Etiket arşivi: DAVADA

Konusuz kalan davada haklılık durumuna göre yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmeli

Yargıtay 19.Hukuk Dairesi 2012/14600 esas ve 2013/1145 karar sayılı 23.01.2013 tarihli kararı

“Konusuz kalan davada dava tarihindeki haklılık durumunun tespit edilerek yargılama giderlerine ve vekalet ücretine hükmedilmesi gerekir.”

Taraflar arasındaki ipoteğin fekki davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili; asıl borçlu … A.Ş. ‘nin … A.Ş.’ye olan kredi borcunu bankanın TMSF’ye devrinden sonra ödediğini, ancak davalının müvekkilinin taşınmazlarındaki ipoteği kaldırılmadığını belirterek ipoteklerin fekkine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; yargılama sırasında temlik alacaklısı … varlık yönetim A.Ş.’nin verdiği vekalete istinaden ipoteğin fekkedildiği, davalının dava açılmasına sebebiyet vermediği gerekçesiyle konusu kalmayan davanın esası hakkında ayrıca karar verilmesine yer olmadığına, davacı yararına vekalet ücreti takdirinede yer olmadığına karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davanın konusuz kalması halinde dava tarihindeki haklılık durumunun tespit edilerek yargılama masraflarına hükmedilmesi gerekir. Davacı yan, dava tarihinden önce davalıya gönderdiği 25.05.2010 ve 12.07.2010 tarihli ihtarnameler ile borcun ödenerek tasfiye edildiğini bildirip taşınmaz üzerindeki ipoteğin fekkini istemiştir. Buna rağmen davalı yan ipoteği kaldırmayarak davanın açılmasına sebebiyet vermiş ve yargılama sırasında da ilk celseye gelerek davanın kabulüne ilişkin bir beyanda bulunmamıştır. Bu durumda davalının yargılama giderlerinden ve vekalet ücretinden sorumlu tutulması gerekirken aksi yöndeki mahkeme kararında isabet görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 23.01.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Basından Hukuk Haberleri • RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A HAKARET SAVIYLA AÇILAN DAVADA YEREL MAHKEME BERAAT KARARI

Recep Tayyip Erdoğan’a Hakaret Savıyla Açılan Davada Beraat Kararı

İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde uzman hekim olarak çalışan müvekkil hakkında, o tarihte Başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Facebook hesabı üzerinden paylaştığı görüntülerle hakaret ettiği savıyla Malatya 8. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan dava sonunda, ‘suç işleme kastının bulunmadığı’ gerekçesiyle müvekkilin beraatına karar verilmiştir.

Karar, davada ‘temyiz hakkı’ kazanamamış Recep Tayyip Erdoğan vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Bu nedenle temyiz istemi CMK. 237/1, 242/1 ve 296/1 maddelerine açıkça aykırıdır.

Şöyle ki:

Mahkemece, 06.11.2014 tarihli duruşmada verilen ara kararı gereğince iddianame ve duruşma tutanağı Cumhurbaşkanlığı Hukuk İşleri Başkanlığına gönderilerek, davadan haberdar edilmeleri ve varsa taleplerini Mahkemeye bildirmeleri olanağı sağlandığı halde geçen iki buçuk ay içerisinde davaya katılma talepleri olmadığı için ‘katılan’ sıfatını kazanamamıştır.

‘CMK m. 237- (1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.’ ve

‘CMK m.242 – (1) Katılan, Cumhuriyet savcısına bağlı olmaksızın kanun yollarına başvurabilir.’ dediğinden dolayı ‘katılan’ sıfatı olmanyınca yapılan temyiz başvurusu açıkça hukuka aykırı olmuştur.

Bu nedenle temyiz isteminin Yargıtay’ca reddedilmesi gerekir. 25.03.15

Sanık Avukatı
Av. Selahattin Sarıoğlu

C.SAVCILIĞI İDDİANAMESİ
Resim
DURUŞMA TUTANAĞI VE HÜKÜM KARARI
Resim
Resim
MAHKEMENİN ARA KARARLA, CUMHUR BAŞKANLIĞI HUKUK İŞLERİNE GÖNDERDİĞİ MÜZEKKERE
Resim
MAHKEME KARARINA KARŞI KATILAN HAKKI OLMAYANIN,TEMYİZ TALEBİ.
Resim

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Mar 26, 2015 5:52 am


Yargıtay 9. H.D. 2008/25343E. 2010/16169K. *Kısmî Davada Kesinleşen Kararın Tespit Bölümü Ek Davada Kesin Delil Oluşturur

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi:

2008/25343 esas

 2010/16169 karar 

YARGITAY İLAMI

Mahkemesi : Ankara 10. İş Mahkemesi

Tarihi : 30/7/2007

Numarası : 2007/415-2007/477

 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 6.5.2008 tarih ve 2008/70073 sayılı yazısı ile davacı ile davalı Şirket arasındaki alacak davasına ilişkin olup, temyiz edilmeksizin kesinleşen Ankara 10. İş Mahkemesinin 30.7.2007 gün ve 2007/415 E. 2007/477 K. sayılı ilamının kanun yararına bozulması talep edilmekle;

Dava dosyası ve talep yazısı incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

 

YARGITAY KARARI

Davacı  vekili tarafından davalı şirkete karşı açılan ek davada, Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas sayılı dosyası üzerinden yürütülen dava sonunda kıdem tazminatı yönünden taleple bağlı kalınarak kabul ve fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verildiği belirtilerek bilirkişi raporunda 252.38 YTL olarak hesaplanan kıdem tazminatından bakiye 52,38 YTL lik alacağın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istenilmiştir.

 

Davalı vekili tarafından davanın reddi istenmiş ve karşı dava açılmıştır. Karşı davada, Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı hükmü gereğince icra takibi yapıldığı belirtilerek, davacının 21/11/2002 tarihinde işten ayrılmasından sonra 25/11/2002 tarihinde imzaladığı ibranamenin göz önünde bulundurulması suretiyle 147.473.200 YTL alacağın yasal faiziyle birlikte davacı karşı davalıdan tahsiline karar verilmesi istenilmiştir.

 

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, söz konusu ibranamenin Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas sayılı dosyasına da delil olarak sunulduğu, ancak Mahkeme tarafından tartışılıp değerlendirmeye alınmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile mahsup işlemi yapıldıktan sonra bakiye 84,00 YTL’nin davacı karşı davalıdan alınıp davalı-karşı davacıya verilmesine karar verildiği ve hükmün miktar itibariyle kesin olduğu anlaşılmıştır.

 

Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.

 

Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.

 

Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.

 

Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, davanın sona erdirilmesine hizmet etmektir. Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler. (Örneğin 20.6.1996 tarihinde kabul edilen 4145 sayılı yasa gereğince HUMK. m. 427′de yapılan değişiklikle 1.1.2000 tarihinden itibaren miktar ve değeri 40.000.000.- TL. yi geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin verilen son kararlar kesindir. Bu kararlara karşı herhangi bir olağan yasa yoluna başvurulamaz)

 

Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse, veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.

 

Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bununla birlikte bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

 

Diğer yandan, maddi anlamda kesin hüküm, yargısal kararlara tanınan hukuksal gerçeklik niteliğidir. Maddi anlamda kesin hüküm sayesinde, mahkeme kararlarına güven duyulması ve bu kararların uygulanması, yanlar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulması, çelişik kararlar verilmesine engel olunması, toplumsal yaşam için zorunlu olan hukuksal istikrarın sağlanması amaçlanır.

 

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK. m.237 de açıklanmıştır. Bunlar; dava konularının (müddeabihlerinin), dava nedenlerinin ve yanlarının aynı olmasıdır.

 

Buna karşılık, birden fazla kişi aynı davayı açma yetkisine sahip iseler, bunların birinin açtığı davada verilen kararın, diğerinin açtığı davada kesin hüküm oluşturmazsa da, güçlü delil oluşturacağı belirgindir.

 

Kesin hüküm, yanların cüzi ve külli haleflerini (özel ya da genel ardı) bağlar. Bunun gibi kesin hüküm tüm yargısal organları da bağlar. Artık, hiçbir mahkeme aynı konuyu yeniden inceleyip, farklı yönde yeni bir karar veremez.

 

Yasama ve yürütme organları ile yönetim, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve yönetim, mahkeme kararları hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. (Anayasa m. 138, IV) Dolayısıyla kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir yasa ile değiştirilemez, ortadan kaldırılamaz. (Anayasa Mahkemesinin 2.6.1989 gün ve 1989/36-24 sayılı ilamı (R.G. 28.9.1989 gün ve 20.296 sayılı, sayfa 17 vd) 19.10.1990 gün ve 1990/3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ( R.G. 22.2.1991 gün ve 20.794 sayılı sayfa: 35 vd), HGK.nun 5.6.1991 gün ve 1991/5-215 E. ve 342 K. sayılı ilamı) (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı, 2001 cilt V sayfa 4980 vd.)

 

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınır.

Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.

 

Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK.m.236), senet (HUMK.m.287), yemin (HUMK.m.337) ve kesin hükümdür. (HUMK.m.237) Yukarıda kesin hükmün de kesin delil oluşturabileceği açıklanmıştır. (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı 2001 ciltli S: 2034 vd)

Somut uyuşmazlıkta; Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı dosyasında kıdem tazminatına ilişkin talep kısmî bir dava olup fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmuştur.

 

Kısmî dava hakkında verilen kararın kısmî dava konusu yapılan alacak kesimi için kesin hüküm teşkil ettiği şüphesizdir. Kısmî dava sonunda davalının borcunu ödemeye mahkum edilmesi veya kısmî davanın tamamen veya kısmen reddine karar verilmiş olması halinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı veya yokluğu da tespit edilmiş olur ki, bu tespit borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kısmî dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü, sonradan açılan ek davada kesin delil oluşturur.

 

Kıdem tazminatına ilişkin kısmî davanın tamamının kabulüne ilişkin olan Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı hükmü, sonrada açılan ek davada kesin delil teşkil etmektedir. Anılan hüküm ile, işçinin kıdem tazminatı isteme hakkının varlığı saptanmış ve davalı işverenin davacıya kıdem tazminatı ödemekle yükümlü olduğu tespit edilmiştir.

 

Kesin delil bulunan bir konuda, Mahkemece bu yönün doğruluğunun yeniden araştırılması ve inceleme konusu yapılması hukuken mümkün değildir. Ek davaya bakan mahkeme kısmı dava sonunda verilen hükmün tespite ilişkin bölümü ile bağlıdır. Kamu düzeni ile ilgili olan bu hususun resen göz önünde tutulması gerekmektedir.

 

Mahkemece söz konusu kesin delilin varlığına rağmen anılan ibranameye geçerlilik tanınması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

 

SONUÇ: Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle Ankara 10. İş Mahkemesinin 30.07.2007 tarih ve 2007/415-Esas, 2007/4777 Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Kısmî davada kesinleşen kararın tespit bölümü ek davada kesin delil oluşturur

Kısmî dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü, sonradan açılan ek davada kesin delil oluşturur

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden: 2008/25343 esas sayılı ve 2010/16169 karar sayılı kararı
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : Ankara 10. İş Mahkemesi
Tarihi : 30/7/2007
Numarası : 2007/415-2007/477
Davacı : Orhan KARATAŞ adına Avukat Kemal ACAR
Davalı : Klavye Giyim San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Avukat Battal Gazi BATAR
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 6.5.2008 tarih ve 2008/70073 sayılı yazısı ile davacı Orhan Karataş ile davalı Klavye Giyim San. ve Tic. Ltd. Şirketi arasındaki alacak davasına ilişkin olup, temyiz edilmeksizin kesinleşen Ankara 10. İş Mahkemesinin 30.7.2007 gün ve 2007/415 E. 2007/477 K. sayılı ilamının kanun yararına bozulması talep edilmekle;

Dava dosyası ve talep yazısı incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı Orhan Karataş vekili tarafından Klavye Giyim Sanayi ve Ticaret Limited Şirketine karşı açılan ek davada, Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas sayılı dosyası üzerinden yürütülen dava sonunda kıdem tazminatı yönünden taleple bağlı kalınarak kabul ve fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verildiği belirtilerek bilirkişi raporunda 252.38 YTL olarak hesaplanan kıdem tazminatından bakiye 52,38 YTL lik alacağın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istenilmiştir.

Davalı vekili tarafından davanın reddi istenmiş ve karşı dava açılmıştır. Karşı davada, Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı hükmü gereğince icra takibi yapıldığı belirtilerek, davacı Orhan Karataş’ın 21/11/2002 tarihinde işten ayrılmasından sonra 25/11/2002 tarihinde imzaladığı ibranamenin göz önünde bulundurulması suretiyle 147.473.200 YTL alacağın yasal faiziyle birlikte davacı karşı davalıdan tahsiline karar verilmesi istenilmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, söz konusu ibranamenin Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas sayılı dosyasına da delil olarak sunulduğu, ancak Mahkeme tarafından tartışılıp değerlendirmeye alınmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile mahsup işlemi yapıldıktan sonra bakiye 84,00 YTL’nin davacı karşı davalıdan alınıp davalı-karşı davacıya verilmesine karar verildiği ve hükmün miktar itibariyle kesin olduğu anlaşılmıştır.

Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.

Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.

Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.

Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, davanın sona erdirilmesine hizmet etmektir. Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler. (Örneğin 20.6.1996 tarihinde kabul edilen 4145 sayılı yasa gereğince HUMK. m. 427′de yapılan değişiklikle 1.1.2000 tarihinden itibaren miktar ve değeri 40.000.000.- TL. yi geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin verilen son kararlar kesindir. Bu kararlara karşı herhangi bir olağan yasa yoluna başvurulamaz)

Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse, veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.

Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bununla birlikte bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

Diğer yandan, maddi anlamda kesin hüküm, yargısal kararlara tanınan hukuksal gerçeklik niteliğidir. Maddi anlamda kesin hüküm sayesinde, mahkeme kararlarına güven duyulması ve bu kararların uygulanması, yanlar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulması, çelişik kararlar verilmesine engel olunması, toplumsal yaşam için zorunlu olan hukuksal istikrarın sağlanması amaçlanır.

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK. m.237 de açıklanmıştır. Bunlar; dava konularının (müddeabihlerinin), dava nedenlerinin ve yanlarının aynı olmasıdır.

Buna karşılık, birden fazla kişi aynı davayı açma yetkisine sahip iseler, bunların birinin açtığı davada verilen kararın, diğerinin açtığı davada kesin hüküm oluşturmazsa da, güçlü delil oluşturacağı belirgindir.

Kesin hüküm, yanların cüzi ve külli haleflerini (özel ya da genel ardı) bağlar. Bunun gibi kesin hüküm tüm yargısal organları da bağlar. Artık, hiçbir mahkeme aynı konuyu yeniden inceleyip, farklı yönde yeni bir karar veremez.

Yasama ve yürütme organları ile yönetim, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve yönetim, mahkeme kararları hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. (Anayasa m. 138, IV) Dolayısıyla kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir yasa ile değiştirilemez, ortadan kaldırılamaz. (Anayasa Mahkemesinin 2.6.1989 gün ve 1989/36-24 sayılı ilamı (R.G. 28.9.1989 gün ve 20.296 sayılı, sayfa 17 vd) 19.10.1990 gün ve 1990/3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ( R.G. 22.2.1991 gün ve 20.794 sayılı sayfa: 35 vd), HGK.nun 5.6.1991 gün ve 1991/5-215 E. ve 342 K. sayılı ilamı) (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı, 2001 cilt V sayfa 4980 vd.)

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınır.

Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.

Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK.m.236), senet (HUMK.m.287), yemin (HUMK.m.337) ve kesin hükümdür. (HUMK.m.237) Yukarıda kesin hükmün de kesin delil oluşturabileceği açıklanmıştır. (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı 2001 ciltli S: 2034 vd)

Somut uyuşmazlıkta; Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı dosyasında kıdem tazminatına ilişkin talep kısmî bir dava olup fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmuştur.

Kısmî dava hakkında verilen kararın kısmî dava konusu yapılan alacak kesimi için kesin hüküm teşkil ettiği şüphesizdir. Kısmî dava sonunda davalının borcunu ödemeye mahkum edilmesi veya kısmî davanın tamamen veya kısmen reddine karar verilmiş olması halinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı veya yokluğu da tespit edilmiş olur ki, bu tespit borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kısmî dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü, sonradan açılan ek davada kesin delil oluşturur.

Kıdem tazminatına ilişkin kısmî davanın tamamının kabulüne ilişkin olan Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı hükmü, sonrada açılan ek davada kesin delil teşkil etmektedir. Anılan hüküm ile, işçinin kıdem tazminatı isteme hakkının varlığı saptanmış ve davalı işverenin davacıya kıdem tazminatı ödemekle yükümlü olduğu tespit edilmiştir.

Kesin delil bulunan bir konuda, Mahkemece bu yönün doğruluğunun yeniden araştırılması ve inceleme konusu yapılması hukuken mümkün değildir. Ek davaya bakan mahkeme kısmı dava sonunda verilen hükmün tespite ilişkin bölümü ile bağlıdır. Kamu düzeni ile ilgili olan bu hususun resen göz önünde tutulması gerekmektedir.

Mahkemece söz konusu kesin delilin varlığına rağmen anılan ibranameye geçerlilik tanınması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

SONUÇ: Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle Ankara 10. İş Mahkemesinin 30.07.2007 tarih ve 2007/415-Esas, 2007/4777 Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Zorunlu Mali mesuliyet sigortası kapsamında açılan davada görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesidir

 

Değerli hukukçu, İstanbul Barosu üyesi, meslektaşımız sayın Avukat Mahmut Asrağ’ın mail grubunda paylaştığı, Yargıtay kararı için kendisine çok teşekkür ederiz. Genç Baro okurları için kararı paylaşıyoruz.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi

2013/3377 esas ve 2013/4482 karar sayılı 28.03.2013 tarihli karar

• DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI DAVASI ( Trafik Kazası Nedeniyle Maruz Kalınan Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Sigorta Şirketinden Tahsili İstemi Türk Ticaret Kanununda Sayılan Hususlardan Olduğu – Uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi Görevine Girdiği )
• GÖREV ( Trafik Kazası Nedeniyle Maruz Kalınan Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Sigorta Şirketinden Tahsili İstemi Türk Ticaret Kanununda Sayılan Hususlardan Olması Nedeniyle Uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi Görevine Girdiği – Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davası )
• SİGORTA ŞİRKETİ ( Tarafına Trafik Kazası Nedeniyle Maruz Kalınan Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Tahsili İstemi Türk Ticaret Kanununda Sayılan Hususlardan Olduğu/Uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi Görevine Girdiği – Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davası )
6102/m.4,5,1402,1483
ÖZET : Dava, destekten yoksun kalma tazminatının istemine ilişkindir. Somut olayda, talebin trafik kazası nedeniyle maruz kalınan destekten yoksun kalma tazminatının sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkin olduğu, davanın, Türk Ticaret Kanununda sayılan hususlardan olduğu anlaşıldığından uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi görevine girdiği dikkate alınarak davanın esasına girilerek tarafların delillerinin toplanması, iddia ve savunmalarının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalının trafik sigortacısı olduğu araç ile davacı Ekrem’in idaresinde tek taraflı olarak yaptığı kaza sonucu davacıların desteği Gülümser’in vefat ettiğini belirterek fazlaya dair haklarını saklı tutarak toplam 10.000,00.-TL destek tazminatının olay tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, ihtilafın doğrudan davacılar ile davalı arasında akdedilmiş sigorta sözleşmesindenkaynaklanmadığı, davacıların taleplerinin hukuki dayanağının haksız fiil olduğu, somut olayda taraflar arasında 6102 sayılı TTK’nın 1402 ve devamı hükümlerinin uygulanmasına olanak olmadığı, sigorta şirketinin sorumluğunun 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklandığı gerekçesi ile görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı zorunlu mali mesuliyet sigortası şirketinden trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Bilindiği gibi Asliye Mahkemeleri, Asliye Hukuk ve Asliye Ticaret Mahkemeleri olarak ikiye ayrılır. Asliye Ticaret Mahkemeleri, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevine giren ticari davaların çözümlendiği mahkemelerdir.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin görevine giren işler dışında kalan tüm uyuşmazlıklar Asliye Hukuk Mahkemesince çözümlenir. Hangi davaların ticari dava olduğu TTK’nun 4. maddesinde sayılmıştır. Bundan başka, bir yerde ticaret mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesinin görevi içinde bulunan ve bu kanunun 4.maddesi hükmünce ticari sayılan davalarda hususi hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere Asliye Ticaret Mahkemesinde bakılacağı düzenlenmiştir ( TTK’nun 5/II ).

Türk Ticaret Kanunun 4. maddesinde,bu kanundan doğan hukuk “davalarının” ticari dava sayıldığı, aynı kanunun 5. maddesinin 2.fıkrasında, bir yerde ticaret mahkemesi varsa asliye hukuk mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4. maddesi hükmünce ticari sayılan “davalara”, ticaret mahkemesinde bakılacağı hususları düzenlenmiştir.

Türk Ticaret Kanunun 3. maddesinde, ”Bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir” düzenlenmiştir.

Türk Ticaret Kanunun 1483 ve devamı maddelerinde “zorunlu sorumluluk sigortalar” düzenlenmiştir.

Bir hukuki işlemin veya fiilin Türk Ticaret Kanun’u kapsamında kaldığının kabul edilmesi için, yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen bu kanunda düzenlenen hususlarla, bir ticari işletmeyi ilgilendiren hukuki işlemin veya fiilin olması gerekir.

Somut olayda, talebin trafik kazası nedeniyle maruz kalınan destekten yoksun kalma tazminatının sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkin olduğu,davanın,Türk Ticaret Kanunun 1483 vd. maddelerinde sayılan hususlardan olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi görevine girdiği dikkate alınarak davanın esasına girilerek tarafların delillerinin toplanması, iddia ve savunmalarının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmen BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, 28.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TAPU İPTALİ VE TESCİL / OLAĞANÜSTÜ KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI / KÖY TÜZEL KİŞİLİĞİNİN DAVADA HASIM GÖSTERİLMESİ ZARURETİ / GENEL HARMAN YERİ OLARAK SINIRLANDIRILAN TAŞINMAZ

T.C.
YARGITAY
Sekizinci Hukuk Dairesi
E:2006/2174
K:2006/2698
T:20.4.2006
TAPU İPTALİ VE TESCİL
OLAĞANÜSTÜ KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI
KÖY TÜZEL KİŞİLİĞİNİN DAVADA HASIM GÖSTERİLMESİ ZARURETİ
GENEL HARMAN YERİ OLARAK SINIRLANDIRILAN TAŞINMAZ
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 713]
N. ile Hazine aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair ( S. Asliye Hukuk Hakimliği )nden verilen 01.l2.2005 gün ve 47/130 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Davacı, satın alma, miras yoluyla intikal ve eklemeli kazanmayı sağlayan zilyetlik nedenleriyle 101 ada 11 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine temsilcisi, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı
Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu, 101 ada 11 parsel 25.6.1999 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında Harman yeri niteliğiyle orta malı olarak sınırlandırılmış, tutanak 10.11.2000 tarihinde itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Dava Hazine hasım gösterilerek açılmış, taşınmazın bulunduğu Z. köyü tüzel kişiliği davada yer almamıştır. Genel harman yeri olarak sınırlandırılan taşınmazın tescili talebini içeren davada ilgili yerel tüzel kişinin TMK.nun 713/3.maddesi gereğince davaya dahil edilmesi gerekir. Bu itibarla davada lehine sınırlandırma yapılan ve köy halkının kullanımına terk edilen dava konusu taşınmaz yönünden bulunduğu yer itibariyle Z. köyü tüzel kişiliği hasım gösterilmeden açılan davanın mahkemece sonuçlandırılması doğru olmamıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle davalı Hazine vekilinin temyiz itirazları yerinde bulunduğundan kabulüyle eksik incelemeye dayalı usul ve kanuna aykırı hükmün HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenlerine göre sair yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 20.4.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TAPU İPTALİ VE TESCİL / BİRLEŞTİRİLEN DAVADA ECRİMİSİL İSTENMESİ

T.C

YARGITAY
Ondördüncü Hukuk Dairesi

E: 2006/4455

K: 2006/5385

T: 08.05.2006

4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 677]

Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 22.7.2002 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil birleştirilen davada tazminat ve ecrimisil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne, birleştirilen davanın feragat nedeniyle reddine dair verilen 3.5.2005 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalılar A…. ve M….. tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Tapulama sırasında 10500 m2 yüzölçümündeki 433 parsel sayılı taşınmaz tapu kaydına dayanılarak tarafların ortak miras bırakanı H…… adına tespit görmüş, dava dışı Orman Yönetiminin itirazı üzerine Tapulama Mahkemesinde açılan davaya davacı M…….. davalılardan paylarını satın aldığı iddiasıyla katılmış, Tapulama Mahkemesince Orman Yönetiminin davası reddedilmiş, katılan M….yönünden ise görevsizlik kararı verilmiştir.

Davacı tapulama tespit tarihinden sonra davalı A….’nin 3.10.1966 tarihli adi yazılı, davalı M…..’nın de 11.2.1966 tarihli adi yazılı satış senedi ile biçimine uygun düzenlenen 17.8.1988 tarihinde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmelerine dayanmıştır.

Mahkemece dayanılan sözleşmeler geçerli ve yeterli kabul edilerek istem hüküm altına alınmış kararı davalılar temyiz etmiştir.

Taraflar tespit maliki Hüseyin’in mirasçılarıdır.

Dayanılan satış senetlerinin içeriği taraflarca inkâr edilmemiştir.

Gerçekten Türk Medeni Kanunun 677. maddesi uyarınca terekenin tamamının veya bir kısmının üzerinde mirasçılar arasında miras payının devri konusunda sözleşme yapılabilir. Yapılacak bu sözleşmenin geçerliliği yazılı şekle bağlıdır. Gerek 3.11.1976 tarihli ve gerekse 11.2.1966 tarihli sözleşmeler yazılı şekilde yapıldığından ve bu sözleşmelerle davalılar terekedeki bir kısım haklarını davacıya devrettiklerinden mahkemece davanın kabulüne karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık yoktur.

Yapılan yargılamaya toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre davalıların temyiz itirazlarının reddiyle usul ve uygun hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın ONANMASINA, onama harcının temyiz edene yükletilmesine, 8.5.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

İTİRAZIN İPTALİ DAVASI / İCRA TAKİBİNE DAYANAK YAPILMAYAN BELGENİN DAVADA İLERİ SÜRÜLEMEYECEĞİ / ALACAKLININ KÖTÜNİYETİ

T.C.

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

E: 2006/19-260

K: 2006/251

T: 3.5.2006

İTİRAZIN İPTALİ DAVASI
İCRA TAKİBİNE DAYANAK YAPILMAYAN BELGENİN DAVADA İLERİ SÜRÜLEMEYECEĞİ
ALACAKLININ KÖTÜNİYETİ
BORÇLUNUN İTİRAZININ HAKLI OLMASI

2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 67]

Taraflar arasındaki “İtirazın İptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Eskişehir Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.07.2004 gün ve 2004/131-184 sayılı “kararın incelenmesi Davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 25.05.2005 gün ve 2004/10944-2005/5818 sayılı ilamı ile; ( …Davacı vekili, müvekkili kurum ile dava dışı asıl borçlu arasında enerji bedeli alacağı ile ilgili akdedilen taksitlendirme protokolü kapsamında düzenlenen 1.336.241.000.-TL’lık bonoda davalının kefil olarak yer aldığını, borcun ödenmemesi nedeniyle başlanılan takibe davalı yanın itirazı üzerine takibin durduğunu belirterek anılan tutara yönelik itirazın iptaliyle takibin devamına, % 40 oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilince imzalanan bononun teminat amaçlı düzenlendiğini, icra takibine konu edilemeyeceğini bildirerek davanın reddine, % 40 tazminatın davacıdan tahsiline karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, davalının kefil olarak imzaladığı bono nedeniyle borçtan sorumlu olacağı gerekçesiyle takip dosyasındaki 1.336.241.000.-TL asıl alacak ve 232.728.641 TL işlemiş faiz üzerinden itirazın iptaliyle, takibin devamına, belirtilen tutarlar toplamı üzerinden % 40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline ve davalının tazminat isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Davaya temel alınan icra takibinde elektrik abonman sözleşmesi ve borç müfredat tablosuna dayanılmıştır.

Bonoya dayalı bir takip bulunmamaktadır. Davalının takip dayanağı belgelerde herhangi bir sıfatının bulunmadığı, takibin ise bonoya dayanmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine dayalı itirazın iptali istemine ilişkindir.

Alacaklı Tedaş tarafından, ödenmeyen elektrik ücretinin tahsili amacıyla taraf olmadığı abone sözleşmesi ve borç müfredat tablosu dayanak gösterilerek borçlu yanında aleyhinde ilamsız takipte bulunulan takip borçlu su davalı/kefilin yasal sürede borca itirazı üzerine eldeki itirazın iptali davası açılmış; Mahkemece icra takibinde dayanılmayan, dava sırasında alacağa delil olarak gösterilen, avalist olarak katıldığı 27.01.2003 tanzim 29.05.2003 vade tarihli bonoya göre davalının borçtan bono bedeli 1.336.241.000 lira ve bunun işlemiş 232.728.641 lira temerrüt faizi ile sorumlu olacağı kabul edilerek belirtilen miktarda itirazın iptaline ve % 40 tazminata karar verilmiştir.

Davalı tarafın temyizi üzerine Yüksek Özel Daire, davaya temel alınan icra takibinde elektrik abonman sözleşmesi borç müfredat tablosuna dayanılması. bu belgelerde davalının herhangi bir sıfatının bulunmaması bonoya dayanan takip bulunmaması. karşısında yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru bulunmadığı gerekçesiyle kararı bozmuş;mahkemece takip dayanağı protokolden bononun düzenleneceğinin anlaşıldığı. İİK 68/1 anlamında belge olduğu, gerekçesiyle bono delil olarak kabul edilmek suretiyle önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; alacaklı yanca girişilen ilamsız icra takibinde dayanılmayan, borç sebebi olarak gösterilmeyen bonoya, itirazın iptali davasında delil olarak dayanılma olanağı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

İlkin, itirazın iptali davasının hukuki niteliklerinin irdelenmesinde yarar vardır.

İtirazın iptali davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesinden yasal dayanağını almaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 4949 sayılı yasayla değişik “A.İtirazın Hükümden Düşürülmesi” ana başlıklı “A.İtirazın İptali” alt başlıktı 67. maddesinde aynen;

“Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

( Mülga fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./103. md. )

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır. “

Hükmüne yer verilmiştir.

Görülmektedir ki, itirazın iptali davası müddeabihi takip konusu yapılmış ve borcunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır. Madde metninde de açıkça belirtildiği üzere takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı genel mahkemede açılır ve genel hükümlere göre görülür. Alacaklı bu davada genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava etmektedir.

İtirazın iptali davası itirazın hükümden düşürülmesi ana başlığı altında düzenlenmekte takip hukuku içinde ve takip talebiyle sıkı sıkıya bağlantılı ele alınmak gereken, sonucuyla takibin devamına etkili bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır ve takip talepnamesinde dayanılan borç ve borcun sebebi ile bağlılık asıldır. Öyle ki, genel hükümlere göre harca tabi olan itirazın ‘iptali davasında alacaklı yan isterse takip talebinde bulunurken yatırmış olduğu binde beş harcı geri alabilir ve itirazın iptali davası harcına mahsubunu isteyebilir ( 492 sayılı Harçlar Kanunu madde 28/a. 29/1. III ).

Bu davada, ispat yükü kural olarak davayı açan alacaklıda olup, alacaklı alacağını ispatla yükümlüdür. Genel hükümler dairesinde her türlü delille ispat edilecek alacak ta yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacaktır. Zira, aynı maddede itirazın haksızlığı borçlu açısından, takibin haksız ve kötüniyetli yapılması da alacaklı açısından tazminat müeyyidesine bağlanmıştır.

Diğer taraftan, İİK’nın 67. maddesinin son fıkrasında alacaklının itirazın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açamamışsa umumi hükümler dairesinde alacağını dava etme hakkının saklı olduğu ifade edilmiştir. Bu da bir yıllık süre içinde açılan itirazın iptali davası ile süre geçirildikten sonra açılan alacak davaları arasında her ikisi de genel hükümlere tabi olmakla birlikte ispat yöntemleri ve hukuki sonuçlan bakımından bir fark olduğunu ortaya koymaktadır. Zira, süresi içinde açılan dava itirazın iptali davasıdır ve itirazın iptali davasının kazanılması halinde borçlunun itirazı iptal edilmiş olur. Bunun üzerine alacaklı itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir. Süresinden, sonra açılan davada ise itirazın iptali değil alacağa hükmedilmesi istenecektir ve verilen kararın takibe etkisi bulunmamaktadır. Şu durumda takibe etkili itirazın iptali davasında ispat edilecek olanın takibe ve borçlunun itirazına konu alacak olduğu, bu alacağın sebebinin değiştirilme olanağının itirazın iptali davası için bulunmadığında kuşku bulunmamaktadır.

Genel hükümlere göre her türlü ispat olanağının varlığı. takip talepnamesinde yer alan borç sebebinden ve takip dayanağından uzaklaşmak anlamında düşünülmemelidir. Burada sadece İcra Hakimliğinin dar yetkisi nedeniyle inceleyemediği delillerin genel mahkemede serbestçe ancak borca bağlı olarak ileri sürülmesi olanağının varlığı söz konusu olmaktadır. Şu durumda bizatihi kendisi bir borç sebebi ve dayanağı teşkil eden ancak takipte dayanılmayan bononun ispat vasıtası olarak itirazın iptali davasında kullanılması davanın açıklanan niteliği ile bağdaşmamaktadır.

Somut olayda; alacaklı, dava dışı asıl borçlu ve takipte borçlu gösterilen davalı hakkındaki ilamsız takibinde davalı takip borçlusunun taraf olmadığı “abone sözleşmesi”ve “borç müfredat tablosu” nu borcun sebebi ve takip dayanağı olarak göstererek; “3.012.256.664 TL kurum alacağının icra giderleri, avukatlık ücretiyle 08.09.2003 tarihinden itibaren işleyecek % 57 temerrüt faizinin KDV’siyle birlikte tahsilini” istemiştir. Bu belgelerde davalı takip borçlusu taraf değildir. Nitekim, belgelerde borçlu olarak imzası olan asıl borçlu takibe itiraz etmemiş, takip onun hakkında kesinleşmiştir. Davalı ise böyle bir borcu olmadığını bildirerek takibe itirazda bulunmuştur.

Alacaklı eldeki itirazın iptali davasını açarken takipte dayanak olarak göstermediği ve 1.336.241.000 TL’lik bir borcu içeren kambiyo senedine ve 27.01.2003 tarihli protokole dayanmıştır. 29.01.2003 tarihli protokolde de davalının imzası yoktur. Bonoda ise asıl borçlu yanında senedi avalist olarak imzalamış; alacaklının itirazın iptali istemi de mahkemece bu senede dayanılarak kabul edilmiştir. Oysa yukarıda açıklanan ilkeler ışığında takip konusu borç abone sözleşmesine ve borç ödeme tablosuna ilişkilendirilen borçtur. Davalının miktarı bile farklı olan bu borcu, avalist olarak imzaladığı bono ile ilişkilendirmesini ve itiraz etmemesini beklemek hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi, yasal olarak ta davalının itirazının haksızlığını kabul olanağı bulunmamaktadır. Alacaklının takip dayanağı yapabileceği güçteki belgeye takipte dayanmayarak, takip borçlusunun tarafı olmadığı belgelere dayanıp, bunlara yönelik itirazım bekledikten sonra itirazın iptali davasında bu belgeye dayanması da, genel hükümlere dayanılarak her türlü delille ispat olanağına yanlış anlam vererek ve buna sığınarak, hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurmaktadır. Bunun ise yasaca korunması beklenemez. Sonuçta; takip dayanağı belgelerde davalı/takip borçlu su taraf olmadığına, imzası da bulunmadığına, takibe ve itiraza konu alacağı ispata yönelik başkaca delil ileri sürülmemiş olmasına göre davalı itirazında haklıdır.

Mahkemece, davanın reddi yerine, aksine gerekçelerle kabulü usul ve yasaya uygun bulunmamış, yukarıda ve daire kararında açıklanan gerekçelerle direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA. istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 03.05.2006 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.