Etiket arşivi: diğer

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/423E.,2014/328 K.*Hakimin diğer Hakim ve Savcıları Araması* Yargı Görevi Yapanı Etkileme

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/423 E. , 2014/328 K.
"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi : YARGITAY 4. Ceza Dairesi
Günü : 21.03.2013
Sayısı : 1-3
Yargı görevi yapanları etkileme suçundan sanık N.. T..'ın yapılan yargılaması sonucunda Yargıtay 4. Ceza Dairesince 12.04.2012 gün ve 1-18 sayı ile; sanığın 2005, 2008-2009 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemlerle ilgili olarak 5237 sayılı TCK’nun 277, 62, 50, 52/4 ve 53. maddeleri uyarınca 3 kez 3.000 Lira adli para, 2009-2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemle ilgili olarak ise aynı kanunun 277, 43/1, 62, 50, 52/4 ve 53. maddeleri uyarınca 3.740 adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluğuna karar verilmiş,
Hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 25.09.2012 gün ve 956-1781 sayı ile;
"Sanığın yargı görevi yapanları etkileme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın eylemlerinin yargı görevi yapanları etkileme suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca, öncelikle;
1) 05.07.2012 gün ve 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin, yargı görevi yapanları etkileme suçunu da kapsayıp kapsamadığı,
2) Anılan düzenlemenin yargı görevi yapanları etkileme suçunu kapsadığının belirlenmesi halinde temyiz merciince gönderme kararı mı, yoksa bozma kararı mı verileceği,
3) Düzenlemenin yargı görevi yapanları etkileme suçunu kapsamadığının kabulü halinde 6352 sayılı Kanunun 90. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nun 277. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı verileceği, yoksa dosyanın esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın denetlenip lehe yasa değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğinin ön sorun olarak ele alınması gerekmiştir.
6352 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesi ile yapılan düzenlemenin, yargı görevi yapanları etkileme suçunu da kapsayıp kapsamadığı, anılan düzenlemenin yargı görevi yapanları etkileme suçunu kapsadığının kabulü halinde temyiz merciince gönderme kararı mı, yoksa bozma kararı mı verileceği, düzenlemenin yargı görevi yapanları etkileme suçunu kapsamadığının belirlenmesi halinde ise anılan kanunun 90. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nun 277. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle sanığın hukuksal durumunun değerlendirilmesi amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı verileceği, yoksa dosyanın esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın denetlenip lehe yasa değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğine ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki Kanunun Geçici 2. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;
'Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece hükmü veren mahkemeye gönderilir.
Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğalgazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar' hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle anılan kanunun Geçici 2. maddesinin yasalaşma sürecinin, diğer bir anlatımla kanun koyucunun bu düzenlemedeki amacının ne olduğunun tespiti gerekmektedir.
Hükümetçe Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tasarıda yer almayan, ancak verilen bir önerge üzerine kanunun Geçici 2. maddesi ile ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Alt Komisyonu görüşmeleri sırasında oluşturulan raporda;
'Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, elektrik enerjisi, su ve doğal gaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyaların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyaların ise bu dairece hükmü veren mahkemeye gönderilmesinin ve bu sayede dosyaların gereksiz şekilde dolaşarak zaman kaybının önlenmesinin sağlanması amacıyla yeni geçici madde ihdasına ilişkin önerge Komisyonumuzca kabul edilerek, Geçici 2. madde olarak metne eklenmiştir' açıklamasına yer verilmiş olup, Alt Komisyonca hazırlanan madde metni; 'bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, elektrik enerjisi, su ve doğal gaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir' şeklinde iken; Adalet Komisyonunca, 'Alt Komisyon metninin geçici ikinci maddesi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürütülen kovuşturmalar veya hakkında hükmolunan cezalarla ilgili olarak, ilgililerin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmalarını teminen intikal hükümlerini içeren değişikliğin yapılması amacıyla verilen önergenin kabulüyle Komisyonumuzca kabul edilmiştir' şeklindeki açıklama ile kabul edilen düzenleme ise;
'1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.
2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar' şeklinde geçici ikinci madenin ilk iki fıkrasının yasalaşmış hali olup, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki görüşmeler sırasında maddeye ayrıca başka fıkralar da eklenmiştir.
6352 sayılı Kanunun genel gerekçesinde; 'yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla bugüne kadar yapılan düzenlemelerin devamı niteliğinde olan bu tasarı, icra-iflas, ceza ve idarî yargı mevzuatının uygulanmasından kaynaklanan bazı sorunlara çözüm getirmek amacıyla hazırlanmıştır' açıklamasına yer verilmek suretiyle bu kanunun yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla hazırlandığının belirtilmiş olması, anılan kanun ile elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hakkında hırsızlık suçu tamamen değiştirilerek karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülürken, diğer suçlarda yapılan değişikliklerde ise başka bir suça dönüştürülmelerinin söz konusu olmaması ve anılan kanunun Geçici 2. maddesinin bir ve ikinci fıkralarının birlikte değerlendirilmesinde; kanun koyucunun asıl amacının yalnızca karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülen elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hakkında hırsızlık suçlarına ilişkin dosyaların ilgili merci tarafından incelenmeksizin kararı veren mahkemeye gönderilmesi olduğu kabul edilmelidir.
Karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçların da aynı kanunun Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kaldığının kabulü, dosyaların yeniden ele alınması ve yargılamaların uzaması sonucunu doğuracaktı ki, bu durum Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141. maddesinin dördüncü fıkrasının; 'davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklindeki düzenlemesi ile usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına ve yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukuk normu haline gelen ve yasaların aynı konuda farklı düzenleme getirmesi durumunda bile uygulanması zorunlu olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 'Adil Yargılanma Hakkı' başlıklı 6. maddesinin 'herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir' şeklindeki hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.
Bu itibarla, 6352 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesinin birinci fıkrasının sadece karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçlarını kapsadığına ve anılan kanun ile değiştirilen ve karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçlara ilişkin dosyaların ise esasının incelenmesine karar verilmelidir. (oy çokluğuyla)
Uyuşmazlık konusunun bu şekilde çözüme kavuşturulması karşısında sanığın eyleminin sabit olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir:
İncelenen dosya içeriğine göre;
Halen emekli olan sanığın, suç tarihinde birinci sınıf hâkim olduğu ve Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptığı, aynı adliyede değişik mahkemelerde görülmekte olan ve sanıklarının ya hemşehrisi ya da avukat olan kızının müvekkili olduğu dört ayrı dosya ile ilgili olarak mahkeme hâkimlerini ve Cumhuriyet savcılarını telefonla aradığı, bir kısmına ise bizzat giderek davalarla ilgili görüşmeler yaptığı yönündeki şikâyetler üzerine Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca işlem başlatıldığı, yapılan soruşturma sonucunda sanık hakkında soruşturma izni verildiği ve Kartal Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesince kovuşturma açılmasına karar verildiği,
Tanık Y. Y.'ın; 'Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaparım. Daha önce de çocuk ve çocuk ağır ceza mahkemelerinde görev yaptım. 2004 yılından beri sanıkla birlikte çalışırız. 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 2005/447 sayılı dosyasının sanığını tanımam. İki üç yıl önce sanık, bu dosya numarasını vererek taraflarını, duruşma gününü ve ara kararlarını öğrenmemi istemişti. Ben de mahkeme kalemini arayarak bilgi almıştım. Daha sonra dosyanın akıbetini sorup sormadığını veya fotokopi isteyip istemediğini hatırlamıyorum. Başkanın bu dosyaya neden ilgi duyduğunu, dosyanın tarafları ile bir yakınlığı olup olmadığını bilmiyorum',
Tanık Sevil Budak'ın; 'Kartal 6. Asliye Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaparım. 2005/447 sayılı dosyanın yargılaması sürerken her celseden sonra o zaman Çocuk Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü olan Y.Y.dâhili hattan beni arayarak N.. T..'ın talimatı ile aradığını söylüyor, dosyanın akıbeti ile ara kararları hakkında soru soruyor ve fotokopi istiyordu. Durumu hâkim İbrahim Fikri Talman'a iletiyor, onun izin verdiği ölçüde yalnızca bilgi veriyordum. Dosya karara çıkıncaya kadar bu şekilde ilgi ve takip sürdü',
Tanık H.T.i'nin; 'Kartal 5. Sulh Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaparım. Bir kaç ay önce 3. Ağır Ceza Mahkemesi Mübaşiri gelerek N.. T..'ın numarasını hatırlamadığım bir değişik iş dosyasını istediğini söyledi. Dosyanın konusu idari para cezasına itiraz idi. Mahkeme hâkimine haber vermeden ve dosyayı zimmetlemeden mübaşire teslim ettim. Yaklaşık on dakika sonra dosya geri geldi. İstemeden önce zaten karar verilmişti',
Tanık Neslihan Aboşoğlu'nun; 'Kartal 5. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaparım. N.. T.., yaklaşık altı ay önce numarasını hatırlamadığım değişik iş dosyası için dâhili telefondan beni arayarak, 'bu dosyaya bakabilir misiniz' dedi. Dosyanın konusu idari para cezasına itirazdı. Kendisine karar verdiğimi söyledim. Ne karar verdiğimi sorunuca itirazı kabul ettiğimi söyledim. İyi o zaman dedi',
Tanık L. Y.'ın; 'Kartal 2. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimiyim. Yetkiler belli olmadan önce komisyon yetkisi ile sulh ceza mahkemesinde görev yaptım. 2010 yılı kurban bayramı tatilinden iki gün önce nöbetçi sulh ceza hâkimi idim. Sanık odama geldi. Yeni başladığım için hayırlı olsun ziyaretine geldiğini düşündüm. Bir süre sohbet ettikten sonra savcılık aşamasındaki bir dosyadan bahsetti. Yaralamaya ilişkin dosyada, 'tutuklu sanığı tahliye ederseniz kızıma vekâlet verecek' dedi. Kusura bakmayın, böyle bir şey mümkün değil dedim',
Tanık Enver Kumbasar'ın; 'Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimiyim. N.. T.. bir yıl önce yaralama suçu ile ilgili telefonla ya da yüz yüze, dosyada azmettirici konumundaki bir kişi için; 'bu şahıs aslında mağdurdur, komplo ile karşı karşıyadır, durumuyla ilgilenir misiniz' diye ricada bulundu. Dava önemli, uzak durmakta yarar var, hukuk ne gerektiriyorsa yapılacaktır diye nazik bir şekilde cevap verdim. Sonuçta mahkûmiyet kararı çıktı. Karardan sonra bana bir şey söylemedi. Duruşmada sanığın kızının bu şahsın vekili olarak duruşmaya girdiğini fark ettim. Konuşma sırasında kızından bahsetmemişti',
Tanık Mustafa Övüç'ün; '2007 yılından itibaren asliye ceza mahkemesinin çift numaralı dosyalarına bakmaktayım.Hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçuyla ilgili bir dosyada şüpheli tutuklu idi. Sanık beni dâhili telefondan arayarak dosyanın tutuklu olduğunu, suçun oluşmayabileceğini söyledi ve 'daha iyi bakınız' dedi. Ancak serbest bırakılması veya şüpheliyi tanıyıp tanımadığı hususunda bir şey söylemedi. N.. T..'ın kızı dosyada sanığın avukatı idi. Aradıktan sonra sanık bir celse daha tutuklu kaldı. Adli Tıp'tan rapor geldiğinde karar verdik. Duruşma savcısı, sanığın aynı dosya için kendisini de aradığını söyledi',
Tanık M. M.'un; 'Kartal 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaparım. Sanığı tanırım. Ancak samimiyetimiz yoktur. Herhangi bir dosya için aramadı ve bir talebi olmadı. Toki dolandırıcılığı ile ilgili yürütülen soruşturma dosyasındaki sanıklar için bana herhangi bir tavassutta bulunmadı. Cumhuriyet savcılığının talebi üzerine firari sanık hakkında yakalama emri vermiştim. 13.09.2010 günü mevcutlu olarak sevk edildiğinde dosyayı inceledim. Şahsın mühendis ve belgeler üzerinde de bilirkişi incelemesi yapılmamış olması nedeniyle tutuksuz yargılanması gerektirdiğini düşünerek serbest bırakılmasına karar verdim. İtiraz üzerine ret kararı vererek dosyayı gönderdim. Sonraki süreci bilmiyorum. Sanığın bazı dosyalar için hâkim ve savcıları arayarak tavassutta bulunduğu yönünde adliyede dedikodular yapılıyordu. Bu konu meslektaşlar arasında hoş karşılanmıyor, bazı arkadaşlar serzenişte bulunuyordu',
Tanık İbrahim F.T.'ın; 'Kartal Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaparım. N.. T.. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde dâhili telefonla aramıştı. Düşük ayarlı altın satma ve dolandırıcılık konulu dosyada sanıklardan biri ihbarda bulunmuştu. İhbarı yapan bayan sanık dâhil dört tutuklu vardı. On gün sonra iki sanık 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı A.N. A. tarafından tahliye edilmişti. Bu iki sanık altın ayarı ile oynayan asıl faillerdi. Asıl olayı organize eden ve tahliye olan sanık Muşlu idi. N.. T.. beni dâhili telefondan arayarak Muşlu olan sanığın iyi biri olduğunu, zararı karşılayacağını söyleyerek durumuna bakmamı istedi. Yargılama devam ediyordu. Sonuçta dosyadaki delilleri değerlendirerek mahkûmiyet kararı vermiştim. Sanık, ölümlü trafik kazası dosyası için yargılama devam ederken yine dâhili telefondan arayarak, bu dosyada hem alkollü, hem bir gözü kör, hem de ehliyetsiz sürücü için bu kişinin uzun süre tutuklu kaldığını, iyi biri olduğunu, mağdur edilmemesi için durumuna bakmamı söylemişti. 15.09.2010 tarihinde Cumhuriyet savcısı S.Ilgar, Toki adını kullanarak dolandırıcılık ve sahte evrak düzenlemek suçndan tutuklamaya sevk edilip sulh ceza mahkemesince serbest bırakılan S.B.isimli şahıs için yakalama kararı istedi. Şahıs Pamukova'da sahte bir kimlikle yakalanmıştı. Soruşturma savcısı beni dâhili telefondan arayarak sulh ceza mahkemesi kararına itiraz edeceğini, şahsın mağdurlarla yüzleştirildiğini söyleyerek yakalama talep etti. Büyük bir dolandırıcılık olayı vardı. Toki yetkililerinin imza ve mühürleri taklit edilerek yaklaşık yüz yirmi kişinin mağdur edildiğini, dolandırıcılığın bedelinin bir milyon lirayı geçtiğini, polisin büroyu basmasından beş dakika önce elebaşı olan bu şahsın kaçtığını, diğer sanıkların yakalandığını dosyadan tespit ettim. N.. T.. dâhili telefondan arayarak adı geçen şahsı tanıdığını, şahsın mühendis ve iyi birisi olduğunu, olayın hukuki mahiyette olduğunu, şahsın mağdurların parasını ödeyeceğini söyleyip, ona göre değerlendirme yapmamı istedi. Ancak aramadan önce kafamda kararımı vermiştim. Bakacağımı söyleyerek yakalama kararı çıkarttım. Uyap'ta sıkıntı çıktı ve işler uzadı. Yakalama kararını imzalayarak gönderdim. Dosya gecikince saat 17.30'dan sonra çıktım. Yakalama kararı infazı için Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi A.A.Uz.'e gönderilmiş ve Hâkim Bey yeniden sorgu yaparak şahsı serbest bırakmıştı. Ben serbest bırakmayı yadırgadım. Hâkim Bey'in neden böyle bir karar verdiğini, N.. T..'ın, Hâkim A.B.'i veya Sulh Ceza Hâkimi M.M.'u arayıp aramadığını bilmiyorum. Savcı S.B.daha sonra bana M.B.'in Komisyon Başkanı N.B.'den çekinmiş olabileceğini söyledi. A. N. A. ile N.. T.. çok iyi arkadaş olup, sürekli beraber olurlardı. N.. T.. en az beş altı kez dâhili telefondan bana benzer ifadelerle ricada bulunmuştu. Çok rahatsız oluyordum, ancak nazik bir şekilde dosyanın gereğini yapacağımı söyleyerek her seferinde dosyadaki delillere göre vicdani kanaatim doğrultusunda karar veriyordum. N.. T.. genelde ceza hâkimlerini arıyordu. Hukuk mahkemeleriyle ayrı bölümlerde olduğumuz için onları arayıp aradığını bilmiyorum. 2008 yılında ölen 2. Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi S. Ç.bu konuda çok dertli idi. Sanığın dosya için aramasından bıktığını söylerdi. Aranan tüm hâkimler bu durumdan rahatsızdı. Ancak beyanda bulunacaklarını tahmin etmiyorum. Asliye Ceza Hâkimleri M. Ö.ve E. K. bu durumu dile getirmişlerdi. Sanığın kızı avukattır. Ancak beni aradığı dosyaların hiçbirinde kızı bir tarafın vekili değildi. Sanıkları tanıdığından bahisle arıyordu. Tanışıklığın nerden kaynaklandığını bilmiyorum. Fakat Muşlu olan N.. T..'ın; Muş, Ağrı, Van gibi illerden epey bir çevresinin olduğu adliyede konuşuluyordu. Zaten ziyaretçisi de boldur. Hatta çevresinin genişliğinden midir ilk geldiğimde kendisine 'çete' lakabı takıldığını duymuştum. Ancak tam olarak bu lakaptan neyin kastedildiğini bilmiyorum',
Tanık Kamil Şahan'ın; '2007 yılı Ağustos ayında Kartal Adliyesinde göreve başladım. Cumhuriyet savcısı S. I. ile beş ay aynı odada görev yaptık. S. I.'ın 2010/16622 soruşturma dosyası olduğunu sadece duydum. 2007 yılı Eylül ayında soruşturma numarasını hatırlayamadığım ancak olay tarihi itibarıyla jandarma bölgesinde gerçekleşen adam öldürme dosyası, nöbetçi olmam nedeniyle bana gelmişti. Dosyada delil toplamada sıkıntılar vardı. Tanıklar korktukları için beyanda bulunmak istemediklerinden jandarmanın yazılı talebi doğrultusunda gizlilik kararı talep edildi. Mahkeme de gizlilik kararı verdi. Soruşturma sürerken sanık dâhili hattan beni arayıp dosyadan bir iki isim söyleyerek bilgi istedi. Ben de gizlilik kararı olduğunu, bu yüzden bilgi veremeyeceğimi söyledim. bu görüşmenin yapıldığı sıralarda Cumhuriyet savcısı S. I. ile aynı odada oturuyorduk. Bu yüzden konuşma duyulmuştur. Daha sonra ben dosyayı muktezaya bağlayarak Kartal 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdim. Mahkeme benim katılmadığım gerekçelerle iddianameyi iade etti. Bunun üzerine itiraz ettim. 2. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı haklı bularak iade kararını kaldırdı ve dava açılmış oldu. 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı A.N. A. ile N.. T..'ın aralarının çok iyi olduğu, 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki bazı dosyalarda N.. T..'ın kızı Avukat G. T.'ın vekâlet aldığı biliniyordu. N.. T..'ın bazı dosyalar için Cumhuriyet savcılarından bilgi istediğini duyduğum için odasına gitmemiştim. Zaten ziyaretime de gelmemişti',
Tanık Y. G.un; 'Kartal Cumhuriyet savcısı olarak görev yaparım. 2009 yılı yaz aylarında bir gün sanık dâhili telefonla arayarak çay içmeye geleceğini söyledi. Biraz şaşırmıştım. Zira atandığımda bana hayırlı olsun ziyaretine gelmemişti. Herhangi bir diyaloğumuz da yoktu. Telefondan kısa bir süre sonra odama geldi. Biraz sohbet ettikten sonra bir dosyadan bahsetti ve hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin dosyada, suçun oluşmadığı şeklinde hukuki beyanda bulundu, fakat bir talepte bulunmadı. Bu sırada Hâkim Mustafa Övüç geldi. Kısa süre sonra sanık gitti. M. Ö. sanığın kızının dosyada sanık vekili olduğunu söyledi. Sanık başka bir dosya için aramadı',
Tanık A. Ç.in; 'Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesinin yedek duruşma savcısıyım. Duruşma sürecinde bu güne kadar sanığın bana bir tavassutu olmamıştı. Ancak yaklaşık üç dört yıl önce bir iki dosya için ricada bulunmuş ve elimdeki dosyaların taraflarını tanıdığını söylemişti. Beni bilirsiniz, benden talepte bulunmayın diyerek karşılık verdiğim için bir daha bu konuda talebi olmadı. Sanığın avukat olan kızının dosyaları için meslektaşları aradığı adliyede konuşuluyordu',
Tanık Alpay Göçmen'in; 'Kartal Cumhuriyet savcısı olarak görev yaparım. İki yıl önce fırıncılar arasında çalışma hürriyetini tahdit konulu bir dosya vardı. Şüpheliler oda ve dernek başkanı ve yardımcısı olmasına rağmen jandarma işi ağırdan alıyor, adres tespit edilemedi şeklinde tutanak geliyordu. Jandarma tarafından alınan ifadelerde adresler belli idi. Mağdurlardan şahısların bulunabilecekleri yerleri de tespit ettim. Şahısları getirtmek için yaklaşık bir yıl uğraştım. Jandarma Komutanını arayarak ikaz ettim. Bir gün çocuk mahkemesi hâkimi beni dâhili telefonla arayarak, aranan şahısların sanığın tanıdığı olduklarını ve ifade vermeye geleceklerini söyledi. Sanırım şahıslar bu sırada yanlarında idi. Çünkü kısa süre sonra geldiler. Kedilerine, sizi bir yıldır arıyorum, neden araya adam koyup geliyorsunuz, ne değişecek dedim. İfadelerini aldım ve daha sonra dava açtım. Savcı A.Ç.'den, bir soruşturma dosyasında sanığın kızının vekâlet verdiğini, komisyon başkanı ile sanığın gelip bu konuyu konuştuklarını duymuştum. Savcı A.B.sanığın kendisine 'dosyada kızımın vekâleti var, gözünden kaçmasın, iyi bak' şeklinde sözler söylediğini söylemişti',
Tanık H. M.T.'nün; 'Kartal Cumhuriyet savcısı olarak görev yaparım. Sanık dâhili hattan beni arayarak 'sizin yürüttüğünüz bir soruşturmada müşteki benim ahbabım olur, çok mağdur olmuş, bir dinler misiniz' dedi ve soruşturma numarasını söyledi. Ben de yasal gereği neyse yaparız dedim. Sanırım müşteki telefon konuşması sırasında yanında idi. Dosyayı çıkarıp incelerken odaya geldi ve beyanını aldık. N.. T..'ın kızının şikayetçi vekili olarak vekâleti bulunduğunu, şikâyet konusunun inşaat yapımı ile ilgi ve ihtilaf bedelinin yaklaşık yirmi milyon lira olduğunu tespit ettim. Şikayetçinin iddiası, sözleşme gereği ortaklığın iki imza ile temsil edilmesi gerekirken sanıkların tek imza ile işlem yaparak sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarını işlediğine dairdi. Delilleri topladıktan sonra ihtilafın hukuki nitelikte olduğu gerekçesiyle takipsizlik kararı verdim. Soruşturma devam ederken müştekiyi tekrar dinleme ihtiyacı doğdu. Ancak müştekiye ulaşamadık. Kâtip aracılığı ile sanığın avukat olan kızına ulaştık. Artık dosyayı takip etmeyeceğini söylemişti. Takipsizlik kararını dosyada istifası bulunmadığı için kendisine tebliğ ettik. Herhangi bir itiraz olmadı ve karar kesinleşti. N.. T..'ın müşteki ile ahbaplığının nereden kaynaklandığını bilmiyorum. Bunun dışında beni herhangi bir dosya için aramadı. Ancak Cumhuriyet savcısı K.Ş. N. B.in kendisini aradığını, hatta görüşmeden sonra kızının dosyaya vekâlet sunduğunu söylemişti. Adliyede sanığın diğer meslektaşları da aradığı konuşulmaktadır',
Tanık S. I.'ın; 'Kartal Cumhuriyet savcısı olarak görev yapıyorum. Toki adını kullanarak E.D., S. B.l ve S. D. Toki'den izin aldıklarından bahisle kişi başı 4.000 ila 5.000 TL karşılığında aracılık yaptıkları gerekçesiyle yaklaşık yüzotuz kişiyi dolandırmışlardı. Mayıs ayında sanıkların bürolarına baskın yapılmıştı. Şüphelilerden Enver ve Selda yakalanmış ve tutuklanmıştı. S. B. ise kaçtığı için yakalama emri çıkartılmıştı. İki ay sonra şahıs Pamukova'da yakalandı ve sahte nüfus cüzdanı taşıma suçundan tutuklandı. Tahliye olduktan sonra ise bize getirtildi. İfadesini aldıktan sonra tutuklama talebiyle sulh ceza mahkemesine sevk ettim. Sulh Ceza Hâkimi M. M. sorgudan sonra şahsı serbest bıraktı. Hâlbuki ayrıntılı üç sayfalık talep yazısı yazmıştım. Ayrıca ilk yakalama ve yurt dışına çıkış yasağı kararını veren de aynı hakim olduğu için kendisi dosyaya vakıftı. Karara itiraz ettim. M.Bey itirazı reddederek dosyayı asliye ceza mahkemesine gönderdi. Bu sırada sanığı mağdurlarla yüzleştiriyordum. Asliye Ceza Hâkimi İbrahim F. T. itirazımı haklı görerek yakalama kararı çıkarttı. Uyap sisteminde problem oluştu ve işlemler mesai saatine yetişmedi. Mesaiden sonra yakalama kararının infazı için dosya nöbetçi sulh ceza mahkemesine gönderildi. Hâkim A.A. U. yeniden savunma alıp şahsı serbest bıraktı. Bu işleme de itiraz ettim. 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı A. N.A. itirazımı reddetti. Birkaç gün sonra sanığın avukat olan kızı vekâlet sunmadan dosyayı incelemek istediğini, vekâlet alma durumunun olduğunu söyledi, ancak daha sonra vekâlet sunmadı. N.. T.. beni bu dosya veya başka bir dosya için aramadı. N.. T.. 2007 yılı yaz aylarında oda arkadaşım Cumhuriyet Savcısı K.Ş.'ı benim olduğum sırada, adam öldürme dosyası için aradı ve bilgi almak istedi. Ancak Savcı Bey bilgi veremeyeceğini söyledi. Masalarımız bitişik olduğu için konuşmaları net bir şekilde duydum. Bu dosyayı şüpheli müdafii olarak kızı takip etti. Savcı A. Ç. ve H. M. T.'yü de dosya için aradığını sonradan adliyede duydum. Genelde aradığı dosyaları daha sonra avukat olan kızı takip etmektedir. Sanığın özellikle savcıları ve ceza hâkimlerini dâhili hattan aradığı ve bu konuda bir hoşnutsuzluk olduğu konuşuluyordu',
Şeklinde beyanda bulundukları anlaşılmaktadır.
Sanık aşamalarda yazılı ve sözlü olarak özetle;
'Muşlu olduğum için, belediye başkanvekili, yeğeni olan sanığın kandırılmaya müsait bir kişiliğe sahip olduğunu, mağdurların varsa zararını karşılayacağını bildirince bunu davaya bakan hâkime söyledim. Diğer olayda, tanıdığım emekli bir hâkimin, yeğeninin davası ile ilgili olarak; belediye başkanı hakkında muhtelif suçlardan kamu davası açıldığını ve halen tutuklu olduğunu, şahsın kendisini asılsız olarak suçladığını, davanın sanığı yani yargıcın yeğeninin olayın faili olmadığını, kendisine komplo kurulduğunu anlatması ve kendisini iyi tanımam nedeniyle bu hususu davaya bakan yargıca intikal ettirdim. İki olayın sanıkları hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Yargı görevi yapanı etkilemem söz konusu değildir. Diğer olaylarda da hâkimleri etkileme kastıyla hareket etmedim. Birlikte çalıştığım hâkimler dinlendiklerinde kişiliğimi iyi tanıdıklarından, hiçbir zaman görülmekte olan davalarla ilgili kimseyi etkilemeye çalışmadığımı söyleyeceklerdir. Bu olaylarla ilgili bir yargıcın etkilenmesi düşünülemez. Zayıf kişilikteki bir insanın yargıçlık yapması mümkün değildir. Yıllarca yargıçlık yaptım. Kötü niyetli davranmış olsam, bu durum davalarına bakmış olduğum kişilere yansır, şikâyet konusu edilir ve soruşturma açılırdı. Bu nedenlerle suç işleme kastıyla hareket etmediğim ve yüklenen suçun unsurları oluşmadığından beraatıma; şayet mahkûmiyetime karar verilecekse ki suçsuzluğuma inanıyorum hakkımda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini istiyorum' şeklinde savunmada bulunmuştur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 'Yargı Görevi Yapanları Etkileme' başlıklı 277. maddesinin suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan halinde;
'Bir davanın taraflarından birinin veya bir kaçının veya sanıkların veya davaya katılanların, mağdurların leh veya aleyhinde, yargı görevi yapanlara emir veren veya baskı yapan veya nüfuz icra eden veya her ne suretle olursa olsun adı geçenleri hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır' hükmü yer almaktadır.
Tanımlanan suçun maddi öğesi, yargı görevi yapanları emir vermek, baskı yapmak, nüfuz icra etmek suretiyle veya her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye kalkışmaktır. 765 sayılı Kanundaki düzenlemeden farklı olarak 5237 sayılı TCK'nda bu suçta 'yakınlık, düşmanlık veya yarar' şeklinde saikler aranmamıştır. Ayrıca iltimas suretiyle etkileme, önceki düzenlemede suça vücut veren seçimlik hareketlerden biri iken, 5237 sayılı Kanunda, etkileme teşebbüsünün iltimas düzeyini aşmaması, bir başka deyimle iltimas suretiyle etkileme, suçun daha hafif cezayı gerektiren nitelikli bir hali olarak düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile yargı görevinin bağımsız ve tarafsız biçimde gerçekleştirilmesi ve adil yargılanma hakkının korunması amaçlanmış, suçun oluşması için, bir kamu davasının yargılaması sırasında, yargı görevini yapanlara emir verme veya baskı yapma veya nüfuz icra etme şeklindeki davranışların gerçekleşmesi ya da her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs edilmesi yeterli görülmüş, ayrıca 'bir zarar meydana gelmesi' ve 'etkileme sonucunun doğması' da aranmamıştır.
Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Sanığın hakim olarak çalıştığı adliyede, bir kısmının taraflarının hemşehrisi, bir kısmının ise avukat olan kızının müvekkili olduğu dosyalarda hakim ve Cumhuriyet savcılarını arayarak, ya tutuklu sanıkların tahliye edilmesi ya da dosyalara iyi bakılması ve kızının vekaletnamesinin gözden kaçırılmaması yönünde telkinlerde bulunduğu, gerek tanık anlatımları gerekse sanığın kısmi ikrarı ile sabit olup, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında değişmeyen, tutarlı ve samimi tanık anlatımlarına göre, sanığın meslektaş olmalarından kaynaklanan yakınlığı kullanarak birlikte çalıştığı hakim ve Cumhuriyet savcılarını hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs ettiği, ancak bu eylemleri karşılığında herhangi bir maddi menfaat temin etmediği anlaşıldığından, sanığın eylemi 5237 sayılı TCK'nun 277. maddesinin 6352 sayılı Kanunun 90. maddesi ile değiştirilmeden önceki halindeki son cümlesi kapsamında yargı görevini yapanları etkileme suçunu oluşturmaktadır.
Özel Dairece de 'sanığın eylemini menfaat veya kazanç amacıyla yaptığına ilişkin dosyada delil bulunmadığı, eylemin hatıra binaen ricada bulunmak anlamına gelen iltimas derecesini geçmediği' gerekçesiyle sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nun 277/1. maddesinin son cümlesi uyarınca mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Bu itibarla, sanığın suçun oluşmadığına yönelik temyiz itirazları yerinde olmadığından, Özel Daire mahkûmiyet kararının bu açıdan isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Ancak, yargı görevi yapanı etkileme suçu Türk Ceza Kanunun 277. maddesinde;
'Bir davanın taraflarından birinin veya bir kaçının veya sanıkların veya davaya katılanların, mağdurların leh veya aleyhinde, yargı görevi yapanlara emir veren veya baskı yapan veya nüfuz icra eden veya her ne suretle olursa olsun adı geçenleri hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır' şeklinde düzenlenmiş iken, hüküm tarihinden sonra 05.07.2012 gün ve 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasanın 90. maddesi ile;
'1) Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, şüpheli veya sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Birinci fıkradaki suçu oluşturan fiilin başka bir suçu da oluşturması halinde, fikri içtima hükümlerine göre verilecek ceza yarısına kadar artırılır" şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin değişiklik gerekçesinde de; 'Bu suçun oluşabilmesi için, failin belirli bir amaç doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir. Failin, söz konusu suçu oluşturan fiili, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, yani görülmekte olan bir davanın taraflarından birinin ya da yapılmakta olan bir soruşturma veya kovuşturmada şüpheli veya sanığın ya da davaya katılanın veya mağdurun leh veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar verilmesini veya işlem tesis edilmesini ya da gerçeğe aykırı mütalaa veya beyanda bulunulmasını sağlamak amacıyla işlemesi gerekmektedir' açıklamasına yer verilmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun 'zaman bakımından uygulama' başlıklı 7. maddesi, aynı tarihte yürürlükten kalkmış olan 765 sayılı Kanunun 2. maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup, her iki maddede de ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin 'ileriye etkili olma' ilkesi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan 'fail lehine olan yasanın geçmişe etkili olması, geçmişe etkili uygulama' veya 'geçmişe yürürlük' ilkesine yer verilmiştir.
Anılan ilke uyarınca, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren kanun, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır.
İnceleme konusu olayda, sanığın eylemine uyan suç tipinin önceki düzenlemeden farklı unsurlar içerecek biçimde suç ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 90. maddesi ile yeniden düzenlenmesi karşısında, suçun vasıflandırılması ve iddianamede tanımlanan eylemin, yeniden düzenlenen suçun unsurlarını taşıyıp taşımadığı, suç teşkil edip etmediği ya da hangi suçu ya da suçları oluşturabileceğinin Özel Dairece değerlendirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan 5237 sayılı TCK'nun 'Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma' başlıklı 53. maddesinin birinci fıkrasında;
'1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
b) Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî hakları kullanmaktan,
c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,
d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasî parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tâbi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,
Yoksun bırakılır.
2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz…' şeklindeki hüküm ile hak mahrumiyetleri ve kısıtlılıklar, güvenlik tedbiri olarak tek bir madde altında toplanmıştır.
Anılan maddenin ikinci fıkrası hükmünden de açıkça anlaşıldığı üzere, hak yoksunlukları kural olarak hapis cezasının infazı ile sınırlandırılmış, infaz tamamlanmakla herhangi bir yargısal karara gerek olmaksızın bu hak yoksunluklarının kendiliğinden ortadan kalkacağı öngörülmüştür. Maddenin üçüncü fıkrası uyarınca mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlü hakkında birinci fıkranın (c) bendinde yer alan kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerinin kullanılmasına ilişkin yasaklama hükmü uygulanamayacak, ayrıca cezası ertelenen hükümlü hakkında birinci fıkranın (e) bendindeki hak yoksunluğunun uygulanmamasına da karar verilebilecek, kısa süreli hapis cezası ertelenenler veya adli para cezasına çevrilenler ile suçu işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise birinci fıkradaki hak yoksunluğuna hiçbir şekilde karar verilemeyecektir.
Aynı kanunun 50/5. maddesinin; 'uygulamada asıl mahkumiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası veya tedbirdir' şeklindeki hükmü göz önünde bulundurulduğunda, somut olayda adli para cezası ile mahkum olan hükümlü hakkında hak yoksunluklarına karar verilmesi yasaya aykırıdır.
Bu itibarla, Özel Daire kararının, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren yasal düzenleme karşısında sanığın hukuksal durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği ve adli para cezası ile cezalandırılan sanık hakkında ayrıca hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına" karar verilmiştir.
Bozmaya uyarak yeniden yargılama yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 21.03.2013 gün ve 1–3 sayı ile; sanığın eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nun 6352 sayılı Kanunla değişik 277. maddesine göre de suç oluşturduğu kabul edilerek, 2005, 2008-2009 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemlerle ilgili olarak 5237 sayılı TCK’nun lehe olan değişiklikten önceki 277, 62, 50 ve 52/4 maddeleri uyarınca 3 kez 3.000 lira adli para, 2009-2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemle ilgili olarak ise aynı kanunun lehe olan değişiklikten önceki 277, 43/1, 62, 50 ve 52/4. maddeleri uyarınca 3.740 adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının; "2005 yılı Nisan ayında gerçekleştirilmiş olan eylem yönüyle dava zamanaşımının dolduğundan bahisle düşme, diğer üç eylem yönüyle kurulan hükümler yönünden ise onama" istekli 23.05.2013 gün ve 386425 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın yargı görevi yapanları etkileme suçundan mahkûmiyetine karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; suç tarihi 2005 yılı Nisan ayı olan eylem yönüyle dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği ve sanığın 5237 sayılı TCK’nun 05.07.2012 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun ile değişik 277. maddesinin değişiklikten önceki haline göre yargı görevi yapanı etkileme suçunu oluşturan 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği diğer üç eyleminin, maddenin değişiklikten sonraki haline göre de yargı görevi yapanı etkileme suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Suç tarihi 2005 yılı Nisan ayı olan eylem yönüyle dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği:
Dava zamanaşımı yönünden sanık hakkında lehe olduğunda şüphe bulunmayan ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 102. maddesinde, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin dördüncü fıkrasında da beş seneden fazla olmamak üzere hapis ya da para cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin beş sene olacağı hüküm altına alınmıştır.
Zamanaşımını kesen sebepler ise aynı kanunun 104. maddesinde sayılmış olup, kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve zamanaşımı, ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Ceza Genel Kurulunun 15.01.2013 gün ve 524-5 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, re’sen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığa yüklenen yargı görevini yapanı etkileme suçu, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 232. maddesinin birinci fıkrasında; "Görülmekte olan bir davanın tarafeyninden biri hakkında sahabet veya garaz ve menfaata müsteniden hakimlere emir ve tahakküm veya nüfuz veya iltimas eden kimse birinci ve ikinci surette iki seneden ve üçüncü takdirde altı aydan az olmamak üzere hapis olunur. Fail memur ise başkaca müebbeden veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezasiylede cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiş olup, anılan kanunun 15. maddesinin "Hapis cezası yedi günden yirmi seneye kadardır. Kanunda açıklanmıyan yerlerde yukarı haddi beş senedir" biçiminde hüküm altına alınmış olan birinci fıkrası da göz önünde bulundurulduğunda, somut olayda yargı görevi yapanı etkileme fiili iltimas derecesinde kalan sanığın eylemi için altı aydan beş yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.
Suç niteliği yönünden aleyhe temyizin bulunmadığı, daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan somut olayda, öngörülen ceza miktarı göz önüne alındığında suç 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen 5 yıllık asli, 7 yıl 6 aylık kesintili dava zamanaşımına tâbi olup, 01.04.2005 tarihinde gerçekleştirildiği kabul edilen eylemle ilgili olarak 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık dava zamanaşımının Özel Daire kararından önce 01.10.2012 tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Özel Daire kararının 2005 yılı Nisan ayında işlenen eylem yönünden, dava zamanaşımının gerçekleştiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün olduğundan, 2005 yılı Nisan ayında gerçekleştirilmiş olan eylem yönüyle kamu davasının 765 sayılı TCK'nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nun 223. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
Sanığın 5237 sayılı TCK’nun 05.07.2012 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun ile değişik 277. maddesinin değişiklikten önceki haline göre yargı görevi yapanı etkileme suçunu oluşturan 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği diğer üç eyleminin, maddenin değişiklikten sonraki haline göre de yargı görevi yapanı etkileme suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine gelince:
İncelenen dosya kapsamından;
Suç tarihleri itibariyle Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yapan sanığın, Kartal 6. Asliye Ceza Mahkemesinin taksirle ölüme sebebiyet verme suçuna ilişkin 2009/1071 esas sayılı dosyasında, tutuklu bulunan sanık F.Ö. için mahkeme hâkimi İbrahim Fi. T.'ı telefonla arayıp, sanığın uzun süre tutuklu kaldığını ve iyi birisi olduğunu söyleyerek, mağdur edilmemesini ve durumuna bakılmasını talep ettiği, aynı mahkemenin 2007/884 esas sayılı dosyasında, hırsızlık suçundan tutuklu bulunan sanık M.A.B. için mahkeme hakimi M.Ö.'ü telefonla arayıp, sanığın tutuklu olduğunu ve suçun oluşmayabileceğini söyleyerek, durumuna daha iyi bakmasını istediği, aynı dosya ile ilgili olarak duruşma savcısı olan Yalçın Gençsoy'un odasına giderek, duruşmasına çıktığı dosyada yapılan yargılama için suçun oluşmayacağı şeklinde görüş açıklamasında bulunarak, yargılama sürecine etki etmeye çalıştığı, Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/855 esas sayılı dosyasında ise azmettirici konumunda bulunan sanık H.Ç. için mahkeme hakimi E.K.r'a sanığın aslında mağdur olup, komplo ile karşı karşıya kaldığını söyleyip, sanığın durumuyla ilgilenmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK'nun "Yargı görevi yapanı etkileme" başlıklı 277. maddesi;
"Bir davanın taraflarından birinin veya bir kaçının veya sanıkların veya davaya katılanların, mağdurların leh veya aleyhinde, yargı görevi yapanlara emir veren veya baskı yapan veya nüfuz icra eden veya her ne suretle olursa olsun adı geçenleri hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır" şeklinde düzenlenmiş iken, 05.07.2012 gün ve 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 90. maddesiyle madde başlığıyla birlikte,
"Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs
'1) Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, şüpheli veya sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Birinci fıkradaki suçu oluşturan fiilin başka bir suçu da oluşturması halinde, fikri içtima hükümlerine göre verilecek ceza yarısına kadar artırılır" biçiminde değiştirilmiştir.
Öncelikle maddenin ilk halinde suçun işlenebilmesi için görülmekte olan bir davanın bulunması zorunlu, diğer bir ifadeyle sadece kovuşturma aşaması itibariyle suçun işlenmesi mümkün iken, değişiklikten sonra kapsam genişletilerek yapılmakta olan herhangi soruşturma da maddenin uygulanma alanına dahil edilmiştir. Ayrıca maddenin ilk halinde teşebbüsün, iltimas derecesini, diğer bir ifadeyle hatıra binaen ricada bulunmayı geçmemesi daha az cezayı gerektiren nitelikli bir hal olarak düzenlenmiş iken, yapılan değişiklikle daha az cezayı gerektiren bu hal madde metninden çıkarılmak suretiyle, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs eyleminin iltimas derecesini geçmemesi halinin dahi iki ila dört yıl arasında hapis cezasıyla cezalandırılması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Davaların ve ceza soruşturmasının doğruluk, dürüstlük ve gerçeğe ulaşma ilkelerine uygun olarak görülüp yapılmasında ve bu suretle adaletin gerçekleşmesinde bütün tarafların, şüphelinin ve nihayetinde toplumu oluşturan her bireyin yararı bulunmaktadır. Bu nedenle, adil yargılanma hakkını ihlâl eden, yargılamanın veya soruşturmanın doğruluk, dürüstlük ve gerçeğe ulaşma ilkelerine uygun olarak yerine getirilmesi yönündeki toplumsal beklentiyi zedeleyen tutum ve davranışlar kanun koyucu tarafından yaptırıma bağlanmıştır.
Maddede tanımlanan suçun konusunu herhangi bir adli uyuşmazlık oluşturmaktadır. Bu uyuşmazlık, özel hukuk hükümlerine göre açılmış olan bir davaya ya da idare veya vergi mahkemesinde açılmış olan bir davaya konu olabileceği gibi ceza soruşturması veya kovuşturmasına konu olan bir suç olgusuna ilişkin uyuşmazlık da olabilecektir. Önemli olan uyuşmazlığın, herhangi bir davaya ya da soruşturma veya kovuşturmaya konu edilmiş olmasıdır.
Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs suçunun işlenebilmesi için, yargı görevi yapanlar ile bilirkişi veya tanıkla doğrudan bir ilişki kurulması zorunlu olup, bu ilişkiyle beraber belirli bir yönde karar vermesi veya işlem tesis etmesi hususunda yargı görevi yapandan, gerçeğe aykırı mütalâa veya beyanda bulunması hususunda bilirkişiden veya tanıktan talepte bulunulması gerekmektedir.
Kamu hukuku veya özel hukuk ayırımı yapılmaksızın, her türlü uyuşmazlıkla ilgili olarak görülmekte olan davada veya yapılmakta olan soruşturmada, davanın taraflarından birinin, şüpheli veya sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı mütalâa veya beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs edilmesi suretiyle suçun işlenmesi mümkündür.
Suçun tanımında "hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs" unsuruna yer verildiğinden, suçun oluşabilmesi için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkileme girişiminin hukuka aykırı olması gerekmektedir.
Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkileme teşebbüsünde bulunulmasıyla suç tamamlanmış olup, suçun oluşabilmesi için, yargı görevi yapanın, bilirkişinin veya tanığın hukuka aykırı olarak kendisine iletilen talebi yerine getirerek herhangi bir karar vermesi veya işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı mütalâada veya beyanda bulunması gerekmemektedir.
Tanımlanan suçun maddi unsurları arasında yer alan hareket (fiil) unsuru, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı davanın taraflarından birinin, şüpheli veya sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için hukuka aykırı olarak etkilemeye kalkışmaktır.
Bu suçun oluşabilmesi için, kasten hareket edilmesi yetmemekte bunun yanında failin belirli bir amaç doğrultusunda hareket etmesi, diğer bir ifadeyle suçu oluşturan fiili, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak özel saikleri ile gerçekleştirmesi gerekmektedir. Nitekim bu hususa ilişkin madde gerekçesinde; "Bu suçun oluşabilmesi için, failin belirli bir amaç doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir. Failin, söz konusu suçu oluşturan fiili, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, yani görülmekte olan bir davanın taraflarından birinin ya da yapılmakta olan bir soruşturma veya kovuşturmada şüpheli veya sanığın ya da davaya katılanın veya mağdurun leh veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar verilmesini veya işlem tesis edilmesini ya da gerçeğe aykırı mütalaa veya beyanda bulunulmasını sağlamak amacıyla işlemesi gerekmektedir" açıklamasına yer verilmiştir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın mahkeme başkanı olarak çalıştığı adliyede, tarafların bir kısmının hemşehrisi, bir kısmının ise avukat olan kızının müvekkili olduğu dosyalarda hakim ve Cumhuriyet savcılarını arayarak, ya iyi kişiler olduğunu belirttiği tutuklu sanıkların tahliye edilmesi ya dosyalara iyi bakılması ya da eylemlerin suç oluşturmayacağı ve kızının vekaletnamesinin gözden kaçırılmaması yönünde telkinlerde bulunduğu sabit olup, sanığın meslektaş olmalarından kaynaklanan yakınlığı ve sahip olduğu ağır ceza mahkemesi başkanlığı ünvanını kullanarak birlikte çalıştığı hakim ve Cumhuriyet savcılarını, görülmekte olan davalarda müşteki veya mağdurlar yönüyle haksızlık oluşturacak şekilde, sanıklar lehine karar vermeleri ve görüş açıklamaları yönünde hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs ettiği, ancak bu eylemleri karşılığında herhangi bir maddi menfaat temin etmediği anlaşıldığından, sanığın 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemleri 5237 sayılı TCK'nun 277. maddesinin 6352 sayılı Kanunun 90. maddesi ile değişiklikten sonraki haline göre de yargı görevini yapanları etkileme suçunu oluşturmaktadır.
Anılan kanunun 277. maddesinin 6352 sayılı Kanunun 90. maddesi ile değişiklikten önceki halinde, eylemin hatıra binaen ricada bulunmak anlamına gelen iltimas derecesini geçmemesinin daha az cezayı gerektiren nitelikli bir hal olarak düzenlenmiş olması nedeniyle sanık lehine olup, Özel Dairece maddenin değişiklikten önceki son cümlesi uyarınca mahkumiyet hükmü kurulması usul ve kanuna uygundur.
Bu itibarla, sanığın 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle cezalandırılmasına ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup, sanık müdafiinin temyiz itirazlarının reddiyle, Özel Daire mahkumiyet hükmünün, sanığın 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemler yönüyle onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi; "sanığın 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirdiği eylemlerinin 5237 sayılı TCK'nun 277. maddesinin 6352 sayılı Kanunun 90. maddesi ile değişiklikten sonraki haline göre yargı görevini yapanları etkileme suçunu oluşturmadığından bahisle, Özel Daire kararının bozulması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Diğer taraftan, yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan, sanığı birebir gözlemleyen Özel Dairece, 5271 sayılı CMK'nun 231. maddesi uyarınca, sanığın kişilik özellikleri ve duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak, yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaate ulaşılmayarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiş olması, dosya kapsamına uygun ve yerindedir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 21.03.2013 gün ve 1-3 sayılı kararının,
A- 2005 yılı Nisan ayında gerçekleştirilmiş olan eylemle ilgili olarak, dava zamanaşımının gerçekleştiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, 2005 yılı Nisan ayında gerçekleştirilmiş olan eylem yönüyle sanık hakkındaki kamu davasının, 765 sayılı TCK’nun 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
B- 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilmiş olan diğer üç eylemle ilgili olarak ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.06.2014 günü yapılan müzakerede 2005 yılı Nisan ayında gerçekleştirilmiş olan eylemle ilgili olarak dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin uyuşmazlık konusu yönüyle oybirliğiyle, 2008-2009, 2009-2010 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilmiş olan eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu yönüyle ise oyçokluğuyla karar verildi.

Aile ve Boşanma Hukuku • Çocuk icrasında masrafın diğer taraftan alınabilmesi hakkınd

İyi çalışmalar.Boşanma davasında çocuğun velayeti annesine verildi.Çocuğu normalde görürken icrayla gelmemi istedi.Nafakaları düzenli ödediğim halde bir de böyle bir dayatmayla karşı karşıyayım.Yapmış olduğum icra masraflarının(kadının böyle bir zorlama olduğuna dair delil olduğu gözönüne alınırsa) diğer taraftan tahsil edebileceğime dair bir emsal karar varsa benim gibi milyonlarca mağduru sevindirecektir.Saygılar

Bilgiler: Tarih-Gönderici: herzamanhukuk_670 — 26 Oca 2015, 23:34


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TÜKETİCİ,SIFIR ARACIN KONTAK ANAHTARININ DİĞER ARACA UYMASI


T.C
YARGITAY
13.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/21457
KARAR NO: 2014/5279
KARAR TARİHİ: 26.02.2014

Taraflar arasındaki ayıplı araç davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabul kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, 30.03.2010 tarihinde davalı …Otomotiv şirketinden sıfır km bir araç satın aldığını, aynı tarihte akrabası olan dava dışı E… nin de aynı marka ve model bir araç aldığını, bir süre sonra her iki arabanın anahtarlarının birbirlerinin kapılarını açtığını ve motorlarını çalıştırdığını tesadüfen öğrendiklerini ve yetkili servise bildirdiklerini, kilit sisteminin değiştirilmesi gerektiğinin söylendiğini ancak aracın orjinalliğinin bozulmasından dolayı bu teklifi kabul etmediğini 23.11.2010 tarihli ihtarname ile aracın iadesi ile bedelinin ödenmesini istediğini, davalı tarafından talebinin kabul edilmediğini ileri sürerek üretim hatası olan aracın iadesi ile bedelinin ödenmesine ayrıca 15.000.00.TL maddi ve 15.000.00.TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı …Otomotiv şirketi, yeni anahtar sistemi ve kodlandırma yöntemi ile hatanın giderilebileceğini, bedelin iadesi talebinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir.

Davalı …Otomotiv şirketinin davanın ihbarını istediği ve mahkemece davaya davalı olarak dahil edilen …Otomotiv şirketi, davaya davalının ihbarı isteğinden sonra davalı sıfatıyla dahil edilmelerinin usulen mümkün olmadığını, taraf sıfatlarının olmadığını ve esastan da davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile aracın iadesi ile bedeli olan 31.000.00.TL’ nın davalılardan müteselsilen tahsiline, maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı …Otomotiv şirketinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-…Otomotiv şirketinin temyizi yönünden; HMK 114.maddesi gereğince taraf ehliyeti dava şartı olup, mahkemece resen gözetilir. Davacı tarafından usulüne uygun olarak açılmış bir dava bulunmadan gerçek ya da tüzel kişiler davaya dahil edilerek aleyhlerine hüküm kurulması mümkün olmamasına rağmen mahkemece, davalı …Otomotiv şirketinin yargılama sırasında açılan davanın ihbarı ve davalı yanında davaya …Otomotiv şirketinin dahil edilmesi yönündeki talebi üzerine imalatçı – ithalatçı firma olan …Otomotiv şirketinin 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’ un 4./3. madde ve fıkrası gereğince sorumluluğunun bulunduğu gerekçesi ile ve bu konuda davacının da herhangi bir talebi olmadan davaya davalı olarak resen dahil edilmesi ve davalı olarak diğer davalı …Otomotiv şirketi ile birlikte araç bedeli olan 31.000.00.TL ile yargılama giderlerinin davacıya ödenmesi hususunda müteselsilen sorumluluğuna karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ:Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalı …Otomotiv şirketinin tüm temyiz taleplerinin reddine, 2. bent gereğince hükmün …Otomotiv Ltd. Şti yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 12 Ara 2014, 17:06


facebook kayıtları delil olarak, diğer delillerle desteklenirse hükme esas alınabilir

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 2013/19577 esas sayılı ve  2014/1926 karar sayılı 05.02.2014 tarihli karar

BOŞANMA DAVASINDA FACEBOOK SİTESİ ÇIKTILARININ ESAS ALINMASI (Elektronik Ortamdaki Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi Veriler ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar Diğer Delillerle Desteklendiklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınabileceği – Kocanın Güven Sarsıcı Davranışlarının Sabit Kabul Edilip Buna Bağlı Boşanma Kararı Verilemeyeceği/Hukuka Aykırı Delil)

FACEBOOK SİTESİ ÇIKTILARI (Boşanma Davası/Hukuka Aykırı Delil – Elektronik Ortamdaki Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi Veriler ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar Diğer Delillerle Desteklendiklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınabileceği/Kocanın Güven Sarsıcı Davranışlarının Sabit Kabul Edilip Boşanma Kararı Verilemeyeceği)

ELEKTRONİK ORTAMDAKİ VERİLER (Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar/Diğer Delillerle Desteklenmediklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınamayacağı/Hukuka Aykırı Delil – Boşanma Davası/”Facebook” İsimli Sosyal Paylaşım Sitesi Kullanılarak Yapılan Çıktılar)

HUKUKA AYKIRI DELİL (Elektronik Ortamdaki Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi Veriler ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar Diğer Delillerle Desteklendiklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınabileceği – “Facebook” İsimli Sosyal Paylaşım Sitesi Kullanılarak Yapılan Çıktılar/Mahkeme Tarafından Bir Vakıanın İspatında Dikkate Alınamayacağı)

4721/m. 166

6100/m. 189/2

ÖZET : Mahkemece; davacı tarafından dosyaya sunulan elektronik ortamdan elde edilen resimler ve elektronik ortamda (“Facebook” isimli sosyal paylaşım sitesi kullanılarak) yapılan görüşmelere ilişkin çıktılar esas alınarak, kocanın güven sarsıcı davranışları sabit kabul edilmiş, buna bağlı olarak boşanma kararı verilmiştir.

Elektronik ortamdaki fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcılar, diğer delillerle desteklendikleri takdirde “delil” olarak hükme esas alınabilir. Bu veriler tek başına vakıaların ispatına yeterli değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Mahkemece; davacı tarafından dosyaya sunulan elektronik ortamdan elde edilen resimler ve elektronik ortamda (sosyal paylaşım sitesi kullanılarak) yapılan görüşmelere ilişkin çıktılar esas alınarak, kocanın güven sarsıcı davranışları sabit kabul edilmiş, buna bağlı olarak boşanma kararı verilmiştir.

Elektronik ortamdaki fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcılar, diğer delillerle desteklendikleri takdirde “delil” olarak hükme esas alınabilir. Bu veriler tek başına vakıaların ispatına yeterli değildir. Hükme esas alınan elektronik ortamdan elde edilen görüntülerdeki şahısların kocanın yakınları olduğu anlaşılmaktadır. “Facebook” isimli sosyal paylaşım sitesi kullanılarak kocanın, dayısıyla görüşmelerine ilişkin iletişim kayıtlarının da; davacının, sosyal paylaşım sitesinde kendisini “kocanın dayısı” yerine koymak suretiyle “dayısı ile koca” yazışıyormuş görüntüsü verilerek davacı tarafından oluşturulduğu, davacının da bunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde, sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapılan görüşme kayıtları da vakıaların ispatında dikkate alınamaz (HMK md. 189/2).

Dosyada sözü edilen elektronik veriler dışında taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan bırakmayacak nitelikte bir geçimsizliği kabule elverişli ciddi sebep ve deliller tespit edilememiş, Türk Medeni Kanununun 166. maddesinde yer alan çekilmezlik ve temelden sarsılma olgusu davada gerçekleşmemiştir. Bu durumda davanın reddi gerekirken, yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle, 05.02.2014 tarihinde karar verildi

evli eşle duygusal beraberlik yaşayan kişinin diğer eşe tazminat ödemesi gerekir

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi,

Duygusal beraberlik tazminat nedeni!

Yargıtay, sadece zinanın değil, duygusal birlikteliğin de diğer eşin kişilik haklarına saldırı olduğuna karar verdi. Evli çiftin boşanmasına sebep olan kişi diğer eşe tazminat ödeyecek

 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, daha önce, ‘evli kişiyle cinsel ilişki kuranın diğer eşe tazminat ödemesi gerektiğine’ ilişkin kararları bir adım daha ileri götürürek bu defa cinsel ilişki olmasa dahi evli çiftin boşanmasına sebep olan kişinin diğer eşe tazminat ödemesi gerektiğine karar verdi.
Daire, sadece zina halinin değil, “duygusal beraberliğin” de diğer eşin kişilik haklarına saldırı olduğunu savunduğu kararda, davalı ile davacının eski eşinin internetten yaptığı yazışmaları kararına dayanak gösterdi.

‘Zina yok’ diye reddedildi
Davacı koca, eşiyle ilişkisi olduğunu ileri sürdüğü adam hakkında manevi tazminat talebiyle dava açtı. Davacı, boşandığı resmi nikâhlı eşinin, davalı ile ilişkisi olduğunu, davalının eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesini istedi. Davalı ise dava dilekçesine verdiği yanıtta, “davacının eşinden zina nedeni ile değil, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandığını, hiçbir şekilde davacının eşi ile zina yapmadığını, asıl evlilik dışı ilişkiler yaşayanın davacının kendisi olduğunu, davacının kendi ailesi ile hiçbir zaman mutlu bir yuva kuramadığını, iyi bir aile babası olamadığını” belirterek davanın reddedilmesini istedi. Mahkeme de davalı ile davacının eski karısı arasında cinsel ilişki olmadığı, boşanma davasında davacı ile eski eşinin, “evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına” dayalı olarak boşanmalarına karar verildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verdi.
Davacının kararı temyiz etmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise davacının manevi tazminat talebini yerinde bularak yerel mahkemenin kararını bozdu. Yargıtay kararında şöyle denildi:

‘Zina şart değil’
“Her ne kadar dava dilekçesi başlığında zina nedeniyle tazminat isteminde bulunulduğu yazılmış ise de, dava dilekçesi içeriğinde davacının boşandığı eşi ile davalının duygusal beraberliklerinin bulunduğu ve bu nedenle eşinden boşanmak zorunda kaldığı belirtilerek, aile birliğinin bozulmasında davalının etkili olduğundan bahisle manevi tazminat istendiğine göre, tarafların mutlaka zina nedeniyle boşanmaları gerekmez.
Boşanma dosyası içeriğinden ve eldeki dosyadaki tanık beyanları ile internet üzerinden yapılan yazışmalardan davacının eski eşi ile davalı arasında bir ilişki olduğu ve bunun aile mahkemesince boşanma sebebi olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Şu durumda, davacının kişilik haklarına saldırı söz konusu olduğundan, yukarıda anlatılan hususlar gözetilerek, boşanma davasında hüküm altına alınan tazminat ile tahsilde tekerrür olmamak üzere uygun tutarda bir tazminat ödetilmesi yerine istemin tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.”

Elektronik ortamdan elde edilen her türlü veri diğer delillerle desteklenirse hükme esas “delil” olur

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 2013/19577 esas ve 2014/1926 karar sayılı 05.02.2014 tarihli kararı

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece; davacı tarafından dosyaya sunulan elektronik ortamdan elde edilen resimler ve elektronik ortamda (sosyal paylaşım sitesi kullanılarak) yapılan görüşmelere ilişkin çıktılar esas alınarak, kocanın güven sarsıcı davranışları sabit kabul edilmiş, buna bağlı olarak boşanma kararı verilmiştir.

Elektronik ortamdaki fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcılar, diğer delillerle desteklendikleri takdirde “delil” olarak hükme esas alınabilir. Bu veriler tek başına vakıaların ispatına yeterli değildir. Hükme esas alınan elektronik ortamdan elde edilen görüntülerdeki şahısların kocanın yakınları olduğu anlaşılmaktadır. “Facebook” isimli sosyal paylaşım sitesi kullanılarak kocanın, dayısıyla görüşmelerine ilişkin iletişim kayıtlarının da; davacının, sosyal paylaşım sitesinde kendisini “kocanın dayısı” yerine koymak suretiyle “dayısı ile koca” yazışıyormuş görüntüsü verilerek davacı tarafından oluşturulduğu, davacının da bunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde, sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapılan görüşme kayıtları da vakıaların ispatında dikkate alınamaz (HMK md. 189/2).

Dosyada sözü edilen elektronik veriler dışında taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan bırakmayacak nitelikte bir geçimsizliği kabule elverişli ciddi sebep ve deliller tespit edilememiş, Türk Medeni Kanununun 166. maddesinde yer alan çekilmezlik ve temelden sarsılma olgusu davada gerçekleşmemiştir. Bu durumda davanın reddi gerekirken, yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.05.02.2014

6545 sayılı TCK ve diğer kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun tam metni

TÜRK CEZA KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN
Kanun No. 6545

Kabul Tarihi: 18/6/2014
MADDE 1- 12/6/1933 tarihli ve 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunun 23 üncü maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve fıkraya birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Esrar elde etmek amacıyla kenevir ekimi yapan kişi dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
“Münhasıran kendi kullanımı için ihtiyaç duyduğu esrarı elde etmek amacıyla kenevir ekimi yapan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
MADDE 2- 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununun;
a) (1) sayılı Tarifesinin “A- Mahkeme Harçları” bölümünün “IV. Temyiz, istinaf ve itiraz harçları” kısmının (d) bendinde yer alan “itirazen yapılacak başvurularda” ibaresi “yapılacak istinaf yolu başvurularında” şeklinde değiştirilmiştir.
b) (3) sayılı Tarifesinin “I- Başvurma harcı” kısmının (d) bendinde yer alan “itirazen yapılan başvurularda” ibaresi “yapılacak istinaf yolu başvurularında” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 3- 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 3- 1. Bölge idare mahkemeleri, başkanlık, başkanlar kurulu, daireler, bölge idare mahkemesi adalet komisyonu ve müdürlüklerden oluşur.
2. Bölge idare mahkemelerinde biri idare diğeri vergi olmak üzere en az iki daire bulunur. Gerekli hâllerde dairelerin sayısı, Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca artırılıp azaltılabilir.
3. Dairelerde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur.
4. Bölge idare mahkemesi başkan ve üyeliklerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atama yapılır.”
MADDE 4- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/A maddesi eklenmiştir.
“Bölge idare mahkemelerinin görevleri:
MADDE 3/A- Bölge idare mahkemelerinin görevleri şunlardır:
a) İstinaf başvurularını inceleyip karara bağlamak.
b) Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını kesin karara bağlamak.
c) Diğer kanunlarla verilen görevleri yapmak.”
MADDE 5- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/B maddesi eklenmiştir.
“Bölge idare mahkemesi başkanının görevleri:
MADDE 3/B- Bölge idare mahkemesi başkanının görevleri şunlardır:
a) Mahkemeyi temsil etmek.
b) Bölge idare mahkemesi başkanlar kuruluna ve adalet komisyonuna başkanlık etmek, alınan kararları yürütmek.
c) Bölge idare mahkemesi dairelerinden birine başkanlık etmek.
d) Mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli çalışmasını sağlamak ve bu yolda uygun göreceği önlemleri almak.
e) Bölge idare mahkemesinin genel yönetim işlerini yürütmek.
f) Bölge idare mahkemesi memurlarını denetlemek.
g) Dairelerin benzer olaylarda kesin olarak verdikleri kararlar arasındaki uyuşmazlığın giderilmesi için başkanlar kuruluna başvurmak.
h) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.”
MADDE 6- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/C maddesi eklenmiştir.
“Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulu:
MADDE 3/C- 1. Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulu, bölge idare mahkemesi başkanı ile daire başkanlarından oluşur.
2. Bölge idare mahkemesi başkanının bulunmadığı hâllerde kurula daire başkanlarından en kıdemli olan başkanlık eder.
3. Daire başkanının mazereti hâlinde, o dairenin en kıdemli üyesi kurula katılır.
4. Bölge idare mahkemesi başkanlar kurulunun görevleri şunlardır:
a) Gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak ihtisaslaşmayı sağlamak amacıyla, bölge idare mahkemesi daireleri arasındaki iş bölümünü belirlemek, daireler arasında çıkan iş bölümü uyuşmazlıklarını karara bağlamak.
b) Hukuki veya fiili nedenlerle bir dairenin kendi üyeleriyle toplanamadığı hâllerde ilgisine göre diğer dairelerden üye görevlendirmek.
c) Benzer olaylarda, bölge idare mahkemesi dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında veya farklı bölge idare mahkemeleri dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık bulunması hâlinde; resen veya ilgili bölge idare mahkemesi dairelerinin ya da istinaf yoluna başvurma hakkı bulunanların bu aykırılığın veya uyuşmazlığın giderilmesini gerekçeli olarak istemeleri üzerine, istemin uygun görülmesi hâlinde kendi görüşlerini de ekleyerek Danıştay Başkanlığına iletmek.
d) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
5. Dördüncü fıkranın (c) bendine göre yapılacak talepler hakkında 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun 39 uncu ve 40 ıncı maddeleri uygulanır.
6. Başkanlar Kurulu eksiksiz toplanır ve çoğunlukla karar verir. Oyların eşitliği hâlinde başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır.”
MADDE 7- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/D maddesi eklenmiştir.
“Dairelerin görevleri:
MADDE 3/D- Bölge idare mahkemesi dairelerinin görevleri şunlardır:
a) İlk derece mahkemelerince verilen ve istinaf yolu açık olan nihai kararlara karşı yapılan istinaf başvurularını inceleyerek karara bağlamak.
b) İlk derece mahkemelerince yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlara karşı yapılan itirazları inceleyerek karara bağlamak.
c) Yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemeleri arasındaki görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmek.
d) Yargı çevresi içinde bulunan yetkili ilk derece mahkemesinin bir davaya bakmasına fiili veya hukuki bir engel çıktığı veya iki mahkemenin yargı çevresi sınırlarında tereddüt edildiği veya iki mahkemenin de aynı davaya bakmaya yetkili olduklarına karar verdikleri hâllerde; o davanın bölge idare mahkemesi yargı çevresi içinde bulunan başka bir mahkemeye nakline veya yetkili mahkemenin tayinine karar vermek.
e) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.”
MADDE 8- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/E maddesi eklenmiştir.
“Bölge idare mahkemesi başkanı, daire başkanları ve üyelerin nitelikleri ve atanmaları:
MADDE 3/E- 1. Bölge idare mahkemesi başkanı ve daire başkanları birinci sınıf olup birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş; daire üyeleri ise en az birinci sınıfa ayrılmış olup birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idari yargı hâkim ve savcıları arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atanır.
2. Danıştay daire başkanı ve üyeleri, istekleri üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bölge idare mahkemesi başkanlığına veya daire başkanlıklarına dört yıllığına atanabilirler. Başka bir bölge idare mahkemesine yapılacak atamalarda da aynı usul uygulanır. Bu şekilde atananların; Danıştay üyeliği sıfatı, kadrosu, aylık ve ödeneği ile her türlü özlük hakları korunur; aylık ve ödenekleri ile her türlü mali ve sosyal haklarının Danıştay bütçesinden ödenmesine devam olunur; disiplin ve ceza soruşturma ve kovuşturmaları Danıştay üyeleri hakkındaki hükümlere tabidir; bu görevde geçirdikleri süre Danıştay üyeliğinde geçmiş sayılır. Bu kişiler; Danıştay üyeleri tarafından Danıştayda yapılan iş ve işlemlere katılamazlar; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği seçimleri hariç Danıştaydaki seçimlerde aday olamaz ve oy kullanamazlar; istekleri üzerine Danıştaydaki görevlerine geri dönerler.”
MADDE 9- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/F maddesi eklenmiştir.
“Toplantı ve karar:
MADDE 3/F- 1. Her daire, bir başkan ve iki üyenin katılımıyla toplanır. Görüşmeler gizli yapılır, kararlar çoğunlukla verilir.
2. Hukuki veya fiili nedenlerle bir daire toplanamazsa, başkanlar kurulunun kararıyla diğer dairelerden; bu da mümkün olmazsa, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca diğer bölge idare mahkemelerinden yetkili olarak görevlendirilen üyelerle eksiklik tamamlanır.
3. Daire başkanının hukuki veya fiili nedenlerle bulunamaması hâlinde dairenin en kıdemli üyesi daireye başkanlık yapar.”
MADDE 10- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/G maddesi eklenmiştir.
“Bölge idare mahkemesi adalet komisyonu:
MADDE 3/G- 1. Her bölge idare mahkemesinde bir bölge idare mahkemesi adalet komisyonu bulunur.
2. Komisyon, bölge idare mahkemesi başkanının başkanlığında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca daire başkanları arasından belirlenen iki asıl üyeden oluşur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ayrıca daire başkan veya üyeleri arasından iki yedek üye belirler. Başkanın yokluğunda asıl üye olan kıdemli daire başkanı, asıl üyelerin yokluğunda ise kıdemine göre yedek üyeler komisyona katılır.
3. Komisyon eksiksiz toplanır ve çoğunlukla karar verir.
4. Bölge idare mahkemesi adalet komisyonu, 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 114 ve 115 inci maddelerinde belirtilen görevler ile diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirir.”
MADDE 11- 2576 sayılı Kanuna 3 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 3/H maddesi eklenmiştir.
“Müdürlükler:
MADDE 3/H- 1. Bölge idare mahkemesi başkanlığında, dairelerinde ve adalet komisyonunda yeterli sayıda yazı işleri müdürlüğü ve idari işler müdürlüğü ile ihtiyaç duyulan diğer müdürlükler kurulur.
2. Her müdürlükte bir müdür ile yeterli sayıda memur bulunur.”
MADDE 12- 2576 sayılı Kanunun 12 nci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Müdürlükler ve mahkeme memurları:
MADDE 12- 1. Her mahkemede bir yazı işleri müdürlüğü kurulur.
2. Adalet Bakanlığınca gerekli görülen yerlerde ayrıca idari, mali ve teknik işlerle ilgili müdürlükler kurulur.
3. Her müdürlükte bir müdür ile yeteri kadar memur bulunur.”
MADDE 13- 2576 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “onmilyon lirayı” ibaresi “bin Türk lirasını” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 14- 2576 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 20- 1. Adalet Bakanlığı, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde, Kanunun, bu Kanunla değişik 3 üncü maddesinde öngörülen bölge idare mahkemelerini kurar. Bölge idare mahkemelerinin kuruluşları, yargı çevreleri ve tüm yurtta göreve başlayacakları tarih, Resmî Gazete’de ilan edilir. Mevcut bölge idare mahkemeleri, yeni kurulan bölge idare mahkemelerinin göreve başlayacakları tarihe kadar faaliyetlerine devam ederler.
2. Yeni kurulan bölge idare mahkemelerinin göreve başlayacakları tarih itibarıyla mevcut bölge idare mahkemelerinde bulunan dosyalar; yargı çevreleri dikkate alınarak yeni kurulan bölge idare mahkemelerine devredilir ve ilgili dairelere tevzi edilir.
3. Yeni kurulan bölge idare mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu mahkemelerin başkanları, daire başkanları ve üyelerinin atamaları yapılır. Bölge idare mahkemelerinde görev yapacak diğer personelin atamaları da aynı süre içinde yapılır.
4. Yeni kurulan bölge idare mahkemelerinin adalet komisyonları da bu mahkemelerin göreve başlayacakları tarih itibarıyla oluşturulur.”
MADDE 15- 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “kararın düzeltilmesi veya temyiz yoluna; tek hâkim kararına karşı ise itiraz yoluna” ibaresi “ilgisine göre istinaf ya da temyiz yoluna” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 16- 2577 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “itirazlarda” ibaresi “istinaflarda” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 17- 2577 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar.”
MADDE 18- 2577 sayılı Kanuna 20 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 20/A maddesi eklenmiştir.
“İvedi yargılama usulü:
MADDE 20/A- 1. İvedi yargılama usulü aşağıda sayılan işlemlerden doğan uyuşmazlıklar hakkında uygulanır:
a) İhaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemleri.
b) Acele kamulaştırma işlemleri.
c) Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları.
d) 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca yapılan satış, tahsis ve kiralama işlemleri.
e) 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca, idari yaptırım kararları hariç çevresel etki değerlendirmesi sonucu alınan kararlar.
f) 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca alınan Bakanlar Kurulu kararları.
2. İvedi yargılama usulünde:
a) Dava açma süresi otuz gündür.
b) Bu Kanunun 11 inci maddesi hükümleri uygulanmaz.
c) Yedi gün içinde ilk inceleme yapılır ve dava dilekçesi ile ekleri tebliğe çıkarılır.
d) Savunma süresi dava dilekçesinin tebliğinden itibaren on beş gün olup, bu süre bir defaya mahsus olmak üzere en fazla on beş gün uzatılabilir. Savunmanın verilmesi veya savunma verme süresinin geçmesiyle dosya tekemmül etmiş sayılır.
e) Yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilecek kararlara itiraz edilemez.
f) Bu davalar dosyanın tekemmülünden itibaren en geç bir ay içinde karara bağlanır. Ara kararı verilmesi, keşif, bilirkişi incelemesi ya da duruşma yapılması gibi işlemler ivedilikle sonuçlandırılır.
g) Verilen nihai kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir.
h) Temyiz dilekçeleri üç gün içinde incelenir ve tebliğe çıkarılır. Bu Kanunun 48 inci maddesinin bu maddeye aykırı olmayan hükümleri kıyasen uygulanır.
ı) Temyiz dilekçelerine cevap verme süresi on beş gündür.
j) Danıştay evrak üzerinde yaptığı inceleme sonunda, maddi vakıalar hakkında edinilen bilgiyi yeterli görürse veya temyiz sadece hukuki noktalara ilişkin ise yahut temyiz olunan karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise işin esası hakkında karar verir. Aksi hâlde gerekli inceleme ve tahkikatı kendisi yaparak esas hakkında yeniden karar verir. Ancak, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan temyizi haklı bulduğu hâllerde kararı bozmakla birlikte dosyayı geri gönderir. Temyiz üzerine verilen kararlar kesindir.
k) Temyiz istemi en geç iki ay içinde karara bağlanır. Karar en geç bir ay içinde tebliğe çıkarılır.”
MADDE 19- 2577 sayılı Kanunun 45 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İstinaf:
MADDE 45- 1. İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin olup, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz.
2. İstinaf, temyizin şekil ve usullerine tabidir. İstinaf başvurusuna konu olacak kararlara karşı yapılan kanun yolu başvurularında dilekçelerdeki hitap ve istekle bağlı kalınmaksızın dosyalar bölge idare mahkemesine gönderilir.
3. Bölge idare mahkemesi, yaptığı inceleme sonunda ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa istinaf başvurusunun reddine karar verir. Karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise gerekli düzeltmeyi yaparak aynı kararı verir.
4. Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir. İnceleme sırasında ihtiyaç duyulması hâlinde kararı veren mahkeme veya başka bir yer idare ya da vergi mahkemesi istinabe olunabilir. İstinabe olunan mahkeme gerekli işlemleri öncelikle ve ivedilikle yerine getirir.
5. Bölge idare mahkemesi, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından bakılmış olması hâllerinde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. Bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararları kesindir.
6. Bölge idare mahkemelerinin 46 ncı maddeye göre temyize açık olmayan kararları kesindir.
7. İstinaf başvurusuna konu edilen kararı veren ya da karara katılan hâkim, aynı davanın istinaf yoluyla bölge idare mahkemesince incelenmesinde bulunamaz.
8. İvedi yargılama usulüne tabi olan davalarda istinaf yoluna başvurulamaz.”
MADDE 20- 2577 sayılı Kanunun 46 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 46- Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir:
a) Düzenleyici işlemlere karşı açılan iptal davaları.
b) Konusu yüz bin Türk lirasını aşan vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler hakkında açılan davalar.
c) Belli bir meslekten, kamu görevinden veya öğrencilik statüsünden çıkarılma sonucunu doğuran işlemlere karşı açılan iptal davaları.
d) Belli bir ticari faaliyetin icrasını süresiz veya otuz gün yahut daha uzun süreyle engelleyen işlemlere karşı açılan iptal davaları.
e) Müşterek kararnameyle yapılan atama, naklen atama ve görevden alma işlemleri ile daire başkanı ve daha üst düzey kamu görevlilerinin atama, naklen atama ve görevden alma işlemleri hakkında açılan iptal davaları.
f) İmar planları, parselasyon işlemlerinden kaynaklanan davalar.
g) Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunca itiraz üzerine verilen kararlar ile 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun uygulanmasından doğan davalar.
h) Maden, taşocakları, orman, jeotermal kaynaklar ve doğal mineralli sular ile ilgili mevzuatın uygulanmasına ilişkin işlemlere karşı açılan davalar.
ı) Ülke çapında uygulanan öğrenim ya da bir meslek veya sanatın icrası veyahut kamu hizmetine giriş amacıyla yapılan sınavlar hakkında açılan davalar.
i) Liman, kruvaziyer limanı, yat limanı, marina, iskele, rıhtım, akaryakıt ve sıvılaştırılmış petrol gazı boru hattı gibi kıyı tesislerine işletme izni verilmesine ilişkin mevzuatın uygulanmasından doğan davalar.
j) 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun uygulanmasından ve 16/7/1997 tarihli ve 4283 sayılı Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan davalar.
k) 6/6/1985 tarihli ve 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun uygulanmasından doğan davalar.
l) 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun uygulanmasından doğan davalar.
m) Düzenleyici ve denetleyici kurullar tarafından görevli oldukları piyasa veya sektörle ilgili olarak alınan kararlara karşı açılan davalar.”
MADDE 21- 2577 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “mahkemece” ibareleri “bölge idare mahkemesince” şeklinde; üçüncü fıkrasında yer alan “mahkemeye” ibaresi “bölge idare mahkemesine”, “mahkeme” ibaresi “bölge idare mahkemesi” şeklinde; dördüncü fıkrada yer alan “mahkeme” ibaresi “bölge idare mahkemesi” şeklinde; beşinci fıkrada yer alan “mahkemece” ibaresi “bölge idare mahkemesince” şeklinde; altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “mahkeme veya Danıştay daire başkanı” ibaresi “merci” ve “onbeş” ibaresi “yedi” şeklinde; ikinci cümlesinde yer alan “mahkeme, ilk derece mahkemesi olarak davaya bakan Danıştay dairesi” ibaresi “ilgili merci” şeklinde; üçüncü cümlesinde yer alan “mahkeme, ilk derece mahkemesi olarak davaya bakan Danıştay dairesi” ibaresi “merci” şeklinde; dördüncü cümlesinde yer alan “Mahkemenin veya Danıştay dairesinin” ibaresi “İlgili merciin” şeklinde değiştirilmiş; altıncı fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “yapılması” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya kesin bir karar hakkında olması” ibaresi eklenmiş ve 7 numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“7. Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin ödenmemiş olduğu, dilekçenin 3 üncü madde esaslarına göre düzenlenmediği, temyizin kanuni süre içinde yapılmadığı veya kesin bir karar hakkında olduğunun anlaşıldığı hâllerde, 2 ve 6 ncı fıkralarda sözü edilen kararlar, dosyanın gönderildiği Danıştayın ilgili dairesi ve kurulunca, kesin olarak verilir.”
MADDE 22- 2577 sayılı Kanunun 49 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Temyiz incelemesi üzerine verilecek kararlar:
MADDE 49- 1. Temyiz incelemesi sonunda Danıştay;
a) Kararı hukuka uygun bulursa onar. Kararın sonucu hukuka uygun olmakla birlikte gösterilen gerekçeyi doğru bulmaz veya eksik bulursa, kararı, gerekçesini değiştirerek onar.
b) Kararda yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmayan maddi hatalar ile düzeltilmesi mümkün eksiklik veya yanlışlıklar varsa kararı düzelterek onar.
2. Temyiz incelemesi sonunda Danıştay;
a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması,
sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozar.
3. Kararların kısmen onanması ve kısmen bozulması hâllerinde kesinleşen kısım Danıştay kararında belirtilir.
4. Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davaların temyizen incelenmesinde bu madde ile ısrar hariç 50 nci madde hükümleri kıyasen uygulanır.
5. Temyize konu edilen kararı veren ya da karara katılan hâkim aynı davanın temyiz incelemesinde görev alamaz.”
MADDE 23- 2577 sayılı Kanunun 50 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 50- 1. Temyiz incelemesi sonucunda verilen karar, dosyayla birlikte kararı veren mercie gönderilir. Bu karar, dosyanın geldiği tarihten itibaren yedi gün içinde taraflara tebliğe çıkarılır.
2. Temyiz incelemesi sonucunda verilen bozma kararı üzerine ilgili merci, dosyayı öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.
3. Bölge idare mahkemesi, Danıştayca verilen bozma kararına uyabileceği gibi kararında ısrar da edebilir.
4. Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesi, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılır.
5. Bölge idare mahkemesi, bozmaya uymayarak kararında ısrar ederse, ısrar kararının temyizi hâlinde, talep, konusuna göre Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulunca incelenir ve karara bağlanır. Danıştay İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları kararlarına uyulması zorunludur.”
MADDE 24- 2577 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin başlığı “Kanun yararına temyiz:” şeklinde; birinci fıkrasında yer alan “Bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip” ibaresi “İdare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerinin kesin olarak verdiği kararlar ile istinaf veya” şeklinde ve ikinci fıkrasında yer alan “mahkeme veya Danıştay” ibaresi “merci” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 25- 2577 sayılı Kanunun 52 nci maddesinin başlığında yer alan “itiraz” ibaresi “istinaf” şeklinde; birinci fıkrasında yer alan “itiraz yoluna” ibaresi “istinaf yoluna” şeklinde; “itirazı” ibaresi “istinaf başvurusunu” şeklinde ve son cümlesinde yer alan “kararların temyizi” ibaresi “kararlara karşı temyiz ya da istinaf yoluna başvurulması” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 26- 2577 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin başlığı “Yargılamanın yenilenmesi usulü:” şeklinde, beşinci fıkrasında yer alan “53, 54 ve bu” ibaresi “Bu madde ile 53 üncü” şeklinde değiştirilmiş; üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan “ve kararın düzeltilmesi” ibareleri ile beşinci fıkrasında yer alan “ve kararın düzeltilmesinde” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
MADDE 27- 2577 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 8- 1. Bu Kanunla idari yargıda kanun yollarına ilişkin getirilen hükümler, 2576 sayılı Kanunun, bu Kanunla değişik 3 üncü maddesine göre kurulan bölge idare mahkemelerinin tüm yurtta göreve başlayacakları tarihten sonra verilen kararlar hakkında uygulanır. Bu tarihten önce verilmiş kararlar hakkında, kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan kanun yollarına ilişkin hükümler uygulanır.
2. Bölge idare mahkemelerinin faaliyete geçme tarihine kadar idare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararlara yapılan itirazlarda bu Kanunla düzenlenen istinaf kanun yolu için öngörülen harçlar alınır.”
MADDE 28- 2577 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Kanunun 17 nci maddesindeki” ibaresi “Kanunda öngörülen” şeklinde ve “onmilyon lirayı” ibaresi “bin Türk lirasını” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 29- 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 5 inci maddesinde yer alan “yirmiüç hukuk, onbeş ceza dairesi” ibaresi “otuz sekiz daire” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 30- 2797 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde yer alan “dördü” ibareleri “altısı”, “sekiz” ibaresi “on iki”, “ikisi” ibareleri “dördü” ve “dört” ibaresi “sekiz” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 31- 2797 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının başına aşağıdaki cümle eklenmiş; birinci fıkrasında yer alan “arasındaki” ibaresi “hukuk veya ceza dairesi olarak belirlenmesi ile aralarındaki” şeklinde ve “üçte” ibaresi “onda” şeklinde değiştirilmiş; mevcut birinci fıkrasının üçüncü ve dördüncü cümlelerinde yer alan “işbölümü” ibareleri madde metninden çıkarılmış, ikinci fıkrasının (a) bendi ile üçüncü fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Daireler, hukuk veya ceza dairesi olarak Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından belirlenir.”
“a) Daireler arasındaki iş bölümünün belirlenmesinde mahkeme kararındaki nitelendirme de gözetilerek, temyizin kapsamı esas alınır.”
“a) Daireler arasındaki iş bölümünün belirlenmesinde mahkeme kararındaki nitelendirme, mahkûmiyet dışındaki kararlarda ise iddianamede veya iddianame yerine geçen belgedeki nitelendirme esas alınır.”
MADDE 32- 2797 sayılı Kanunun 23 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “lüzumunda” ibaresinden sonra gelmek üzere “Yargıtayda görev yapan birinci sınıfa ayrılmış” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 33- 2797 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Yargıtay Birinci Başkanı seçilebilmek için en az on yıl, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Birinci Başkanvekili ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili seçilebilmek için en az beş yıl, daire başkanı seçilebilmek için en az üç yıl süreyle Yargıtay üyeliği yapmış olmak zorunludur.”
MADDE 34- 2797 sayılı Kanuna 30 uncu maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 30/A maddesi eklenmiştir.
“Genel Sekreterin nitelikleri, seçimi ve görev süresi:
MADDE 30/A- Genel Sekreter, en az beş yıl Yargıtay üyeliği yapmış olanlar arasından Birinci Başkan tarafından seçilir.
Genel Sekreterin görev süresi iki yıldır. Ancak bu süre sona ermeden Birinci Başkanın kararı üzerine veya Birinci Başkanın görevinin sona ermesi hâlinde Genel Sekreterin görevi sona erer. Görevi sona eren Genel Sekreter bir kere daha seçilebilir.”
MADDE 35- 2797 sayılı Kanunun 32 nci maddesinin ikinci fıkrasına birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Her üye, ancak bir adaya oy verebilir.”
MADDE 36- 2797 sayılı Kanunun 33 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “iki” ibareleri “üç”, “bir” ibareleri “iki” şeklinde değiştirilmiş ve fıkraya birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Birinci Başkanlık Kuruluna üye seçilebilmek için üç yıl süreyle Yargıtay üyeliğinde çalışmış olmak şarttır.”
MADDE 37- 2797 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 13- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren;
a) Üç gün içinde bu Kanunda yapılan değişikliğe uygun olarak Genel Sekreter ve genel sekreter yardımcıları yeniden belirlenir.
b) Yedi gün içinde bu Kanunda yapılan değişikliğe uygun olarak Birinci Başkanlık Kurulu yeniden belirlenir.
Belirlenen Birinci Başkanlık Kurulu on gün içinde, iş durumunu dikkate alarak, ceza ve hukuk dairelerinin sayısı ile bu daireler arasındaki iş bölümüne ilişkin karar tasarısını hazırlar ve Yargıtay Büyük Genel Kurulunun onayına sunar.
Yargıtay Büyük Genel Kurulu, tasarıyı beş gün içinde karara bağlar. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun iş bölümünün onaylanmasına ilişkin kararı derhâl Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayım tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.
Birinci Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtayın daire başkanları, üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.
Yargıtay Büyük Genel Kurulunun iş bölümünün onaylanmasına ilişkin kararı uygulanmaya başlayıncaya kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki iş bölümüne ilişkin hükümler uygulanmaya devam olunur.
Daha önce başka dairelerde görülmekte olup da dairesi değiştirilen dava dosyaları mevcut hâlleriyle ilgili daireye gönderilir.”
MADDE 38- 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 96 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ve benzeri işaretleri” ibaresinden sonra gelmek üzere “aynen veya iltibasa mahal verecek şekilde” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 39- 2820 sayılı Kanunun 104 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Tüzüklerinde Anayasa Mahkemesince temelli kapatılan veya siyasi parti siciline kayıtlı bulunan siyasi partilerin isimleri, amblemleri ve rumuzlarını aynen veya iltibasa mahal verecek şekilde kabul eden veya kullanan siyasi parti aleyhine Anayasa Mahkemesine, Cumhuriyet Başsavcılığınca resen veya ilgili siyasi parti tarafından doğrudan yazı ile başvurulur. Anayasa Mahkemesi başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde isim, amblem ve rumuzlarla ilgili olarak siyasi parti siciline kayıt önceliğine göre yapacağı incelemede bu Kanunun 96 ncı maddesinin birinci fıkrasına aykırılık görürse, aykırılık teşkil eden isim, amblem ve rumuzların hükümsüzlüğüne ve siyasi parti sicilinden terkinine karar verir.”
MADDE 40- 2820 sayılı Kanunun 114 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Gerçek dışı üye kaydı yapılması:
MADDE 114- Siyasi partiye yazılı üyelik başvurusu bulunmayan veya mevcut olmayan kişileri gerçeğe aykırı olarak üye kaydedenler hakkında bir aydan üç aya kadar hapis ve elli günden iki yüz güne kadar adli para cezasına hükmolunur.”
MADDE 41- 2820 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“Defter, sicil ve kayıtların tutulma usulü:
EK MADDE 7- Bu Kanuna göre tutulacak sicil, dosya, defter ve kayıtlar elektronik ortamda da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter hâline getirilerek muhafaza edilir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı siyasi parti sicillerine işlenmek üzere elektronik ortamda veri aktarımı, ancak siyasi parti genel merkezleri tarafından ve bu işlerle görevlendirilecek kişilerce yerine getirilir.”
MADDE 42- 29/3/1984 tarihli ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun 20 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “Bakanlık” ibaresinden sonra gelmek üzere “merkez ve taşra”, “ilgili” ibaresinden sonra gelmek üzere “adaylık,” ibareleri eklenmiş; (d) bendinde yer alan “Eğitim” ibaresi “Personel eğitim merkezleri ile diğer eğitim” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 43- 2992 sayılı Kanuna 34 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 34/A maddesi eklenmiştir.
“Personel eğitim merkezleri:
MADDE 34/A- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personeli eğitim merkezlerinde eğitim gören personel hariç olmak üzere Adalet Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı personelinin adaylık, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim programları, Eğitim Dairesi Başkanlığınca düzenlenir. Eğitim programlarının uygulanması amacıyla Bakanlıkça uygun görülecek yerlerde Eğitim Dairesi Başkanlığına bağlı personel eğitim merkezleri kurulur.
Bakanlık, bu programların uygulanması için eğitim ve öğretimle ilgili her çeşit tedbiri alır ve ilgili kurum, kuruluş ve kurullarla iş birliği yapar.
Eğitime alınacak personelin adaylık, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimleri ile eğitim merkezlerinin sekretarya, insan kaynakları, destek, program geliştirme, ölçme ve değerlendirme, sağlık ve güvenlik, bilgi işlem, istatistik, arşiv ve dokümantasyon, strateji geliştirme, dış ilişkiler, proje ve enformasyon gibi hizmetleri; bir müdür ve iki müdür yardımcısının sorumluluğunda görev yapan yeteri kadar şube müdürlüğü ve idari personel eliyle yürütülür.
Eğitim merkezi müdürü, birinci sınıfa ayrılmış adli ve idari yargı hâkim ve savcıları arasından; müdür yardımcıları ise hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatleri alınarak Adalet Bakanınca atanır.
Eğitim merkezleri şube müdürlüklerine; Bakanlık merkez ve taşra teşkilatında görev yapan şube müdürleri, yazı işleri müdürleri, idari işler müdürleri, bilgi işlem müdürleri ile bunlarla aynı düzeydeki görevliler arasından Bakanlıkça atama yapılır.
Eğitim merkezlerinde Eğitim Dairesi Başkanının talebi üzerine yetkili kurul ve organlarınca uygun görülen yeteri kadar Yargıtay ve Danıştay üyesi, yükseköğretim kurumları öğretim elemanı, adli ve idari yargı hâkim ve savcıları, noterler, meslekte fiilen on yılını tamamlamış avukatlar ile uzman psikolog, psikiyatr, pedagog, sosyal çalışmacılar ve ihtiyaç duyulan diğer alanlarda konusunda uzman kişiler, Bakanlık tarafından ders vermekle görevlendirilebilir. Uygun görme kararı; Yargıtay üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, Danıştay üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulu, noterler hakkında Türkiye Noterler Birliği Yönetim Kurulu, adli ve idari yargı hâkim ve savcıları hakkında Bakanlık tarafından verilir.
Eğitim merkezlerinde ders vermekle görevlendirilenlere, okuttukları ders sayısına göre Adalet Bakanlığınca tespit edilen esaslar ve Bütçe Kanunu hükümleri uyarınca, ders ve ek ders ücreti ödenir.
Eğitim merkezlerinde adaylık, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitime alınacak personel, kapasite ve ihtiyaç durumuna göre Adalet Bakanlığınca belirlenir.
Eğitim merkezlerinde yürütülecek eğitim ve öğretim faaliyetlerine ilişkin temel ilkeleri belirlemek amacıyla Adalet Bakanının başkanlığında, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Personel Genel Müdürü, Eğitim Dairesi Başkanı, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu ile Danıştay Başkanlık Kurulunun kendi üyeleri arasından seçecekleri birer üye, Türkiye Adalet Akademisi Eğitim Merkezi Başkanı, Yükseköğretim Kurulunun Türkiye’deki hukuk fakültelerinin öğretim üyeleri arasından seçeceği bir üye, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunun en az on beş yıl fiilen mesleği icra etmiş avukatlar arasından seçeceği bir üyeden oluşan Eğitim Kurulu kurulur. Seçimle gelen üyelerin görev süresi dört yıl olup süresi dolan üyeler tekrar seçilebilir. Kurul yılda en az bir kez toplanır. Başkan gerekli gördüğü takdirde Kurulu toplantıya çağırabilir. Kurulun sekretarya hizmetleri Eğitim Dairesi Başkanlığınca yürütülür. Adalet Bakanının bulunmadığı durumlarda Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurula başkanlık eder. 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla Eğitim Kurulu üyelerine her toplantı için (1000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda huzur ücreti ve huzur hakkı ödenir.
Personel eğitim merkezlerinde hizmet öncesi eğitime alınanların resmî kıyafet ve harçlıklarına ilişkin bölümü hariç, 29/7/2002 tarihli ve 4769 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanununun 14 üncü maddesi uyarınca işlem ve uygulama yapılır.
Eğitim merkezleri ve Eğitim Kurulunun kuruluş, görev ve yetkileri ile çalışma usul ve esasları ve maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar Adalet Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir.”
MADDE 44- 23/7/2003 tarihli ve 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanununun 41 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “eğitim” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile adli, idari ve askeri yargı hâkim ve savcılarına yönelik meslek içi eğitim” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 45- 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve mülga üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
“Sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimlidir.”
“Asliye ticaret mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemelerde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Konusu parayla ölçülebilen uyuşmazlıklarda dava değeri üç yüz bin Türk lirasının üzerinde olan dava ve işler ile dava değerine bakılmaksızın;
1. İflas, iflasın ertelenmesi, iflasın kaldırılması, iflasın kapatılması, konkordato ve yeniden yapılandırmadan kaynaklanan davalara,
2. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda hâkimin kesin olarak karara bağlayacağı işler ile davalara,
3. Şirketler ve kooperatifler hukukundan kaynaklanan genel kurul kararlarının iptali ve butlanına ilişkin davalara, yönetim organları ve denetim organları aleyhine açılacak sorumluluk davalarına, organların azline ve geçici organ atanmasına ilişkin davalara, fesih, infisah ve tasfiyeye yönelik davalara,
4. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa ve 21/6/2001 tarihli ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanununa göre yapılan tahkim yargılamasında; tahkim şartına ilişkin itirazlara, iptal davalarına, hakemlerin seçimi ve reddine yönelik davalar ile yabancı hakem kararlarının tanıma ve tenfizine yönelik davalara,
ilişkin tüm yargılama safhaları, bir başkan ve iki üye ile toplanacak heyetçe yürütülür ve sonuçlandırılır. Heyet hâlinde bakılacak davalarla ilgili olmak üzere, dava açılmadan önce veya açıldıktan sonra talep edilen ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbirler de heyet tarafından incelenir ve karara bağlanır. Bu fıkrada belirtilen dava ve işler dışında kalan uyuşmazlıklar mahkeme hâkimlerinden biri tarafından görülür ve karara bağlanır. Başkan ve üye hâkimler arasında dağılıma ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak biçimde mahkeme başkanı tarafından önceden tespit edilir.”
MADDE 46- 5235 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “sulh ceza,” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
MADDE 47- 5235 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Sulh ceza ve” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
MADDE 48- 5235 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Sulh ceza hâkimliği
MADDE 10- Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.
İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden fazla sulh ceza hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri numaralandırılır. Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Sulh ceza hâkimliğinde bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar personel bulunur.
Sulh ceza hâkimliği, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur.
Sulh ceza hâkimliği bulundukları il veya ilçenin adı ile anılır.
Sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, bulundukları il merkezi ve ilçeler ile bunlara adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırlarıdır.
Ağır ceza mahkemeleri ile büyükşehir belediyesi bulunan illerde, büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki il ve ilçenin adı ile anılan sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, il veya ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.
Coğrafi durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak bir sulh ceza hâkimliğinin kaldırılmasına veya yargı çevresinin değiştirilmesine, Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.”
MADDE 49- 5235 sayılı Kanunun 11 inci maddesine “sulh ceza” ibaresinden sonra gelmek üzere “hâkimliği” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 50- 5235 sayılı Kanunun 43 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 43- Bölge adliye mahkemesi başkanı ve daire başkanları birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş; daire üyeleri ise en az birinci sınıfa ayrılmış olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve savcıları arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atanır.”
MADDE 51- 5235 sayılı Kanunun 44 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 44- Bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcıları birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş; Cumhuriyet savcıları ise hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile bölge adliye mahkemesinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunan adli yargı hâkim ve savcıları arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atanır.”
MADDE 52- 5235 sayılı Kanunun 45 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Yargıtay daire başkanı ve üyeleri, istekleri üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bölge adliye mahkemesi başkanlığına, daire başkanlıklarına veya Cumhuriyet başsavcılığına dört yıllığına atanabilirler. Başka bir bölge adliye mahkemesine yapılacak atamalarda da aynı usul uygulanır. Bu şekilde atananların; Yargıtay üyeliği sıfatı, kadrosu, aylık ve ödeneği ile her türlü özlük hakları korunur; aylık ve ödenekleri ile her türlü mali ve sosyal haklarının Yargıtay bütçesinden ödenmesine devam olunur; disiplin ve ceza soruşturma ve kovuşturmaları Yargıtay üyeleri hakkındaki hükümlere tabidir; bu görevde geçirdikleri süre Yargıtay üyeliğinde geçmiş sayılır. Bu kişiler; Yargıtay üyeleri tarafından Yargıtayda yapılan iş ve işlemlere katılamazlar; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği seçimleri hariç Yargıtaydaki seçimlerde aday olamaz ve oy kullanamazlar; istekleri üzerine Yargıtaydaki görevlerine geri dönerler.”
MADDE 53- 5235 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “başkan ve üyeleri ile” ibaresi “başkanı, daire başkanları, üyeleri,” şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Daire kararlarına karşı 04/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 272 nci maddesinde yer alan hükümler çerçevesinde temyiz başvurusu yapılabilir.”
MADDE 54- 5235 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin birinci fıkrasına “adalet komisyonlarının denetimleri,” ibaresinden sonra gelmek üzere “ilgisine göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu başmüfettişleri veya” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 55- 5235 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 5- Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, 5235 sayılı Kanunun 5 inci maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yetkilendirme veya tayin işlemleri yapılır ve bu mahkemelerin heyet hâlinde çalışmaya başlayacakları tarih belirlenerek Resmî Gazete’de ilan edilir. Bu mahkemeler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenen ve ilan edilen tarihe kadar tek hâkimle çalışmaya devam eder.”
MADDE 56- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 12 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(5) Birinci fıkra kapsamına giren hâllerde rüşvet ve nüfuz ticareti suçlarından dolayı yargılama yapılması Adalet Bakanının istemine bağlı değildir.”
MADDE 57- 5237 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasına “ceza” ibaresinden sonra gelmek üzere “soruşturması ya da”, “talep üzerine,” ibaresinden sonra gelmek üzere “soruşturma ya da” ibaresi; üçüncü fıkrasına “nedeniyle” ibaresinden sonra gelmek üzere “soruşturulacağına ya da” ibaresi eklenmiş ve yedinci fıkrasında yer alan “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu” ibaresi “Ceza Muhakemesi Kanunu” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 58- 5237 sayılı Kanunun 102 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 102- (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
(3) Suçun;
a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından,
d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,
e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.”
MADDE 59- 5237 sayılı Kanunun 103 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 103- (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır. Cinsel istismar deyiminden;
a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,
anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
(3) Suçun;
a) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
b) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından,
d) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
e) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehditle ya da (b) bendindeki çocuklara karşı silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.”
MADDE 60- 5237 sayılı Kanunun 104 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “altı aydan iki” ibaresi “iki yıldan beş” şeklinde değiştirilmiş, ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(2) Suçun mağdur ile arasında evlenme yasağı bulunan kişi tarafından işlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
“(3) Suçun, evlat edineceği çocuğun evlat edinme öncesi bakımını üstlenen veya koruyucu aile ilişkisi çerçevesinde koruma, bakım ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişi tarafından işlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın ikinci fıkraya göre cezaya hükmolunur.”
MADDE 61- 5237 sayılı Kanunun 105 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “hükmolunur” ibaresi “, fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde ve ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Suçun;
a) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
b) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
c) Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
d) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
e) Teşhir suretiyle,
işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz.”
MADDE 62- 5237 sayılı Kanunun 142 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yürürlükten kaldırılmış, aynı fıkrada yer alan “iki yıldan beş” ibaresi “üç yıldan yedi” şeklinde değiştirilmiş, ikinci fıkrasının (d) bendine “kilit açmak” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya kilitlenmesini engellemek” ibaresi eklenmiş, (g) bendinde yer alan “Barınak yerlerinde, sürüde veya açık yerlerde bulunan” ibaresi madde metninden çıkarılmış, aynı fıkraya aşağıdaki bent eklenmiş, fıkrada yer alan “üç yıldan yedi” ibaresi “beş yıldan on” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“h) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında,”
“(5) Hırsızlık suçunun işlenmesi sonucunda haberleşme, enerji ya da demiryolu veya havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici de olsa aksaması hâlinde, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.”
MADDE 63- 5237 sayılı Kanunun 143 üncü maddesinde yer alan “üçte birine kadar” ibaresi “yarı oranında” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 64- 5237 sayılı Kanunun 149 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“d) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,”
MADDE 65- 5237 sayılı Kanunun 152 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “altı” ibaresi “dört”, ikinci fıkrasında yer alan “iki” ibaresi “bir” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(3) Mala zarar verme suçunun işlenmesi sonucunda haberleşme, enerji ya da demiryolu veya havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici de olsa aksaması hâlinde, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.”
MADDE 66- 5237 sayılı Kanunun 188 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “on yıldan az olmamak üzere” ibaresi “yirmi yıldan otuz yıla kadar” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrasında yer alan “beş yıldan onbeş yıla kadar” ibaresi “on yıldan az olmamak üzere” şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiş, beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve yedinci fıkrasında yer alan “dört” ibaresi “sekiz” şeklinde değiştirilmiştir.
“Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz.”
“(5) Yukarıdaki fıkralarda gösterilen suçların, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.”
MADDE 67- 5237 sayılı Kanunun 190 ıncı maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan “iki yıldan beş” ibareleri “beş yıldan on” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 68- 5237 sayılı Kanunun 191 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak
MADDE 191- (1) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçtan dolayı başlatılan soruşturmada şüpheli hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, beş yıl süreyle kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilir. Cumhuriyet savcısı, bu durumda şüpheliyi, erteleme süresi zarfında kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davranmadığı veya yasakları ihlal ettiği takdirde kendisi bakımından ortaya çıkabilecek sonuçlar konusunda uyarır.
(3) Erteleme süresi zarfında şüpheli hakkında asgari bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanır. Bu süre Cumhuriyet savcısının kararı ile üçer aylık sürelerle en fazla bir yıl daha uzatılabilir. Hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen kişi, gerek görülmesi hâlinde denetimli serbestlik süresi içinde tedaviye tabi tutulabilir.
(4) Kişinin, erteleme süresi zarfında;
a) Kendisine yüklenen yükümlülüklere veya uygulanan tedavinin gereklerine uygun davranmamakta ısrar etmesi,
b) Tekrar kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması,
c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması,
hâlinde, hakkında kamu davası açılır.
(5) Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlal nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz.
(6) Dördüncü fıkraya göre kamu davasının açılmasından sonra, birinci fıkrada tanımlanan suçun tekrar işlendiği iddiasıyla açılan soruşturmalarda ikinci fıkra uyarınca kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilemez.
(7) Şüpheli erteleme süresi zarfında dördüncü fıkrada belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmadığı ve yasakları ihlal etmediği takdirde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
(8) Bu Kanunun;
a) 188 inci maddesinde tanımlanan uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti,
b) 190 ıncı maddesinde tanımlanan uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma,
suçundan dolayı yapılan kovuşturma evresinde, suçun münhasıran bu madde kapsamına girdiğinin anlaşılması hâlinde, sanık hakkında bu madde hükümleri çerçevesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilir.
(9) Bu maddede aksine düzenleme bulunmayan hâllerde, Ceza Muhakemesi Kanununun kamu davasının açılmasının ertelenmesine ilişkin 171 inci maddesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin 231 inci maddesi hükümleri uygulanır.”
MADDE 69- 5237 sayılı Kanunun 277 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “veya yapılmakta olan bir soruşturmada,” ve “şüpheli veya” ibareleri madde metninden çıkarılmış ve fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır.”
MADDE 70- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
(4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.”
MADDE 71- 5271 sayılı Kanunun 173 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine” ibaresi “ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine” şeklinde; üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde; dördüncü fıkrasında yer alan “Mahkeme” ibaresi “Sulh ceza hâkimliği” şeklinde ve altıncı fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesinin” ibaresi “sulh ceza hâkimliğinin” şeklinde değiştirilmiştir.
“(3) Sulh ceza hâkimliği, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.”
MADDE 72- 5271 sayılı Kanunun 231 inci maddesinin sekizinci fıkrasına birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.”
MADDE 73- 5271 sayılı Kanunun 260 ıncı maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.”
MADDE 74- 5271 sayılı Kanunun 268 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.
b) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez.”
MADDE 75- 5271 sayılı Kanunun 273 üncü maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(3) Ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemelerinin yargı çevresi içerisindeki asliye mahkemelerinin hükümlerine karşı, kararın o yer Cumhuriyet başsavcılığına geliş tarihinden itibaren yedi gün içinde istinaf yoluna başvurabilirler.”
MADDE 76- 5271 sayılı Kanunun 279 uncu maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Bu kararlar itiraza tabidir.”
MADDE 77- 5271 sayılı Kanunun 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine “303 üncü maddenin birinci fıkrasının (c), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde yer alan ihlallerin varlığı hâlinde hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine,” ibaresi eklenmiş; (c) bendinde yer alan “ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(2) Duruşma sonunda bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddeder veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurar.”
MADDE 78- 5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde yer alan “suç niteliğini değiştirmeyen” ibaresi “her türlü” şeklinde değiştirilmiş; (f) bendinde yer alan “bölge adliye mahkemesince verilen beraat kararları ile” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve aynı fıkranın (c), (e) ve (g) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“c) İlk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,”
“e) Sadece eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,”
“g) Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen bu tür kararlar veya istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,”
MADDE 79- 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “bakımından” ibaresinden sonra gelmek üzere “ağır ve somut” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 80- 5275 sayılı Kanunun 105/A maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(4) Adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle, cezası hapse çevrilen hükümlüler yukarıdaki fıkralardaki infaz usulünden yararlanamazlar.”
MADDE 81- 5275 sayılı Kanunun 106 ncı maddesinin üçüncü ve sekizinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve on birinci fıkrasına “İnfaz edilen hapsin” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya kamuya yararlı işte çalışmanın” ibaresi eklenmiştir.
“(3) Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün, hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması hâlinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir.”
“(8) Hükümlü, hapis yattığı veya kamuya yararlı işte çalıştığı günlerin dışındaki günlere karşılık gelen parayı öderse hapisten çıkartılır veya kamuya yararlı işte çalıştırılma sona erer.”
MADDE 82- 5275 sayılı Kanunun 108 inci maddesinin başlığında yer alan “Mükerrirlere” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve bazı suç faillerine” ibaresi ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“(7) Cezanın infazı tamamlandıktan sonra devam eden denetim süresi içinde, bu madde hükümlerine göre kendilerine yüklenen yükümlülüklere ve yasaklara aykırı hareket eden mükerrirler, infaz hâkimi kararı ile disiplin hapsine tabi tutulur. Disiplin hapsinin süresi on beş günden az ve üç aydan fazla olamaz.
(8) Çocuğa karşı işlenen bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde birinci fıkradaki koşullu salıverilme süreleri uygulanır.
(9) Birinci fıkradaki koşullu salıverme süreleri, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 102 nci maddesinin ikinci fıkrasında tanımlanan cinsel saldırı suçundan, 103 üncü maddesinde tanımlanan çocukların cinsel istismarı suçundan, 104 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasında tanımlanan reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan, 188 inci maddesinde tanımlanan uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan dolayı hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında da uygulanır. 188 inci madde hariç olmak üzere bu suçlardan dolayı hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında, cezanın infazı sırasında ve koşullu salıverildikleri takdirde denetim süresi içinde, aşağıdaki tedavi veya yükümlülüklerden bir veya birkaçına infaz hâkimi tarafından karar verilir:
a) Tıbbi tedaviye tabi tutulmak
b) Tedavi amaçlı programlara katılmak
c) Suçun mağdurunun oturduğu ve çalıştığı yerleşim bölgesinde ikamet etmekten yasaklanmak
d) Mağdurun bulunduğu yerlere yaklaşmaktan yasaklanmak
e) Çocuklarla bir arada olmayı gerektiren bir ortamda çalışmaktan yasaklanmak
f) Çocuklar hakkında bakım ve gözetim yükümlülüğünü gerektiren faaliyet icra etmekten yasaklanmak
(10) Dokuzuncu fıkra hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.
(11) Bu maddenin dokuzuncu fıkrasının uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, Sağlık Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.”
MADDE 83- 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 1- (1) Kanunlarda sulh ceza mahkemesi veya sulh ceza hâkimine yapılan atıflardan,
a) İdari yaptırım kararlarına karşı yapılan başvurulara, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli karar ve işlemlere ve kanunlarda sulh ceza mahkemesince veya hâkimince verilmesi öngörülen karar veya işlemlere ilişkin olanlar sulh ceza hâkimine,
b) Yargılamaya ilişkin olanlar asliye ceza mahkemesine veya hâkimine,
yapılmış sayılır.”
MADDE 84- 5320 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 6- (1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sulh ceza mahkemeleri kaldırılmıştır.
(2) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yirmi gün içinde sulh ceza hâkimlikleri kurulur.
(3) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, sulh ceza mahkemelerinde görülmekte olan dava dosyaları bir ay içinde yetkili asliye ceza mahkemelerine devredilir.
(4) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, kaldırılan sulh ceza mahkemelerinde görülmekte olan işlerden, sulh ceza hâkimliğince bakılması gerekenler, sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasından itibaren on beş gün içinde yetkili sulh ceza hâkimliğine devredilir.
(5) Kaldırılan sulh ceza mahkemelerinde görev yapan hâkimler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasından itibaren on beş gün içinde müktesepleri dikkate alınarak uygun görülecek bir göreve atanır veya yetkilendirilirler.
(6) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, sulh ceza mahkemelerince verilen kararlardan Yargıtay incelemesinde olanlar hakkında sadece görev nedeniyle bozma kararı verilemez.
(7) Sulh ceza hâkimlikleri faaliyete geçirilinceye kadar, sulh ceza mahkemelerinin görev alanına giren her türlü kararı vermeye kaldırılan sulh ceza mahkemeleri yetkilidir. Kaldırılan mahkemelerde bulunan ve kesinleşen dosyalara ait arşiv ve emanetler ile diğer evrak ve dokümanlar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenecek mahkeme veya mahkemelere ya da hâkimliklere devredilir ve müteakip işlem ve talepler bu mahkemelerce veya hâkimliklerce yerine getirilir veya karara bağlanır.”
MADDE 85- 5320 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 7- (1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Türk Ceza Kanununun 191 inci maddesinde tanımlanan suç nedeniyle yürütülen kovuşturmalarda, hakkında hâlen denetimli serbestlik veya tedavi kararı uygulananlar bakımından Türk Ceza Kanununun 191 inci maddesi hükümleri çerçevesinde bu tedbirlerin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Türk Ceza Kanununun 191 inci maddesinde tanımlanan suç nedeniyle yürütülen kovuşturmalarda, hakkında daha önce denetimli serbestlik veya tedavi tedbiri uygulanmayan kişilerle ilgili olarak 191 inci madde hükümleri çerçevesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilir.
(3) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Türk Ceza Kanununun 191 inci maddesinde tanımlanan suç nedeniyle yürütülen kovuşturmalarda, hakkında daha önce denetimli serbestlik veya tedavi kararı verilmiş olup da bu yükümlülükleri ihlal eden kişilerin yargılanmasına devam olunur.”
MADDE 86- 5320 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 8- (1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.”
MADDE 87- 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanuna 9 uncu maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.
“Elektronik tebligat
MADDE 9/A- (1) Bu Kanun ve 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun uygulanması kapsamında yapılacak tebligatlar, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 7/A maddesinde düzenlenen elektronik tebligata ilişkin usullere bağlı olmaksızın, elektronik ortamda tebliğ edilebilir ve tebligata elektronik ortamda cevap verilmesi istenebilir. Bu şekilde yapılan tebligatlar karşı tarafa ulaştığında tebliğ edilmiş sayılır.
(2) Başkanlık, elektronik ortamda yapılacak tebligatla ilgili her türlü teknik altyapıyı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma ve cevapların elektronik ortamda verilmesi zorunluluğu getirmeye, elektronik ortamda tebliğ yapılacaklar ile elektronik ortamdaki tebligata ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”
MADDE 88- 5549 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye dördüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve mevcut beşinci fıkrası yedinci fıkra olarak teselsül ettirilmiştir.
“(4) Bu Kanunun 9/A maddesi gereğince getirilen elektronik tebligata ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmediği tespit edilen kişi, kurum veya kuruluşlara Başkanlık tarafından her bir tespit için on bin Türk lirası idari para cezası uygulanır. Bu şekilde bir yıl içinde uygulanacak idari para cezasının toplam tutarı iki yüz elli bin Türk lirasını geçemez.”
“(5) Maddenin ilk üç fıkrası kapsamında uygulanacak idari para cezasının toplam tutarı; her bir yükümlülük için, ihlalin yapıldığı yıl itibarıyla, birinci fıkra kapsamında iki kat olarak uygulanacak yükümlüler için on milyon Türk lirasını, bunlar dışında kalan yükümlüler için bir milyon Türk lirasını aşamaz. Üst tutardan ceza uygulanan yükümlüler nezdinde takip eden yılda aynı neviden bir yükümlülük ihlali olması durumunda bu hadler iki kat olarak uygulanır.
(6) Yükümlülüğün ihlal edildiği tarihten itibaren beş yıl geçtikten sonra idari para cezası verilemez.”
MADDE 89- 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 3 üncü maddesinin; ikinci fıkrasında yer alan “sahte belge kullanmak suretiyle” ibaresi “aldatıcı işlem ve davranışlarla” şeklinde, “bir yıldan” ibaresi “iki yıldan” şeklinde; üçüncü fıkrasında yer alan “altı aydan iki yıla” ibaresi “bir yıldan üç yıla” şeklinde; dördüncü fıkrasında yer alan “sahte belgeyle yurt dışına çıkarmış gibi işlem yapan kişi, altı aydan üç yıla” ibaresi “hile ile yurt dışına çıkarmış gibi işlem yapan kişi, bir yıldan üç yıla” şeklinde; beşinci fıkrasında yer alan “altı aydan iki yıla” ibaresi “bir yıldan üç yıla” şeklinde; altıncı fıkrasında yer alan “üç aydan bir yıla” ibaresi “altı aydan iki yıla” şeklinde; sekizinci fıkrasında yer alan “altı aydan iki yıla” ibaresi “bir yıldan üç yıla” şeklinde; dokuzuncu fıkrasında yer alan “İhracat gerçekleşmediği halde gerçekleşmiş gibi göstermek ya da gerçekleştirilen ihracata konu malın cins, miktar, evsaf veya fiyatını değişik göstererek ilgili kanun hükümlerine göre teşvik, sübvansiyon veya parasal iadelerden yararlanmak suretiyle haksız çıkar sağlayan” ibaresi “İlgili kanun hükümlerine göre teşvik, sübvansiyon veya parasal iadelerden yararlanmak amacıyla ihracat gerçekleşmediği hâlde gerçekleşmiş gibi gösteren ya da gerçekleştirilen ihracata konu malın cins, miktar, evsaf veya fiyatını değişik gösteren” şeklinde; onuncu fıkrasında yer alan “kaçakçılık suçunu işleyen kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır” ibaresi “yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarısından iki katına kadar artırılır, ancak bu fıkranın uygulanması suretiyle verilecek ceza üç yıldan az olamaz” şeklinde; on birinci ve on sekizinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, on dokuzuncu ve yirminci fıkralar yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(11) Ulusal marker uygulamasına tabi olup da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun belirlediği seviyenin altında ulusal marker içeren veya hiç içermeyen akaryakıtı;
a) Ticari amaçla üreten, bulunduran veya nakleden,
b) Satışa arz eden veya satan,
c) Bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan,
kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Ancak, marker içermeyen veya seviyesi geçersiz olan akaryakıtın kaçak olarak yurda sokulduğunun anlaşılması hâlinde, onuncu fıkra hükmüne istinaden cezaya hükmolunur.”
“(18) Ambalajlarında bandrol, etiket, hologram, pul, damga veya benzeri işaret bulunmayan ya da taklit veya yanıltıcı bandrol, etiket, hologram, pul, damga veya benzeri işaretleri taşıyan tütün mamulleri, etil alkol, metanol ve alkollü içkileri;
a) Ticari amaçla üreten, bulunduran veya nakleden,
b) Satışa arz eden veya satan,
c) Bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan,
kişi üç yıldan altı yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Ancak, tütün mamullerinin etil alkol, metanol ve alkollü içkilerin kaçak olarak yurda sokulduğunun anlaşılması hâlinde, onuncu fıkra hükmüne istinaden cezaya hükmolunur.”
“(22) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların konusunu oluşturan eşyanın değerinin fahiş olması hâlinde, verilecek cezalar yarısından bir katına kadar artırılır.”
MADDE 90- 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrasının (h) bendinin başına “Teftiş Kurulu Başkanını, Teftiş Kurulu başkan yardımcılarını,” ibaresi eklenmiştir.
MADDE 91- 6087 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Genel Kurul, yukarıdaki esaslara göre üyelerin hangi dairede asıl ve tamamlayıcı üye olarak görev yapacağına, seçimle karar verir.
(3) Genel Kurul, her dairenin kendi üyeleri arasından bir üyeyi, o dairenin başkanı olarak seçer. Adalet Bakanlığı Müsteşarı daire başkanı seçilemez.”
MADDE 92- 6087 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Kurul hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatleri alınarak, Genel Kurul tarafından, geçici veya sürekli çalıştırılmak üzere atama yapılır.”
MADDE 93- 6087 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(5) Kurulda görev yapan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve Başkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı kadrolarına atanabilirler.”
MADDE 94- 6087 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “Başkana” ibaresi “Kurula” ve dördüncü fıkrasının (c) bendinde yer alan “Başkan” ibaresi “Kurul” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 95- 6087 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcıları, birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından muvafakatleri alınarak Genel Kurul tarafından,”
“(2) Kurul müfettişleri, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Kurul müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatleri alınarak Genel Kurul tarafından atanır.”
MADDE 96- 6087 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“e) Kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen veya ilgili daire başkanı tarafından verilen benzeri görevleri yapmak veya yaptırmak.”
MADDE 97- 6087 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üye, birinci sınıf adli ve idari yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcı; kendi aralarından seçilecek asıl ve yedek üyelerin toplam sayısı kadar aday için oy kullanabilir; daha fazla sayıda aday için oy verilmesi durumunda oy pusulası geçersiz sayılır. En fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.”
MADDE 98- 6087 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(2) Başkan, gereken hâllerde Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağırabilir. Üye tam sayısının salt çoğunluğunun, görüşülecek konuyu da belirten yazılı talebi üzerine Başkan, Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağırır.”
MADDE 99- 6087 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(1) Kurulun seçimle gelen üyelerinin, disiplin suçu oluşturan eylemleri sebebiyle, haklarında yürütülecek disiplin soruşturması ve kovuşturması, bu Kanun hükümleri uyarınca Genel Kurul tarafından yapılır.”
“(3) Başkan, ihbar veya şikâyeti doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir. Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.”
MADDE 100- 6087 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(1) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.”
“(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir. Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.”
MADDE 101- (1) Ekli (1) ve (2) sayılı listelerde yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) ve (II) sayılı cetvelin Adalet Bakanlığına ait bölümüne eklenmiştir.
(2) Birinci fıkrada ihdas edilen kadrolar için yapılacak atamalarda 2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununda yer alan sınırlamalar uygulanmaz.
(3) 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 104 üncü maddesiyle değişik 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Adalet Bakanlığına ait bölümü taşra teşkilatı kadrolarından 12 nci dereceli serbest bulunan 400 adet memur unvanlı kadronun yardımcı hizmetler (YH) sınıfı, genel idare hizmetleri (GİH) sınıfı olarak değiştirilmiştir.
MADDE 102- 25/8/1999 tarihli ve 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 12- Manisa’da taş kömürü madenciliği ve linyit madenciliği alanında faaliyet gösteren;
a) Eynez maden ocağı işletmesinde 13/5/2014 tarihi itibarıyla, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı olanlara veya bunların 5510 sayılı Kanunun 34 üncü maddesinde sayılan hak sahiplerine aynı maddede belirtilen oranlarda, son aylık net ücretleri esas alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanınca belirlenen sürede Fondan aylık ödeme yapılır. Bu ödemelerden herhangi bir vergi ve kesinti yapılmaz.
b) Eynez, Atabacası ve Işıklar maden ocağı işletmelerinde l3/5/2014 tarihi itibarıyla, 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı olanlara; işyerinin kapalı olduğu dönemle sınırlı olmak üzere, 6331 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin 6 ncı fıkrasında belirtilen ve işveren tarafından ödenmeyen ücretleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanınca belirlenen süre ile aylık olarak Fondan ödenir ve yapılan bu ödemeler yasal faiz uygulanmak suretiyle işverenden tahsil edilir.”
MADDE 103- Aşağıdaki hükümler yürürlükten kaldırılmıştır.
a) 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci ve 9 uncu maddeleri.
b) 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 47 nci ve 54 üncü maddeleri.
c) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun;
1) 143 üncü maddesinin ikinci fıkrası,
2) 188 inci maddesinin ikinci fıkrası,
3) 238 inci maddesinin dördüncü fıkrası.
ç) 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanununun geçici 4 üncü maddesi.
MADDE 104- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 105- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür