Etiket arşivi: LEHİNE

Şirket Lehine Manevi Tazminat

T.C.
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2013/15239
KARAR NO : 2014/15505
KARAR TARİHİ..18/11/2014

Davacı L… Tic. A.Ş. vekili Avukat İ… tarafından, davalılar C… Ltd. Şti. vdl aleyhine 05/02/2013 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeni ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 09/04/2013 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından, duruşmasız olarak incelenmesi de davalı C… vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 18/11/2014 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacı vekili adına gelen olmadı, karşı taraftan davalılardan C… vekili Avukat S… geldi. Diğer davalılar adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra tarafa duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddolunmalıdır.

2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince;

a-Dava haksız tedbir nedeni ile uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar davacı ve davalılardan C… tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, kimya ürünleri ithalatı yaptığını, Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tesislerine İngiltere merkezli şirketten ithal ettiği çin menşeili asitik asit ürünün davalı şirketin patent hakkının ihlal edildiği iddiası ile Gümrük Müdürlüğü’nden talep ettiği tedbir uyarınca serbest bölgeden çıkartılması işlemlerinin durdurulduğunu, bu sırada Ukrayna’dan ithal ettiği ve Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne getirilmekte olan ürününün tankerlerin boşaltılamamış olması nedeni ile rotasının değiştirilerek şirketin Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtildiğini, rota değişimi nedeni ile ek ücret ödenmek zorunda kalındığını, bu arada müşterilerine teslim etmeyi taahhüt ettikleri asitik asit ürününün Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerden gönderilmek zorunda kalındığını, bunun da fazladan nakliye ücreti ödenmesine neden olduğunu, bu maddi zararları yanında ticari itibarının sarsılması nedeni ile de manevi zarara uğradığını iddia ederek uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı C…, Rodyum Inorganik İyodid Katalizör Sisteminin patentine sahibi olduğunu, bu patent ile üretilmiş tüm asitik asit ürünleri üzerinde hak sahibi olduğunu, bu nedenle serbest bölgede bulunan asitik asit ürünün patent hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi için tedbir talebinde bulunduklarını, durdurma kararının idari bir karar olduğunu, durdurma kararı verilmese dahi davacının tankerlerinde bir miktar ürün kalacağını bu nedenle Ukrayna’dan ithal ettiği ürünün tanka boşaltılması için tankın boş olmasının gerekmediğini gösterdiğini, Ukrayna’dan ithal edilen ürünün daha yakında bir tesis varken neden Yumurtalığa getirildiğinin de anlaşılamadığını, sonuç olarak davacının maddi ve manevi zarara uğramadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporu uyarınca davacının defterlerinin incelenmesi sonucu Marmara Ereğlisi’nden yapılan sevkiyatların Yumurtalık Serbest Bölgesi’nden yapılması halinde Hadımköy-İkitelli-Çorlu-Gölcük-İzmit bölgelerine taşıma için ödenecek 12 adet nakliye ücretinin Adana-Kayseri-Kahramanmaraş’a yapılacak 9 adet nakliye ücretinden daha fazla olması nedeni ile taşıma ücretinin davacıya ait olması halinde dahi davacının zararının olmadığı, Ukrayna’dan yapılan ithalatın Odesa-Tekirdağ arası İskenderun’a göre daha kısa mesafe olduğundan deniz yolu navlun ücretinin daha düşük olacağı, dosya kapsamından geminin rota değişimi ile ilgili olduğu öne sürülen masrafın müstenidinin bulunmadığı tespit edildiğinden davacının maddi zarara uğramadığı, manevi tazminat isteminin de yerinde olmadığı sonucuna varılarak davanın tümden reddine karar verilmiştir.

Dosya arasındaki tüm bilgi ve belgelerden, davacıya ait Adana/Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tankerlerindeki 120.000 kg asitik asit ürününün davalının talep ettiği tedbir istemi uyarınca serbest bölgeden çıkartılmasının durdurulduğu anlaşılmaktadır. Durdurma kararının uygulandığı sırada davacı serbest bölgedeki malını çıkartamadığı için Ukrayna’dan ithal ettiği asitik asit ürününün rotasını değiştirmek zorunda kalmış ve Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtmiştir. Her ne kadar Ukrayna Odesa Limanı ile Tekirdağ arası mesafenin daha kısa olması nedeni ile bilirkişiler davacının uğradığını iddia ettiği maddi zararın müstenidi olmadığını düşünmüşler ise de; davacı ithal ettiği ürünün taşınması konusunda imzaladığı sözleşme ile bağlıdır. Davacı, ürünün Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne taşınması konusunda sözleşmesi bulunduğu, serbest bölgedeki tankerlerin ürünün yurt içine sokulamaması nedeni ile boşaltılamamasından dolayı Ukrayna’dan gelen ürünü depolayacağı yer bulunmadığından sözleşmesini değiştirmek ve ürünün Marmara Ereğlisi’ne getirilmesini istemek zorunda kaldığından 5.788 $ fark ücret ödediğini iddia ederek fatura ibraz ettiğine göre davacının söz konusu fark ücreti ödemesine neden olan sözleşmesinin incelenmesi, fark ücretin rotadan sapma olması nedeni ile ödenip ödenmediğinin değerlendirilmesi ile varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken varsayımsal değerlendirmeye dayalı bilirkişi görüşünün kabulü ile bu kalem isteğin reddi doğru olmamış açıklanan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

b-Davacı bir anonim şirkettir. İşletme hacmine göre ticaret sahası içinde şirketin ticari bir itibarı bulunduğu kuşkusuzdur. Davacının serbest bölgedeki malının yurda sokulmasının durdurulması ile malın satım sözleşmesinin karşı tarafına karşı zor durumda kaldığı gibi, şirket tüzel kişiliğinin itibarının da sarsıldığının kabulü gerekir. Nitekim davalı şirket söz konusu durdurma kararını talep ederken doğacak her türlü zararı ödemeyi kabul ve taahhüt etmiş olup, davacının maddi ve manevi zarara uğrayabileceğini de ön görmüştür. Şu durumda mahkemece davacının ticari itibarının zedelenmesi nedeni ile uygun bir manevi tazminat ödetilmesi yerine istemin tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2/a-b) sayılı bentte açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, davalı C…ın tüm davacının öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 18/11/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak: www.ictihatlar.net

Yargıtay kararı: Şirket Lehine Manevi Tazminat .

Müdahil vekille temsil olsa bile, müdahil lehine vekalet ücretine hükmolunamaz

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 2014/14831 esas ve 2014/22290 karar sayılı kararı

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava, davacının korkutularak evlenmeye razı edildiği (TMK.md.151) iddiasıyla açılan evlenmenin iptaline ilişkindir. Davaya Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “davacı yanında” müdahale talebinde bulunmuş, bu talep mahkemece kabul edilmiş, nihai hükümle müdahil bakanlık lehine de vekalet ücreti tayin edilmiştir. Bakanlığın, 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun” 20. maddesine dayanan müdahale talebi, asli müdahale değil, fer’i müdahale niteliğindedir. Fer’i müdahil; yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia ve savunma vasıtalarını ileri sürebilir (HMK.md.68). Müdahilin yer aldığı asıl davada hüküm taraflar hakkında verilir. Başka bir ifade ile davada, müdahil yararına veya müdahil aleyhine hüküm verilemez. Bunun sonucu olarak, müdahil kendisini vekille temsil ettirmiş olsa bile, müdahil lehine vekalet ücretine hükmolunamaz. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 328. maddesinde yer alan düzenleme müdahale giderlerine ilişkin olup, kanun gereğince takdir olunacak vekalet ücretini kapsamaz. Bu husus nazara alınmadan, fer’i müdahil Bakanlık yararına vekalet ücretine hükmedilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.10.11.2014

 

Mobbingde kesin ispat aranmaz, delillerde tereddüt halinde işçi lehine yorum yapılmalı

 

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, şüpheden uzak delil aramanın ceza yargılamasına ait olduğu, özel hukuk ve iş hukuku alanında mobbing gibi ispatı nispeten daha zor olan bir konuda kesin ve mutlak bir ispatın aranmayacağı, vicdani kanaatin oluşmasına yetecek kadar bir ispatın yeterli olduğu, delillerde tereddüt edilmesi halinde bu durumunu işçi lehine yorumlanması gerektiği

Yargıtaya gelen dava konusu söz konusu mobbing  olay , İzmir’de gerçekleşti. bankacı S.Y., şube müdürü tarafından kendisine mobbing uygulandığı ve psikolojisinin bozulduğu iddiasıyla anksiyete tedavisi görmeye başladı. Tedavi sürecinde raporlu olmasına rağmen, işe gitmediği gerekçesiyle S.Y.’nin iş akdine son verildi. S.Y. de tedavi gördüğüne dair sağlık raporlarını delil olarak sunup İzmir 3. İş Mahkemesi’nde ‘işe iade’ ve ‘mobbing’ davaları açtı.

Mahkeme S.Y.’nin “işyerinde işveren tarafından sürekli ve sistematik bir biçimde aşağılandığı, kişiliğinin ve saygınlığının zedelendiği” iddialarını şüpheden uzak bir şekilde ispat edemediği gerekçesiyle davayı reddetti. Ancak davanın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozdu. “Olayda mobbing unsurlarının gerçekleştiği şahit anlatımları ve doktor raporlarından anlaşılmaktadır” denilen Yargıtay kararında, “şüpheden uzak delil aramanın ceza yargılamasına ait olduğu, özel hukuk ve iş hukuku alanında mobbing gibi ispatı nispeten daha zor olan bir konuda kesin ve mutlak bir ispatın aranmayacağı, vicdani kanaatin oluşmasına yetecek kadar bir ispatın yeterli olduğu, delillerde tereddüt edilmesi halinde bu durumunu işçi lehine yorumlanması gerektiği” vurgulandı. Yargıtay’ın bu yorumu, mobbing davalarında emsal teşkil edebilecek

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 26 Haziran’da kadınlar lehine yeni bir “katkı payı” kararına imza attı

Yargıtay: Ev alan kadın mirası başka yere harcamaz
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu annesinden kalan kooperatif hissesini satıp İzmir Konak’ta iki daire satın alınırken kocasına veren kadını “kaktı payı” istemekte haklı buldu. Kurul, paranın başka yere harcandığının ileri sürülüp kanıtlanamadığı gerekçesiyle mahkemenin ret kararını “Hayatın olağan akışına ters” diye bozdu.
B.Y, özel bir şirkette çalıştığını 2010’da evlendiği kocasına boşanma davası açtığını, Çayyolu’nda aldıkları ve eşinin üzerine tapulu villa için annesinden miras kalan evi satarak edindiği 150 bin lirayı verdiğini, bu parayı geri alıp alamayacağını sormuş.
Yargıtay içtihatları ışığında okurum, ayrı bir mal rejimi seçmedikleri için eşiyle birlikte “edinilmiş mallara katılma rejimine” tabi. Çünkü, Medeni Kanun değişikliğinin yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 tarihine kadar “mal ayrılığı rejimi”, bu tarihten sonra ise “edinilmiş mallara katılma rejimi” geçerli. Okuruma yanıtım, bir avukata da danışarak, aile mahkemesinde “katkı payı ve katılma alacağı” davası açabileceği şeklinde.ANNESİNDEN KALAN KOOPERATİF HİSSESİNİ SATTI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 26 Haziran’da kadınlar lehine yeni bir “katkı payı” kararına imza attı. Dosyaya göre İzmir’de 1971’de evlenen çift 2003’te boşandı. Davacı-davalı kadın annesinden miras yoluyla intikal eden kooperatif hissesini satarak, davalı-davacı kocası adına kayıtlı İzmir Konak’taki 2 ve 18 numaralı bağımsız bölümlerin alınması sırasında verdi. Kocasından daireler için 300 bin lira katkı payı, şirket hisselerine dönük ise 50 bin lira katılma alacağı talep etti. Kadının tanıkları özel bir kolejde çocukları doğana kadar 9 yıl çalıştığını, tazminatları ve annesinden kalan kooperatif hissesinin parasını gayrimenkulleri alırken, kocasına verdiğini anlattılar. İzmir 4. Aile Mahkemesi 19 Nisan 2010 günlü kararıyla (2006/344 esas ve 2010/360 karar) kadının bu davasını reddetti.

HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA TERS

Temyizde Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 15 Şubat 2011’de bozma kararı (2010/5844-2011/729) verdi. Bakın bozma kararında ne denildi:
“Davacı karşı davalı kadın adına kayıtlı kooperatif payının satış tarihi ile (20 Kasım 1986’da) dava konusu 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin edinme tarihleri çakışmaktadır. Olağan hayat akışına ve Yargıtay’ın önceki uygulamalarına göre kadın adına kayıtlı kooperatif payının satışından elde edilen gelirin bir başka yere harcandığı ileri sürülüp kanıtlanamadığına göre aynı tarihlerde satın alınarak sonradan davalı-davacı koca adına tescil edilen bağımsız bölümlerin edinilmesinde katkıda bulunulduğunun kabülü gerekir.

SATIŞ BEDELLERİ BELİRNEREK, KATKI PAYI ÖDENMELİ

Ne var ki, davalı kadın tarafından üçüncü kişiye satılan kooperatif payının satış tarihindeki bedeli belirlenmemiştir. Mahkemece inşaat mühendisi ve emlak uzmanından oluşan bilirkişi kurulundan sözkonu dava dışı kooperatif payının satış tarihindeki inşaat seviyesi de gözönünde bulundurularak değerinin belirlenmesi, bundan sonra 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlere alım tarihi itibarıyla yapılan katkı oranının saptanması bulunan bu oranlar ile bağımsız bölümlerin dava tarihindeki değerleri çarpılarak davacı-karşı davalının katkı payı alacağı miktarının tespit edilmesi gerekirken bu hususun gözardı edilmesi doğru görülmemiştir. Kadının vekilinin temyiz itirazları bu bakımlardan yerinde gödrüldüğünden kabülüyle hükmün bozulmasına.”

MAHKEME DİRENDİ AMA KADIN KAZANDI

İzmir 4. Aile Mahkemesi 1 Mart 2012 tarihli kararıyla kadının katkı payı alacağı olmadığı şeklindeki ilk kararında direndi. Direnme kararında ise şöyle denildi:
“Dava konusu bağımsız bölümlerin koca tarafından satın alındığı tarihlerden altı ayı aşkın bir süre sonra davacı kadın tarafından kooperatif payının satıldığı ve bedel olarak 11 bin liranın alındığı anlaşılmaktadır. Paranın taksitlere harcandığı iddiasında da bulunulmamıştır. Bu konuda bir belge ve bilgi dosyada yoktur. Bu nedenle paranın 2 ve 18 numaralı bölümlerin alımına harcandığının kabulüne olanak bulunmamaktadır” denildi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 26 Haziran Çarşamba günü direnme kararını görüştü. Kurul, mahkemenin direnme kararını da bozdu. Kurul kararı ışığında kadının katkı payı alacağı da Yargıtay kararında belirlenen yöntemle mahkemece hesaplanacak.

MENFİ TESPİT VE İSTİRDAT DAVASI / TEMYİZ ETMEYEN LEHİNE BOZMA / KREDİ KARTI BORCUNUN TAKSİTLENDİRİLMESİ

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/13-56
K:2006/82
T:22.3.2006
MENFİ TESPİT VE İSTİRDAT DAVASI
TEMYİZ ETMEYEN LEHİNE BOZMA
KREDİ KARTI BORCUNUN TAKSİTLENDİRİLMESİ
4822 s. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK … [Geçici Madde 1]
5464 s. BANKA KARTLARI VE KREDİ KARTLARI KANUNU [Geçici Madde 4]
Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1. Tüketici Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.01.2004 gün ve 2003/396-2004/6 sayılı kararın incelenmesi davalı banka vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 29.09.2004 gün ve 2004/6029-13092 sayılı ilamı ile; ( …Davacı, kredi kartı borcu nedeniyle icra takibine maruz kaldığını ve ödemeler yaptığını 4822 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinden yararlanmak için başvuruda bulunduğunu, ödemelerinin fazla olduğunu ileri sürerek hesaplama ile ortaya çıkacak fazla ödemelerinin reeskont faizi ile iadesini istemiştir.
Davalı banka kredi kartı borcunu ödemeyen davacı hakkında icra takibine girişildiğini, 4822 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinden istifade etmek için başvurusu üzerine 4822 sayılı yasa ve bu yasaya ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanlığının tebliğ ve genelgesi doğrultusunda hazırlanan ödeme planının davacı tarafından da imzalandığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacının davalı bankaya 14.03.2003 tarihi itibariyle 1.856.583.000.-TL borçlu olmasına karşın 14.03.2003 tarihi öncesi 1.053.744.000.-TL 24.03.2003 tarihinde de 91.600.000.-TL olmak üzere toplam fazla ödediği 1.145.344.000. TL’nin dava tarihinden reeskont faiziyle birlikte davacıya iadesine, borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında olan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dava, davacının davalı bankadan aldığı kredi kartının kullanımından doğan borçlarını ödeyememesi nedeniyle aleyhine girişilen icra takibi üzerine yaptığı ödemelerin 4822 sayılı, Yasanın geçici 1. maddesine göre yapılacak hesaplama ile ortaya çıkacak miktardan fazlasının iadesi isteminden ibarettir.
4822 sayılı yasanın geçici 1. maddesi “Bu Kanunun yayımından önce borçlunun temerrüdü nedeniyle ödenmeyerek icra takibi aşamasına gelen veya icra takibine konu edilen kredi kartı borçları, temerrüt tarihindeki ana paraya, yıllık yüzde elliyi geçmemek üzere gecikme faizi uygulanmak suretiyle oniki eşit taksitte ödenir. Kredi kartı borçları nedeniyle gerçekleştirilen her türlü takip, yukarıda yer alan hükme göre ilk taksidin ödenmesiyle durur ve son taksidin ödenmesiyle birlikte tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar. Bu madde hükümleri, tüketicinin kredi verene, kanunun yayımı tarihinden itibaren otuz gün içinde yazılı müracaat etmesi halinde uygulanır.” Hükmünü içerir. Bu geçici maddeden faydalanabilmek için herşeyden önce borcun, kredi veren ile kredi kullanan tüketici arasında kredi kartı sözleşmesinin düzenlenmesi, bu sözleşmeye dayanılarak verilen kredi kartı ile kredi müşterisinin alışveriş yapması ve nakit para çekmesinden kaynaklanması gerekir. Ayrıca kredi kartını kullanan tüketicinin, bu yasanın yayımlanmasından önce temerrüde düşmesi, ödenmeyen kredi kartı borcu nedeniyle hakkında icra takibi aşamasına gelinmesi veya icra takibi yapılması ve yasanın yayımlanarak yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 30 gün içinde kredi kartı veren kuruluşa başvurusunun bulunması gerekir.
4822 sayılı yasanın geçici 1. maddesi, kredi kartı borçlarını yüksek faizler nedeniyle ödeyemeyen kredi kartı borçlularını bu zor durumlarından kurtarmak için borçların tasfiyesi ve ödenmesi amacı ile çıkarılmıştır. Çıkarılış amacına göre bir atıfet yasasıdır. Yasanın asıl amaç ve gayesi, kredi kartı borçlusu olan tüketicinin ödeyemediği borçlarının tasfiyesidir. Yasanın çıktığı tarihten önce borç ödenmiş ise veya yapılan ödemeler, bu yasanın öngördüğü şekilde hesaplandığında kredi kartı borçlusunun borcundan fazla ise, bu fazlalığın kredi veren bankadan tahsil edilmesi gayesi yasanın çıkarılış amacında olmadığı gibi, yasa metninde de fazla ödemelerin tahsili sonucunu doğuran bir ifade bulunmamaktadır. Öyle olunca yasa çıkmadan önce borç ödenmiş veya kredi borçlusunun yaptığı ödemeler yasaya göre hesaplanan borcundan fazla ise, kredi borçlusunun borçlu olmadığının tespitiyle yetinilip, fazla ödenen kısmın tahsil talebinin de reddine karar verilmelidir.
Mahkemenin benimseyip hükmüne esas aldığı bilirkişi, temerrüt tarihini, banka tarafından tüketiciye gönderilen son hesap özetinde belirtilen tarihi esas alarak ana parayı belirlemiştir. Oysa kredi kartı sözleşmelerinde dairemizin sapma göstermeyen uygulamasına göre borçlunun temerrüdü, banka tarafından akdi ilişkinin sona erdirilip, hesap kat edildikten sonra borçluya gönderilen ihtarnamenin tebliğinden veya ihtarnamede ödeme için süre verilmiş ise bu sürenin bitim tarihindeki tarihtir. Bu tarihteki ana paranın, asıl alacağı temerrüt tarihine kadar akdi faiz uygulanmak suretiyle belirlenmesi gerekir.
Davacının hamili bulunduğu kredi kartı borcunun hesap kat tarihinde 1.161.904.204. TL olduğu hesap kat ihtarının davacıya 29.03.2001 tarihinde tebliğ edilip 24 saat süre verildiğine göre borçlunun 31.03.2001 tarihinde temerrüde düştüğü dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Mahkemece kart borcunun 31.03.2001 temerrüt tarihinden davacının başvurusu 21.03.2003 tarihine kadar geçecek süreye 4822 sayılı Kanununun geçici 1. maddesi gereğince % 50 faiz uygulanması ve başvuru tarihindeki ödenmesi gereken miktarın belirlenmesi, bu dönem içerisindeki ödemelerde BK’nın 84. maddesinin de hesaplamada değerlendirmeye alınması gerekir. İşte bundan sonra davalı tarafından yapılan icra takip, harç ve giderleriyle buna ilişkin vekalet ücreti Bank Sigorta Muamele Vergisi ilave edildikten sonra bulunacak borç miktarı varsa, bu miktarın 12’ye bölünerek aylık ödeme tutarlarının belirlenmesi yoluna gidilmesi, şayet yasa çıkmadan önce yukarıdaki açıklamalara göre belirlenen borç ödenmiş veya kredi borçlarının yaptığı ödemeler yasaya göre hesaplanan borcundan fazla ise kredi kartı borçlusunun borçlu olmadığının tespitiyle yetinilip, fazla ödenen kısmın tahsil talebenin de reddine karar verilmesi gerekirken Dairemizin uygulamalarına uygun olmayan bilirkişi raporuna itibar edilerek yazılı şekilde karar oluşturması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da Değişiklik Yapılmasına Dair 4822 sayılı Kanun’un Geçici 1. maddesi çerçevesinde yapılan başvuru sonucunda, davalı Banka tarafından hesaplanan borç miktarının fahiş ve Kanuna aykırı olduğu, icra yoluyla fazla para tahsil edildiği iddiasına dayalı, menfi tespit ve istirdat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, taraflar arasında akdedilen kredi kartı üyelik sözleşmesi gereğince davacıya verilen 4793 2303 3535 4011 nolu kredi kartı harcamasından kaynaklanan borcun ödenememesi sebebiyle davalı banka tarafından Ankara 25. İcra Müdürlüğünün 2001/13500 sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığını, 4822 sayılı yasanın geçici 1. maddesi gereğince bankaya 21.03.2003 tarihinde başvuruda bulunduğunu, banka avukatının bu başvuruyu ancak bankaya taahhütname imzaladığı takdirde kabul edeceğini bildirmesi üzerine bu taahhütnameyi imzaladığını ve avukatın 94.000.000 TL borç çıkarttığını, bankanın hakkında 12.10.2001 tarihinde 1.859.695.901 TL asıl alacak üzerinden icra takibi başlatıp, 24.12.2002 tarihinde borcunu 2.974.590.000 TL’ye çıkardığını, sonradan eklenen meblağ ile birlikte 3.001.809.914 TL’yi yaklaşık 13 taksitte maaşından kesilerek ödediğini, icra müdürlüğü belgelerinde toplama hataları olduğunu, 13.12.2002 tarihinde borç bitti derken banka avukatının 16.12.2002 tarihinde aynı borçla ilgili hesap yaparak yeni bir talimat açtırdığını, bu hesaplama ile bankanın kendisini 3.309.374.086 TL daha borçlu çıkartmış, maaşından icra kesintilerinin devamını istediğini, başka bankanın haczi sıradayken alacaklı bankanın 17.02.2003 tarihinde yeniden talepte bulunduğunu, kendisinin 21.03.2003 tarihinde yasadan yararlanma başvurusunda bulunmasına rağmen, kendisini protokol yapmaya zorlayan banka avukatının borcunu 20.04.2003 tarihinde ödemesi kaydıyla 94.000.000 TL olarak belirlerken bunu yasa gereği 12 takside bölmeyip tümünü kendisinden istemekte iken başvurusundan 4 gün sonra 25.03.2003 tarihinde Ankara 27. İcra Müdürlüğünden 91.600.000 TL’yi icra yoluyla alarak, maaş ve alacaklarından haczin fekki için Kırıkkale 2. İcra Müdürlüğüne talimat yazılmasını istediğini, bu kadar borcu olmadığını, bankaya başvurmasına rağmen kendisinden kanuna aykırı ve fazla para alındığını, ifadeyle, icra dosyasının celp edilerek incelenmesini ve ödemelerinin fazla çıkması halinde borçlu olmadığının tespit ile reeskont faizi ile tarafına iade edilmesini, istemiştir.
Davalı T.G. Bankası A.Ş. vekili, davacıya kredi kartı kullandırıldığını, borcunu ödememesi üzerine Ankara 25. İcra Müdürlüğünün 2001/13500 sayılı dosyasında yasal takip yaptıklarını, 4822 sayılı yasa ile 4077 sayılı yasaya eklenen geçici 1. maddesi gereğince davacının yaptığı 21.03.2003 tarihli başvuru üzerine aynı tarihli ödeme planının çıkarılarak borçlu tarafından da bu ödeme planının imzalandığını, ödeme planında yasaya ve genelgelere uygun olarak alacağın tespit edildiği ve 12 eşit takside bölünerek davacıya bildirildiğini, ifadeyle, davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece verilen; “Borçlar Kanunu’nun 101. maddesi ile 4822 S.K.’nın Geçici 1. maddesinin uygulanmasına yönelik olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca yayımlanan 2003/2 ve 2003/3 nolu Genelgelerdeki açık hükümler ve ayrıca, davalı Banka tarafından tüketiciye her ay gönderilen hesap ekstresinde bir sonraki ayın hesap kesim tarihinin bildirilmiş olması karşısında, davacı tüketicinin ayrıca ihtara gerek olmaksızın, ekstredeki son ödeme tarihinde temerrüde düştüğünün kabulü gerekeceği; somut olayda, davacının davalı bankaya ait bir adet kredi kartı aldığı ve kullandığı; aylık bildirim cetveline göre davacının temerrüt tarihinin 19.12.2000 olarak tespit edildiği; süresi içinde 21.3.2003 tarihli ihtarnamesi ile hakkında geçici 1. maddenin uygulanmasını talep ettiği, banka tarafından davacıya 24.4.2003-20.3.2004 tarihleri arasında aylık 94.000.000 TL ödeme yapması konusunda ödeme planı gönderildiği, bakanlık genelgesine göre yapılan hesaplama neticesinde 14.03.2003 tarihinden önceki ödemeleri de düşülmek suretiyle davacının 1.856.583.000 TL borçlu olduğu ve aylık 154.715.250 TL ödemesi gerektiğinin tespit edildiği ve yine davacının 19.2.2002-22.11.2002 tarihleri arasında toplam maaşlarından haciz yapılmak suretiyle 2.910.326.914 TL ödeme yaptığı bu itibarla 1.053.744.000 TL fazla ödemesinin olduğu 24.03.2003 tarihinde yine davacının maaşından 91.600.000 TL kesildiğinin tespit edildiği; Genel toplam olarak davacının 1.145.344.000 TL alacaklı duruma geçtiği ancak bilirkişi raporunda 14.03.2003 tarihinden sonra 24.03.2003 tarihinde maaşından kesilen 91.600.000 TL’nin alacağa dahil edilmediğinin belirtildiği; davacının ödemelerin fazla çıkması halinde tarafına iadesini ve reeskont faiz uygulanmasını talep ettiği “gerekçesine dayalı;”davanın kabulüne, Davacının davalı bankaya 14.03.2003 tarihi itibariyle 1.856.583.000 TL borçlu olduğunun tespitine ancak bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere rapor tanzim tarihine kadar 14.03.2003 tarihinden önce 1.053.744.000 TL fazla ödemesi olduğu ve 24.03.2003 tarihinde de 91.600.000 TL haciz yapılmak suretiyle ödemesinin mevcut olduğu bu itibarla toplam 1.145.344.000 TL fazla ödediği anlaşıldığından bu miktarın dava tarihinden itibaren reeskont ( avans ) faiziyle birlikte davacıya iadesine ve davacının borçlu olmadığının tespitine”” dair karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel Mahkeme önceki gerekçesini genişleterek direnme kararı vermiş; direnme kararını davalı banka vekili temyiz etmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, temerrüt tarihinin ve borç miktarının ne şekilde belirlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın üzerinde toplandığı bu yön itibariyle, öncelikle şu hususun belirtilmesinde yarar görülmüştür:
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’ a 4822 Sayılı Kanun ile eklenen ve 14.03.2003 günü yürürlüğe giren Geçici 1. Madde çerçevesinde, kredi kartı sahiplerince yapılan başvurular sonucunda Bankalarca düzenlenen ödeme planlarındaki hesaplamanın yanlış ve dolayısıyla çıkarılan toplam borcun fahiş olduğu iddiasıyla ve borç miktarının mahkemece belirlenmesi istemiyle kredi kartı sahiplerince açılan davalarda; eğer Bankaca daha önce hesap kat edilip, kredi kartı sahibine kat ihtarı ve hesap özeti gönderilmek suretiyle borcun ödenmesi istenilmiş ise, temerrüt tarihinin, gönderilen hesap kat ihtarında verilen ödeme süresi gözetilmek suretiyle belirlenmesi gerektiği, 13. Hukuk Dairesinin kararlılık kazanmış içtihatlarıyla kabul edilmiş; bu uygulamanın hukuka uygun bulunduğu, çok sayıdaki direnme kararının temyiz incelemesi sonucunda Hukuk Genel Kurulunca da kabul edilmiştir.
Ne var ki, gerek Yerel Mahkemenin direnme kararından ve gerekse Özel Daire’ nin bozma ilamından sonra, 01.03.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun geçici 4. maddesinde, aynen,
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle, kendisine dönem sonu borcunun ödenmesi için ihtar çekilmiş veya haklarında icra takibi başlatılmış ya da 31.01.2006 tarihine kadar temerrüde düşmüş olan kredi kartı borçluları, altmış gün içerisinde ilgili kredi kartı veren kuruluşa veya avukatına yazılı olarak, güncel tebligat adresi de belirtmek suretiyle müracaat ederek, borçlarını taksitle ödemek istediklerini beyan etmeleri halinde, düzenlenecek ödeme planını imzalamaları ve ilk taksiti de peşin ödemeleri şartıyla kendisine bildirilen son dönem borcu tamamen tahsil edilinceye kadar yıllık % 18 faiz oranı üzerinden hesaplanacak borç tutarını; icra takibine konu olmuş ise takip, dava masraf ve harçları, vekalet ücreti ile birlikte onsekiz eşit taksitte ödeme hakkına sahip olurlar.
Temerrüt tarihindeki ana para borcu kart çıkaran kuruluş tarafından kart hamiline o tarihte gönderilen son dönem borcunda belirtilen toplam borç tutarıdır.
Kredi kartı borçlusunun bu maddenin birinci fıkrasına uygun olarak alacaklıya müracaat etmesi ve yapılan ödeme planı doğrultusunda taksit tutarlarını ödemesi şartıyla, halihazırda yapılmış işlemler baki kalmak kaydıyla icra işlemleri durur, İcra ve İflas Kanununda belirtilen süreler işlemez.
Kredi kartı borçlusu bu ödeme planına karşı ancak, plan doğrultusunda ödeme yapmak ve ödemelere devam etmek koşulu ile itiraz yoluna başvurabilir.
İşbu geçici madde kapsamında yeniden yapılandırılan borçlarda, borçlunun yapılandırma öncesi dönemde borca vaki itirazları ortadan kalkar. Ödeme planı uyarınca son taksitin de vadesinde ödenmesi üzerine icra takibi sona erer.
Taksitlerden herhangi birinin vadesinde ödenmemesi halinde bu madde ile sağlanan haklar ortadan kalkar ve bu Kanunun 26. maddesinde belirtilen gecikme faizi üzerinden mevcut icra takip işlemlerine devam edilir.
İşbu geçici madde Kanunun yürürlüğe giriş tarihinden önce yapılmış ödemeleri geri isteme hakkı vermez.”
Şeklinde hüküm getirilmiştir.
Bu düzenlemenin, aynı konuda daha önce yürürlüğe konulmuş olan 4822 S.K. hükümlerine oranla, tüketici açısından daha da lehe olan bir nitelik taşıdığı açıktır.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, bu hükmün eldeki davada da uygulanıp, uygulanamayacağı değerlendirilmiş ve şu sonuca varılmıştır:
5464 S.K.’nın metni yukarıya aynen alınmış olan Geçici 4. Maddesinde, “…Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle, kendisine dönem sonu borcunun ödenmesi için ihtar çekilmiş veya haklarında icra takibi başlatılmış ya da 31.01.2006 tarihine kadar temerrüde düşmüş olan kredi kartı borçluları…”ibaresine yer verilmesiyle yetinilmiş, daha önce 4822 S.K. çerçevesinde bankalara başvuran kredi kartı sahiplerinin bu kapsam dışında bulunduklarına ilişkin herhangi bir ifade kullanılmamıştır.
Öte yandan, adından ve içeriğinden açıkça anlaşılacağı üzere, 4077 S.K.’nın öncelikli amacı, tüketicinin korunmasıdır. Dolayısıyla, tersini öngören açık bir hüküm bulunmadığı sürece, anılan Kanunun tüm hükümlerinin tüketici lehine yorumlanması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Hukuk Genel Kurulu’nda bu yön üzerinde yapılan görüşme sonucunda; 5464 S.K.’nın Geçici 4. maddesindeki düzenlemenin, maddenin birinci fıkrasında belirtilen durumdaki tüm kredi kartı sahiplerini kapsayan bir içerik taşıdığı, eldeki davanın davacısı durumundaki kredi kartı sahibinin de, birinci fıkra kapsamında bulunduğu, dolayısıyla, maddede öngörülen haklardan yararlanmak üzere başvuru yapmasına hukuken herhangi bir engelin bulunmadığı, oybirliğiyle benimsenmiştir.
Bu benimsemeye bağlı olarak; davaya konu uyuşmazlığın, gerek Özel Dairenin bozma kararından ve gerekse Yerel Mahkemenin direnme hükmünden daha sonra yürürlüğe girmiş olan 5464 S.K.’nın Geçici 4. maddesindeki düzenleme çerçevesinde Yerel Mahkemece yeniden ve ayrıca değerlendirilmesi; bu meyanda, davacının 5464 S.K.’nın Geçici 4. maddesi uyarınca, borcunun yeniden yapılandırılması istemiyle yasal 60 günlük süre içerisinde davalı Bankaya veya avukatına bir başvuruda bulunmuş olup olmadığının araştırılması; bu araştırma sonucunda davacının yasal süre içerisinde başvuruda bulunmadığının saptanması durumunda, uyuşmazlığın şimdiki gibi 4822 S.K. çerçevesinde ve ancak Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamında açıklanan esaslara uygun şekilde çözülmesi; başvurunun varlığı saptandığı takdirde ise, durumun 5464 S.K.’nın Geçici 4. maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir.
Direnme kararı, açıklanan bu nedenle bozulmalıdır.
Son olarak, belirtilmelidir ki; somut olayın açıklanan bu özelliği karşısında, direnme kararının davalı Banka tarafından temyiz edilmiş ve davacı kredi kartı sahibinin temyiz yoluna başvurmamış olması, Hukuk Genel Kurulu’nun, sonradan yürürlüğe giren 5464 S.K. kapsamda bir değerlendirme yapmasına usulen engel değildir. Başka bir ifadeyle, temyiz edenin sıfatı, böylesi bir bozma kararının verilebilmesine usulen engel oluşturmamaktadır.
Bozmanın içerik ve kapsamı itibariyle, davalı Banka vekilinin temyiz itirazları incelenmemiştir.
SONUÇ : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’ nın 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 22.03.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

İTİRAZIN İPTALİ DAVASI / BORÇLU LEHİNE HÜKMEDİLECEK TAZMİNATIN KOŞULLARI

T.C.
YARGITAY
Onüçüncü Hukuk Dairesi
E: 2006/8001
K: 2006/10277
T: 21.6.2006
İTİRAZIN İPTALİ DAVASI
BORÇLU LEHİNE HÜKMEDİLECEK TAZMİNATIN KOŞULLARI

2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 67]

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı, davalının ödemediği su borcu için başlattığı icra takibine itiraz ettiğini bildirip, davalının takibe itirazının iptali ile % 40 icra inkar tazminatı istemiştir.
Davalı davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece davacının davasının reddine. Asıl alacak üzerinden % 40 kötü niyet tazminatının davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- İİK. ‘in 67. maddesi uyarınca açılan itirazın iptali davasının reddi halinde, talep eden borçlu lehine tazminata hüküm verilebilmesi için, icra takibinin haksızlığı yanında alacaklının ayrıca kötü niyetli olduğunun da sübuta ermiş olması zorunludur. Davacının davalı aleyhine yaptığı icra takibinde kötü niyetli olduğu sübuta ermemiştir. Alacaklının alacağını kanıtlayamamış olması kötü niyetin varlığı için yeterli kabul edilemez. O nedenle Mahkemece yasal koşulları gerçekleşmediği halde, yazılı gerekçe ile davacının % 40 kötü niyet tazminatına mahkum edilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozma nedenidir. Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması HUMK’un 436/7. maddesi hüküm gereğidir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte belirtilen nedenle davacının diğer temyiz itirazlarının reddine. 2. bentte belirtilen nedenle temyiz oluna kararın ( 1 ) nolu bendin 4. satırında yapılan yargılama sözcüklerinden sonraki cümle ve sözcüklerin çıkartılarak yerine “yasal koşulları oluşmadığından icra inkar tazminatı talebinin reddine”cümlesinin yazılmasına, mahkeme kararının düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 21.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.