Etiket arşivi: NEDENİYLE

İş kazası nedeniyle tazminat, uzun süren yargılama, tazminat

ANAYASA

MAHKEMESİ

Baş. No. 2013/4701

Karar Tarihi: 23/01/2014

>İŞ KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT

>YARGILAMANIN MAKUL SÜREDE SONUÇ-LANDIRILMAMASI

>UZUN SÜREN YARGILAMA NEDENİYLE ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

>TAZMİNAT

ÖZETİ: Başvurunun konusu olan tazminat davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince uzun aralıklarla duruşmalar yapıldığı, temyiz süreciyle beraber makul olmayan uzun bir süre olan 7 yıl 6 ay 19 günde yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş kazasına dayalı tazminat davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.

Trafik Kazaları Nedeniyle Tazminatta Zamanaşımı

T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2013 / 4-440
Karar: 2014 / 115
Karar Tarihi: 19.02.2014

ÖZET: Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemenin, dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle Özel Daire bozma ilamına karşı önceki kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.

Dava: Taraflar arasındaki <haksız eylem nedeniyle manevi tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;…….. 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 19.01.2012 gün ve E:2010/395, K:2012/28 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 30.04.2012 gün ve 2012/4951-7609 sayılı ilamı ile;

(…Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.

Dava konusu zararlandırıcı eylem 18.10.2004 tarihinde meydana gelmiş olup, dava ise 16.06.2010 tarihinde ikame edilmiştir. Mahkemece, fail davalının eyleminin TCK’nun 455/1. maddesi kapsamında bulunduğu ve TCK’nun 102/4. maddesi gereğince de ceza davası zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğu gerekçesiyle yazılı biçimde karar verilmiştir. Dava tarihi itibariyle fail davalı hakkındaki ceza davası derdesttir. Davacılar, ceza davasına müdahil olarak şahsi hak isteminde bulunabileceklerine göre uzamış ceza davası zamanaşımı süresinin dolduğundan söz edilemez. Şu durumda, uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.

Davacılar dava dilekçesinde özetle, 18.10.2004 günü meydana gelen kazada müvekkillerinin murisinin feci şekilde can verdiğini, G. K.’un sürücü, G. K.’un ise işleten sıfatıyla sorumlu olduklarını belirterek, çocuk ve torun sıfatlarına sahip olan davacılardan E. ve H. için ayrı ayrı 2.000 TL, diğer davacılar için ayrı ayrı 3.000,00 TL olmak üzere toplam 16.000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, davanın zamanaşımına uğradığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, <olayın 18.10.2004 tarihinde meydana geldiği, davanın 16.06.2010 tarihinde açıldığı, eylemin meydana geldiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 455/1. maddesi gereğince davalı Gültekin Koç’un ceza mahkemesinde cezalandırıldığı, ceza davasında verilen kararın temyiz edildiği, davanın zamanaşımına uğradığı> gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Karar davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize, davacılar vekili getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; dava zamanaşımı süresinin dolup, dolmadığı noktasında toplanmaktadır.

Görülmekte olan davanın hukuksal dayanağı haksız fiildir.

Bu nedenle, haksız fiil ve zamanaşımı kavramları ile bu hukuki müesseselerin kanuni düzenlemeleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu(BK)’nun <haksız işlemlerden doğan borçlar>ı düzenleyen 41.maddesinde haksız fiil; <Gerek kasten, gerek ihmal ve kayıtsızlık yahut tedbirsizlik ile haksız surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur> şeklinde tanımlanmıştır.

Buna göre, haksız fiil; hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalıdır. İkinci unsur, fiili işleyenin kusurudur. Üçüncü olarak, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalıdır. Nihayet, doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Öte yandan, özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 125-140’ncı maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve E:2010/8-231, K:255; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı ilamları).

İşte, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: IV, İstanbul 2001, Cilt:2, s.1761;Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku (C. Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat, Ferhat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt: III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; HGK’nun 06.04.2011 gün ve E:2010/9-629, K:2011/70; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı ilamları).

Haksız fiillerde zamanaşımı ise, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinde ayrıca düzenlenmiştir.

Anılan maddenin birinci fıkrasında; <Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarar ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren 10 sene mürurundan sonra istima olunmaz.> denildikten sonra; aynı maddenin ikinci fıkrasında, ceza dava zamanaşımına yollamada bulunularak; <Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha da uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik edilir.> hükmü getirilmiştir.

Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, haksız fiillere uygulanacak üç ayrı zamanaşımı süresi belirlenmiştir.

Bunlar, zarar görenin ‘zarar’ı ve ‘fail’i öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak olan 1 yıllık kısa süreli zamanaşımı; fiilin ‘vukuundan’ itibaren işleyecek 10 yıllık kesin süreli zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda suç oluşturduğu durumlarda uygulanacak olan uzamış (ceza davası) zamanaşımı süreleridir.

BK’nun 60.maddesinin 1.fıkrasına göre, haksız fiil nedeniyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir. Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlamasına sebep olmaz. Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar. Eğer zarara uğrayan tüzel kişi ise, dava açmaya yetkili organın öğrenmesi dikkate alınır.

Bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda fail, kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi gerekir.

BK’nun, m.60/2. fıkrasında düzenlenen ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için öncelikle; zarar veren eylemin Ceza Kanunu ya da ceza hükmü taşıyan özel kanunda suç olarak düzenlenmiş olması gereklidir.

Özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK’nun 60. maddesinde öngörülen zamanaşımı uygulanmak gerekir.

Öğretide ve yargısal inançlarda, BK’nun m.60/2’deki hükmünün anlam ve amacı şu şekilde açıklanmaktadır:

Haksız fiillerin bir kısmı, sadece özel hukuk açısından değil, ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlar bakımından da sorumluluğu gerektirebilir. Haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur.

Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda suç teşkil ediyorsa ve bu yasalarda, bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin edilmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur.

Bu husus, 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Zira, ceza davasının zamanaşımı <suçun türüne göre değişmekle beraber> çoğunlukla, BK’nun m.60/I’deki özel hukuk zamanaşımından daha uzundur.

O halde, fail hakkında açılmış bir ceza davası devam eder ve fakat o davaya şahsi davacı olarak zarar görenin katılma imkanı sağlanmaz ya da o uzun süreye denk olarak hukuk mahkemesinde (hele ceza davası devam ederken) tazminat davası açmasına izin verilmezse, denge bozulmuş olur.

Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise ve ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’nundaki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I olaya uygulanacak; bu Kanunlarda tayin edilen zamanaşımı süresi BK. m. 60/I’deki süreden daha uzun ise, o zaman tayin edilen uzun süre, tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan mülga 765 sayılı TCK’nun 102 (veya halen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nun 66.) maddesine göre belirlenecektir.

Hemen belirtmek gerekir ki; BK. m.60/II’deki zamanaşımı, tamamen özel hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden ise, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102, 104 ila 107. maddeleri değil, aksine BK’nun, 132 ila 137. maddeleri uygulama alanı bulacaktır.

Öte yandan, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK. m. 53).

Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa, hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak, haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.

Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir (Hukuk Genel Kurulu’nun 03.06.1953 gün ve E:4/71, K:77 sayılı ilamı).

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinin 2.fıkrasıyla, haksız fiilin ceza kanunları gereğince müddeti daha uzun zamanaşımına tabi bir suç teşkil etmesi halinde tazminat davasının ceza davası zamanaşımına tabi olacağı ve ceza davasından önce zamanaşımına uğramayacağı yolunda sevk edilmiş olan hüküm karşısında, ceza davası devam ettiği müddetçe zarar gören ceza mahkemesinden tazminat talep edebileceğinden, haksız fiilin Devlet tarafından takibi mümkün olduğu sürece tazminat davasının açılmasını kabul etmemek, anlamsız olacağı gibi bir çelişkiyi de ortaya çıkaracaktır.

Uzamış ceza davası zamanaşımının uygulanması için, davacıların ceza davasına katılmaları koşul değildir.

Hemen burada, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK)’ndaki zamanaşımı düzenlemesi üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.

Mülga 765 sayılı TCK’nun 102.maddesindeki süreler, <kamu davası açma süreleri> ve 112.maddesindeki süreler, <cezaları ortadan kaldıran süreler> (hükmedilen cezaların zamanaşımına uğrama süreleri) idi.

Halen yürürlükte bulunan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na öncekinden farklı madde başlıkları konulmuş olup, eski 102.maddenin karşılığı olan 66. maddenin başlığı <Dava zamanaşımı> ve eski 112. maddenin karşılığı olan 68.maddenin başlığı <Ceza zamanaşımı>dır.

Tazminat davalarında uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun (YBGK) 03.06.1942 gün ve E:1941/36, K:1942/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda açıklandığı üzere: <Ceza davası zamanaşımı mahkemece belirtilen ve hükmolunan ceza miktarına göre değil, mülga 765 sayılı TCK’nun 102’nci maddesinin her bendinde sıralandığı üzere cürümlerin ve kabahat eylemlerinin gerektirdiği cezalara göre hesaplanmalıdır.>

Daha açık bir anlatımla, hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davalarına uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza sürelerine göre değil, mülga 765 sayılı TCK m.102’de (5237 sayılı yeni TKC m 66’da) ayrı ayrı gösterilen üst (tavan) süreler üzerinden hesaplanacaktır.

Eski TCK’nun 102.maddesinin ilk dört bendinde cürümlere ve son iki bendinde kabahatlere ilişkin cezalar yer almış ve kamu davasını ortadan kaldıran süreler sıra ile 20, 15, 10, 5 yıl ve 2 yıl ile 6 ay olarak belirlenmiştir.

Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 22.02.2011 gün ve E:2011/4-640, K:2012/89 sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Öte yandan, mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK)’nun yürürlükte olduğu dönemde (20.08.1929-31.05.2005) şahsi hak talebinde bulunmanın zamanaşımı süresi üzerindeki etkisine de değinmekte yarar vardır.

Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 350 ila 358.maddeleri arasında <şahsi dava>; aynı Kanunun 365.maddesinde ise, kamu davasına müdahale ve şahsi hak talebinde bulunma düzenlenmişti. Buna göre, suçtan zarar gören kişi, kamu davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak talebinde bulunma imkanına sahipti.

Ne var ki, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda şahsi davaya yer verilmediği gibi, ceza davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak talebinde bulunma imkanına da yer verilmemiştir. Böylece, ceza davasında şahsi hak talebinde bulunma olanağı, 01.06.2005 tarihi itibariyle ortadan kaldırılmıştır.

5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu’nun Geçici 1.maddesinde <Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ceza mahkemelerinde açılmış bulunan davalardaki şahsi hak talepleri, görevsizlik kararı verilmeyerek bu mahkemelerce sonuçlandırılır.> biçimindeki düzenlemeyle de, uygulamada ortaya çıkabilecek olası sorunlara çözüm öngörülmüştür (Aynı yönde bakınız. Ceza Genel Kurulu’nun 24.06.2008 gün ve E:2008/1-126, K:2008/177 sayılı ilamı).

Görüldüğü üzere, 01 Haziran 2005 tarihinden itibaren ceza mahkemelerinde açılan kamu davalarında kişisel hakka hükmedilemeyeceği gibi, bu talepler hakkında görevsizlik kararı verilmesi gerekmektedir (Aynı yönde bakınız. Ceza Genel Kurulu’nun 27.12.2011 gün ve E:2011/3-267, K:2011/297 sayılı ilamı).

Hemen belirtilmelidir ki, kamu (ceza) davasının açılmış olması, bu davaya müdahale talebinde bulunulması ve hatta şahsi hak (tazminat talebi) saklı tutulmak suretiyle kamu davasına müdahale talebi, haksız fiilden (suçtan) doğan tazminat alacağı için, BK’nun 133.maddesi bakımından zamanaşımını kesen bir neden olarak kabul edilemez (Aynı yöndeki görüş için bakınız. Baki, Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: II, İstanbul 2001, Sahife:1658 vd.; HGK’nun 11.05.1977 gün ve E:1976/4-3068, K:1977/468 sayılı ilamı).

Nihayet, 1 Haziran 2005 tarihi öncesi yukarıda belirtilen 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, ceza davası devam ettiği sürece kamu davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak istenebilmesine olanak tanınmaktaydı (Mülga 1412 sayılı CMUK m.365/2). Ne varki, yukarıda vurgulandığı üzere, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nunda ceza davasına katılmak suretiyle şahsi hak istenebilmesine olanak tanınmadığından, bu tarih itibariyle somut olayda 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama imkanı kalmamıştır.

Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Yukarıda yapılan hukuki açıklama ve saptamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; davacıların ileri sürdükleri haksız fiil (taksirle adam öldürme) eyleminin gerçekleşme tarihi 18.10.2004’dür.

Davalı sürücü Gültekin Özdemir Koç hakkında, Erzincan 1.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 29.07.2008 tarih ve E:2008/203, K:2008/356 sayılı ilamıyla, taksirle ölüme neden olmak suçundan mülga 765 sayılı TCK’nun 455/1, 647 Sayılı Kanun’un 4 ve 6.maddeleri uyarınca hükmedilen para cezasının ertelenmesine karar verilmiştir. Ceza davasının, eldeki davanın açıldığı tarihte henüz derdest olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda vurgulandığı üzere, mülga 818 sayılı BK’nun 60/2.maddesi gereğince, zarara yol açan eylemin, aynı zamanda suç oluşturması halinde, uygulanacak zamanaşımı süresi, o suç için öngörülen ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre, haksız eylemin gerçekleştiği 18.10.2004 tarihinde yürürlükte olan mülga 765 sayılı TCK’nun 455/1.maddesinde öngörülen suça ilişkin cezanın üst sınırı dikkate alındığında, aynı Kanunun 102/4.maddesi uyarınca ceza davası zamanaşımı süresi beş (5) yıldır.

Bu durumda, haksız eylemin gerçekleştiği 18.10.2004 tarihi gözetildiğinde, beş (5) yıllık dava zamanaşımı süresinin 18.10.2009 tarihinde dolduğu; eldeki davanın ise, dava zamanaşımı süresi geçtikten sonra 16.06.2010 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Davacılar, ceza davasına 29.07.2008 tarihinde katılmış iseler de, şahsi hak talebinde bulunmadıklarından, ceza davasına müdahale talebi dava zamanaşımı süresini kesmez.

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında: ceza davasının henüz derdest olduğu, bu nedenle de henüz dava zamanaşımı süresinin dolmadığı ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda belirtilen gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, yukarıda açıklanan hususları gözeterek, dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle Özel Daire bozma ilamına karşı önceki kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur.

Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile; direnme kararının yukarıda gösterilen gerekçe ve nedenlerden dolayı ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen <Geçici Madde 3> atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-(1).maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.02.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Yargıtay kararı: Trafik Kazaları Nedeniyle Tazminatta Zamanaşımı .

Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • REKLAMLARA AYRILAN SÜRENİN İHLALİ NEDENİYLE YAYIN DURDURMA YAPTIRIMI

DANIŞTAY 13. Daire
ESAS: 2012/3802
KARAR: 2014/512

İstemin Özeti : Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2012 tarih ve E:2011/260, K:2012/996 sayılı kararının; uyuşmazlıkta tekerrür şartlarının gerçekleştiği, tekerrür hükümleri uygulanarak yayın durdurma yaptırımının uygulanabilmesi için yayın ilkesinin ikinci kez ihlalinin aynı programda gerçekleşmesinin gerekmediği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava; davacı şirkete ait "… TV" logosuyla yayın yapan televizyon kanalının 11.09.2010 tarihinde saat 19:00-00:00 arasında yayımladığı reklamlarla, 3984 sayılı Kanun’un 19. maddesinin 3. fıkrasının tekraren ihlal edildiğinden bahisle yayının bir kez durdurulmasına ilişkin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 12.01.2011 tarih ve 15 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; uyuşmazlığa konu reklamların incelenmesi sonucunda, mevzuatta öngörülen bir saatlik % 20 oranının karşılığı olan 12 dakikanın 21:00-22:00 saatleri arasında % 23 olarak aşıldığı, 23:00-00:00 saatleri arasında ise 23 dakika 11 saniye süre ve % 38 oranıyla reklam yayımlandığının tespiti üzerine 3984 sayılı Kanun’un 19/3. maddesinde yer alan, bir saatlik yayın içerisinde spot reklamlara ayrılan sürenin % 20’yi aşamayacağı şeklindeki kuralın tekraren ihlal edildiğinden bahisle dava konusu işlemle davacı şirket hakkında yayın durdurma yaptırımının uygulanması üzerine bakılan davanın açıldığı; davacı şirketin daha önce 16.02.2010 tarihinde saat 13:50’de yayınladığı "Deryalı Günler" isimli programda reklam kuşaklarının yayın oranının bir saatlik yayın dilimi içerisinde % 20’yi (12 dakika) aşmaması gerekirken 13:50 – 14:50 arasındaki bir saatlik yayın sürecinde toplam 18 dakika 15 saniye reklam verildiği, dolayısıyla 3984 sayılı Kanun’un 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğinden bahisle Üst Kurul’un 13.04.2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararı ile uyarı cezası ile cezalandırıldığı, bu işlemin iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2010/874 esasına kayden açılan davanın anılan Mahkeme’nin 28.12.2010 tarih ve E:2010/874, K:2010/1992 sayılı kararıyla reddedildiğinin görüldüğü, yukarıda aktarılan yönetmelik kuralı uyarınca, tekerrür hükümlerinin uygulanarak yayın durdurma yaptırımının uygulanabilmesi için aynı programda aynı yayın ilkesinin ikinci kez ihlalinin arandığı, aksi düşünce tarzıyla tekraren ihlal hâlinde hangi program yayınının durdurulacağı hususunda tereddüt yaşanabileceği, davaya konu reklam yayınlarının "Survivor" adlı programda gerçekleşmesine karşın tekerrüre esas alınan reklam yayınlarının "Deryalı Günler" adlı programda yayınladığı göz önüne alındığında, programların farklı olması nedeniyle aynı programda aynı yayın ilkesinin ikinci kez ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceğinden tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen davaya konu yayın durdurma işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.

İşlem tarihinde yürürlükte bulunan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un değişik 33. maddesinin 1. fıkrasında; "Üst Kurul, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın ilkelerine ve bu Kanun’da belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilenmesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde ihlâle konu olan programın yayını, bir ilâ oniki kez arasında durdurulur. Bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir program yapamaz. Yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurul’ca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Tük dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır." kuralına yer verilmiştir.

Dava dosyası ve eki CD’nin incelenmesinden; davacı şirkete ait "… TV" logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 11.09.2010 tarihinde saat 19:00-00:00 arasında yayımlanan reklamlarla, mevzuatta öngörülen bir saatlik % 20 oranının karşılığı olan 12 dakikanın 21:00-22:00 saatleri arasında % 23 olarak aşıldığı, 23:00-00:00 saatleri arasında ise 23 dakika 11 saniye süre ve % 38 oranıyla reklam yayınlandığının tespiti üzerine, bir saatlik yayın içerisinde spot reklamlara ayrılan sürenin % 20’yi aşamayacağı şeklindeki kuralın tekraren ihlal edildiğinden bahisle dava konusu işlemle davacı şirket hakkında yayın durdurma yaptırımının uygulandığı; dava konusu işlemde tekerrüre esas alınan Üst Kurul’un 13.04.2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2010/874 esasına kayden açılan davada, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 28.12.2010 tarih ve E:2010/874, K:2010/1992 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, anılan Mahkeme kararının da Dairemizin 15.11.2012 tarih ve E:2011/2414, K:2012/3097 sayılı kararıyla onandığı anlaşılmaktadır.

3984 sayılı Kanun’un 33. maddesindeki düzenlemeye göre, tekerrürün aynı yayın kuşağı içinde veya aynı programda oluşması zorunluluğu bulunmadığından aynı yayın ilkesinin yayıncı kuruluş tarafından tekraren ihlali halinde tekerrürün oluştuğunun kabulü gerekir.

Bu itibarla; davacı yayın kuruluşuna ait televizyon kanalında aynı yayın ilkesi ihlalinin gerçekleştiğinin sabit olması nedeniyle tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından, dava konusu işlemin iptaline ilişkin temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2012 tarih ve E:2011/260, K:2012/996 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 20.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Cmt Mar 14, 2015 11:04 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • MURİS MUVAZAASI NEDENİYLE TAPU İPTALİ DAVASI, AVUKATLIK ÜCRETİNİN HESAPLANMASI

YARGITAY 1. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/15507
KARAR: 2014/19371

Taraflar arasında görülen tapu iptal, tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.11.2013 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat … geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların davalıya temlikinin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; tarafların mirasbırakanları babaları M…’in 13.02.2007 tarihinde öldüğü, mirasbırakanın maliki olduğu 7 ve 9 parsel sayılı taşınmazları 21.08.2002 tarihli resmi akit ile oğlu olan davalı A…’ya satış suretiyle temlik ettiği, davacının dava dilekçesinde; 9 parsel sayılı taşınmazın temlikinin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiası ile eldeki davayı açtığı, 11.02.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile 7 parsel sayılı taşınmaz yönünden aynı iddiayı ileri sürerek, miras payı oranında iptal ve tescile, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istediği anlaşılmaktadır.

Mahkemece, 9 parsel sayılı taşınmaz yönünden, mirasbırakan tarafından davalıya satış suretiyle yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu saptanmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazı yerinde değildir. Reddine.

Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince, dava dilekçesinde yer almayan 7 parsel sayılı taşınmaz yönünden 11.02.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile talepte bulunulmuş ise de, değer gösterilmeksizin düzenlenen ıslah dilekçesi ile talepte bulunulmuş olduğu, bu haliyle usulüne uygun bir ıslah bulunmadığı ve ayrı bir dava ile talepte bulunulması gerektiği, göz ardı edilerek 7 parsel sayılı taşınmazın kabul kapsamına alınmış olması doğru değildir.

Kabule göre de, davada miras payı üzerinden kabul kararı verildiğine göre, bu paya karşılık gelen değerin vekâlet ücretinin tayininde nazara alınması gerektiği ve yargılama sırasında keşfen belirlenen değer üzerinden harç ikmal edilmemiş olduğu gözetilmeden yazılı şekilde vekalet ücretine hükmedilmiş olması da isabetsizdir.

Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilenz nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 990.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, 11.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Cmt Mar 07, 2015 11:35 pm


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • ÖZEL HASTANEDE YAPILAN HATALI ENJEKSİYON NEDENİYLE SİNİR ZEDELENMESİ

YARGITAY 12. Ceza Dairesi
Esas: 2013/26279
Karar: 2014/21535

Taksirle yaralama suçundan sanıkların beraatlerine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

1- Sanık B… hakkında verilen hükme yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suç açısından failin taksirinin bulunmadığı, gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin, kusura ve eksik incelemeye ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA,

2- Sanık G… hakkında verilen hükme yönelik temyiz isteminin incelenmesine gelince;

Olay günü halı saha maçında sağ ayağına aldığı darbe sonrasında oluşan ağrı sebebiyle sanığın hemşire olarak çalıştığı … hastanesine müracaat eden katılanın, acil serviste görevli doktor tarafından röntgene gönderildiği ve röntgen sonrası, katılanın ağrıları nedeniyle Voltaren ve Muscoril adlı ağrı kesicilerin karıştırılarak 5 cc’lik enjektörle, sanık tarafından sağ kalçadan enjekte edildiği, kısa bir süre sonra katılanın bacağında uyuşma olduğu ve sağ ayak ucunun yukarıya çekilmemesi tablosunun ortaya çıktığı, bu sırada çağrı üzerine hastaneye gelen ortopedi uzmanı G…’un da aynı bulguları tespit ettiği ancak mevcut ayaktaki uyuşma ve ayak ucunu çekememe olgusunun enjeksiyonla ilgili olabileceğini belirttiği, akabinde ameliyat kararı alınarak tedaviye başlandığı olayda;

Her ne kadar Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 30.03.2009 gün ve 3082 sayılı raporunda, spor yaralanması sonrasında meydana gelen ağrıya yönelik olarak kalçadan ağrı kesici, kas gevşetici enjeksiyonun genel tababet kuralları içinde olduğu, grafiler çekilerek ortopedi konsültasyonu isteyen Dr. B…un yaptığı işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, sağ ayağında meydana gelen güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair tıbbi bir kaydın bulunmadığı, komplikasyon olarak kabul edileceği, bu nedenle hemşire G…’in eylemi ve Özel … Sağlık Merkezinde yapılan tıbbi işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, belirtilmiş ise de;

Ameliyat notlarına göre siyatik siniri ismi verilen doku üzerinde lezyonların bulunduğunun, bu lezyonların travma alınan diz bölgesinde değil kalçaya enjeksiyon yapılan bölge civarında olduğunun belirlenmesi karşısında; sanığın olaydaki kusur durumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi için dosyanın Yüksek Sağlık Şurası ya da Adli Tıp Kurumu genişletilmiş ihtisas kuruluna gönderilip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ile karar verilmesi,

Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sanık G…hakkındaki beraat hükmünün 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 31.10.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Sal Mar 03, 2015 8:58 am


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • TRAFİK KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ, İCRAYA İTİRAZ, İCRA İNKAR TAZMİNATI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/488
KARAR: 2014/48

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına, şartları oluşmadığından her iki tarafın da icra inkâr tazminatı taleplerinin reddine, dair verilen 08.12.2010 gün ve 2010/240 E., 2010/433 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.06.2012 gün ve 2011/4096 E., 2012/7990 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacılar vekili, müvekkillerinin murisinin 09.03.2006 tarihinde gerçekleşen kazada ölmesi üzerine davalı şirkete tazminat ödemesi hususunda başvurduklarını ancak hazırlanan aktüer raporu doğrultusunda paranın müvekkillerine ödenmediğini, bunun üzerine … 15. İcra Müdürlüğü’nün 2010/6533 Esas sayılı takip dosyasıyla davalı aleyhine 05.05.2010 tarihinde 15.000 TL asıl alacak üzerinden ilamsız takip başlattıklarını, bu takibe davalı şirketçe haksız olarak itiraz edildiğini, takibin durduğunu belirterek davalının itirazının iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacıların 04.05.2010 tarihinde müvekkili şirketi ibra ettiğini ve aynı gün paranın havuz hesabına havale edildiğini, davalının kötü niyetli olarak dava açtığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına, şartları oluşmadığından her iki tarafın da icra inkâr tazminatı taleplerinin reddine, davalı tarafça davanın açılmasına sebep olunduğundan, yargılama giderlerinin davalı tarafa yüklenmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava trafik kazasından kaynaklanan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, alacağın likit olmadığı gerekçesiyle davacı tarafın icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir. Davacılar, destekten yoksun kalma tazminatı talebiyle davalı sigorta şirketine başvuruda bulunmuşlar, taraflar akrüerya uzmanından alınan raporda belirlenen 16.131 TL’nin davacılara ödenmesi hususunda anlaşmışlar ve 04.05.2010 tarihli ibraname ve mutabakatnameyi tanzim etmişlerdir. Bu belgeyle aynı gün ödeme tarihi olarak da belirlenmiştir. İşbu dava ise 25.05.2010 tarihinde ikame edilmiştir. Davalı tarafça ibranamede belirlenen miktar olan 16.131 TL, 16.06.2010 tarihinde davacılara ödenmiştir. Davalı taraf hiçbir aşamada, davacı yanca talep edilen alacağın belirli olmadığı iddiasında bulunmamış, tüm aşamalarda paranın havuz hesabında bulunması dolayısıyla davacı tarafa ödemenin yapılamadığı iddiasında bulunmuştur. Buna göre, davalı tarafça davadan sonra ödenen alacağın, taraflar arasında ibranamenin imzalandığı 04.05.2010 tarihinde likit hale geldiğinin kabulü gerekir. Hal böyle olunca, mahkemece likit olan alacağın %40’ından az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hatalı gerekçeyle davacı tarafın icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş olması isabetli değildir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; ölümlü trafik kazası sonucu ödenmeyen destek tazminatının tahsili amacıyla başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacılar vekili, müvekkillerinin oğlunun 09.03.2006 tarihinde gerçekleşen kazada ölmesi üzerine davalı şirkete tazminat ödemesi hususunda başvurduklarını, ancak hazırlanan aktüer raporunda belirtilen paranın müvekkillerine ödenmediğini, bunun üzerine Ankara 15. İcra Müdürlüğü’nün 2010/6533 esas sayılı takip dosyasıyla davalı aleyhine 05.05.2010 tarihinde 15.000 TL asıl alacak üzerinden ilamsız takip başlattıklarını, bu takibe davalı şirketçe haksız olarak itiraz edildiğini, takibin durduğunu belirterek davalının itirazının iptali ile icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacıların 04.05.2010 tarihinde müvekkili şirketi ibra ettiğini ve aynı gün paranın havuz hesabına havale edildiğini, davalının kötü niyetli olarak dava açtığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına, şartları oluşmadığından her iki tarafın da icra inkâr tazminatı taleplerinin reddine, davalı tarafça davanın açılmasına sebep olunduğundan, yargılama giderlerinin davalı tarafa yüklenmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; haksız fiilden kaynaklanıp takip konusu yapılan ve borçlunun itiraz ettiği alacağın, taraflar arasında imzalanan ibraname tarihinde likit hale gelip gelmediği, buradan varılacak sonuca göre de, alacağın %40’ından az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere, özellikle davalı tarafça davadan sonra ödenen alacağın miktarının, taraflar arasında 04.05.2010 tarihinde düzenlenen mutabakatnamede alacağın belirlendiği ve bu belgenin imzalandığı tarih itibariyle, alacağın likit hale geldiği anlaşıldığına göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/1.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Şub 25, 2015 10:36 pm


Borçlar Hukuku • Kooperatifin ödenmeyen borçları nedeniyle tahkim, üyelerin durumu…

Koop ve mütahit tahkim mahkemesine gitti. koop bazı ödemeleri yapmadığı için yapmadığı ödemeleri ve faizini ödeme kararı çıktı yargıtayda itiraz etti sonucu bekliyoruz .
sorum şu

biz üyeler olarak tüm ödemeleri yaptık eğer kararı yargıtay onarsa koop üyelerinin durumu ne olur .

saygılarımla

Bilgiler: Tarih-Gönderici: baycan — Pzt Şub 23, 2015 11:09 am


Borçlar Hukuku • Ortaklığın giderilmesi, satıştan sonra usulsüz tebligat nedeniyle bozma…

2000 yılında açmış olduğumuz ortaklığın giderilmesi davasında ortaklardan birisi kendisine tebligat yapılmadığı gerekçesiyle 2012 yılında mahkeme kararını temyiz etti.bu arada ortaklığın giderilmesi sonucu ihaleler yapılıp satışlar sona ermiştir.yargıtay tebligatın usulsü olduğu gerekçesiyle kararı bozdu.ortak aynı zamanda ihalenin feshi davasıda açtı.yeel mahkeme ihalenin feshi davası hakkında hakdüşürücü zaman geçtiği için talebi reddetti.ortaklığın giderilmesi davasında ise karar verilmesine yer olmadığına 2014 yılında karar verdi.İlgili ortak kararı yine temyiz etti.yargıtay yine bozma kararı verdi.tebligatın usulsüz yapıldığı gerekçesiyle..

Şimdi ortaklığın giderilmesi kararı ile bütün taşınmazlar satılıp üçüncü kişilere geçtiğine göre bu davanın sonucu ne olur. dava zamanaşımının dolmasına 8 ay kala bu dava açılmıştır.davayı acan ortağın bir taşınmazda hissesi vardır.fakat davaya konu olan 10 parsel daha vardır.
Teşekkürler.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: FILIZ — Pzt Şub 23, 2015 8:43 am