Etiket arşivi: MAHKEMESİNİN

LEHE KANUN UYGULAMASI / ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI

T.C.
YARGITAY
Beşinci Ceza Dairesi
E: 2006/6017
K: 2006/5694
T: 19.06.2006
LEHE KANUN UYGULAMASI
ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI
Özet: Mağdureden beş yaştan daha büyük olan sanığın, rızasıyla cinsi münasebette bulunma eyleminden, hüküm tari­hinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Yasa’nın 104/2. maddesine uyan suçu oluşturmasına rağmen, fazla ceza öngördüğü için, daha lehe olan 765 sayılı Yasa’nın 416/3, 80, 418/2 ve 59. maddelerine göre cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.2006 tarihinde ya­yımlanarak yürürlüğe giren 23.11.2005 gün ve 2005/103 Esas, 2005/89 Karar sayılı kararıyla; 5237 sayılı Yasa’nın 104. maddesinin ikinci fıkrası iptal edilmiştir. Bunun sonucunda, fiilin birinci fıkraya uyan takibi şikâyete bağlı suça dönüştüğü ve bunun 5237 sayılı Yasa’nın 73/son maddesi gereğince uzlaş­maya tabi olduğu, uzlaşmanın kovuşturma şartı olduğu nazara alınarak CMK’nın 253 ve 254. maddelerine göre uzlaşma giri­şiminde bulunulması ve sonucuna göre sanığın hukuki duru­munun mahkemesince yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 73]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 104]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 253]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 254]
Reşit olmayan mağdureyle rızasıyla cinsi münasebette bulunma suçundan sanık Fazlı’nın bozma üzerine yapılan yargılanması sonunda; mahkumiyetine dair (Konya İkinci Asliye Ceza Mahkemesi)’nden verilen 23.09.2005 gün ve 2005/573 Esas, 2005/1098 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle ince­lenerek gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mah­kemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
5252 sayılı Yasa’nın 9/3 ve CMK’nın 34 ve 230. maddeleri uyarınca lehe olan hükmün önceki ve sonraki kanunların bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçlarının birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi ve her iki kanunla ilgili uygulamanın gerekçeleriyle birlikte denetime olanak verecek şekilde kararda gösterilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Mağdureden beş yaştan daha büyük olan sanığın rızasıyla cinsi münasebette bulunma eyleminin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Yasa’nın 104/2. maddesine uyan suçu oluşturduğu ve fazla ceza öngördüğü için daha lehe olan 765 sayılı Yasa’nın 416/3, 80, 418/2 ve 59. maddelerine göre cezalandırılmasına karar verilmiş ise de, Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.2006 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 23.11.2005 gün ve 2005/103 Esas, 2005/89 Karar sayılı kararıyla 104. maddenin ikinci fıkrasının iptal edildiği ve bunun sonucunda fiilin birinci fıkraya uyan takibi şikayete bağlı suça dönüştüğü ve bunun 5237 sayılı Yasa’nın 73/son maddesi gereğince uzlaşmaya tabi olduğu, uzlaşmanın kovuşturma şartı olduğu nazara alınarak, CMK’nın 253 ve 254. maddelerine göre uzlaşma girişiminde bulu­nulması sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), 19.06.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN GÖREVİ / GÖREVİN BAŞLANGICI / DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN KURULMASINDAN ÖNCE MEYDANA GELEN OLAY

T.C.

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/11-58
K: 2005/228
T: 19.4.2006
DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN GÖREVİ
GÖREVİN BAŞLANGICI
DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN KURULMASINDAN ÖNCE MEYDANA GELEN OLAY
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 4]
Taraflar arasındaki “Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.9.2004 gün ve 1130-991 sayılı kararın incelenmesi davalı banka HSHN.Bank vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 14.4.2005 gün ve 12937-3696 sayılı ilamı ile, ( …Davacılar vekili, K. Denizcilik Şirketler Grubuna ait müvekkilleri ile davalı Alman bankasının selefi arasında değişik tarihlerde davacı şirketlere ait birer gemi için ipotek sözleşmesi imzalandığını, gemilerin faaliyetinden sağlanan navlun gelirleriyle yapılan ödemelerde borcun ödendiğini ve gemilerden birisinin kısmi bakiye borcu muaccel hale gelmediği halde davalı tarafından değişik yabancı ülkelerde bu gemilerin haksız biçimde seferden alınarak tutuklandığını, Çin’deki geminin ise satış kararı alındığını, asıl kredi veren ve ipotek lehdarı olan HLbank’ın başka bir banka ile birleşerek HSHN.bank AG’ye dönüştüğünü, HSH AG’nin ipotek hakkına sahip olmadığını, buna karşın müvekkillerinin ödeme girişim ve önerilerini reddederek haksız ve zararlandırıcı işlemlere yöneldiğini müvekkilince 2001 yılından bu, yana ( 26.616,287,87 ) USD ödeme yapıldığını, yabancı ülke limanlarında bağlı tutulan gemilerin değerinin bakiye borcun çok üzerinde bulunduğunu, konusuz kalan ipoteğe dayanılarak temerrüt dahi oluşmadan gemilerin çok düşük bedelle satılmaya çalışıldığını, bu gerçekleşirse iyiniyetli alıcıların da mağdur olacağını, davalı HSHN Bank’ın TTK’nın 92/3 maddesine uygun temlik ve tescil işlemi yapmadığını, sözleşmenin 12. maddesiyle öngörülen temerrüt sonrası iki haftalık ihbar süresinin tanınmadığını, esasen müvekkillerinin temerrüde düşürülmediğini, ipotek anlaşmalarında Türk hukuku yetkili kılındığı halde davalının yetkisiz yabancı mahkemelerde o ülkeler hukukuna göre gemilerin satışını istediğini, TTK’nın 866. maddesiyle Türk gemi siciline kayıtlı gemilerin mülkiyetinin edinilmesi ve kaybının Türk kanunlarına tabi olduğunu, aynı yasanın 892. maddesine göre yola çıkmaya hazır geminin cebri icra yolu ile satılamayacağını ve ihtiyaten haczedilemeyeceğini, davalının haksız eylemleri sonucu gemilerin çalışmamasından dolayı zarara uğranıldığını, müşteriler ( kiracılar ) ve onların da sorumlu olduğu yük sahiplerinin gemilerin yükümlülüklerini yerine getirememesinden, gemilerin bağlı kıldığı liman ve tutuklamalara ilişkin masraflardan, yapılan yargılama masraflarından, yakıt, kumanya ve personel giderlerinden, düşen iş bağlantılarından ve kaybolan ticari itibardan doğan zararlardan davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek, şimdilik ( 50 ) milyar TL tazminatın reeskont faiziyle davalıdan tahsilini, gemiler hakkındaki seferden men kararlarının tedbiren kaldırılmasını, birleştirilen davada ise-gemilerin yurt dışında gerçek değerlerinin çok altında bir fiyatla satıldığını, bunun asıl.-davaya konu zarar kalemlerine ek yeni bir zarar kalemi oluşturduğunu ileri sürerek, tüm zararlar için şimdilik ( 50.000 ) USD’nin 15.09.2003 tarihinden itibaren faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, 24.08.2004 tarihi dilekçeyle de asıl davadaki istem ( 7,272,947,89S.07i ) TL’ye birleştirilen davadaki istem ( 59.627,195,61 ) USD’ye çıkarılmıştır.Davalı vekili, kredi sözleşmeleri uyarınca Hamburg Mahkemelerinin yetkili olduğunu gemilerin yabancı ülkelerde satılması ve davacı şirketlerle ilgili yargılamalara katılıp savunma haklarının kullanıldığını, aynı konuda 6, Ticaret Mahkemesinde derdest dava bulunduğunu ve bu dava sonucunun beklenmesi gerektiğini, kendi edimini yerine getirmeyen davacı tarafın kusurlu olduğunu, bankanın kredi güvencesi gemileri hukuki yollardan satarak alacağını tahsil ettiğini, davacının zararının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, sunulan kanıtlara ve bilirkişiler kurulu raporuna dayanılarak, davacılar ile dava dişi H.L.bank G. arasındaki kredi ilişkisine bağlı olarak düzenlenen ipotek sözleşmelerinin 17/ a maddesiyle ipotek senetlerinin T.C. yasalarına göre yorumlanacağı ve yürütüleceğinin hükme bağlandığı, bundan dolayı Türk gemisi siciline kayıtlı davacı şirketlere ait gemilerle ilgili olarak T.C. kanunlarının uygulanacağı, yabancı ülke mahkemelerinin kararı ile bir geminin satılıp malik değiştirmesi, Türk gemi siciline kayıtlı bulunan gemi sicilden kaydı terkin olunmadıkça hukuki statüsünde bir değişikliğe doğrudan neden olamayacağı, İpotek sözleşmelerinin dava dışı H.L. bank lehine olup gemi sicilinde de ipotek tescilinin bu banka adına yapıldığı, TTK’nın 921/3. maddesi uyarınca alacağın temlikinin yazılı şekilde ve gemi siciline tescil ile olacağı bu tescil zorunluluğunun açıklayıcı değil kurucu işlevi olduğu, tescil edilmedikçe alacağın temlikinin geçerli olmadığı, bu nedenle davalı HSH N. bank. G’nin geçerlilik kazanmayan ipotek hakkına dayanarak gemilerin satışını İsteyemeyeceği, buna rağmen davacılara ait gemilerin davalı tarafından yabancı ülke limanlarında değişik tarihlerde seferden men ettirilip daha sonra sattırıldığı, haksız eylem niteliğindeki bu işlemlerden doğan zararının tazmini hakkının doğduğu, davalı bankaca kredi alacağının ödenmediği iddiası ile davacı borçluların temerrüde düşürülmesi gerekirken bu yol izlenmeksizin gemiler tutuklandıktan sonra ihtarnameler gönderildiği, davalının uyguladığı yol ve yöntemlerin Türk hukukuna aykırı olduğu, davalı ile ipotek alacaklısı dava dışı L. bank arasındaki iç İlişkilerinin davacıları ilgilendirmeyeceği ve talep hakkının L.bank’a alt olduğu, davalının yurt dışında gerçekleştirdiği satışların, Türk hukukuna tabi ipotek sözleşmesine aykırı olduğundan gerçekleşen zarardan davalı bankanın sorumlu olduğu, bilirkişiler kurulu raporuna yönelik davalı itirazlarının yerinde olmadığı gerekçesiyle, asıl ve birleştirilen davaların kabulüne, her bir davacı yönünden gerçekleşen somut zarar tutarının ıslah tarihinden itibaren temerrüt faiziyle davalıdan alınarak ilgili davacıya verilmesine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
28.04.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5136 Sayılı Kanun ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4. maddesine eklenen fıkra uyarınca “iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca, bu Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzeri Denizcilik İhtisas Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir, “değinilen Yasa işe ihtar edilen bu düzenleme doğrultusunda 19.07.2004 tarihli Olurla İstanbul’da kurulan Denizcilik İhtisas Mahkemesi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile faaliyete geçirilmiş olup, yargı alanı İstanbul ili mülki sınırları olarak belirlenmiştir.
Davaya konu uyuşmazlık ise, davacı şirketler ile davalı bankanın selefi Alman bankası arasında aktedilen kredi sözleşmelerinden doğan banka alacağına teminat oluşturmak üzere kullandırılan kredilerle alınmış olan-gemiler üzerinde banka lehine tesis edilen ipotek sözleşmelerine ve ipotek sözleşmelerinin 17/ a maddesi hükmü ite tabi kılındığı Türkiye Cumhuriyetinin yürürlükteki maddi hukuk normlarına aykırı olarak gemilerin “dört ayrı yabancı ülkede peşpeşe önce seferden men ettirilip, daha sonra sattırılarak davacıların zararına yol açıldığı iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Birden fazla sözleşme tipi ve hukuki ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlığın, asal- unsuru ve temel düğüm noktası, gemi ipotek sözleşmelerinin yorumu ve ipotek alacaklısı dava dışı bankanın bir başka banka ile birleşmesiyle ortaya çıkan davalı HSHN Bank AG’nin, ipotek alacaklısı sıfatını iktisap edip etmediği, dayalının selefi olan banka adına davacılara ait gemilerin bulunduğu yabancı ülkelerdeki işlem ve girişimlerin ipotek sözleşmelerinin, yorumunda ve yürütülmesinde esas alınması gereken T.C. yasalarına uygun olup olmadığında toplanmaktadır.
Biran için, ipotek sözleşmelerinin varlık nedeninin kredi sözleşmelerinden doğan banka alacağının teminatı fonksiyonu olması nedeniyle ipotek sözleşmeleri ile ilgili işlemlerin kredi sözleşmesine tabi olmasından hareketle uyuşmazlığın kredi sözleşmeleri hükümlerine göre çözümü gerektiği düşünülebilir ise de, tazmini istenilen zararın ilişkilendirildiği banka girişimlerinin doğrudan gemi ipotek alacaklılığı sıfatına dayandırılmasından dolayı tazminat isteme koşullarının da gemi ipoteğine ilişkin hükümler ışığında değerlendirilmesinin zorunlu olduğu açıktır.
Taraflar arasındaki gemi ipotek sözleşmelerinin yorumu ve serasının tabi kılındığı ülkemiz maddi hukuk normlarının varlık kazandığı yasal düzenlemeler, 6752 Sayılı TTK’nın “Deniz Ticareti” başlıklı dördüncü kitap kapsamındaki 893 ve onu izleyen maddelerde yeralmaktadır. O halde, böyle bir uyuşmazlığın çözümüne dönük davanın görülüp sonuçlandırılacağı yargı merci, hükmün verildiği 13.09.2004 tarihinden önce kurularak faaliyete geçen İstanbul/Denizcilik ihtisas Mahkemesi olmalıdır. Bu nedenle, davalı taraf vekillerinin temyiz itirazlarının öncelikle bu yön bakımından kabulü ile kararın görev noktasından bozulması gerekmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl ve birleşen davalar, tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar K. Denizcilik İşi. San, ve Tic. AŞ. B. Denizcilik Nak, ve Tic. Ltd. Şti. E. Petrol Akaryakıt Tic, ve Nak, AŞ ve O. Denizcilik AŞ vekili 15.09.2003 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili şirketlerin satın aldıkları gemilerin finansmanını sağlamak amacıyla, davalı Bankanın selefi olan HLG ( banka ) ile müvekkillerinin çeşitli tarihlerde akdettikleri kredi sözleşmelerinin teminatım teşkil etmek üzere, bu gemilerin üzerine anılan banka lehine ipotek tesis edildiğini; BK ve A gemilerinin kredi borcunun tamamının ödendiğini ve diğer gemilerin bakiye kredi borçlan muaccel 0lmadığı halde bu gemilerin davalı HSH Nordbank AG tarafından yabancı ülke limanlarında seferden men ettirilerek tutuklandığını. HS gemisinin açık artırma ile satılmasına karar verildiğini;asıl kredi alacaklısı ve ipotek lehten olan HLG’nin başka bir banka ile birleşmesi sonucu oluşan davalı HSH Nordbank AG’nin ipotek alacaklısı sıfatının bulunmadığını, dolayısıyla yabancı ülkelerde yaptığı işlem ve girişimlerin haksız ve hukuka aykırı olduğunu; üçüncü kişi konumunda bulunan davalı HSH Nordbank AG’nin. TTK’nın 921/3 maddesi uyarınca alacağı yazılı şekilde temlik almadan ve gemi siciline tescil şartı gerçekleşmeden hukuki işlemleri başlatıp halen devam ettiğini; ipotek sözleşmelerine göre Türk hukuku yetkili kılındığı halde yetkisiz yabancı ülkelerde işlemlere girişildiğini, borcun ödenmesine ilişkin haklarının kasıtlı şekilde davalı tarafından imkansız hale getirildiğini ileri sürerek; davalının haksız eylemleri neticesinde meydana gelen, gemilerin çalışmamasından kaynaklanan zararlar, üçüncü şahısların mağduriyeti nedeni ile oluşan zararlar, gemilerin bağlı kaldığı limanlara ödenen paralar ve tutuklamaya ilişkin zararlar, yabancı ülkelerde ödedikleri mahkeme ve avukatlık giderleriyle diğer masraflar, vakit, kumanya ve personel giderleri, düşmüş iş bağlantılarından ve kaybolan ticari itibar nedeniyle uğradıklar;zararlar olmak üzere; her türlü talep ve fazlaya ilişkin tahsil hakları sakil kalmak şartıyla şimdilik 50.000.000.000 ( Elli milyar ) TL tazminatın reeskont ve ticari faizi ile birlikte hüküm altına alınmasını ve gemiler hakkındaki seferden men kararlarının kaldırılmasına karar, verilmesini talep ve dava etmiştir.
Birleştirilen davada ise;davalı şirketler ile dava dışı HLG arasında düzenlenen sözleşmeler çerçevesinde verilen kredilerle bir talepte bulunamayacağım, ortada muaccel bir borç ve temerrüt bulunmadığımı davalının sözde alacağını tahsil etme girişimleri altında müvekkillerine telafi edilemez zararlar verdiğini İleri sürerek, asıl davadaki zarar kalemlerine ek olarak gemilerin piyasa değerinin çok altında satışı nedeniyle uğranılan tüm zararlardan dolayı fazlaya ilişkin dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000 UŞD zararın tazminini talep etmiş;15.09.2003 tarihli ıslah dilekçesiyle de, asıl davadaki talep 7.272.947.899.071 TL’ye, birleşen davadaki talep 59.627.195,61 USD’ ye çıkarılmıştır.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; taraflar arasında akdedilen kredi mukaveleleri uyarınca Hamburg Mahkemelerinin yetkili olduğunu; davacı Şirketlerin satın aldığı gemilerin finansmanı amacıyla müvekkili bankadan kullandıkları kredileri geri ödemediklerini, bu nedenle müvekkili Bankanın dünyanın çeşitli mahkemelerinde açtığı davalar sonucunda, kredi güvencesi gemileri sattırarak, alacağı tahsil ettiğini; kendi edimini yerine getirmeyen davacı Şirketlerin zararının bulunmadığı savunarak, davanın reddine- karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemenin, bu iki davayı birleştirmek ve bilirkişi raporunu benimsemek suretiyle “asıl ve birleştirilen davaların kabulüne” dair verdiği karar, davalı vekillerinin temyizi üzerine yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Mahkemece “dava konusu uyuşmazlığın, temel ilişki olan kredi sözleşmesinden kaynaklandığı ve davacıların gemilerinin kanuna aykırı” bir şekilde davalı Banka tarafından satılmasından doğan haksız fiil sonucu meydana gelen zararın tazminine ilişkin bulunduğu, bu itibarla davaya bakma görevinin İstanbul/Denizcilik ihtisas Mahkemesine ait olmadığı” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı Şirketler ile, davalının selefi HLG. ( Banka ) arasında kredi sözleşmeleri imzalandığı. 24.05.1995 tarihinde davacı K. Denizcilik İşi. San, ve Tic. AŞ. tarafından M/V EK gemisinin. 01.03.1996 tarihinde davacı B.Denizcilik Nak, ve Tic. Ltd. Şti tarafından BK gemisinin. 08.04.1996 tarihinde davacı E. Petrol Akaryakıt Tic, ve Nak. AŞ tarafından M/VHS. Gemisinin, 27.09.1995 tarihinde davacı O. Denizcilik AŞ tarafından M/VA.Bey gemisinin satın alındığı ve kredilerin teminatını teşkil etmek üzere HLG. yararına bu gemiler üzerinde ipotek tesis edildiği; davalı Bankanın davacılara ait gemilerin bulunduğu yabancı ülkelerdeki işlem ve girişimleri nedeniyle 15.09.2003 ve 03.05.2004 tarihlerinde Asliye Ticaret Mahkemesinde, asıl ve birleşen davaların açıldığı anlaşılmaktadır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davanın. Asliye Ticaret Mahkemesinde mi yoksa dava tarihinden sonra kurulup faaliyete geçirilen İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesinde mi görülüp sonuçlandırılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında düzenlenen Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde hazırlanan ulusal programın “Siyasi Kriterler” başlığı altında. “yargı” alanında “Deniz ihtisas Mahkemeleri”nin kurulmasına yer verilmiş ve bu doğrultuda söz konusu mahkemelerin kurulması için 5136 sayılı Kanun ile 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 4. maddesinde; “İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca, bu Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzere Denizcilik ihtisas Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir,” hükmü, son fıkra olarak eklenmiş ve bu yasa değişikliği 28.04.2004 günü resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan yasa uyarınca 19.07.2004 tarihli Olur’la İstanbul’da kurulan Denizcilik İhtisas Mahkemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile faaliyete geçirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 142. maddesine göre; mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Anayasanın kanuni hakim güvencesi başlığını taşıyan 37. maddesi; “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. ” hükmünü öngörmektedir.
Bilimsel çevrelerde ve uygulamada, kanuni hakim güvencesi, uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması olarak kabul edilmektedir. 1982 Anayasasını kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde; “bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta, yani kişiye yahut olaya göre kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilke gereğidir. “denilmektedir. ( Prof. Dr. Ergun Özbudun. Türk Anayasa Hukuku Ankara 2005 Gözden Geçirilmiş 8. Baskı. s: 118119 ). Dikkat edilecek olursa Anayasadaki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiştir ve uyuşmazlığın doğduğu tarihte bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde davanın, mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması Anayasa buyruğudur.
6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 1. maddesi; bu kanunu, Türk Medeni Kanununun ayrılmaz bir cüzü ( parçası ) olarak kabul etmiştir. 4722 Sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1. maddesinde de; “Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. “denilmekte ve aynı yasanın 3. maddesiyle de yasa ile öngörülen farklı düzenlemeler ayrık tutulmaktadır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; uyuşmazlık konusunu teşkil eden her hukuki olay, meydana geldiği tarihteki yasal düzenlemelere tabidir ve olayın meydana geldiği zamanda mevcut olan mahkemeler tarafından çözümlenmelidir. Yasa koyucu. Deniz İhtisas Mahkemelerinin kuruluşunu sağlayan 5136 sayılı Yasada, bu mahkemelerin faaliyete geçmesinden önce meydana gelen hadiselere ( olaylara ), Deniz İhtisas Mahkemelerinin bakacağına dair bir düzenlemeye yer vermemiştir.
O halde yeni bir mahkeme kurulurken o mahkemenin kuruluş yasasında zaman bakımından faaliyete geçme gününden önceki uyuşmazlık, meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece çözümlenecektir.
Başka bir anlatımla her dava, açıldığı koşullara göre görülüp sonuçlandırılacaktır.
Dava konusu edilen hukuki uyuşmazlığı meydana geldiği tarihte yürürlükte olan yasalara göre kurulmuş bulunan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmesi ana kural olmakla birlikte bazen yasal düzenlemelerle böyle bir uyuşmazlığı çözümü yeni kurulan mahkemelere de verilebilmektedir. Bu noktada 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun geçici 1. maddesi; “Aile Mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde, yargı çevresinde ve görev alanına giren sonuçlanmamış dava ve işler, yetkili ve görevli aile mahkemelerine devredilir. “hükmünü içermektedir. Anılan yasal düzenlemeye istinaden diğer mahkemeler, Aile Mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işleri bu mahkemelere devretmiştir. Halbuki Denizcilik İhtisas Mahkemelerinin kurulmasını öngören 5136 sayılı Yasada, görülmekte olan davaların Denizcilik İhtisas Mahkemesine devri ya da görevsizlikle gönderilmesi yönünde bir düzenleme mevcut değildir.
O halde, Denizcilik İhtisas Mahkemesinin faaliyete geçirildiği tarihten önceki olaylarla ilgili olarak Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış olup derdest bulunan davaların, istek üzerine veya doğrudan doğruya, görevsizlik ya da gönderme kararı ile Denizcilik İhtisas Mahkemesine gönderilmesine olanak bulunmamaktadır.
Somut olayda; asıl ve birleşen davalar 15.09.2003 ve 03.05.2004 tarihlerinde Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış; dava görülmekte iken, 5136 sayılı Kanun ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4. maddesine eklenen fıkra uyarınca İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesi kurularak, 20.07.2004 tarihinde faaliyete geçirilmiştir. Az yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılanacak ve çözecek olan mahkeme, uyuşmazlığı doğmasından önce kanunen belli olan Asliye Ticaret Mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesinde davaya bakılması olanaklı değildir.
Hal böyle olunca; temyize konu davanın Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin Yerel Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin Yerel Mahkemece verilen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Daire’ce incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 19.04.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVİ / HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN ALACAĞIN TAHSİLİ

T.C.

YARGITAY
Yedinci Hukuk Dairesi
E:2006/1028
K: 2006/1293
T:24.4.2006
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVİ
HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN ALACAĞIN TAHSİLİ
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 4]
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 5]
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı tarafından istenildiği, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, dosya incelendi. Dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi, gereği görüşüldü:
Dava niteliği ve içeriği itibariyle tacir ya da ( tacir sayılan ) taraflar arasında haksız fiilden kaynaklanan alacağını tahsili için başlatılan icra takibine karşı öne sürülen itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece dava konusu alacağın uygulamada haksız eylem olarak nitelendirilen kaçak elektrik kullanımından kaynaklandığı gerekçe gösterilerek görevsizlik kararı verilmiş ise de, yerel mahkemenin vardığı sonuç davanın saptanan niteliğine ve tarafların davadaki sıfatına uygun düşmemektedir.
Yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde açıklandığı gibi haksız eylemden kaynaklanan davaların Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmesi gerektiğine ilişkin yasal bir zorunluluk bulunmamaktadır. Aksine açılan davanın Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi hükmünde açıklanan mutlak ticari davalardan olması veya her iki tarafın tacir ve açılan davanın tarafların ticari işletmeleriyle ilgili bulunması ve davanın açıldığı yerde ayrı ticaret mahkemesinin kurulmuş olması halinde davalının yasal cevap süresi içerisinde iş bölümü itirazında bulunması koşulu ile bu gibi davaların Asliye Ticaret Mahkemelerinde görüleceği, aynı Kanunun 5. maddesi hükmünde duraksamasız açıklanmıştır. Taraflar tacirdir. Alacak haksız eylemden kaynaklansa dahi her iki tarafın ticari işletmeleriyle ilgilidir. Davalı taraf süresinde iş bölümü itirazında bulunmuş ise de, itiraz yerinde olmayıp davanın niteliği ve taraftarın davadaki sıfatı göz önüne alındığında davaya bakmak Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevine girmektedir.
SONUÇ : Hal böyle olunca davalı tarafın iş bölümü itirazının reddi ile işin esasın incelenmesi bundan sonra toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu olgular göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacı tarafın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde ilgilisine iadesine, 24.04.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

İŞ KANUNU HÜKÜMLERİNE AYKIRILIK / İDARİ PARA CEZALARINA KARŞI İTİRAZ YOLUNDA GÖREVLİ MAHKEME / SULH CEZA MAHKEMESİNİN GÖREV ALANI / İŞ KAZASINI BİLDİR

T.C.

YARGITAY

Ceza Genel Kurulu

E:2006/9-23

K:2006/141

T:16.5.2006

İŞ KANUNU HÜKÜMLERİNE AYKIRILIK
İDARİ PARA CEZALARINA KARŞI İTİRAZ YOLUNDA GÖREVLİ MAHKEME
SULH CEZA MAHKEMESİNİN GÖREV ALANI
İŞ KAZASINI BİLDİRMEYEN İŞVEREN

4857 s. İŞ KANUNU [Madde 77]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 105]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 108]
5326 s. KABAHATLER KANUNU [Madde 2]
5326 s. KABAHATLER KANUNU [Madde 3]
5326 s. KABAHATLER KANUNU [Madde 16]
5326 s. KABAHATLER KANUNU [Madde 19]
5326 s. KABAHATLER KANUNU [Madde 27]
5326 s. KABAHATLER KANUNU [Madde 28]

Adalet Bakanı tarafından bu karara karşı yasa yararına bozma isteminde bulunulması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9.Ceza Dairesi 22.11.2005 gün ve 6963-8887 sayı ile;

( … Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.12.2004 gün ve 2004/7-189-225 sayılı kararıyla idari işlemin denetimi niteliğinde olan idari para cezasına itirazın sulh ceza hakimince incelenmesinde, adli yargı mercilerinin yasayla görevlendirilmesinin yapılan işleme adlı bir işlem niteliği vermeyeceği, sulh hakiminin denetiminin yalnızca idari işlemin yasaya uygun yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olup, idari bir işlemin denetiminin idari nitelikte olması sebebiyle, bu tür işlemin adlı yargıya ilişkin olağanüstü bir yasa yolu olan yazılı emirle incelenmesine yasal olanak bulunmadığından bahisle, yazılı emir talebinin reddine karar verilmiş ise de, idari nitelikteki bir işlemin denetiminin idari yargı mercilerinde görülmesi gerektiği yönündeki anılan Ceza Genel Kurul kararında vurgulanan görüşe katılmakla birlikte, mevcut bir kısım kanunlarımızda idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine İtiraz olunabileceğinin belirtilmiş olması karşısında, bu durum Kanun koyucu tarafından değiştirilmediği veya Anayasa Mahkemesince de iptal edilmediği sürece, Sulh Ceza Mahkemelerince idari para cezalarına karşı yapılan itirazlar üzerine verilen kararların denetim dışı bırakılmasının keyfiliğe ve uygulamada birliğin sağlanamamasına yol açacağı gibi, hakkında usulsüz olarak veya kanuna aykırı şekilde idari para cezası uygulanan kişinin mağduriyetine de sebep olacağı düşüncesiyle, kanun yararına bozma yönünden yapılan incelemede;

Dosya kapsamına göre, 10.6.2003 gün ve 25134 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4857 sayılı iş Kanununun 108/2. maddesine göre, idari para cezalarına karşı yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğine ilişkin özel düzenleme karşısında, kabahatlere ilişkin genel düzenleme öngören ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27. maddesinin uygulanamayacağı, bu nedenle Sulh Ceza Mahkemesinin itirazı inceleme yetkisinin bulunmadığı gözetilmeden, görevsizlik kararı verilmesi yerine, yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediğinden bahisle, 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığının 26.09.2005 gün ve 40096 sayılı kanun yararına bozma talebine atfen, Yargıtay C.Başsavcılığının 13.10.2005 gün ve 2005/176099 sayılı tebliğnamesi ile daireye ihbar ve dava evrakı tevdi kılınmakla dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Kanun yararına bozma talebine dayanılarak, düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği İncelenen dosya kapsamına nazaran yerinde görüldüğünden Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 8.7.2005 tarih ve 2005/651 Müt. Sayılı kararının CMK nun 343. maddesi uyarınca bozulmasına, hükümden önce 10 Haziran 2003 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 1475 sayılı İş Kanununu yürürlükten kaldıran 4857 sayılı Yasa hükümleri de nazara alınmak suretiyle müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına… ) karar vermiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 06.01.2006 gün ve 176099 sayı ile;

“07.06.2005 tarihinde uygulanan idari para cezasına karşı başvuru mercii 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 27. maddesi uyarınca adli yargı, başka deyişle sulh ceza mahkemesidir. Anılan yasa maddesi ile çelişen ve idari yargıyı başvuru makamı olarak öngören 4857 sayılı Yasanın 108. maddesinin ikinci fıkrasının uygulama yeteneği bulunmamaktadır. Görevli ve yetkili Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin başvuruyu sonuçlandırması yasaya uygun olup, idari mercilere yönelik görevsizlik kararı vermesi gerekmemektedir.” görüşü ile itiraz yoluna başvurarak Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yasa yararına bozma isteminin reddine, karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Ceza Genel Kurulunda yapılan incelemede öncelikle, idari para cezasına itiraz üzerine adli mercilerce verilen kesinleşmiş kararlara karşı yasa yararına bozma isteminde bulunulup bulunulamayacağı tartışılıp değerlendirilmiştir. Gerçekten de, Ceza Genel Kurulunun 21.12.2004 gün ve 189-225 sayılı kararında; “idari işlemin denetimi niteliğinde olan idari para cezasına itirazın incelenmesinde, adli yargı mercilerinin yasayla görevlendirilmesi, yapılan işleme adli bir işlem niteliği vermemektedir. İdari para cezalarının denetlenmesinde adli yargı mercii olan sulh hakiminin denetimi yalnızca idari işlemin yasaya uygun yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olup, yasaya aykırılığın saptanması halinde idari merciin yerine geçerek idari para cezasını belirleme yetkisinin bulunmadığının kabul edilmesinde zorunluluk vardır. Hal böyle olunca, idari bir işlemin denetlenmesinin de idari nitelikte olması karşısında, bu tür bir işlemin adli yargıya ilişkin gerek olağan gerekse olağanüstü yasa yolu denetimine tabi tutulması da yasal olarak olanaksızdır.” denilerek, idari para cezasına yönelik itiraz üzerine sulh hakimince verilen kararlara karşı yasa yararına bozma isteminde bulunulamayacağı sonuca bağlanmıştı.

Ancak, bu karardan sonra 1 Haziran 2006 tarihinde 765 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlükten kalkması, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası ile birlikte 5326 sayılı Kabahatler Yasasının yürürlüğe girmesi nedeniyle suç ve yaptırım sistemimiz önemli değişikliklere uğramıştır. Kabahatler Yasasının 2. maddesinde, kabahat, yasanın karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmış, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilmiş, yasanın ikinci kısmında da çeşitli kabahatlere yer verilmiştir. Ayrıca Yasada, idari yaptırım gerektiren fiiller bakımından uygulanabilecek genel nitelikteki ilkelere de yer verilmiş, yine bu ilkelerin ilgili yasalarda yer alan diğer kabahatler hakkında da uygulanacağı 3. maddesinde hükme bağlanmıştır.

Kabahatler Yasası ile getirilen sistem gereği, kabahatler ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım kararlan, idari bir işlemin ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunmaktadır.

Nitekim, anılan Yasada, kanunilik, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluğun esasları, hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran sebepler, teşebbüs, iştirak, içtima, zamanaşımı gibi ceza hukukunun bir çok temel ilkesine yer verilmiştir. Bu nedenledir ki, kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırımlardan, idari para cezası ile mülkiyet in kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine başvurulmasını mümkün kılan bir düzenleme yapılmıştır. Böylelikle, bu kararların yerine getirilmesinden önce ceza hukuku ilkeleri bakımından adli denetim imkanı da sağlanmıştır. Bunun amacı, keyfiliği, uygulamalardaki eşitsizliği hukuka aykırılıkları gidermektir. Böyle bir başvuru üzerine adli merci tarafından yapılan işlem, sadece dosya üzerinde yapılacak bir denetim ile sınırlı değildir. Yasanın 28. maddesine göre, mahkemece, başvurunun kabul edilmesi durumunda, başvuru dilekçesinin kamu kurum ve kuruluşuna tebliğ edilmesi, gerektiğinde işlem dosyasının istenmesi, kurumun cevap dilekçesinin başvurucuya tebliği, talep üzerine ve hatta kendiliğinden tarafların çağrılarak dinlenilmesi, tanık dinlenilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması, keşif yapılması, delillerin toplanmasından sonra hakkında idari yaptırım kararı verilen kişiye, kanuni temsilcisi veya vekiline son söz hakkı verilmesi de gerekmektedir. Görüldüğü üzere; idari yaptırım kararına karşı başvuru üzerine sulh ceza mahkemesi tarafından ceza yargılamasının genel prensiplerine göre yargısal bir faaliyette bulunulması ve ceza hukukunun genel ilkeleri dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi söz konusudur. Dolayısıyla, yapılan işlemler ve verilen kararlar adli ceza yargısını doğrudan ilgilendiren bir nitelik taşımaktadır. Tüm bu hususlar; yasa koyucunun, idari suç ve yaptırımları yalnızca idari bir işlem, öte yandan idari yaptırım kararlarına başvuru üzerine ceza mahkemelerince verilen kararları da salt idari işlemin denetlenmesi niteliğinde görmediğinin bir ifadesidir.

Anılan Yasanın, geçiş döneminde çıkacak sorunların çözümünü amaçlayan Geçici 2 ve 3. maddelerinde başvuru mercii olarak adli yargı görevlendirilmiş, ayrıca adli yargı mercilerinde gerçekleştirilen yargılama sırasında koğuşturma konusu fiilin esasen idari yaptırım gerektiren bir kabahati oluşturduğunun anlaşılması durumunda 24. madde uyarınca mahkemelerin de bu nitelikte bir yaptırıma hükmedebilmeleri olanağı getirilmiş, ayrıca mahkemelerin, idari yaptırım kararına itiraz üzerine verdikleri karara karşı adli yargı sistemi içinde yeni başvuru yöntemleri ihdas edilmiş, böylelikle idari yaptırım kararlarının ceza yargılamasıyla paralel prensipler uygulanarak verilmesi ve adli yargı mercilerince denetlenmesi sağlanmak istenmiştir. Birinci derece yargılaması sırasında fiilin nitelik değiştirdiğini kabul ederek idari yaptırıma hükmeden bir adliye mahkemesinin bu kararı kesinleştiğinde, hiç kuşkusuz yasa yararına bozma istemine konu olabilecektir. Bu durumda, mahkemelerce verilen idari yaptırım kararları bakımından yasa yararına bozma istenebileceği, buna mukabil idari merciler tarafından verilen idari yaptırım kararına yönelik başvuru ve itiraz üzerine sulh ve ağır ceza mahkemelerince verilecek kararların yasa yararına bozma istemine konu edilemeyeceğinin kabulü, çelişki ve eşitsizlik yaratacak; bu tür kararların Yargıtay denetimi dışında kalması sonucunu doğuracaktır. Bu yasal değişiklikler ve yeni düzenlemeler karşısında Ceza Genel Kurulunun 21.12.2004 gün ve 189-225 sayılı kararında belirtilen neden ve gerekçeler ortadan kalkmış bulunduğundan, idari yaptırımlara itiraz üzerine adli mahkemelerce verilip kesinleşen kararlara karşı yasa yararına bozma yoluna başvurulması mümkündür.

Açıklanıp tartışılan sorun bu şekilde çözüme bağlandıktan sonra, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazına konu hususların incelenmesine geçilmiştir.

İnceleme konusu olayda;

İş kazasının süresi içinde bildirilmemesi nedeniyle 4857 sayılı İş Yasasının 108. ve 105/2. maddelerine göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bölge Müdürlüğü tarafından verilen idari para cezasına yönelik başvuru üzerine A. Sulh Ceza Mahkemesi, bildirimin yasada öngörülen 2 iş günlük süre içerisinde yapıldığını belirterek, yasaya aykırı verildiği saptanan idari para cezasının kaldırılmasına kesin biçimde karar vermiştir.

Adalet Bakanı, 4857 sayılı İş Yasasının, idari para cezalarına karşı 7 gün içinde idare mahkemesine itiraz edilebileceğini öngören 108/2. maddesindeki özel düzenleme karşısında, 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 27. maddesinin uygulanamayacağını, bu durumda sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi gerektiğini ileri sürerek anılan mahkeme kararının yasa yararına bozulmasını istemiştir.

Özel Daire, bu istemi yerinde bulup mahkeme kararını görev yönünden bozulmasına ve 4857 sayılı Yasa hükümleri uyarınca müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına karar vermiş, Yargıtay C.Başsavcılığı ise, idari para cezasına karşı başvuru merciinin 5326 sayılı Kabahatler Yasasının27. maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesi olduğunu, bu tür kararlara karşı idari yargıyı başvuru makamı olarak öngören 4857 sayılı Yasanın 108. maddesinin ikinci fıkrasının uygulama yeteneği kalmadığını belirterek itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

Görüleceği üzere çözümü gereken uyuşmazlık, 4857 sayılı İş Yasası uyarınca verilen idari yaptırım kararına karşı yapılan itirazı inceleme görevinin aynı Yasanın 108. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca idari yargıya mı, yoksa 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 27. maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine mi ait olduğu noktasında toplanmaktadır.

22.05.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Yasası’nın “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarım düzenlemektir”denilmiş; 77. maddesinin üçüncü fıkrasında, işverenlere, işyerlerinde meydana gelen iş kazasını en geç iki gün içinde bölge müdürlüğüne bildirmeleri zorunluluğu getirilmiş, 105. maddesinin ikinci fıkrasında, bu Yasanın 77’nci maddesi hükmüne aykırı hareket eden işveren veya vekiline beşyüz’er milyon lira para cezası verileceği kurala bağlanmış; aynı Yasanın108. maddesinde, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. Görüleceği üzere, İş Yasasında getirilen sistemde, bu Yasa hükümlerine göre verilen idari nitelikteki para cezalarına karşı yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilmektedir.

Bilahare 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasası ise, gerek kendisinde gerekse diğer yasalarda öngörülen idari yaptırımlar bakımından kapsamlı düzenlemeler ve bunlara karşı yapılacak başvuruya ilişkin görev hükümleri içermektedir.

Dolayısıyla, öncelikle Kabahatler Yasasının getirdiği sistemin incelenmesi ve diğer yasalarda düzenlenen idari yaptırımlara karşı yapılacak başvuru konusundaki etkilerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kabahatler Yasası Tasarısı’nın gerekçesinde, özetle, bu düzenleme ile, özellikle ekonomik hayata ilişkin düzenlemelerde kazuistik olarak idari yaptırım öngören ve bir sistemden yoksun olan hükümlerin önüne geçebilmek ve ayrıca hukuk uygulamasında birliği ve hukuk güvenliğini temin etmek amacıyla, belirlenen genel ilkelerin, özel yasalarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasının sağlanacağı belirtilmiştir.

Kabahatler Yasasının birinci kısmında genel hükümlere yer verilmiş, ikinci kısmında ise çeşitli kabahatler düzenlenmiştir. Yasanın1. maddesinde “Bu Yasada; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla;

a ) Kabahatlere ilişkin genel ilkeler,

b ) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları,

c ) Kabahatler dolayısıyla karar alma süreci

d ) İdari yaptırıma ilişkin kararlara karşı yasa yolu,

e ) İdari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar, belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmıştır.” denilerek Yasanın amaç ve kapsamı gösterilmiştir.

Yasanın 2. maddesinde, “kabahat” deyiminden, yasanın karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı; 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımlarını “idari para cezası” ve “idari tedbirler”den ibaret bulunduğu ifade edilmiş, ayrıca “idari tedbirler”in de mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili yasalarda yer verilen diğer tedbirler olduğu açıklanmıştır. Buna göre, gerek Kabahatler Yasasında gerekse diğer özel yasalarda, karşılığında idari yaptırım uygulanması öngörülen fiiller kabahattir.

Öte yandan, Kabahatler Yasasının en önemli özelliği kabahatler için genel yasa özelliği taşımasıdır. Nitekim 3. maddesinde, bu Yasanın genel hükümlerinin diğer yasalardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Yasanın genel hükümlerinde ise, idari yaptırım gerektiren fiiller açısından yasallık ilkesi, zaman ve yer bakımından uygulama, sorumluluk esasları, zamanaşımı, idari yaptırımların niteliği, türleri, sonuçları, yerine getirilmesi ve idari yaptırımlara karşı başvuru yolları düzenlenmiştir. Bu suretle, genel nitelik taşıyan Kabahatler Yasasında öngörülen genel ilke ve hükümlerin özel yasalardaki kabahatler için de geçerli olması temin edilmiş, genel yasa ile özel yasalardaki kabahatler arasında ilişki kurulmuş, uygulamadaki dağınıklık giderilmeye çalışılmış, sadelik ve basitlik getirilmiştir. Kabahatler Yasasının genel hükümleri arasında yer alan 27. maddesinin ( 1 ) numaralı bendinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği öngörülmüştür. Buna göre, Kabahatler Yasasının belirlediği ilke ve esaslara uygun olan diğer yasalardaki idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemesi genel görevlidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olayı değerlendirdiğimizde;

Diğer yasalarda öngörülen idari yaptırımlar bakımından Kabahatler Yasasının uygulanabilmesi için; idari yaptırımın, Kabahatler Yasasının 1. maddesinde belirtilen toplum düzenini, genel ahlaklı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amaçlarıyla getirilmiş olması, ayrıca Kabahatler Yasasının 2. maddesinde yapılan kabahat tanımına ve 16. maddesinde belirtilen yaptırım türlerine uyması, 19. maddesinde sayılan geçici istisnalardan olmaması, 27. maddenin ( 1 ) numaralı bendinde itiraz yolu öngörülen idari yaptırımlardan olması gerekmektedir.

İncelenen olayda bu koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından, 4857 sayılı İş Yasasının emredici hükümlerine aykırılık nedeniyle verilen idari para cezasına yönelik itiraza bakma görevi sonradan yürürlüğe giren 5236 sayılı Kabahatler Yasasının 27 vd. maddeleri uyarınca Sulh Ceza Mahkemesine ait olup, 4857 sayılı İş Yasası’nın idari yargı mercilerini görevli kılan 108/2. maddesinin uygulanması olanağı bulunmamaktadır. O halde, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına, Adalet Bakanının yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 22.11.2005 gün ve 6963-8887 sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3- Adalet Bakanının yasa yararına bozma isteminin REDDİNE,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 16.05.2006 günü oybirliği ile karar verildi.

Tüketici Mahkemesi – Görevli Mahkeme

T.C.YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu Esas No: 2007/13-60
Karar No:2007/45  

GÖREVLİ MAHKEME  

TÜKETİCİ KANUNU VE MAHKEMELERİ  

1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [ Madde 429 ]  

4077 S. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [ Madde 1,2,3,23 ]

İçtihat Metni:
Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. Tüketici Mahkemesince, “Mahkemenin görevsizliğine” dair verilen 14.09.2005 gün ve 2005/909-2005/652 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16.03.2006 gün ve 17838-3740 sayılı ilamı ile, (…Davacı, davalı yüklenicinin inşaa ettiği taşınmazda, yükleniciye düşen daireyi satın aldığını, tapu devrinin yapıldığını, dairede eksik işler olduğunu kalitesiz malzeme kullanıldığını, geç teslim edildiğini, tesbit yaptırdığını ileri sürerek sözleşmeye aykırı eksik ve kusurlu imalattan dolayı, 3.127.500.000 TL harcama bedeli ile 1.500.000.000 TL kira kaybı olmak üzere 5.027.500.000 TL’nin faizi ile ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı mahkemenin görevli olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.Mahkemece, sözleşme tarihi itibariyle yapılmış bir konut bulunmadığı, bu nedenle sözleşmenin konut satışını kapsamadığı, 4077 sayılı yasadaki konut kavramının tapuda kayıtlı ve kat mülkiyetine geçilmeye elverişli ve taraflar arasındaki sözleşme tarihi itibariyle zeminde mevcut olan konut satışlarını kapsadığı, eser sözleşmesinin incelenmesi gerektiğini, bu nedenlerle görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olmayıp genel mahkemelerin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Amaç başlıklı 1.maddesinde yasanın amacı açıklandıktan sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde “Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar” hükmüne yer verilmiştir. Yasanın 3. maddesinde mal; alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları ifade eder.Satıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri kapsar. Tüketici ise bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişiyi ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.Somut olayda davacının davalı tarafından müteahhit sıfatıyla inşa edilen inşaattan bir adet konutu satın almak için 23.12.2003 tarihli adi yazılı sözleşmeyi düzenledikleri ve tapunun devredildiği ihtilafsızdır. Konut alım ve satımına dair böyle bir hukuki ilişkinin 4077 sayılı yasa kapsamında değerlendirilmesi için mutlaka yapılmış olan konutun veya kat mülkiyeti oluşturulmuş konutun alıma satıma konu olması söz konusu olmayıp, böyle bir sonuç 4077 sayılı yasanın amacına da aykırıdır. Tarafların 4077 sayılı yasada tanımı yapılan tüketici ve üretici, satıcı… sıfatlarını taşıması ve hukuki ihtilafın 4077 sayılı yasa kapsamında çözümlenebilecek nitelikte bulunması yeterlidir. Dava konusu ihtilaf değerlendirildiğinde, taraflar arasındaki ilişkinin 4077 sayılı yasa kapsamında bulunduğunda duraksama bulunmamalıdır. Mahkemece, değinilen bu husus gözetilerek ve davaya bakmanın tüketici mahkemesinin görev alanında olduğu benimsenerek işin esasına girilip hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davacının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, sözleşmede kararlaştırılan süre geçirilerek ve eksik halde teslim edildiği ileri sürülen bağımsız bölüm nedeniyle, eksik ve kusurlu iş bedeli ile kira kaybının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin, davalı yüklenici tarafından inşa edilen taşınmazda bulunan 3 numaralı bağımsız bölümü 23.12.2003 tarihli adi yazılı sözleşme ile davalıdan satın aldığını, tapuda müvekkiline devri yapılan dairede davalı tarafından sözleşmeye aykırı olarak kalitesiz malzeme kullanıldığını, eksik işler bulunduğunu ve dairenin geç teslim edildiğini ileri sürerek; sözleşmeye aykırı eksik ve kusurlu işler için 3.527.500.000 TL harcama bedeli ile 1.500.000.000 TL kira kaybı toplamı 5.027.500.000 TL nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; davanın genel mahkemelerde görülmesi gerektiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.Mahkemenin, “Tüketici Kanunu’nun 3/c maddesine belirtilen ‘konut’ kavramının tapuda kayıtlı ve satış tarihi itibariyle içerisinde oturulmaya müsait konut satışlarını kapsadığı, sözleşme tarihi itibariyle barınma ihtiyacını karşılayacak nitelikte konut bulunmadığı, bu itibarla eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın tüketici mahkemesinde değil genel mahkemelerde çözümlenmesi gerektiği” gerekçesiyle “dava dilekçesinin görev yönünden reddine” dair verdiği karar, Özel Dairece yukarı yazılı gerekçeyle bozulmuş, Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, Asliye Hukuk Mahkemesinde mi, yoksa Tüketici Mahkemesinde mi görülüp sonuçlandırılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 1. maddesinde; bu kanunun amacının, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek olduğu açıklanmış; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde “Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar” hükmü öngörülmüştür. Aynı Kanunun 4822 sayılı Kanunla değiştirilen 3. maddesinin (e) bendinde, tüketici, “Bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişiler” şeklinde tarif edilmiş; (f) bendinde, satıcı, “Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri”, (c) bendinde ise, mal, “Alış-verişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları” ifade eder hükmüne yer verilmiştir.Burada hemen belirtilmelidir ki tüketici, ticari dağıtım zincirinin nihai halkasını oluşturur; ekonominin nihai hedefi olan tüketicinin, satıcı karşısında daha etkin olarak korunması gereği, tüketici hukukunun temel düşüncesini oluşturmaktadır.

Bu noktada tüketici, üretilip piyasaya sürülen ve üretim sürecinin hiçbir aşamasında bilgi sahibi olmadığı ürün veya sunulan hizmeti satın aldığı bir ilişkide doğal olarak zayıf durumdadır.Yasa koyucunun iradesi tüketiciyi 4077 sayılı yasa kapsamında korumak olup, üretim aşamasında bilgi sahibi olmadığı malları veya sunulan hizmetleri satın alan ve sözleşmede satıcıya karşı zayıf durumda olan tüketicinin, sonradan bu mal veya hizmetlerin ayıplı çıkması sonucu doğan zararının tazmin edilmesini sağlamaktır. Şu açıklamalar çerçevesinde; konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar, az yukarıda sözü edilen 4077 sayılı Kanunun 3/c kapsamına alındığına göre; her halükarda tüketici hukuku hükümleri kapsamında korunması gerektiği açıktır. Eş söyleyişle, yasa koyucunun iradesinin, yüklenici tarafından inşaatı tamamlanmadan veya kat mülkiyeti oluşturulmadan satışa sunulmuş olan konutlar ve yazlıkları satın alan tüketicileri de kapsadığı kuşkusuzdur. Böylesi bir satım sözleşmesinde tüketicinin, imalatçı olan yükleniciye karşı güçsüz durumda olduğu, bilgi edinme ve ekonomik çıkarlarının korunması haklarını kullanamadığı her türlü duraksamadan uzaktır. Dolayısıyla, satışa konu edilen konutta açık veya gizli ayıpların ortaya çıkması halinde, 4077 sayılı Kanunun himayesine sığınabilecektir.

Kısaca, konut alım satımına dair uyuşmazlıkların 4077 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi için mutlaka yapılmış olan konutun veya kat mülkiyeti oluşturulmuş konutun alım-satıma konu olması söz konusu olmayıp, böyle bir sonuç 4077 sayılı Kanunun amacına da aykırıdır.Nitekim; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2005 gün ve E:2005/14-490, K:2005/563; 14.12.2005 gün ve E:2005/13-637, K:2005/731; 15.11.2006 gün ve E:2006/13-644, K:2006/707 sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.

Somut olayda taşınmazın konut olarak kullanılmak üzere yükleniciden satın alındığı anlaşılmaktadır. Tarafların 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunda tanımı yapılan ve yukarıda açıklanan tüketici ve satıcı sıfatlarını taşıdığı ve uyuşmazlığın 4077 Sayılı Kanun kapsamında bulunduğu her türlü duraksamadan uzaktır. Aynı Kanunun 23. maddesinde ise; bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü uyuşmazlıklara Tüketici Mahkemelerinde bakılacağı hükme bağlanmıştır.Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak işin esasına girilmesi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 31.01.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.

TÜKETİCİ KREDİSİNDEN DOĞAN BORÇ / KEFİLE KARŞI AÇILAN DAVA / TÜKETİCİ MAHKEMESİNİN GÖREVİ

T.C.

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

E: 2006/19-266
K: 2006/253

T: 3.5.2006

TÜKETİCİ KREDİSİNDEN DOĞAN BORÇ
KEFİLE KARŞI AÇILAN DAVA
TÜKETİCİ MAHKEMESİNİN GÖREVİ

4077 s. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [Madde 10]
4077 s. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [Madde 23]

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Kadıköy Asliye 3. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.12.2004 gün ve 2003/1060-2004/1064 sayılı kararın incelenmesi Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 28.03.2005 gün ve 2005/2708-3239 sayılı ilamı ile ; ( …Dava konusu uyuşmazlık, bireysel taşıt;kredisinden kaynaklanmaktadır. 4077 sayılı tüketicinin korunması hakkında kanunun 4822 sayılı kanunla değişik 3-e maddesi hükmüne göre davalının ( davalıların ) tüketici olarak kabulü gerekir.

Öte yandan dava konusu kredinin 4077 sayılı kanunun 10. maddesinde düzenlenen tüketici kredisi niteliğinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı yasanın 23. maddesinde ise “bu kanunun uygulanması ile çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılacağı” hükme bağlanmıştır.

Görev kuralı kamu düzeni ile ilgili olup yargılamanın her aşamasında re ‘sen gözetileceğinden mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine dayalı itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı alacaklı banka, taraflar arasında düzenlenen “Taşıt kredisi ve Rehin Sözleşmesi”ne dayanarak asıl borçlu dava dışı şirket ile davalı kefil Sait aleyhine ilamsız icra takibine girişmiş; davalı borca ve ferilerine itiraz etmiştir.

Eldeki davada verilen davanın reddine ilişkin ilk karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece Tüketici Mahkemesinin davaya bakmakla görevli olduğu noktasından bozulmuş;mahkemece gerekçede oyçokluğu sonuçta oybirliği ile önceki kararda direnilerek, mahkemenin görevli olduğuna ve davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı/alacaklı banka vekili görev yönünden direnme kararının doğruluğunu vurgulamış ve esas yönünden hükmü temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; görev noktasındadır.

Ne var ki, davacı/alacaklı banka vekilinin temyiz dilekçesinde açıkça göreve ilişkin direnme kararının yerinde olduğu belirtilip, esasa ilişkin temyiz nedenleri bildirilmiş; açıkça hükmün direnmeye ilişkin kısmının temyiz edilmediği açıklanmıştır.

Şu durumda; direnmeyi temyiz bulunmadığından dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmek üzere Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Direnmeyi temyiz bulunmadığından işin esasına ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE. 03.05.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.