Etiket arşivi: KALDIRILMASI

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İCRA TAKİP DOSYASININ İŞLEMDEN KALDIRILMASI, İTİRAZIN İPTAL İNCELEMESİ GÖRÜLÜR

T.C
YARGITAY
3.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2007/18006
KARAR NO:2007/19088
KARAR TARİHİ:13.12.2007

>İTİRAZIN İPTALİ—DOSYANIN İŞLEMDEN KALDIRILMASI—TEMERRÜT

ÖZET:TAKİP DOSYASININ İİK’NIN 78. MADDESİ GEREĞİNCE İŞLEMDEN KALDIRILMIŞ OLMASI, İTİRAZIN İPTALİ TALEBİNİN İNCELENMESİNE ENGEL TEŞKİL ETMEZ.

2004 s. Yasa m. 67,78

Dava dilekçesinde, 2.250 YTL alacak ve fer’ileri için takibe itirazın iptali, inkar tazminatının masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü.

Davada, Foça İcra Müdürlüğü’nün 2004/1 sayılı dosyasında 2.250 YTL alacak ve fer’ileri için girişilen icra takibine itirazın iptali, inkar tazminatının davalıdan tahsili istenilmiştir.

Mahkemece, İcra Müdürlüğü’nün 2004/1 sayılı dosyasında düşürülme kararı verildiği, icra müdürünün bu konudaki işlemi şikayet yoluyla halledilmeden, davacı tarafça bu davanın açıldığı gerekçe gösterilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Takibe konu, İcra Müdürlüğü’nün 2004/1 sayılı dosyasında; icra müdürü tarafından, 20.08.2006 tarihli kararla "İİK’nın 78. maddesinde belirtilen süre içinde dosya işlem görmediğinden dosyanın takipsizlik nedeniyle düşürülmesine" karar verilmiştir.

İİK’nın 78. maddesine göre; alacaklının haciz isteme hakkı, bir yıllık süreye tabidir. Haciz isteme hakkı, ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren bir yıl geçmekle düşer (m. 78, II c. 1) ve takip dosyası işlemden kaldırılır (m. 78, IV). Ancak yenileme talebi ile takip devam etmekte, kaldı ki davacı, dava yolu ile (İİK m. 67) itirazın iptalini ve takibin devamını talep etmektedir.

İİK’nın 66. maddesi uyarınca takibe itiraz üzerine takip durmakta, itirazın iptaline ilişkin ilamın İcra Dairesine verilmesi ile takibe devam olunmaktadır. Bu halde, iptal kararı esas alınarak takibin yürütülmesi gerekir. Yeniden icra emri tebliğ edilmez ve yenileme emrinin gönderilmiş olması takip kesinleştiği için borçluya yeniden itiraz imkanı vermez. O nedenle, İİK madde 78 uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmış olması, itiraz üzerine duran takibe itirazın iptali talebinin incelenmesine engel teşkil etmemelidir. Bu itibarla davaya bakılarak yapılacak yargılama sonucuna göre bir hüküm verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 13.12.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cmt Mar 21, 2015 5:55 am


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • ÖZEL USULSÜZLÜK CEZALARININ KALDIRILMASI HUSUSUNDA KARARI

T.C.
D A N I Ş T A Y
DÖRDÜNCÜ DAİRE

Esas No: 2012/6286
Karar No: 2013/462
Karar No: 07.02.2013

ÖZET : Geçmiş dönemleri kapsayacak şekilde vergi mükellefiyet tesisi halinde, mükellefiyetin tesis edildiği tarihe kadar ki dönemler için beyanname vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmayan davacı adına beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle ceza kesilemeyeceği hakkında.

TEMYİZ EDEM : Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı (Etimesgut Vergi Dairesi Müdürlüğü)

KARŞI TARAF: …

İSTEMİN ÖZETİ : Davacı adına elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle 2007/12 ve 2008 yılının muhtelif dönemleri için kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Ankara 6. Vergi Mahkemesinin 29.03.2012 günlü ve E:2011/1919, K:2012/352 sayılı kararıyla; söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde ceza kesileceği hususu davacıya yazılı olarak bildirilmeden kesilen özel usulsüzlük cezalarında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu cezaların kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı İdare, kesilen cezanın hukuka uygun olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

SAVUNMA ÖZETİ: Savunma verilmemiştir.

Tetkik Hakimi M. Volkan Uluçay’ın Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliklerine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olacağı hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun “Yetki” başlıklı mükerrer 257′nci maddesinin 4’üncü fıkrasında,” … vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları kullanmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, beyanname, bildirim ve bilgilerin aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu zorunluluğu beyanname, bildirim veya bilgi çeşitleri, mükellef grupları ve faaliyet konuları itibarıyla ayrı ayrı uygulatmaya Maliye Bakanlığı’nın yetkili olduğu” hükmüne yer verilmiş, mükerrer 355’inci maddesinde ise, bu Kanunun 86, 148, 149, 150, 256 ve 257’nci maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257’nci madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymayanlar hakkında özel usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, gayrimenkullerle ilgili olarak tapu sicil müdürlüklerince doldurulan bilgi formlarından ve elektronik ortamda yapılan sorgulama sonuçlarından hareketle, davacının 10.05.2005 ila 19.12.2008 tarihleri arasında yapmış olduğu taşınmaz satışları nedeniyle bu döneme ilişkin ticari kazanç mükellefiyetinin açılış ve kapanışının yapılması gerektiği yolundaki 25.10.2010 tarihli yazıya istinaden davacı adına mükellefiyet tesis edilerek ilgili dönem beyannamelerini vermemesi nedeniyle dava konusu özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmıştır. Mükellefin işe başladığı tespit edilen tarih esas alınarak, geçmiş dönemleri de kapsayacak şekilde mükellefiyet tesis edilmesi halinde, işe başlama tarihi ile mükellefiyetin tesis edildiği tarih arasındaki dönemlerde elektronik ortamda beyanname verilmesi hukuken ve fiilen mümkün olmadığından dava konusu özel usulsüzlük cezalarını kaldıran Mahkeme kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine ve kararın yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına 07.02.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Davacının gayrimenkul alım satımı faaliyetinde bulunduğu halde ilgili dönem beyannamelerini elektronik ortamda vermemesi üzerine kesilen özel usulsüzlük cezalarını, yazılı bildirim olmadığı gerekçesiyle kaldıran mahkeme kararı davalı İdare tarafından temyiz edilmiştir. İdari düzenlemeler uyarınca kapsama alınan mükellefler açısından fiziki ortamda beyanname kabulüne son verildiği ve beyanname verme yükümlülüğünün niteliği itibarıyla mükerrer 355′inci maddenin birinci fıkrasında yer alan yasal düzenlemelerde olduğu gibi bilginin ibrazı ödevi niteliğinde olmadığı dikkate alındığında, elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğü için yazılı bildirim şartının aranmayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 2004, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında aldığı gayrimenkulleri 2005, 2007 ve 2008 yıllarında sattığı, dolayısıyla belirli bir ticari organizasyon dahilinde sürekli olarak ve kar amacı güderek yürüttüğü bu faaliyetin ticari faaliyet niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
Bu nedenle, kayıt dışı olarak ticari faaliyette bulunduğu tespit edilen davacı adına geçmiş dönemlere ilişkin olarak elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle özel usulsüzlük cezası kesilmesine yasaya aykırılık bulunmadığından cezayı kaldıran Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara karşıyım.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Mar 19, 2015 5:45 am


İkramiyenin kaldırılması işçi aleyhine esaslı değişiklik olup işçinin yazılı kabulüne bağlıdır

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2013/8710 esas v  2014/5492 karar sayılı ve 06.03.2014 tarihli karar

DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı.

Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Davacı, çalıştığı dönem boyunca yılda bir defa Aralık ayında verilen yılbaşı ikramiyesi 2004-2005-2006-2007 yıllarında ödenmediğini, bu ikramiye ödemesi işveren tarafından sorumluluktan kurtulmak için bordrolarda prim adı altında gösterilerek ödendiği her yılın Aralık ayında ödenen bu miktar prim olarak nitelendirilemeyeceğini, prim çalışanın çalışmasına göre bir defalık ödenen ücret olduğunu,oysaki ikramiye rutin hep aynı tarihte tüm çalışanlara ödenen işyeri uygulaması olduğunu, diğer çalışan arkadaşlarının bordroları incelendiğinde prim adı altında her yılın Aralık ayında bir maaşlarına denk düşen miktarlarda ödeme aldıkları görüleceğini, bu nedenle, 2.000,00 TL. ikramiye alacağının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla yasal faizi ile birlikte tahsiline, karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı, şirkette hiçbir zaman yılbaşı ikramiyesi uygulamasının olmadığı, işlerin iyi gittiği zamanlarda dönem dönem uygulanan başarı primi uygulamasına 2003 yılında son verildiği, müvekkil şirkette 3 ayda bir bir tam maaş tutarında ikramiye verildiği ve bordroları yansıtıldığı, müvekkil şirkette 2004 yılına kadar işverenlerin belirli karlılık oranına ulaşması durumunda beyaz yakalı çalışanlara prim ödemesi yapıldığını, 2004 yılında şirketin mali durumu yapılan prim ödemesinin beyaz yaka ve mavi yaka arasına farka yol açması ve şirket yönetiminin almış olduğu karar gereğince 2004 yılından itibaren prim ödemelerine son verildiği ve tüm çalışanlara duyurulduğunu, davacının 2003 tarihinden sonra prim uygulamasının kaldırılmasına hiçbir itirazda bulunmadığını, prim uygulamasının kaldırılmasından 6 yıl sonra imzaladığı umumi feragatname ve ibraname ile prim ödenmemesinin uzun bir sürü itiraz etmeksizin çalışmaya devam etmesi, prim ödenmemesinin iş şartı haline geldiğini açıkça kanıtladığını, daha önce de belirtildiği üzere, ücret ve ücretin eki niteliğindeki sosyal hakların 5 yıllık zaman aşımına tabi olduğunu bu nedenle zaman aşımına uğrayan ve haksız yere açılan davanın reddine, karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde, davacıya ait ücret bordrolarının incelenmesinde, yılda 4 defa olmak üzere 3 ayda bir ikramiye ödendiği, ayrıca fazla mesai ücreti tahakkuk ettirildiği, yol yardımı, çocuk yardımı, dönemine göre yakacak yardımı, okul yardımı, gıda yardımı gibi sosyal hakların ödendiği tahakkuk ettirilerek ödendiği, davacı emekliliği nedeniyle, işçilik haklarından doğan tüm alacaklarının ödendiğini en geniş biçimde detaylandırılarak umumi ibraname ve feragatname imzaladığı, söz konusu ibraname Yargıtay’ın benimsemiş olduğu ibraname özelliğini taşımamış olmasına rağmen, davacının emeklilik sonrası tekrar işe başlamış olması ve 5 yıllık zaman aşımı da dahil ödenmeyen yılbaşı ikramiyeleri (prim) için yıllarca ihtirazı kayıt koymadan çalışmaya devam ettiği dosyaya ibraz edilen ücret bordroları ve sicil dosyasının tetkikinden anlaşıldığı, hizmet sözleşmesinde ikramiye ve prim uygulaması ile ilgili bir tespitin yapılmadığı, tamamen işverenin takdirinde olan bir işlem olduğu, iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi ve işyeri uygulaması ile ilgili olarak, 2004 yılından itibaren uygulanmayan prim uygulaması işverenin tasarrufunda olan bir uygulama olduğu ,davalı işyerinde iddia edilen yılbaşı ikramiyesi uygulamasının olmadığı, Yargıtay’ın yerleşik kararlarında açıklanan hususların ışığında davacının,davacının ihtirazı kayıt konulmadan çalışmasına devam ettiği gibi 2 yıllık süreyi aşmış olması nedeniyle de iş şartı haline dönüştüğü, davacı tarafından talep edilen, 2004-2005-2006-2007 yıllarında ödenmeyen yılbaşı ikramiyesi uygulamasının, 2004 yılından beri prim ve karlılık durumuna göre işverenin tasarrufunda olan bir uygulama olduğu, davacının talep etmiş olduğu yılbaşı ikramiyesi uygulamasının olmadığı kanaat ve sonucuna ile davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflar arasında uyuşmazlık konusu, çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

İş hukukunun en tartışmalı alanlarından biri çalışma koşullarının tespiti ile bu koşulların uygulanması, değişiklik yapılması, en nihayet işçinin kabulüne bağlı olmayan değişiklik ile işverenin yönetim hakkı arasındaki ince çizginin ortaya konulmasıdır.

İş hukuku, işçi hakları yönünden sürekli ileriye yönelik gelişimci bir karaktere sahiptir. Bu anlayıştan hareket edildiğinde, işçinin haklarının iş ilişkisinin devamı sırasında daha ileriye götürülmesi, iş hukukunun temel amaçları arasındadır. Çalışma koşulları bakımından geriye gidişin işçinin rızası hilafına yapılamaması gerekir.

İş ilişkisinden kaynaklanan ve işin yerine getirilmesinde tabi olunan hak ve borçların tümü, “çalışma koşulları” olarak değerlendirilmelidir.

4857 sayılı İş Kanununun 22 nci maddesindeki, “işveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir” şeklindeki düzenleme, çalışma koşullarındaki değişikliğin normatif dayanağını oluşturur.

Çalışma koşullarının değişikliğinden söz edebilmek için öncelikle bu koşulların neler olduğunun ortaya konulması gerekir.

Sözü edilen 22 nci maddenin yanı sıra Anayasa, yasalar, toplu ya da bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ile işyeri uygulamasından doğan işçi ve işveren ilişkilerinin bütünü, çalışma koşulları olarak değerlendirilmelidir.

İş sözleşmesinin esaslı unsurları olan işçinin iş görme borcu ile bunun karşılığında işverenin ücret ödeme borcu, çalışma koşullarının en önemlileridir. Bundan başka, işin nerede ve ne zaman görüleceği, işyerindeki çalışma süreleri, yıllık izin süreleri, ödenecek ücretin ekleri, ara dinlenmesi, evlenme, doğum, öğrenim, gıda, maluliyet ve ölüm yardımı gibi sosyal yardımlar da çalışma koşulları arasında yerini alır. İşçiye özel sağlık sigortası yapılması ya da işverence primleri ödenmek kaydıyla bireysel emeklilik sistemine dahil edilmesi de çalışma koşulları kavramına dahildir

Kanunların içinde ve üstünde bir yere sahip olan Anayasa’da çalışma koşullarına ilişkin bir takım genel düzenlemeler yer almaktadır. Anayasa’nın güvence altına aldığı temel hak ve özgürlükler ile sosyal ve ekonomik haklar, bütün çalışma koşullarının oluşumunda ve çerçevelerinin belirlenmesinde etkilidir. Bu açıdan Anayasa’nın temel hak ve özgürlükler ile sosyal ve ekonomik hakları çalışma koşulları belirlenirken göz önünde bulundurulmalıdır

Çalışma koşullarını belirleyen kaynaklardan en önemlisi şüphesiz 4857 sayılı İş Kanunudur. İşçinin ücretinin alt sınırının gösterildiği (m 39), günlük ve haftalık çalışma sürelerinin belirlendiği ( m 41 ve 63), hangi hallerde günlük ve haftalık iş sürelerini aşan çalışmaların yapılabileceğinin ve bu durumda ödenmesi gereken ücretlerin ve daha pek çok konunun açıklandığı İş Kanunu, çalışma koşularının temelini oluşturur. İş ilişkisinde bu gibi emredici hükümlerin dışında, işçi aleyhine bir uygulamaya gidilemeyeceği gibi aksine uygulama iş koşulu haline gelmez. . Örneğin tam süreli bir iş sözleşmesi ile çalışan bir işçiye sürekli olarak asgari ücretin altında ücret ödenmiş olması iş koşulunu oluşturmaz.

Uygulamada, yazılı olarak yapılan iş sözleşmelerinde çoğunlukla işçinin yerine getireceği iş, unvanı, ücret ve ekleri belirtilmekle birlikte, çalışma koşullarının tespitine yönelik ayrıntılı düzenlemelere yer verilmemektedir. Bu noktada çalışma koşullarının tespiti ve değişikliğin yapılıp yapılmadığı konularında ispat sorunlarını beraberine getirmektedir. Çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik yapıldığı konusunda ispat yükü işçidedir.

İş sözleşmesinde, gerektiğinde çalışma koşullarında değişiklik yapabileceğine dair düzenlemeler bulunması halinde, işverenin genişletilmiş yönetim hakkından söz edilir. Bu halde işveren, yönetim hakkını kötüye kullanmamak ve sözleşmedeki sınırlara uymak kaydıyla işçinin çalışma koşullarında değişiklik yapma hakkını sürekli olarak kazanmış olmaktadır. Örneğin, işçinin gerektiğinde işverene ait diğer işyerlerinde de görevlendirilebileceği şeklindeki sözleşme hükümleri, işverenin bu konuda değişiklik yapma hakkını saklı tutar. Anılan hak objektif olarak kullanılmalıdır. İşçinin iş sözleşmesinin feshini sağlamak için sözleşme hükmünün uygulamaya konulması, işverenin yönetim hakkının kötüye kullanılması niteliğindedir.

Çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar arasında, iş sözleşmesinin eki sayılan personel yönetmeliği veya işyeri iç yönetmeliği gibi belgeler de yerini alır. Bu nedenle işçinin açık veya örtülü onayını almış personel yönetmeliği, iş sözleşmesi hükmü niteliğindedir. İşyerinde öteden beri uygulanmakta olan personel yönetmeliğinin kural olarak işçi ile iş ilişkisinin kurulduğu anda işçiye bildirilmesi gerekir. Daha sonra yapılacak olan değişikliklerin de işçiye duyurulması bağlayıcılık açısından gereklidir. Yasal veya sözleşme gereği bir zorunluluk olmadığı halde, işyerinde uygulana gelen “işyeri uygulamaları” da çalışma koşullarının belirlenmesinde etkindir.

İşyerindeki uygulamaların tüm işçiler yönünden ortak bir nitelik taşıması mümkün olduğu gibi, eşit konumda olan bir ya da birkaç işçi açısından süregelen uygulamalar da çalışma koşullarını oluşturabilir.

Çalışma koşullarını belirleyen faktörler arasında yukarıdan aşağıya doğru bir sıralama yapmak gerekirse; Anayasa, kanunlar, toplu iş sözleşmesi, bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ve işyeri uygulamaları bir bütün olarak çalışma koşullarını belirler. Çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar piramidinin üst sıralarında mutlak emredici olarak düzenlenen bir hususun, işçi lehine olsa dahi daha alt sıradaki kaynaklarla değiştirilmesi mümkün değildir. 4857 sayılı Yasanın 21 inci maddesinin son fıkrası hükmü bu konuda örnek olarak verilebilir. Feshin geçersizliğinin tespiti üzerine işverenin bir aylık işe başlatma süresi, işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırı ile boşta geçen sürenin en çok dört ayla sınırlı olduğu yönündeki hükümler yasada mutlak emredici olarak belirlenmiş ve işçi lehine de olsa değişiklik yolu kapatılmıştır.

Yasada mutlak emredici herhangi bir hüküm bulunmaması şartıyla, çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar arasında çatışma olması durumunda, işçinin yararına olan düzenleme ya da uygulamanın, çalışma koşulunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Örneğin yasada haftalık 45 saati aşan çalışmaların %50 zamlı olarak ödeneceği kuralına rağmen, işverenin bu yönde hiç ödeme yapmamış olması, fazla çalışmanın ödenmeyeceği yönünde bir çalışma koşulu oluştuğu şeklinde

yorumlanamaz. Aynı şekilde işverenin % 50 zamlı ücret yerine daha az bir oranda ödeme yapmış olması da, işçi aleyhine olduğundan bağlayıcılık taşımaz. Buna karşın, işçiye fazla çalışma ücretlerinin %100 zamlı ücret üzerinden ödenmesine dair iş sözleşmesi ya da süreklilik gösteren işyeri uygulaması geçerli olup, bu yönde bir çalışma koşulu ortaya çıkmış olur.

Yasanın 22 nci maddesinin ikinci fıkrasında, çalışma koşullarının, tarafların karşılıklı uzlaşmaları ile değiştirilmesinin her zaman mümkün olduğu kurala bağlanmıştır. Çalışma koşullarında değişiklik konusunda işçinin rızasının yazılı alınması yasa gereğidir. Aynı zamanda işverence değişiklik teklifinin de yazılı olarak yapılması gerekir. İşçi çalışma koşullarında yapılmak istenen değişikliği usulüne uygun biçimde yazılı olarak ve süresi içinde kabul ettiğinde, değişiklik sözleşmesi kurulmuş olur. İşçinin değişikliği kabulü, sadece bu işlem yönünden geçerlidir. Bir başka anlatımla işveren işçinin bir kez vermiş olduğu değişiklik kabulünü, daha sonraki dönemlerde başka değişiklikler için kullanamaz.

İşçinin değişikliği kabul yazısının işverene ulaşma anına kadar bu değişiklikten vazgeçmesi mümkündür. Yazılı olarak bir kabul olmamakla birlikte işçinin değişikliği kuşkuya yer vermeyecek biçimde kabul anlamına gelen davranışlar içine girmesi halinde, işçinin bu davranışı 22 nci maddenin ikinci fıkrası anlamında, çalışma koşullarında anlaşma yoluyla değişiklik olarak değerlendirilmelidir. İşyerinde müdür unvanını taşıyan bir işçinin daha alt bir göreve verilmesi ve işçinin bu yeni görevini benimseyerek çalışması durumu buna örnek olarak verilebilir.

Yapılan değişiklik önerisi, altı işgünü içinde işçi tarafından yazılı olarak kabul edilmediği sürece işçiyi bağlamaz. Bu sürenin geçirilmesinden sonra, işçinin değişiklik önerisini kabul etmesi, işçi tarafından işverene yöneltilen yeni icaptır. İşveren iş sözleşmesini ancak altı işgünlük sürenin geçmesinden sonra feshedebilir. İşçinin altı işgünü geçmesinden sonra yaptığı kabul beyanı üzerine işverenin iş sözleşmesini feshi, kendisine yöneltilen yeni icap beyanının örtülü olarak reddi anlamına gelir.

İşçi çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmez ve işyerinde çalışmaya devam edilirse, değişiklik gerçekleşmemiş ve sözleşme eski şartlarla devam ediyor sayılır. Bu durumda işveren, değişiklik teklifinden vazgeçerek sözleşmenin eski şartlarda devamını isteyebilir ya da çalışma koşullarında değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak koşulu ile sözleşmeyi feshedebilir.

Fesih bildiriminin şarta bağlanamayacağı kuralının istisnasını, gerçekleşmesi muhatabın iradesine bırakılan iradî şart oluşturur. İradî şartın tipik örneğini, fesih bildirimin sonuç doğurmasının değişiklik önerisinin kabulü veya reddi şartına bağlanmasıdır. Bu anlamda, fesih bildiriminin geciktirici veya bozucu şarta bağlanması mümkündür.

Geciktirici şarta bağlı fesih bildiriminde işveren, fesih bildiriminin, işçinin değişiklik önerisini reddetmesi veya zamanında kabul etmemesi durumunda hüküm ve sonuçlarını doğuracağını ifade ederek, değişiklik fesih bildiriminde bulunabilir.

Feshin hüküm ve sonuçları değişiklik önerisinin işçi tarafından kabul edilmemesi durumunda doğar.

Geciktirici şarta bağlı değişiklik feshinde, değişikliğin yazılı olarak kabulü için altı gününden az süre tanınamaz. Aynı zamanda değişikliğin dayanağı ile fesih için geçerli neden işverence yazılı olarak açıklanmalıdır.

İşçinin değişiklik önerisini kabul etmesi halinde iş sözleşmesinin feshinin, geçersiz olacağının açıklandığı durumlarda, bozucu şarta bağlı değişiklik feshi söz konusudur. Belirtilen uygulama biçiminde, işveren işçinin sözleşmesinin bildirim süresine uygun olarak feshedildiğini bildirmekle birlikte, çalışma koşullarında değişiklik önerisini getirmekte ve değişikliğin kabul edilmesi durumunda feshin geçersiz olacağını açıklamaktadır. Bu durumda da işçiye en az altı iş günü süre tanınmalı ve bozucu şarta bağlı bildirim yazılı olarak yapılmalıdır. İşçinin değişiklik teklifini kabul etmesi halinde, fesih geçersiz olur ve iş ilişkisi yeni çalışma koşullarında çalışma şeklinde devam eder. Aksi halde fesih, bildirimin işçiye tebliği ile birlikte geçerli olur ve bildirim önelinin geçmesiyle iş ilişkisi sona erer.

Değişiklik feshinde geçerli neden denetimi iki aşamalı olarak yapılmalıdır. İlk olarak, iş sözleşmesinin muhtevasında değişikliği gerekli kılan geçerli bir neden bulunmalıdır. Dolayısıyla, 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinde fesih için aranan geçerli nedenler, değişiklik feshinde de aynen bulunmalıdır. Bir başka anlatımla, değişiklik feshine gidebilmek için işçinin yeterliliğinden, davranışından veya işletme gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedenin bulunması gereklidir. Belirtilen geçerli nedenlere ilişkin denetim burada da aynen yapılmalıdır. Denetimin ağırlığı ve ölçüsü farklılık arz etmez. Yapılacak denetimde, değinilen 18 inci madde anlamında geçerli bir nedenin varlığı tespit edilmezse, ikinci aşamaya geçmeden değişiklik feshi geçersiz kabul edilmelidir.

İş sözleşmesinin değiştirilmesini gerektiren bir geçerli nedenin varlığının tespiti halinde, ikinci aşamada fiilen teklif edilen sözleşme değişikliğinin kanuna, toplu iş sözleşmesine ve ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığı ve işçiden bu teklifi kabul etmesinin haklı olarak beklenip beklenemeyeceğinin, bir başka anlatımla, kendisine yapılan değişiklik teklifini kabullenmek zorunda olup olmadığı denetiminin yapılması gerekir. Diğer bir anlatımla ikinci aşamada değişiklik teklifinin denetimi söz konusudur. Bu bağlamda esas itibarıyla somut olayın özelliklerine göre ölçülülük denetimi yapılmalıdır.Değişiklik feshi, ancak çalışma şartlarının değiştirilmesi için uygun ve daha hafif çare olarak gerekli ve takip edilen amaca göre orantılı ise (ultima-ratio) gündeme gelebilir. Çalışma şartlarının değiştirilmesini gerektirmeyecek veya daha hafif çalışma şartlarının önerilmesini gerektirecek ve aynı amaca ulaşılmasını mümkün kılacak organizasyona yönelik veya teknik ya da ekonomik alana ilişkin başka bir tedbirin mevcut olmaması gerekir. İşveren ayrıca, mümkünse, sözleşmenin değiştirilmesine ilişkin daha makul bir teklifte bulunmalıdır. Değişiklik teklifi, iş hukukuna ilişkin eşit davranma ilkesini ihlal ediyorsa, işçi bu teklife katlanmak zorunda olmadığından, değişiklik feshi geçersiz sayılır.

İş sözleşmesinin içeriğinin birkaç unsur açısından değiştirilmesi teklif edilmişse, işçi tarafından kabul etmesinin beklenebilir olup olmadığının denetimi, her bir unsur açısından ayrı ayrı gerçekleştirilmelidir. Değiştirilmesi teklif edilen birkaç unsurdan sadece birisinin kabulünün işçi açısından beklenemez olduğuna karar verilirse, değişiklik feshinin tamamının geçersizliğine hükmedilmelidir. Mahkeme, sözleşme değişikliğinin kısmen geçerli kısmen geçersiz olduğuna karar veremez.

İşçiye, mümkünse, onun açısından en az olumsuzluk teşkil eden teklifte bulunulmalıdır. Şüphesiz, işverenin önerdiği değişiklik teklifinin feshin tek alternatifi olduğu, başka içerikte bir değişiklik önerisinin yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılırsa, işçi tarafından teklifin kabul edilmesinin beklenebilir olup olmadığının denetimi yapılmaz.

4857 sayılı Kanunun 22 nci maddesinde, çalışma koşullarında esaslı değişiklik sebebiyle işçinin iş sözleşmesini haklı olarak feshedebileceği öngörülmemiştir. Bununla birlikte çalışma koşullarının değiştirilmesi aynı zamanda koşullarının uygulanmaması anlamına geldiğinden, aynı Yasanın 24 üncü maddesinin (II-f) bendinde belirtilen hal, işçinin haklı fesih nedenleri arasında sayılmıştır. Bu durumda işçinin ihbar tazminatı talep hakkı doğmazsa da, kıdem tazminatı ödenmelidir. Bununla birlikte, çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmeyen işçinin iş sözleşmesinin işverence feshi halinde, ihbar ve kıdem tazminatlarını talep hakkı doğar.

Somut olayda, yukarıdaki ilkelerde de belirtildiği üzere ikramiye ödemesinin kaldırılması işçi aleyhine çalışma koşullarında esaslı değişiklik niteliğinde olup 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesi gereğince yazılı olarak işçiye bildirilmesi, işçinin bu değişikliği yazılı şekilde kabulünden sonra geçerlilik kazanacağı göz ardı edilerek davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup bozma nedenidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacı tarafa iadesine, 06.03.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • BAZ İSTASYONUNUN KALDIRILMASI DAVASI, BAZ İSTASYONUNUN SÖKÜLEREK KALDIRILMASI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/1118
KARAR: 2014/103

Taraflar arasındaki “muarazanın men’i” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 27.03.2012 gün ve 2012/81 E-2012/111 K. sayılı kararın onanmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ndan çıkan 20.02.2013 gün ve 2012/4-575 E.- 2013/249 K. sayılı ilamın, karar düzeltilmesi yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu’nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Hukuk Genel Kurulu’nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, baz istasyonunun kaldırılması istemine ilişkindir.

Davacılar vekili, davalı …Telekomünikasyon A.Ş. tarafından …ili, ……Mahallesi, …Sokak üzerine baz istasyonu kurulduğunu, baz istasyonunun evlerine yaklaşık 5 metre mesafede olduğunu, baz istasyonunun yakınında oyun oynayan çocuklarının sağlığını ve psikolojik yapısını olumsuz yönde etkilediğini, kendileri, aileleri ile mahalle sakinlerinin yaşamında tehlike ve kaygı yarattığını, basın ve yayın organlarında baz istasyonlarının insan ve çevre sağlığına zararlı olduğu, kanser ve benzeri hastalık yapıcı etkisi bulunduğu yönünde sürekli yayınlar yapıldığından baz istasyonunun kurulmasıyla birlikte tedirginlik yaşamaya başladıklarını, her sabah uyandıklarında karşılarında gördükleri baz istasyonunun çocukları için endişe duymalarına neden olduğunu ve psikolojik sağlıklarını tehdit ettiğini, çevrelerinde yaşayan insanlarda da fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkların meydana geldiği konusunda yoğun şikayetlerin olduğunu, maddi ve manevi açıdan etkilendiklerini ileri sürerek, baz istasyonunun kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dava konusu baz istasyonunun bu konudaki yasal mevzuat hükümlerinin gerektirdiği her türlü prosedür takip edilerek kurulduğunu, baz istasyonunun güvenlik sertifikasına sahip olduğunu, baz istasyonu tarafından yayıldığı belirtilen radyoaktif dalgaların insan sağlığını etkileyebilecek düzeyde bulunmadığını, dalgaların Dünya Sağlık Örgütü limitleri altında olduğunu, baz istasyonlarının şehir dışına çıkarılarak aynı hizmetin verilmesinin teknik açıdan olanaklı olmadığını ve davanın haksız olarak açıldığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, kaldırılması istenilen baz istasyonunun davacıların evlerine 10 ve 6,50 m mesafede bulunduğu, yerden yüksekliğinin az olduğu ve baz istasyonunun konumu itibariyle davacılarda endişelerin oluşmasına neden olduğu ve psikolojilerini olumsuz yönde etkilediği, tedirginlik ve ümitsizlik yarattığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Daire’ce bozulmuş, yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmün davalı vekilince temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulu’nca “davacıların dar anlamda kesin bir zararlandırıcı işlemle karşı karşıya kaldıkları ve baz istasyonunun somut zarar verdiği dosya kapsamıyla kanıtlanmamış ise de, bu yöndeki ihtimale yönelik kamuoyunda süregelen açıklamaların davaya dayanak yapılmasıyla davacılar tarafından bilindiği bir psikolojik ortamda evine sadece 6,50 m mesafede bir baz istasyonu bulunmasının kendilerinde derin bir kaygı ortamı, tedirginlik ve ümitsizlik yaratması tabii olup, Anayasaca teminat altına alınan yaşam hakkı ve üzerinde ikamet ettiği konutundaki mülkiyet hakkı birlikte değerlendirildiğinde davacıların davalarının kabulünün gerektiği" gerekçesi ile direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

Davalı vekili bu kez karar düzeltme talebinde bulunmuştur.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu baz istasyonunun Yönetmelikte (Elektronik Haberleşme Cihazlarına Güvenlik Sertifikası Düzenlenmesine İlişkin Yönetmelik) belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olup olmadığı ile davacıların sağlığına zarar verip vermediği konusunda uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre yerel mahkemece açıklanan gerekçeyle baz istasyonun kaldırılmasına karar verilip verilemeyeceği noktasındadır.

Ne var ki, mahkemenin direnme kararı vermesinden ve Hukuk Genel Kurulu’nun onama kararından sonra davalı vekili verdiği karar düzeltme dilekçesinde; davaya konu baz istasyonunun şirketlerince sökülerek kaldırıldığını, buna ilişkin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu yazısının bulunduğunu, bu durumda davanın konusuz kaldığını belirterek, gelişen bu yeni olgu nedeniyle direnme kararının bozulmasını istemiştir.

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler esnasında bazı üyelerce; karar düzeltme nedenlerinin 6100 sayılı HMK’nın geçici 3.maddesi yollamasıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı HUMK’nın 440.maddesinde sınırlı sayıda belirtilen durumların somut olayda söz konusu olmadığını, her davanın dava açılma tarihindeki şartlar göz önüne alınarak çözümlenmesinin gerektiğini ileri sürmüşler ise de; çoğunluk tarafından bu görüş kabul edilmeyerek davanın konusunu oluşturan baz istasyonu hakkında verilen karar henüz kesinleşmediği için karar düzeltme aşamasında sökülmesi halinde mahkemenin bu durumu değerlendirmesinin gerektiği kabul edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nun 17.10.2012 gün ve 2012/4-822 E., 2012/727 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.

Bu durumda, mahkemece; ortaya çıkan yeni durum değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiğinden davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulu’nun onamaya ilişkin 20.02.2013 gün ve 2012/4-575 Esas., 2013/249 Karar sayılı ilamı kaldırılarak, direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesi gereğince Hukuk Genel Kurulu’nun 20.02.2013 gün ve 2012/4-575 E.-2013/249 Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına; yerel mahkeme direnme hükmünün yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle BOZULMASINA, istek halinde temyiz ilam harcının ve karar düzeltme harcının yatırana geri verilmesine, 12.02.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 01, 2015 11:04 pm


Yargılama Usulü ve Avukatlık Hukuku • AVUKAT MASRAF VERİLMEDİ DİYE İTİRAZIN KALDIRILMASI İŞLEMİ…

TBB DİSİPLİN KURULU KARARI

ESAS. 2013/606
KARAR. 2014/14
TARİHİ. 11.01.2014

Şikâyetli avukatın masraf verilmemesi nedeniyle itirazın kaldırılmasına ilişkin işlem yapmadığı savunması bu hususta TBB Meslek Kuralları 42. madde uyarınca usulüne uygun olarak istendiği ve verilmediğine ilişkin belge olmaması nedeniyle geçersizdir.

(Av. Yas 34, 134 TBB Mes.Kur 3, 4, 42)

Şikâyetli avukat hakkında “İşe iade ve geçmişe dönük alacaklarının tahsili amacıyla dava açılması için 1.000 Türk Lirası ücret de ödeyerek anlaştığını, kazandıkları tazminatın icrasında takibe itiraz eden işverenine karşı şikâyetli avukatın açması gereken itirazın kaldırılması davasını açmadığını öğrendiğini, şikâyetli avukatın işlerinin yoğunluğundan dolayı icra davası açamadığını kendisine daha sonra ifade ettiğini, bu nedenle Avukat T.D.’dan şikâyetçi olduğunu açıkça ifade ettiği anlaşılmakla; Tüm dosya içeriğinin değerlendirilmesi sonucunda; savunma beyanı da göz önünde bulundurularak, bir haktan vazgeçme sonucunu doğuracak tüm işlemlerde vekil edenin yazılı muvafakatinin alınması zorunlu olduğundan, şikâyetli avukatın görev üstlendiği işi sonuna kadar takip etmediği ve bu durumun müvekkilinin talebi olduğunu beyan ettiği halde, şikâyetlinin müvekkilinin yazılı muvafakatini almadan bir kısım işi takipsiz bıraktığı, herhangi bir vazgeçme eyleminde müvekkilin zararı olamayacağı düşünülse dahi, bu hususun vekil edene bildirilmesi ve yazılı olurunun sağlanması gerektiği, şikâyetlinin gerekli masrafların verilmediği için işlem yapılmadığı yönündeki savunması karşısında ise böyle bir durumda masraf verilmemesinin doğuracağı sonuçlar hakkında iş sahibinin yazılı olarak uyarılması gerektiği takdir ve tayin olunmakla; şikâyetlinin ileri sürdüğü nedenlerin haklı kabul edilmesi kurulumuzca olanaksız görüldüğünden; avukatlık mesleğinin ciddiyeti ve görevin özenle yerine getirilmesi ilkelerinin gereği bakımından Avukatlık Yasası’nın 34., 134. ve 171/1. maddeleri ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın 3. ve 4. maddeleri bakımından değerlendirilmek üzere şikâyetli avukat hakkında açılan disiplin kovuşturması sonucu eylem sabit görülerek disiplin cezası tayin edilmiştir.

Şikâyetli avukat 17.09.2012 tarihli itiraz dilekçesinde “Şikâyetçi ile işe iade davası açılması konusunda anlaşma yapılmıştır. Davayı kazanmamıza rağmen kendisi sadece tazminat almak istediğini belirtmiş ve çalıştığını işe dönmeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca gerekli noter masrafları ve giderleri de tarafıma ödenmemiştir.” Savunmasında bulunduğu,

Kurulumuza sunduğu 07.10.2013 tarihli itiraz dilekçesinde özetle; “Bir tespit kararı için bin küsur lira veripte 15’e yakın diğer davalarını açtırmak isteyen ve açmadığım için şikâyet edildim ve Ağır Cezada yargılandım. Allah’tan adil yargılama sonucu beraat ettim. Tekrarla bu sorun maalesef hepimizin sorunudur. Ben mesleğimin bana verdiği onuru yere bırakmayacağım ve uyarıya rağmen masrafını vermeyenin ve vekâlet ücretini ödemeyen kişinin işini yapmayacağım. Kararda masrafın verilmemesinin mazeret sayılmayacağından bahsedilmiş. Eğer bu husus mazeret değilse cezamın onanmasını, aksi halde cezanın kaldırılmasını” talep ederim beyanında bulunduğu görülmektedir.

İncelenen dosya kapsamından … 18. İcra Müdürlüğü’nün 2011/7774 Esasında O.A. vekili sıfatıyla borçlu … San. Tic. Ltd. Şti aleyhine açılan icra takibine 27.06.2011 tarihinde itiraz edildiği, itirazın kaldırılmasına ilişkin dosyada bilgi ve belge olmadığı görülmektedir.

Avukatlık Yasası’nın 34. maddesi “ Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler ”

Avukatlık Yasası’nın 134. maddesi “Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, mesleki çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır.”

Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 3. Maddesi “Avukat mesleki çalışmasını ve kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür”

Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 4. maddesi “Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.” hükümlerini amirdir.

Avukatlar özen ve doğruluk kurallarına göre hareket etmek, kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde sadakatle davranmak mesleğin itibarını sarsacak her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır.”

Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 42. maddesi “Avukat işle ilgili giderleri karşılamak üzere avans isteyebilir. Avansın işin gereğini çok aşmamasına, avanstan yapılan harcamaların müvekkile zaman zaman bildirilmesine ve işin sonunda avanstan kalan paranın müvekkile geri verilmesine dikkat edilir.”

Şikâyetli avukatın masraf verilmemesi nedeniyle itirazın kaldırılmasına ilişki işlem yapmadığı savunması bu hususta TBB Meslek Kuralları 42. madde uyarınca usulüne uygun olarak istendiği ve verilmediğine ilişkin belge olmaması, işin sonuna kadar takip edilmeyerek hak kaybına neden olunması karşısında eylemin disiplin suçu olduğuna ilişkin Baro Disiplin Kurulu’nca yapılan hukuksal değerlendirme isabetli olmakla itirazın reddi ile kararın onanması gerekmiştir.

Sonuç olarak Şikâyetli avukat T.D.’nun itirazının reddine, … Barosu Disiplin Kurulu’nun “Uyarma Cezası Verilmesine” ilişkin 11.04.2013 gün ve 2013/59 Esas 2013/120 Karar sayılı kararının “ONANMASINA”, katılanların oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 13 Şub 2015, 23:45


Ceza Hukuku • İnternette Yer Alan İçeriğin Kaldırılması

İnternette yer alan içeriğin mahkeme kararıyla kaldırılmasına karar verilmesine rağmen, sorumlu kişi 20 gün geçmesine rağmen internet gazetesindeki haberi kaldırmıyorsa 5651 sayılı kanunun 9maddesinin 10. fıkrasına göre idari para cezasına hükmolunur diyor. İdari para cezasına çarptırılması için savcılığa mı başvurmak gerekiyor yoksa kararı veren sulh ceza hakimliğine mi ? Bu konu hakkında belirli bir içtihat var mı?

Bilgiler: Tarih-Gönderici: Kaleli17 — 28 Ara 2014, 00:21


YARGITAY 6. Hukuk Dairesi 2009/4336 E.N , 2009/ 5513 K.N.*TAHLİYE TAAHHÜDÜ*TAHLİYE TALEBİ*İTİRAZIN KALDIRILMASI DAVASI ŞARTI

YARGITAY

6. Hukuk Dairesi

2009/4336 E.N , 2009/ 5513 K.N.

 

 

 

İçtihat Metni

 

İcra mahkemesince verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.Dava, tahliye taahhüdü nedeni ile yapılan takibe itirazın kaldırılması ve kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne,taahhüt nedeni ile kiralananın tahliyesine karar verilmiş karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. 

 

Davacı, kiralananın tahliyesi için taahhütnameye dayanarak icra takibi yapıldığını, tahliye emri tebliği üzerine, itiraz edilip takibin durdurulduğunu, davalının itirazının haksız olduğunu iddia ile itirazın kaldırılarak taahhüt nedeni ile kiralananın tahliyesini istemiştir. Davalı duruşmalara katılmamış ve beyanda bulunmamıştır. Mahkemece, tahliye taahhüdü altındaki imzanın davalıya ait olduğu, 15.11.2006 başlangıç tarihli kira sözleşmesi bulunduğu ve 01.11.2007 tarihinde düzenlenen taahhütname gereği 01.08.2008 tarihinde tahliye taahhüt edildiği kabul ile, davalının itirazı haksız olduğundan, istemin kabulüne, itirazın kaldırılmasına ve kiralananın tahliyesine karar verilmiştir.Davacı 01.11.2007 tanzim tarihli adi yazılı tahliye taahhüdüne dayanarak icra takibi yapmıştır. Borçlu süresi içinde icra müdürlüğüne yaptığı itirazında, tahliye taahhütnamesi altındaki imzayı kabul ederek, taahhütnamedeki tarihlerin sonradan yazıldığını, bu nedenle taahhüdün geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Bu, tahliye taahhüdünün tarihine itiraz niteliğindedir. İ.İ.K 275. maddesi ile "tahliye talebi noterlikçe resen tanzim veya tarih ve imzası tasdik edilmiş yahut ikrar olunmuş bir mukaveleye müstenit olup da kiracı kiranın yenilendiğine veya uzatıldığına dair aynı kuvvet ve mahiyette bir vesika gösteremezse itiraz kaldırılır. Aksi takdirde itirazın kaldırılması talebi reddolunur. İtirazın kaldırılması üzerine tahliye ve teslim icra edildikten veya kaldırılma talebi reddolunduktan sonra kiracının veya kiralayanın genel hükümlere göre mahkemeye müracaat hakları saklıdır" hükmü düzenlenmiştir. 

 

Alacaklı, noterlikçe resen tanzim edilmiş veya tarih ve imzası tasdik edilmiş yahut ikrar olunmuş bir belgeye dayanmadıkça, takibe itiraz edilmesi halinde icra mahkemesinden kiralananın tahliyesi istenemez. İtiraz edilen tahliye taahhüdü nedeni ile uyuşmazlık yargılama gerektirdiğinden tahliyenin genel yetkili mahkemeden istenmesi gerekirken, kararda yazılı olduğu şekilde istemin kabulüne, tahliye taahhüdü nedeni ile kiralananın tahliyesine karar verilmesi doğru değildir. Karar bu nedenle bozulmalıdır.

 

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 11.06.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 

KAYYIMLIĞIN KALDIRILMASI

T.C.

YARGITAY
İkinci Hukuk Dairesi
E: 2006/3447
K: 2006/4409
T: 29.03.2006
KAYYIMLIĞIN KALDIRILMASI
ÖZET: Kayyımlığın kaldırılması istenen tapu kayıt maliki­nin mirasçılarından birinin öldüğü, diğerinin ise sağ oldu­ğu görülmektedir. Sağ gözüken kişinin ölüm kaydının işlen­mesi veya gaip ise gaiplik kararı ile mirasçılarının belir­lenmesi ve mirasçılık belgesinin getirilmesi için davacıya yetki ve önel verilmelidir.
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 472]
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mah­kemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp dü­şünüldü.
Yargılama sırasında idarece alınan mahluliyet kararının idari yargıda iptal edildiği anlaşılmıştır. Kayyımlığın kaldırılması istenen tapu kayıt malikinin mi­rasçılarından 1338 doğumlu Ali’nin 18.08.1993 tarihinde öldüğü dosyada bulunan nüfus kayıtlarından anlaşılmıştır. Tapu kayıt malikinin mirasçıların­dan Halil ise dosyada bulunan nüfus kaydına göre sağ olduğu görülmekte­dir. Nüfus sicilinde sağ gözüken Halil’in ölüm kaydının işlenmesi veya gaip ise gaiplik kararı ile mirasçılarının belirlenmesi ve mirasçılık belgesinin getir­tilmesi için davacıya yetki ve önel verilmesi toplanan delillerin birlikte değer­lendirilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekil­de karar verilmesi doğru olmamıştır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BO­ZULMASINA), bozma sebebine göre sair hususların incelenmesine yer ol­madığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 29.03.2006 gü­nünde oybirliğiyle karar verildi.