Etiket arşivi: ettiği

Basından Hukuk Haberleri • İNKAR ETTİĞİ HIRSIZLIĞI,MAHKEMEDE DELİLLERİ GÖRÜNCE İTİRAF

Emniyet’te İnkar Ettiği Hırsızlığı Mahkemede İtiraf Etti Cezadan Kurtulamadı

Gece girdiği evden VCD cihazını çalan ve evde tespit edilen parmak izi sayesinde yakalanan şüpheli, emniyette suçunu inkar etti. Savcılık iddianamesi sonrası hakim karşısına çıkan sanık, suçunu itiraf ederek, cezasının indirilmesini istedi.
Sanığın itirafını samimi bulmayan mahkeme, hırsızlıktan, uyuşturucu madde kullanmaya kadar 27 ayrı suçtan mahkumiyet kararı bulunan sanığa 2 yıl hapis cezası verdi. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, Türk Ceza Kanununu’nun (TCK) 62. maddesi kapsamında sanığın cezasında indirime gidilmesi gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozdu. Dosyada son sözü söyleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu, yerel mahkemenin kararını yerinde buldu.

Gaziantep’te 2005’te meydana gelen olayda, adli sicil kaydında, “hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığının ihlali, kasten yaralama, görevli memura direnme, kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurma ve 6136 Sayılı Ateşli Silahlar Kanunu’na muhalefet" suçlarından 27 ayrı mahkûmiyet kararı bulunan genç, gece saatlerinde girdiği evden VCD cihazını çaldı. Gaziantep Emniyet Müdürlüğü ekipleri, olay yerinde alınan parmak izlerinden sabıkalı hırsızlık şüphelisi yakalandı. Emniyette suçunu inkar eden şüpehli, Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadesinde de suçlamaları kabul etmedi. Savcılık iddianamesinin tamamlanmasıyla Gaziantep 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, ‘Kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınan eşya hakkında hırsızlık’ suçundan dava açıldı. Mahkeme, ‘Suçlamayı kabul ediyorum, evin kapısı açıktı, içeriden bir VCD alarak çıktım. VCD’yi ne yaptığımı hatırlamıyorum’ diyerek suçunu itiraf eden sanığın kişiliğini dikkate alıp, pişmanlığı bulunmadığı gerekçesiyle sanığın 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezada indirimi kapsayan TCK 62. maddesinin uygulanmamasına hükmetti. Sanık avukatının kararı temyiz etmesi üzerine dava dosyasını inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 7 Kasım 2012’de verdiği kararla, sanığın 26 Ocak 2006 tarihli celsede suçunu ikrar ettiğini, sanık savunmanın son oturumda lehe olan yasa hükümlerinin uygulanması isteğinin bulunduğuna dikkat çekerek, yerel mahkeme kararını bozdu.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 2 Ocak 2013’te özel dairenin kararına itiraz etti. Başsavcılık, sanığın kolluk ile Cumhuriyet Savcılığı’ndaki ifadelerinde suçlamayı reddetmesine rağmen, mahkeme aşamasında suçlamayı kabul ettiğine ve sanığın dosya içeriği itibarıyla işlediği suçtan pişmanlığını içeren bir beyanı da bulunmadığına dikkat çekti. Başsavcılığın itirazını kabul eden Yargıtay Ceza genel Kurulu, davayla ilgili son sözü söyledi.

MAHKEMENİN İNDİRİM YAPMAMASI YASAYA UYGUNDUR ÇÜNKÜ SANIK DELİLLERİ GÖRÜNCE SUÇUNU İTİRAF ETMİŞ

Sanığın adli sicil kaydında hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığının ihlali, kasten yaralama, görevli memura direnme, kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurma ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından 27 ayrı mahkûmiyet hükmünün bulunduğuna dikkat çekilen Genel Kurul kararında, şu ifadelere yer verildi: "Parmak izinin tespit edilmesi sonucunda suç konusu eylemi nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan ve adli sicil kaydında hırsızlık suçu da dahil olmak üzere pek çok suçtan sabıkası bulunan sanığın, önceki ifadelerinde suçlamayı kabul etmeyip kovuşturma aşamasında aleyhindeki deliller nedeniyle suçu işlediğini beyan etmesi samimi ikrar olarak kabul edilemez. Yerel mahkeme iradesinin sanık hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmamasına yönelik bulunduğu ve bu tercihin dosya kapsamı ile de uyumlu olduğu anlaşıldığından, hırsızlık suçundan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmaması ile bu konuda gösterilen gerekçe arasında çelişki bulunduğu söylenemeyecektir. Bu nedenle, sanık hakkında takdiri indirim nedenlerinin uygulanmamasına yönelik yerel mahkeme hükmü usul ve kanuna uygun olup, hükmün bozulmasına ilişkin özel daire kararında isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, özel daire bozma kararının kaldırılmasına, usul ve kanuna uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiştir."

TCK 62. MADDE NE DİYOR?

Öte yandan çoğunluk görüşüne katılmayan altı genel kurul üyesi; "Sanık hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmaması ile bu konuda gösterilen gerekçe arasında çelişki bulunduğundan, itirazın reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullandı. TCK’nın 62. maddesi ise şöyle, "Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir."

Kaynak:CİHAN Haber.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 01 Şub 2015, 11:32


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İŞVERENİN İŞÇİ HAKKINDA TANZİM ETTİĞİ SİCİL RAPORUNUN İPTALİ

YARGITAY 22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/37919
KARAR: 2014/5166

Davacı, kurum işleminin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı, 2004 ve 2006 personel sicil ve başarı değerlendirme raporları ile performans değerlendirme çizelgesi ile performans puanının düşüklüğü şeklinde tesis edilen işlemin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, gerek 2004 yılının Sicil ve Başarı Değerlendirme Raporu ve Performans Değerlendirme ve Geliştirme Programı Değerlendirmelerinin gerekse, 2006 yılı Sicil ve Başarı Değerlendirme Raporu ve 2006 yılı Performans Değerlendirme ve Geliştirme Programı Değerlendirmelerinin somut ve ciddi nedenlere dayanmadığından davanın kabulü ile 2004 yılı sicil ve başarı değerlendirme raporu ve performans değerlendirme ve geliştirme programı değerlendirmesine ilişkin rapor ile 2006 yılı sicil ve başarı değerlendirme raporu ve 2006 yılı performans değerlendirme ve geliştirme programı değerlendirme raporuna ilişkin davalı kurum işlemlerinin iptaline karar verilmiştir.
Kararı kanuni süresi içinde davalı vekili temyiz etmiştir.

Dosya içeriğine göre; 2004 yılının Sicil ve Başarı Değerlendirme Raporu ve Performans Değerlendirme ve Geliştirme Programı değerlendirmeleri ile 2006 yılı Sicil ve Başarı Değerlendirme raporu ve 2006 yılı Performans Değerlendirme ve Geliştirme Programı değerlendirmelerinin disiplin hukukunun genel ilkelerine aykırı olduğu, somut ve ciddi nedenlere dayanmadığı, objektif değerlendirmelerden uzak olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda sözkonusu sicil ve başarı değerlendirme raporları ile performans değerlendirme ve geliştirme programı değerlendirmelerinin gerçeği yansıtmadığının kabulü gerekir. Ancak iş hukukunda işveren işlemlerinin iptaline olanak veren bir uygulama bulunmamaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki işvereni belirli bir işlemi uygulamaya zorlayıcı karar verilmesi de mümkün değildir. Tüm bu yönler dikkate alınarak hukuka aykırı olarak düzenlendiği anlaşılan dava konusu 2004 ve 2006 yıllarına ait personel sicil ve başarı değerlendirme raporları ile performans değerlendirme ve geliştirme programı değerlendirmelerinin gerçeği yansıtmadığının dolayısıyla hukuka aykırı olduğunun tespiti ile yetinilmesi gerekirken söz konusu raporların iptaline karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, 07.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 01 Oca 2015, 22:41


avukatın müvekkil adına tahsil ettiği paranın bir kısmını şahsına mal etmesi zimmet suçudur

Yargıtay 5.Ceza Dairesi

2012/11197 esas ve 2013/6909 karar sayılı 20.06.2013 tarihli kararı

· Nitelikli Zimmet
· Avukatlık Görevini Kötüye Kullanma
· Kamu Görevlisi
· Kamusal Faaliyet
· Özel Kanunlarla İlişki

Özet: Bir kimsenin Ceza Yasası uygulamasında “kamu görevlisi” yapılan faaliyetin de “kamusal faaliyet” sayılabilmesi için, kamu adına yürütülen bir hizmetin bulunması, bunun da Anayasa ve yasalarda belirlenmiş usullere göre verilmiş bir siyasal karara dayalı olması ve ayrıca faaliyetin kamuya ait güç ve yetkilerin kullanılması suretiyle gerçekleştirilmesi gerektiği, avukatların 1136 sayılı Kanunun 35/1 ve 35/A maddelerinde yazılı ve münhasıran avukatlar tarafından yapılabilecek iş ve işlemler ile uzlaştırma işlemi ve barolar ile Türkiye Barolar Birliğinin organlarında ifa ettikleri görevleri yönünden kamu görevlisi olduklarında kuşku bulunmadığı, 5237 sayılı TCK’nın 5. maddesinin 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe girmiş olması nedeniyle anılan Kanunun genel hükümlerine aykırı olan sınırlayıcı nitelikteki Avukatlık Yasanın 62. maddesinin de özel nitelikteki görevi kötüye kullanma suçları açısından zımnen ilga edilmiş sayılacağı ve TCK’nın 247. maddesine göre zimmete geçirilen malın devlete veya özel kişilere ait olmasının suçun oluşması bakımından öneminin bulunmadığı gözetilmelidir.
(5237 s. TCK m. 5, 6/1-c, 247, 257)
(1136 s. Av. K. m. 1,2,35/1,35/A, 62,76/1,109/1-2)

Dava: Mahalli mahkemece verilen hük%

Paydaşlardan birinin keşide ettiği ihtarnamenin kira sözleşmesini fesih edici niteliği olmaz

 

Yargıtay 6.Hukuk Dairesi

2013-5815 esas sayılı ve 2013-8887 karar sayılı 20.05.2013 tarihli kararı

– Yeniden İmar ve İhya Nedeniyle Tahliye

– Dava Açma Süresi

– İhtarnamenin Paydaşlar tarafından Birlikte Keşide Edilmemesi

Özet:

Kiralanan yerin inşa ve imar amacıyla esaslı onarımı, genişletilmesi ya da değiştirilmesi için açılacak davaların belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde Türk Borçlar Kanununun fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açılması gerekir. Kiraya veren daha önce veya en geç davanın açılması için öngörülen sürede dava açacağını kiracıya yazılı olarak bildirmişse dava, bildirimim takip eden  uzayan bir kira yılı sonuna kadar açılabilir. dava açma süresi kamu düzenine ilişkin olup, davalı ileri sürmese bile mahkemece kendiliğinden göz önünde bulundurulmalıdır.

Kira sözleşmesi üç yıl süreli yapılmış, taşınmaz daha sonra üzerinde 1/2 hisse sahibi davacıların mülkiyetine geçmiştir. Esaslı tamir, tadil nedenine dayalı davada paydaşlardan birinini keşide ettiği ihtarnamenin kira sözleşmesini fesih edici niteliği bulunmamaktadır.

İhtarname, bir bildirimden ibaret olup, süre koruyucu özelliktedir. davacı tarafından sözleşme sona ermeden önce sözleşmenin yenilenmeyeceğine ilişkin tahliye iradesi kiracıya bildirildiğinden, bu bildirimi takip eden dönem sonuna kadar dava açılabilir.

( 6908 sayılı TBK 350/2, 353. maddeler)

 

Yargıtay,Ceza davası devam ettiği sürece hukuk davası zamanaşımına uğramaz

CEZA DAVASI DEVAM ETTİĞİ SÜRECE TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLECEĞİ
HAKSIZ EYLEM ZAMANAŞIMIUZAMIŞ (CEZA) ZAMANAŞIMI

1803 Sa.Ka.1

BK.60, 132

765 Sa.Ka.102, 104

1 – Ayrı bir zamanaşımı öngörmüş olmadıkça, haksız eylemlerden doğan maddi ve manevi tazminat davalarında BK. m. 60`daki zamanaşımı uygulanır.

2 – Haksız eylem, aynı zamanda ceza yasaları gereğince suç teşkil ediyorsa, zamanaşımı süresi TCK. m. 102`ye göre belirlenir.

3 – Uzamış zamanaşımının uygulanabilmesi için, fail hakkında ceza davası açılmış veya hükümlülük kararı verilmiş olması ya da kovuşturulması şikayete bağlı suçlarda belli süre içinde şikayette bulunulması şart değildir.

4 – Af Yasası, kamu davası açılmadan çıkmış ise, bir yıllık hukuk zamanaşımı süresi Af Yasasının yürürlüğe girdiği tarihten; şayet Af Yasası kamu davasının açılmasından sonra çıkmış ise, bir yılık hukuk zamanaşımı, af nedeniyle kamu davasının düşmesine ilişkin kararın kesinleşmesi gününden itibaren işlemeye başlar.

5 – Ceza davası devam ettiği sürece hukuk davasının zamanaşımına uğraması mümkün değildir.

 

DAVA VE KARAR:

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (İstanbul Onuncu Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 9.7.1975 gün ve 1973/904-458 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerinde; Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi`nin 22.4.1976 gün ve 1975/7949-4242 sayılı ilamiyle (… Uyuşmazlık, davacı kiracı ile davalı kiraya veren arasında kira sözleşmesi nedeni ile doğan uyuşmazlığa aittir. İleri sürülüşe göre davalı kiraya veren davacıyı süresinden önce kiralanandan çıkartabilmek için rahatsız edici davranışlarda bulunmuş ve hakaret etmiştir. Olay en geç davacının savcılığa şikayet günü olan 21.8.1972 gününde öğrenilmiştir. Mahkeme de öğrenmenin bu günde olduğunu benimsemektedir. Kiracıyı iz`aç eden haksız davranışlar aynı zamanda davalının üzerine sözleşme ile düşen ödevlerin halele uğratılması niteliğindedir. Bu yüzden davalı hakkında ceza davası açılmıştır. Ceza davasının konusu belirtilen iz`aç ve yazı ile hakaret eylemlerinden ibarettir. Dava ceza davası devam ederken 1.11. 1973 gününde yani aradan bir yıl geçtikten sonra açılmıştır. Ancak dava açıldığı günde ceza davası devam etmekte idi. Ceza hakimi çok daha sonra çıkan 1803 sayılı Af Yasası gereğince ceza davasını 20.5.1974 gününde düşürmüştür. Oysa BK.nun 60. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bu dava ceza zamanaşımına tabidir ve ceza zamanaşımı da 5 yıldır. Ceza zamanaşımının bu davadaki şikayet hakkına ilişkin TCK.nun 108. maddesi hükmü ile karıştırılmaması gerektir. Mahkemenin kararında dayandığı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Hukuk Genel Kurulu`nun kararlarının olayla bir ilişkisi, uzak veya yakın bir ilgisi yoktur. Dava zamanaşımı az yukarıda gösterilen esasa göre gerçekleşmeden ve süresinde açılmıştır. O halde, esas incelenecekken davanın reddi usul ve yasaya aykırıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden : Davacı vekili.

Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI: Özel yasalarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK.nun 60. maddesinde öngörülen zamanaşımı uygulanmak gerekir. Anılan maddesinin I. fıkrası bir ve on yıllık zamanaşımından söz etmiş; II. fıkrası ise, tazminat isteminin ceza yasalarının daha uzun bir zamanaşımı süresine bağlı tuttuğu cezalandırılabilir bir eylemden ileri gelmesi halinde birinci fıkradaki kurala bir istisna getirmiş ve bu gibi durumlarda daha uzun olan ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağını vurgulamıştır. BK.nun anılan maddesinin II. fıkrası hükmünün konuluş nedeni şudur. Bilindiği gibi, haksız eylemlerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız eylemin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan bir ceza koğuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza yasası gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza yasası ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair yasalar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı, süresine tabi olur. Bu konu bir ana ilke olarak 7.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Zira, çoğunlukla ceza davasının zamanaşımı “suçun türüne göre değişmekle beraber” BK. m. 60/I`deki hukuki zamanaşımından daha uzundur. O halde, fail hakkında açılmış bir ceza davası devam eder ve fakat o davaya şahsi davacı olarak zarar görenin katılma imkanı sağlanmaz ya da o uzun süreye denk olarak hukuk mahkemesinde (hele ceza davası devam ederken) tazminat davası açmasına izin verilmezse, denge bozulmuş olurdu. Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise bakılacaktır. Eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK.ndaki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK. m. 60/I`deki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Bu durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi, TCK. m. 102`ye göre belirlenecektir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki; BK. m. 60/II`deki zamanaşımı, tamamen hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden TCK.nun 102, 104-107. maddeler değil, aksine BK. m. 132-137 uygulama alanı budur. Öte yandan tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkûmiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğine ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK. m. 53). Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.

Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir (HGK. 3.6.1953 gün ve 4/71 E., 77.).

Böylece, zamanaşımı ile ilgili hususlara kısaca değinildikten sonra, temyize konu olay incelendikte :

Davalının 21 Ağustos 1972 gününde davacıya hakaret ve tehdit suçlarından ötürü hakkında 1972/484 E. sayılı bir dava açıldığı; yapılan yargılama sonunda 17.4.1973 günlü ilamla davalının TCK.nun 482/2 ve 541. maddeleri gereğince mahkûmiyetine ve cezasının teciline karar verildiği; davalının (sanığın) vaki temyizi üzerine, hükmün Yargıtay İkinci Ceza Dairesi`nin 2.11.1973 günlü ilamiyle “… duruşma tutanağının hakim tarafından imza edilmemesinin vusuku muhil bulunduğundan…” bahsile bozulup mahalline iade edildiği; bozmaya uyularak yapılan duruşma sırasında da davanın (ahiren yürürlüğe giren 1803 sayılı Af Yasasının 1/A ve TCK.nun 97. maddesi hükümlerince) 20.5.1974 günlü kararla ortadan kaldırıldığı; maddi ve manevi tazminata ilişkin hukuk davasının ise 1.11.1973 gününde, yani ceza davası devam ederken açıldığı, dosyadaki kanıtlardan anlaşılmaktadır. Esasen bu maddi olgular ve özellikle tarihler bakımından bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Bu yön mahkemece de aynen benimsenmiştir. Ancak mahkeme, gerek bozulan kararında ve gerekse direnme kararında “… 7.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre suç niteliği olan haksız eylemler, Af Yasaları uyarınca bu niteliklerini kaybederler, bu durumda BK.nun 60/I. maddesinde öngörülen bir yıllık zamanaşımı uygulanır, öte yandan ceza mahkemesine mahkûmiyet ve ne de beraat kararı değil, davanın düşürülmesine karar vermiştir. O halde 1803 sayılı Af Yasası ile eylemin suç niteliği ortadan kalktığına ve haksız eyleme uzamış zamanaşımının uygulanması olanağı bulunmadığına ve olay günü olan 21.8.1972 günü ile maddi ve manevi tazminat davasının açıldığı 1.11.1973 günü arasında bir yıldan fazla zaman geçtiğine göre, dava zamanaşımına uğramıştır…” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Oysa özel daire bozma ilamında da kısaca değinildiği veçhile olayda zamanaşımı söz konusu değildir. Çünkü 7.12. 1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre “…cezayı gerektiren haksız eylemler af nedeniyle cezai niteliklerini kaybedeceklerinden ceza zamanaşımı bunlara uygulanmaz. Hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir…”. Bu gibi durumlarda bütün sorun BK.nun 60/I. maddesinde öngörülen 1 yıllık hukuk zamanaşımının hangi tarihten itibaren başlıyacağıdır Yargıtay`ın bu güne kadar istikrarla vaki uygulamalarına göre; Af Yasası kamu davası açılmadan önce çıkmış ise, bir yıllık hukuk zamanaşımı süresi Af Yasasının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren şayet Af Yasası kamu davasının açılmasından sonra çıkmış ise, bu takdirde de af nedeniyle ceza davasının düşmesine ilişkin kararın kesinleşmesi gününden itibaren işlemeye başlıyacaktır. Burada, suçtan zarar görenin kamu davasına katılmış olup olmamasının bir etkisi yoktur. Her iki halde de bir yıllık hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir (Mustafa Reşit Karahasan Sorumluluk ve Tazminat Hukuku İstanbul 1981 / Sayfa 1731 ve onu izleyen sayfalardaki kararlar); (Mustafa Kayganaçıoğlu / Nihat Renda / Galip Onursan Orman Kanunu, İlgili Mevzuat Ankara 1976 Sayfa 584, dipnot 174`le ilgili metin ve sayfa 633 ve müteakip sayfalardaki kararlar). Temyize konu bu olayda Af Yasası kamu davası açıldıktan sonra çıkmış bulunduğuna göre, ceza mahkemesince verilen 20.5.1974 günlü düşme kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde tazminat davası açılması mümkündür. Oysa hukuk davası 1.11.1973,-yani ilk mahkûmiyet kararından önce, diğer bir ifade ile ceza davası henüz devam ederken açılmıştır ki olayımızda zamanaşımından asla söz edilemez.  Zira ceza davası devam ederken tazminat davasının zamanaşımına uğrayabileceğini kabul etmek, herşeyden önce mahkemenin kararına, gerekçe yaptığı içtihadı birleştirme kararında mevcut “… ceza davası devam ettiği müddetçe mutazarrırın müdahil sıfatım alarak ceza mahkemesinden tazminat talep edebileceği (TCK. m. 38) ve bu itibarla haksız fiilin Devlet tarafından takibi mümkün oldukça tazminat davasını kabul etmememin manasız olacağı…” şeklindeki gerekçeye aykırı olacaktır. Bu gerekçenin aksi, yani mahkeme görüşü benimsendiği takdirde, çoğu zaman ceza davasının af ile ortadan kalkması ile beraber, zarar görenin tazminat davası açma olanağı da ortadan kalkmış olur ki, bunun mantıken ve hukuken izahı mümkün olamaz. Kaldı ki, Af Yasalarının, zarara uğrayan kimsenin genel hükümler dairesinde çıkarlarını kovuşturmalarına engel olacağı da düşünülemez. O halde bu güne kadarki uygulamalarda olduğu gibi, bu olayda, ortadan kaldırma kararının kesinleştiği tarihin hukuk zamanaşımı için başlangıç tarihi olarak alınması gerekir. Olayımızda hukuk davası, değil ortadan kaldırma kararının kesinleştiği tarihten sonra aksine daha ceza davası derdest iken, daha 1803 sayılı Af Yasası yürürlüğe girmemiş iken açıldığına göre zamanaşımı söz konusu değildir. Bu durumda özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken eski hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır ve hüküm yukarıda anılan nedenlerle bozulmalıdır.

SONUÇ:

Davacı vekili Av. Suat`ın temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı (BOZULMASINA), oybirliği ile karar verildi.