Etiket arşivi: ALACAĞIN

YHGK, İcra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için alacağın likit olması gerekir

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/19-599 esas ve 2013/145 karar sayılı 23.01.2013 tarihli kararı

 

(….Davacı vekili, müvekkilinin davalıdan aldığı ürünleri üçüncü bir firmaya satmak istediğinde ayıplı olması nedeniyle satamadığını, alacağın tahsili için yapılan icra takibinin davalının haksız itirazı nedeniyle durduğunu ve fatura bedelinin takipten sonra ödendiğini ileri sürerek ödemenin borcun fer’ilerine mahsup edilmek suretiyle 3.000.000.- TL. yönünden itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davalının iade aldığı ürün bedeli olan asıl alacağı takip sırasında ödediği malları iade alma yükümlülüğü bulunmayan davalının bu bedelin fer’ilerine katlanmak zorunda olmadğı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 2008/524 esas-2008/9808 karar sayılı 20.10.2008 tarihli ilamıyla davacı alacaklının alacağın fer’ilerini de talep edebileceği gözetilmeden hüküm kurulduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkemece bozma ilamına uyularak benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüyle itirazın kısmen iptaline, takibin 5616,28 TL. fer’i alacak üzerinden devamına, davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 2009/11469 esas, 2010/920 karar Sayılı 03.02.2010 tarihli ilamıyla davacının itirazın iptaline konu yaptığı tutar 3000 TL.iken talep aşılarak 5616,28 TL. üzerinden takibin devamına karar verilmesinin HUMK’un 74.maddesine aykırılık oluşturduğu gerekçe gösterilerek hükmün davalı yararına bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bu bozma ilamına da uyularak yargılamaya devam edilmiş, davacı vekilinin ıslah talebinde bulunması üzerine itirazın iptali davalarında icra yoluyla istenilen bir alacağın daha sonra ıslah talebi ile arttırılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davacı talebiyle bağlı kalınarak davanın kabulüne, davalının itirazının kısmen iptaliyle takibin 3.000.00 TL. üzerinden devamına, fazlaya dair ıslah taleplerinin ve şartları oluşmadığından icra inkar tazminatı itirazının ayrı ayrı reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1 – Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı doğrultusunda inceleme yapılıp hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, bozmanın kapsamı dışında kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenemeyeceğine ve özellikle bozma ilamına uyulduktan sonra usuli müktesep hak oluştuğundan ıslahın mümkün bulunmamasına göre davalı vekilinin tüm ve davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2 – Davaya konu alacak alım-satım ilişkisine dayalı olup likit (muayyen, belirlenebilir) olduğu gözetilmeden yanılgılı gerekçeyle davacı vekilinin icra inkar tazminatı isteminin reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir…)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Taraf vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, itirazın iptali davası açılmadan önce asıl alacak miktarını haricen ödeyen borçlunun alacağın ferileri yönünden itirazın iptalinin istenmesinde yasal engel bulunmadığı ancak alacak likit olmadığı için icra inkar tazminatına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve icra inkar tazminatı isteminin reddine karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize taraf vekilleri getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; icra takibine konu alacağın likit olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı lehine %40’dan az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için icra inkar tazminatına ve onun koşullarından biri durumundaki “alacağın likitliği” kavramına ilişkin olarak, genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.

2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 67.maddesi uyarınca itirazın iptali davası, alacaklının, icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66.maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçladığı bir eda davası olup, itirazın tebliğinden itibaren bir yıllık süresinde açılan davada borçlunun itirazında haksızlığının belirlenmesi ve alacağın likit olması halinde, istem varsa borçlu aleyhine icra inkar tazminatına da hükmedilebilir.

Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu’nun kararlılık kazanmış uygulamasına göre; itirazın iptali davalarında İİK’in 67/2.maddesi çerçevesinde alacaklı yararına icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için, usulüne uygun şekilde yapılmış bir icra takibinin bulunması, borçlunun süresi içerisinde ödeme emrine itiraz etmesi, alacaklının bir yıl içinde itirazın iptali davasını açması ve davasında haklı çıkarak inkar tazminatı talep etmiş olması gereklidir. Burada, borçlu itirazının kötü niyetle yapılmış olması ve alacağın bir belgeye bağlanmış bulunması koşulları aranmaz.

Bu yasal koşullar yanında, takibe konu alacağın likit olması da zorunludur.

Her uyuşmazlığın kendine özgü somut özelliklerine göre değişmekle birlikte, bir uyuşmazlıkta alacağın likit olup olmadığı belirlenirken, alacak ve onun borçlusu birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Gerek borç ve gerekse borçlu bakımından, bu koşullar mevcut ise, ortada likit bir alacak bulunduğu kabul edilmelidir.

Açıklanan bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davaya konu icra takibinin davalı/borçlu tarafından kabul edilen “iade faturasına” dayalı olarak yapıldığı ve icra takibinde tahsili istenilen asıl alacak tutarının fatura ile uyumlu olduğu çekişmesizdir.

İcra takibine konu asıl alacak miktarının belirli olması ve bu alacağa bağlı ferilerinin de taraflarca hesaplanabilir olması nedeniyle alacağın “likit” olduğunun kabulü gereklidir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ :Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 23.01.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

kaynak : kanunum.com

Yargıtay,Vekalet Sözleşmesinde Zamanaşımı Süresi Alacağın Muacceliyeti ile Başlar

YARGITAY 13. Hukuk Dairesi 2009/9785 E.N , 2010/2745 K.N.

VEKALET SÖZLEŞMESİ- ZAMANAŞIMI

Özet
SÖZLEŞMEDEN DOĞAN ALACAKLARDA ZAMANAŞIMI ALACAĞIN MUACCEL OLMASINDAN İTİBAREN BAŞLAR. SÜRENİN BAŞLAMASI İÇİN ALACAKLININ ALACAĞINDAN HABERDAR OLMASI ŞART DEĞİLDİR.

VEKİL TARAFINDAN SATILAN TAŞINMAZLARIN BEDELİ SATIŞ TARİHİ İTİBARI İLE MUACCEL HALE GELİR. SATIŞ TARİHİ İLE DAVA TARİHİ ARASINDA 5 YILDAN FAZLA SÜRE GEÇTİĞİNE GÖRE ZAMANAŞIMI SÜRESİ GEÇMİŞTİR.

İçtihat Metni

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, G… köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, vekilin uzun zaman geçmesine rağmen kendisine bilgi vermediğini, yaptığı araştırmada davalının 19.04.2001 tarihinde bu yerleri Mevlüt’e sattığını öğrendiğini, davalının satış bedelini kendisine ödemediğini, taşınmazların bedelinin tapuda gösterilen bedelden çok fazla olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 6.000.00 YTL’nin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini istemiştir.

Davacı, 08.09.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 YTL arttırmıştır.

Davalı, gerek asıl alacak için gerekse ıslah ile arttırılan kısım yönünden davanın zamanaşımına uğradığını, 15 parselin davacının kendisine olan borcu için satıldığını, 16 parseli kendisinin satmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, ıslah talebi de değerlendirilerek 10.989.40 YTL’nin 19.04.2001 satış tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı definde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK’nın 126. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı defi reddedilmiştir.

BK’nın 126. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımı süresi 5 yıldır, BK’nın 128. maddesi müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder” düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK’nın 101. maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir.

Muacceliyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1999 Baskı, Cilt 2, sayfa 1081). Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur (BK 74).

Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vukubulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK’nın 66. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK’nın 60. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmaz-lıklarda zamanaşımının başlaması için BK 60 ve 66. maddelerindeki ilkelerden ayrılmış, zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından önem taşımaz (Turgut Uygur, Borçlar Kanunu 2. Cilt, 1990, sayfa 655).

Doktrinde de; Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273. sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüden gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir.

Andrea von Tuhr, Borçlar Hukuku (çeviren Cevat Edege) 1983 bası adlı eserinin 693. sayfasında, sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda “müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar.” Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK 60 ve 66. maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş, bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruruzamana istinad edebilir düşüncesindedir.

Avukatlık Kanunu’nun 40. maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre “İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer” demiştir. Yasanın bu hükmü ile Avukatlık Kanunu’nda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK’nın 60 ve 66. maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir.

Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekalet akdinde zamanaşımının başlaması için muac-celiyet yeterlidir.

BK 392/2. maddesinde “vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur” demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir.

Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. (13. HD 16.11.1982 tarih 6260-6864; 13. HD 29.09.1994 tarih 1994/7367-8067; 13. HD 21.03.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları)

Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir.

Kaldı ki, mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil, satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır.

Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.04.2001′de alacak muaccel hale gelmiş, bu davanın açıldığı 19.10.2007 tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2- Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı lehine (BOZULMASINA), (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 08.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY

Davacı, G… Köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, davalının hesap ve bilgi vermediğini, daha sonra yaptığı araştırmada davalının taşınmazını 19.04.2001 tarihinde dava dışı Mevlüt’e sattığını öğrendiğini, taşınmaz bedelinin tapuda gösterilen bedelden fazla olduğunu ileri sürerek 6.000 TL’nin tahsilini istemiş, ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 TL’ye çıkarmıştır.

Davalı, zamanaşımı nedeniyle davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, ıslah talebi de nazara alınarak 10.989.40 YTL’nin faizi ile tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi dava, vekilin yaptığı işlemler nedeni ile hesap verme yükümlülüğüne ilişkin olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık, vekilin satış nedeni ile elde ettiği para ile ilgili ve yine, satılan taşınmazın gerçek değerinin daha yüksek olduğu halde tapuda düşük gösterilmesi nedeni ile vekilin sorumluluğuna ilişkin davada zamanaşımı başlangıcının ne zaman olacağı konusundadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacağı tartışmasızdır. BK’nın 74. maddesi gereğince, borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile alacak muaccel olur, yine BK’nın 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Ne var ki, vadeye tabi olmayan iade borçlarında (vedia, vekalet gibi) borcun ne zaman doğacağı ihtilaflıdır. Bu konuda gerek yargı, gerekse doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüşe göre gerek vediada ve gerekse vekalette zamanaşımı tevdi tarihinden başlar. Bir diğer görüşe göre ise, vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlamalıdır (Turgut Uygur, Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu 4. Cilt, sh. 4157). Turgut Uygur sözü edilen eserinde 30.04.1940 gün, 31/47 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına da atıfta bulunarak ikinci görüşü, yani zamanaşımının vekalet

ilişkisinin sona erdiği tarihten başlaması gerektiğini belirtmiştir. Eraslan Özkaya tarafından da, zamanaşımı başlangıç tarihinin vekalet sözleşmesinin son bulma tarihi olduğu hususunda baskın görüş bulunduğu kabul edilmiştir (Eraslan Özkaya, Vekalet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, sh. 543). Diğer taraftan Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku (Özel Borç İlişkileri) isimli kitabının II. Cildinin 508. sayfasında İsviçre Federal Mahkemesi kararına da atıfta bulunmak suretiyle vekalet sözleşmelerinde taraflar arasında vekalet ilişkisi devam ettiği sürece vekilin kendisine tevdi edilen kıymetleri saklamak ve idare etmek yükümlülüğü bulunduğundan zamanaşımı süresinin işlemesinden söz edilemeyeceğine vurgu yapmıştır. Yine sayın çoğunluk tarafından, vekilin temsil ettiği paraya tahsil tarihinden itibaren faiz yürütüldüğüne göre, zamanaşımı başlangıcının da işlem tarihi olması gerektiği sonucuna varılmış ise de, vekilin bir yükümlülüğü de derhal hesap verme borcu olup, vekil derhal hesap verme borcu ve sorumluluğu nedeni ile tahsil ettiği tarih itibariyle temerrüt halindedir. Bu nedenledir ki, vekilin üzerinde kalan parasını müvekkiline faizi ile geri verme borcu, para borçlarına sözleşmesiz faiz yürütülmeyeceği kuralının bir istisnasıdır (Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.03.1962 tarih ve 1961/7258 E., 2904 K. sayılı kararı).

Taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı açıktır. Vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. BK’nın 392. maddesi hükmü gereğince, vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi ile veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Bu ilkeler Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi’nin 11.06.2009 tarih ve 2009/7997-10103 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Yine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihatlarında da (15. HD 17.03.1976 tarih E. 5464 K. 1210, 01.12.1977 tarih, E. 1984 K. 2162) yüklenicinin sorumluluğunda zamanaşımı başlangıcının eserin teslim alma tarihi olduğu benimsenmiştir.

Gerçekten de, vekalet ilişkisi aynı zamanda aşırı güvene dayalı bir sözleşme ilişkisi olup, müvekkil vekiline güven duymak zorundadır. Vekilden ikide bir hesap istenmesi taraflar arasındaki güven ilişkisini zedeler. Bir taşınmazın satışı hususunda güvene dayalı bir vekalet sözleşmesi kurulduktan sonra müvekkilin devamlı tapuya gidip taşınmazının güncel durumunu sorgulaması vekalet ilişkisinin yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmayacağı gibi, hayatın olağan akışına da uygun düşmez. Şunu da belirtmek gerekir ki, zamanaşımı borcu söndüren bir savunma değil, bir ödemezlik defidir. Tereddüt olduğu hallerde zamanaşımı kurallarının daima alacaklı lehine yorumlanması gerekir. Aksi halde vekalet görevini kötüye kullanan, taşınmaz bedelini tapuda düşük gösterdiği sabit olan ve bunun dahi hesabını vermeyen kişiler ödüllendirilmiş olur.

Böyle olunca, delilleri ve zamanaşımı ile ilgili hukuk kurallarını isabet ile yorumlayan ve sonuca giden mahkeme kararının onanması düşüncesinde oldu-ğumuzdan, sayın çoğunluk kararına katılamıyoruz

ASIL ALACAĞIN ÖDENMESİ / FAİZ İSTEMİ / ÇEKİNCE BEYANI

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/21-130
K: 2006/130
T: 5.4.2006
ASIL ALACAĞIN ÖDENMESİ
FAİZ İSTEMİ
ÇEKİNCE BEYANI
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 113]
Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Siirt Asliye Hukuk ( İş ) Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 3.2.2005 gün ve 2002/448-2005/20 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 12.9.2005 gün ve 2005/3024-7633 sayılı ilamı ile;
( …Dava nitelikçe davacıların murisi A. V. ‘nin ölümü nedeni ile mirasçılarına bağlanan ölüm aylığının kurumun haksız işlemi nedeniyle kesilmesi sonucu 21.11.1997-21.9.2002 tarihleri arasında tahakkuk eden aylıkların geç ödenmesi nedeniyle 8.000.000.000 TL ( 8.000.00 YTL ) birikmiş faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece 6.476.40 YTL faiz alacağının hüküm altına alınmasına karar verilmiştir.
Dosya içindeki bilgi ve belgelerden nızah dönem ödenmeyen maaş tutarının 20.9.2002 tarihinde gecikmeli olarak ödendiği, bu ödemeyi tahsil eden mirasçı N. V. tarafından BK’ nın 113/2. maddesi uyarınca ihtirazı kayıt ileri sürülmediği anlaşıldığına göre mahkemece davanın reddi yerine kabule ilişkin hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle, davacılar, ekili taralından S.S.K. Sürt İl Müdürlüğüne verilen ve 27.6.2002 tarihinde cevaplandırılan 7.5.2002 günlü dilekçede, davacılara 21.11.1997 tarihinden itibaren haksız olarak ödenmeyen maaşların yasal faizleriyle birlikte ödenmesinin istenilmiş olması karşısında, asıl alacağın bankadan tahsili sırasında işlemiş faiz yönünden ayrıca ihtirazi kayıt bildirilmesine gerek bulunmamasına göre;
Yerel Mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararı usul ve yasaya uygundur. Ne var ki, davalı vekilinin, hüküm altına alınan faiz miktarına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiş olduğundan, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Davalı vekilinin, hüküm altına alınan faiz miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 21. Hukuk Dairesine gönderilmesine. 5.4.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DAVA SIRASINDA DAVALININ İFLASI / ALACAĞIN REDDEDİLMESİ

T.C.

YARGITAY

Onbirinci Hukuk Dairesi

E: 2006/517

K: 2006/4899

T: 1.5.2006

DAVA SIRASINDA DAVALININ İFLASI
ALACAĞIN REDDEDİLMESİ

6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 1301]

Taraflar arasında görülen davada Üsküdar Asliye 2. Hukuk Mahkemesi’nce verilen 26.12.2002 tarih ve 2002/640-2002/1102 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalılardan Belediye vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Salih Çelik tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı sigortanın. TTK’ nın 1301. madde hükmüne dayalı olarak davalılar aleyhine açtığı rücu davası sonucunda, mahkemece, davanın kabulüne dair verilen kararı, davalılardan Belediye vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve bilgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılardan Belediye vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Garameten paylaşım koşullarının oluştuğunu kabul eden mahkemece, bilirkişiye, davacıya düşen tazminat miktarı kesin olarak hesaplatılmamak suretiyle, infazı olanaksız, yazılı şekilde hüküm tesisi, bozmayı gerektirmiştir.

3- Dosya kapsamına göre, davalılardan Ü. Sigorta A.ş, işbu dava sırasında iflas etmiş olup, ikinci alacaklılar toplanması da 26.04.2004 tarihinde yapılmıştır.

Dairemiz’in 07.06.2004 tarih ve 5848-6354 sayılı. 28.02.2005 tarih ve 2004-930 esas, 2005-1748 sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, mahkemece, dava konusu alacağın, ikinci alacaklılar toplantısında, iflas masasına kaydedilip, alacağın masaca kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, konusu kalmayan işbu davada hüküm tesisine yer olmadığına karar verilmesi; masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, işbu davaya husumet iflas idaresine yöneltilmek suretiyle alacağın iflas masasına kayıt ve kabulü davası olarak devam edilerek, varılacak sonuç dairesinde bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarda 1 nolu bentte açıklanan nedenle, davalılardan Belediye vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine. 2 nolu bentte açıklanan nedenle, diğer temyiz itirazının kabulü ile hükmün, bu davalı yararına ( 3 ) nolu bentte açıklanan nedenle, hükmün davalılardan müflis sigorta bakımından BOZULMASINA. ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 01.05.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVİ / HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN ALACAĞIN TAHSİLİ

T.C.

YARGITAY
Yedinci Hukuk Dairesi
E:2006/1028
K: 2006/1293
T:24.4.2006
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVİ
HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN ALACAĞIN TAHSİLİ
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 4]
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 5]
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı tarafından istenildiği, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, dosya incelendi. Dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi, gereği görüşüldü:
Dava niteliği ve içeriği itibariyle tacir ya da ( tacir sayılan ) taraflar arasında haksız fiilden kaynaklanan alacağını tahsili için başlatılan icra takibine karşı öne sürülen itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece dava konusu alacağın uygulamada haksız eylem olarak nitelendirilen kaçak elektrik kullanımından kaynaklandığı gerekçe gösterilerek görevsizlik kararı verilmiş ise de, yerel mahkemenin vardığı sonuç davanın saptanan niteliğine ve tarafların davadaki sıfatına uygun düşmemektedir.
Yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde açıklandığı gibi haksız eylemden kaynaklanan davaların Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmesi gerektiğine ilişkin yasal bir zorunluluk bulunmamaktadır. Aksine açılan davanın Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi hükmünde açıklanan mutlak ticari davalardan olması veya her iki tarafın tacir ve açılan davanın tarafların ticari işletmeleriyle ilgili bulunması ve davanın açıldığı yerde ayrı ticaret mahkemesinin kurulmuş olması halinde davalının yasal cevap süresi içerisinde iş bölümü itirazında bulunması koşulu ile bu gibi davaların Asliye Ticaret Mahkemelerinde görüleceği, aynı Kanunun 5. maddesi hükmünde duraksamasız açıklanmıştır. Taraflar tacirdir. Alacak haksız eylemden kaynaklansa dahi her iki tarafın ticari işletmeleriyle ilgilidir. Davalı taraf süresinde iş bölümü itirazında bulunmuş ise de, itiraz yerinde olmayıp davanın niteliği ve taraftarın davadaki sıfatı göz önüne alındığında davaya bakmak Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevine girmektedir.
SONUÇ : Hal böyle olunca davalı tarafın iş bölümü itirazının reddi ile işin esasın incelenmesi bundan sonra toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu olgular göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacı tarafın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde ilgilisine iadesine, 24.04.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

ALACAĞIN TEMLİKİ / BONOLARDAKİ HAKKIN DEVRİ

T.C.
YARGITAY
Ondokuzuncu Hukuk Dairesi
E:2005/7869
K:2006/4323
T:21.04.2006
ALACAĞIN TEMLİKİ
BONOLARDAKİ HAKKIN DEVRİ
ÖZET: Dava konusu bononun lehdarı tarafından davalıya “tahsil edilmemek şartı ile teminata alınması”için ciro edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda hamilin davacı ile lehdar arasındaki ilişkiyi bildiğinin kabulü gerekeceğin­den, TTK’nın 593. maddesindeki lehdara karşı ileri sürüle­bilecek defilerin hamile karşı da ileri sürülebileceğinin ka­bulü gerekir. Dava konusu bono bedelinin tahsil edildiği de anlaşılmakla hamilin bedeli tahsil edilen bonoya dayalı alacak talep edemeyeceği gözetilmelidir.
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 593]
Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hük­mün davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine temyiz dilek­çesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konu­şulup düşünüldü.
Davacı ile davalılardan I……. F……. Kiralama A.Ş. arasında Finansal Kiralama Sözleşmesi imzalandığı ve kira borcuna karşılık bu davalıya bono­lar verildiği, bunlardan birinin de 26.01.2001 tanzim 18.04.2001 vadeli 21.976 DM’lık bono olduğu ve bu bononun 02.03.2001 tarihli yazı ile “tahsil edilmemek şartı ile teminata alınması” için diğer davalıya ciro edildiği çekiş­mesizdir.
Dava anılan bu bono ile borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davalılardan I… F…….. Kiralama A.Ş. vekili bono bedelinin müvekkili­ne ödendiğini ancak ödemeden önce bononun I……………………….. F…….. verildiğini belirtmistir. Davalı I Finans A.Ş. vekili davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafın­dan temyiz edilmiştir.
Bononun, lehdarı I…. F….. Kiralama A.Ş. tarafından 02.03.2001 tarihli
yazı ile diğer davalıya “tahsil edilmemek şartı ile teminata alınması” için ciro edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda hamilin davacı, keşideci ile bonoyu kendisine ciro eden leh-dar arasındaki ilişkiyi bildiğinin kabulü ile TTK.nun 593. maddesi gereğince lehdara karşı ileri sürülecek defilerin hamile karşı da ileri sürülebileceğinin kabulü gerekir.
Dava konusu bono bedelinin lehtar tarafından tahsil edildiği de dosya içeriği ile sabittir. Hal böyle olunca davalı hamilin bedeli tahsil edilen bono­ya dayalı olarak alacak talep edemeyeceği gözetilmeden yazılı şekilde hü­küm kurulmasında isabet görülmemiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün (BOZULMASINA), pe­şin harcın istek halinde iadesine, 21.04.2006 gününde oybirliğiyle karar ve­rildi.

BORÇLUNUN İTİRAZI / KISMİ ÖDEMEYE RAĞMEN ALACAĞIN TAMAMININ TAKİBE KONULMASI / ALACAKLININ KÖTÜ NİYETİ VE AĞIR KUSURU

T.C.
YARGITAY
Onikinci Hukuk Dairesi
E. 2006/10224
K. 2006/12694
T. 13.6.2006
BORÇLUNUN İTİRAZI
KISMİ ÖDEME
KISMİ ÖDEMEYE RAĞMEN ALACAĞIN TAMAMININ TAKİBE KONULMASI
ALACAKLININ KÖTÜ NİYETİ VE AĞIR KUSURU
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 169]
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 170]
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
İcra takibinin, dayanak bonoların lehdarı tarafından keşideciler hakkında yapıldığı, borçlunun takipten önce kısmi ödemede bulunduğuna yönelik itirazının mahkemece kabul edilerek takibin kısmen iptali yönünde hüküm tesis edildiği görülmüştür.
İİK.nun 169/a-6. maddesi hükmüne göre;”borçlunun itirazının icra mahkemesince esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde kötü niyeti veya ağır kusuru bulunan alacaklı, takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilir.” Somut olayda, takibe konu bononun lehtarı takip alacaklısı tarafından bononun keşidecisi borçlular takip edildiğine göre, takipten önce kısmi ödemeler bulunmasına rağmen, bu miktarları da takibe dahil ederek istekte bulunduğu için alacaklının kötü niyetli ve ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir.
O halde, Mahkemece asıl alacağın iptal edilen kısmının takip tarihindeki Türk Lirası karşılığı üzerinden borçlu yararına tazminata hükmedilmesi gerekirken bu konuda olumlu olumsuz karar verilmemesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 13.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ALACAĞIN TÜRK PARASI OLMASI / ŞİRKET ORTAKLARINA TEBLİGAT

T.C.
YARGITAY
Onikinci Hukuk Dairesi
E: 2006/9391
K:2006/12296
T: 08.06.2006

ALACAĞIN TÜRK PARASI OLMASI
ŞİRKET ORTAKLARINA TEBLİGAT
ÖZET: Alacak miktarının Türk parası karşılığı takip talep­namesinde gösterilmiş ise de, takip talepnamesine uygun düzenlenmesi gereken ödeme emrinde bu gerekliliğe uyulmaması kamu düzeni ve devletin hükümranlık hakları ile il­gilidir.
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 58]
7201 s. TEBLİGAT KANUNU(1) [Madde 35]
Mahalli mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular ve­kili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gön­derilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
Borçlulardan Hüsnü ve Mustafa adlarına gönderilen ödeme emri 7201 sayılı Kanun’un 35. maddesine göre tebliğ edilmiştir. Şirket ortağı olan bu borçlular ile ilgili olarak ticaret sicilinden gelen cevapta bir adres belirtilme­diğine göre adı geçen borçlular hakkındaki tebliğ işlemi 35/son maddede öngörülen koşullara uyulmadığı nedeniyle usulsüz olup şikayetleri süresindedir.
Şikayet dilekçesinin (1) numaralı bendinde yukarıda açıklanan hususa değinildiğinden borçlu Hüsnü ve Mustafa’nın başvurularının esastan ince­lenmesi gereklidir.
Borçlu P… Kauçuk Ticaret AŞ’nin şikayeti ise tebliğ tarihine göre süresin-dedir.
Şikayetin esasının incelenmesine gelince;
İİK’nun 58/3. maddesine göre alacağın Türk parası ile tutarının takip ta­lepnamesinde gösterilmesi zorunludur. İncelenen takip talepnamesinde DM olarak gösterilen alacağının Türk Lirası karşılığı gösterilmiş ise de takip ta­lepnamesine uygun olarak düzenlenmesi gereken ödeme emrinde bu gerek­lilik yerine getirilmemiştir. Bahsi geçen noksanlık kamu düzeni ve devletin hükümranlık haklarıyla ilgili olup, takibin her safhasında doğrudan doğruya gözönünde tutulmalıdır. (HGK’nun 12.05.1999 tarih 1999/12-271 E. 1999/301 K.).
O halde, ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken eksik incele­me ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
Sonuç: Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mah­keme kararının yukarıda yazılı nedenlerle IİK 366 ve HUMK’ nun 428. mad­deleri uyarınca (BOZULMASINA), 08.06.2006 gününde oybirliğiyle karar ve­rildi.