Etiket arşivi: HUKUK

Basından Hukuk Haberleri • RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A HAKARET SAVIYLA AÇILAN DAVADA YEREL MAHKEME BERAAT KARARI

Recep Tayyip Erdoğan’a Hakaret Savıyla Açılan Davada Beraat Kararı

İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde uzman hekim olarak çalışan müvekkil hakkında, o tarihte Başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Facebook hesabı üzerinden paylaştığı görüntülerle hakaret ettiği savıyla Malatya 8. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan dava sonunda, ‘suç işleme kastının bulunmadığı’ gerekçesiyle müvekkilin beraatına karar verilmiştir.

Karar, davada ‘temyiz hakkı’ kazanamamış Recep Tayyip Erdoğan vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Bu nedenle temyiz istemi CMK. 237/1, 242/1 ve 296/1 maddelerine açıkça aykırıdır.

Şöyle ki:

Mahkemece, 06.11.2014 tarihli duruşmada verilen ara kararı gereğince iddianame ve duruşma tutanağı Cumhurbaşkanlığı Hukuk İşleri Başkanlığına gönderilerek, davadan haberdar edilmeleri ve varsa taleplerini Mahkemeye bildirmeleri olanağı sağlandığı halde geçen iki buçuk ay içerisinde davaya katılma talepleri olmadığı için ‘katılan’ sıfatını kazanamamıştır.

‘CMK m. 237- (1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.’ ve

‘CMK m.242 – (1) Katılan, Cumhuriyet savcısına bağlı olmaksızın kanun yollarına başvurabilir.’ dediğinden dolayı ‘katılan’ sıfatı olmanyınca yapılan temyiz başvurusu açıkça hukuka aykırı olmuştur.

Bu nedenle temyiz isteminin Yargıtay’ca reddedilmesi gerekir. 25.03.15

Sanık Avukatı
Av. Selahattin Sarıoğlu

C.SAVCILIĞI İDDİANAMESİ
Resim
DURUŞMA TUTANAĞI VE HÜKÜM KARARI
Resim
Resim
MAHKEMENİN ARA KARARLA, CUMHUR BAŞKANLIĞI HUKUK İŞLERİNE GÖNDERDİĞİ MÜZEKKERE
Resim
MAHKEME KARARINA KARŞI KATILAN HAKKI OLMAYANIN,TEMYİZ TALEBİ.
Resim

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Mar 26, 2015 5:52 am


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • ANLAŞMALI BOŞANMA PROTOKOLÜ MEDENİ HAKLARI KULLANMAYA ENGEL MADDELER İÇEREMEZ

T.M.K–MADDE 166

Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.

Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.

Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.

T.C
YARGITAY
2.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2013-11644
KARAR NO.2014-1866
KARAR TARİHİ.04.02.2014

>ANLAŞMALI BOŞANMA PROTOKOLÜ MEDENİ HAKLARI KULLANMAYA ENGEL MADDELER İÇEREMEZ.

Protokolde yer alan velayetin kaldırılması ve kişisel ilişkinin genişletilmesi davası açılamayacağına ilişkin medeni hakları kullanmaktan feragate ilişkin taahhütler, medeni hakları kullanma ehliyetinden önceden vazgeçme niteliğinde olup, Medeni Kanununun 23. maddesine ve çocukların yüksek yararlarına açıkça aykırıdır. Bu hükümler olmaksızın ortak irade ile boşanmanın gerçekleşmeyeceği açıkça belli olduğuna göre, içerdiği şartlardaki kısmi hükümsüzlük boşanma protokolünün tamamını hükümsüz kılar.

kanuna ve kamu düzenine aykırı hükümler ihtiva eden protokole dayanılarak boşanma kararı verilmesi ve protokolün tasdiki doğru olmamıştır. Öyleyse mahkemece yapılacak iş; protokolün bu haliyle uygun bulunmadığının taraflara bildirilip, tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak protokolde gerekli değişikliği yapmak, bu değişikliğin taraflarca kabulü halinde Kanunun 166/3. maddesi çerçevesinde boşanmaya karar vermek; kabul edilmemesi, diğer bir ifade ile tarafların kendi belirledikleri şartlar dahilinde boşanma kararı istemekte ısrar etmeleri halinde davaya çekişmeli boşanma olarak devam etmek ve toplanan delillerin Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

DAVA: Taraflar arasındaki boşanma davalarının birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm, davalı-karşı davacı (kadın) tarafından temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 04.02.2014 günü temyiz eden davalı-karşı davacı E… ile vekili ve karşı taraf davacı-karşı davalı D… ile vekili geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR: 1- Davacı (koca) tarafından boşanma davası açılmış, davalının daha sonra bağımsız olarak açtığı boşanma davası, kocanın davasıyla birleştirilerek görülmüş; mahkemece; tarafların 20.02.2013 tarihli oturumda boşanma ve mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda anlaştıklarını beyan etmeleri üzerine; hangi davanın kabul edildiği belirtilmeksizin tarafların Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince boşanmalarına karar verilmiş, aralarında yaptıkları protokol tasdik edilmiş, bu protokolün bir kısım hükümleri de karara aynen geçirilmiştir.

Türk Medeni Kanununun 166. maddesinin (3.) fıkrası; evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağını karine olarak kabul etmiştir. Bu yasal karine gereğince, boşanma kararı verilmesi, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulunması şartına bağlıdır. Kanun, hakime, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişikleri yapma yetkisi tanımıştır. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya karar verilecektir. Eşler, bu hükümden yararlanarak evlilik birliğini sona erdirmek istediklerinde, herhangi bir boşanma sebebi ileri sürmek zorunda olmadıkları gibi, bir sebep ileri sürmüş olsalar bile bunun varlığı ve doğruluğunun araştırılması gerekli değildir.

Taraflar, kural olarak bir sözleşmenin içeriğini, kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler. (E. BK. m. 19, 6098 s. TBK. m. 26) Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı hükümsüz olur. (E. BK. m. 19/2, 20, 6098 s. TBK. m. 27) Borçlar Kanununda yer alan, sözleşme özgürlüğüne getirilen genel nitelikteki bu sınırlamalar, boşanma anlaşmaları için de evleviyetle geçerlidir. Çünkü Borçlar Kanunu, Türk Medeni Kanununun beşinci kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır. (6098 s. TBK. m. 646) O halde hakim, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı ve konusu imkansız olan hükümler taşıyan bir boşanma protokolünü esas alarak boşanma kararı veremez ve böyle bir protokolü tasdik edemez.

Taraflarca düzenlenip hakime sunulan, hakim tarafından da aynen tasdikine karar verilen protokolde; tarafların karşılıklı boşanma davalarında aşağıdaki şartlarla anlaştıkları belirtildikten sonra; "kocanın eşi aleyhine açtığı boşanma davasından feragat edeceği, kadının açtığı boşanma davasını işbu protokoldeki koşullar çerçevesinde kabul edeceği; müşterek çocukların velayetinin anneye verileceği, çocuklarla baba arasında protokolde gösterilen günlerde ve saatlerde kamuya açık mekanlarda ve gözetim altında kişisel ilişki tesis edileceği, bunun dışında çocuklar on sekiz yaşını bitirinceye kadar babanın internet, telefon veya sair olanakları kullanarak iletişim kuramayacağı veya tesadüfü olarak şahsi münasebet tesis edemeyeceği, yine çocuklar ergin oluncaya kadar velayet hakkının anneden alınması veya kaldırılması ve kişisel ilişki süresinin genişletilmesi için talepte bulunmayacağı, çocuğun babaannesi ve halasının, babaya tanınan süre zarfında çocuğu görebilecekleri, babanın çocuklar için anneye protokolde gösterilen miktarlarda iştirak nafakası ödeyeceği, tarafların birbirlerinden maddi ve manevi tazminat olarak herhangi, bir talepte bulunmayacakları, şahsi eşyaları da dahil olmak üzere eşyalarını paylaştıkları, birbirlerinden bu hususta bir hak ve alacak talep etmeyecekleri" belirtilmiştir. Protokolde yer alan ilişkin medeni hakları kullanmaktan feragate ilişkin taahhütler, medeni hakları kullanma ehliyetinden önceden vazgeçme niteliğinde olup, Medeni Kanununun 23. maddesine ve çocukların yüksek yararlarına açıkça aykırıdır. Bu hükümler olmaksızın ortak irade ile boşanmanın gerçekleşmeyeceği açıkça belli olduğuna göre, içerdiği şartlardaki kısmi hükümsüzlük boşanma protokolünün tamamını hükümsüz kılar. Bu şekildeki düzenlemenin bir sebebi olsa bile, boşanma tarafların ortak iradelerine dayandığından bu sebebin varlığı ve doğruluğu araştırılamayacaktır. Anlaşmalı boşanma talebiyle kendisine başvuran eşler arasında, gerçekte bir boşama sebebinin var olup olmadığını, aralarında yaptıkları düzenlemede yer verdikleri hususların geçerli bir sebebe dayanıp dayanmadığını ve bunların doğru olup olmadığını hakim araştırmakla yükümlü değildir. Önceden delil toplanmış olsa bile, bu delilleri değerlendirerek bunlardan sonuç çıkaramaz ve yargısını çıkardığı bu sonuca dayandıramaz. Böyle bir durumda hakimin, taraflarca getirilen düzenlemeye müdahale ederek bunu değiştirmek ve önereceği değişikliğin taraflarca kabulü halinde Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince tarafların boşanmalarına karar vermesi gerekir. Böyle yapılmayıp, kanuna ve kamu düzenine aykırı hükümler ihtiva eden protokole dayanılarak boşanma kararı verilmesi ve protokolün tasdiki doğru olmamıştır. Öyleyse mahkemece yapılacak iş; protokolün bu haliyle uygun bulunmadığının taraflara bildirilip, tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak protokolde gerekli değişikliği yapmak, bu değişikliğin taraflarca kabulü halinde Kanunun 166/3. maddesi çerçevesinde boşanmaya karar vermek; kabul edilmemesi, diğer bir ifade ile tarafların kendi belirledikleri şartlar dahilinde boşanma kararı istemekte ısrar etmeleri halinde davaya çekişmeli boşanma olarak devam etmek ve toplanan delillerin Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Açıklanan hususlar gözetilmeden hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

2- Kabule göre de;

Taraflar, düzenledikleri protokolde; kocanın kendisi tarafından açılan boşanma davasından, feragat edeceğini kararlaştırmışlar, duruşmada protokol çerçevesinde karar verilmesini istemişlerdir. Protokolde kocanın davası hakkında ne yönde karar verileceği belirtildiğine göre, bu dava hakkında gösterilen yönde karar verilmesi gerekirken, herhangi bir hüküm tesis edilmemiş olması da doğru olmamıştır.

KARAR : Temyiz edilen hükmün yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, duruşma için takdir olunan 1100.00 TL. vekalet ücretinin D…’dan alınıp E…’e verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.02.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 25, 2015 11:26 am


Basından Hukuk Haberleri • 24 YIL SONRA TARİHE GEÇECEK BİR FİRAR DAHA

24 Yıl Sonra Tarihe Geçecek Bir Firar Daha

24 Yıl Sonra Tarihe Geçecek Bir Firar DahaCezaevinden helikopterle kaçan ilk mahkum olarak bir Türk’ün tarihe geçmesinden 24 yıl sonra, bu kez akıl almaz bir firar haberi de İstanbul’daki yüksek güvenlikli Silivri Cezaevi’nden geldi.

“Uyuşturucu imal etmek” suçundan hakkında kesinleşmiş 12,5 yıl hapis cezası bulunan D. A’nın Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu’ndan sahte tahliye kararıyla firar ettiği öğrenildi.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 19 Şubat 2013’te “uyuşturucu imal etmek”ten 12 yıl 6 ay hapse çarptırılan D. A’nın cezası, Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından 16 Ekim 2014’te onandı. Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu’na konulan D. A. hakkında, 16 Ocak’ta kimliği belirsiz kişilerce yerel mahkemeye, Yargıtay’dan gönderilmiş gibi faksla tahliye ilamı gönderildiği, mahkemedeki memurun da kararı teyit amacıyla Yargıtay’ı aradığını zannederek faksın üzerindeki numarayı aradığı iddia edildi. Memurun sahte tahliye ilamını cezaevine gönderdiği, cezaevinin de mahkeme kalemini arayarak tahliyeyi teyit ettikten sonra D. A’yı serbest bıraktığı ileri sürüldü.

1 AY SONRA FARKEDİLDİ

Cezaevinden sorumlu Bakırköy İnfaz Savcılığı’nın olaydan yaklaşık 1 ay sonra tahliye ilamlarını incelerken, D. A’nın tahliye kararındaki yanlışlığı fark ettiği kaydedildi. Firari D. A. hakkında yakalama kararı çıkaran savcılığın, sahte tahliye ilamıyla ilgili sorumlular hakkında işlem başlattığı bildirildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, 19 Aralık 2010’da İstanbul’da uyuşturucu ve uyarıcı 47 bin hapın ele geçirildiği operasyona ilişkin, aralarında D. A’nın da bulunduğu toplam 22 kişi hakkında, “uyuşturucu ticareti yapmak” ve “örgüt kurmak-örgüte üye olmak” gibi suçlardan 1 ile 43 yıl arasında değişen hapis cezası talebiyle iddianame hazırlanmıştı. “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ve “uyuşturucu ticareti yapmak” suçlarından 8,5 yıldan 43 yıla kadar hapisle cezalandırılması talebiyle yargılanan D. A, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 12,5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

CEZAEVİNDEN HELİKOPTERLE KAÇAN İLK TÜRK

Halil Havar adlı mahkum, Hollanda’da tutuklu bulunduğu Leeuwerden Cezaevi’nden 19 Şubat 1991’de İtalyan mafyasının ünlü ailelerinden Trappaniler tarafından helikopterle kaçırılmıştı. İki yıl boyunca izini kaybettiren Havar, kırmızı bültenle arandığı sırada 1992 yılında Türkiye’de yakalandı. Ancak savcılık tarafından serbest bırakılınca tekrar kayıplara karıştı. Adı 1993’te Lucky – S ve Kısmetim – 1 gemisinde ele geçirilen uyuşturucunun sahiplerinden olduğu iddialarıyla tekrar gündeme geldi. Hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan Havar, 1994’te tekrar yakalandı ve tutuklandı.

HAYATI FİLM OLDU

Hollanda’da tutuklu bulunduğu cezaevinden Sicilya mafyası tarafından kaçırılmasıyla tüm dünyaca tanınan Havar’ın yaşam öyküsü film ve dizilere de konu oldu. Halil Havar’in hayatı Kurtlar Vadisi isimli diziye de konu oldu. Dizideki, Halo karakteri polis helikopteri ile cezaevinden kaçırıldı.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Sal Mar 24, 2015 3:29 pm


Basından Hukuk Haberleri • Askeri Yargı düzenlemeyi iptal etmişte Savunma Bakanlığı !!!

‘Başörtüsü’ nedeniyle lojman giriş kartı verilmeyen astsubay eşini haklı bularak düzenlemeyi iptal etmiş.
Lojmana girmek için akıllı kart gerekiyor, bunun için olan resim açık olmalıymış…

Bayanın giriş kartı olmadığı için giriş çıkışlarda sorun çıkmış. Kart için müracaat ettiğinde de
Kara Havacılık Alayı Meydan Hareket Tabur Komutanlığı formdaki ‘başörtülü’ fotoğrafın TSK Akıllı Kart Yönergesine aykırı olduğu gerekçesiyle reddediyor.

Bunun üzerine Kayabaşı çifti Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde (AYİM) yürütmenin durdurulması ve yönergedeki ilgili hükmün iptali için iki ayrı dava açtı. Dosyaya bakan AYİM Üçüncü Daire Başkanlığı yürütmenin durdurulması talebini reddetti ancak dava başvurusunu kabul etti. Başsavcılığın olumsuz görüş bildirdiği davada Mahkeme tamamı albaylardan oluşan 5 hakimin oy birliğiyle, Meral Kayabaşı’na kart verilmemesini ve yönergenin ilgili maddesinin de iptal edilmesine hükmetti.

İŞİN İLGİNÇ KISMI İSE ŞURASI :

Milli savunma bakanlığı adına gönderilen savunma dilekçesinde ;
"Çağdaş olmayan, İnkılap Kanunlarına aykırı, siyasi veya dini bir ideolojiyi belirleyen kılık kıyafetle çekilmiş fotoğraflar kullanılamaz ve yüzün tamamı açık olacak, iki kulak ve alın açıkça görülecektir" denilmesi dikkat çekti.

Bu arada milli savunma bakanlığı kime bağlıydı ?

Bilgiler: Tarih-Gönderici: secure — Sal Mar 24, 2015 4:14 am


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • EKSPERTİZ RAPORUNA İTİBAR EDİLEREK, TAZMİNAT BELİRLENMESİ MÜKÜN DEĞİLDİR

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2002/2060
KARAR NO. 2002/6089
KARAR TARİHİ. 13.6.2002

> EKSPERTİZ RAPORUNA İTİRAZ EDİLMEMESİ — SİGORTA TAZMİNATININ HESAPLANMASI YÖNTEMİ

ÖZET : 1- HUMK.nun 433/2 nci maddesine göre, katılma yoluyla temyiz, karşı tarafın temyiz dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde yapılmak gerekir. 2- Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, itiraza uğramayan ekspertiz raporuna itibar edilmek suretiyle, bu raporda belirlenen meblağa KDV. İlavesiyle, davacının talep ettiği meblağa ulaşılacağının düşünüldüğü görülmektedir. Sigorta tazminatının nasıl hesaplanması gerektiği Kasko Sigorta Genel Şartları B.3.3.1 maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, sigorta tazminatının hesabında, sigortalı menfaatlerin rizikonun gerçekleşmesi anındaki tazmin kıymetleri esas tutulur ve sigorta sözleşmesinin yapıldığı sırada veya sigorta süresi içinde, tarafların mutabakatı ile bir değer tespiti yapılmışsa, rizikonun gerçekleşmesi halinde ancak bu değere itiraz olunamaz. Taraflarca itiraza uğramadığı gerekçesiyle ekspertiz raporuna itibar edilmesi ve tazminat miktarının bu şekilde belirlenmesi mümkün değildir.

Taraflar arasında görülen davada Kırklareli Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 12.12.2001 tarih ve 2001/446-753 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ata Durak tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkiline ait ve davalı şirkete kasko sigortalı aracın uğradığı hasar bedelinin usulüne uyun müracaata rağmen ödenmediğini ileri sürerek, şimdilik ( 2.210.474.294 ) liranın 19.1.2001 tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, kaza tespit tutanağının olaydan sonra ve beyan üzerine düzenlendiğini, sürücü olduğu bildirilen şahsın gerçekte yolcu olduğunu, gerçek sürücünün ise aşırı alkollü olduğunu, hasar giderildiğinden dava açmakta hukuki yarar bulunmadığını, talep edilen tazminatın fahiş olduğunu ve reeskont faiz talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara dayanılarak aracı, kaza tespit tutanağında belirtilen sürücünün kullandığı ve alkolllü olmadığı, ekspertiz raporuna karşı davalının bir itirazı olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, fazlaya ilişkin talep hakkı saklı kalmak kaydıyla anılan meblağın 19.1.2001 tarihinden itibaren %60 reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-HUMK.nun 433/2 nci maddesine göre, katılma yoluyla temyiz, karşı tarafın temyiz dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde yapılmak gerekir. Davalı vekilinin temyiz dilekçesi, davacı vekiline 11.2.2002 tarihinde tebliğ edildiğine göre, katılma yoluyla temyiz süresi, 21.2.2002 tarihinde sona ermiştir. Davacı vekili tarafından hüküm, 26.2.2002 tarihinde temyiz edildiğinden HUMK.432/4.maddesi uyarınca temyiz isteminin, süresinde yapılmaması nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Davalı vekilinin temyizine gelince; Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

3-Ancak dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, itiraza uğramayan ekspertiz raporuna itibar edilmek suretiyle, bu raporda belirlenen meblağa KDV. İlavesiyle, davacının talep ettiği meblağa ulaşılacağının düşünüldüğü görülmektedir. Sigorta tazminatının nasıl hesaplanması gerektiği Kasko Sigorta Genel Şartları B.3.3.1 maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, sigorta tazminatının hesabında, sigortalı menfaatlerin rizikonun gerçekleşmesi anındaki tazmin kıymetleri esas tutulur ve sigorta sözleşmesinin yapıldığı sırada veya sigorta süresi içinde, tarafların mutabakatı ile bir değer tespiti yapılmışsa, rizikonun gerçekleşmesi halinde ancak bu değere itiraz olunamaz. Taraflarca itiraza uğramadığı gerekçesiyle ekspertiz raporuna itibar edilmesi ve tazminat miktarının bu şekilde belirlenmesi mümkün değildir. Kaldı ki davalı sigorta vekili, cevap dilekçesi ile hasar miktarının fahiş olduğunu savunmuştur. Bu durumda mahkemece, zarar görenin uğradığı gerçek zarar miktarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmak ve sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak ( 3 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün davalı sigorta şirketi yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı fazla alınan 84.570.000 lira harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 13.6.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 9:10 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İLAM BORÇLUSUNUN BİRDEN FAZLA OLMASI, VEKİL ÜCRETİNİN TAKSİMİ

T.C
YARGITAY
8.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2013/10119
KARAR NO:2013/16458
KARAR TARİHİ:13.11.2013

>BİRDEN FAZLA İLAM BORÇLUSU—BORÇ SORUMLULUĞU KAPSAMI

ÖZET: İlamda iki davalı olup, bu durumda takibi yapan alacaklının ilam vekalet ücretinin yarısını davalıdan isteyebileceği kabul edilmelidir.

İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi’nin 24.04.2012 tarih ve 2007/833 Esas-2012/363 Karar sayılı ilamına dayalı olarak ilamlı takip yapılmış ve borçlu vekili takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, takibin iptaline karar verilmesi üzerine; hüküm, alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İcra takibine dayanak ilamda 13.450.00 TL vekalet ücretinin “davacıdan alınarak davalılara verilmesine” karar verilmiştir. Takip alacaklısı D. İnş. San. ve Ticaret A.Ş. icra takibinde hüküm altına alınan 13.450.00 TL vekalet ücretinin tamamını istemiştir. İlamda ise iki davalı olup takibi yapan D. İnş. San. ve Ticaret A.Ş.’nin hükmedilen vekalet ücretinin yarısını isteye bileceğinin kabulü gerekir. Açıklanan bu gerekçelerle icra emrinin düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken, takibin tümden iptali doğru değildir.

SONUÇ
Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle, İİK’nin 366 ve HUMK’unun 428.maddeleri gereğince BOZULMASINA,taraflarca HUMK’un 388/4. (HMK m.297/ç)ve İİK’nin 366/3.maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 13.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 8:57 pm


Basından Hukuk Haberleri • MAHKÜMUN MEKTUBUNA ‘BİLİNMEYEN BİL DİLDE YAZDIĞI’ GEREKÇESİ İLE EL KONDU

Mahkûmun Mektubuna ‘Bilinmeyen Bir Dilde Yazıldığı’ Gerekçesiyle El Kondu

Mahkûmun Mektubuna ‘Bilinmeyen Bir Dilde Yazıldığı’ Gerekçesiyle El KonduTekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki mahkûmun Zazaca mektubu Namık Kemal Üniversitesi ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’nce tercüme edilemedi.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan Kenan Avcı’nın Zazaca yazdığı mektup, "bilinmeyen bir dilde yazıldığı" gerekçesiyle ve çeviri amacıyla Namık Kemal Üniversitesi’ne ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Her iki devlet kurumu da tercüme büroları Zazaca anlamayınca mektuba el kondu.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi ’nde kalan Kenan Avcı’nın Zazaca yazdığı mektup, “bilinmeyen bir dilde yazıldığı” gerekçesiyle ve çeviri amacıyla Namık Kemal Üniversitesi’ne ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Her iki devlet kurumunda da Zazaca bilen personel olmadığı için mektup çevrilemeyince en sonra şehirdeki tercüme büroları tek tek arandı. Tercüme büroları da, “Bu dili bilen ve tercüme yapacak elemanımız yoktur” deyince mektuba el kondu.

İsmail Saymaz’ın Radikal’de yer alan haberine göre, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan Kenan Avcı, Kürtçe yayınlanan Azadiya Welat Gazetesi’nde yayınlanmak üzere “Şorişa Rojowani” başlıklı üç sayfalık Zazaca bir yazı kaleme aldı. Avcı’nın posta yoluyla göndermek istediği mektuba, "Türkçe dışında bir dil ve lehçede yazıldığı" için Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından el kondu. Savcılık, “anlaşılmayan bu dilin çevirisi” için tercüman aramaya başladı. Mektup ilk olarak Namık Kemal Üniversitesi’ne ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Üniversite, 12 Şubat’ta verdiği yanıtta, “dili bilen ve çevirisini yapabilecek personel bulunmadığı için” tercüme yapamadığını bildirdi. Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü de 23 Şubat’ta, Zazaca bilip çeviri yapacak personelinin bulunmadığını belirterek, mektubu iade etti.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün 2009 tarihli talimatı uyarınca bu kez, “il ve ilçede söz konusu dili ya da lehçeyi bilen güvenilir kişiler” aramaya başladı. Tekirdağ’daki tüm tercüme büroları tarandı fakat Zazaca bilen “güvenilir kişi” olmadığı sonucuna varıldı. Şehirde faaliyet gösteren Arul adlı tercüme bürosu da 25 Ocak’ta savcılığa gönderdiği yazıda, ‘bu dili bilen olmadığından’ tercüme yapamadıklarını belirtti. Disiplin Kurulu Başkanlığı da 27 Şubat tarihli kararında, “çeviri işlemi yapılamadığı” için mektubun tamamına el koydu.

Kenan Avcı, gönderdiği mektupta, anadili için hâlâ “bilinmeyen bir dil” muamelesi yapıldığını ifade ederek, “ AKP asimilasyon politikalarına son verdiğini ve anadil yasağını kaldırdığını propaganda etse de bu kocaman bir yalandır. Kalmakta olduğum cezaevinde anadilimiz Kürtçe ve lehçelerine hâlâ ‘bilinmeyen bir dil’ muamelesi yapılmakta, Kürtçe’nin lehçeleriyle yolladığımız yazı ve mektuplarımıza el konulmaktadır” dedi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 5:54 pm


Basından Hukuk Haberleri • YARGITAY MOBBİNGDE KESİN KANIT ARAMADI

Yargıtay mobbingde kesin kanıt aramadı

YARGITAY MOBBİNGDE KESİN KANIT ARAMADI

Çalışanlara Yargıtay’dan iyi haber var. Çalıştığı bankada uğradığı mobing nedeniyle ruhsal dengesi bozulan, ardından da işten atılan işçi, açtığı davayı kazandı. Bugüne kadarmobbing konusunda çalışanlar lehine çok yaygın kararları bulunmayan Yargıtay, ‘mobbingin yüzde yüz kanıtlanması da gerekmez’ diyerek bu yüzden mağdur olanlar için önemli bir kapı araladı, dolayısıyla işverenlere de önemli bir uyarıda bulunmuş oldu.

Çalıştığı bankada uzun süremobbinge maruz kalan, bu nedenle hastalanan, oluşan psikolojik rahatsızlığını doktor raporlarıyla kanıtlayan, ancak buna rağmen iş akti feshedilen çalışanın hukuk mücadelesi Yargıtay’da sonuca ulaştı. Yargıtay,mobbinge uğradığını kanıtlayamadığı gerekçesiyle iş aktini fesheden bankaya hak veren yerel mahkeme kararını bozdu. Yargıtay’ın benzer davalara örnek oluşturacak kararı, şöyle gerekçelendirildi: “Somut olayda davacının işyerindemobbinge maruz kaldığı için hastalandığı, rahatsızlığı sebebiyle sevk edildiği hastanede davacıya Sağlık Kurulu Raporu ile anksiyete bozukluğu teşhisi konulduğu ve dinlenmesi gerektiği için rapor verildiği, davacının hastalanmakta ve rapor kullanmakta herhangi bir kusurunun bulunmadığı, dolayısıyla anılan madde hükmü gereğince işverenin iş sözleşmesini haklı sebeple feshetmesinin hukuka uygun olarak değerlendirilemeyeceği açıktır.

Mahkemece, davacının, davalı işyerinde, işveren tarafından sürekli ve sistematik bir biçimde aşağılandığı, kişiliğinin ve saygınlığının zedelendiği, kötü muameleye maruz kaldığı ve mobbinge uğradığı şüpheden uzak bir şekilde ispat edilemediği gerekçesiyle hüküm kurulmuş ise de iddia, birbirini doğrulayan ve tamamlayan davacı ve davalı şahit anlatımları, davacının aynı mahiyette olan ve aynı bulgulara işaret eden birbiriyle ve anlatılanlarla uyumlu birden fazla doktor raporu gözönüne alındığında, mobbing olgusunun açık bir şekilde ispat edildiği; Kaldı ki, hukuk yargılamasında ve özellikle de mobbinge dayanan iddialarda yüzde yüzlük bir ispatın aranmadığı, şüpheden uzak delil aramanın ceza yargılamasına ait olduğu da kararda vurgulandı. Kararda ayrıca, “özel hukuk ve iş hukuku yargılamasında vicdani kanaatin oluşmasına yetecek kadar bir ispatın yeterli olduğu, taraflarca ileri sürülen delillerin sıhhat ve kuvvetinde tereddüt edilmesi halinde işçi lehine yorum ilkesinin uygulanması gerektiği,mobbing gibi diğer dava türlerine göre ispatı nispeten daha zor olan bir konuda kesin ve mutlak bir ispatın aranmayacağı, bu konuda işçi lehine ispat kolaylığı göstermenin hakkaniyet ve adalete daha uygun olacağı kanaat ve sonucuna varılmıştır” denildi.

İŞE İADE EDİN

Karar metni şu ifadelerle son buldu: “Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı işveren tarafından 4857 sayılı Kanun’un 25/I. maddesine dayanılarak yapılan feshin geçersizliğine ve davacı işçinin talebinin kabulü ile işe iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır”

MOBBİNG NEDİR?

Mobbing, bir veya bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması. Latince kökenli sözcük; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir. En iyi ifade eden anlamıyla yıldırma veya iş yerinde psikolojik terör anlamlarıdır.

Özellikle hiyerarşik yapılanmış gruplarda ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde, gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı uygulamasıdır. Son dönemde sosyoloji ve hukuk başta olmak üzere çeşitli alanlarda disiplinler arası çalışılan bir konu haline gelmiştir.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzr Mar 22, 2015 2:08 pm