Etiket arşivi: KARARLARI

Faturaya süresinde itiraz edilmemesi ile ilgili Yargıtay Kararları

Bir sözleşmeye dayanmayan faturanın soyut olarak muhatabına gönderilmesi ve muhatabın faturaya itiraz etmemiş olması onun kesinleştiği sonucunu doğurmaz. (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi T. 27.6.2002 E. 2002/1631 K. 2002/3536 )
– – · – –
Davalıya gönderilen ve itiraza uğramayan faturaların alacak bölümünde vade farkı olarak bir miktar gösterilmemiş olup faturanın altına 8 günü geçen ödemeler için vade farkı uygulanacağına dair ibareye yer verilmiştir. Bu şekilde düzenlenen ve ticari defterine işlenen faturalara itiraz edilmemiş olması vade farkı isteminin kesinleştiği sonucunu doğurmaz. (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi T. 25.9.2003 E. 2002/1784 K. 2003/4315 )
– – · – –
TTK’nın 23/2 maddesi uyarınca keşide edilen faturaya itiraz edilmemiş olması halinde fatura münderecatının kabul edilmiş sayılacağı hükmü ancak taraflar arasında faturanın keşide edilmesine neden olan akdi ilişkinin ispat edilmesi durumunda geçerlidir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi T. 8.6.1988 E. 1988/60 K. 1988/3809)
– – · – –
Faturaların alacağın mevcudiyetine delil teşkil etmesi için muhataba tebliğinden itibaren sekiz gün içerisinde itiraza uğramamış olması gerekir. (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi T. 29.5.2000 E. 2000/4885 K. 2000/5011)
– – · – –
Sözleşme dışı işin yapılarak, teslim edildiği itirazsız kabul olunduğu, çekişmesiz ise, bu işlerin bedelini içerir faturaların karşı tarafa yani işi yaptırana tebliğ edilmiş olmasına karşın Türk Ticaret Kanunu’nun 23/2. madde hükmünde öngörülen ( 8 ) günlük süresi içinde itiraz olunmaması durumunda, sözleşme dışı işlerin bedelinin doğruluğuna yönelik olarak, tarafların iradeleri birleşmiş olacağından, kesinleşen fatura kapsamındaki iş bedeli tarafları bağlayıcı olur. (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 09.06.2008 E. 2007/3090 K. 2008/3800)
– – · – –
Davaya dayanak alınan faturanın Türk Ticaret Kanunu’nun 23. maddesi gereğince kesinleşmiş ve tarafları bağlayıcı olduğunun kabul edilebilmesi için, fatura konusu işle ilgili yanlar arasında sözleşme yapıldığının yasal delillerle kanıtlanması ve bedeli uyuşmazlık konusu işin de kabul edilebilir yeterlikte iş sahibine teslim edildiğinin yüklenici tarafından kanıtlanmış olması zorunludur. Mahkemenin kabulünde ve somut olayda olduğu gibi, açıklanan koşullar gerçekleşmeden sadece faturanın karşı tarafa tebliğ edilmiş ve itiraz edilmemiş olması yanlar arasında akdi ilişkinin kurulmuş olduğunu, iş bedelinin istenebilir olduğunu kanıtlamaz. (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, 07.03.2008 E. 2007/2029 K. 2008/1483)
– – · – –
Türk Ticaret Kanunu’nun 23/2. maddesi gereğince; faturayı alan kimsenin, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde kapsamı hakkında itirazda bulunmaması sonucu fatura kapsamını kabul etmiş sayılabilmesi için faturanın, yanlar arasındaki yazılı sözleşme şartını değiştirecek içerikli olmaması gerekir. (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 14.02.2007 E. 2006/7750 K. 2007/882)
– – · – –
Faturanın içeriğine 8 gün içerisinde itirazda bulunulmadığı taktirde sadece faturada belirtilen verilerin doğru olduğu karinesi doğar. Bu durumdan, faturanın verilmesine neden olan iş veya hizmetin de yapılmış olduğunun kabul edildiği anlaşılmaz. Uyuşmazlık halinde, işin yapılmış olduğunun kanıtlanması gerekir. Ayrıca, davalıya tebliğ edilmiş olan fatura içeriğinin kesinleşmesi söz konusu olamaz. Faturanın deftere kaydı taşımanın gerçekleştiğine yalnızca karine teşkil eder. Bu karinenin aksinin ispatı her zaman olanaklıdır. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 05.05.2005 E. 2004/7832 K. 2005/4738 )
– – · – –
Davalı alım satım ilişkisini kabul etmemektedir. Bu nedenle davacının fatura deliline dayanabilmesi için, faturada yazılı malı davalıya teslim ettiğini, bu teslimin borç doğurucu sözleşmesel hukuki bir ilişki sonucu olduğunu, faturanın da bu ilişki sonucu düzenlenmiş olduğunu genel ispat kurallarına göre ( yemin teklifi dahil ) kanıtlaması gerekir. Çünkü tebliğ edilen faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmemiş olması hali, faturada yazılı malın alıcıya teslim edildiğini göstermez, bu sadece malın fiyat ve adedi yönünden içeriğini kabul anlamına gelir. (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 06.10.2005 E. 2005/8385 K. 2005/9627)

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları – İHALE İLE ALINAN YERDEN KİRACININ TAHLİYESİ,DÜKKANIN YIKILMASI, TAZMİNATIN REDDİ

T.C
YARGITAY HUKUK GENEL KURUL KARARI
ESAS NO.2010/4-220
KARAR NO.2010/269
KARAR TARİHİ:12.05.2010

GAYRIMENKULÜN İHALE İLE SATIN ALINMASI – KİRACIYA TAHLİYE EMRİ DÜZENLENMESİ – KİRACININ İCRANIN ERTELENMESİ İSTEMLİ TEMYİZ ETMESİ – KARAR BEKLENMEDEN DÜKKANIN YIKILARAK İÇİNDEKİ MALLARA ZARAR VERİLMESİ – MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASININ REDDİ.

ÖZET: Davacı, kiracı olarak bulunduğu taşınmazın ihale sonucunda davalıya satıldığını, hakkında tahliye emri düzenlendiğini, tahliye emrinin durdurulması istemiyle açtığı davanın reddine ilişkin kararı icranın ertelenmesi istemli olarak temyiz ettiğini, icranın geri bırakılması kararını sunmak üzere kendisine verilen 30 günlük süre içinde davalının yıkım işlemlerini başlatması sonucu eşyasının zarara uğradığı iddiasıyla maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşsa da talep reddedilmiştir.

Davalının 28.4.2004 günü gerçekleştiği tahliye eylemi hukuka aykırıdır. Ancak, davacının da bu süreç içindeki tutum ve davranışları bölüşük kusur niteliğindedir. Bu durumda, davalının maddi tazminat istemi yönünden sorumluluğu bulunduğu benimsenerek zararın kapsamı belirlenmeli, davacının da bölüşük kusuru bulunduğu gözetilerek belirlenen maddi tazminat tutarından uygun bir indirim yapılmalıdır.

Taraflar arasındaki ‘‘Maddi ve manevi tazminat’’ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 14.02.2008 gün ve 2005/180 E-2008/57 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 27.04.2009 gün ve 2008/10868-2009/5914 sayılı ilamı ile ;

(‘‘…..1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının manevi tazminat istemine ilişkin temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davacının maddi tazminat istemine yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem reddedilmiş; karar davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Davacının kiracı olarak oturduğu taşınmaz ihale sonucunda davalı tarafından satın alınmış ve davacı hakkında tahliye emri düzenlenmiştir. Tahliye emrinin durdurulması istemi ile açtığı davanın reddine ilişkin karar, davacı tarafından icranın ertelenmesi istemli olarak temyiz edilmiş ve davacıya 26.04.2004 gününde icranın ertelenmesine ilişkin kararı sunması için 30 günlük süre verilmiştir. Davalı tarafından 28.04.2004 günü davacının da taşınmazda bulunduğu sırada yıkım işlemleri başlatılmış ve dava konusu eşyaya zarar verilmiştir.

Davacı, icranın ertelenmesi kararının sunulması için tanınan süre içerisinde yapılan tahliye işlemlerinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek uğradığı zararın ödetilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davacının taşınmazı tahliye edilmediği ve zararın doğumuna neden olduğu gerekçesiyle istemin tümden reddine karar verilmiştir.

Davacı, tahliye emrinin durdurulması isteminin reddine ilişkin karara karşı temyiz yoluna başvurmuş ve davacıya icranın ertelenmesi kararı sunulması için 26.04.2004 günü 30 günlük süre tanınmıştır. Davacının bu yasal hakkını kullanmasını bekleyerek, 30 günlük içerinde tahliyeye yönelik eylem ve işlemlerde bulunmaması gereken davalının 28.04.2004 günü gerçekleştirdiği tahliye eylemi hukuka aykırıdır. Ancak, davacının da taşınmazın tahliyesine ilişkin süreç içerisindeki tutum ve davranışları bölüşük kusur niteliğindedir. Şu durumda, davalının maddi tazminat istemi yönünden sorumluluğu bulunduğu benimsenerek zararın kapsamı belirlenmeli, davacının da bölüşük kusuru bulunduğu gözetilerek belirlenen maddi tazminat tutarından uygun bir indirim yapılmalıdır.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir….’’)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı, çekişmeli taşınmazı gözlükçü olarak kiraladığını, taşınmazın bulunduğu binanın ortaklığın giderilmesi davası sonucu davalıya satıldığını, davalının tahliye emri gönderdiğini, buna karşın tahliye emrinin iptali için dava açtığını, dosya Yargıtay aşamasında iken İcra Müdürlüğü’nden tehiri icra kararı getirmek üzere 26.04.2004 tarihinde 30 gün süre almasına rağmen, bu süreye uyulmayarak, davalının dükkanının içinde bulunduğu binayı yıktığını ve gözlüklerinin zarar gördüğünü, kendisinin de küçük düştüğünü ileri sürerek, maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Mahkemece, davacının kendi kusuru ile zarara sebebiyet verdiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairece, davacının manevi tazminat istemesine ilişkin temyiz itirazları reddedilmekle bu konuda verilen red kararı kesinleşmiştir.

Uyuşmazlık, davacı lehine maddi tazminata hükmedilip hükmedilmeyeceği noktasındadır.

Somut olayda, davacının kiracı olarak oturduğu taşınmazın ihale sonucunda davalı tarafından satın alınıp davacı hakkında tahliye emri düzenlendiği, davacının tahliye emrinin durdurulması istemi ile açtığı davanın reddedildiği, bu kararın davacı tarafından icranın ertelenmesi istemli olarak temyiz edilerek davacıya 26.04.2004 gününde icranın ertelenmesine ilişkin kararı sunması için 30 günlük süre verildiği, bu aşama da davalı tarafından 28.04.2004 günü davacının da taşınmazda bulunduğu sırada yıkım işlemlerinin gerçekleştirildiği ve bu sırada da dava konusu eşyaya zarar verildiği belirgindir.

Açıklanan maddi olgu ve dosya içeriğine göre, çekişmeli taşınmazı ihale sonucunda satın alan davalının tahliye istemi haklı olmakla beraber, davacının tahliyeye ilişkin icranın ertelenmesi yönünde karar alma konusundaki yasal hakkını kullanmasını ve erteleme için verilen süreyi beklemeden 28.04.2004 tarihinde yıkım olayını üstelik davacının dükkanında eşyalar mevcutken, bu eşyaları binadan tahliye etmeden gerçekleştirilmesi, böylece üzerine düşen özeni göstermemek suretiyle davacının zararına neden olması hukuka aykırıdır.

Ancak, bozma ilamında da değinildiği üzere, davacının da taşınmazın tahliyesine ilişkin süreç içerisindeki tutum ve davranışları da bölüşük kusur niteliğindedir.

Şu durumda mahkemece yapılacak iş, davalının maddi tazminat istemi yönünden sorumluluğu bulunduğu benimsenerek zararın kapsamının belirlenmesi, davacının bölüşük kusurunun varlığı da gözetilerek belirlenen bu maddi tazminat tutarından uygun bir miktarda indirim yapılması olmalıdır.

Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulu’nca benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ ;Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 12.05.2010 gününde oy birliği ile karar verildi.


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları – İKALE SÖZLEŞMESİNDE, HAKLARIN SAKLI TUTULMASI KAYDI, SÖZLEŞMEYİ ETKİLEMEZ

T.C
YARGITAY
22.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2011/1351
KARAR NO.2011/3574
KARAR TARİHİ.28.10.2011

İKALE SÖZLEŞMESİNİN ŞARTLARI – İHTİRAZİ KAYIT – SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİNİ ETKİLEMEZ.

ÖZET: İkale sözleşmesinin şartları gerçekleşmiş ise, sözleşme altına yasal hakların saklı tutulduğu şeklinde yazılan ihtirazi kayıt ikale sözleşmesinin geçerliliğini etkilemez.*

Davacı, elektrik elektronik mühendisi olup davalı işverene verdiği 22.12.2009 tarihli dilekçesinde özel nedenlerinden dolayı sözleşmesinin anlaşma yolu ile sona erdirilmesini talep etmiş, talebi işverence kabul ederek iş sözleşmesi tarafların anlaşmasına dayalı olarak ihbar ve kıdem tazminatına ilaveten ek ödemede yapılmak sureti ile sona erdirilmiş ve 23.12.2009 tarihli ibraname ile de işvereni ibra etmiştir. Davacının işe iade isteği mahkemece davacının talep dilekçesi ve ibraname altına düştüğü yasal haklarının saklı tutulduğuna yönelik ihtirazi kayıt beyanı sözleşmenin sonlandırılmasına yönelik anlaşmadan kaynaklanan akçalı hakların korunmasına yönelik olup anlaşmayı hükümden düşürecek nitelikte değildir. İhtirazi kayıt beyanı dışında ikale sözleşmesinin geçerli olmadığı hakkında başlıca delil sunulmadığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekir iken ilamda yazılı gerekçelerle kabulü yerinde bulunmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir.

4857 sayılı İş Yasası’nın 20/3. maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda anılan nedenlerle;
1- Yerel mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararın BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2- Davanın REDDİNE,
3- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
4- Davacının yapmış olduğu yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 30.00 TL. yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5- Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.100.00 TL. ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6- Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine,
Kesin olarak 28.10.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • İHMALİ DAVRANIŞLA ÖLDÜRME, BİLİNÇLİ TAKSİRLE ÖLDÜRME, ŞEKER HASTASI MAKTULE

YARGITAY 1. Ceza Dairesi
ESAS: 2013/3311
KARAR: 2014/633

SUÇ: İhmali davranışla öldürme

TÜRK MİLLETİ ADINA

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık A…’nin maktule Pakize’ye yönelik eyleminin sübutu kabul, takdiri indirim nedeninin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre kurulan hükümde bozma nedeni dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin sübuta, eksik incelemeye yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine;

Ancak;

Dosya kapsamına göre; her ikisi de başka şahıslarla evli olan sanık ile maktulenin telefon aracılığıyla tesadüfen tanıştıktan sonra aralarında gelişen ilişki sonrası sanığın maktuleyi Palu İlçesinden alarak yaşadığı yere getirip ayrı ev açtığı, olay tarihine kadar birlikte yaşadıkları, sanığın bu arada resmi nikahlı eşinin evine de arada bir gidip geldiği, olay günü her ikisi de şeker hastası olan sanık ile maktule arasında maktulenin sigara içmesine karışan sanığa maktulenin "sen bana karışamazsın, kocam değilsin" demesi üzerine tartışma çıktığı, tartışma sırasında sanığın maktuleyi basit şekilde darp ettiği, maktulenin darp sonrası kendini kaybettiği, vücudunun kasılmaya başladığı, ağzından köpük geldiği, kendisi de şeker hastası olan sanığın maktulenin şekerinin düştüğünü düşünerek dışarı çıkıp bakkaldan meyve suyu getirerek maktuleye içirmeye çalıştığı ancak maktulenin meyve suyunu içemediği, sanığın da maktuleyi zamanla düzeleceği inancıyla yatağa yatırıp oradan ayrıldığı, resmi nikahlı eşinin evine gidip gece vardiyasından çıkmış olması nedeniyle yatıp uyuduğu, akşam saatlerinde uyandığında ise tekrar maktuleyi kontrol etmeye gittiğinde maktulenin öldüğünü görmesi üzerine 112 Acil servisi aradığı, yargılama esnasında alınan Adli Tıp 1. İhtisas Kurulu raporunda maktulenin hipoglisemi krizindeyken şekerli sıvı verilmesi, hastaneye götürülmesi veya 112 Acil servise haber verilmesi halinde hayatının kurtulabileceği, hipoglisemi komasına müdahale edilmemesi durumunda ise ölümün meydana gelebileceğinin bildirildiği olayda; kendisi de şeker hastası olan sanığın maktulenin kasılmaya başlaması ve ağzından köpük gelmesi üzerine dışarıya çıkıp bakkaldan meyve suyu alarak maktuleye içirmeye çalışmış olması, daha sonra ise, gece vardiyasındaki işinden de yeni dönmüş ve yorgun olan sanığın kasten değil, meyve suyunu içmek istemeyen maktulenin dinlenerek iyileşebileceğini düşündüğü için evden ayrılmış olması ve akşam üzeri uyandığında yeniden maktuleyi kontrol etmeye geldiğinde onun ölmüş olduğunu farketmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın şeker hastası olan maktulenin ölebileceğini öngörmesine rağmen istemediği bu sonucun gerçekleşmeyeceği inancıyla onu geçici olarak terketmiş olması nedeniyle bilinçli taksirle öldürme suçundan cezalandırılması yerine, yazılı şekilde maktuleyi kasten terketmeyen sanık hakkında olayda uygulama yeri bulunmayan TCK’nun 83. maddesi uyarınca hüküm kurulması,

Bozmayı gerektirmekle, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak (BOZULMASINA), bozma nedeni ve sanığın tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak başka suçtan tutuklu ya da hükümlü değilse tahliyesi için yazı yazılmasına, 11.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Mar 25, 2015 2:32 pm


Bireysel Başvuru Kararları • ÖNGÖRÜLMEZ HALLERDE MÜKELLEF ALEYHİNE TARHİYAT YAPILMAMALIDIR

21 Şubat 2015 tarihli Resmi Gazete’de oldukça önemli bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı yayımlandı.

Bir bankanın, çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere –oldukça uzun bir zaman önce (38 yıl) kurulmuş olan- bir sandığa (Vakıf), yapmakta olduğu katkı payı ödemelerinin- çok yakın bir süre önce – vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda “işverence çalışanlarına ödenen ücret” olarak değerlendirilmesi dolayısıyla, bu Banka adına tarh edilen vergi ve cezalara karşı açtığı davanın reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek AYM’ye bireysel bir başvuru yapmıştı. Banka AYM’ye yaptığı bu bireysel başvuru öncesinde, sandığa ödemiş olduğu katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla vergi mahkemelerinde çok sayıda dava açmış, bu davaların çoğu reddedilmiş, bazı davalar vergi mahkemelerince kabul edilse de bu kararlar bölge idare mahkemeleri veya Danıştay tarafından bozulmuştu.

Bunun üzerine banka, başlıca ve özetle;

a) sandığa yaptığı katkı payı ödemelerinin vergiye tabi ücret özelliği taşımadığını ve üzerinde çalışanların tasarruf yetkisinin bulunmadığından “elde edilmiş olma” unsurunun gerçekleşmediğini,

b) bu ödemelerin kıyas yapılmak yoluyla ücret olarak kabulünün verginin kanuniliği ilkesine aykırı olacağını,

c) söz konusu ödemelerin ücret olmadığına ilişkin Yargıtay kararı ve ücret olarak vergilendirilmeyeceğine ilişkin geçmiş tarihlerde verilmiş muktezaların bulunduğunu,

d) bu incelemeye dek katkı paylarının ücret olarak kabul edileceğine ilişkin idari bir uygulama veya yargısal içtihadın bulunmadığını, belirterek, mülkiyet hakkının, adil yargılanma hakkının ve alan verginin kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştü.

AYM ne dedi?

AYM ihlal iddialarını mülkiyet hakkı çerçevesinde değerlendirmiş, sonuç olarak, AİHM’in benzeri değerlendirmelerini de dikkate alarak, özetle aşağıdaki gerekçelerle başvuru sahibi bankayı haklı bulmuştur:

“Mülkiyet hakkına vergi yoluyla yapılan müdahalenin meşruiyeti…. için… kanuni dayanağın mülkiyet hakkı sahibi bakımından ulaşılabilir ve öngörülebilir olması …..gerekmektedir.” “Kanuni düzenlemenin içeriğinin ve kapsamının kanun altı düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulduğu, bir diğer deyişle birey açısından belirliliğin sağlandığı durumlarda öngörülebilirlik koşulunun karşılandığı söylenebilecektir.”

“Banka tarafından ödenen katkı paylarının ücret olarak değerlendirilerek vergilendirilmelerine ilişkin idari bir düzenleme ya da uygulama olmadığı, dolayısıyla başvuru konusu olaya benzer olayların yargıya intikal etmediği ve yargısal bir içtihadın bulunmadığı, [38 yıl önce] kurul[muş]… olan Vakfa…[Banka ile ilgili] defalarca vergi denetimi yapılmasına rağmen bu hususun daha önceden dile getirilmediği, katkı payı ödemelerinin ücret olarak değerlendirilmesi ve vergiye tabi tutulmasına ilişkin uygulamanın, [bu Bankaya] 2012 yılında yapılan vergi incelemesi sonucu …. başlatıldığı ve bu yöndeki içtihadın, bu inceleme üzerine tarhedilen vergilere karşı açılan davalar dolayısıyla Danıştay’ın 2013 tarihli kararlarıyla ortaya çıkmıştır.”

“…Banka tarafından Vakfa katkı payı ödenmesinde çalışanlarca menfaatin ne zaman elde edildiği hususunun kanun hükümlerinden açık ve net bir şekilde çıkarılamayacak olduğu anlaşılmakta olup, Danıştay tarafından ilgili kanun hükümlerinin bu şekildeki yorumunun başvurucu açısından öngörülebilirlik ilkesiyle bağdaştırılması zordur.”

“ [38 yıl boyunca] Vergi İdaresinin, banka tarafından Vakfa ödenen katkı paylarının vergilendirilmesine ilişkin bir girişiminin veya emsal bir uygulamasının bulunmaması, Banka tarafından uzun yıllar boyunca yapılan katkı payı ödemelerinin vergilendirilmemiş olması, somut olay bağlamında menfaatin elde edildiği zamana ilişkin kanun hükmünün açık ve net olmaması ve bu hususun yargı kararlarından da anlaşılması”, “…kanun hükümlerindeki öngörülemezliğin kanun altı idari uygulamalar ve düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla giderilemediği…”, “Vakfa ödenen katkı payları üzerinde çalışanların tasarruf haklarının bulunmadığına ilişkin Yargıtay içtihadının bulunması ve katkı paylarının ücret olarak vergilendirilmeyeceğine ilişkin başka bir kuruma verilmiş mukteza bulunması hususları karşısında, …..söz konusu katkı payı ödemelerinin ücret kapsamında değerlendirilerek vergilendirileceğinin düşünülemeyeceği, bu gerekçelerle başvurucudan, bu ödemelerin vergiye tabi olacağını öngörmesini beklemenin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.”

Kıssadan hisse

Bu AYM kararının Türk vergi hukuku açısından, tarihe geçecek bir karar olma özelliği taşıyan, son derece çağdaş unsurları olduğuna inanıyorum. Bu önemli AYM kararı, eminim ki ileride ilgililer tarafından pek çok açıdan çalışılacak, irdelenecek ve incelenecektir. Bu karar çok farklı boyutları ile incelikle değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir de. Bazı boyutlarının eleştirilmesi de mümkündür ve hatta kanımca eleştirilmelidir. Ancak, yine kanımca AYM’nin bu kararında, gerek mali idareye, gerek Danıştay’a ve gerekse mükelleflere “hukukun üstünlüğü” açısından, çok önemli bazı mesajlar verilmektedir:

Mali idare açısından:

1. Kanunda açık olmayan hususlar, hele yargısal olarak farklı hükümlere bağlanmışsa, öncelikle mali idare tarafından ikincil düzenlemeler ile netleştirilmelidir.
2. İkincil düzenlemelerde de netleştirilmemiş konularda makul bir özeni göstermiş olan bir mükellef açısından “öngörülebilirlik” yoktur.
3. Mükellef tarafından makul özen gösterildiği halde aksi bir değerlendirme yapılmamış ve aksi bir değerlendirme yapılmasını gerekli kılan makul bir netliğin bulunmadığı hususlar, mali idare tarafından çok uzun yıllar boyunca hiç eleştirilmemişse, çok uzun yıllar sonra mükellef aleyhine yapılacak bir tarhiyat, mükellef açısından “öngörülemez” bir durumdur. Bu durumda, hukuk devleti iyiniyetli mükellefi korur.
4. Velhasıl, makul olarak öngörülemez hallerde mükellef aleyhine tarhiyat yapılmamalıdır.

Danıştay açısından:

Hukuk kurallarının yorumunda son yetkiye sahip olan Danıştay, yorumunu yaparken, mükellef açısından “öngörülebilirliğin” olup olmadığını dikkate almalıdır.

Mükellef açısından:

Hukuk devleti iyiniyetli mükellefi korur. Mükellef vergisel durumunu “öngörebilmek için” kendisinden beklenen makul bir özeni göstermelidir.

AYM KARARI.

Öngörülemez hallerde mükellef aleyhine tarhiyat yapılmamalıdır.
http://www.musavirhaber.com/wp-content/ … -karar.pdf

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 25, 2015 9:36 pm


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • MÜDAFİİ İSTİFA EDEN SANIĞA SORMADAN YENİ MÜDAFİ ATANMASI, SAVUNMA HAKKI

YARGITAY 1. Ceza Dairesi
ESAS: 2013/4647
KARAR: 2014/644

SUÇ : Olası kastla öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs

TÜRK MİLLETİ ADINA

Mahkemenin 24.12.2009 gün ve 48/407 sayılı kararının, sanıklar arasında menfaat uyuşmazlığı olduğundan ayrı ayrı müdafiiler tarafından savunulması gerektiği halde aynı müdafii tarafından savunulduğu gerekçesiyle bozulduğu hususu da dikkate alındığında;

1- Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçtan yargılanan sanık A…’nin savunması ile bozmaya karşı diyeceklerinin müdafii huzurunda alınması gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devamla, sanık ve müdafiinin katılmadığı oturumda hüküm kurulması suretiyle CMK.nun 150/3. maddesine aykırı davranılması,

2- Müdafii istifa eden sanık S…’e bilgisi dışında barodan yeni bir müdafii atanmak suretiyle yargılamaya devam edilerek, sanığın savunması alınmadan ve bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

Usule aykırı olup, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sair cihetleri incelenmeksizin, sanıklar A…ve S… hakkındaki hükümlerin öncelikle bu nedenlerle, sanık İrfan hakkındaki hükmün ise irtibat nedeniyle, kısmen tebliğnamedeki düşünce gibi CMUK.nun 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), 11/02/2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Mar 25, 2015 3:15 pm


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • KASTEN YARALAMA SONUCU ÖLÜME NEDEN OLMA, KASTEN ÖLDÜRME

YARGITAY 1. Ceza Dairesi
ESAS: 2012/1363
KARAR: 2014/650

SUÇ : Kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak

TÜRK MİLLETİ ADINA

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın eyleminin sübutu kabul, haksız tahrike ve takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin derecesi ve niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık ve müdafiinin usule, eksik incelemeye, meşru savunmaya yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Oluşa ve dosya kapsamına göre; nakliyecilik yapan sanık Hüseyin’in arkadaşı olan tanık Y.. Ş.. ile birlikte kamyonetine yükledikleri molozları boşalttıkları sırada kamyoneti çapraz park etmeleri nedeni ile maktül Ali’nin, arabası ile yoldan geçemediği ve sanık ile buraya moloz dökemeyecekleri konusunda tartışmaya başladığı, maktülün, sanıktan sürücü belgesi ve ruhsatı istediği, sanığın vermemesi üzerine, yakasından tutarak aşağıya indirdiği ve aralarındaki tartışma sırasında sanığın üzerine yürüyüp yumrukla vurmak için hamle yaptığı ancak vuramadığı; sanığın, belinden çıkardığı ve o sırada tanık Yücel ile tartışmakta olan maktülün karın bölgesine bıçakla şiddetli bir şekilde vurduğu, maktülün karnını tutarak aracına binip uzaklaştığı daha sonra hastanede öldüğü olayda; sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğu düşünülmeden, kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak suçundan hüküm kurulması,

b- Kabul ve uygulamaya göre; TCK.nun 87/4. maddesinin hangi cümlesi ile uygulama yapıldığının hüküm fıkrasında gösterilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanık ve müdafiinin sair temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi (BOZULMASINA), sanık hakkındaki hüküm aleyhine temyiz bulunmadığından CMUK.nun 326/son maddesi gereğince sanığın ceza miktarı itibari ile kazanılmış hakkının korunmasına, 11/02/2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Mar 25, 2015 3:21 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • ANLAŞMALI BOŞANMA PROTOKOLÜ MEDENİ HAKLARI KULLANMAYA ENGEL MADDELER İÇEREMEZ

T.M.K–MADDE 166

Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.

Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.

Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.

T.C
YARGITAY
2.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2013-11644
KARAR NO.2014-1866
KARAR TARİHİ.04.02.2014

>ANLAŞMALI BOŞANMA PROTOKOLÜ MEDENİ HAKLARI KULLANMAYA ENGEL MADDELER İÇEREMEZ.

Protokolde yer alan velayetin kaldırılması ve kişisel ilişkinin genişletilmesi davası açılamayacağına ilişkin medeni hakları kullanmaktan feragate ilişkin taahhütler, medeni hakları kullanma ehliyetinden önceden vazgeçme niteliğinde olup, Medeni Kanununun 23. maddesine ve çocukların yüksek yararlarına açıkça aykırıdır. Bu hükümler olmaksızın ortak irade ile boşanmanın gerçekleşmeyeceği açıkça belli olduğuna göre, içerdiği şartlardaki kısmi hükümsüzlük boşanma protokolünün tamamını hükümsüz kılar.

kanuna ve kamu düzenine aykırı hükümler ihtiva eden protokole dayanılarak boşanma kararı verilmesi ve protokolün tasdiki doğru olmamıştır. Öyleyse mahkemece yapılacak iş; protokolün bu haliyle uygun bulunmadığının taraflara bildirilip, tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak protokolde gerekli değişikliği yapmak, bu değişikliğin taraflarca kabulü halinde Kanunun 166/3. maddesi çerçevesinde boşanmaya karar vermek; kabul edilmemesi, diğer bir ifade ile tarafların kendi belirledikleri şartlar dahilinde boşanma kararı istemekte ısrar etmeleri halinde davaya çekişmeli boşanma olarak devam etmek ve toplanan delillerin Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

DAVA: Taraflar arasındaki boşanma davalarının birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm, davalı-karşı davacı (kadın) tarafından temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 04.02.2014 günü temyiz eden davalı-karşı davacı E… ile vekili ve karşı taraf davacı-karşı davalı D… ile vekili geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR: 1- Davacı (koca) tarafından boşanma davası açılmış, davalının daha sonra bağımsız olarak açtığı boşanma davası, kocanın davasıyla birleştirilerek görülmüş; mahkemece; tarafların 20.02.2013 tarihli oturumda boşanma ve mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda anlaştıklarını beyan etmeleri üzerine; hangi davanın kabul edildiği belirtilmeksizin tarafların Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince boşanmalarına karar verilmiş, aralarında yaptıkları protokol tasdik edilmiş, bu protokolün bir kısım hükümleri de karara aynen geçirilmiştir.

Türk Medeni Kanununun 166. maddesinin (3.) fıkrası; evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağını karine olarak kabul etmiştir. Bu yasal karine gereğince, boşanma kararı verilmesi, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulunması şartına bağlıdır. Kanun, hakime, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişikleri yapma yetkisi tanımıştır. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya karar verilecektir. Eşler, bu hükümden yararlanarak evlilik birliğini sona erdirmek istediklerinde, herhangi bir boşanma sebebi ileri sürmek zorunda olmadıkları gibi, bir sebep ileri sürmüş olsalar bile bunun varlığı ve doğruluğunun araştırılması gerekli değildir.

Taraflar, kural olarak bir sözleşmenin içeriğini, kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler. (E. BK. m. 19, 6098 s. TBK. m. 26) Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı hükümsüz olur. (E. BK. m. 19/2, 20, 6098 s. TBK. m. 27) Borçlar Kanununda yer alan, sözleşme özgürlüğüne getirilen genel nitelikteki bu sınırlamalar, boşanma anlaşmaları için de evleviyetle geçerlidir. Çünkü Borçlar Kanunu, Türk Medeni Kanununun beşinci kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır. (6098 s. TBK. m. 646) O halde hakim, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı ve konusu imkansız olan hükümler taşıyan bir boşanma protokolünü esas alarak boşanma kararı veremez ve böyle bir protokolü tasdik edemez.

Taraflarca düzenlenip hakime sunulan, hakim tarafından da aynen tasdikine karar verilen protokolde; tarafların karşılıklı boşanma davalarında aşağıdaki şartlarla anlaştıkları belirtildikten sonra; "kocanın eşi aleyhine açtığı boşanma davasından feragat edeceği, kadının açtığı boşanma davasını işbu protokoldeki koşullar çerçevesinde kabul edeceği; müşterek çocukların velayetinin anneye verileceği, çocuklarla baba arasında protokolde gösterilen günlerde ve saatlerde kamuya açık mekanlarda ve gözetim altında kişisel ilişki tesis edileceği, bunun dışında çocuklar on sekiz yaşını bitirinceye kadar babanın internet, telefon veya sair olanakları kullanarak iletişim kuramayacağı veya tesadüfü olarak şahsi münasebet tesis edemeyeceği, yine çocuklar ergin oluncaya kadar velayet hakkının anneden alınması veya kaldırılması ve kişisel ilişki süresinin genişletilmesi için talepte bulunmayacağı, çocuğun babaannesi ve halasının, babaya tanınan süre zarfında çocuğu görebilecekleri, babanın çocuklar için anneye protokolde gösterilen miktarlarda iştirak nafakası ödeyeceği, tarafların birbirlerinden maddi ve manevi tazminat olarak herhangi, bir talepte bulunmayacakları, şahsi eşyaları da dahil olmak üzere eşyalarını paylaştıkları, birbirlerinden bu hususta bir hak ve alacak talep etmeyecekleri" belirtilmiştir. Protokolde yer alan ilişkin medeni hakları kullanmaktan feragate ilişkin taahhütler, medeni hakları kullanma ehliyetinden önceden vazgeçme niteliğinde olup, Medeni Kanununun 23. maddesine ve çocukların yüksek yararlarına açıkça aykırıdır. Bu hükümler olmaksızın ortak irade ile boşanmanın gerçekleşmeyeceği açıkça belli olduğuna göre, içerdiği şartlardaki kısmi hükümsüzlük boşanma protokolünün tamamını hükümsüz kılar. Bu şekildeki düzenlemenin bir sebebi olsa bile, boşanma tarafların ortak iradelerine dayandığından bu sebebin varlığı ve doğruluğu araştırılamayacaktır. Anlaşmalı boşanma talebiyle kendisine başvuran eşler arasında, gerçekte bir boşama sebebinin var olup olmadığını, aralarında yaptıkları düzenlemede yer verdikleri hususların geçerli bir sebebe dayanıp dayanmadığını ve bunların doğru olup olmadığını hakim araştırmakla yükümlü değildir. Önceden delil toplanmış olsa bile, bu delilleri değerlendirerek bunlardan sonuç çıkaramaz ve yargısını çıkardığı bu sonuca dayandıramaz. Böyle bir durumda hakimin, taraflarca getirilen düzenlemeye müdahale ederek bunu değiştirmek ve önereceği değişikliğin taraflarca kabulü halinde Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi gereğince tarafların boşanmalarına karar vermesi gerekir. Böyle yapılmayıp, kanuna ve kamu düzenine aykırı hükümler ihtiva eden protokole dayanılarak boşanma kararı verilmesi ve protokolün tasdiki doğru olmamıştır. Öyleyse mahkemece yapılacak iş; protokolün bu haliyle uygun bulunmadığının taraflara bildirilip, tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak protokolde gerekli değişikliği yapmak, bu değişikliğin taraflarca kabulü halinde Kanunun 166/3. maddesi çerçevesinde boşanmaya karar vermek; kabul edilmemesi, diğer bir ifade ile tarafların kendi belirledikleri şartlar dahilinde boşanma kararı istemekte ısrar etmeleri halinde davaya çekişmeli boşanma olarak devam etmek ve toplanan delillerin Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Açıklanan hususlar gözetilmeden hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

2- Kabule göre de;

Taraflar, düzenledikleri protokolde; kocanın kendisi tarafından açılan boşanma davasından, feragat edeceğini kararlaştırmışlar, duruşmada protokol çerçevesinde karar verilmesini istemişlerdir. Protokolde kocanın davası hakkında ne yönde karar verileceği belirtildiğine göre, bu dava hakkında gösterilen yönde karar verilmesi gerekirken, herhangi bir hüküm tesis edilmemiş olması da doğru olmamıştır.

KARAR : Temyiz edilen hükmün yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, duruşma için takdir olunan 1100.00 TL. vekalet ücretinin D…’dan alınıp E…’e verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.02.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 25, 2015 11:26 am