Etiket arşivi: KARŞI

İşçinin İşverene Karşı Rekabet Yasağı Yükümlülüğü

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi
2015/8627 E., 2016/6912 K., 22.06.2016

Mahkemesi: Asliye Ticaret Mahkemesi
Talep: İtirazın İptali-İşçinin İşverene Karşı Rekabet Yasağı Yükümlülüğü

ÖZET: Rekabet yasağı, iş verenin bu yasağın sürdürülmesinde gerçek bir yararının olmadığının belirlenmesi ve yine sözleşmenin haksız bir sebep olmaksızın iş veren tarafından veya iş verene yüklenen bir nedenle işçi tarafından feshedilirse rekabet yasağının sona erecektir. Rekabet Yasağının özel bir alanda eğitim almış olan davalının mesleki faaliyetini sürdürmesini bütünü ile engeller nitelikte olduğu, sözleşmenin ve taahhütnamenin imzalandığı tarihte davalının iş akdi tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş olup imzalatılmış olan bu belgeler karşılığında kıdem tazminatının ödendiği ve dolayısıyla sözleşme ve taahhütnamenin cezai şart sözleşme hükmünün geçerli olmadığı tespit edilmediğinden sözleşme hükümlerine göre cezai şartı gerektirir bir rekabet durumunda söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

KARAR: Davacı vekili, müvekkili firma ile davalı taraf arasında 20/01/2011 tarihli gizlilik ve rekabet yasağı sözleşmesi imzalandığı, müvekkili firmanın işveren, davalının ise çalışan olarak bu sözleşmeye imza koydukları, ancak davalının sözleşme hükümlerine aykırı davranarak sözleşmenin kendisine yüklediği edimleri yerine getirmediği, bu durumun kendisine gerek yazılı gerekse sözlü olarak iletildiği, sözleşmenin rekabet yasağını düzenleyen 7. maddesi ve 14-a maddesi gereğince tüm uyarılara rağmen müvekkile zarar vermeye devam eden, aynı faaliyet alanlarında ticari hayatlarını sürdüren firma kuran davalı hakkında ilamsız ödeme emri gönderildiği, haksız ve kötü niyetli itiraz üzerine takibin durduğunu, itirazın iptali ile icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, işten ayrılmada davalının kusursuz olduğu, bu sebeple haklı bir sebep olmaksızın davacı iş veren tarafından davalının iş akdi tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş olduğundan davalı bakımından rekabet yasağının sona erdiğini, BK’nın 445. maddesi gereğince rekabet yasağının, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek şekilde yer, zaman ve işin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremeyeceğini ve süresinin özel durum ve koşullar dışında iki yılı aşamayacağını, hakimin, aşırı nitelikteki rekabet yasağını, bütün durum ve koşulları serbestçe değerlendirmek ve işverenin üstlenmiş olabileceği karşı edimi de hakkaniyete uygun biçimde göz önünde tutmak suretiyle, kapsamı ve süresi bakımından sınırlayabilir noktasından halin icabına göre münasip bir hudut dahilinde şart edilmiş ise de muteber olduğunu,

BK. 447. maddesine göre rekabet yasağı, iş verenin bu yasağın sürdürülmesinde gerçek bir yararının olmadığının belirlenmesi ve yine sözleşmenin haksız bir sebep olmaksızın iş veren tarafından veya iş verene yüklenen bir nedenle işçi tarafından feshedilirse rekabet yasağının sona ereceğini, davalının iş akdinin feshinin haklı nedenlere dayanmadığı, sözleşmenin BK’nın 349. maddesi çerçevesinde herhangi bir sınırlamayı taşımadığından özel bir alanda eğitim almış olan davalının mesleki faaliyetini sürdürmesini bütünü ile engeller nitelikte olduğunu, sözleşmenin ve taahhütnamenin imzalandığı 20/01/2011 tarihinde davalının iş akdi tazminatı ödenmek suretiyle feshedilmiş olup imzalatılmış olan bu belgeler karşılığında kıdem tazminatının ödendiği ve dolayısıyla sözleşme ve taahhütnamenin tazminat ödeme şartı olarak imzalatıldığı, davalının serbest iradesi ile imzalanmadığı, davacının iş akdinin feshi haklı bir sebebe dayanmadığından BK’nın 447. maddesine göre rekabet yasağı sona ermiş olup cezai şart sözleşme hükmünün geçerli olmadığı, cezai şartın fahiş olduğu, sözleşmenin genel işlem şartı niteliğinde olduğu, ayrıca davalının davacı şirket ile ticari ilişki içinde bulunan firmalarla ilişkisi, gerek ilgili firmaların beyanları gerekse ticari defter ve kayıtlarından tespit edilmediğinden sözleşme hükümlerine göre cezai şartı gerektirir bir rekabet durumunda söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve sözleşme tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı BK’nın 349. maddesine göre coğrafi olarak sınır belirtmeyen rekabet yasağı sözleşmesinin geçersiz olduğunun anlaşılmış olmasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına 22.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

*Bu karar Barokart Bloğundan alınmıştır.

Yargıtay kararı: İşçinin İşverene Karşı Rekabet Yasağı Yükümlülüğü .

Yargıtay HGK 2013/1917 Esas 2015/1258Karar Arsa Sahibinin Tüketiciye Karşı Sorumluluğu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas : 2013/1917 E.
Karar : 2015/1258 K.
Tarih : 22.04.2015
MAHKEMESİ : Eskişehir 4.Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mah.sıfatıyla)
TARİHİ : 16/07/2013 NUMARASI : 2013/368 E-2013/443 K.
“İÇTİHAT METNİ”
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eskişehir 4.Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 08.05.2012 gün ve 2011/496 E.-2012/153 K sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 19.11.2012 gün ve 2012/17127 E.-2012/25981 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı, TOKİ Kentpark Konakları olarak adlandırılan toplu konut projesi kapsamında davalı idare temsilcisinden 04.10.2010 tarihinde bağımsız bölüm satın aldığını, taşınmaz satış sözleşmesinin A.Madencilik Emlak Taahhüt Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti ile imzaladığını, Ankara 41. Noterliği'nin 08.11.2005 tarihli Eskişehir Konutları Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı İşine Ait Sözleşme içeriğine göre dava dışı A. İnşaat Taahhüt Ticaret ve Sanayi Ltd Şti'nin davalı idarenin temsilcisi olduğunu, A. Ltd. Şti. ile A. Ltd Şti'nin ortaklarının aynı kişiler olması sebebi ile kardeş şirketler olduğunu, bu sebeple A. Ltd. Şti'nin davalının temsilcisi olduğunu belirterek dava konusu taşınmazın tapusunun başka kişiler üzerine olmasından dolayı dava konusu taşınmazın davacı adına tesciline, mümkün olmadığı takdirde ödenen 99.400,00 TL'nin faizi ile iadesini talep etmiştir.
Davalı, 14.10.2010 tarihli taşınmaz satış sözleşmesinin A.Madencilik Emlak İnşaat ve Taahhüt Ltd Şti ile imzalandığını ve taşınmaz satış bedelinin de A. Ltd. Şti'ne ödendiğini, dava konusu konutun dahil olduğu projeye ilişkin olarak “Eskişehir Konutları Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı İşine Ait” sözleşmenin ise idare ile dava dışı A. Ltd. Şti arasında imzalandığını, yüklenicinin A. Ltd. Şti. olmadığını, davacının satış sözleşmesi imzalamış olduğu ASB Ltd. Şti. ile herhangi bir hukuksal ilişkisi olmadığını, her iki şirketin farklı tüzel kişiliği olması sebebi ile davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 4077 Sayılı Yasa'ya istinaden açılan satın alınan taşınmazın tapusunun iptali ile tescili mümkün olmadığı takdirde ödenen bedelin iadesi davasıdır. 04.10.2010 tarihli taşınmaz satış sözleşmesi davacı ile dava dışı A. Madencilik Emlak İnşaat Taahhüt Tic. Ve San. Ltd. Şti. arasında yapılmış olup taraflar arasında düzenlenmiş başkaca bir sözleşme bulunmamaktadır. Davacının dava dilekçesinde belirtiği Ankara 41.Noterliği'nin 08.11.2005 tarihli Eskişehir Konutları Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı İşine Ait Sözleşme ise dava dışı Al-Reş İnşaat Taahhüt Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. ile TOKİ Başkanlığı arasında imzalanmıştır. Bu durumda davacı aralarında hukuki ilişki bulunmayan davalı idareden herhangi bir talepte bulunamaz. O halde mahkemece husumet yönünden red kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'dan kaynaklanan tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilince davalı idare temsilcisinden TOKİ Kentpark Konakları olarak adlandırılan toplu konut projesi kapsamında satın alınan bağımsız bölümün tapusunun müvekkili adına tescilini, eğer bu mümkün olmazsa müvekkilince ödenen satış bedelinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava konusu konutun dahil olduğu projeye ilişkin "Eskişehir Konutları Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı İşine ait" noter onaylı sözleşmenin müvekkili İdare ile dava dışı A. İnş. Taah .Tic. ve San. Ltd. Şti. arasında imzalanmış olup, dava dışı A. Madencilik Emlak İnş. Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti.nin bu sözleşmede yüklenici firma konumunda bulunmadığını, her iki şirketin ayrı tüzel kişiliğe sahip olduğunu, satışların yüklenici adına yapılması nedeniyle, satış esnasında alıcılar ile yüklenici arasında imzalanan satış sözleşmelerinin de yüklenici tarafından düzenlenip müvekkilince onaylanmadığından müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın husumet yönünden reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalı idarenin inşa edilen konutları arsa satışı karşılığı gelir paylaşımı sözleşmesi ile dava dışı yüklenici A. İnş. Taah. ve San. Ltd. Şti.'ne verdiği ve aynı zamanda bu şirketi temsilci olarak atadığı, yapılan konutların satış ve pazarlama işlerinin bu şirket ile halen tapuda malik gözüken dava dışı A.B Madencilik Emlak İnş. Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti. tarafından yapıldığı, davalı idarenin bu proje kapsamındaki tüm işleri denetlediği, davalı ile tapuda malik gözüken şirket arasında hukuki ilişkinin mevcut olduğu, davacıya davaya konu yeri satan şirketin davalı adını kullanarak bu yeri sattığından bahisle davanın kabulü ile 99.400,00 TL'nin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuş, davacı vekilinin karar düzeltme talebi reddolunmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilerek direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında hukuki bir ilişkinin olup olmadığı ile varılacak sonuca göre davacının davalı idareden herhangi bir talepte bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, hasılat paylaşımlı inşaat sözleşmelerinde, arsa sahibi tarafından yerin zilyetliği veya mülkiyeti yükleniciye inşaat yapması, satması, pazarlaması için devredilmektedir. Yüklenicinin borcu ise eseri meydana getirip iyi bir pazarlamayla satıştan elde edilecek yüksek geliri sözleşmede kararlaştırılan oranda arsa sahibine ödemektir. Uygulamada bu tip sözleşmelere dayanılarak üretilen konutlardan taşınmaz satın alan tüketicilere, yüklenilen edimin yerine getirilmemesi ve bu sebeple sözleşmeden dönülmesi karşısında tüketiciler mağdur olabilmektedir.
Kanuni tipe uygun olmayan atipik bir karma sözleşme ile üretilen konutun hukuki ya da fiili teslimatının olmaması ya da ayıplı çıkması halinde satın alan tüketicinin arada sözleşme ilişkisi olmayan arsa sahibine dava açıp açamayacağı veya arsa sahibinin seçimlik haklardan sorumlu olup olmayacağına gelince, hemen belirtilmelidir ki gelir paylaşımı esasına dayalı inşaat sözleşmelerine istinaden üretilen konutla ilgili satış dahil her türlü yetkinin yükleniciye verilmesi, yüklenicinin ise malın pazarlanması için başka şirketlere ister tapu devrini gerçekleştirsin isterse gayrimenkul satış
yetkisini içeren vekaletname versin, bu yetkiye istinaden şirketin dilediği tüketiciye veya başka tüzel kişilere konutu devretmesi, arsa sahibini sorumlu olmaktan kurtarmaz. Zira 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 11. maddesi ile malın ayıplı olduğunun anlaşılması durumunda tüketiciye tanınan tüm haklardan olmasa bile tüketicinin aynen ifaya veya sözleşmeden dönmesi halinde peşin yatırılan bedelin iadesine yönelik isteklerinden üreticinin (arsa sahibi) sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Tüketici hukukunda, tüketicinin korunması asıldır. Bu nedenle, konut üreten herhangi şirket ya da kamu kuruluşunun güvencesi altında yapıldığı izlenimi verilerek, alıcılarda bu algıyı uyandıracak şekilde ve bu doğrultuda ilan, reklam, kampanya. broşür gibi enstrümanlar kullanılarak tüketicilerin konut edinme iradesine etki edilmesi halinde, kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca arsa sahibi olan kamu kuruluşunun akdi sorumluluğu bulunmasa da yukarıda açıklanan nedenlerle gerek özel yasa olan 6502 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri gerekse Türk Borçlar Kanunu’nun sorumluluğa ilişkin hükümleri nazara alındığında tüketicinin ifa edilmeyen sözleşme uyarınca zarar kalemlerini bu kamu kuruluşundan isteyebileceğinin kabulü gereklidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde, davalı arsa sahibi idare ile dava dışı yüklenici şirket arasında imzalanan “Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı İşine Ait Sözleşme”uyarınca üretilen konutlarla ilgili satış dahil bir kısım yetkilerin yüklenici şirkete verildiği, bu yüklenici şirket tarafından dava konusu taşınmazın gerçek ya da tüzel kişilere devri veya pazarlanması için dava dışı diğer bir şirkete devredildiği, davacı tarafından da bu şirketten dava konusu taşınmazın satın alındığı, her ne kadar dava konusu taşınmazın satışına ilişkin sözleşmede davalı idare taraf değilse de yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında arsa sahibi davalı idarenin davacı tüketicinin taleplerinden sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Hal böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun olup; davalı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç : Yukarıda gösterilen nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.04.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY H G K E. 2010/10-550 K. 2010/561“Harçtan muaf olanlara karşı açılacak davalarda davacıdan maktu harç alınmalıdır”

YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/10-550
K. 2010/561
T. 3.11.2010
Özet:
Harçlar Kanunu'nun 13/j maddesinde Genel Bütçe'ye dahil idarelerin bu Kanun'un 1 ve 3 sayılı tarifelerine giren bütün işlemlerinin harçtan muaf olduğu düzenlendiğinden 5018 sayılı Kanun'a ekli 1 sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri aleyhine açılacak davalar ile, özel yasalarına göre harçtan muaf olanlara karşı açılacak davalarda davacıdan peşin harç alınması gerekiyorsa, bu miktar maktu harcı geçemeyeceğinden, davacıdan maktu harç alınarak yargılamaya devam edilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki "ödeme emrinin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Kadıköy Üçüncü İş Mahkemesi )'nce davanın kabulüne dair verilen 09.09.2008 gün ve 2008/550-338 E.-K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 16.03.2010 gün ve 2008/20178 esas, 2009/3732 sayılı ilamı ile;
( … Davacı, İ… Yayıncılık A.Ş.'nin 1999/8-2001/2 aylarına ilişkin prim borçlan nedeniyle 6183 sayılı Kanun uyarınca yapılan takip kapsamında gönderilen ödeme emrinin iptaline karar verilmesini istemiş, mahkemece, maktu harç alınmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne karar verilmiştir.
506 sayılı Kanun'un 80. maddesi; prim borçlarından dolayı tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin Kuruma karşı işveren tüzel kişiyle birlikte müteselsil sorumluluklarını düzenlemiş, 3917 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile yapılan düzenleme sonrasında ise, Kurum alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda, davanın yasal dayanağı 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi olup, ödeme emrinin iptaline yönelik davanın "menfi tespit" niteliğinde olduğu kabul edilmektedir. ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 27.02.2008 gün ve 2008/21-139-204; 03.10.2007 gün ve 2007/21-623-717; 26.04.2006 gün ve 2006/21-198-249 sayılı Kararları ). Hal böyle olunca; davanın nispi harca tabi tutulması zorunludur.
Harçlar Kanunu harcın alınmasını ve tamamlanmasını, yanların isteklerine bırakmamış, bu yönün mahkemece kendiliğinden ( re'sen ) gözetilmesi gerekeceğini hükme bağlamış, 32. maddesinde, "Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı" öngörülmüştür. Bu nedenle, nispi harcın tahsil edilmesi ve bu noksanlığın giderildiği takdirde davaya devam edilmesi gerekirken, bu husus gözardı edilerek, işin esası bakımından hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, maktu harç alınmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire'ce, yukarıda ayrıntısı yer aldığı üzere, "davanın hukuki nitelikçe menfi tespit olup, nispi harca tabi tutulması gerektiği, Harçlar Kanunu'nun harcın alınmasını ve tamamlanmasını, yanların isteklerine bırakmayıp, bu yönün mahkemece kendiliğinden ( re'sen ) gözetilmesi gerekeceğini hükme bağladığı, 32. maddesinde, 'Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağının belirtildiği, bu nedenle, nispi harcın tahsil edilmesi ve bu noksanlığın giderildiği takdirde davaya devam edilmesi gerekirken, bu husus gözardı edilerek, işin esası bakımından hüküm kurulmasının yerinde olmadığı" gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle ve ayrıca 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesine göre; ödeme emrinin iptaline yönelik davalarda nispi harç alınması gerektiği, ancak Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında hüküm olunduğu üzere, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi içinde olduğu, dava kabul edildiğinde SGK harçtan muaf olduğundan alınan harcın tümüyle davacıya iade edileceği, iade edilecek harcın davacı tarafından yatırılması zaman ve maddi kayba sebep olacağı, kaldı ki; dava reddedilecek dahi olsa harç maktu alınacağından ve maktu harcın Hazine'ye gelir kayıt edileceği ve maktu harç dışındaki bakiye harcın davacıya iade edileceği, noksan harcın ikmal edilmesinin her halükarda sonuca etki etmeyeceği, gerekçesiyle direnme kararı verilmiş; davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın niteliği gereği alınması gereken harcın niteliği ve eksik harç ödenmeksizin yargılama yapılarak hüküm kurulmasına olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Burada harç konusunda genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Kamu hizmetlerinin kurulması ve yürütülmesi için gerekli olan mali kaynağın sağlanması amacıyla devletin egemenlik gücüne dayanarak koyduğu mali yükümlülüklerden kaynaklanan alacakları genel olarak kamu alacakları olarak nitelendirilmektedir.
Devletin kamu alacağını oluşturan gelir kaynaklarından birini de, kamu hizmetlerinden yararlananların ödedikleri harçlar oluşturmaktadır. Harçların oluşturduğu yükümlülük, teoride, "masrafı karşılama" ve "faydalanma" ilkelerine dayandırılmaktadır. Masraf ( lar )ı karşılama ilkesine göre harç, hizmetin gerektirdiği maliyetle ölçülürken; faydalanma ilkesinde hizmetin maliyeti değil, yükümlü için taşıdığı değer esas alınmaktadır.
Yapılan açıklamalar karşısında harç; bazı kamu hizmetlerinden yararlanan ve hatta kanun hükmü ile yararlanmak zorunda bırakılan özel ve tüzel kişilerin, özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kuruluşlarının hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında, belli bir ölçüde bu hizmetlerin maliyetine katılmaları amacıyla konulan ve zor unsuruna dayanan mali yükümlülüklerdir ( Pınar, Burak: Yargı ve İcra Harçları, Ankara 2009, s. 1-3; Diğer harç tanımları için bakınız; a.g.e., s. 3, dipnot 12'deki eserler; Yılmaz, Zekeriya: Hukuk Davalarında Yargılama Harç ve Giderleri ile Vekalet Ücreti, Ankara 2006, s. 179 vd. ).
Diğer bir deyişle harç, muhtelif kanunların konusunda bulunan adli ve idari hizmetlerde ve bu hizmetin gerektirdiği kırtasiye ve formalite masraflarını karşılamak mülahazasıyla hakiki ve hükmi şahıslardan Hazine'ce alınan bir paradır. Yapılan işler ve görülen hizmet amme hizmetinden ziyade, kişilerin şahsına ve menfaatine ilişkindir ( YİBK 23.12.1976 gün ve 1976/11-7 E.-6 K.; Diğer bir tanım için bakınız YİBK 07.12.1964 gün ve 1964/3 E.-5 K. ).
Anayasa Mahkemesi de harcı, verginin özel ve ayrıksı bir türü olarak tanımlamıştır ( 17.12.1968 gün ve 1968/12 E.-65 K.; 24.10.1974 gün ve 1974/31 E.-43 K.; 14.01.2010 gün ve 2009/27 E.-2010/9 K. sayılı kararları ve aynı mahiyette Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.05.1982 gün ve 1982/5- 341 E.-493 K. sayılı ilamı ).
Harçlar konusunda genel düzenleme içeren 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun gerekçesinde harcın tanımı "fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemelerdir" biçiminde yapılmıştır ( Bu harç tanımını benimseyen Anayasa Mahkemesi kararları: 31.03.1987 gün ve 1986/20 E.-1987/9 K.; 14.02.1991 gün ve 1990/18 E.-1991/14 K.; 28.09.1995 gün ve 1995/24 E.-52 K.; Benzeri tanımı içeren HGK'nın 12.05.1982 gün ve 1982/5-341 E.-493 K. sayılı ilamı ).
Buna göre, bir hizmetin harç konusu olabilmesi için; kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması gerekmektedir ( YİBK 07.12.1964 gün ve 1964/3 E.-5 K.; Anayasa Mahkemesi'nin 31.03.1987 gün ve 1986/20 E.-1987/9 K. sayılı kararları ).
Bir kamu hizmetinden dolayı harç alınabilmesi, bu hizmetin kanunla belirlenmesine ve bu hususla ilgili harç alınmasına ilişkin düzenlemelerin de, kanunda yer almasına bağlıdır.
Nitekim, 1982 Anayasası'nın 73/3. maddesinde; "Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır" hükmünü içermektedir.
Bu Anayasa kuralının, vergi, resim ve harç gibi parasal yükümlülüklerin veya bunlardan bağışıklığın, kapsam ve içeriğinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde ve açıkça gösterilmesi amacına yönelik bulunduğu bellidir.
O halde, harca ilişkin bir yasa hükmünün yorumu ve uygulanmasında, bu ilke ve amaç gözden uzak tutulmamak gerekir. Aksi halde, kişi ve kurumların yasal dayanağı olmayan bir yükümlülük altına sokulmaları veya Devletin önemli bir gelir kaynağından yoksun bırakılması gibi, yasa koyucunun amacına aykırı ve sakıncalı sonuçların doğmasına yol açılmış olur ( HGK'nın 12.05.1982 gün ve 1982/5-341 E.-493 K. sayılı ilamı ).
Bu kanunilik ilkesine paralel olarak, Harçlar Kanunu'nun 1. maddesinde, bu Kanun'a göre alınacak harçlar arasında, diğer harçlar yanında yargı harçları da bulunmaktadır. Aynı Kanun'un 2. maddesinde ise, yargı işlemlerinden bu Kanun'a bağlı ( 1 ) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabi olduğu vurgulanmıştır.
Bu arada yargı harcı, devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete, ondan yararlananların katkısıdır ( YİBK 16.12.1983 gün ve 1983/5 E.-6 K. ). Yargı harçlarının konusuna giren, yani yargı harcına tabi işlemleri, genel olarak mahkeme harçları, icra ve iflas harçları olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup; bunlar başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilam harcıdır.
Gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi için ihdas edilen karar ve ilam harcı, yargılama giderlerinin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yargısal karar, genel olarak uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi amacıyla, hukuki gerekçeye dayandırılmış irade açıklamasıdır. Bu irade açıklamasını, uyuşmazlığın esasını nihai olarak çözen kararlar oluşturur. Karar ve ilam harcı bakımından önemli olan ise, mahkemenin, davada ileri sürülen talep hakkında kesin karar vermesi, yani nihai kararıdır.
Genel olarak, harcın doğduğu ana bakmak ve harcın doğduğu anda hangi tarife yürürlükte ise, ona uygun olarak harç almak gerekecektir. Harcı doğuran olayın doğduğu an esas alındığından, her bir harç için bu durumun ayrı ayrı tespiti gerekir.
Karar ve ilam harcı bakımından, mahkeme tarafından uyuşmazlık hakkında nihai karar verilmesi, harcın konusunu oluşturmakta olup; nihai karar ( usule veya esasa ilişkin ) verildiği anda karar ve ilam harcı doğmaktadır.
Karar ve ilam harcı, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşittir ( 492 sayılı Kanun m. 15, 21 ).
Bu anlamda davanın maktu veya nispi harca tabi olup olmaması, kural olarak dava konusunun para ile değerlendirilebilir olup olmamasına göre değişmektedir.
Nispi harç, konusu belli bir değerle ( para veya para ile değerlendirilebilen bir şey ) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nispete göre alınan harçtır ( 1 sayılı Tarife, madde III/1-a ).
Maktu harç ise, konusu belli bir değerle tespit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harçtır ( 1 sayılı Tarife, madde III/2- a ).
Harçlar Kanunu'nun "Nispi harçlarda ödeme zamanı" başlığını taşıyan 28/1. maddesinde nispi harçlarda ödeme zamanı düzenlenmiş olup, aynı maddenin ( a ) bendinde ise, karar ve ilam harcının ödeme zamanı düzenlenmiştir. Anılan Kanun'un "Karar ve İlam Harcı" başlığını taşıyan 28/1-a maddesinde aynen; "Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir" hükmünü taşımaktadır ( Yargıtay HGK'nın 24.03.2010 gün ve 2010/12-158 esas, 2010/178 sayılı ilamı ).
Yasa'nın bu açık hükmünden de anlaşılacağı gibi, dava açılırken 1/4 nispi harcın alınabilmesi için ön koşul, dava sonunda alınması gereken nispi karar ve ilam harcının bulunmasıdır.
Davalısı harçtan muaf olan davalarda, davacının davada haklı bulunması halinde davalıdan harç tahsil edilemeyeceğinden davacının yatırdığı peşin harç kendisine iade edilecek; davayı kaybetmesi halinde ise, alınacak harç en fazla maktu harç miktarı kadar olacaktır.
Hal böyle olunca dava niteliği gereği nispi harca tabi olsa dahi bu özel durum gereği kararın verilmesi ile doğacak ve alınabilecek olan harç miktarı ancak maktu harç miktarı kadar olabileceği için başta alınacak harç miktarı da maktu harç olmalıdır. Sonuçta, davalısı harçtan muaf olan davalarda hükmedilebilecek nispi karar ve ilam harcı bulunmadığından, peşin karar ve ilam harcının alınmasına da yasal olanak bulunmamaktadır.
Eldeki davada da kural olarak nispi harca tabi olmakla birlikte davalısı harçtan muaf olduğundan dava sonunda davanın reddi halinde dahi alınması gereken harç maktu olup; alınabilecek nispi karar ve ilam harcı bulunmamakta; bu nedenle peşin harcın da 1/4 nispi harç değil, sonuçta hükmedilebilecek olan maktu harç olması gerekmektedir. Bu nedenle peşin alınabilecek olan en fazla harç, maktu harç miktarıdır.
Yeri gelmişken şu hususun da açıklanmasında yarar vardır: Bu tür davalarda nispi karar ve ilam harcı alınmayıp; sadece davanın tamamen reddi halinde alınması gereken maktu karar ve ilam harcının alınması davayı sırf bu nedenle maktu harca tabi bir dava haline getirmemektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki, burada davanın değil, davalının özelliği sonuca etkili olup, onun harçtan muafiyetinin yarattığı özel bir hal söz konusudur.
Zira, burada davanın sonunda -kararın niteliği ne olursa olsun- alınabilecek harç en fazla davanın reddinde alınacak maktu ret harcı olduğundan bu harç peşin alınmaktadır. Bu durum, dava kabul veya reddedilse bile, her halükarda maktu harca tabi davalardan farklıdır. Orada yasa gereği tarafların sıfatına ve davanın niteliğine göre maktu karar ve ilam harcı alınmaktadır. Burada ise sadece davanın kabul veya kısmen kabulünde davalının harçtan muafiyeti nedeniyle harç alınamayacağından, sadece olası bir ret kararı nedeniyle maktu peşin harç alınmaktadır. Bunun sonucu dava esas itibariyle maktu harca tabi bir dava olmayıp, yukarıda açıklanan nedenle maktu harç alındığında davanın niteliği gereği hükmedilmesi gereken avukatlık ücretine de bir etkisi olmayacak, nispi harca tabi davada hangi avukatlık ücretine hükmedilecek ise yine aynı avukatlık ücretine hükmedilecektir.
Böylece, davalı harca tabi değilse ya da harçtan muaf ise aleyhine açılan dava nispi harca tabi bir dava olsa dahi başlangıçta maktu harç alınıp yargılamaya devam edilebilmeli; sonuçta hükmedilmesi olanağı bulunmayan nispi harcın peşin miktarının yatırılmış olması aranmamalıdır. Aksine bir yaklaşım hak arama özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir ki, bunun hukuk düzenimizce korunmayacağı açıktır.
Bu bağlamda, Harçlar Kanunu'nun 13/j maddesinde Genel Bütçe'ye dahil idarelerin bu Kanun'un 1 ve 3 sayılı tarifelerine giren bütün işlemlerinin harçtan muaf olduğu düzenlendiğinden 5018 sayılı Kanun'a ekli 1 sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri aleyhine açılacak davalar ile, özel yasalarına göre harçtan muaf olanlara karşı açılacak davalarda davacıdan peşin harç alınması gerekiyorsa, bu miktar maktu harcı geçemeyeceğinden, davacıdan maktu harç alınarak yargılamaya devam edilmelidir.
Harcın kimden alınacağı konusu ise, Harçlar Kanunu'nun "Mükellef" başlığını taşıyan 11. maddesi ile saptanmıştır. Bu maddeye göre, genel olarak yargı harçlarının, davayı açan veya harca konu olan işlemin yapılmasını isteyen kişilerce ödenmesi yükümlülüğü getirilmiştir.
Bu arada, yargılama harç ve giderleri, bazı istisnai haller dışında kural olarak, davada haksız çıkan ( aleyhine hüküm verilen ) tarafa yükletilir ( HUMK m. 417/1, 423/6 ).
Yargılama giderleri arasında sayılan harç ile vekalet ücreti ilişkisine gelince;
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 423/6. maddesine göre vekalet ücreti yargılama giderlerindendir. Karşı tarafa yükletilmesi gereken ve yargılama giderlerinden olan vekalet ücretine diğer yargılama giderlerinde olduğu gibi mahkemece kendiliğinden istek olmasa bile, hükmedilecektir ( 29.05.1957 gün ve 4/16 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ). Öte yandan, vekalet ücretinin usul hükümleri dairesinde yargılama giderleri arasında yer aldığı 17.11.1948 gün ve 5/8 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça vurgulanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki, yasal dayanakları farklı olan karar ve ilam harcı ile vekalet ücretinin hesaplanma usulü ve tespiti de farklıdır. Her ikisinin farklı hukuki nedenlerinin olması karşısında harcın davalının sıfatı gereği maktu alınmış olması, vekalet ücretinin de maktu olması sonucunu doğurmayacak; davanın niteliği gereği nispi olarak hesaplanması gerekiyorsa nispi vekalet ücretine hükmedilecektir.
Görüşmeler sırasında vekalet ücretinin hesabında esas alınacak ( müddeabihin ) davanın değerinin dava dilekçesinde gösterilen değere göre daha fazla olduğunun yargılama aşamasında anlaşılması halinde yapılacak işlemin ne olacağı; maktu harç alınması ve harcın ikmal edilmemesi durumunda vekalet ücretinin takdirinde esas alınacak rakamın tereddüde yol açacağı ileri sürülmüş ve bu konu üzerinde tartışılmıştır.
Bu bağlamda davanın değerinin belirlenmesi konusunda açıklama yapmakta yarar vardır:
Kural olarak, mahkeme taleple bağlılık halleri dışında, dava dilekçesinde gösterilen dava değeri ile bağlı değildir. Davanın değerini belirlemek hakimin kendiliğinden yapması gereken görevleri arasındadır.
Yine, her iki tarafın harca tabi olduğu davalarda, vekalet ücretinin hesabında esas alınacak ( müddeabihin ) davanın değerinin dava dilekçesinde gösterilen değere göre daha fazla olduğunun yargılama aşamasında anlaşılması halinde kural; bu miktar üzerinden harç ikmali yapılması ve ancak bu halde harcı ikmal edilen değer üzerinden vekalet ücretine hükmedilmesidir.
Ne var ki, eldeki davada da olduğu üzere ve yukarıda da belirtildiği gibi davalının harçtan muafiyeti nedeniyle sonuçta hükmedilebilecek nispi harç miktarının bulunmadığı ve harcın dava değeri ne olursa olsun maktu miktar üzerinden hesaplanıp alındığı hallerde dava değeri üzerinden ikmali gereken harç bulunmadığından yargılama aşamasında belirlenen değer dava değeri gerçek değer kabul edilecek ve vekalet ücreti de bu değer üzerinden hesaplanacaktır. Aynı durum davacının harçtan muaf ya da işleminin harçtan istisna olduğu ve harcın dava sonunda davalı taraftan tahsili gerektiği hallerde de söz konusudur.
O halde hakim, taraflardan biri harçtan muaf olsa bile davanın gerçek değerini kendiliğinden belirleyecek ve bu değer üzerinden şartları var ise vekalet ücretine hükmedecektir. Bu hallerle sınırlı olmak üzere sonuçta nispi karar ve ilam harcı alınamayacağı için ikmal edilecek harç bulunmadığından harcın ikmal edilmemiş olması dava değerinin dava dilekçesindeki değer olarak kabulünü gerektirmemektedir.
Daha açık ifadeyle; eldeki davada olduğu gibi davalının sıfatı nedeniyle harçtan muafiyet hallerinde dava değeri, sonuçta hükmedilebilecek harç miktarı maktu harçtan fazla olmadığından ikmali gereken harç bulunmasa da tespit edilen bu gerçek değer olup, vekalet ücretinin takdirinde de yine bu gerçek değer nazara alınmalıdır.
Diğer taraftan, kanun koyucu bazı hallerde dava değeri ne olursa olsun maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği yolunda düzenleme de yapabilmektedir.
Nitekim, Avukatlık Kanunu'nun 168. maddesinin 2. fıkrası uyarınca "6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir" hükmü bulunmaktadır.
Bu düzenleme ile, eldeki dosyaya benzer şekilde menfi tespit davası niteliğinde olan ve davanın konusunun para ile değerlendirilebilir nitelikte olmasına rağmen, bu yasal düzenlemeden dolayı sözü edilen 6183 sayılı Kanun'un uygulanmasından doğan ödeme emrinin iptaline yönelik davalarda vekalet ücretinin maktu olarak belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Somut olaya ve davalının karar ve ilam harcından muaf olması nedeniyle, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcı ile yargılama yapılarak hüküm kurmaya olanak bulunup bulunmadığı hususuna gelince;
Eldeki davada, davalı tarafın harçtan muaf olması nedeniyle, davanın davacı lehine sonuçlanması halinde, mahkemece peşin alınan karar ve ilam harcı davacıya iade edilecek ve bu durumda davacının harç ödeme yükümlülüğü bulunmayacaktır. Davanın kısmen veya tamamen reddi halinde ise, alınması gereken karar ve ilam harcı maktu red harcından daha fazla olamayacaktır. Bu nedenle, Harçlar Kanunu'nun 28. maddesi uyarınca, "karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir" hükmü uyarınca sonuçta burada alınması gereken harç maktu olup, nispi olmadığından alınacak peşin harç miktarı da en fazla maktu harç miktarı kadar olabilecektir.
Aksine bir yaklaşımla, davanın niteliği gereği nispi harca tabi davalardan olduğu gerekçesiyle, davacıyı yargılamanın başında yukarıda sözü edilen madde hükmüne aykırı olarak yargılamanın sonunda yükümlü tutulacağı harç miktarından daha fazla harcı yatırmakla yükümlü tutmak ve yatırması halinde dava sonunda alınması gereken maktu karar ve ilam harcını bu miktardan mahsup ederek bakiyesinin istek halinde davacıya iadesine karar vermek ya da bu miktar yatırılmadığı takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına hükmetmek, Harçlar Kanunu'nun 28. maddesinin lafzı ve ruhu ile çelişeceği gibi Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğinde olacaktır.
O halde, eldeki davada davalı SGK'nın harçtan muaf olduğu gözetildiğinde, dava açılırken davacı tarafından yatırılan maktu harç, her halükarda Harçlar Kanunu'nun 28. maddesi uyarınca dava sonunda alınması gereken karar ve ilam harcının tamamını karşılamakla, ikmali gereken harç bulunmadığı gibi; sonuçta hükmedilecek bakiye karar ve ilam harcı da bulunmadığından mahkemenin bu yöndeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
Ne var ki, işin esası Özel Daire'ce incelenmediğinden, dosyanın işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için Dairesine gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın ONUNCU HUKUK DAİRESİ'NE gönderilmesine, 03.11.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Mahalli mahkemece; davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire'ce; ödeme emrinin iptaline yönelik davanın "menfi tespit" niteliğini taşıdığını, davanın nispi harca tabi olduğunu, Harçlar Kanunu harcın alınmasını ve tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmadığını, bu yönün mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerektiğini hükme bağladığını, 32. maddede "yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağının öngörüldüğünü belirterek, nispi harcın tahsil edilmesi ve bu noksanlığın giderildiği takdirde davaya devam edilmesi" gerektiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yerel mahkemece, önceki kararında ve aynı gerekçelerle direnme kararı vermiştir.
Devletin, mahkemelerin faaliyetlerine karşılık olmak üzere harç pulu yapıştırılmak suretiyle aldığı paraya harç denir.
Mahkemelerin yürüttükleri yargısal faaliyet ve işlemler parasız değildir. Devlet, mahkemeleri işler bir şekilde hak arayanların hizmetinde tutabilmek için, bazı giderler yapar ( hakim ve diğer memur aylıkları, bina gideri, kırtasiye ve demirbaş ücreti vs. gibi ); bu giderlerin bir kısmı mahkemelerin faaliyetlerinden yararlananlardan harç olarak alınır.
Nitekim Yargıtay bir İçtihadı Birleştirme Kararında;
Harcın, özel ve tüzel kişilerin, özel çıkarlarına ilişkin olarak kamu kuruluşlarının hizmetinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemeler olduğunu belirtmiştir ( 07.12.1964 gün ve 3/5 sayılı İçt. Biri. K., RG 12.12.1964 sayı 11880 ).
Yine, başka bir İçtihadı Birleştirme Kararında;
Harç, Devletin mahkemeler aracılığı ile yaptığı adli hizmete ondan yararlananların katkısıdır. Ancak yasada belirtilen durumlarda harç alınacağı biçiminde karar vermiştir ( 16.11.1983 gün ve 5/6 sayılı İçt. Biri. K., RG 07.01.1984 sayı 18274, sh. 5- 13 ).
Başvuru harcı; dava açılırken veya davaya müdahale, ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti talebinde bulunanlar tarafından peşin olarak ödenmesi gereken harçtır.
Karar ve ilam harcı; konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda, hüküm verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden nispi olarak karar ve ilam harcı alınır. Nispi karar ve ilam harcının 1/4'ü başvurma harcında olduğu gibi, dava açarken davacı tarafından peşin olarak ödenir. Peşin olarak ödenecek 1/4 oranında karar ve ilam harcı dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden hesaplanır. Şayet yargılama sırasında dava değerinin daha fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o oturum için davaya devam edilir. Ondan sonraki oturuma kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmasa davaya devam olunmaz. Yani dava işlemden kaldırılır ( Harçlar Kanunu m. 16/IV, 30, HUMK m. 409 ) Nispi karar ve ilam harcının geri kalan 1/3'ü hükmün verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir ( Harçlar Kanunu m. 28/a,l, 30 ).
Harca tabi davalarda harç ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz ( Harçlar K. m. 32, 27/111 ). Yine harca tabi bir davanın harç alınmadan incelenmiş ve karara bağlanmış ve kararın bu şekilde kesinleşmiş olması halinde kanun yararına temyiz ( HUMK'nın m. 427/VI-VIII ) üzerine karar yalnız harç nedeniyle kanun yararına bozulur. Harçtan muaf olan dava ve işlerin bazıları Harçlar Kanunu'nun 13, 14, 123/11. maddelerinde, diğer bazıları da özel kanunlarında gösterilmiştir ( Harçlar Kanunu m. 123/1 ).
Yargılama giderleri hakkında hüküm verilebilmesi için tarafların dilekçelerinde yargılama giderlerini açıkça istemiş olmalarına gerek yoktur. Mahkeme talep olmasa dahi yargılama giderlerine ve vekalet ücretine de kendiliğinden karar vermekle yükümlüdür. Nitekim, 29.05.1957 gün ve 4/16 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da bu yöndedir. Mahkeme hükmünde yargılama giderlerini tamamen veya kısmen unutmuş ve hüküm bu şekilde kesinleşmiş ise, davayı kazanmış olan taraf yargılama giderleri için ayrı bir dava açamayacaktır. Çünkü, yargılama giderlerine yalnız asıl davada ve kendiliğinden karar verilir.
Davada haklı çıktığı için lehine yargılama giderlerine hükmedilen taraf davayı bir vekil ile takip ettirmiş ise, lehine yargılama giderlerinden başka mahkemece re'sen ücreti vekalet tarifelerine göre hesaplanacak vekalet ücretine de hükmedilir ( HUMK'nın m. 423/6 ).
Konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen bir şey olan davalarda vekalet ücreti nispi tarifeye göre hesap edilir.
( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt 5, Mayıs 2001, İstanbul, sh. 5305-5411 ).
492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 2. maddesinde;
"Yargı işlemlerinden bu Kanun'a bağlı ( 1 ) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harcına tabidir."
11. maddesinde;
"Genel olarak yargı harçlarını davayı açan veya harca mevzu olan işlemin yapılmasını isteyen kişiler ödemekle mükelleftir."
27. maddesinde;
" ( İ ) sayılı tarifede yazılı maktu harçlar ilgili bulunduğu işlemin yapılmasından önce peşin olarak ödenir."
28. maddesinde;
"Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalan kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir."
31. maddesinde;
"Peşin alınan karar ve ilam harcının işin hitamında ödenmesi gerekenden fazla olduğu anlaşılırsa fazlalık istek üzerine geri verilir."
32. maddesinde;
"Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz."
123. maddesinde;
"Özel kanunlarla harçtan muaf tutulan kişilerle, istisna edilen işlemlerden harç alınmaz."
Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, harca tabi işlemlerden harç alınması Harçlar Kanunu uyarınca emredici niteliktedir. Harç miktarı ve ücreti vekalet de dava değerine göre belirlenmektedir. Davacı taraf harca tabi olup, karşı taraf harca tabi değilse de, yasanın aradığı şart, davayı açan tarafın harca tabi olup olmadığıdır. Harca tabi ise, mutlaka yasanın belirlediği oran ve miktarda harç alınması yasa gereği olduğundan, mahkemece bu husus re'sen dikkate alınması gerekmektedir. Karşı tarafın harçtan muaf olması yasal sonucu değiştirmeyecektir. Kanunda yer alan bir hususta, davalı taraf harçtan muaf olduğundan, mahkemece davacıdan da harç alınmasına gerek yoktur yorumu ile TMK'nın 1. maddesine göre boşluğu içtihatla böyle dol- duruyorum denilemez. Zira ortada yasal bir boşluk söz konusu değildir. Özel nitelikteki bir kısım davalardaki harçlarla ilgili hususu genelleştirerek, yasanın emredici hükmüne aykırı uygulamaya geçmenin usul ve yasaya aykırı olduğu düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki düşüncelerine katılamıyorum, bu nedenle yerel mahkeme kararının bozulması görüşündeyim.
Hamit Dündar Ondokuzuncu Hukuk Dairesi Üyesi

Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin, 22. Daire bozmasına karşı Belirsiz Alacak Emsal kararı

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi, 2014 / 31734 esas ve 2014 / 35646 karar sayılı, 26.11.2014 tarihli kararı,
Dava konusu alacak karşı tarafın vereceği bilgi veya belgelerle belirlenecekse, alacak belirsiz kabul edilmelidir

Yerel Mahkeme tarafından, dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli bir alacak olması ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi Başkanlığı’nın 2013/12728 Esas- 2014/14350 Karar ve 26.05.2014 tarihli içtihadı nazara alınarak davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir.

• Bu karar, temyiz incelemesi için Yargıtay 9. HD.sine gelmiştir. Yargıtay 9.HD.sinin bozma ilamında ise Yargıtay 22.HD.sinin bozma ilamına karşı özetle aşağıdaki tespitler yapılmıştır.

* Dava konusu alacağın değeri veya miktarı karşı tarafın ( işverenin ) vereceği bilgi veya tahkikat aşamasında belirlenecek ( bilirkişiden hesap raporu alınması gibi ) ise alacağın dava açıldığında davacı tarafından objektif olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği kabul edilmelidir.

* Davacı, alacağı belirli değil ise belirsiz alacak ve tespit davası açabileceği gibi fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava da açabilecektir.

* Yargılama ( tahkikat ) sırasında hesap raporu alınmasını gerektiren her alacak belirsiz kabul edilmelidir.

* İş uyuşmazlıklarında genel olarak alacağın kesin ve net tutarı, ancak bir yargılama sürecinden ve hesap raporu sonrasında tam olarak tespit edilebilmektedir. Bu anlamda kıdem, ihbar ve kötü niyet tazminatı giydirilmiş ücretten hesaplanır. Giydirilmiş ücrete işçinin çıplak ücreti yanında, ücret eklentileri ve sosyal yardımlar dahil edilir. (Y.HGK. 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K). Ayrıca belirtmek gerekir ki davacıdan davanın açılmasından önce ücretini ödeyerek talep konusunun miktarını belirlemesi için ekspertizden rapor ve mütalaa alma, delil tespiti gibi yollara başvurması istenemez. Davacının alacağının miktar olarak tespiti, mahkeme tarafından yapılacak delil tespitine veya hesap verme ve bilgi vermeye yönelik müstakil bir davanın açılmasına gerek olduğu durumlarda, HMK. m. 107 anlamında “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği” bir durum söz konusudur.

* Hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak alacak miktarı veya değerinin belirlenmesi halinde alacak belirsizdir.

* Dava konusu alacak karşı tarafın vereceği bilgi veya belgelerle belirlenecekse, alacak belirsiz kabul edilmelidir… Yıllık ücretli izin alacağı, izin defterinin; fazla mesai ve tatil çalışmaları kayda dayandığında puantaj (işe devam çizelgeleri) kayıtlarının işveren tarafından sunulması ile belirlenebilecektir. İş Hukukunda maddi hukuk kuralları içinde işverene kayıt tutma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu belgelerle ilgili yükümlülükleri yerine getirmeyen işverenin açılacak davada alacağın belirlenebilir olduğu savunması yerinde olmayacaktır. İşçinin alacağının belirlenmesi kayda dayandığında, kayıtlı belgeleri sunmayan veya işçiye vermeyen işveren, belirsiz alacak davası açılmasının sonuçlarına katlanmak zorundadır.

* Eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. Dairemiz kararlılıkla hukuki yarar şartının tamamlanabilir dava şartı olduğunu kabul etmektedir (27.02.2012 gün ve 2012/1756 E., 2012/5741 K). Bu nedenle belirsiz alacak davası veya kısmi dava açıldığında, dava konusu edilen alacak açık ve tam olarak belirli ise davacıya tam eda davası açması, tamamlanabilir hukuki yarar şartını yerine getirmesi için öncelikle süre verilmeli, süre sonunda yerine getirmediği takdirde davanın hukuki yarar şartı yokluğu nedeni ile usulden reddine karar verilmelidir.

* Somut uyuşmazlıkta bir an için tazminatların başlangıçta belirlenebileceği kabul edilse dahi, belirlenebilir olan tazminatlar hesap raporu ile belirlenmiştir. Alacak belirsiz alacak davası konusu yapılmayacağı kabul edilse dahi tamamlanabilir dava şartı olan hukuki yarar şartını yerine getirmesi için kesin süre verilmeden yazılı şekilde reddine karar verilmesi hatalıdır.

Site Duyuruları ve Güncellemeleri • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve Kadına Karşı Şiddete Hayır! Mesajımız…

::9

Kadına karşı şiddetin sona ermesine yönelik bir başlangıç olmasını arzuladığımız bu özel günün, tüm kadınlarımız nezdinde daha güzel günlere ve umuda vesile olmasını diliyoruz.

Resim

Resim

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 08, 2015 2:46 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BOŞANMA,KONULAN TEDBİR KARARINA KARŞI İTİRAZIN REDDİ ,TEMYİZ

Konuya ilişkin örnek bir yargıtay kararı ile boşanma davasında verilen ihtiyati tedbir kararının kaldırılması talebinin reddine ilişkin verilen kararın temyiz edilmesi yolunun açık olup olmadığı tartışılmış olup, çoğunluğun görüşü ile ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına ilişkin kararın reddedilmesi halinde mahkeme tarafından verilen bu kararın temyiz edilebileceği belirtilmiş, davacının boşanma davasındaki boşanmaya karar verilmesi halinde hükmedilmesi mümkün olan boşanmaya bağlı ikincil nitelikteki tazminat ve nafaka haklarının elde edilmesini temin etmek için de olsa dava konusu olmayan ve davalı adına kayıtlı bulunan taşınmazlar üzerine tedbir konulamayacağı vurgulanmıştır.

T.C.
YARGITAY
2.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2013/26233
KARAR NO : 2014/188
KARAR TARİHİ : 13.01.2014

>BOŞANMA DAVASINDA TEDBİR KARARI–BOŞANMA DAVASINDA DAVALI TAŞINMAZINA TEDBİR KONULMASI–DAVALI TAŞINMAZI ÜZERİNE KONULAN TEDBİRİN KALDIRILMASINA YÖNELİK İTİRAZ

DAVA :Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sırasında mahalli mahkemece ihtiyati tedbir kararına itiraz üzerine verilen 19.09.2013 tarihli karar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :Boşanma veya ayrılık davası açılınca alınabilecek tedbirler Türk Medeni Kanununun 169. maddesinde gösterilmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre uyuşmazlık konusu hakkında tedbir kararı verilebilir ( HMK. md. 389/1 ).Davacının boşanma davasındaki boşanmaya karar verilmesi halinde hükmedilmesi mümkün olan boşanmaya bağlı ikincil nitelikteki tazminat ve nafaka haklarının elde edilmesini temin etmek için de olsa dava konusu olmayan ve davalı adına kayıtlı bulunan taşınmazlar üzerine tedbir konulamaz. Bu husus nazara alınmadan davalının adına kayıtlı taşınmaza konulan tedbir kararının kaldırılmasına yönelik itirazının reddi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ :Temyiz edilen ihtiyati tedbirin kaldırılması talebinin reddine ilişkin 19.09.2013 tarihli kararın yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine oyçokluğuyla, 13.01.2014 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY :

6100 sayılı HMK. nun 391/3. maddesinde ihtiyati tedbir talebinin reddi halinde kanun yoluna başvurulabileceği, 394/5. maddesinde de ihtiyati tedbirle ilgili yerel mahkemece itiraz üzerine tesis edilen karara karşı da kanun yoluna başvurulabileceği öngörülmüş, aynı yasanın “İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar” başlıklı 341. maddesinin birinci fıkrasında da, ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü halinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulacağı hükme bağlanmıştır.

Ayrıca, 361. maddesinde temyiz edilebilen kararlar, 362. maddesinde ise temyiz edilemeyen kararlar tek tek sayılmıştır. 361. maddede, ihtiyati tedbire ilişkin verilen kararların temyize konu edileceğine dair bir düzenlemeye yer verilmezken 362. maddenin birinci fıkrasının ( f ) bendinde geçici hukuki korumalar hakkında verilen kararların açıkça temyiz edilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Hemen belirtilmelidir ki, kanun yolundan maksadın istinaf, ihtiyati tedbir kararının da geçici hukuki koruma niteliğinde olduğu tartışmasızdır.

Öte yandan, 6217 sayılı Kanunla 6100 sayılı Yasaya eklenen Geçici 3. maddenin birinci fıkrasındaki; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” şeklindeki düzenlemeyle bölge adliye mahkemeleri kuruluncaya kadar 1086 sayılı Yasanın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam edileceği öngörülmektedir.

Bu durumda, temyiz incelemesinin yönteminin belirlenmesinde olduğu gibi temyize tabi kararların kapsamının belirlenmesinde de anılan kanun hükümlerinin gözetilmesi gerektiği açıktır. 1086 sayılı Yasanın temyize ilişkin hükümlerinin yer aldığı 427 ilâ 454. maddesi hükümleri gözetildiğinde; “ihtiyati tedbir kararlarına karşı yapılan itirazların reddine” ilişkin kararların temyize tabi olduğuna ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle ihtiyati tedbir kararlarının temyizinin mümkün bulunmadığı düşüncesindeyim. Bu sebeplerle değerli çoğunluğun görüşüne katılmıyorum

T.C.
T.C
YARGITAY
2.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2012/2406
KARAR NO : 2012/8556
KARAR TARİHİ: 05.04.2012

BOŞANMA DAVASI–İHTİYATİ TEDBİR–İHTİYATİ TEDBİR KARARLARINA İTİRAZ–DURUŞMALI İNCELEME

DAVA :Taraflar arasındaki “boşanma, mal rejiminin tasfiyesi ve katkı payı alacağı” davasının yargılaması sırasında verilen ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına dair talebin reddine dair 4.10.2011 tarihli ek karar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:

KARAR :ihtiyati tedbir kararına karşı itiraz usulü ve mahkemece yapılan işlemler Hukuk Muhakemeleri Kanununun 394. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “İtiraz dilekçeyle yapılır. İtiraz eden, itiraz sebeplerini açıkça göstermek ve itirazının dayanağı olan tüm delilleri dilekçesine eklemek zorundadır. Mahkeme, ilgilileri dinlemek üzere davet eder; gelmedikleri takdirde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. İtiraz üzerine mahkeme, tedbir kararını değiştirebilir veya kaldırabilir” ( 6100 Sayılı H.M.K.md.394/4 ). Mahkemece 6.9.2011 tarihinde verilen ihtiyati tedbir kararına taraflarca yapılan itiraz üzerine belirtilen yasal düzenleme karşısında duruşma açılıp taraflar davet edilerek inceleme yapılması gerekirken bu kurala riayet edilmeksizin evrak üzerinde inceleme yapılarak itiraz hakkında karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ :Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeple BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle, 05.04.2012 tarihinde karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 10 Şub 2015, 17:39


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TİCARETİ TERK ,AYNI İŞ YERİNE KARŞI BİR KERE İŞLENE BİLECEĞİ

T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/8665
KARAR NO. 2014/9307
KARAR TARİHİ. 30.6.2014

>TİCARETİ TERK HÜKÜMLERİNE MUHALEFET ETMEK– SANIK TARAFINDAN AYNI İŞYERİNE KARŞI BİR KERE İŞLENEBİLECEĞİ

2004/m. 337/a

5237/m. 43/1-2

ÖZET : Sanığın ticareti terk hükümlerine muhalefet etmek suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Zincirleme suç halinde aynı suçun aynı kişiye karşı birden fazla işlenmiş olması ve bu suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesi, bu suçlar arasında subjektif bir bağ bulunması gerekir. Ticareti terk hükümlerine muhalefet suçu da aynı sanık tarafından aynı işyeriyle ilgili olarak ancak bir kez işlenebileceğinden, zincirleme suç olarak işlenmesi mümkün değildir. O halde ticareti terk suçundan dolayı hükmedilen temel hapis cezasının artırılmasına karar verilmesi isabetsizdir.

DAVA : Ticareti terk hükümlerine muhalefet etmek suçundan sanık D. A. K.’nın İ.İ.K.nın 337/a, 5237 Sayılı T.C.K.nın 43/1-2, 62, 52/2. maddeleri gereğince 1860 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm yasal süresi içerisinde müşteki vekili ve sanık D. A. K. tarafından temyiz edildiğinden, Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle dosya Daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunarak gereği düşünüldü:

KARAR : Sair temyiz itirazlarının reddine;

Ancak; zincirleme suç halinde aynı suçun aynı kişiye karşı birden fazla işlenmiş olması ve bu suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesi, bir başka anlatımla bu suçlar arasında subjektif bir bağ bulunması gerekmekte olup, ticareti terk hükümlerine muhalefet suçunun da aynı sanık tarafından aynı işyeriyle ilgili olarak ancak bir kez ( ticaret terk edilebileceği ) işlenebileceğinden, zincirleme suç olarak işlemesi mümkün değildir. O halde ticareti terk suçundan dolayı hükmedilen temel hapis cezasının T.C.K.nın 43/1-2. maddeleri gereğince artırılmasına karar verilmesi isabetsiz,

SONUÇ : Temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden kabulüyle hükmün istem gibi BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 30.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 18 Oca 2015, 18:02


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • MEMURUN MEMURA KARŞI SUÇUNDAN DEVLET SORUMLUDUR.

YARGITAY 4. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/2838
KARAR: 2014/230

Davacı P… vekili Avukat … tarafından, davalı A…aleyhine 24/03/2008 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 16/10/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm; davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, … Üniversitesi … Anabilim Dalı Öğretim üyesi olan davalının, görev yaptığı binaya gelerek öğrencilerin gözleri önünde boğazını sıkarak öldürmeye teşebbüs ettiğini, aynı zamanda tehdit ettiğini belirterek manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davalının tehdit ve basit yaralama eyleminin ceza mahkemesi kararı ile sübuta erdiği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda; … Üniversitesi … Anabilim Dalı Öğretim üyesi olarak kamu görevi yapan davalının, davacıya karşı görev sırasında haksız fiil suçunu işlediği ileri sürülmüş, davalı memurun görevi sırasında ve görevi nedeniyle meydana gelen zarardan sorumlu tutulması istenmiştir.

Kamu görevlisi aleyhine adli yargı yargı yerinde dava açılamıyacağına göre kamu görevlisi hakkında adli yargıda açılan tazminat davasında kast ve kusur aranmaksızın husumet (taraf sıfatı yokluğu) nedeniyle davanın reddine karar vermek gerekir. Mahkemece husumetten red kararı verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/01/2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.14/01/2014

Başkan

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 22 Ara 2014, 01:23