Etiket arşivi: DERHAL

İŞVERENİN TAZMİNATLARIN DERHAL ÖDENECEĞİNİ BEYAN EDEREK İŞÇİDEN YAZILI İSTİFA ALMASI

“T.C
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/9925
KARAR NO. 2015/440
KARAR TARİHİ: 26.01.2015

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1.Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2.Davacı vekili, davacının 13.10.2009-18.07.2012 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını, müvekkilinin işyerinde hırsızlık yapan bir eleman ile ilgili işlem yapması üzerine bu elemanca kendisine iftira atıldığını, stok sayımları esnasında fiili ürün sayısı ve kayıtlarda görünen ürün sayısı örtüşmediğinden sorumlu tutulup hırsızlıkla suçlandığını, bu suçlama ve fazla mesai ücretlerinin de ödenmemesi
nedeniyle iş akdini haklı nedenle feshettiğini iddia ederek kıdem tazminatı ve fazla çalışma alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının yıllık iznini kullanırken 07.07.2012 tarihinde istifa dilekçesi verdiğini, izin bitimi mazeret bildirmeksizin devamsızlık yaptığını, davacının envanter sayımlarında ürünler fiili olarak bulunmadığı halde sanki stokta ürün varmış gibi sayım yapılması yönünde alt kadrosuna talimat verdiğini, her şeyi olağan düzende gösterip kayıtlarda usulsüzlük yaparak görevini kötüye
kullandığının tespit edildiğini, davacının hiçbir şekilde hırsızlıkla suçlanmadığını fakat müvekkili şirketi yanıltması, gerekli bilgi ve açıklamayı yapmaması, sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi nedeniyle karşılıklı güven ilişkisinin sarsıldığını, bu nedenle 24.07.2012 tarihinde toplanan disiplin kurulunun kararıyla davacının iş akdinin İş K. 25/2-e maddesi uyarınca feshedildiğini savunarak
davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacının işçilik ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle haklı sebeple iş akdini feshettiğinin kabulüyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacı 07/07/2012 tarihli dilekçesi ile “kişisel nedenlerle” istifa ettiğini bildirmiştir.

İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde gerçek bir istifa iradesinden bahsedilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.

İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mahkemece yapılacak iş; 07/07/2012 tarihli istifa dilekçesi davacıya gösterilerek, imzanın kendisine ait olup olmadığı, istifa dilekçesini ne şekilde verdiği sorularak, davacı istifa dilekçesinde “kişisel nedenlerle” istifa ettiğini bildirmiş olduğundan, iradesinin sakatlanarak alındığının ve imzanın kendisine ait olmadığının tespiti durumu hariç bu dilekçenin muhataba ulaşması ile sonuç doğuracağı, feshe yönelik sonraki beyanların istifa nedenindeki gerçek iradesini ortadan kaldırmayacağı dikkate alınarak feshin değerlendirilmesi gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA,peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 26.01.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

(www.ictihatlar.net, çevrimiçi: 01.09.2016)

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İŞVERENİN HAKLI NEDENLE DERHAL FESİH HAKKI, 6 GÜNLÜK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2012/33759
KARAR NO. 2014/27304
KARAR TARİHİ. 18.9.2014

İHBAR VE KIDEM TAZMİNATI TALEBİ — HAKLI NEDENLE DERHAL FESİH HAKKI— HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE— İŞVERENİN HAKLI NEDENLE DERHAL FESİH HAKKI — HAK DÜŞÜRÜ SÜRENİN GEÇİP GEÇMEDİĞİNİN TESPİTİ — BİLİRKİŞİ RAPORUNA İTİRAZ —HÜKÜM ALTINA ALINAN ALACAKLAR

1475/m. 14

4857/m. 25, 26

6100/m. 280

ÖZET : İşçi veya işveren bakımından haklı fesih nedenlerinin ortaya çıkması halinde, iş sözleşmesinin diğer tarafının sözleşmeyi haklı nedenle fesih yetkisinin kullanılma süresi sınırsız değildir. Bu bakımdan 4857 İş Kanununun 26 ncı maddesinde, fesih nedeninin öğrenildiği tarih ile olayın gerçekleştiği tarih başlangıç esas alınmak üzere iki ayrı süre öngörülmüştür. Bu süreler içinde fesih yoluna gitmeyen işçi ya da işverenin feshi, haklı bir feshin sonuçlarını doğurmaz. Bu süre, feshe neden olan olayın diğer tarafça öğretilmesinden itibaren altı işgünü ve herhalde fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren bir yıl olarak belirlenmiştir.Hak düşürücü sürenin niteliğinden dolayı taraflar ileri sürmese dahi, hâkim resen dikkate almak zorundadır. Davacının hizmet akdinin 03/08/2007 tarihinde meydana gelen, 12/09/2007 tarihli tutanağa ve işletme müdürlüğünün 14/09/2007 tarihli yazısına konu olan usulsüzlük nedeniyle feshedildiği, ancak işverenin fesih sırasında İş Kanunu 26. Maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü süreye uyup uymadığının araştırılmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, anılan maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediği araştırılarak sonuca gidilmesi gerekirken bu husus değerlendirilmeden davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi hatalıdır. Mahkemece, 6100 sayılı HMK döneminde alınan bilirkişi raporunun HMK’nun 280. Maddesindeki emredici hükme rağmen davalı tarafa tebliğ edilip rapora itiraz hakkı tanınmadan hüküm kurulması hatalıdır. Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Davacı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A- ) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; Müvekkilinin davalı işverene ait T… S… fabrikasında ambar sorumlusu olarak 20/02/2004 tarihinde sigortalı çalışmaya başladığını, 17/09/2007 tarihinde haksız olarak işten çıkarıldığını, fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini, 2004 yılına ait özelleştirmeden kaynaklanan bir tam ve iki yarım ikramiye ( tüm ikramiye 800,00 TL, yarım ikramiye 400,00 TL ) 1.600,00 TL 2006 yılına ait ücretli izin alacağı, 2007 yılına ait 880,00 TL , özelleştirme kapsamında devletten devreden 44 günlük fazla çalışma ve mesai alacağı 1.619,00 TL müvekkilinin çekmiş olduğu 6.000,00 TL’nın maaş alacağı olmasına rağmen mahsup edildiğini iddia ederek, kıdem ve ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin, ikramiye alacağı, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B- ) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının iş akdinin haklı nedenlerle feshedildiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C- ) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D- ) Temyiz:
Kararı, taraflar temyiz etmiştir.

E- ) Gerekçe:

1- )Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- ) İş sözleşmesinin hak düşürücü süre içinde feshedilip feshedilmediği hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
İşçi veya işveren bakımından haklı fesih nedenlerinin ortaya çıkması halinde, iş sözleşmesinin diğer tarafının sözleşmeyi haklı nedenle fesih yetkisinin kullanılma süresi sınırsız değildir. Bu bakımdan 4857 İş Kanununun 26 ncı maddesinde, fesih nedeninin öğrenildiği tarih ile olayın gerçekleştiği tarih başlangıç esas alınmak üzere iki ayrı süre öngörülmüştür. Bu süreler içinde fesih yoluna gitmeyen işçi ya da işverenin feshi, haklı bir feshin sonuçlarını doğurmaz. Bu süre, feshe neden olan olayın diğer tarafça öğretilmesinden itibaren altı işgünü ve herhalde fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren bir yıl olarak belirlenmiştir.

4857 sayılı İş Kanununda, işçinin maddî çıkar sağlamış olması halinde bir yıllık sürenin işlemeyeceği öngörülmüştür. O halde, haklı feshe neden olan olayda işçinin maddî bir menfaati olmuşsa, altı işgününe riayet etmek koşuluyla olayın üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin işverenin haklı fesih imkânı vardır.

Altı iş günlük süre işçi ya da işverenin haklı feshe neden olan olayı öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar. Olayı öğrenme günü hesaba katılmaksızın, takip eden iş günleri sayılarak altıncı günün bitiminde haklı fesih yetkisi sona erer.
İşverenin tüzel kişi olması durumunda altı işgünlük süre feshe yetkili merciin öğrendiği günden başlar. Bu konuda müfettiş soruşturması yapılması, olayın disiplin kurulunca görüşülmesi süreyi başlatmaz. Olayın feshe yetkili kişi ya da kurula intikal ettirildiği gün altı iş günlük sürenin başlangıcını oluşturur. Bir yıllık süre ise her durumda olayın gerçekleştiği günden başlar.
Haklı fesih nedeninin devamlı olması durumunda hak düşürücü süre işlemez ( Yargıtay 9.HD. 15.2.2010 gün, 2008/16869 E, 2010/3345 K ). Örneğin, ücreti ödenmeyen işçi ödeme yapılmadığı sürece her zaman haklı nedenle iş sözleşmesini feshedebilir. Bu örnekte işçi açısından haklı fesih nedeni her an devam etmektedir. Ancak işçinin daimî olarak bir başka göreve atanması veya iş şartlarının esaslı şekilde ağırlaştırılması halinde, bu değişikliğin sonuçları sürekli gibi görünse de işlem anlıktır. Buna göre sözleşmesini feshetmeyi düşünen işçinin bunu altı işgünü içinde işverene bildirmesi gerekir. Yine işyerinde işi yavaşlatma ve üretimi düşürme eyleminin süreklilik göstermesi durumunda, altı iş günlük süre eylemin bittiği tarihten başlar.

İşçinin ücretinin ödenmemesi temadi eden bir durum olmakla birlikte fesih hakkı ödemenin yapıldığı ana kadar kullanılabilir. Aksi halde Yasanın 24/III-e maddesinde öngörülen neden ortadan kalkmış olur. Fesih iradesinin altı iş günü içinde açıklanması yeterli olup, bu süre içinde tebligatın muhatabına ulaşmış olması şart değildir

4857 sayılı Yasanın 26 ncı maddesinde öngörülen altı işgünlük ve bir yıllık süreler ayrı ayrı hak düşürücü niteliktedir. Bir başka anlatımla fesih hakkının öğrenmeden itibaren altı iş günü ve olayın gerçekleşmesinden itibaren bir yıl içinde kullanılması şarttır. Sürelerden birinin dahi geçmiş olması haklı fesih imkânını ortadan kaldırır. Hak düşürücü sürenin niteliğinden dolayı taraflar ileri sürmese dahi, hâkim resen dikkate almak zorundadır.

Bu maddede belirtilen süreler geçtikten sonra bildirimsiz fesih hakkını kullanan taraf, haksız olarak sözleşmeyi bozmuş sayılacağından ihbar tazminatı ile şartları oluşmuşsa kıdem tazminatından sorumlu olur.

Yukarıda değinilen altı iş günlük ve bir yıllık hak düşürücü süreler, işçi açısından 24/II madde, işveren açısından ise 25/II maddede belirtilen sebeplere dayanan fesihler yönünden aranmalıdır. Bu itibarla, geçerli nedene dayanan fesih durumlarında, 26 ncı maddede öngörülen hak düşürücü süreler işlemez. Dairemizin istikrar kazanmış uygulaması bu yönde olup, geçerli nedene dayanılarak yapılan fesihlerde belirtilen hak düşürücü sürelerin yerine “makul süre” içinde sözleşmenin feshedilebileceğini kabul etmektedir ( Yargıtay 9. HD. 2.2.2009 gün 2008/9790 E. 2009/1003 K. ).
Somut olayda, davacının hizmet akdinin 03/08/2007 tarihinde meydana gelen, 12/09/2007 tarihli tutanağa ve işletme müdürlüğünün 14/09/2007 tarihli yazısına konu olan usulsüzlük nedeniyle feshedildiği, ancak işverenin fesih sırasında İş Kanunu 26. Maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü süreye uyup uymadığının araştırılmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, anılan maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediği araştırılarak sonuca gidilmesi gerekirken bu husus değerlendirilmeden davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi hatalıdır.
3- )Mahkemece, 6100 sayılı HMK döneminde alınan bilirkişi raporunun HMK’nun 280. Maddesindeki emredici hükme rağmen davalı tarafa tebliğ edilip rapora itiraz hakkı tanınmadan hüküm kurulması hatalıdır.
4- ) Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 02, 2015 10:49 pm


CEZA KANUNUNUN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA İLKESİ / KAMU DAVASIYLA ALAKALI HÜKMÜN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN GEÇİRİLMESİ SEBEBİYLE KURULAMAMASI / YARGILAMA YASALARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASINDA GENEL İLKENİN DERHAL UYGULAMA İLKESİ OLMASI

T.C.

YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2006/9-44
K: 2006/54
T: 21.03.2006
CEZA KANUNUNUN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA İLKESİ
KAMU DAVASIYLA ALAKALI HÜKMÜN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN GEÇİRİLMESİ SEBEBİYLE KURULAMAMASI
YARGILAMA YASALARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASINDA GENEL İLKENİN DERHAL UYGULAMA İLKESİ OLMASI
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 237]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 238]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 102]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 310]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 366]
Şikayetçi-Sanık E…. Oğul hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle TCK’nun 102/6. maddesi uyarınca ortadan kaldırılmasına,
Sanık Y…….. Aydın’ın ise beraetine ilişkin, Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince verilen, 19.10.2004 gün ve 417/412 sayılı hüküm, şikayetçi tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 30.01.2006 gün ve 6947-244 sayı ile;
“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nun 237 ve 238. maddeleri karşısında katılma talebiyle ilgili olarak hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,”isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 24.02.2006 gün ve 19095 sayı ile;
“Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2004 tarihinde sanığın beraatine karar verilmiş, yargılama aşamasında duruşmalara katılan müşteki sanık Ertuğrul Oğul vekili katılma talebinde bulunmadığı için şikayetçinin davaya katılmasına ilişkin olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiştir.
Yargılama sırasında yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesinde katılma usulü düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrasında “Müdahale, merciine verilecek bir dilekçe veya tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla olur. Bu tutanak reis veya hakime tasdik ettirilir.” hükmü getirilmiştir.
Müşteki sanık veya vekilinin, yargılama aşamasında katılma talebiyle dilekçe ile başvuruda bulunduğuna veya zabıt katibine tutanak düzenlettirdiğine ilişin dosyada hiçbir belgeye rastlanmadığı gibi soruşturmanın genişletilmesi talebine ilişkin dilekçeye de rastlanmadığı, dolayısıyla usulüne uygun olarak katılma talebinde bulunmadığından, yerel mahkemenin bu konuda karar vermemesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.
Ancak; yüze karşı verilen sanık Yakup Aydın’ın beraatine ilişkin 19.10.2004 tarihli Fatsa Asliye Ceza Mahkemesinin kararına karşı müşteki sanık 25.10.2004 tarihli dilekçe ile temyiz yoluna başvurmuş ve temyiz incelemesi sırasında da 01.06.2005 tarihinde 5271 sayılı 238. maddelerindeki yeni düzenlemeler yürürlüğe girmiştir.
Çözümlenmesi gereken sorun katılma ile ilgili olarak 1412 sayılı CMUK’nun mu yoksa hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun hükümlerinin mi uygulanacağı noktasındadır.
Sorun, yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanması ile ilgilidir.
Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında genel ilke derhal uygulama, hemen uygulama ilkesidir. Bunun istisnası yasada aksi uygulamanın belirtilmiş olması halidir. Derhal uygulama ilkesi uyarınca, usul işlemleri, yapılacağı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tabidir. Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler de sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir. Yürürlüğe giren yeni yasa yargılaması devam eden davalarda hemen uygulanacaktır. Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.09.2003 tarih 2003/1-226 Esas, 2003/229 karar ve 24.5.2005 tarih, 2005/7-24 Esas, 2005/56 karar sayılı kararları da aynı doğrultudadır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi de 18.10.2005 tarih 2005/6145-10032 sayılı kararında da “Sanık hakkında açılan kamu davasına karar tarihinde uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesi uyarınca usulüne uygun şekilde katılma isteminde bulunup bu sıfatı kazanmayan şikayetçinin temyize yetkisi bulunmadığı, cihetle, vaki temyiz isteminin reddine…” karar verilmiştir.
Somut olayda, karar 19.10.2004 tarihinde verilmiş olup, temyiz tarihinde sanık ve C.Savcılarınca temyiz edilmediğinden hükmün kesinleştiğinin kabulü gerekir. Zira şikayetçi yargılama aşamasında yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesi hükümleri doğrultusunda katılma talebinde bulunmadığından hükmü temyize yetkisi yoktur. Aksini kabul etmek sanık açısından kazanılmış hak kuralının da ihlali anlamına gelecektir.” gerekçeleriyle itiraz yasayoluna başvurularak, Özel Daire bozma kararının kaldırılıp, şikayetçinin temyiz isteminin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Sanığın tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya neden olmak suçundan beraatine karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, şikayetçinin hükmü temyiz etmesine yasal olanak bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasası 310 uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesinin 3. fıkrasındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ve uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. İstek koşulunun ise bu konuda hak ve yetkisi olan kişilerce yerine getirilebileceği yasa gereğidir. CMUK’nun halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrasında bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin olanlar dışında kalan hükümlerde, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay’ca incelenmesi olanaksızdır.
Öte yandan, gerek öğretide gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda, yeni yürürlüğe giren yargılama kurallarına ilişkin değişikliklerin, yapılacak yargılama işlemlerinde derhal uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bu ilke usule ilişkin yeni Yasanın eskisinden daha yeterli ve daha yararlı olduğu ön kabulüne ve ülkede aynı anda birden çok yargılama yasasının geçerli olmaması ilkesine, yasaların yürürlükte kalış süreleri içerisinde, düzenledikleri alanlarda uygulanacağı görüşüne dayanmaktadır. Açıklanan ilkenin istisnası da ancak yeni yürürlüğe konulan yasada geçici maddelerle yapılan düzenlemeler ile ayrık tutulan hallerde ortaya çıkmaktadır.
Derhal uygulanırlık ilkesinin doğal sonucu olarak, usul işlemleri, yapıldığı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tâbi olacak ve ceza yargılaması sırasında, yasada değişiklik olduğunda yeni yasa hemen uygulanacak, ancak, bu durum, önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, o yasaya uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmeyecektir.
Bu ilkenin sonucu olarak;
1- Usul işlemleri mutlaka yürürlükteki yasaya göre yapılacaktır.
2-Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
3- Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni yasaya tâbi olacaktır.
4- Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Açıklanan bu ilke doğrultusunda, kamu davasına katılma konusundaki yasal düzenlemeler incelendiğinde;
1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesi gereğince, suçtan zarar gören herkesin davaya katılması olanaklıdır. Davaya katılma hakkı olan kişiler bu haklarını aynı Yasanın 366. maddesi uyarınca, ya yazılı olarak dilekçeyle ya da tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla kullanabileceklerdir.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 237. maddesinde ise suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların davaya katılabilecekleri kabul edilmiş, ancak yasa yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Anılan Yasanın 238. maddesi uyarınca;davaya katılma hakkının kullanılması için dilekçe ile başvurma yönteminin yanı sıra, sözlü olarak yapılan istemin duruşma tutanağına geçirilmesi de yeterli görülmüş, hatta şikayetçi olduğunu bildiren kişiye mahkemelerce, davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulması hususunda zorunluluk getirilmiştir.
Açıklanan yasal düzenlemeler nazara alındığında, 01 Haziran 2005 tarihinden önce sonuçlandırılan yargılamalarda kamu davasına katılma konusunda 1412 sayılı CMUK’nun 365 ve devam eden maddelerine uygun olarak işlem yapılmış olması yeterlidir. Bu süreçte anılan yasal düzenlemeye uygun olarak son soruşturma (kovuşturma) aşamasında katılan sıfatını almayan bir kimsenin, olağan yasa yollarından olan temyiz davasında kamu davasına katılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. 5271 sayılı CMK’nun yürürlüğe girmiş olması, daha önce yürürlükte olan yargılama yasasına uygun olarak sonuçlandırılan davalarda, yakınana yeni bir hak bahşetmeyecektir.
Ancak, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, yöntemine uygun bir temyiz başvurusu üzerine hükmün bir başka hukuka aykırılık saptanarak bozulması ile kovuşturma aşamasının kanun yollarından önceki evresine dönüleceğinden, yeniden yapılacak yargılamanın da artık yürürlükte olan 5271 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılması gerektiği gözetilmelidir. Bu nedenle, diğer yargılama kurallarının yanında 238. madde uyarınca yakınana, kamu davasına katılma hakkının bulunduğunun hatırlatılmasının gerektiği de açıktır. Fakat, bu durumda da koşulları varsa sanığın kazanılmış hakkının dikkate alınması yasal bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
05.09.2002 tarihinde E… Oğul’un 3 gün iş ve güçten kalması ile sonuçlanan yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasında, E…. Oğul ve Y…. Aydın’ın kollukta aynı gün alınan beyanlarında birbirlerinden şikayetçi oldukları ve yapılan ön ödeme önerisine uymadıkları, 26.11.2002 tarihinde yapılan sorgularında da her iki sanığın şikayetlerini sürdürdükleri, 03.07.2003 tarihli oturuma Avukat A…. Orhan’ın E….. vekili olarak duruşmaya katıldığı, 22.10.2003 tarihinde Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince yapılan keşifte, E… Oğul vekilinin de hazır olduğu, duruşmada tanık dinletme ve soruşturmanın genişletilmesi yönünde talepte bulunulmuş ise de, katılma istemi anlamına gelebilecek herhangi bir dilekçe sunulmamıştır. Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2004 gün ve 417/412 sayı ile;
Şikayetçi-Sanık E…. Oğul hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle TCK’nun 102/6. maddesi uyarınca ortadan kaldırılmasına,
Sanık Y… Aydın’ın ise olayda kusursuz olması nedeniyle atılı suçtan beraetine karar verilmesi üzerine, sanık Y…. Aydın hakkındaki hüküm, Şikayetçi-Sanık E….. Oğul tarafından 25.10.2004 tarihinde temyiz edilmiştir, Yargılamanın sürdürülüp, sonlandırıldığı süreçte yürürlükte bulunan yasaya göre davaya katılma isteminde bulunmayan yakınanın, yürürlükteki yasaya uygun olarak verilen hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunmadığı açıktır.
O halde Özel Dairece, 5320 sayılı Ceza Yargılama Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca, hükmü temyiz etme hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, hükmün bozulmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır. Zira, verilen hüküm kendiliğinden temyize tabi olmadığı gibi, başvuru tarihinde yürürlükte bulunan yargılama kurallarına göre, temyiz davası açmaya yetkili bir kişi tarafından yöntemince açılmış bir temyiz davası da bulunmamaktadır
Bu itibarla, işlem tarihinde hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz inceleme istemi üzerine verilen ve adı geçeni temyiz davası açmaya hak sahibi sayan Özel Daire bozma hükmü bu yönüyle isabetsiz olup, Yargıtay C.Başsavcılığının usul ve yasaya uygun itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, ancak CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak şikayetçinin temyiz inceleme isteminin aynı Yasanın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 30.01.2006 gün ve 6947-244 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
3- Hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçi Ertuğrul Oğul’un temyiz inceleme isteminin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
4-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.03.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.