Etiket arşivi: BİR

NAFAKA ARTIRIM DAVASI AÇILMASI BELLİ BİR ZAMAN GEÇMESİNE BAĞLI DEĞİLDİR

“T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2016/4481
KARAR NO. 2016/8685
KARAR TARİHİ. 1.6.2016>NAFAKA ARTIRIM DAVASI AÇILMASI BELLİ BİR ZAMAN GEÇMESİNE BAĞLI DEĞİLDİR.4721/m. 182, 331

ÖZET : Dava, iştirak nafakasının artırılması talebine ilişkindir.

Nafaka artırım davasının açılması belli bir zaman geçmesine bağlı tutulmadığı gibi, her dava açıldığı tarihe göre değerlendirilmelidir. Önceki dava tarihi ile bu davanın açıldığı tarih arasında 1,5 yıldan fazla süre geçmiştir. Bu süre içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları değiştiği gibi, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır.

Müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, davacı anne ile nafaka yükümlüsü babanın ekonomik durumu gözetilerek, hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak uygun bir artış miktarına hükmedilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki iştirak nafakasının artırılması davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR :

Davacı dilekçesinde; müşterek çocuğun 11.sınıf öğrencisi olduğunu, masraflarının arttığını, mevcut nafaka miktarının ihtiyaçları için yeterli olmadığını belirterek; Aile Mahkemesi’nin 2014/58 esas 2014/227 karar sayılı ilamıyla her yıl Üfe oranında artış yapılarak hükmedilen 275,00 TL iştirak nafakasının 400,00 TL’ye artırılmasına ve yıllık … oranında artış uygulanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı cevap dilekçesinde; davacının dava açma hakkının bulunmadığını, önceki artırım ilamında nafakanın her yıl 12 aylık ÜFE artış oranında artırılmasına karar verildiğini savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; önceki nafaka ilamında enflasyon oranında artışa karar verildiği ve tarafların sosyal ekonomik durumlarında olağanüstü değişikliğin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava; iştirak nafakasının artırımı istemine ilişkindir.

Türk Medeni Kanunu’nun 182/2 maddesi gereğince; velayet kendisine tevdi edilmeyen taraf ekonomik imkanları ölçüsünde müşterek çocuğunun giderlerine katılmakla yükümlüdür.

İştirak nafakası takdir edilirken; çocuğun yaşı, ihtiyaçları, okul seviyesi, sosyal çevreye göre yaşam seviyesi, velayet tevdi edilen tarafın ekonomik durumu ile nafaka yükümlüsünün mali gücü birlikte değerlendirilip, hakkaniyete uygun bir nafakaya karar verilmelidir.

Dosya içeriğinden; velayet hakkı annede olan müşterek çocuk 1998 doğumlu ve beyana göre 11. sınıf öğrencisi olduğu; davalının ise, emekli olup, 1.050,00 TL gelirinin ve 1998 model otomobilinin bulunduğu, yeni eşine ait evde yaşadığı anlaşılmıştır.

Nafaka artırım davasının açılması belli bir zaman geçmesine bağlı tutulmadığı gibi, her dava açıldığı tarihe göre değerlendirilmelidir. Önceki dava tarihi ile bu davanın açıldığı tarih arasında 1,5 yıldan fazla süre geçmiştir. Bu süre içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları değiştiği gibi, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır.

Tarafların gerçekleşen sosyo-ekonomik durumları, nafakanın niteliği ve müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu ve ihtiyaçları gözetildiğinde; iştirak nafakasında artış yapılması gerekirken, davanın reddine karar verilmesi uygun bulunmamıştır.

O halde, mahkemece yapılacak iş; müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, davacı anne ile nafaka yükümlüsü babanın ekonomik durumu gözetilerek, TMK’nun 4.maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak uygun bir artış miktarına hükmetmek olmalıdır. Yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine dair hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 01.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(ictihatlar.net, 19.01.2017)

Paylaş

Basından Hukuk Haberleri • 24 YIL SONRA TARİHE GEÇECEK BİR FİRAR DAHA

24 Yıl Sonra Tarihe Geçecek Bir Firar Daha

24 Yıl Sonra Tarihe Geçecek Bir Firar DahaCezaevinden helikopterle kaçan ilk mahkum olarak bir Türk’ün tarihe geçmesinden 24 yıl sonra, bu kez akıl almaz bir firar haberi de İstanbul’daki yüksek güvenlikli Silivri Cezaevi’nden geldi.

“Uyuşturucu imal etmek” suçundan hakkında kesinleşmiş 12,5 yıl hapis cezası bulunan D. A’nın Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu’ndan sahte tahliye kararıyla firar ettiği öğrenildi.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 19 Şubat 2013’te “uyuşturucu imal etmek”ten 12 yıl 6 ay hapse çarptırılan D. A’nın cezası, Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından 16 Ekim 2014’te onandı. Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu’na konulan D. A. hakkında, 16 Ocak’ta kimliği belirsiz kişilerce yerel mahkemeye, Yargıtay’dan gönderilmiş gibi faksla tahliye ilamı gönderildiği, mahkemedeki memurun da kararı teyit amacıyla Yargıtay’ı aradığını zannederek faksın üzerindeki numarayı aradığı iddia edildi. Memurun sahte tahliye ilamını cezaevine gönderdiği, cezaevinin de mahkeme kalemini arayarak tahliyeyi teyit ettikten sonra D. A’yı serbest bıraktığı ileri sürüldü.

1 AY SONRA FARKEDİLDİ

Cezaevinden sorumlu Bakırköy İnfaz Savcılığı’nın olaydan yaklaşık 1 ay sonra tahliye ilamlarını incelerken, D. A’nın tahliye kararındaki yanlışlığı fark ettiği kaydedildi. Firari D. A. hakkında yakalama kararı çıkaran savcılığın, sahte tahliye ilamıyla ilgili sorumlular hakkında işlem başlattığı bildirildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, 19 Aralık 2010’da İstanbul’da uyuşturucu ve uyarıcı 47 bin hapın ele geçirildiği operasyona ilişkin, aralarında D. A’nın da bulunduğu toplam 22 kişi hakkında, “uyuşturucu ticareti yapmak” ve “örgüt kurmak-örgüte üye olmak” gibi suçlardan 1 ile 43 yıl arasında değişen hapis cezası talebiyle iddianame hazırlanmıştı. “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ve “uyuşturucu ticareti yapmak” suçlarından 8,5 yıldan 43 yıla kadar hapisle cezalandırılması talebiyle yargılanan D. A, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 12,5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

CEZAEVİNDEN HELİKOPTERLE KAÇAN İLK TÜRK

Halil Havar adlı mahkum, Hollanda’da tutuklu bulunduğu Leeuwerden Cezaevi’nden 19 Şubat 1991’de İtalyan mafyasının ünlü ailelerinden Trappaniler tarafından helikopterle kaçırılmıştı. İki yıl boyunca izini kaybettiren Havar, kırmızı bültenle arandığı sırada 1992 yılında Türkiye’de yakalandı. Ancak savcılık tarafından serbest bırakılınca tekrar kayıplara karıştı. Adı 1993’te Lucky – S ve Kısmetim – 1 gemisinde ele geçirilen uyuşturucunun sahiplerinden olduğu iddialarıyla tekrar gündeme geldi. Hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan Havar, 1994’te tekrar yakalandı ve tutuklandı.

HAYATI FİLM OLDU

Hollanda’da tutuklu bulunduğu cezaevinden Sicilya mafyası tarafından kaçırılmasıyla tüm dünyaca tanınan Havar’ın yaşam öyküsü film ve dizilere de konu oldu. Halil Havar’in hayatı Kurtlar Vadisi isimli diziye de konu oldu. Dizideki, Halo karakteri polis helikopteri ile cezaevinden kaçırıldı.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Sal Mar 24, 2015 3:29 pm


Basından Hukuk Haberleri • KATİP AVUKATA,BAŞ SAVCI VEKİLİ AVUKATA,HEPSİ BİR KEZ DAHA…

Katip Avukata, Başsavcı Vekili Avukata Sonra Hepsi Bir Kez Daha Avukata…

10:50
Duruşmadan çıktım. Bir müvekkil aradı, yeğeninin tutuklandığını söyledi ve dosyaya bakmamı rica etti. “Yaşasın bu ay da ofisin, evin kirası çıktı” diyerek hevesle dosyayı aramaya başladım. Öğleden sonra da Çağlayan Adliyesi’nde olmam lazım. Yapmam gereken işler var diyorum içimden.
Demez olaydım…

11.00
Bir yanda müvekkilden ne kadar para isteyeyim, Silivri çok uzak acaba oraya mı gönderildi şeklinde kafamdaki deli sorularla dosyanın hangi savcıda olduğunu buldum.

11.15
Savcının odasına gittim. Kapıyı çaldım, kapalı. Şaşırmadım, olabilir dedim. Kâtibinin bilmem kaçıncı katta olduğunu öğrendim koşa koşa yanına gittim.

11.20
2 kat yukarı çıktım kâtip hanımı buldum. Şu şu sayılı dosyayı inceleyebilir miyim diye kibarca yanına sokuldum. “O dosya henüz bize gelmedi tutuklanması mümkün değil, başka dosyadır” dedi. “Size zahmet UYAP’tan bakar mısınız o zaman hangi dosyadan tutuklanmış” dedim. Beni şaşırtarak UYAP’a baktı ve aksini iddia ettiği dosyadan tutuklandığını gördü. O da şaşırdı. “Aaa, bizim dosyaymış” dedi. Peki dedim, bakalım o zaman. Karşılıklı bakışmaya başladık.

11.28
Kâtip hala boş boş yüzüme bakıyor. Artık dayanamadım,

Ben: Dosyamız nerde kâtip hanım?
Kâtip: Dosya tevzi bürosundadır avugat bey, siz bunu bilmiyorsunuz sanırım.
Ben: Neyi bilmiyorum? Dosya size tevzi edilmiş 2 gün önce. Dosya nerde diye soruyorum.
Kâtip: Ben dosyayı getirmek zorunda değilim, onun savcısı başka o tutuklamış daha bize gelmedi!
Ben: Dosya ete kemiğe bürünüp kendi gelmeyecek herhalde.
Kâtip: Ben getiremem. Siz usulü bilmiyorsunuz sanırım, Avukat mısınız?
Ben: Bak ben sakin olmaya çalışıyorum. Benimle lütfen düzgün konuş. Dosyayı kalemde hazır etmiyorsun, işini yapmıyorsun gelmiş bana gider yapıyorsun.
Kâtip: Sizi şikayet edicem!! Sicilinizi söyleyin.
Ben: Sicilim şu, adım bu hadi git şikâyet et.

11. 35
2 kat daha yukarı çıktım tevzi bürosuna geldim, içimden tabi ki kâtibe küfretmiyorum. Sonuçta bu davranış gayrı ahlaki olur.
“Şu dosyanın aşağı indirilmesi lazım” diyorum.
“Ama biz indiremeyiz ki görevli kâtip kimse çağırın indirsin”.
“Şu sıralar kâtiple aramız biraz limoni, siz arar mısınız gelsin indirsin” diyorum.
Söylene söylene kâtibi arıyorlar, gelecek diyorlar. Burada incelesem olmaz mı diyorum. Savcının talimatı var genelge var burada bakamazsınız diyorlar. Doğrudur, olabilir diyorum.

12.05
Kâtip Hanım teşrif etti. Bana olan nefreti çok da bakılası olmayan gözlerine yansımış. Hışımla odaya girdi dosyayı aldı, siz bekleyin burada ben şimdi sizi başsavcıya şikâyete gidiyorum, sonra dosyayı incelersiniz dedi. Peki dedim sorun yok, şikâyet en doğal hakkın, olabilir.

12.10
Kâtip başsavcı vekilinin odasına girdi. Acelem var. Öğleden sonra Çağlayan’da olmalıyım ya ben de kâtibin peşindeyim. Kâtip odadan çıktı. Hadi dedim kâtip dosyayı göster artık. Başsavcı vekili sizi çağırdı dedi. O kim oluyor da beni ayağına çağırıyormuş? dedim. Şaşırdı.
Bir anda fikir değiştirdim, ya sen bir dur hele, şu savcıya biraz senden ve üslubundan bahsedeyim dedim. Savcının odasına girdim.
“Savcı bey bu kâtipleriniz işini yapmıyor. Dosya dün sabah tevzi olmuş, 2 gündür dosyayı kaleme getirmemiş, kendi işini de bana yaptırıyor, savcı yerinde yok, kâtip yatıyor, adam tutuklu bunun ve bir önemi yok mu?”dedim. Savcı vekili, avukat bey odama böyle hışımla giremezsiniz, benimle bu tonda konuşmayın çıkın gidin odamdan dedi, kavga sebebi olacak bir el hareketiyle.
Haliyle tutamadım kendimi, bu oda babanızın malı ya seve seve toprağınızı terk ediyorum dedim çıktım.

12.15
Kâtibi odasında buldum. Dosyaya bakayım dedim. Olmaz dedi. Genelge var, bakanlığın talimatı var, savcının emri var incelemek için dilekçe yazacaksın! “Tabi ki” dedim “yazarım, tek arzun dilekçe olsun“. “Avukat bey nasıl konuşuyorsunuz?” dedi. Sesimi çıkarmadım, kâğıt buldum. Başka bir kâtibin masasının ucuna iliştim dilekçeyi yazmaya başladım.
Masada oturan kâtip oğlanın da o anda erkeklik yapası geldi. “Başka yerde yazar mısınız avukat bey çalışamıyorum” dedi. Suratına baktım, içimden geçenleri anladı, başını önüne eğdi.

Sonra hızını alamadı “Avukat bey bir bayanla konuşuyorsunuz ve bence çok kabasınız” dedi. Döndüm ve “ulan bana neler dediğini duymadın mı? Kadın olduğu için hala ağzımı bozmadım, madem o kadar erkeksin aynı şeyleri sen söyle bak ne oluyor” dedim. Bu sefer kesin olarak sustu.

Bir dergide okumuştum, içimizden 20’ye kadar saymak sakinleşmede işe yarıyormuş. 50’ye kadar saydım. Dilekçeyi bitirdim. Dilekçe dediğim de iki satır yazı “şu şu sayılı dosyanızı incelemek istiyorum, gereğinin yapılmasını talep ederim. İsim, imza.” Kâğıt israfı.

Kâtibin masasına gittim tekrardan.
B: Kâtip Hanım şu dilekçeyi buyurunuz lütfen
K: Sizi Başsavcı Vekiline şikâyet ettim
B: Olabilir. Dilekçeyi alın da şu dosyamıza bakalım.
K: Savcının havale yapması lazım.
B:Ama savcı odasında yok? Yerine bakan savcı kim?
K:Sizi şikâyet ettiğim Başsavcı Vekili var ya o havale yapacakmış dilekçeye öyle söyledi.
B: Başsavcının havale yaptığı nerde görülmüş?
K: Bana öyle söyledi, havale alın öyle gelin. Genelge var, savcının emri var havale olmadan inceletemem.

12:17
Benim yazdığım dilekçe, bir başka merciin hayal gücü mahsulü saçma sapan iki karalaması olmadan neden ciddiye alınmıyor diye düşünürken kendimi az önceki Başsavcı Vekilinin odasında buldum. Siz havale yapacakmışsınız diye dilekçeyi uzattım.
Başsavcı Vekili: Avukat bey ben bu evraka havale yapamam iyi misiniz?
Ben: Bende aynı fikirdeyim ama az önceki kâtip hanım sizin ben yaparım dediğinizi söyledi.
B.V: Öyle bir şey demedim ben Avukat bey.
Ben: Belli ki bu kâtipleri siz böyle şımartıyorsunuz.
B.V: Avukat bey benimle böyle konuşmayın!
Ben: Sesinizi yükseltmeyin.
B.V: Siz az önce geldiğinizde benim odama eliniz arkanızda dayı dayı girdiniz. Öyle giremezsiniz!
Ben: Anlamadım?
(Bu sırada başsavcı vekili makamından kalkar kapıya yönelir ellerini arkada birleştirir ve kendi kabiliyetince benim taklidimi yapmaya başlar.)
B.V: İşte bakın böyle dayı dayı yürüyüp girdiniz. Bir de eliniz arkanızdaydı. Ben sizden yaşça da büyüğüm. Saygısızlık yaptınız.
Ben: Savcı Bey yaşınız umurumda değil, buraya bayramlaşmaya gelmedik. Ben saygısızlık da yapmadım. Makamınıza karşı bir saygısızlık olduysa sizden değil ama makamınızdan(elimle koltuğunu göstererek) özür dilerim. Elim neremde olmalıydı sizce Savcı Bey?
B.V: Sen bu odaya dayı dayı giremezsin!!
B: (Dişlerimi sıkarak) Savcı bey unutmayın ki sizinle aynı sıralardan mezun olduk biz, ben avukat oldum, siz de bu yolu seçtiniz niye şimdi burada bana üstünlük taslıyorsunuz ki?
B.V: (Yüzü biraz daha kızarır, Avukat bey diyip, anlayamadığımız bir lisanda böğürmeye başlar) hölölölölö ^’+%’/%(!Î)/^’!^+’
B: (Artık daha fazla dayanamayarak) Avukat düşmanı olduğunuzu da öğrendik Savcı Bey. İlla ki bir gün devlet sizi emekli edecek.

12.22
Odadan çıktım, koridorun sonuna geldim, hala savcının bağırmalarını duyuyorum ama anlamlandıramıyorum.

Mesai bitecek ve Çağlayan’a gitmem lazım. Tekrar savcının odasına gidiyorum. Odasında yok. Kâtibin yanına gidiyorum. “Kâtip hanım beni t.şak oğlanına çevirdiniz, oradan oraya gidiyorum. Rica ediyorum, yalvarıyorum savcınızı arayın sözlü talimat alın veya yerine bakan bir savcı varsa ondan alayım şu havaleyi”.

Katip sinirleniyor, avukat bey bana hakaret edemezsiniz!!! diyor. Yahu t.şak oğlanı olan benim, kendime de hakaret edemez miyim? diyorum. O arada kâtip oğlan tekrar atılmaya çalışıyor, “sus oğlum” diyorum, “seninle konuşmuyorum”.
Güç bela yerine bakan savcıyı söylüyor. Odasına gidiyorum, o savcı da odasında yok. Olabilir.

12.25
Dayanamıyorum, başsavcı vekilini şikâyet etmek için Başsavcının odasına gidiyorum, misafirleri olduğu için odasında değilmiş, ne zaman geleceğini maalesef bilemiyorlarmış.
Hemen yandaki başka bir Başsavcı vekilinin odasına giriyorum. Kendimi tanıtıp savcı bey 5 dakikanız var mı diyip olayı bir solukta anlatıyorum. Bakın emekli olunca siz de avukatlık yapacaksınız, aynısını siz de yaşayacaksınız diyorum. “Avukat bey relax olun lütfen, relaxxx” dedikten sonra cep telefonunu çıkarıyor, dosyanın savcısını arıyor. “Yav savcım nerelerdesin? Hee, tamam, yav yok bir şey olmadı bir avukat kardeşimiz geldi de dosya mı ne inceleyecekmiş, hele bi gel de halledelim şu işi (Telefonu kapattıktan sonra bana dönüp) bak gördün mü avukatım, relax ol işte hallettik, savcı öğleden sonra gelecekmiş, relax, reelaaaxxxx” diyor.

Savcıya bakıyorum, telefonuna bakıyorum, ben böyle bir şey istedim mi diye düşünüyorum sonra da “Savcı bey, keşke o rehberden bende de olsaydı bende savcıyı arayıp öğrenebilseydim o zaman ben de sizin gibi “relax” olurdum” diyerek odadan çıkıyorum.

12.35
Saatime baktım, öğle arası olmuş! Çağlayan işi yalan oldu. Sakin olmam lazım. Böyle şeyler olabilir.

13.45
Savcı halen gelmemiş. Yerine bakan savcının odasına gidiyorum. O da halen yok.

14.15
Bizim savcı halen gelmedi ama yerine bakan savcı odasında. Odasına giriyorum. Durumu anlatıyorum havale istiyorum. “Yerine ben bakıyorum genelde ama görevlendirme yazısı gelmedi” diyip adalet komisyonunu arıyor. Kısa bir konuşmadan sonra, “Avukat bey savcı bugün izinli değilmiş, o yüzden görevlendirme yapılmamış lütfen biraz bekleyin gelir herhalde. Görevlendirme yazısı olmadığından ben havale yapamam” diyor.

14.20
Vekilini şikâyet etmek istediğim Başsavcı halen odasında yok. Gelmemiş. Dayanamıyorum, kâtip şikâyetlerine bakmaya savcılık görevli biliyorum ama kendimi Adalet Komisyonu Başkanı’nın odasının kapısında buluyorum. Sekreter hemen ismimi not ediyor. Numaramı soruyor, gelen herkesi kaydetmek zorunda olduğunu söylüyor. El mahkûm söylüyorum. Sonra da Başkan’ın odasına giriyor. Bekliyorum.

14.25
Komisyon Başkanı gelsin diyor, odasına giriyorum, içeride birbirinden alakasız 3 insan var. Komisyon başkanı bir şey içer misin diye soruyor, hayır diyorum. 5 dakikanızı çalmaya geldim, çok doluyum müsaadenizle size patlayayım diyorum, gülüyor, anlatın avukat bey diyorlar. Başlıyorum, 4 meraklı adam beni dinliyor. Olayı buraya yazdığım gibi, hatta daha detaylı bir şekilde anlatıyorum ve ekliyorum “Başkanım sizin geçmişiniz hâkimlik şimdi de komisyon başkanısınız ama teamüldendir emekli olunca en üst mertebeye yükselip avukatlık yapacaksınız. Bakın sizin de başınıza gelebilir. Üçbuçuk saattir bir dosyayı inceleyemedim” diyorum. “Burada durdukça sağa sola salça oluyorum, kavga çıkartıyorum, şu dosyayı inceleyip eve gitsem siz de rahat edeceksiniz, ben bu dosyayı göremedikçe sizi de rahatsız edicem” diyorum. “Şu dosyayı inceletin beni eve gönderin” diyorum.

Hep beraber bana gülüyorlar.
Komisyon Başkanı : Avukat bey savcılıkla ilgili sorunlara Başsavcı bakıyor ben sizi çok iyi anladım ama şimdi ben arasam bir şey desem …
Ben : Biliyorum! Yargıya müdahale ediyor diyecekler o yüzden arayamazsınız.
K.B: Hay ağzınla bin yaşa. Bak ne güzel sen her şeyi biliyorsun. Dur ben sana bir iyilik yapayım (dedikten sonra başka bir başsavcı vekilini arıyor) Yav savcım bir avukat arkadaşın burada sıkıntısı var, bir yardımcı olur musun? (dedikten sonra bana dönerek) şu savcının yanına gidin size yardımcı olacak avukat bey, canınızı sıkmayın bakın hemen hallettik. Olur böyle şeyler.

14.35
Yönlendirildiğim başsavcı vekilinin odasına giriyorum. Kâtip orada, işte bu avukat diye odadan girdiğimde beni gösteriyor. Başsavcı vekili kâtibe çıkmasını söylüyor. Buyurun avukat bey oturun bir şey içer misiniz diye beni karşısındaki koltuğa davet ediyor. Bu da dosyanız diyor.
Çayımdan bir yudum alıyorum, çayın da en iyisini siz içiyorsunuz diyesim geliyor.
Dosyada fazla bir şey yok. Tutanaklara, ifadeye ve polis fezlekesine bakıyorum. Sadece 2 dakika sürüyor. Başsavcı vekili benden dosyayı incelemem için havalesi yapılmış dilekçe de istemiyor. Hani genelge vardı? Hani havale olmadan dosya incelenmezdi? Aklımdaki bu soruları dışa vurmadan, “Savcı bey ilginiz için teşekkür ederim ama benim istediğim şey böyle bir özel muamele değildi” diyorum olayı anlatıyorum. Dinlermiş gibi yapıyor. Yerinden kalkıp beni kapıya kadar uğurluyor, avukat bey önemli olan sizin işinizin görülmesi, canınızı sıkmayın olur böyle şeyler diyor. Olabilir diyorum içimden.

14.45(Final)
Dosyayı inceledim ama saate baktıkça sinirden yerimde duramıyorum. Dosyanın savcısı gelmiş. Hışımla odasına giriyorum, bilmem kaçıncı kez aynı şeyleri anlatıyorum. Kâtibiniz arayıp sizden sözlü talimat alamaz mıydı? Ne gerek var bu havaleye diyorum. Savcı diyor ki, avukat bey sormayın, çok haklısınız, ben de şikâyetçiyim ama kadın işte laf edemiyorum. İki gündür böyle. İdare edin bir kaç gün,he he diyip geçin, ben konuşurum diyor.

2 dakikada inceleyeceğim bir dosya için 4 saat Başsavcının vekilleriyle, kâtiplerle kavga ediyorum. Bir aşağı bir yukarı giderken yaptığım spor ve arkamdan tutulmuş bir adet tutanak yanıma kâr olarak kalıyor.

Müvekkile ne mi oluyor?
Müdafiin yapmış olduğu tutukluluğa itirazın reddine…

Av. Erdost Balcı

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cmt Şub 21, 2015 10:36 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BİR MALIN MALİKİNİN, O ŞEYİN MUHTESATININDA MALİKİ OLDUĞU

T. M. K– MADDE 684 :Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.

Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır.

T.C
YARGITAY
8.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014/998
KARAR NO: 2014/18642
KARAR TARİHİ: 20.10.2014

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır.

"R…… Ö…. ile F…. K.. aralarındaki muhdesat aidiyetinin tespiti davasının kabulüne dair B…… 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 05.11.2013 gün ve 589/210 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, vekil edenin 319 parsel sayılı taşınmazda davalı ile birlikte hissedar olduğunu, dava konusu taşınmaz hakkında B……Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2010/… Esas sayılı dosyası ile ortaklığın giderilmesi davası açıldığını, davalı taşınmaz üzerindeki dava dilekçesine konu muhdesatların vekil edeni tarafından yapıldığının ve mülkiyetinin vekil edenine ait olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili ilk oturumda davayı kabul ettiklerini beyan etmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne, davalının davayı kabul etmesi gereği yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde; dava dilekçesinde talep ettikleri muhdesatların tamamının davalı tarafça da kabul edilmiş olmasına rağmen Mahkemece kabul edilmemiş olması ve yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller tüm dosya kapsamından davalı vekilinin ilk duruşma oturumu olan 03.12.2011 tarihinde kabul beyanına göre, bu davalının hal ve davranışları ile eldeki davanın açılmasına sebebiyet vermediği kuşkusuz olup yargılama giderlerinden sorumlu tutulmamasına ilişkin kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu yönden reddi ile usul ve kanuna uygun hükmün yargılama giderleri ve vekalet ücretine yönelik bölümün ONANMASINA,

Davacı vekilinin hükmün kabule yönelik bölümüne ilişkin itirazlarına gelince; dava konusu 319 parsel sayılı taşınmaz ev ve tarla niteliği ile davacı ile davalı adına kayıtlıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır. Genel kuralı oluşturan bu hükümler dikkate alındığında taşınmaz üzerinde bulunan bina, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların mülkiyetinin kural olarak arzın mukadderatına tabi olacağı, muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemeyeceği, aksine bir kanun hükmü bulunmadıkça muhdesatların mülkiyetinin taşınmazın malik veya maliklerinden başka birisine veya maliklerden bir veya birkaçına ait olduğunun tespitinin dava edilemeyeceği, mahkemelerce de bu sonucu doğuracak şekilde hüküm verilemeyeceği kuşkusuzdur. Kural bu olmakla birlikte, ana taşınmazın değerinde artışa neden olan bina, ağaç vesaire gibi bütünleyici parça niteliğinde muhdesat bulunan taşınmazların ortaklığının satış yolu ile giderilmesinin istenilmesi halinde, muhdesatların kime ait olduğu hususunda tapu kaydında şerh bulunmaması veya tüm paydaşların bu konuda ittifak etmemesi nedeniyle tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğu kabul edilmektedir.

Ne var ki; tespit edilen eşyanın bütünleyici parça niteliğinde bulunmadığı ve menkul eşya niteliğindeki eşyaların her zaman için maliki tarafından sökülerek alınıp götürülebileceği hususu ve ayrıca taşınmaz üzerinde daha önce mevcut bir muhdesata yeni bölümler ilave edilmesi, muhdesatın tamamlanması veya mevcut muhdesatın bakım ve onarımının yaptırılması bağımsız bir muhdesat meydana getirme niteliğinde olmayıp mevcut muhdesatın daha kullanılır hale gelmesini, bir başka deyişle muhdesattan sağlanacak faydanın artmasını sağlayan işler olduğu nazara alınmalıdır. Bu işler için harcanan giderler de muhdesatın değerini arttıran faydalı ve zorunlu giderlerdendir. İyileştirici nitelikteki bu giderleri tek başına karşılayan taşınmaz malik ya da maliklerinin koşullarının varlığı halinde bu giderlerden paylarına düşen kısmını 818 sayılı B.K.’nun 61 ve onu izleyen maddeleri (TBK’nun 77 ve devamı maddeleri) hükmüne ve sebepsiz zenginleşme kurallarına göre açacağı eda nitelikli bir alacak davası ile taşınmazın diğer maliklerinden isteyebileceği kuşkusuzdur. İyileştirme giderlerini yapan malik ya da maliklerin yaptıkları giderler taşınmazın ortaklığının satılarak giderilmesi ve muhdesattan yararlanmalarının son bulması ile istenebilir hale gelecektir. Bu giderler için eda nitelikli alacak davası açma hakkı mevcut iken önceden bu iyileştirme giderlerinin tespitini dava etmekte hukuki yararı bulunduğundan söz edilemez.

Hal böyle olunca öncelikle, mahkemece, dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan Beton Sergen, Seralar, Balık gölü ile yine dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan ceviz, incir, elma, armut, ayva, şeftali, nar, erik, kiraz, vişne, malta eriği, fındık, üzüm, karabiber, yemiş, aşılı böğürtlen, dut, çörtük, kayısı, kanada kavağı, kral ağacı, çamağacı, erguvan, köknar, sümbül, çay ve lavanta’nın taleple bağlılık ilkesi ve HMK’nun 297. maddesinin 2. bendinde, "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hususu nazara alınarak nitelik ve nicelikleri infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmek suretiyle davacı tarafından yapıldığının kabulüne karar verilerek geri kalan tüm taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile, hükmün kabule ilişkin bölümünün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 136,75 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20.10.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına (TMK. md. 699; HMK. md. 4/l-b) konu edilen paylı mülkiyete (TMK. md. 688) tabi taşınmaz üzerindeki muhtesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesine ilişkindir.

Burada "muhtesat" deyimi ile anlatılmak istenen; taşınmazın dikey ve yatay kapsamında (TMK.md.718) kalan, bir şekilde taşınmazla bağı bulunan ve taşınmaz değerini
arttırıcı nitelikteki ekonomik bir değer taşıyan sonradan meydana getirilmiş maddi unsurlardır. Bunlar taşınmazın üstünde olabileceği gibi, altında da olabilir. Yine, muhdesat eşya olarak "bütünleyici parça (TMK.md.684)" veya "eklenti (TMK.md.686)" niteliğinde de olabilir. Muhdesat tespiti davası bakımından önemli olan, bu maddi unsurların ana taşınmazla ekonomik bir bütünlük gösterip ana taşınmazla birlikte satılacak ve satış değerini arttırıcı etki yapacak nitelikte olmasıdır. Ancak bu nitelikteki muhdesatların bu davaya konu edilmeleri mümkün olup; aksi halde tespitte hukuki yarar olmayacaktır. Bu muhdesatlar, genellikle arz üzerindeki yapı, dikili ağaçlar ve diğer bitkilerdir. Kural olarak bunlar, üst toprağa tabidir (superfıcies solo cedit) ilkesi gereğince; toprağın mülkiyetine ve onun akıbetine tabi olacak; bağımsız biçimde mülkiyet hakkına konu olmayacaktır. Bu nedenle, muhdesat tespitinde mülkiyet hakkının tespitine karar verilemez. Ancak, paylı mülkiyette hangi paydaş(lar)ın, elbirliği mülkiyetinde ise miras ortaklığına dahil terekedeki malın mahkemeden satışı yapılmak suretiyle paylaşılmasında, hangi mirasçı(lar)ın, muhdesatı meydana getirdiği ve sebeple satış parasında payı dışında ayrıca hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekir.

Tespit davaları konusunda önceki usul kanununda (HUMK) genel bir düzenleme bulunmamakla birlikte; ancak öğreti ve yargısal içtihatlarda oybirliği ile hukukumuzda açılabileceği kabul edilmişken; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nda açıkça düzenlenmiştir (HMK.md. 106). Buna göre; tespit davaları bir hukuki ilişkinin (hakkın) var olup olmadığının ya da bir belgenin sahte olup olmadığının mahkemece belirlenmesini talep eden davalardır. Bir tespit davasının dinlenebilmesi için öncelikle kanunda belirtilen istisnalar dışında davayı açanın bu davayı açmakta "güncel bir yararı" bulunmalıdır. Buna "hukuki yarar" şartı denilmektedir. Hukuki yarar şartı kapsamında kabul edilmesi gereken bir husus, kanunda açıkça yer almamakla birlikte, gerek içtihatlarla gerekse öğretide kökleşmiş olan "eda davasının mümkün olduğu hallerde kural olarak tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı" hususudur (Y.HGK.nun 06.10.2004 T. 2004/7- 411 E. 2004/477 K. sayılı kararı; Baki Kuru-Ali Cem Budak Tespit davaları, İstanbul 2010. sh. 127). Tespit davasının koşulları yönünden muhdesat tespiti davaları için aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilir:
(l) Muhtesatın tespitinin istenebilmesi için öncelikle paylı mülkiyete veya miras ortaklığına (terekeye) dahil taşınmaz veya taşınmazlar için açılmış "satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasının mevcut olması,
(2) bu ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmeden önce bir muhdesat uyuşmazlığı çıkarılmış ve bu uyuşmazlığın davanın taraflarının tamamının anlaşmasıyla giderilememiş olması,
(3) ortaklığın giderilmesi davasında anlaşılamaması durumunda mahkemece muhdesat için hak iddia eden taraf(lar)a bu konuda asliye hukuk mahkemesinde dava açma konusunda süre verilmesi ve bu konunun bekletici sorun yapılması (HMK: md. 165/2) gereklidir. Öyleyse, ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş ise-satış henüz yapılmamış olsa bile- muhdesat tespiti davasının artık dinlenmesinde hukuki yarar kalmayacaktır. Zira, artık hak iddia edenin genel hükümlere dayalı (sebepsiz zeginleşme, TBK md.77 vd.) bir eda davası açma imkanı devreye girecektir. Ayrıca, paydaş veya miras ortağı olmayanın (üçüncü kişilerin) ortaklığın giderilmesi davasında taraf sıfatı olmayacağından; muhdesat tespiti davası açma hakkının da bulunmadığının da kabulü gerekir. Bu konuda Kamulaştırma Kanunu’nun 19. maddesine 2004 yılında eklenen " … Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir…" şeklindeki 12. fıkra hükmü uyarınca başkasının arazisine "haksız inşaat (TMK.md.722 vd.) yapan zilyedin de istisnaen bu muhdesatın tespiti için dava açabileceğini de kabul etmek gerekir.

Nezdinde yukarda açıklanan nitelikte bir muhdesat tespiti davası açılmış olan asliye hukuk mahkemesi; yukarda açıklanan şekilde güncel hukuki yararın bulunup bulunmadığını bir dava şartı olarak inceleyecektir. Mahkeme hukuki yararın davanın devam ettiği süre içinde de mevcut olmasını da arayacaktır. Mahkeme usul hukuku yönünden yapacağı bu incelemeden sonra, hukuki yararın mevcut olduğu sonucuna varır ise, gösterilen delilere göre maddi hukuk yönünden incelemeye girişecek, keşif ve bilirkişi incelemesi de yapacaktır. Kanımca, muhdesatın kendi başına bağımsız bir bütünlüğünün bulunması gerekli değildir. Bu bakımdan bağımsız bir bütünlüğü olmamakla birlikte, taşınmazın bizzat kendisine veya üzerindeki yapı, bitki, ağaç gibi unsurlara yapılan ve satış parasını arttırıcı etkide bulunacak nitelikteki zenginleştirme faaliyetlerinin de tespit edilmesi ve olası satış parası içindeki yansıma miktarının oransal olarak gösterilmesi ve bunun tespiti de mümkün olmalıdır. Zira tespit davası ile tespit edilecek husus bir hak ve hukuki ilişkiden ibarettir. Bu nedenle, aidiyeti çekişmeli olmamakla birlikte; tarla olan bir taşınmaz tesviye, nitelikli toprak taşıma ve gübreleme faaliyeti sonucu zengin bir toprak haline getirilmiş olabileceği gibi; verimsiz, yabani ağaçlar aşılanarak üstün cins haline getirilmiş; yine harap eski bir yapı yıkılıp yeniden yapılmış veya nitelikli bir tamirat ve yenileme ile zenginleştirilmiş de olabilir. Bu nedenle bütün bu zenginleştirme durumlarının tespit edilip, satış parasına yansıma durumunun kararda oransal olarak gösterilip tespit kararı verilmesi de mümkün olmalıdır. Diğer yandan, bazı durumlarda tespiti istenen muhdesatın taşınmazın olası satışında sürüm değerine hiçbir etki yaratmayacak nitelikte olması da mümkündür. Üzerinde yıkılması gerekli harap bir yapı (muhdesat) bulunan taşınmazın sürüm değerinin, sadece arsa değerinden ibaret olduğunun bilirkişice bildirilmesi durumu buna örnek olup; kanımca böyle bir olasılıkta, açılan tespit davasının mahkemece reddine karar verilmesi gerekir.

Davacı tarafından dava dilekçesinde gösterilen taraflar arasında paylı mülkiyete tabi olup, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen taşınmaz üzerinde bulunan evdeki yenileme ve eklemeler, sundurma, sergen depo, seralar, göletler, tuvalet yapısı, özel enerji hatları gibi unsurları davacı tarafından yapıldığının, yine mevcut çeşitli cinslerdeki ağaçların kendisi tarafından yetiştirildiği ve mülkiyetinde olduğunun tespiti istenmiş; dava ilk oturumda davalı tarafından kabul edilmiş; mahkemece tek tek belirtilmek suretiyle tespiti istenilen hususların davacının mülkiyetinde olduğunun tespitine karar verilmiş; hükmü davacı taraf bir kısım muhdesatların tespit edilmediği ve kendisine vekalet ücreti takdir edilmediği gerekçesiyle temyiz etmiştir.

Davalının ilk oturumda davayı kabul etmesi ve dava açılmasına neden olmadığı gerekçesiyle; mahkemece davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmemiştir. Ortaklığın giderilmesi davasında, davaya konu edilen muhdesatlar ve zenginleştirme/yenileme çalışmaları davacı tarafından somutlaştırılmış olmadığından; davalının o davada muhdesatlarla ilgili davacı iddiasını kabul etmesi beklenemez. Davacının iddialarını somutlaştırarak açtığı tespit davasında ise, davalı ilk oturumda davayı kabul ettiğinden; dava açılmasına neden olmuş kabul edilemez. Bu sebeple mahkemenin davacı yararına vekalet ücreti takdir etmemesi isabetli olup, davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazının reddine ilişkin karara katılıyorum.

Mahkemece verilecek nihai hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK md.297/2). Eş anlatımla, mahkeme infaz edilebilir nitelikte karar oluşturmalıdır. Yapılan keşif ve bilirkişi incelemesinde, tespiti istenilen bir kısım unsurların bağımsız bir bütünlüğü olmayıp zenginleştirme/yenilme faaliyeti şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın ilk halinde üzerinde babadan kalma eski bir ev bulunduğu, başka muhdesat bulunmadığı; sonradan diğer muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiği davalının da kabulündedir. Mahkemece muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitiyle yetinilmesi gerekirken, davacının olduğunun tespitine karar verilmesi doğru olmadığı gibi; muhdesat ve yenileme/zenginleştirme çalışmalarının tek tek sayılması suretiyle hüküm tesisi de satış parasına ne şekilde yansıtılacağını ifade etmediği ve uygulanması çok güç olduğundan; HMK 297/2. maddesine uygun olmamıştır. Kanımca mahkemece yapılacak iş; uygun bilirkişi (veya bilirkişiler) bulundurulmak suretiyle yeniden keşif yapılmak suretiyle taşınmazın üzerinde sadece eski ev bulunsaydı olacak rayiç değeri ile sonradan davacı tarafından meydana getirilen muhdesatlar ve yenileme/zenginleştirme çalışmaları sonucu oluşan mevcut rayiç değerinin ayrı ayrı belirlenmesi, aradaki farkın mevcut rayiç değere oranlanması suretiyle bir oran belirlenmesi, ortaklığın giderilmesi davasında gerçekleşecek satış bedelinde, davacının tapu kaydındaki payı dışında, ayrıca belirlenen bu oranda hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekirdi.

Temyiz edilen hükmün açıkladığım çerçevede inceleme yapılmak ve sonucuna göre karar verilmek üzere bozulması gerektiğini; değerli Çoğunluğun bozma sonucuma katılmakla birlikte, bozmanın kapsam ve gerekçesinin açıkladığım değişik çerçevede olması gerektiğini düşünüyorum. 20.10.2014

İRFAN OKUR
Üye

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Şub 20, 2015 8:44 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BİR MALIN MALİKİ OLAN,O ŞEYİN MUHTESATININDA MALİKİ OLDUĞU

T. M. K– MADDE 684 :Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.

Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır.

T.C
YARGITAY
8.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014/998
KARAR NO: 2014/18642
KARAR TARİHİ: 20.10.2014

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır.

"R…… Ö…. ile F…. K.. aralarındaki muhdesat aidiyetinin tespiti davasının kabulüne dair B…… 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 05.11.2013 gün ve 589/210 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, vekil edenin 319 parsel sayılı taşınmazda davalı ile birlikte hissedar olduğunu, dava konusu taşınmaz hakkında B……Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2010/… Esas sayılı dosyası ile ortaklığın giderilmesi davası açıldığını, davalı taşınmaz üzerindeki dava dilekçesine konu muhdesatların vekil edeni tarafından yapıldığının ve mülkiyetinin vekil edenine ait olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili ilk oturumda davayı kabul ettiklerini beyan etmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne, davalının davayı kabul etmesi gereği yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde; dava dilekçesinde talep ettikleri muhdesatların tamamının davalı tarafça da kabul edilmiş olmasına rağmen Mahkemece kabul edilmemiş olması ve yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller tüm dosya kapsamından davalı vekilinin ilk duruşma oturumu olan 03.12.2011 tarihinde kabul beyanına göre, bu davalının hal ve davranışları ile eldeki davanın açılmasına sebebiyet vermediği kuşkusuz olup yargılama giderlerinden sorumlu tutulmamasına ilişkin kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu yönden reddi ile usul ve kanuna uygun hükmün yargılama giderleri ve vekalet ücretine yönelik bölümün ONANMASINA,

Davacı vekilinin hükmün kabule yönelik bölümüne ilişkin itirazlarına gelince; dava konusu 319 parsel sayılı taşınmaz ev ve tarla niteliği ile davacı ile davalı adına kayıtlıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır. Genel kuralı oluşturan bu hükümler dikkate alındığında taşınmaz üzerinde bulunan bina, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların mülkiyetinin kural olarak arzın mukadderatına tabi olacağı, muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemeyeceği, aksine bir kanun hükmü bulunmadıkça muhdesatların mülkiyetinin taşınmazın malik veya maliklerinden başka birisine veya maliklerden bir veya birkaçına ait olduğunun tespitinin dava edilemeyeceği, mahkemelerce de bu sonucu doğuracak şekilde hüküm verilemeyeceği kuşkusuzdur. Kural bu olmakla birlikte, ana taşınmazın değerinde artışa neden olan bina, ağaç vesaire gibi bütünleyici parça niteliğinde muhdesat bulunan taşınmazların ortaklığının satış yolu ile giderilmesinin istenilmesi halinde, muhdesatların kime ait olduğu hususunda tapu kaydında şerh bulunmaması veya tüm paydaşların bu konuda ittifak etmemesi nedeniyle tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğu kabul edilmektedir.

Ne var ki; tespit edilen eşyanın bütünleyici parça niteliğinde bulunmadığı ve menkul eşya niteliğindeki eşyaların her zaman için maliki tarafından sökülerek alınıp götürülebileceği hususu ve ayrıca taşınmaz üzerinde daha önce mevcut bir muhdesata yeni bölümler ilave edilmesi, muhdesatın tamamlanması veya mevcut muhdesatın bakım ve onarımının yaptırılması bağımsız bir muhdesat meydana getirme niteliğinde olmayıp mevcut muhdesatın daha kullanılır hale gelmesini, bir başka deyişle muhdesattan sağlanacak faydanın artmasını sağlayan işler olduğu nazara alınmalıdır. Bu işler için harcanan giderler de muhdesatın değerini arttıran faydalı ve zorunlu giderlerdendir. İyileştirici nitelikteki bu giderleri tek başına karşılayan taşınmaz malik ya da maliklerinin koşullarının varlığı halinde bu giderlerden paylarına düşen kısmını 818 sayılı B.K.’nun 61 ve onu izleyen maddeleri (TBK’nun 77 ve devamı maddeleri) hükmüne ve sebepsiz zenginleşme kurallarına göre açacağı eda nitelikli bir alacak davası ile taşınmazın diğer maliklerinden isteyebileceği kuşkusuzdur. İyileştirme giderlerini yapan malik ya da maliklerin yaptıkları giderler taşınmazın ortaklığının satılarak giderilmesi ve muhdesattan yararlanmalarının son bulması ile istenebilir hale gelecektir. Bu giderler için eda nitelikli alacak davası açma hakkı mevcut iken önceden bu iyileştirme giderlerinin tespitini dava etmekte hukuki yararı bulunduğundan söz edilemez.

Hal böyle olunca öncelikle, mahkemece, dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan Beton Sergen, Seralar, Balık gölü ile yine dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan ceviz, incir, elma, armut, ayva, şeftali, nar, erik, kiraz, vişne, malta eriği, fındık, üzüm, karabiber, yemiş, aşılı böğürtlen, dut, çörtük, kayısı, kanada kavağı, kral ağacı, çamağacı, erguvan, köknar, sümbül, çay ve lavanta’nın taleple bağlılık ilkesi ve HMK’nun 297. maddesinin 2. bendinde, "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hususu nazara alınarak nitelik ve nicelikleri infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmek suretiyle davacı tarafından yapıldığının kabulüne karar verilerek geri kalan tüm taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile, hükmün kabule ilişkin bölümünün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 136,75 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20.10.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına (TMK. md. 699; HMK. md. 4/l-b) konu edilen paylı mülkiyete (TMK. md. 688) tabi taşınmaz üzerindeki muhtesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesine ilişkindir.

Burada "muhtesat" deyimi ile anlatılmak istenen; taşınmazın dikey ve yatay kapsamında (TMK.md.718) kalan, bir şekilde taşınmazla bağı bulunan ve taşınmaz değerini
arttırıcı nitelikteki ekonomik bir değer taşıyan sonradan meydana getirilmiş maddi unsurlardır. Bunlar taşınmazın üstünde olabileceği gibi, altında da olabilir. Yine, muhdesat eşya olarak "bütünleyici parça (TMK.md.684)" veya "eklenti (TMK.md.686)" niteliğinde de olabilir. Muhdesat tespiti davası bakımından önemli olan, bu maddi unsurların ana taşınmazla ekonomik bir bütünlük gösterip ana taşınmazla birlikte satılacak ve satış değerini arttırıcı etki yapacak nitelikte olmasıdır. Ancak bu nitelikteki muhdesatların bu davaya konu edilmeleri mümkün olup; aksi halde tespitte hukuki yarar olmayacaktır. Bu muhdesatlar, genellikle arz üzerindeki yapı, dikili ağaçlar ve diğer bitkilerdir. Kural olarak bunlar, üst toprağa tabidir (superfıcies solo cedit) ilkesi gereğince; toprağın mülkiyetine ve onun akıbetine tabi olacak; bağımsız biçimde mülkiyet hakkına konu olmayacaktır. Bu nedenle, muhdesat tespitinde mülkiyet hakkının tespitine karar verilemez. Ancak, paylı mülkiyette hangi paydaş(lar)ın, elbirliği mülkiyetinde ise miras ortaklığına dahil terekedeki malın mahkemeden satışı yapılmak suretiyle paylaşılmasında, hangi mirasçı(lar)ın, muhdesatı meydana getirdiği ve sebeple satış parasında payı dışında ayrıca hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekir.

Tespit davaları konusunda önceki usul kanununda (HUMK) genel bir düzenleme bulunmamakla birlikte; ancak öğreti ve yargısal içtihatlarda oybirliği ile hukukumuzda açılabileceği kabul edilmişken; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nda açıkça düzenlenmiştir (HMK.md. 106). Buna göre; tespit davaları bir hukuki ilişkinin (hakkın) var olup olmadığının ya da bir belgenin sahte olup olmadığının mahkemece belirlenmesini talep eden davalardır. Bir tespit davasının dinlenebilmesi için öncelikle kanunda belirtilen istisnalar dışında davayı açanın bu davayı açmakta "güncel bir yararı" bulunmalıdır. Buna "hukuki yarar" şartı denilmektedir. Hukuki yarar şartı kapsamında kabul edilmesi gereken bir husus, kanunda açıkça yer almamakla birlikte, gerek içtihatlarla gerekse öğretide kökleşmiş olan "eda davasının mümkün olduğu hallerde kural olarak tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı" hususudur (Y.HGK.nun 06.10.2004 T. 2004/7- 411 E. 2004/477 K. sayılı kararı; Baki Kuru-Ali Cem Budak Tespit davaları, İstanbul 2010. sh. 127). Tespit davasının koşulları yönünden muhdesat tespiti davaları için aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilir:
(l) Muhtesatın tespitinin istenebilmesi için öncelikle paylı mülkiyete veya miras ortaklığına (terekeye) dahil taşınmaz veya taşınmazlar için açılmış "satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasının mevcut olması,
(2) bu ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmeden önce bir muhdesat uyuşmazlığı çıkarılmış ve bu uyuşmazlığın davanın taraflarının tamamının anlaşmasıyla giderilememiş olması,
(3) ortaklığın giderilmesi davasında anlaşılamaması durumunda mahkemece muhdesat için hak iddia eden taraf(lar)a bu konuda asliye hukuk mahkemesinde dava açma konusunda süre verilmesi ve bu konunun bekletici sorun yapılması (HMK: md. 165/2) gereklidir. Öyleyse, ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş ise-satış henüz yapılmamış olsa bile- muhdesat tespiti davasının artık dinlenmesinde hukuki yarar kalmayacaktır. Zira, artık hak iddia edenin genel hükümlere dayalı (sebepsiz zeginleşme, TBK md.77 vd.) bir eda davası açma imkanı devreye girecektir. Ayrıca, paydaş veya miras ortağı olmayanın (üçüncü kişilerin) ortaklığın giderilmesi davasında taraf sıfatı olmayacağından; muhdesat tespiti davası açma hakkının da bulunmadığının da kabulü gerekir. Bu konuda Kamulaştırma Kanunu’nun 19. maddesine 2004 yılında eklenen " … Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir…" şeklindeki 12. fıkra hükmü uyarınca başkasının arazisine "haksız inşaat (TMK.md.722 vd.) yapan zilyedin de istisnaen bu muhdesatın tespiti için dava açabileceğini de kabul etmek gerekir.

Nezdinde yukarda açıklanan nitelikte bir muhdesat tespiti davası açılmış olan asliye hukuk mahkemesi; yukarda açıklanan şekilde güncel hukuki yararın bulunup bulunmadığını bir dava şartı olarak inceleyecektir. Mahkeme hukuki yararın davanın devam ettiği süre içinde de mevcut olmasını da arayacaktır. Mahkeme usul hukuku yönünden yapacağı bu incelemeden sonra, hukuki yararın mevcut olduğu sonucuna varır ise, gösterilen delilere göre maddi hukuk yönünden incelemeye girişecek, keşif ve bilirkişi incelemesi de yapacaktır. Kanımca, muhdesatın kendi başına bağımsız bir bütünlüğünün bulunması gerekli değildir. Bu bakımdan bağımsız bir bütünlüğü olmamakla birlikte, taşınmazın bizzat kendisine veya üzerindeki yapı, bitki, ağaç gibi unsurlara yapılan ve satış parasını arttırıcı etkide bulunacak nitelikteki zenginleştirme faaliyetlerinin de tespit edilmesi ve olası satış parası içindeki yansıma miktarının oransal olarak gösterilmesi ve bunun tespiti de mümkün olmalıdır. Zira tespit davası ile tespit edilecek husus bir hak ve hukuki ilişkiden ibarettir. Bu nedenle, aidiyeti çekişmeli olmamakla birlikte; tarla olan bir taşınmaz tesviye, nitelikli toprak taşıma ve gübreleme faaliyeti sonucu zengin bir toprak haline getirilmiş olabileceği gibi; verimsiz, yabani ağaçlar aşılanarak üstün cins haline getirilmiş; yine harap eski bir yapı yıkılıp yeniden yapılmış veya nitelikli bir tamirat ve yenileme ile zenginleştirilmiş de olabilir. Bu nedenle bütün bu zenginleştirme durumlarının tespit edilip, satış parasına yansıma durumunun kararda oransal olarak gösterilip tespit kararı verilmesi de mümkün olmalıdır. Diğer yandan, bazı durumlarda tespiti istenen muhdesatın taşınmazın olası satışında sürüm değerine hiçbir etki yaratmayacak nitelikte olması da mümkündür. Üzerinde yıkılması gerekli harap bir yapı (muhdesat) bulunan taşınmazın sürüm değerinin, sadece arsa değerinden ibaret olduğunun bilirkişice bildirilmesi durumu buna örnek olup; kanımca böyle bir olasılıkta, açılan tespit davasının mahkemece reddine karar verilmesi gerekir.

Davacı tarafından dava dilekçesinde gösterilen taraflar arasında paylı mülkiyete tabi olup, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen taşınmaz üzerinde bulunan evdeki yenileme ve eklemeler, sundurma, sergen depo, seralar, göletler, tuvalet yapısı, özel enerji hatları gibi unsurları davacı tarafından yapıldığının, yine mevcut çeşitli cinslerdeki ağaçların kendisi tarafından yetiştirildiği ve mülkiyetinde olduğunun tespiti istenmiş; dava ilk oturumda davalı tarafından kabul edilmiş; mahkemece tek tek belirtilmek suretiyle tespiti istenilen hususların davacının mülkiyetinde olduğunun tespitine karar verilmiş; hükmü davacı taraf bir kısım muhdesatların tespit edilmediği ve kendisine vekalet ücreti takdir edilmediği gerekçesiyle temyiz etmiştir.

Davalının ilk oturumda davayı kabul etmesi ve dava açılmasına neden olmadığı gerekçesiyle; mahkemece davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmemiştir. Ortaklığın giderilmesi davasında, davaya konu edilen muhdesatlar ve zenginleştirme/yenileme çalışmaları davacı tarafından somutlaştırılmış olmadığından; davalının o davada muhdesatlarla ilgili davacı iddiasını kabul etmesi beklenemez. Davacının iddialarını somutlaştırarak açtığı tespit davasında ise, davalı ilk oturumda davayı kabul ettiğinden; dava açılmasına neden olmuş kabul edilemez. Bu sebeple mahkemenin davacı yararına vekalet ücreti takdir etmemesi isabetli olup, davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazının reddine ilişkin karara katılıyorum.

Mahkemece verilecek nihai hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK md.297/2). Eş anlatımla, mahkeme infaz edilebilir nitelikte karar oluşturmalıdır. Yapılan keşif ve bilirkişi incelemesinde, tespiti istenilen bir kısım unsurların bağımsız bir bütünlüğü olmayıp zenginleştirme/yenilme faaliyeti şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın ilk halinde üzerinde babadan kalma eski bir ev bulunduğu, başka muhdesat bulunmadığı; sonradan diğer muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiği davalının da kabulündedir. Mahkemece muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitiyle yetinilmesi gerekirken, davacının olduğunun tespitine karar verilmesi doğru olmadığı gibi; muhdesat ve yenileme/zenginleştirme çalışmalarının tek tek sayılması suretiyle hüküm tesisi de satış parasına ne şekilde yansıtılacağını ifade etmediği ve uygulanması çok güç olduğundan; HMK 297/2. maddesine uygun olmamıştır. Kanımca mahkemece yapılacak iş; uygun bilirkişi (veya bilirkişiler) bulundurulmak suretiyle yeniden keşif yapılmak suretiyle taşınmazın üzerinde sadece eski ev bulunsaydı olacak rayiç değeri ile sonradan davacı tarafından meydana getirilen muhdesatlar ve yenileme/zenginleştirme çalışmaları sonucu oluşan mevcut rayiç değerinin ayrı ayrı belirlenmesi, aradaki farkın mevcut rayiç değere oranlanması suretiyle bir oran belirlenmesi, ortaklığın giderilmesi davasında gerçekleşecek satış bedelinde, davacının tapu kaydındaki payı dışında, ayrıca belirlenen bu oranda hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekirdi.

Temyiz edilen hükmün açıkladığım çerçevede inceleme yapılmak ve sonucuna göre karar verilmek üzere bozulması gerektiğini; değerli Çoğunluğun bozma sonucuma katılmakla birlikte, bozmanın kapsam ve gerekçesinin açıkladığım değişik çerçevede olması gerektiğini düşünüyorum. 20.10.2014

İRFAN OKUR
Üye

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Şub 20, 2015 8:44 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BORÇLUNUN BİR BAŞKA ALACAĞINA HACİZ KONULMASI,6 AYLIK SÜRE..

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2014/12539
KARAR NO : 2014/15092
TÜRK İLLETİ ADINA
YARGITAY İLAMI
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 18/02/2014
NUMARASI : 2014/118-2014/141
DAVACI : BORÇLU: Y.M. İthalat İhracat Pazarlama Ve Sanayi Ticaret Limited Şirketi
DAVALI : ALACAKLI: İ. K. Mob.İmalat İth.İhr.San.Tic.Ltd.Şti

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Tuncer Kaya tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu aleyhine Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı takip dosyası ile başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu vekili müvekkilinin alacaklı olduğu Selim İcra Müdürlüğü’nün 2011/100 E. Sayılı takip dosyasındaki alacağına Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E sayılı dosyasından haciz konulduğunu, haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğini belirterek haczin düştüğünün tespitine, anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğünün 14.01.2014 tarihli kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiş olup mahkemece şikayetin kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesine göre; “İcra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkı Hazine lehine düşer.”

Harçlar Kanunu’nun 36. maddesinde takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış olan paraların ilgilinin hak ettiği parayı, hak etme tarihinden itibaren on yıl içinde almak için müracaat etmemesi halinde, hazineye gelir kaydedileceği düzenlenmiştir.
Alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez.

Somut olayda; borçlunun Selim İcra Müdürlüğü’nün 2011/100 E. Sayılı takip dosyasındaki alacağı 11.10.2011 tarihli müzekkere ile haczedildiğinden İİK.’nun 362. maddesi ve Harçlar Kanunu’nun 36. maddesi gereğince alacaklı on yıl içinde haczedilen parayı talep edebilir.

Bu durumda mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27/05/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Şub 18, 2015 8:55 pm


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • İŞÇİNİN HAKSIZ ŞEKİLDE BAŞKA BİR ŞUBE İŞ YERİNE GÖNDERİLMESİ

T.C
YARGITAY
22.HUKUK DAİRESİ
ESAS N.2011/17886
KARAR N.2012/11821
KARAR T. : 10.02.2011
Y A R G I T A Y İ L A M I
MAHKEMESİ: Bakırköy 3. İş Mahkemesi
TARİHİ: 10/02/2011
NUMARASI: 2010/593-2011/84
DAVACI:….. ADINA VEKİLİ AVUKAT ALİ EKMEKÇİ
DAVALI:……

Davacının fesih bildiriminde 01.05.2010 tarihinde Kartal’daki marketten taransfer edildiği yazılmış olup fesih tarihine kadar kısa bir süre geçtiği bu sürede davacının önceki yıla göre seviyesinde ne tür olumsuz değişiklikler tespit edildiği işverence somut olarak açıklanmadan yer değiştirilmesi ağır bir yaptırım olup ölçülülük ilkesine aykırı bu uygulama fesih için geçerli neden oluşturmayacağından davanın kabulü yerine yanılgılı değerlendirme ile reddine karar verilmesi bozma nedenidir.

DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesinekarar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir. Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş
olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi H….. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı işçi, iş sözleşmesinin davalı işverence geçerli bir nedenolmadan feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliği ile işe iadesine karar verilmesini, buna bağlı işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen dört aylık ücret ve diğer haklarının belirlenmesi isteğinde bulunmuştur.

Davalı işveren, market işyerinde davacının sebze meyve takım lideri olarak sorumluluklarını bildiği halde 20.05.2010 tarihinde mantar siparişinin Antalyadan verilmesi
gerekirken davacının…… A.Ş.’nden verdiği ve görevini önceki yıllara göre yerine getirmede aşağı seviyeye gerilediği bu nedenle kendisine önceki geldiği yer olan
Kartaldaki markette görevlendirilmesi üzerine bunu reddettiği bu gerekçe ile iş sözleşmesinin fehsedildiğinden davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

[b]Mahkemece davacının fazla mesai istemi üzerine iş sözleşmesinin feshedildiği iddiasını ispat edemediği ve yazılı iş sözleşmesinde davalının diğer işyerlerinde de çalışmayı kabul ettiğinden aynı görev, unvan ve ücretle yapılan çalışma teklifini reddetmesi üzerine iş sözleşmesinin işverence feshhinin geçerli hatta haklı nedene dayandığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.[/b]

Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden

işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesi bakımından işçinin davranışlarından kaynaklanan sebepler, işçinin aynı Kanun’un 25/II. maddesinde öngörülen sebepler niteliğinde ve
ağırlığında olmayan, işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen, sözleşmeye aykırı davranışlarıdır. İşçinin davranışı ancak işyerinde olumsuzluklara yol açması halinde geçerli sebep olabilir. İşçinin sosyal açıdan olumsuz bir davranışı, toplumsal ve etik açıdan onaylanmayacak bir tutumu işyerinde üretim ve iş ilişkisi sürecine herhangi bir olumsuz etki yapmıyorsa geçerli sebep sayılamaz.

4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli nedene dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.

Dosya içeriğinden, davalıya ait market işyerinde 12.06.2000 tarihinden beri sebze meyve takım lideri görevlisi olarak çalışan davacının 26.07.2010 tarihli yazılı fesih bildirimi
ile davacının yapılan görevlendirmeyi kabul etmediğinden iş sözleşmesinin 26.07.2010 tarihi itibariyle 4857 sayılı Kanun’un 17 ve 18 maddeleri uayrınca feshedilidiği anlaşılmaktadır.

Davacı hakkında 2003 yılında terazide çalışan sadece bir kişi olduğu gerekçesi ile takım lideri olarak savunmasının alındığı ve ceza verilmediği, dosyada davacı hakkında başkaca olumsuzluk bulunmadığı, davacının fazla mesai alacağı için24.06.2010 tarihinde işverene noter aracılığı ile ihtar çektiği ve bu ihtarın işverene 28.06.2010 tarihindetebliğ edildiği, davacıya tebliğ edilen 24.07.2010 tarihli yazıda talimatlara uymadığı 01.05.2010 tarihinde
taransfer edildiğiniz Kartal’dakiişyerinden gelmiş olduğunuz Ümraniyede önceki yıla göre durumunun negatifdurumda olduğu Ümraniye’de beklentileri karşılamadığı bu nedenle Kartal’daki işyerine aynı ünvan ve görevlenakli yapıldığı bildirildi ve davacının da el yazısı ile kesinlikle kabul etmediğini bildirdiği görüldü. Davacı hakkında iddia edilen son olayda davacının ürün siparişinin farklı şirketten bildirdiği gerekçesi ile savunması alındıktan sonra bu değişkliğin teklif edildiği oysa davacının savunmasında siparişin verildiği gün kendisinin
hafta izinini kullandığını bildiridiği halde mahkemece bu durum değerlendirilmeden ve yer değişikliğini gerektirecek davacının ne tür başkaca negarif davarnış ve uygulaması
bulunduğu belirtilmeden, sözleşmesinde yazılı olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi hatalıdır. Davacının fesih bildiriminde 01.05.2010 tarihinde Kartal’daki marketten taransfer edildiği yazılmış olup fesih tarihine kadar kısa bir süre geçtiği bu sürede davacının önceki yıla göre seviyesinde ne tür olumsuz değişiklikler tespit edildiği işverence somut
olarak açıklanmadan yer değiştirilmesi ağır bir yaptırım olup ölçülülük ilkesine aykırı bu uygulama fesih için geçerli neden oluşturmayacağından davanın kabulü yerine yanılgılı değerlendirme ile reddine karar verilmesi bozma nedenidir.

Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.

KARAR : Yukarıda belirtilen nedenlerle;
1-Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2-İşverence yapılan FESHİN GEÇERSİZLİĞİNE,

3-Davacının yasal sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının işçinin beş aylık ücreti olarak
belirlenmesine,

4-Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar doğmuş bulunan en çok dört aylık ücret ve diğer
haklarının davacıya ödenmesi gerektiğinin belirlenmesine,

5-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

6-Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte olan tarifeye göre 1.200,00 TL vekâlet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,

7-Davacı tarafından yapılan 131,25 TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya
verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,

8-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak 31.05.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 04 Şub 2015, 10:17


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • HAKİM BİLMESİ GEREKEN HUKUKİ BİR KONUYU BİLİRKİŞİYE SORAMAZ

YARGITAY 12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/11959
KARAR: 2013/17874

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Borçlu H…. San. … Ltd. Şti. tarafından alacaklı …..bank A.Ş. lehine açılmış veya açılacak her türlü krediden doğmuş veya doğacak borçlarına karşılık, ipotek tarihi itibarı ile borçlu şirket adına kayıtlı d…… Köyü ….. parsel …../ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler, B9/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler, B10/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler, B11/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler, B12/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler, B13/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler, B14/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler ve B15/ 1-2-3-4 nolu bağımsız bölümler kaydına müştereken ipotek şerhi konulmuştur. Bu durumda ortada toplu rehin durumu vardır. 4721 sayılı TMK.nun 873/3. maddesine göre, aynı alacak için birden çok taşınmazın rehnedilmiş olması halinde, rehnin paraya çevrilmesi istemi, taşınmazların tamamı hakkında yapılır. Bununla birlikte, icra dairesi onlardan ancak gerektiği kadarını paraya çevirir. Ancak ipotek verilen taşınmazlardan birinin veya birkaçının satışından ipotek ve takip alacaklısı D…….bank A.Ş.’nin alacağı icra harç ve masrafları ile birlikte temin edilip, varsa bu alacağa rüçhanı olan alacaklar da karşılandığında artık ortada rehinle temini gereken alacak kalmayacağına göre diğer taşınmazların, İcra Müdürlüğünce satışının yapılmaması gerekir. Somut olayda, dava konusu toplam 32 adet taşınmaz 811.200,00 TL ye ihale edilmiş olup ihale tarihinden sonra B…. 1. İcra Müdürlüğü’nün 2010/905 esas sayılı dosyasında yapılan 19.03.2012 tarihli dosya hesabına göre toplam alacak miktarı 349.464,64 TL.dir. Bu durumda davaya konu bir kısım taşınmazların satış bedeli takip yapan ve satış isteyen …….bank A.Ş.nin alacağını karşılamaktadır. O halde mahkemece, ihale tarihi itibarı ile takip alacaklısı ……bank A.Ş.’nin alacağı, icra harç ve masrafları ile birlikte hesaplattırılarak, varsa bu alacağa rüçhanı olan alacakların da karşılanması gerektiği dikkate alınıp anılan miktar kadarı karşılayan kısım dışındaki taşınmazlara ilişkin yapılan ihalelerin feshine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin tümden reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

Ayrıca İİK.nun 193/3. maddesine göre, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla yapılan takiplere iflastan sonra da takip alacaklıları tarafından iflas masasına karşı devam edilir.

Borçlu şirketin, …3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/334 Esas, 2011/648 Karar sayılı kararı ile 16.12.2011 tarihi itibarı ile iflasına karar verilmiş olup takibin iflas masasına karşı devam ettirilmesi gerektiği hususunun da mahkemece değerlendirilmemesi doğru değildir.

Öte yandan, HMK.nun 266. maddesine göre, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Mahkemece, fesih sebeplerinin yerinde olup olmadığı konusunda bilirkişi raporu alınarak hükme esas alınması da doğru değildir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.05.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 21 Oca 2015, 21:03