Etiket arşivi: BİRLİKTE

TANIK BEYANLARINA ANCAK DAVACI İŞÇİ İLE BİRLİKTE ÇALIŞTIĞI SÜRE İLE SINIRLI OLMAK ÜZERE İTİBAR EDİLEBİLECEĞİ

“9. Hukuk Dairesi         

2013/12761 E.  ,  

2015/9043 K.
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İŞ MAHKEMESİ
DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai, genel tatil ve yıllık izin ücreti alacaklarının ödenmesini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle, kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentleri kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacının davalı nezdinde çalışmasının olup olmadığı varsa süresi yönünden taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut olayda, davacı işçi davalı işveren işyerinde 11.04.2000-20.11.2009 tarihleri arasında kesintisiz olarak çalıştığını iddia ederken, davalı taraf davacının işyerinde hiç çalışmadığını savunmuştur. Sigortalı hizmet cetvelinin incelenmesinden davacının çalışma kaydının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı tanıklarının beyanları kendi çalıştıkları dönemde nazara alınarak davacının davalı işyerinde 2004 yılı 10. ayından itibaren fesih tarihine kadar çalıştığı kabul edilerek sonuca gidilmeli ve hesaplama yapılmalıdır. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir
F) Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 04.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(www.yargıtay.gov.tr, çevrimiçi: 01.09.2016)

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

İcra ve İflas Hukuku • Banka dekontu ile birlikte asıl borçlu ve kefile takip

Merhabalar değerli meslektaşlarım ;

X bankası bir asıl borçluya kredi kullandırarak 2 kişiyi de kredi sözleşmesine müşterek ve müteselsil kefil alıyor. Banka Kredi sözleşmesinde asıl borçlu iki tane müşterek ve müteselsil kefillere imza atıyor. Banka dosyasında kefillerle birlikte 3 tane borçlu var ( 1 asıl borçlu 2 tane kefil )

Kredi sözleşmesi yükümlülüklerini yerine getirmeyen dosya borçlularına X bankasından ihtarname keşide ediliyor. İhtarnameyi keşide alan kefil ( K1 ) dosya borcunun tamamını kapatıyor.

Dekontlarla birlikte asıl borçlu ve diğer kredi sözleşmesi kefiline icra takibi yapacağız.

Burada kafama takılan soru banka dekontları ile birlikte asıl borçluya takip yapabiliyoruz fakat ikinci kefil ( K2 ) ‘ ye icra takibi yapabilirmiyiz.

Bu konu ile ilgili görüşlerinizi ve Yargıtay kararı paylaşırsanız sevinirim.

Teşekkürler…

Bilgiler: Tarih-Gönderici: ufukbey55 — Çrş Mar 18, 2015 5:25 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İHALE BEDELİ NEMALARI İLE BİRLİKTE HAK SAHİPLERİNE ÖDENECEĞİ

T.C.
ADALET BAKANLIĞI
Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü

Sayı :B030HİG000000-3-352-2005 …./…./2005
Konu : Bankada hesap açılması

…………………. CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

İlgi : 06/07/2005 tarihli ve 2005/2369 H.M. sayılı yazınız.

İlgi yazınız ekinde Genel Müdürlüğümüze intikal ettirilen ve İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliğinin 92/2. maddesine aykırı bir biçimde izin alınmadan açılan vadeli hesaplarla ilgili olarak tereddüte düşüldüğünden bahisle görüş istemini içeren İstanbul 3. İcra Hukuk Mahkemesine ait 21/06/2005 tarihli ve 2005/238 Muh. sayılı yazı, ekleri ve konu incelenmiştir
Bilindiği üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 134 ncü maddesinin 4 ncü fıkrasında “….. İcra müdürü, ödenen ihale bedeli ile ilgili olarak, ihalenin feshine yönelik şikayet sonucunda verilecek karar kesinleşinceye kadar para bankalarda nemalandırılır. İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir…..” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gözetildiğinde de, İ.İ.K.nun 134/4. maddesi gereğince açılmış vadeli hesaptaki ihale bedeline ilişkin paranın ihalenin feshine yönelik şikayet olması halinde, şikayet sonucunda verilecek kararın kesinleşmesine kadar icra müdürünce tayin ve tesbit edilecek şekilde nemalandırılmasının gerektiği, nemalandırılma işleminin vadeli hesaba yatırma şeklinde tayini halinde ise, İ.İ.K Yönetmeliğinin 92. maddesi uyarınca Bakanlığımızdan izin alınmasına gerek olmadığı, İ.İ.K 134/4 de yazılı şartın gerçekleşmesi durumunda da ihale bedeliyle birlikte nemanın da hak sahibine ödenmesinin gerekeceği,
Bakanlıktan izin alınmadan açılan diğer vadeli hesaptaki paraya gelince, 20/06/2005 tarihli ve 2005/621 Muh. sayılı “İstanbul 3. İcra Mahkemesi Sayın Hakimliğine” ifadeli yazıdaki, bu hesabın, satış parasının dairece sıra cetveli tanziminden sonra nemalandırılması için açıldığına ilişkin ifade gözetildiğinde, hesaptaki paranın sözü edilen durumda nemalandırılacağına ilişkin Kanunda özel bir düzenleme bulunmadığı, icra müdürüne verilen nemalandırma yetkisinin, İ.İ.K.nun 134. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen duruma münhasır olması nedeniyle İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliğinin 92. maddesinde yazılı olduğu biçimde hareket edilmesi gerektiği, sözü edilen yasal zorunluluk yerine getirilmeden İ.İ.K ve Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak açılan vadeli hesaptaki bu paranın Bakanlığın 12/05/2005 tarihli ve 13-9871 sayılı ve 18/05/2005 tarihli ve 3-16-10379 sayılı Genelge hükümleri de gözönünde tutulmak suretiyle, ana paranın Bakanlığın öngördüğü Bankaya yatırılmasının, nemayı oluşturan paranın ise kasa fazlası olarak işleme tabi tutularak, ilgililerce açılabilecek bir istirdat davasına konu olabileceği gözönüne alınmak suretiyle zamanaşımına kadar muhafaza edilmesinin, bu süre zarfında iadesine yönelik kesinleşmiş bir ilâm ibraz edilememesi halinde Maliye’ye yatırılmasının uygun olacağı düşünülmekte olup, bilgileri ile keyfiyetin ve bundan böyle İcra ve İflas Kanununun 92. maddesi uyarınca vadeli hesap açılması için Bakanlıktan izin alınmasını gerektiren durumlarda bu yasal zorunluluğa uyulmasında gerekli titizliğin gösterilmesi gereğinin İstanbul 3. İcra Hukuk Mahkemesi aracılığıyla ilgililere duyurulmasını rica ederim.

Genel Müdür

İ . İ . K– MADDE 134
İHALENİN NETİCESİ VE FESHİ:
(Değişik madde: 18/02/1965 – 538/63 md.)

İcra dairesi tarafından taşınmaz kendisine ihale edilen alıcı o taşınmazın mülkiyetini iktisap etmiş olur. (Ek cümle: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) İhale kesinleşinceye kadar taşınmazın ne şekilde muhafaza ve idare edileceği icra dairesi tarafından kararlaştırılır.

(Değişik fıkra: 09/11/1988 – 3494/22 md.) İhalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir. İhalenin feshi talebi üzerine icra mahkemesi talep tarihinden itibaren yirmi gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden kararı verir. Talebin reddine karar verilmesi halinde icra mahkemesi davacıyı feshi istenilen ihale bedelinin yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder. (Ek cümle: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) Ancak işin esasına girilmemesi nedeniyle talebin reddi halinde para cezasına hükmolunamaz.

(Değişik fıkra: 21/02/2007-5582 S.K./4.mad)2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 38/A maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan konut finansmanından kaynaklanan alacaklar ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının rehinle temin edilmiş alacaklarının takibinde, ikinci fıkrada yer alan oran yüzde yirmi olarak uygulanır.

(Ek fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) İhalenin feshine ilişkin şikayet görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesi veya mahkemeye yapılırsa, icra mahkemesi veya mahkeme evrak üzerinde inceleme yaparak başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verir. Bu kararlar kesindir.

(Ek fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) Taşınmazı satın alanlar, ihaleye alacağına mahsuben iştirak etmemiş olmak kaydıyla, ihalenin feshi talep edilmiş olsa bile, satış bedelini derhal veya 130 uncu maddeye göre verilen süre içinde nakden ödemek zorundadırlar. İcra müdürü, ödenen ihale bedeli ile ilgili olarak, ihalenin feshine yönelik şikayet sonucunda verilecek karar kesinleşinceye kadar para bankalarda nemalandırılır. İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir.

İhale kesinleşmedikçe ihale bedeli alacaklılara ödenmez.

Satış ilanı tebliğ edilmemiş veya satılan malın esaslı vasıflarındaki hataya veya ihalede fesada bilahara vakıf olunmuşsa şikayet müddeti ıttıla tarihinden başlar. Şu kadar ki, bu müddet ihaleden itibaren bir seneyi geçemez.

İhalenin feshini şikayet yolu ile talep eden ilgili, vaki yolsuzluk neticesinde kendi menfaatlerinin muhtel olduğunu ispata mecburdur.

Tescil için tapu idaresine yapılacak tebligat, şikayet için muayyen müddetin geçmesinden veya şikayet edilmişse şikayeti neticelendiren kararın kesinleşmesinden sonra yapılır.

(Mülga fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./103. md.)

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2013/4378
KARAR NO.2013/13197
KARAR TARİHİ. 08.04.2013
MAHKEMESİ : Çatalca İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/11/2012
NUMARASI : 2012/84-2012/105

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı icra müdürlüğüne taşınmazın ihale ile satılmasından sonra üzerinde çok sayıda haciz olması nedeni ile düzenlenen sıra cetvelinin iptali amacı ile 2009 yılında açılan davanın halen neticelenmemesi ve ihale bedelinin de icra müdürlüğünce nemalandırılması nedeni ile ilgili nemanın hak sahibine ödenmesi talebinde bulunmuş, icra müdürlüğünce nemanın kasa fazlası olarak hazineye kalacağı gerekçesi ile reddedilmiştir.

İİK.nun 134.maddesinin 5.fıkrasının son cümlesinde; "İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir" denilerek icra müdürlüğü tarafından elde edilen nemaların hazineye değil hak sahibine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm icra müdürü tarafından hak sahibine ödenmesi gerekirken bankaya yatan tüm paraların nemalarının ödenmesinde uygulanacak kuralı belirlemektedir.

Somut olayda sıra cetveline itiraz davası nedeni ile ihale bedeli hak sahiplerine ödenmeyip icra müdürlüğünce nemalandırılmıştır. Bu nemanın İİK.nun 134.maddesinin 5.fıkrasının son cümlesi hükmüne göre değerlendirilerek hak sahibine ödenmesi gerekir. Nema hazineye ödenemez. O halde mahkemece şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ :Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.04.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Şub 19, 2015 6:00 am


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • HAPİS CEZASI İLE BİRLİKTE PARA CEZASI, DENETİMLİ SERBESTLİK

Yargıtay 11. Ceza Dairesi
Esas: 2014/7735
Karar: 2014/7852

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 10/02/2014 gün ve 2014/3047/9826 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 24/02/2014 gün ve KYB.2014/65845 sayılı ihbarnamesi ile;

Nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından hükümlü H…’in 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 158/1-e, 158/1-son, 204/2, 43 ve 52/2. maddeleri gereğince iki kez 6 yıl hapis ve bir kez 294.450,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair …2. Ağır Ceza Mahkemesinin 09/07/2009 tarihli ve 2007/62 esas, 2009/283 sayılı kararının infazı sırasında, …Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 26/11/2013 tarihli, 2010/1-825, 2010/1-826 ve 2010/1-827 sayılı müddetnameye yönelik infazının cezaların toplanmasının usul ve yasaya uygun olmadığı,

6291 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümlerinden yararlandırılmasına ilişkin müddetnameye yönelik yapılan itirazının kabulüne ve müddetnamenin iptaline dair aynı Mahkemenin 24/12/2013 tarihli ve 2013/1233 Değişik İş sayılı kararına yönelik …Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazın reddine ilişkin …3. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/12/2013 tarihli ve 2013/924 Değişik İş sayılı kararını kapsayan dosyanın incelenmesinde;

Dosya kapsamına göre, 11/04/2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6291 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a eklenen 105/A maddesinde.

"1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;

a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,

b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan, koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir

(2) Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına karşın, iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi halli hükümlüler, açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az altı aylık sürenin geçmiş olması durumunda, diğer şartları da taşımaları halinde, birinci fıkrada düzenlenen infaz usulünden yararlanabilirler." ve aynı Kanun’un geçici 3. maddesindeki, "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla koşullu salıverilmelerine bir yıldan az süre kalan;

a) Açık ceza infaz kurumunda bulunan,

b) Kapalı ceza infaz kurumunda bulunup da açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarını taşıyan, iyi hâlli hükümlülerin talepleri hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına karar verilebilir.

(2) Koşullu salıverilmelerine bir yıl kala açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkını kazanan hükümlüler, bu infaz usulünden en fazla altı ay süreyle yararlanırlar.

" hükümlerine göre, koşulların bulunması hâlinde hükümlünün hapis cezası bakımından koşullu salıverilmesine bir yıl süre kaldığı halde denetimli serbestlikten yararlandırılması gerektiği, Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinin 90/4. maddesinde yer alan “Başka bir mahkûmiyet kararı nedeniyle ceza infaz kurumuna alınan hükümlünün kaydı kapatılarak, 5275 sayılı Kanunun 107 nci maddesinin uygulanabilmesi yönünden toplama kararı alınması ve müteakip infaz işlemlerinin buna göre yapılması amacıyla dosya hükümlünün bulunduğu ceza infaz kurumuna gönderilmek üzere Cumhuriyet başsavcılığına iletilir.”

hükmüne uygun şekilde, hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanan kişinin işlediği tek bir suçtan farklı yaptırımı içeren cezalar da olsa bir kez denetimli serbestlikten yararlanmasına olanak tanıyan usul ve yasaya uygun olan müddetnameyi, hapis cezası ile birlikte doğrudan verilen adli para cezasının ayrı ayrı ve sıraya konularak infazı gerektiğinden bahisle iptal eden karara yönelik yapılan itirazın, hükümlünün bir kez denetimli serbestlikten yararlandırılması gerektiği gerekçesi ile kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması istenilmiş olmakla, Dairemize gönderilen dosya incelenerek gereği görüşüldü:

İncelenen dosya içeriğine göre, kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, …Cumhuriyet Başsavcılığının 26.11.2013 gün ve 2010/1-825-926-827 sayılı müddetnamesine yönelik itirazın kabulü ile müddetnamenin iptaline dair …2. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.12.2013 gün ve 2013/1233 Değişik İş sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin mercii …3. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.12.2013 gün ve 2013/924 Değişik İş sayılı kararının CMK’nun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 22.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 05 Oca 2015, 18:02


YERSİZ ÖDENEN YAŞLILIK AYLIKLARININ FAİZİYLE BİRLİKTE TAHSİLİNE YÖNELİK ÖZEL 5510 SAYILI KANUN UYGULANMASI GEREKTİĞİ

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2012/21-196

Karar: 2012/396

Karar Tarihi: 15.06.2012

 

 

 

(5510 S. K. m. 4) (3201 S. K. m. 6) (5510 S. K. m. 96) (506 S. K. m. 121) (818 S. K. m. 63) (21.HD. 16.05.2011 T. 2010/4127 E. 2011/4686 K.) (YHGK. 05.10.2011 T. 2011/10-476 E. 2011/584 K.) (YHGK. 06.07.2011 T. 2011/21-402 E. 2011/472 K.) (YHGK. 15.06.2011 T. 2011/21-362 E. 2011/409 K.)

 

 

 

 

Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kocaeli 3. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.03.2010 gün ve 2010/4 E. 2010/129 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 16.05.2011 gün ve 2010/4127 E. 2011/4686 K. sayılı ilamı ile;

 

 

Mahkeme, davanın kabulü ile davalı Kurumun davacıya 01.12.2008 tarihinden itibaren ödenen 7.072,56 TL ana para ve 412,65 TL faiz olmak üzere toplam 7.485,21 TL tutarındaki aylıkların geri alınması yönündeki işleminin iptaline karar vermiştir.

 

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının 1479 sayılı Yasa kapsamında 8063 gün, 506 sayılı Yasa kapsamında 68 gün sigortalı çalışmasının bulunduğu, davacının 01.03.1981 – 01.12.1985 tarihleri arasında yurtdışında geçen 1710 günlük çalışmalarını borçlanarak 27.11.2008 tarihinde yazılı istekte bulunması üzerine 01.12.2008 tarihinden itibaren sosyal güvenlik destek primine tabi yaşlılık aylığı bağlandığı, davacının 11.04.1995 tarihinden itibaren Gebze Minibüsçüler Esnaf Odasına, 19.01.1988 tarihinden itibaren Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı olduğu, dolmuşçuluk mesleği nedeniyle 27.03.1995 tarihinden itibaren vergi mükellefi olduğu, davacının 29.06.2009 tarihinde Kuruma yaşlılık aylığının eksik ödendiğine dair dilekçe sunması üzerine yapılan inceleme sonucunda davacının yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde 5510 sayılı Yasa’nın 4/b (mülga 1479 sayılı Yasa) kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 23.12.2009 gün ve 16845744 sayılı Kurum işlemi ile sehven bağlanan yaşlılık aylığının iptaline ve 01.12.2008 tarihinden itibaren yersiz ödenen 7.072,56 TL aylık ve 412,65 TL faizden oluşan toplam 7.485,21 TL’nin Kuruma ödenmesi istenmiştir.

 

Uyuşmazlık, davacının 27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde 5510 sayılı Yasa’nın 4/b (mülga 1479 sayılı Yasa) kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 3201 sayılı Yasa’nın 6. maddesinden yararlanarak bağlanan yaşlılık aylığının 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesine göre yersiz ödeme nedeniyle geri alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

 

5510 sayılı Yasa’nın 96/1. maddesine göre,

 

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

 

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.>

 

27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde yürürlükte bulunan, 5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine göre Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan Türkiye’de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primi hakkındaki hükümleri, bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz.

 

3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesi 5997 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile değiştirilmiş olup Yasa’nın yürürlüğe girdiği 19.06.2010 tarihinden itibaren Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümleri uygulanır.

 

Somut olayda, dolmuşçuluk mesleği nedeniyle 27.03.1995 tarihinden itibaren vergi mükellefi olan, 11.04.1995 tarihinden itibaren Gebze Minibüsçüler Esnaf Odasına, 19.01.1988 tarihinden itibaren Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunan davacının 27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde dolmuşçuluk işi yaptığı ve böylece Türkiye’de çalışmaya devam ettiği anlaşılmakla;

 

5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine göre davacıya yazılı istek tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması mümkün değildir.

 

3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesi 5997 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile değiştirilerek Yasa’nın yürürlüğe girdiği 19.06.2010 tarihinden itibaren Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiş ise de bu kuralın Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten önceki uyuşmazlıklara uygulanması mümkün değildir.

 

Bunun yanında, yazılı istek tarihinde Türkiye’de çalışmaya devam ettiği anlaşılan davacı, 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesine göre Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanarak tahsil ettiği yaşlılık aylığını geri ödemekle yükümlü olduğunu bilmesi gerektiğinden Borçlar Kanunun 63. maddesinden de yararlanamaz.

 

Bu nedenle Kurumun 01.12.2008 tarihinden itibaren ödenen yaşlılık aylığı ve faizinden oluşan toplam 7.485,21 TL’yi 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesine göre geri istemesi yerinde olup davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

 

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…> gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Karar: Dava, yersiz ödenen yaşlılık aylıklarının iadesine yönelik Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.

 

Uyuşmazlık, yaşlılık aylığı tahsisi talep tarihinde 5510 sayılı Kanun’un 4/b kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanması dikkate alınarak bağlanan yaşlılık aylığının yersiz ödeme nedeniyle geri alınıp alınamayacağı ile sigortalının iyiniyetli, dolayısıyla yersiz ödenen aylık miktarını geri ödeme yükümü altında olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

 

Öncelikle belirtilmelidir ki, davacının 27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde yürürlükte bulunan, 5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine göre anılan Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan Türkiye’de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primi hakkındaki hükümleri, bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz.

 

Bu nedenle, somut uyuşmazlıkta davacıya, çalışmaya devam etmesi nedeniyle, yaşlılık aylığı tahsis talep tarihinde yürürlükte bulunan 5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine aykırı olarak yaşlılık aylığı bağlandığı, davacıya yersiz olarak ödenen yaşlılık aylıklarının Kuruma iadesi gerektiği açıktır.

 

Belirtilmelidir ki, davacının çalışmaya devam ettiğinin Kurumda mevcut belgelerden açıkça anlaşılmasına göre, yaşlılık aylığının mevzuata aykırı olarak bağlanması Kurumun hatasından kaynaklanmakta olup, davacının Kurumu yanıltıcı bir beyan veya işlemi bulunmamaktadır.

 

Öte yandan uyuşmazlığın çözümünde yersiz ödemelerin tahsiline ilişkin yasal düzenlemenin irdelenmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.

 

Konuya ilişkin ilk düzenleme 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda yer almaktadır.

 

Kanunun Sigorta Yardımlarının Haczedilemeyeceği, başlıklı 121. maddesi;

 

 

(Ek fıkra: 29/7/2003-4958/47 md.) Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı saklıdır.

 

(Ek fıkra: 2/7/2005-5386/1 md.) Ölüm geliri ve aylıklarından yapılan yersiz ödeme tutarları, yersiz ödenmiş olan gelir ve aylıkların kesilmesi nedeniyle aynı dosyadan gelir ve aylık ödemesi yapılan diğer hak sahiplerine Kurumca yapılması gereken gelir ve aylık ödeme tutarları nazara alınmak suretiyle tespit edilecek Kurum zararı esas alınarak tahsil edilir. Ancak, diğer hak sahiplerinden itirazda bulunanların hisseleri bu fıkra uygulamasında hariç tutulur…> hükmünü içermektedir.

 

Öte yandan 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 506 sayılı Kanunun anılan hükmü yürürlükten kaldırılmış ve konu 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinde düzenlenmiştir.

 

 

5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren başlıklı 96. maddesinde ise;

 

 

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

 

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.

 

Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.

 

Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.

 

Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir…> hükmü yer almaktadır.

 

5510 sayılı Yasa öncesi mevzuata bakıldığında, 506 sayılı Yasanın 121. maddesinde yersiz ödemelerin kayıtsız şartsız iadesinin öngörüldüğü, yersiz ödeme halinde iade yükümünün kapsamının farklı hukuki durumlara özgü olarak değişiklik göstermediği görülmektedir.

 

Ancak, 5510 sayılı Yasanın 96. maddesi ile 506 Yasada yer almayan yeni bir düzenleme getirilmiş, sebepsiz zenginleşmenin iyi niyetle veya kötü niyetle gerçekleşmesine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarları belirlenmiştir. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun ile ödeme yükümünün kapsamı sigortalının iyiniyetli veya kötüniyetli oluşunun tespitine göre farklılaştırılarak, kayıtsız şartsız iade öngören 121. madde hükmüne göre lehe bir düzenleme getirildiği açıktır.

 

Diğer taraftan, uyuşmazlığın çözümünde 818 sayılı Kanunun 63. madde hükmünün uygulama yeri olup olmadığı hususunun da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

 

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun, geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğinde bulunan 63’üncü maddesi uyarınca iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermeyle yükümlü olmayacaktır. Buna karşın; zenginleşenin, zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor olması halinde, kötü niyetli sayılacağında da kuşku bulunmamaktadır.

 

Yerel mahkemece Borçlar Kanunun 63. maddesi uyarınca değerlendirme yapılarak karar verilmiş ise de, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi de sebepsiz zenginleşmede geri verme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğindedir.

 

Şu duruma göre, karşımıza, aynı konu hakkında bir tarafta genel kanunda kabul edilen yasa kuralı, bir tarafta özel nitelikte kanunda yeralan düzenleme çıkmaktadır.

 

Bu nedenle sorunun normlar hiyerarşisi kurallarına göre çözümlenmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

 

olarak da adlandırılan bu gibi durumlarda; a) Sonraki norm, öncekinin yerini alır (Lex Pasterior deraget priori), b) Özel kanun, genel kanundan önce gelir (Lex specialis per generalem non deregatur), c) Açık anlamlı norm, kapalı anlamlı normdan önce gelir, biçiminde kabul edilen temel ilkelerden yararlanılarak sonuca ulaşılmaktadır.

 

Uyuşmazlık konusu somut olayda, belirtilen ilkeler doğrultusunda yapılan değerlendirmede; 5510 sayılı Kanunun 818 sayılı Borçlar Kanununa göre özel nitelikte olduğu, bu kapsamda 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi hükmünün sebepsiz zenginleşme nedeniyle yersiz ödemelerin Kuruma iadesi konusunda özel nitelikte düzenleme içerdiği açıktır.

 

Bu durumda özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun özel düzenleme içeren 96. maddesi hükmünün genel nitelikteki 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliğine sahip olduğu tartışmasızdır.

 

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.10.2011 gün 2011/10-476 E. 2011/584 K.; 06.07.2011 gün 2011/21-402 E. 2011/472 K. ve 15.06.2011 gün 2011/21-362 E. 2011/409 K. sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir.

 

O halde, Yerel Mahkemece yukarıda yapılan açıklamaların ışığında özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

 

Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkemece öncelikle, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi kapsamında araştırma ve incelemeyle, yapılacak değerlendirme ve varılacak sonuç ile iade yükümünün kapsamı konusunda bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, yapılan ilk görüşmede, 5521 sayılı İş mahkemeleri Kanunun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

 

Yerel Mahkemenin, davacının tahsis talep tarihinde veya sonrasında Kurumu yanıltmadığı, Kurum yazılarında da aylığın sehven bağlandığının açıkça ifade edildiği, davacının kötüniyetli olduğunu söylemenin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuş, ilk kararda direnilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulu tarafından da direnme kararı Özel Daire ile aynı gerekçelerle oyçokluğuyla bozulmuştur.

 

Aşağıda açıklanan nedenlerle bozma kararına katılmak mümkün olmamıştır:

 

Sigortalı veya haksahiplerine Kurumca yapılan yersiz ödemelerin iadesine ilişkin uyuşmazlıklarda, iade kapsamının belirlenmesi yönünden üç ayrı dönemin bulunduğundan bahsetmek mümkündür.

 

Buna göre;

 

I- 506 sayılı Kanunun 121. maddesinin 2. fıkrası öncesi dönemde;

 

Yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanunda yersiz ödemelerin iadesine ilişkin hüküm bulunmadığından konuya ilişkin yasal mevzuat olarak genel hüküm niteliğindeki 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 61 ve devamı maddeleri uygulanmakta idi.

 

II- 4958 sayılı Kanun ile 506 sayılı Kanunun 121. maddesine ek fıkra olarak

 

 

(Ek fıkra: 29/7/2003-4958/47 md.) Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı saklıdır…>.

 

Düzenlemesinin getirilmesinden sonra, yersiz ödemelerin herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmaksızın iadesi yönünde karar verilmesi gerektiği uygulaması istikrarlı olarak kabul edilmiş, bununla birlikte yersiz ödemenin iadesine ilişkin uyuşmazlıklarda sigortalının iyiniyetli olup olmadığı, diğer bir ifade ile B.K. 63. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı hususu somut olayın özelliğine bağlı olarak Özel Daireler tarafından değerlendirilmeye de devam etmiştir.

 

 

III- 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve 506 sayılı Kanunun 121. maddesini yürürlükten kaldıran 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi ile;

 

 

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

 

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır. …> hükmüne yer verilmiştir.

 

Anılan maddenin yürürlük tarihinden sonra Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2011 gün 2011/21-362 E. 2011/409 K.; 06.07.2011 gün 2011/21-402 E. 2011/472 K. ve 05.10.2011 gün 2011/10-476 E. 2011/584 K. sayılı kararlarında yapılan değerlendirme sonucunda, özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun, yine özel düzenleme içeren 96. maddesi hükmünün, genel nitelikteki 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliğine sahip olduğunun kabulü ile 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin uyuşmazlıklarda öncelikle uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.

 

Ne var ki, sigortalının lehine olduğu değerlendirmesi ile 96. maddenin uygulama önceliğine sahip olduğu kabulü sonrasında, sebepsiz zenginleşenin iade borcunu düzenleyen 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesi hükmünün, diğer bir ifade ile somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilecek halinde düzenlemesinin uygulamasına imkan kalmamıştır. Zira 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi sadece sigortalının kasıt veya kusurlu davranışını değerlendirmekte, ancak her durumda sigortalıyı iade borcu altına sokmakta ve sigortalı iyiniyetli olsa dahi geriye doğru 5 yıllık yersiz ödemeyi (şartları oluştuğu takdirde faizi ile birlikte) iade ile yükümlü olmaktadır. Dolayısıyla 96. maddenin yürürlük tarihi sonrasında BK 63. maddenin uygulanmasına imkan bulunmadığı yönündeki değerlendirme sonuç itibariyle iyiniyetli sigortalının aleyhine sonuç doğurmaktadır.

 

Ayrıca, BK’nun 63. maddesinin 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi karşısında uygulama yeri olmadığının kabulü, BK’nun 63. maddesinin sebepsiz zenginleşenin iade borcunun kapsamını, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin ise Kurumun alacak hakkının kapsamını düzenlemesi, diğer bir ifade ile farklı hususları düzenlemesi ve farklı hususları düzenleyen iki kanun hükmü arasında genel kanun-özel kanun değerlendirilmesinin yapılmasına da imkan bulunmaması karşısında isabetsizdir.

 

Öte yandan, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi iadesi gereken miktar yönünden; düzenlemesine yer vermiştir.

 

Davada düzenlemesinin hukuki anlamının, mülga 506 sayılı Kanunun 121. maddesindeki düzenlemesinden farklı olması hususu da gözetildiğinde, iade talebini içeren davanın, genel hükümlere tabi bir hukuk davası nasıl çözümlenir ise o tarzda genel hükümlere göre halledilmesi anlamında olduğunu kabul etmek gerekir.

 

Ayrıca, somut olayda davanın yasal dayanağını teşkil eden 3201 sayılı Kanunun 6. maddesi hükmünün yargılama sırasında sigortalı lehine yapılan değişikliğin de bu davada değerlendirilmesi gerekir.

 

3201 sayılı Kanunun 6. maddesinin 5754 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesi ilk halinde:

 

 

B)- Bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan, tekrar yurt dışında çalışmaya başlayanların çalışmaya başladıkları tarihi takip eden aybaşından itibaren aylıkları kesilir…>

 

Düzenlemesi yer almakta iken,

 

5754 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında 08.05.2008 tarihinde yürürlüğe giren madde metni:

 

şeklindedir.

 

Davacı tahsis talep tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat uyarınca talep tarihinde Türkiye’de sigortalı olarak çalıştığından yaşlılık aylığına hak kazanması mümkün bulunmamaktadır.

 

Ne var ki, yargılama sırasında 3201 sayılı Kanunun 6. maddesinde 5997 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ve düzenleme 19.06.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

 

Buna göre:

 

Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 5510 sayılı Kanunun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümleri uygulanır…>.

 

Anılan değişikliğin gerekçesinde açıklaması yer almaktadır.

 

Maddede yapılan değişikliğin, gerekçesinde de açıkça belirtildiği üzere yaşlılık aylığı almakta olan sigortalıların SGDP’ne tabi olarak çalışmaya devam edebilmeleri amacıyla yapıldığı açıktır.

 

Sigortalının lehine getirilen ve somut uyuşmazlıkta yargılama sırasında yürürlüğe giren bu maddenin, Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2011 gün ve 2011/21-362 E., 2011/409 K. sayılı kararında da benimsenen ilkeler uyarınca, yürürlük tarihi öncesine uygulanmayacağına ilişkin açık bir düzenleme bulunmaması ve özellikle sosyal güvenlik hukukunun kamusal niteliği gözetilmek suretiyle devam etmekte olan uyuşmazlığa uygulanması gerekir.

 

Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesindeyim.

Hackerlerin, müşterinin hesabını boşaltmasından banka ve GSM şirketi birlikte sorumlu

Korsanlığın faturası banka ve GSM şirketine

Antalya’da bir bankanın internet sistemine giren hackerlerin, Seyit Yılmaz’ın müşteri bilgilerini ele geçirip hesabındaki parayı boşaltması üzerine, Antalya Tüketici Mahkemesi’nin verdiği ‘Parayı banka ve GSM şirketi birlikte ödeyecek’ kararını Yargıtay onadı. Banka ve GSM şirketi, hackerlerin aldığı 30 bin 500 lirayı, 3 yıl sonra 55 bin lira olarak hesap sahibine ödedi.

12 Ocak 2009’da Seyit Yılmaz’ın kimlik bilgileriyle sahte nüfus cüzdanı örneği düzenleyen bilgisayar korsanları (Hacker) bir GSM bayisinden Yılmaz’ın cep telefonu aboneliğini iptal ettirdi. Daha sonra internet bankacılığı sistemine giren hackerler, Seyit Yılmaz’ın hesabındaki 30 bin 500 lirayı, başka bir şubede açılmış hesaba aktardı. Hesabının bulunduğu banka, para hareketini Yılmaz’ın iptal edilen telefonuna mesaj olarak gönderdi. Bu mesaj, hattı kapalı olduğu için Yılmaz’a ulaşmadı.

Banka görevlileri, ertesi gün başka bir numaradan Yılmaz’a ulaşarak, hesabındaki paranın bir başka bankaya aktarıldığını bildirdi. Seyit Yılmaz ise böyle bir işlem yapmadığını belirterek, “Nasıl benden teyit almadan parayı aktarırsınız” diye itiraz etti.

BANKA VE GSM ŞİRKETİNE DAVA AÇTI
Hem bankaya hem de cep telefonunu kendi bilgisi dışında kapattığı gerekçesiyle GSM şirketi aleyhine Antalya Tüketici Mahkemesi’nde dava açan Seyit Yılmaz, zararının faiziyle birlikte telafisini istedi. Mahkeme, gerekçeli kararında GSM şirketi ile bankayı sorumlu tuttu. Mahkeme, paranın banka ve GSM firması tarafından ortak olarak yasal faiziyle birlikte Seyit Yılmaz’a ödenmesine hükmetti.

PARA 55 BİN LİRA OLARAK ÖDENDİ
Banka ve GSM firmasının avukatları, kararı Yargıtay’a taşıdı. Geçen yılın son günlerinde Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’ne giden dosya kısa süre önce karara bağlandı. Yargıtay 13’üncü Hukuk Dairesi, kimlik bilgilerini kontrol etmeden Seyit Yılmaz’ın GSM hattını iptal eden ve hesaptaki parayı bilgisayar korsanlarınca başka bir hesaba aktaran banka aleyhine verilen kararı onadı. Buna göre banka ve GSM firması 3 yıl aradan sonra 30 bin 500 TL’yi yasal faiziyle birlikte Seyit Yılmaz’a yaklaşık 55 bin lira olarak ödedi.

Seyit Yılmaz’ın avukatı Cengizhan Gököz, “Yargıtay Antalya Tüketici Mahkemesi’nin kararını onayarak içtihat haline getirmiştir. Artık ne banka (Ben mesaj gönderdim) ne de GSM firması (mesaj yerine gitmemişse benim sorunum değildir) diyemeyecek” diye konuştu.

Yargıtay kararı: Evli erkekle birlikte olan kadın tazminat ödemeli

tokmakYargıtay, evli kişilerle birlikte olanlara tazminat yolunu açan bir karara imza attı. İzmir’de yaşayan A.S., üç yıl önce intihar eden eşi pilot binbaşı Murat S. ile ilişkiye girip, ‘kişilik haklarına zarar verdiği’ iddiasıyla T.A.’ya 10 bin TL’lik manevi tazminat davası açtı. Yerel mahkeme davayı reddetti. Ancak, temyize başvuran A.S.’nin talebini yerinde gören Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesi, T.A.’nın, evli olduğunu bilmesine rağmen davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğini, bu nedenle tazminat ödemeye mahkûm edilmesi gerektiğini belirtip kararı bozdu.
Aldatılan eş A.S.’nin mahkemeye verdiği dilekçeye göre, A.S. ile eşi Murat S., 1990’da evlendi. 10 yıl süren evlilikleri, Murat S.’nin 2000 yılında İzmir’deki Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Kara Havacılık Alayı’na atanmasıyla bozuldu. İnternette bir sohbet grubu oluşturan Murat S., davalı T.A. ile tanıştı. A.S. sonrasını şöyle anlattı:
“Bu tanışma daha sonra aşka dönüştü. 1.5 yıla yakın bu beraberlikleri devam etti, eşim 2006 yılında intihar edene dek sürdü. T.A., eşimle evli olduğumu bilerek bu ilişkiye başladı. Kendisine bağlamak amacıyla hamile olduğu konusunda yalan söyledi. Eşimin tıbbi olarak çocuk sahibi olması mümkün değildir. Davalı 5 Nisan 2006’da hamile olduğunu gösteren raporu verdikten sonra eşim evi terk edip gitti. Bu beni ruhsal çöküntüye sürükledi. İntihara bile teşebbüs ettim. Depresyon tedavisi görmeye başladım. Eşim hatasını anlayıp döndü. Beni terk etmesinin vicdan azabı ve ruhsal bunalımı sonucu zehir içip kollarımda öldü. Bana bu acıları yaşatan T.A., eşimle mutlu olduğumu bile bile bu oyunu oynamıştır. Davalı, kişilik haklarıma ve manevi varlığıma, aile bütünlüğüme ağır saldırıda bulunmuştur. 10 bin TL manevi tazminat ödenmesini istiyorum.”

‘Sorumlusu aldatan erkek’
İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi, davacının manevi zarara uğramasının, davalının eylemi ile bir ilgisinin olmadığını, bir zarar söz konusu ise bu zararın evlilik birliğine aykırı davranan kocası tarafından gerçekleştiğini belirtip davanın reddine karar verdi. Temyiz aşamasında dosyayı inceleyen Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesi ise davalı T.A.’nın olayda kusurlu olduğunu, davacının zarara uğradığını belirtip yerel mahkemenin kararını bozdu. Bozma kararı şöyle:
“Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar’ biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme, evliliği bilerek katılan kişi de zarardan sorumludur. Davalı, davacının evli olduğunu bilerek, duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğine göre, Borçlar Kanunu’nun 49’uncu maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulmalıdır. Yerel mahkemece, açıklanan olgular gözetilerek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmektedir. Bu nedenle yerel mahkemenin verdiği karar oyçokluğuyla bozulmuştur.”

İŞE İADE DAVASI / DAVALARIN BİRLİKTE GÖRÜLMESİ / İŞE İADE DAVALARININ ÖZELLİĞİ / DAVANIN HER BİR İŞÇİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

T.C.

YARGITAY

Dokuzuncu Hukuk Dairesi

E: 2006/8221

K: 2006/13053

T: 9.5.2006

İŞE İADE DAVASI
DAVALARIN BİRLİKTE GÖRÜLMESİ
İŞE İADE DAVALARININ ÖZELLİĞİ
DAVANIN HER BİR İŞÇİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

4857 s. İŞ KANUNU [Madde 18]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 21]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 43]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 45]

İşe iade davalarının özelliği gereği iş güvencesinden yararlanma koşullarının, geçerli neden kavramı ile işe başlatmama tazminatının her bir işçi yönünden değerlendirilmesi gerekir.

Davacı, feshin geçersizliği ve işe iadesine karar verilmesini İstemiştir. Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı ile davacılardan 1. M. 2. B. avukatları tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı ve 6 arkadaşı tarafından davalı işveren aleyhine ayrı ayrı işe iade davaları açılmış, mahkemece davaların birleştirilmesine karar verilerek yargılama yapılmak suretiyle sonuca gidilmiştir. Bir kısım davacı işçiler yönünden işverence yapılan feshin geçersizliğinin tespiti ile işe iadelerine, diğerleri yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemece bu ayrıma gidilirken kararda gerekçeye de yer verilmemiştir.

Davacı işçilerin iş sözleşmeleri aynı gün, ancak birbirinden farklı nedenlerle feshedilmiştir. Bu nedenle davaların birlikte görülmesi doğru olmaz. İşe iade davalarının özelliği gereği iş güvencesinden yararlanma koşullarının, geçerli neden kavramı ile işe başlatmama tazminatının her bir işçi yönünden değerlendirilmesi gerekir. Temyiz incelemesi sırasında kararın denetimindeki güçlüklerin yanında, her bir işçi yönünden hükmün infazı da sorun oluşturmaktadır. Bu nedenle, davaların tefrikine karar verilerek ayrı ayrı yapılacak yargılama sonucuna göre hüküm kurulmak üzere kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 09.05.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.