Kategori arşivi: Yargıtay Haberleri

Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmıştır

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2013/2-1926 esas ve 2015/1139 karar sayılı 01.04.2015 tarihli kararı

“”Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Şekilde Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmış Sayılır””

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; velayetin değiştirilmesi isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, tarafların boşandıklarını, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verildiğini, baba ile de şahsi ilişki tesis edildiğini, davacının iki yıldır çocuğunu ancak icra yolu ile görebildiğini, davalının velayet hakkını kötüye kullandığını, gerekli özeni göstermediğini, yaşadığı yerin çocuk büyütmeye müsait olmadığını belirterek; müşterek çocuğun velayetinin davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davacı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, müşterek çocuğun annesinin yanında mutlu ve huzurlu olduğunu, davacının nafaka borcunu dahi ödemediğini, çocuğun velayetinin annede kalmasının çocuk ve her iki taraf açısından da yerinde olduğunu belirterek; davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, davacının müşterek çocuk ile sağlıklı ilişki geliştirmeden çok, davalı ile çekişmesini devam ettirdiği, müşterek çocuğun anne yanında mutlu olduğu, bakım ve ihtiyaçlarının davalı anne tarafından karşılandığı anlaşılmış olup, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları nazara alınarak anne yanında kalmasının çocuğun gelişimi açısından daha yerinde olacağı gerekçesiyle, davanın reddine dair verilen karar; davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece bozma öncesi gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, velayet kendisinde olan annenin velayet hakkını, velayetin kaldırılması veya değiştirilmesini gerektirecek derecede kötüye kullandığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.

Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.
Öte yandan, ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.
Belirtilmelidir ki, velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.04.1992 gün ve 1992/2-140 E. 1992/248 K. ile 22.01.2014 gün ve 2013/2-2085 E. 2014/30 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, boşanma ile düzenlenen velayetin değiştirilebilmesi için velayet kendisine verilen tarafın ya da velayete konu çocuğun durumunda boşanma hükmünden sonra esaslı değişikliklerin olması şart olup, ayrıca esaslı değişikliğin önemli ve sürekli olması da gerekmektedir. 4721 sayılı TMK’nun konuya ilişkin 324. maddesi; “Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.” düzenlemesini içermektedir. Buna göre velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek sonuca varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır.

Bu kapsamda, çocuğun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır.

Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır.
Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.

Yukarıda değinilen yasa hükmü ile dosya arasındaki icra dosyaları ve davalı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten dolayı uygulanan yaptırım bir arada düşünüldüğünde, davalı annenin çocuğun babayla kişisel ilişki hakkını sürekli olarak engellediği, bundan dolayı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten yaptırım uygulandığı, bu suretle Türk Medeni Kanunu’nun 324. maddesinde yer alan yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda davalı annenin sekiz yaşındaki müşterek çocuğun gelişimi için önemli olmasına rağmen babası ile görüşmesini engelleyerek, velayet hakkını kötüye kullandığı hususunun kanıtlandığı ve müşterek çocuğun velayetinin davalı anneden alınarak davacı babaya verilmesi gerektiği kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HMK’nIn 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 01.04.2015 gününde oy birliği ile karar verildi.

İşveren baskısıyla istifa halinde, işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshi vardır

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2013/16406 esas ve 2013/12573 karar sayılı 03.07.2013 tarihli kararı

“İşverenin baskısı sonucu düzenlendiği anlaşılan istifa dilekçesine değer verilemez. Bu durumda işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshettiği sonucuna varılmalıdır.”

Dava Türü: İşe iade

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Davacı iş sözleşmesinin haksız olarak sendikal nedenle feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesini kendi talebine binaen feshedildiğini, ayrıca davacı aleyhine şirket tarafından 2012/527 E. Sayılı dosya ile ihbar tazminatı için dava açıldığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının iş akdini feshettiği tarih ile TEKSİF Sendikası üyelik başvuru tarihlerinin 27.08.2012 olduğu, davacının 27.08.2012 tarihli dilekçesine yönelik irade fesadı iddiasının olmadığı, Mahkememize ait davacı Cuma KÖSE hakkındaki 2012/437-2012/834 ve davacı Fatih OKUMUŞ hakkındaki 2012/439-2012/835 ve davacı Gülperi DOMURCUKGÜL hakkındaki 2012/440-2012/836 ve davacı Tolga ÇINAR hakkındaki 2012/441- 2012/837 ve davacı Ökkeş CANPOLAT hakkındaki 2012/442-2012/838 ve davacı Yasin KARATURNA hakkındaki 2012/443-2012/839 ve davacı Veysel YILMAZ hakkındaki 2012/444-2012/840 ve davacı Elife DOĞAN hakkındaki 2012/445-2012/841 ve davacı Ayşe GEZER hakkındaki 2012/446-2012/842 Ayşe GEZER ve davacı Osman ÇIRAK hakkındaki 2012/447-2012/843 sayılı işe iade ve bağlı hakların hüküm altına alınmasına yönelik talepleri içerir davaların; davacıların ve vekillerinin vaki feragat talepleri nedeni ile 28.12.2012 günü davanın reddine karar verilmek sureti ile sonuçlandırıldığı ve tüm iş akitlerin fesih tarihinin 03.09.2012 olduğu ve tüm davacıların TEKSİF Sendikasına üyelik yönetim kurulu kabul tarihlerinin 10.08.2012 olduğu, davacı tanıklarının anlatımlarının; mevcut dava dosyası kapsamı ile somut olaya uygun olmadığı ve tüm dava dosyası kapsamı dikkate alınarak; davacı vekilinin iddialarının yerinde ve kabul edilebilir olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Genel olarak iş sözleşmesini fesih hakkı, karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı ile iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesiyle ortadan kaldırabilme yetkisi veren, bozucu yenilik doğuran bir haktır. İşçinin haklı nedenle iş sözleşmesini derhal feshi 4857 sayılı İş Kanununun 24’üncü maddesinde düzenlenmiştir. İşçinin önelli fesih bildiriminin normatif düzenlemesi ise aynı Yasanın 17’nci maddesinde ele alınmıştır. Bunun dışında Yasada işçinin istifası özel olarak düzenlenmiş değildir.

İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir. Şarta bağlı istifa ise kural olarak geçerli değildir. Uygulamada en çok karşılaşılan şekliyle, işçinin ihbar ve kıdem tazminatı haklarının ödenmesi şartıyla ayrılma talebi istifa olarak değil, ikale (bozma sözleşmesi) yapma yönünde bir icap olarak değerlendirilmelidir.

İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir. İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. İşçinin haklı nedenle derhal fesih nedenleri mevcut olduğu ve buna uygun biçimde bir fesih yoluna gideceği sırada, iradesi fesada uğratılarak işverence istifa dilekçesi alınması durumunda da istifaya geçerlilik tanınması doğru olmaz. Bu durumda işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshettiği sonucuna varılmalıdır.

İstifa belgesine dayanılmakla birlikte, işçiye ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmiş olması, Türkiye İş Kurumuna yapılan bildirimde işveren feshinden söz edilmesi gibi çelişkili durumlarda, her bir somut olay yönünden bu çelişkinin istifanın geçerliliğine etkisinin değerlendirilmesi gerekir. İstifa belgesindeki ifadenin genel bir içerik taşıması durumunda, işçinin dava dilekçesinde somut sebepleri belirtmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Bu halde de istifanın ardındaki gerçek durum araştırılmalıdır.

İş sözleşmesinin istifa ile sona ermesi halinde, işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması mümkün olmadığı gibi, ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamaz. İstifa durumunda işçinin işverene ihbar tazminatı ödemesi yükümü ortaya çıkabileceğinden, istifa türündeki belgelerin titizlikle ele alınması gerekir. İmzaya itiraz ya da metin kısmına ilaveler yapıldığı itirazı mutlak olarak teknik yönden incelenmelidir.

Somut olayda; davacı 26/11/2005 tarihinde işyerinde çalışmaya başlamış ve 27/08/2012 (İAB) kayıtlara göre yaklaşık 7 yıl davalı işyerinde çalışmıştır. Çalışanın dosyada mevcut 27.08.2012 tarihli kendi el yazısı ile yazdığı istifa dilekçesinin kuşku uyandıracak ibareler içermesi nedeniyle, hiçbir baskı altında kalmadan kendi hür iradesiyle bu dilekçeyi yazıp yazmadığı veya hangi nedenle istifa ettiği hususuna açıklık getirecek şekilde beyanının alınarak, (davalının cevap dilekçesinde hiç sebep yokken ayrılmak istediğini ve arkadaşlarından öğrendiğine göre ailevi nedenlerle istifa ettiğini beyan ettiği hususu ve istifa dilekçesinde işverene ait isnatlar nedeniyle çelişki bulunması) sair delillerin bu çerçevede değerlendirilerek taraflar arasında tartışmalı olan fesih pozisyonuna duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklık getirilip sonucuna göre değerlendirme yapmak gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.

Mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde davacıya iadesine, 03/07/2013 tarihinde oybirliği ile KESİN olarak karar verildi.

Taraflar Boşanma Davası Açıldıktan Sonra Sadakat Yükümlülüğüne Uymakla Yükümlü Olmaz

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2014/26484 esas ve 2015/8884 karar sayılı 30.04.2015 tarihli kararı,

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-davalı tarafından, kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlar yönünden; davalı-davacı tarafından ise davacı-davalının kabul edilen boşanma davası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşüldü:

1- Dosyadaki yazılara, mahkemece bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozmanın kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan yönlere ait temyiz itirazlarının incelenmesi artık mümkün bulunmamasına göre davalı- davacının tüm, davalı-davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2- Davacı-davalının açtığı boşanma davası tam kusurlu olduğu gerekçesiyle reddedilmiş, davalı-davacının boşanma davası ise kabul edilmiştir. Hükmün davacı-davalı tarafından temyizi üzerine “davacı-karşı davalının birlik görevlerini yerine getirmemek, eşini tehdit etmek, sık sık evi terk ederek annesinin yanına gitmek, çocuklar hastalandığında ilgilenmemek şeklindeki kusurlarına karşılık; davalı-karşı davacının da eşine ve kayınvalidesine hakaret ettiği, eşini istemediğini, sevmediğini söylediği, evden kovduğu” anlaşılmak suretiyle, davacı-davalının da boşanma davasının kabulü gerekir gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyulmuş, tarafların Dairemizce belirlenen kusurları yanında davacı-davalının boşanma davası kesinleşmeden başka bir bayanla nişanlandığını ve böylelikle sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışta bulunduğundan davacı-davalı ağır kusurlu kabul edilmiştir. Ne var ki her dava açıldığı tarihteki şartlara tabidir. Davadan sonra oluşan olaylar boşanma kararında esas alınamaz, ancak yeni bir davanın konusu olur.

Türk Medeni Kanununun 185 inci madde hükmü boşanma davalarında bozma kararından sonra taraflara yeni delil sunma hakkı vermez. Davacı-davalının sadakatsizliği dava tarihinden sonra olup bu davada nazara alınamaz. Gerçekleşen bu durum karşısında bozma ilamında belirlenen kusur durumlarına göre boşanmaya neden olan olaylarda taraflar eşit kusurludur. Hal böyle iken davacı-davalı ağır kusurlu kabul edilip davalı-davacı yararına maddi ve manevi tazminat takdiri usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz ilam harcının temyiz eden F.’e yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 123.60 TL temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatıran M.’e geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğu ile, karar verildi. 30.04.2015

Danıştay, Zorunlu taşıt sigortasında vekaletname ile tahsili yasaklayan genelgeyi iptal etti

Zorunlu motorlu taşıt sigortalarında tazminat istemlerinin tahsilinde görevlendirilen vekillerin tahsil edilen meblağları gereği gibi hak sahiplerine iletmemeleri gerekçesi ile zorunlu motorlu taşıt sigortalarında bedeni zararların vekil marifetiyle tahsilinde sigorta şirketleri ve Güvence Hesabınca uyulması gerekli kuralların belirlendiği Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın 05.11.2010 gün ve 2010/18 no’lu Zorunlu Motorlu Taşıt Sigortalarında Tazminatların Vekâletle Takip ve Tahsil Edilmesine İlişkin Genelgenin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemli olarak Baromuzca Danıştay 10. Dairede açılan davada, 23.05.2011 gün ve 2011/5130 E. no’lu karar ile genelgenin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiş, bu karara yapılan itiraz da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 08.12.2011 gün ve 2011/530 YD İtiraz no’lu kararı ile reddedilmişti.

Bu sefer Danıştay 10. Dairesinin 09.03.2015 gün ve 2011/5130 E. 2015/870 K. no’lu kararı ile: “zorunlu taşıt sigortası tazminatının hak sahibi konumundaki kişi ile bu kişinin sigorta tazminatını kendi adına tahsilinde yetkilendirdiği vekil arasında imzalanan ve ilgili mevzuat çerçevesinde tarafların iradesi ile içeriği belirlenen vekaletnameler özel hukuk sözleşmesi niteliğinde olduğundan; davalı idarenin bu sözleşmenin içeriğine ilişkin olarak işlem tesis etme yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır” denilerek genelgenin iptaline karar verilmiştir.

Dava konusu genelgede;

“1. Vekilin temsil ettiği kişiye tahsil ettiği tazminatın ne kadarını iade edeceğine ilişkin vekâletnamede asgari ‘Tahsil edilen tazminatın %…si müvekkile iletilecektir’ veya benzeri bir ifade yer almalıdır. Vekâletnamede bu çerçevede bir ifade olmaması halinde aynı içerikte –hak sahibinin imzası noter tarafından usulen tasdik olunmuş- beyanını içeren bir belge başvuru esnasında ibraz edilecektir.

2. Hak sahibi lehine tespit edilen tazminattan yukarıda asgari içeriği

belirlenen Vekâletnamede veya onaylı belgede belirtilen tutara denk gelen kısmı hak sahibine kalanı ise vekile ödenecektir.

3. Bu genelgenin 1 inci maddesi kapsamında vekâletname veya onaylı belge sunmayan vekillerin başvuruları sigorta şirketlerince işleme alınmayacaktır” denilmişti.

Şeker olmayan çocuğuna insülin yaparak ölüme neden olmak kasten öldürme suçudur

Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 2014/6430 esas ve 2015/2929 karar sayılı kararı

Şeker Hastası Olmayan Çocuklarına İnsülin Enjekte Ederek Ölümlerine Neden Olmak Olası Kast Değil Kasten Öz Çocuklarını Öldürme Suçunu Oluşturur.

özet

1) Sanığın şeker hastasına hangi dozda insülin enjekte edilmesi gerektiğini, sağlıklı kişiye verilmesi halinde ciddi rahatsızlık oluşturduğunu ve fazla dozda verilmesi halinde ölümün meydana gelebileceğini bildiği halde, şeker hastası olmayan çocuklarına sadece eşinin ilgisini çekmek ve evden uzaklaşmak için birden fazla insülün enjekte ederek ölümlerine neden olduğu anlaşılmakla, sanığın ayrı ayrı kasten yaşı küçük çocuklarını öldürmekten cezalandırılması yerine oluşa uygun düşmeyen olası kasıtla yaşı küçük çocuklarını öldürmeden hüküm kurularak eksik ceza tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

2) Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Fatma’nın kendi çocuğu olan yaşı küçük maktuller Şükriye ve Osman Gazi’yi farklı tarihlerde olası kasıtla öldürme suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebinin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre bozma üzerine verilen hükümlerde eleştiri nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ve duruşmalı incelemede eksik incelemeye vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle re’sen de temyize tabi bulunan hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi (ONANMASINA), 06/05/2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

Terke dayalı İhtar Çeken Eş, İhtardan Önceki Kusurlu Davranışları Affetmiş Sayılır

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 2012/18584 Esas ve 2013/ 4748 Karar Sayılı, 13.04.2012 Tarihli Kararı,

İhtar sonrası kadına kusur olarak atfedilebilecek bir davranış da ispat edilemediğinden tarafların eşit kusurlu sayılmaları yanlıştır.

Taraflar arasındaki boşanma davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı (kadın) tarafından; kusur belirlemesi, velayet, çocukla tesis edilen kişisel ilişki süresi ve tazminat istemlerinin reddi, davalı (koca) tarafından ise; tedbir ve yoksulluk nafakası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Mahkemece; “taraflar eşit kusurlu” kabul edilerek davacının maddi ve manevi tazminat istekleri reddedilmiştir. Oysa davalının eşine fiziki şiddet uyguladığı ve bağımsız konut temin etmediği yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Davalı davadan önce 14.06.2011 tarihinde mahkemeye başvurarak eşinin ortak konuta dönmesi için ihtar talebinde bulunmuştur. Bu ihtarın sonucu olarak, davacı eşinin ihtar tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiş, en azından hoşgörüyle karşılamış duruma düşmüştür. Hoşgörüyle karşılanan ve affedilen olaylar ise; artık davacı kadına bir kusur olarak yüklenemez. İhtar tarihinden sonra da kadına atfedilebilecek bir kusur da ispatlanmadığına göre, boşamaya sebep olan olaylarda kusurun tamamen davalı kocada olduğunun kabulü gerekir.

Bu olaylar aynı zamanda davacının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Hal böyleyken davacının davalıyla eşit kusurlu kabul edilmesi ve buna bağlı olarak da davacının maddi (TMK.m.174/1) ve manevi (TMK.m.174/2) tazminat isteklerinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

KARAR : Temyiz edilen hükmün yukarıda yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple kusur belirlemesi ve buna bağlı olarak maddi ve manevi tazminat yönünden BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan, temyize konu diğer hususların yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

İşyerinde işçinin başka bir işçiye kişiliği zedeleyici dedikodusu işverence haklı fesih sebebidir

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2013/25515 esas ve 2014/4086 karar sayılı 18.02.2014 tarihli kararı.

İşyerinde işçinin başka işçi aleyhine basit şakalaşmayı aşan kişilik haklarını zedeleyici dedikodu yapması işveren açısından haklı fesih sebebidir.

DAVA: Taraflar arasındaki dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, duruşma için tebliğ edilen 18.02.2014 günü belirlenen saatte temyiz eden davalı Z.. G. İth.İhr.Tic.Ltd.Şti. vekili Av. A. Y. geldi, karşı taraftan gelen olmadı. Gelenin huzuru ile duruşmaya başlandı. Duruşmada hazır bulunan tarafın sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyadaki belgeler incelendi. Gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine.

2-Davacı vekili, davacının davalı işverene ait Z. G. Mağazasında 06/10/2004-02/06/2012 tarihleri arasında satış danışmanı olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin iş arkadaşlarına sataştığı sebeple haksız olarak sona erdirildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile ulusal bayram genel tatil ve hafta tatili ile fazla çalışma alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının işyeri arkadaşlarından Ç… hakkında “bir benimle bir başkası ile birlikte oluyor, zaten bakire değildi onun için önemi yoktu,” O… isimli bayan hakkında ise “öpüştük sarıldık ama sevişmedik” şeklinde beyanlarda bulunduğu, mağdurların davacıyı şikâyet ettiği, iş sözleşmesinin işveren tarafından 25/II-d maddesi gereğince haklı nedenle feshedildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davalı işverenin 04/06/2012 tarihli fesih yazasında belirtilen fesih sebebini ispat edemediği, zira fesih yazısında adı geçen ve işyerinde çalışan bayan personellerin ifadelerinde, davacının fesih yazısında belirtildiği gibi bir dedikodusunun olmadığını beyan ettikleri, davacının duygusal ilişki içerisinde olduğu bayan arkadaşları ile hakaret ve dedikodu tarzında olmayacak şekilde şakalaşmasının haklı fesih sebebi oluşturmayacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Somut olayda, davacı hakkındaki şikayet dilekçeleri, mesajlar, tanık ifadeleri ve tüm dosya kapsamından davacının aynı işyerinde çalışan Ç.. ve O.. ile duygusal ilişki kurduğu ancak ikisi ile de ilişkisinin olduğunun anlaşılmasından sonra Ç…’e “O… ile öpüştük ama sevişmedik” şeklinde mesaj gönderdiği, Ç… hakkında ise, “Ç… başkaları ile de beraberdi, bakire değildi, onun için önemi yoktu” şeklinde konuştuğu bu konuşmaların işyerinde yayılması üzerine adı geçen O… ve Ç…’in davacıyı işverene şikayet ettikleri ve işverenin de sözleşmeyi feshettiği anlaşılmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu 25/II-d maddesine göre “İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması.” işveren açısından haklı fesih nedeni teşkil eder. İşçiler arasında basit bir şakalaşmanın ötesine geçen O.. ve Ç…’in kişilik haklarını zedeleyecek söz ve davranışların birbirleriyle ve başka işçilerle de paylaşılması karşısında olayın kendisine iletildiği işveren tarafından işyerine de yansıyan eylem nedeniyle sözleşmenin haklı nedenle feshedildiği dikkate alınmaksızın yargılama aşamasında arkadaşlar arasında şakalaşma şeklinde nitelendirilerek kıdem ve ihbar tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında kendisini vekille temsil ettiren davalı taraf yararına takdir olunan 1.100,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 18.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Aynı gün saate çok duruşma verilmesi belirsizlik yaratacağından tarafları gelmeyenler sona bırakılmalı

Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 2011/8343 esas ve 2012/1192 karar sayılı, 14.02.2012 tarihli kararı

Bir çok duruşmanın aynı gün ve saatte verilmesi belirsizlik yaratılacağından taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi için tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekir

01.06.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin “Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetleri” başlıklı “Üçüncü Kısımın” “Birinci Bölüm”ünün 46/d maddesi uyarınca tutulması zorunluluğu bulunan “duruşma günleri defteri” aynı Yönetmeliğin 50. maddesinin birinci fıkrasında, “mahkemelerin iş durumlarına göre duruşma yapılacak gün ve saatlerin bir sıra dahilinde yazıldığı defter” olarak tarifi yapılmış, yine aynı Yönetmeliğin “Duruşma listesi” başlıklı 81. maddesinde de, “Duruşmalı işlemlerde mübaşir tarafından; mahkemesi, mağdur, şikayetçi ve sanık ile vekillerinin isimleri ve duruşma tarih ve saati yazılmak suretiyle bir liste düzenlenir ve bu liste duruşma salonu dışında herkesin görebileceği bir yere asılır.

Bu listelerin bir sureti ayrı bir dosyada saklanır.” Hükümleri dikkate alındığında, mahkemenin her dava dosyası için değişik saatler belirleyerek duruşmalara devam etmek, böylelikle taraflara ve vekillerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesindeki “…meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğu güvencesini vermek ve tarafların usul hükümlerine riayet edip etmediklerinin denetimini mümkün kılmak yerine, 6. sıradan 46. Sıradaki dava dosyasına kadar tek saat verilmek suretiyle (09.00) yaratılan bu belirsizlik nedeniyle taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi açısından, tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi yasaya aykırı bulunduğundan ve temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 14.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.