kayıt edilen yer Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Taraflar arasındaki “iflasın ertelenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın yetkisizlik nedeniyle reddine dair verilen 26.10.2010 ve E: 189, K: 302 sayılı kararın incelenmesi iflas erteleme talebinde bulunanlar vekili ile müdahil İ… Bankası vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 05.05.2011 gün ve 2177 – 6186 sayılı ilamı ile;

(…İflas erteleme talebinde bulunanlar vekili, müvekkilleri şirketlerin ekonomik kriz nedeniyle borca batık hale geldiğini belirterek iflas erteleme talebinde bulunmuştur.

Mahkemece, tüm dosya kapsamı ve müdahil vekillerinin beyanları doğrultusunda iflas erteleme talebinde bulunanların ticari işletmelerinin ve muamele merkezlerinin Bursa olduğu belirtilerek mahkemenin yetkisizliğine karar verilmiş, hüküm iflas erteleme talebinde bulunanlar vekili ile müdahil İ… Bankası vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve özellikle birden fazla şirketin tek dilekçe ile iflas erteleme talebinde bulunmalarında bir isabetsizlik bulunmamasına göre taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- İİK’nın 154, IV hükmüne göre, iflâs davasında yetkili mahkeme borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer mahkemesidir. Somut olayda iflâsın ertelenmesi talebinde bulunan şirket tarafından, muamele merkezinin Balıkesir’e taşındığının ticaret siciline kaydedilerek ilan edilmesinden sonra iflâsın ertelenmesi talebinde bulunulmuştur. Bu durumda mahkemece işin esasına girilerek talep ile ilgili bir karar verilmesi gerekirken, ticaret sicili kaydının aksini kanıtlayan deliller de belirtilmeden yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

3- Mahkemece takas, mahsup ve temlik işlemlerinin durdurulmasına ilişkin tedbir kararı verilmişse de maddi hukuka ilişkin hakların kullanılmasını önleyici nitelikte tedbire hükmedilmesi usul ve yasaya aykırıdır…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: İflas erteleme talebinde bulunanlar;

1- Ç… İplik Tekstil San. ve Tic. Aş.

2- T… Tekstil San. Tic. Aş. vekili.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlatıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

İstek, iflasın ertelenmesine ilişkindir.

Yerel mahkemece, “davanın yetkisizlik nedeniyle reddine, karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın görevli ve yetkili Bursa Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine” dair verilen karar iflas erteleme talebinde bulunanlar vekili ile müdahil İ… Bankası vekilinin temyizleri üzerine, Özel Daire’ce yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece yetkisizliğe dair önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını, iflas erteleme talebinde bulunanlar vekili temyize getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nda görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden, dava dilekçesinde “Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatı ile” ibaresi kullanılmasına karşın, bu konuda bir karar verilmeksizin davaya “Asliye Hukuk Mahkemesi Sıfatı ile” devam olunması karşısında, öncelikle görev/işbölümü ilişkisi ve buna göre davaya hangi sıfatla bakıldığının belirlenmesi hususu önsorun olarak ele alınıp, tartışılmıştır.

Hemen belirtmelidir ki, bazı özel mahkemeler her adli teşkilatta kurulmamış olduğundan, buralardaki Asliye Hukuk Mahkemeleri özel mahkemelerin görev alanına giren davalara, bu özel mahkemelerin sıfatıyla bakmaktadır.

Eldeki dava da Ticaret Mahkemesi sıfatı ile görülmek üzere Asliye Hukuk Mahkemesine açılmıştır.

Mahkemece, davaya Ticaret Mahkemesi sıfatı ile bakılmasına karar verilmemiş ise de, davanın Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış bulunması Balıkesir’de müstakil Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmadığına göre, davaya Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla bakıldığı belirgindir.

Nitekim, aynı kabul şekli Hukuk Genel Kurulu’nun 28.09.2011 gün ve E:2011/19-446, K:2011/569 sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Bu nedenle, ön sorunun reddi ile işin esasının incelenmesine oybirliği ile karar verilmiş; ön sorun bu şekilde aşıldıktan sonra, Hukuk Genel Kurulu’nca işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasına gelince;

Uyuşmazlık;iflas erteleme talebinde bulunan şirketlerin muamele merkezlerinin Bursa ili mi yoksa Balıkesir ili mi olduğu; buradan varılacak sonuca göre, yetkili mahkemenin bu iki yerden hangisi olduğu, noktasında toplanmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun “İflas Takiplerinde Yetkili Merci” başlığı altında düzenlenen 154/III. maddesinde, “…

Şu kadar ki, iflas davaları için yetki sözleşmesi yapılamaz ve iflas davası mutlaka borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer ticaret mahkemesinde açılır.” hükmü öngörülmüştür.

Bu açık hüküm karşısında, borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yerdeki Ticaret Mahkemesi’nin yetkisi kamu düzenine ilişkin olup, kesindir.

Nitekim, aynı ilke Hukuk Genel Kurulu’nun 28.09.2011 gün ve E:2011/19- 446, K:2011/569 sayılı ilamında da benimsenmiştir.

iflası istenen kişinin ticaret siciline kayıtlı olduğu yer, muamele merkezi yönünden k!arine teşkil ederse de, ticaret sicilinde kayıtlı yerden başka bir yerin muamele merkezi olduğu kanıtlanırsa iflas davasının bu yer ticaret mahkemesinde açılması gerekir.

Somut olayda, iflas erteleme talebinde bulunanlar, şirketlerin merkezlerini Bursa ilinden Balıkesir iline taşımışlardır. Bu kapsamda, her iki şirket 05.04.2010 tarihinde Balıkesir Ticaret Odası’na kayıtlarını yaptırmış; daha sonra ise, şirketlerin merkezlerinin Balıkesir ilinde gösterilen adres olduğu 14.04.2010 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde tescil ve ilan edilmiştir. Eldeki dava ise,

16.04.2010 tarihinde açılmıştır.

görüldüğü üzere, şirketlerin sicile kayıt edildiği Balıkesir il merkezi, İİK 154. madde kapsamında muamele merkezi yönünden karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ispatına dair bir delil de dosyaya sunulmamıştır.

Şu durumda, iflasın ertelenmesi istemi yönünden yetkili mahkemenin Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve işin esasının incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gereğine işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçeyle direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: İflas erteleme talebinde bulunanlar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440/III-3. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.02.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

ÇOCUĞUN NİTELİKLİ CİNSEL İSTİSMARI, KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA

YARGITAY 14. CEZA DAİRESİ
2016/1271 E., 2016/3355 K., T. 05.04.2016

MAHKEMESİ : AĞIR CEZA MAHKEMESİ
SUÇ : ÇOCUĞUN NİTELİKLİ CİNSEL İSTİSMARI, KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA

ÖZET: Her ne kadar mağdure sanıklar tarafından zorla kaçırıldığını iddia etmiş ise de yaklaşık on ay kadar sanıkla birlikte yaşayan mağdurenin aralarındaki geçimsizlikten sonra bu iddiayı ileri sürmesi de dikkate alındığında sanıkların savunmalarının aksine üzerlerine atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işledikleri yönünde her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gibi sanıkların cinsel istismar suçuna iştirak kastıyla hareket etmedikleri tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, atılı suçlardan beraatlerine karar verilmiştir.

KARAR: İlk derece mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle, 28.06.2014 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda değişiklik yapan 6545 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemeler de gözetilip dosya incelenerek gereği düşünüldü: Sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde; yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak; hükümlerden sonra Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü, 29542 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı ilamı ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesi yönünden kısmi iptal kararı verildiğinden, anılan husus nazara alınarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince bozulmasına, ancak bu hususun yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesinin verdiği yetki uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükümlerde yer alan TCK’nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili bölümlerin çıkartılarak yerlerine “Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal kararı da nazara alınmak kaydıyla sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının uygulanmasına” ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun olan hükümlerin düzeltilerek onanmasına,

Sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan hükümlerin temyiz incelemesine gelince;

Oluş ve tüm dosya kapsamına göre, suç tarihinden önce mağdurenin, sanıkla anlaşarak evden kaçtığı, sanığın babası olan diğer sanığın mağdureyi jandarma karakoluna teslim ettiği, bu olaydan sonra mağdurenin sanıkla evlenemediği için intihara teşebbüs ettiği, beş gün kadar hastanede tedavi gördüğü, tedavisinin bitiminde sanıkla anlaşarak tekrar kaçması üzerine mağdurenin babası sanık ile sanığın babası olan diğer sanığın bir araya gelip sosyal yaşam koşulları, toplumsal bakış açısı ve içinde yaşanılan çevrede geçerli geleneklerin getirdiği zorunluluktan dolayı mağdureyi muhtemel bir olumsuz durumdan kurtarabilmek maksadıyla görüşüp yaşı küçük olduğu için resmi nikâh kıyılamayan mağdure ile sanık arasında düğün yapılmasına karar verdikleri ve bu şekilde 08.09.2007 tarihinde gerçekleştirilen mahalli düğün sonrası mağdure ile sanığın birlikte yaşamaya başladıkları, ancak daha sonra mağdure ile sanık ve sanığın babası olan diğer sanık arasındaki aile içi geçimsizlik nedeniyle mağdurenin babası tarafından 07.07.2008 tarihinde şikayette bulunulduğu, her ne kadar mağdure sanıklar tarafından zorla kaçırıldığını iddia etmiş ise de yaklaşık on ay kadar sanıkla birlikte yaşayan mağdurenin aralarındaki geçimsizlikten sonra bu iddiayı ileri sürmesi de dikkate alındığında sanıkların savunmalarının aksine üzerlerine atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işledikleri yönünde her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gibi sanıkların cinsel istismar suçuna iştirak kastıyla hareket etmedikleri tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, atılı suçlardan beraatlerine karar verilmesi yerine oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle mahkûmiyetlerine hükmedilmesi, Kanuna aykırı, o yer Cumhuriyet Savcısı, sanıklar müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca bozulmasına, 05.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İş kazası nedeniyle tazminat, uzun süren yargılama, tazminat

ANAYASA

MAHKEMESİ

Baş. No. 2013/4701

Karar Tarihi: 23/01/2014

>İŞ KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT

>YARGILAMANIN MAKUL SÜREDE SONUÇ-LANDIRILMAMASI

>UZUN SÜREN YARGILAMA NEDENİYLE ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

>TAZMİNAT

ÖZETİ: Başvurunun konusu olan tazminat davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince uzun aralıklarla duruşmalar yapıldığı, temyiz süreciyle beraber makul olmayan uzun bir süre olan 7 yıl 6 ay 19 günde yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş kazasına dayalı tazminat davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.

Yargıtay 8. HD. 14.05.2013 T., 2012-13856 E., 2013-7208 K

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/13856
K. 2013/7208
T. 14.5.2013
DAVA : …. ile…. aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair …… Aile Mahkemesi’nden verilen …..2012 gün ve …/… sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde, tarafların 1985 yılında evlendiklerini, vekil edeninin Hollanda’da 1981 yılından 1996 yılına kadar çalışıp, 1996 yılında malulen emekli olduğunu, 03.07.1998 tarihinde ….. bölgede …. ada … parsel sayılı taşınmaz üzerindeki daireyi satın aldıklarını, dairenin alımı için vekil edeninin 95.000 Mark ödediğini, ancak davalı o dönem çalışmadığından davalının dairenin alımına hiçbir katkısının olmadığı halde tapuda onun adına tescil edildiğini açıklayarak, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile 52/1146 sayılı hissenin tamamının, bu mümkün olmasa 72’sinin davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili 21.09.2010 havale tarihli dilekçesinde ve 23.09.2010 tarihli yargılama oturumundaki beyanında; taşınmazın üçüncü kişiye devredilmiş olması nedeniyle dava dilekçesindeki değer üzerinden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere davaya tazminat davası olarak devam etmek istediklerini bildirmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde, uyuşmazlık konusu dairenin davalının geliri ile satın alındığını, ekonomik nedenlerle dava dışı üçüncü kişiye satıldığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, 4721 sayılı TMK’nun 178. maddesi uyarınca 1 yıllık zamanaşımı süresi kaçırıldıktan sonra dava açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 743 sayılı Kanunun 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen mala yapılan katkı payı alacağına ilişkindir.
Taraflar …..1983 tarihinde evlenmişler, Rotterdam Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açılan ve 04.12.2001 tarihinde kesinleşen boşanma davasının kabulü yönündeki hükmün tenfizine ilişkin Kartal 3.Aile Mahkemesi’nin 2003/28 Esas, 2003/260 Karar sayılı hükmünün 22.01.2004 tarihinde kesinleşmesiyle evlilik birliği son bulmuştur.
TMK’nun 225/2. maddesi hükmü yabancı mahkeme boşanma kararlarının tanıma ve tenfizinde de uygulanır. Yani eşler arasındaki mal rejimi, boşanma davasının açıldığı tarihte sona erer. Bir yabancı mahkeme kararının tanınması ile o yabancı mahkeme kararının hukuki sonuçları, özellikle kesin hüküm etkisi Türk Hukuku açısından da geçerli hale gelmiş olur. 12.12.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 59. maddesinde “…Yabancı ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisinin yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edeceği…” hükme bağlanmıştır. Buna göre, zamanaşımı süresinin başlangıcı olarak yabancı mahkeme tarafından verilen kararın kesinleşme tarihinin esas alınmasında herhangi bir isabetsizlik yoktur.
Ne var ki; taraflar başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine ( 4722 S.K. m. 10 ) göre, evlenme tarihinden 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, ( 743 sayılı TMK m. 170 ) bu tarihten mal rejiminin sona erdiği, boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ise TMK’nun 202. maddesine göre yasal edinilmiş mallara katılma rejimine tabidirler.
Eşler arasındaki mal rejimi TMK’nun 225/2. maddesine göre boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona ermiştir. Dava konusu taşınmazın edinildiği tarihe göre, eşler arasında 743 sayılı MK’nun 170. maddesi hükmü uyarınca mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan uyuşmazlık Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulmalıdır. Bu durumda 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK’nun 178. maddesinde düzenlenen dava zamanaşımına ilişkin düzenleme eldeki davaya uygulanamaz.
Taraflar arasındaki uyuşmazlıkta, başka türlü hüküm mevcut olmadığı takdirde TMK’nun 5. maddesi yoluyla her dava için öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresini öngören 60985 sayılı TBK’nun 146. maddesindeki düzenlemenin uygulanması gerektiği açıktır. Kaldı ki; Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.04.2013 tarih ve 2013/8-375 Esas, 2013/520 Karar sayılı kararıyla edinilmiş mallara katılma rejimi ( katılma alacağı ) bakımından da TMK’nun 5. maddesi yoluyla 6098 sayılı TBK’nun 146. ( Mülga BK. m. 125. ) maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür. Daire de bu görüşü benimsemiştir. Mahkemece, iddia ve savunma çerçevesinde tüm taraf delillerinin toplanması ve uyuşmazlığın esası bakımından karar verilmesi gerekirken, dava konusu taşınmazın edinildiği tarih itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı gözden kaçırılarak yukarıda yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, esasa ilişkin hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK’nun 388/4. ( HMK m. 297/ç ) ve HUMK’nun 440/1. maddeleri gereğince Yargıtay daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 21,15.-TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 14.05.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Yargıtay 8.HD.20.05.2013 T.,2012-11057 E.,2013-7419 K.

T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/11057
KARAR NO : 2013/7419 Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : …. Aile Mahkemesi
TARİHİ : .2012…
NUMARASI : 2009/….-2012/…
DAVACI : …..
DAVALI : . vs….
DAVA TÜRÜ : Katkı Payı, Aile konutu şerhi konulması, tapu iptali ve tescil

… ile …. ve müşterekleri aralarındaki katkı payı, aile konutu şerhi konulması, tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne, kısmen karar verilmesine yer olmadığına ve mahkemenin görevsizliğine dair …. Aile Mahkemesi’nden verilen …..2012 gün ve …/…. sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı …. vekili ile davalı ….. vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı … vekili dava dilekçesinde; vekil edeni ile davalının 1986 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edindikleri … ada … sayılı parselin davalı adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, davacı …’in hırdavatçılık yaptığını, davalı .’ın ise.. ev hanımı olup herhangi bir gelirinin olmadığını, … sayılı parselin 2002 tarihinden sonra arsa niteliği ile davalı adına tapuya kaydedildiğini ve alındığını, ancak arsa üzerine 5 katlı binanın yapıldığını, inşaatın 2007 yılında bittiğini, 05.06.2009 tarihinde kat irtifakına geçildiğini, taşınmazın 14.08.2008 tarihinde davalı tarafından diğer davalı …’ya onun tarafından da 07.04.2009 tarihinde diğer davalı …’ya satılıp devredildiğini, gerçek değerinden düşük bir fiyata satışlarının yapıldığını, birinci satışta tapuda 22.200,00 TL ikinci satışta ise resmi senette, 142.500,00 TL satış değeri gösterildiğini, ard arda ve kısa aralıklarla satışların yapılması, ortada bir tertibin olduğunu gözler önüne serdiğini, 4 nolu dairenin aile konutu olduğunu, taşınmazı alan …. ve ….’ın buNun aile konutu olduğunu bildiklerini açıklayarak aile konutu ile ilgili olarak yapılan satışın iptaline eski hale getirilerek, davalı …. adına tapuya kayıt ve tesciline, tapuya aile konutu şerhi verilmesine, 2002 yılından sonra edinilen ve davalı eş üzerinde tapuda kayıtlı bulunan taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı …. adına tapuya kayıt ve tesciline, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla şimdilik 150000,00 TL katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı …. 06.11.2009 tarihli cevap dilekçesinde, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı …. vekili cevap dilekçesinde, “vekil edeni tarafından dava konusu taşınmazın 03.09.2000 tarihinde vefat eden vekil edeninin babasından kalan miras mallarının paylaşımı sonucu ve birikimleri ile kardeşlerinden gelen yardım parasıyla evi aldığını, davacı ile bir ilgisinin bulunmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.”
Davalı …. taşınmazı 100.000,00 TL karşılığında davalı …..’dan satın aldığını, 50.000,00 TL’sini peşin verdiğini, kalan, 50.000,00 TL’yi de inşaatı bitirmek için masraf yaptıklarını, daha sonra 145.000,00 TL’ye diğer davalı …..’a sattığını, ….’ın kalan borcunu ödediğini belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, “aile konutunun satışının iptali ve eski hale getirilerek davalı …. üzerine tescili talebiyle ilgili olarak …. Asliye Hukuk Mahkemesi görevli olduğundan bu yönden dava dilekçesinin reddine, karar kesinleştiğinde yasal süre içerisinde ve talep halinde dosyanın görevli ve yetkili …. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, Aile konutu şerhi konulmasıyla ilgili istek konusuz kaldığından buna ilişkin olarak karar verilmesine yer olmadığına, davacı tarafın değer artış payı isteğinin kabulüne, karar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte 231.500,00 TL değer artış payı alacağının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, davacıya ödenmesine..”, karar verilmesi üzerine hüküm, yalnızca davalı ….. ve diğer davalı …. tarafından temyiz edilmiştir. Davacı ile davalı ….’in herhangi bir temyizi söz konusu değildir.
Dava, 4721 sayılı TMK.nunca yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi süresi içerisinde edinilen taşınmazdan kaynaklanan ve TMK.nun 202, 218, 229, 231, 232, 235 ve 236. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Taraflar 28.11.1986 tarihinde evlenmiş, 01.12.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve hükmün 09.06.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Taraflar arasında, evlendikleri 28.11.1986 tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM.nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, taraflar sözleşmeyle başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine göre 4721 sayılı TMK.nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı 01.12.2008 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. (TKM. m. 202, 4722 sk..m.10) Taraflar arasındaki mal rejimi TMK.nun 225/2. fıkrası uyarınca boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir.
Davalı …. vekilinin temyiz itirazları bakımından yapılan incelemede; davalı vekili temyiz dilekçesinde, katkı payı alacağı olduğu halde Mahkemece değer artış payı olarak değerlendirilip karar verilmesinin doğru olmadığını, bilirkişi raporunda katılma alacağı olarak değerlendirildiğini, terditli istek konusunda görevsizlik kararı verilmesinin doğru olmadığını, aile konutu bakımından görevsizlik kararı verildiğine göre vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda hüküm kurulmamasının yerinde bulunmadığını, dava dilekçesinde öncelikle tapu iptali isteğinde bulunduğundan dava harcının 231,500 TL değil taşınmazın değeri olan 463,00 TL üzerinden eksik harcın tamamlanması gerektiğini, vekil edeninin taşınmazı babasından gelen miras malı ve kardeşlerinin yardımı ile aldığını açıklayarak hükmün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre … ada … sayılı parselin 08.06.2004 tarihinde arsa niteliğiyle alındığı ve davalı adına tapuda kayıtlı bulunduğu, 2005-2007 yılları arasında üzerine 5 katlı binanın yapıldığı daha sonra kat irtifakına geçildiği, 1, 2, 3, 4 ve 5 nolu bağımsız bölümlerle ilgili olarak irtifak hakkının kurulduğu, taşınmazın 14.08.2008 tarihinde davalı eş …. tarafından ….’ya, daha sonra bunun tarafından da 07.04.2009 tarihinde diğer davalı ….’ya tapuda satış yapılarak devir edildiği, taşınmazın halen …..adına tapuda kayıtlı bulunduğu belirlenmiştir.
Taşınmaz, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 01.01.2002 tarihinden sonra 8.6.2004 tarihinde satın alındığına ve aksi de kanıtlanmadığına göre TMK.nun 219 ve 222/3. fıkrası gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. Davalı …. her ne kadar babasından gelen miras malından kaynaklanan para ve kardeşlerinin yardımı ile söz konusu evi aldığını ileri sürmüş ise de, bu savunmasını kanıtlayamadığı dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile sabittir.
Taşınmazın, tasfiye tarihine yani karar tarihine yakın bir tarihte tespit edilen sürüm değeri ( TMK. m. 232, 235/1) esas alınarak TMK.nun 236/1. fıkrası uyarınca, artık değerin yarısı olan 231.500 TL katılma alacağının hüküm altına alınmasında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmamıştır. Bundan ayrı, aile konutu satışının iptali ve eski hale getirilmesi isteği konusunda verilen görevsizlik kararı yerinde bulunmaktadır. HMK.nun 331/2.maddesi gereğince, “görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder” denildiğine göre bundan sonra bakacak görevli ve yetkili Mahkemece vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda bir karar verileceğinden davalı …. vekilinin katılma alacağına görevsizlik kararı ile ilgili olarak vekalet ücreti ve yargılama giderlerine ilişkin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Davalı …. vekilinin temyiz itirazlarına gelince; davalı …… vekili temyiz dilekçesinde; davacı yararına 231.500,00 TL değer artış payı alacağının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınmasına karar verildiğini, taşınmazı ilk alan ……’ın kiracısı olduğunu, …..’ı bu şekilde tanıdığını, çeşitli konularda mülk sahibi olması nedeniyle yardımına başvurduğunu, bu nedenle vekil edeninin taşınmazı muvazaalı olarak değil gerçek bir satış işlemiyle devraldığını, bilirkişilerce katılma alacağı olarak nitelendirilen miktarın değer artış payı (katkı payı) olarak nitelendirilip mahkemece hükmedilmesinin doğru olmadığını, ortada muvazaanın unsurlarının bulunmadığını, ….. tarafından taşınmazın önce davalı ….’e, ondan da vekil edeni tarafından tapuda yapılan satış ve devirle aldığını, tapu iptali ve tescil davası bakımından görevsizlik kararı verildiğine göre vekil edeni yararına vekalet ücreti takdiri gerektiğini, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığını ve bu nedenle vekil edeninin katılma alacağından sorumlu olamayacağını açıklayarak hükmün bozulmasına karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.
Davalı ….. taşınmazı alan üçüncü el durumundadır. Az yukarıda da açıklandığı üzere HMK.nun 231. /1. maddesi gereğince vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda dosyanın gideceği görevli ve yetkili Mahkemece karar verileceğinden davalı ….. vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yukarıda açıklandığı biçimde yerinde görülmemiştir. Katılma alacağı bakımından yapılan temyiz incelemesinde ise, davalı …., 07.04.2009 tarihinde … ada … sayılı parselde bulunan taşınmazı davalı …..’dan satın almıştır. Mahkemece, katılma alacağının müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline ve davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Davalı … bu nedenle davaya göre üçüncü kişi durumundadır. TMK.nun eklenecek değerler başlığını taşıyan 229. maddesine göre; “Aşağıda sayılanlar, edinilmiş mallara değer olarak eklenir,
1-Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,
2-Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler,
Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.”
Dava konusu 47 ada 14 sayılı parselde bulunan taşınmaz, 08.06.2004 tarihinde edinildiğine, 2005-2007 tarihleri arasında üzerinde 5 katlı bina yapılıp bitirildiğine göre edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğinden TMK.nun 219 ve 222/3. fıkrası gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. TMK.nun 219/.-5. bendi uyarınca edinilmiş malların yerine geçen değerler de edinilmiş mal sayılır. Bu durum karşısında taşınmazdan kaynaklanan alacak, katılma alacağı niteliğinde bulunduğu halde, Mahkemece, değer artış payı alacağı olarak nitelendirilmesi maddi hata niteliğinde kabul edilmiştir. Çünkü alacağın katılma alacağı olduğu konusunda bir duraksama söz konusu değildir. Temyiz edenlerin bu yöne ilişkin temyiz itirazları bu bakımdan, yerinde olup, ancak sonuca etkili bulunmamaktadır.
TMK.nun üçüncü kişilere karşı dava başlıklı 241. maddesine göre de; “ tasfiye sırasında, borçlu eşin mal varlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir. Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her halde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.”
Somut olayda, TMK.nun 229. maddesi gözönünde bulundurularak, davacının istediği katılma alacağından hükmü temyiz eden ….’ın müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulup tutulamayacağı, sözü edilen maddenin tek başına uygulama olanağının bulunup bulunmadığı, TMK.nun 229 ve 241. maddelerinin birlikte değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve üçüncü kişilerin ne zaman katılma alacağından sorumlu olacakları uyuşmazlık noktası oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu hususun değerlendirilip sonuca ulaşılması gerekmektedir.
TMK.nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerini uygulanabilmesi için eşler dışında başka kimselere kazandırma veya devrin yapılması gerekmektedir.
Eşler arasında yapılan bu tür devirlerde sözü edilen bentlerin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Madde kapsamından da anlaşıldığı üzere, amaç bir eşin diğer eşin rızası olmaksızın edinilmiş mallardan üçüncü kişilere yaptıkları belirli niteliklerdeki sağlar arası tasarruf veya borçlandırıcı karşılıksız kazandırmaların mal rejiminin tasfiyesi sırasında değeri itibariyle artık değer hesabında edinilmiş mallar arasında aktiflere katılmasını sağlamaktır. Yani ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak ortaya çıkar ve TMK.nun 241. maddesi hükmü saklı kalmak koşuluyla yapılan karşılıksız kazandırmaların geçerliliğine dokunulamaz. (Doç. Dr. Mustafa Alper Gümüş, Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, 2008 bası, s.366 vd.)
TMK.nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerine göre, bu tür kazandırma ve devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı davanın, kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.
TMK.nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerinde belirtilen mal varlığı değerleri mal rejiminin sona ermesi anında mevcut bulunmamaktadır. Çünkü mallar elden çıkarılmış mallardır. Fakat artık değerin bulunmasında teorik olarak ya da kağıt üzerinde hesaba katılırlar. Ekleme sonrası oluşan artık değerden hesap yoluyla elde edilen katılma alacağını bir eş diğer eşten elde edebilirse eklenecek değer olarak ifade edilen bu tür işlemler geçerliliğini korurlar. (Doç. Dr. Faruk Acar, Aile Konutu Mal Rejimleri, 2012 bası, s. 244 vd.)
Şu halde, TMK.nun 229. maddesinin uygulanabilmesi için bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda katılma alacağının elde edilemediği ve tasarrufta bulunan eşin mal varlığının bunu karşılamadığını belirtir mahkeme kararı, tasarruf ve devirden yararlanan üçüncü şahıslara ancak davanın ihbar edilmesi olması koşuluyla ileri sürülebilecektir. Bu halde alacaklı durumda olacak kişinin istekte bulunması imkanı olacaktır.
Bu somut olgu karşısında, TMK.nun 229. maddesinin TMK.nun 241. maddesinden ayrı ve bağımsız olarak uygulanması mümkün görülmemektedir. Alacaklı eşin bu isteğinin hangi hallerde ve ne şekilde ileri sürülebileceği TMK.nun 241. maddesinde açıklanmıştır. Bu maddeye göre, “tasfiye sırasında borçlu eşin mal varlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde alacaklı eş, edinilmiş mallara dahil olması gereken fakat karşılıksız kazandırma ile üçüncü şahıslar yararına yapılmış kazandırmaları isteyebilir.” Ancak, alacaklı eş, yerine getirilmeyen katılma alacağı oranında bunu isteme hakkına sahiptir. Bu nedenle, maddenin açık kapsamından da anlaşılacağı üzere, TMK.nun 241. maddesiyle katılma alacağı ihlal edilen eşe, üçüncü şahsa karşı dava açma hakkı tanınmıştır. Doktrinde bu davaya Miras Hukukundan kaynaklanan tenkis davasına benzetilmekte ve tenkis davasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı öngörülmektedir. Ancak, aralarında farkların bulunduğu ve ileri sürme davasının mal rejimine özgü bir tenkis davası olarak bazı yazarlarca isimlendirildiği görülmektedir.
Saptanan bu durum karşısında, TMK.nun 229. maddesiyle getirilen istek sadece, eş tarafından tahsil edilemeyen katılma alacağı miktarı ile sınırlı kazandırma veya devir oranında değerini para olarak üçüncü şahıstan isteme olanağına sahiptir. TMK.nun 241/1. fıkrası açıkça bunu göstermektedir. Yani üçüncü şahıstan kazandırma veya devirle elde ettiği malın geri istenmesi mümkün değildir. İstenecek olan tek şey maddenin birinci fıkrasında da belirtildiği gibi, “tasfiye sırasında borçlu eşin mal varlığı veya terekesi katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir”. Şu halde istenen şey, alacak niteliğinde bir şahsi haktır. Aynı hakkın istenmesi olanaksız görülmektedir.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere TMK.nun 229. maddesinin tek başına ve aynı kanunun 241. maddesinden bağımsız olarak ve ayrı yorumlanarak suretiyle uygulanması düşünülemez. Bu nedenle, Mahkemece hüküm altına alınan 231.500,00 TL artık değerin sadece davalı eş ….’dan tahsiline karar verilmesi gerekirken hükmü temyiz eden ve üçüncü kişi durumunda bulunan davalı .’da katılmak …suretiyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Çünkü TMK.nun 219. maddesinde öngörülen ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak görülmektedir. Doktrinde ağırlıklı görüşte bu yöndedir. Dosya kapsamından, TMK.nun 241. maddesinde öngörülen katılma alacağından eksik kalan kısmın olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Eksikliğin bulunması halinde TMK.nun 241. maddesi devreye girmektedir.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ile dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, katılma alacağı olarak hesaplanan 231.500,00 TL bakımından hükmü temyiz edenlerin temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır. Ancak davalı . …vekili.nin temyiz itirazları sorumluluk (ödeme-tahsil) yönünden yerinde bulunmaktadır.
Davalı ….. vekilinin temyiz itirazları katılma alacağının tahsiline ilişkin hüküm fıkrası bakımından yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK.nun geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca “sadece hüküm fıkrasında yer alan müştereken ve müteselsilen” ibaresi bakımından BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 3.437,75 TL peşin harcın davalı ….ve davalı ….’ya ayrı ayrı iadesine 20.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BEŞ YIL SÜRELİ KİRA SÖZLEŞMESİ ON YIL UZAMA KOŞULU

Özet: Tahliye için 11 yılın dolması yeterli değildir. Kira sözleşmesinin bitiş tarihinden itibaren 10 yıl geçmesi gerekmektedir.
YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E: 2015/5447 K: 2015/6383 T: 24.06.2015
Dava, Türk Borçlar Kanunu’nun 347. maddesi hükmüne göre kiralayanın on yıllık uzama süresi sonunda bildirimde bulunmak koşuluyla tahliye istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulü ile tahliyeye karar verilmiş, hüküm dahili davalı Ö. U.tarafından temyiz edilmiştir.6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 347/1. maddesi hükmüne göre konut ve çatılı işyeri kiralarında kiraya veren sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminde en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

6101 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Geçici 2. Maddesi uyarınca, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce TBK’nın 347. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde öngörülen kira sözleşmelerinden 10 yıllık uzama süresi dolmamış olmakla birlikte geri kalan süre beş yıldan daha kısa olanlar hakkında yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl, on yıllık uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 2 yıl sonra uygulanacağı öngörülmüştür.

Olayımıza gelince; taraflar arasında 01.10.2003 başlangıç tarihli kira sözleşmesi hakkında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmenin ilk sayfasında her ne kadar kira süresi 1 yıl olarak belirtilmişse de, hususi şartlar 7. maddesinde kontrat süresinin 5 yıl olduğu görülmekte olup özel şartlarda düzenlenen bu hükme göre sözleşme süresinin 5 yıl olduğunun kabulü gerekmektedir. 5 yıllık kira sözleşmesine göre 10 yıl uzama süresinin tamanlanmamış olduğu bu nedenle 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanun’unun 347 maddesinde belirtilen şartların oluşmadığı görülmekle tahliye isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile tahliyeye karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ

Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3. madde hükmü gözetilerek HUMK’un 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 24.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.