Etiket arşivi: MUAMELELER

ALACAK DAVASI / ARİYET OLARAK VERİLEN ARACIN İADE EDİLMEMESİ / SENEDE RAPTI MÜTEAMİL OLMAYAN MUAMELELER / ARİYET SÖZLEŞMESİ

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/13-468
K: 2006/470
T: 28.6.2006
ALACAK DAVASI
ARİYET OLARAK VERİLEN ARACIN İADE EDİLMEMESİ
SENEDE RAPTI MÜTEAMİL OLMAYAN MUAMELELER
ARİYET SÖZLEŞMESİ
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 288]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 293]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 299]
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zeytinburnu Asliye 1. Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.03.2004 gün ve 2000/452-2004/100 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekil tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 07.02.2005 gün ve 2004/10024-2005/1725 sayılı ilamı ile, ( …1- Taraflar arasındaki uyuşmazlık ariyet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. BK’nun 299. maddesi hükmüne göre; ariyet veren bir şeyin bedava kullanılmasını ariyet alana bırakmak; ariyet alan da o şeyi kullandıktan sonra geri vermekle yükümlüdür. Yasa ariyet sözleşmesinin geçerliliği için şekil şartı kabul etmemiştir. MK’nun 6. maddesi “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür” düzenlemesini getirmiştir. Bu bağlamda HUMK’nun 288. maddesi bir hakkın doğumu, düşürülmesi devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldığı zaman ki miktar ve değeri itibariyle 40.000.000.- TL’ yi geçmesi halinde senetle ispat olunmasını öngörmüştür.
Somut olayda davacı, ariyet olarak verdiği ancak iade edilmeyen araç bedeli olan 10.000.000.000.-TL’nin tahsilini istemektedir.
Davalı ise, akdi ilişkiyi inkar etmekte ve açıkça tanık dinletilmesine muvafakatının olmadığını belirtmektedir. Bu durumda davacı ariyet sözleşmesinin varlığını kesin delillerle ( ikrar, kesin hüküm, senet, yemin ) kanıtlamalıdır. Davacının delilleri arasında olan Devrek Asliye Ceza Mahkemesi’nin 1997/125 Esas sayılı kesinleşen dava dosyasında davacı ile davalıların murisi arasında ariyet sözleşmesi olduğuna dair bir hüküm olmadığı gibi kaza anında aracı kullanan kişinin dava ihbar olunan K. olduğu sabit olmuştur. Bir örneği dosya içinde olan ancak kesinleşme şerhi verilmeyen Bakırköy İş Mahkemesi’nin 1999/1385 ve 1998/1905 sayılı ( Bakırköy 2. Asliye Hukuk 2002162 ) dava dosyaları ile de ariyet sözleşmesinin varlığı kanıtlanmış değildir. Davada, uyuşmazlığın miktarı itibariyle tanık dinletilmesi mümkün olmamasına ve davalının açıkça karşı koymasına rağmen mahkemece tanık ifadelerine dayanılarak ariyet sözleşmesinin varlığının kabul edilerek karar verilmesi doğru değildir. Davacı taraf ibraz ettiği ve toplanan delillerle iddiasını kanıtlayamamıştır.
Ne var ki, davacı dava dilekçesi ve delil listesinde sair deliller demek suretiyle yemin deliline de dayanmıştır. Mahkemece davacıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
2- Yukarıdaki bentte açıklanan bozma nedenine göre bu aşamada davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir… )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacı tarafından davalıların miras bırakanına ariyet olarak verildiği ve iade edilmediği ileri sürülen araç bedelinin, davalılardan tahsili istemine ilişkindir.
Davacı N. vekili, davalıların miras bırakanı A. ile davacının arkadaş olduklarını, davalıların miras bırakanın, İstanbul’da çalıştığı matbaanın sahibi K.’yi 1997 yılı Kurban Bayramı’nda memleketi olan … ‘ye götürüp, oradaki annesi ve babası ile tanıştırmak, onu bayramda ağırlamak için, davacının34 XX XXX plaka sayılı marka otomobilini ariyet olarak istediğini, davacının da aracı verip teslim ettiğini, miras bırakanın bu araçla Zonguldak’ın … İlçesinde 15.04.1997 tarihinde trafik kazası yaptığım ve vefat ettiğini; davalıların, miras bırakanlarına ariyet verilen ve iade edilmeyen aracın bedelini davacıya ödemekle yükümlü olduklarını ileri sürerek, araç bedeli 10 milyar TL’nin 15.04.1997 kaza tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı F. ( kendisine asaleten ve çocukları M. – V.’ye velayeten ) vekili, davalıların miras bırakanı ile davacının arkadaş olmadıklarını, aralarında araçla ilgili herhangi bir ariyet sözleşmesinin de bulunmadığım, sözleşme ilişkisinin ispatı yönünden H.U.M.K. hükümlerine göre yazılı delil ( senet ) dışında bir delil kabul etmediklerini; 10.000.000.000.- TL değerinde olduğu iddia edilen, araçla ilgili ariyet sözleşmesi varsa, bunun yazılı delille ispatı gerektiğini, ortada böyle bir belgenin bulunmadığım, gerçekte, davacı ile arkadaş olan kişinin, aracı kullanırken miras bırakanın ölümüne sebebiyet veren dava dışı K. olduğunu belirtmiştir.
Davalıların istemi üzerine, dava, kaza sırasında aracı kullandığı ileri sürülen K.’ye ihbar edilmiştir.
Yerel mahkeme; ceza dosyası, trafik kayıtlan, iş mahkemesi dosyası, tanık beyanları, olay yeri tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre, davacıya ait aracın davalıların miras bırakanınca ödünç olarak alındığının, ancak kaza nedeni ile davacıya iade eğilmediğinin sabit bulunduğu gerekçesiyle, bilirkişi raporlarındaki hesaplamayı esas alarak ve aracın sonradan üçüncü kişiye satımına ilişkin resmi satış sözleşmesindeki satış bedelini tenzil ederek davanın kısmen kabulüne, 5.270.000.000.-TL’nin 15.04.1997 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiş; bu karar, davalılar vekilinin temyizi üzerine özel dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemenin, önceki gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek verdiği direnme kararım da, yine davalılar vekili temyiz etmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının açıklanan bu içerik ve kapsamları itibariyle, direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davadaki ariyet iddiasının, davalı tarafın açıkça karşı çıkmış olmasına rağmen, davacı tarafından tanıkla ispatının mümkün olup olmadığı;özellikle de, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesindeki kuralın somut olayda uygulama yerinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Ariyet iddiasına konu 34 XX XXX plaka sayılı aracın 21.09.1994 tarihinde davacı adına trafiğe kaydedildiği; 15.04.1997 tarihinde Zonguldak İli, … ilçesi sınırları içerisinde meydana gelen kaza sonucunda, araç içerisinde bulunan davalılar miras bırakanının öldüğü, aracın bilahare 03.08.1998 tarihinde davacı tarafından dava dışı Ş’ye satıldığı, toplanan delillerden anlaşılmaktadır.
Davacı, aralarındaki arkadaşlık ilişkisinden dolayı ve isteği üzerine söz konusu aracı davalıların miras bırakanına ariyet olarak verdiğini ileri sürmüş; davalılar ariyet iddiasını reddetmiş ve bu iddianın yazılı belge ile ispatı gerektiğini savunmuşlardır.
Özel daire bozma ilamında da belirtildiği üzere;Borçlar Kanunu’nun 299. ve ardından gelen maddelerinde, ariyet sözleşmesinin geçerliliği herhangi bir şekil koşuluna bağlanmamıştır. Ne var ki; davacı tarafın ariyet iddiasına konu ettiği aracın dava dilekçesinde bildirilen değeri ( 10 milyar TL ) ve davalı tarafın tanık dinletilmesine muvafakat etmemiş olması karşısında, davalıların miras bırakanı ile davacı arasında bu araçla ilgili bir ariyet sözleşmesi bulunduğuna yönelik davacı iddiasının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesindeki açık hüküm uyarınca, senetle ( yazılı delille ) ispatı zorunludur.
Davacı taraf, bu konuda herhangi bir yazılı belgenin varlığını ileri sürmemiş ve dosyaya da bu yönde bir yazılı delil sunmamış; ariyet iddiasını tanıkla ispatlamak istemiş, yerel mahkeme, davalı tarafın açık itirazına rağmen bu isteği kabul ederek, davacının gösterdiği tanıkları dinlemiş; özel dairece bozulan önceki hükmünü de, hem görülmekte olan davada bizzat dinlediği tanıkların ve hem de olayla ilgili olarak taraflar arasında görülen başka davalarda dinlenen öteki tanıkların beyanlarına dayalı olarak kurmuş; ancak, davalı tarafın açıkça karşı çıkmasına rağmen, hangi gerekçeyle davacı tanıklarının dinlendiğine ve tanık sözlerine hangi nedenle itibar edildiğine ilişkin herhangi bir açıklama yapmamıştır.
Yerel mahkemenin direnme kararında ise, davacı tarafın tanık dinletme isteminin kabulünün ve dinlenen tanıkların sözlerine itibar edilmesinin hukuksal dayanağı olarak, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesi gösterilmiştir.
Gerçekten de, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesi, “Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmayan muameleler” hakkında, her halde tanık dinletilebileceği hükmünü amirdir.
Ne var ki; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun bu hükmü, belirli bir miktar ve değerin üzerindeki hukuksal işlemlerin senetle ispat olunması gereğini öngören, aynı kanunun 288. maddesindeki kuralın, tahdidi olarak sayılan istisnalarından birini düzenlemesi nedeniyle, sınırlı bir uygulama alanına sahiptir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış kararlarına göre, bir davada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesi uyarınca miktar veya değeri itibariyle senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin, 293/4. madde çerçevesinde tanıkla ispat edilebilmesi için; o bölgede halin gereklerine ve tarafların durumlarına göre o işlemin senede bağlanmamasının devamlılık gösteren bir adet haline gelmiş, bu hususun zaman içerisinde herkesçe uyulmak suretiyle kararlılık kazanmış bulunması ve aynı zamanda kamuoyu tarafından da bu teamüle inanılmış olması gerekir. Bu yöndeki Yargıtay uygulamasına örnek olarak; Bkz: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.04.1974 gün ve 1969/3-592-1974/368 sayılı; 06.06.1984 gün ve 1982/13-5711984/660 sayılı kararları gösterilebilir.
Önemle belirtilmelidir ki; bir uyuşmazlıkla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesi çerçevesinde tanık dinlenebilmesi için, ispat yükü kendisinde bulunan tarafın, tanıkla ispat etmek istediği hususta, o bölgede, o yönde bir teamül bulunduğunu ileri sürmüş olması da gerekir.
Bu ilke ve kurallar ışığında somut olaya dönüldüğünde:
Somut olayda, davacı taraf, dava dilekçesinde ve yargılama aşamalarında, yukarıda açıklanan şekildeki bir teamülün varlığını ileri sürmemiş, bu yönde delil bildirmemiş; yerel mahkeme de, özel daire bozmasına konu olan, davanın kısmen kabulüne yönelik önceki kararında böyle bir gerekçeye dayanmamış, teamül olgusundan sadece direnme kararında söz etmiştir.
Öte yandan, dosya kapsamı itibariyle, somut olayda, ariyet sözleşmesi bakımından, yerel mahkemenin direnme kararında dayanılan şekilde bir teamülün varlığından söz edilebilmesi de mümkün olmadığı gibi, yerel mahkeme kararının aksine kesinleşen ceza ve iş mahkemelerinin duruşma zabıtlarında dava dışı sürücü ve sanık K’ye otomobilin ariyet verildiğinin şahit beyanlarında dile getirildiği de saptanmıştır.
Hal böyle olunca, yerel mahkemece, gerekçesi ve sonucu itibariyle aynı yönde bulunan ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.06.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.