Etiket arşivi: SADECE

Kısmen kabulde temyiz sınırı sadece temyiz edilecek reddedilen miktara göre belirlenir

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2011/19-339 esas ve 2011/404 karar sayılı, 08.06.2011 tarihli kararı

Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 8.Sulh Hukuk Mahkemesince, davanın kabulüne dair verilen 07.12.2009 gün ve 2009/918 – 1312 E. K. sayılı kararın incelenmesi davalı E. B.San. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 15.09.2010 gün ve 2010/1314-9785 E.K. sayılı ilamı ile;

Davacı vekili, müvekkili şirketin davalı şirkete fatura karşılığında mal verdiğini, ancak davalı şirketin fatura bedelinin ödemediğini, bunun üzerine başlatılan icra takibine davalı tarafça haksız olarak itiraz edildiğini belirterek itirazın iptaline,takibin devamına ve %40 dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacı tarafa böyle bir borçlarının olmadığını ve davacı tarafın takibin dayanağını açıklamadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davalının davacıdan teslim almış olduğu malların bedelini ödemediği ve itirazında haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacı alacaklı tarafından borçlunun temerrüde düşürülmediği ve taraflar arasında cari hesap sözleşmesi olmaması nedeniyle faiz talep edilemeyeceği belirtilmiş ve davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bu durumda itirazın iptali davasına konu olan alacak kalemlerinden faiz talebi reddedildiğine göre kendini avukat ile temsil ettiren davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı:

Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, esasa girilmeden önce, müddeabbihin miktarı itibariyle direnme kararına karşı temyiz yolunun açık olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.

Bilindiği üzere, 21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı <Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun>; yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL. yine yürürlük tarihinden sonra Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunca temyiz incelemesi sonucunda verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilebilmesi için 440/III-1. maddesinde aranan parasal sınırı da altı milyar TL. olarak değiştirmiştir. 5219 ve 5236 sayılı Kanunlara göre katsayı artışı uygulanarak bu sınırlar arttırılmıştır.

01.01.2011 tarihinden itibaren uygulanacak temyiz (kesinlik) sınırı 1.540,00 TL olup; direnme kararının verildiği 17.01.2011 tarihinde de bu miktar geçerlidir.

16.07.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un geçici maddesi ile temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.

Bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki teriminin, Yerel Mahkemenin, Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksama bulunmamaktadır.

Yeri gelmişken eldeki davada temyize konu müddeabih miktarının ne olduğunun açıklanmasında yarar vardır:

Davacı/alacaklı tarafından, faturaya dayalı 5.129.46 TL alacağın 924.83 TL işlemiş faiziyle birlikte tahsili için davalı/borçlu aleyhine icra takibi başlatılmış; davalı/borçlu, davacının cari hesap alacağı adı altında talep ettiği borcu ve istenen reeskont faizini kabul etmediğini bildirerek, takibe, borca ve işlemiş faiz miktarına ve oranına itiraz etmiştir.

Davacı/alacaklı eldeki itirazın iptali davası ile; davalıya fatura karşılığı mal verdiğini, bedelin ödenmemesi üzerine başlattığı icra takibine itiraz edildiğini ifadeyle vaki itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiş; mahkemece asıl alacağa vaki itirazın iptali ile takibin asıl alacağa takip tarihinden itibaren değişen oranlarda avans faizi uygulanmak suretiyle devamına, icra inkar tazminatına, davacı vekili için vekalet ücreti takdirine karar verilmiştir.

Davalı/borçlu vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece sair temyiz itirazları reddedildikten sonra mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporuna atfen faiz alacağına ilişkin kısım reddedildiğinden kararın kısmen kabule ilişkin olduğu, bu haliyle davalı taraf lehine de vekalet ücreti takdiri gerektiğine işaretle karar bozulmuş; mahkemece davacı/alacaklının eldeki davada sadece asıl alacağa vaki itirazın iptalini istediği, faizin dava konusu edilmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Şu hale göre bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibariyle asıl alacak uyuşmazlık konusu değildir.

Uyuşmazlık; 924.83 TL işlemiş faiz alacağının eldeki davaya konu edilip edilmediği ve bu miktar üzerinden davalı lehine vekalet ücreti takdirinin gerekip gerekmediği noktasında olup; temyize konu edilen de bu husustur.

Bu haliyle müddeabbih 924.83 TL den ibarettir.

Direnme kararının verildiği 17.01.2011 tarihinde, temyiz (kesinlik) sınırı 1.540,00 TL olmakla; 924.83 TL açık biçimde temyiz edilebilirlik sınırı altında olduğundan, anılan karara karşı temyiz yoluna gidilmesi, miktar itibariyle mümkün değildir.

Hal böyle olunca, davalı/borçlu vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenle davalı/borçlu vekilinin temyiz dilekçesinin reddine, oybirliği ile karar verildi.

İcra ve İflas Hukuku • Yetkisiz yerde icra takibinde sadece borca itiraz edilmesi

merhabalar,
alacağımız için yetkisiz bir icra dairesinde icra takibi başlattık.borçlu yetkiye itiraz etmeyip sadece borca itiraz etti.yetkiye itiraz edilmediği için aynı yer mahkemesinde itirazın iptali davası açtık. mahkeme yetkisizlik kararıyla reddetti davamızı.şimdi icra takibi yetki açısında o yer dairesinde kabul edilmiş olup; yetkili mahkeme de itirazı iptali davası açarsam mahkeme kendi yetki alanında olmayan bir takip hakkında nasıl karar verecek ve bunun için takibi de mi yetkili dairede tekrar başlatmalıyım? bu halde ilk takip için yapılan masraflar ne olacak.EMSAL KARAR var mıdır?
şimdiden teşekkürler..

Bilgiler: Tarih-Gönderici: evgeny — 09 Şub 2015, 16:37


sadece ihbar ile başka delil olmadan arama kararı verilmesi tazminat gerektirir

Yargıtay 12. Ceza Dairesi

Esas no : 2013/9105
Karar no : 2013/30731
Tebliğname no : 12 – 2012/57276

İNCELENEN KARARIN;
Mahkemesi : Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi
Tarihi : 30/11/2011
Numarası : 2011/119-2011/211
Davacı :
Davalı : Maliye Hazinesi
Dava : Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat
Hüküm : Tazminat talebinin reddi
Temyiz edenler : Davalı vekili ve davacı vekili
Tebliğnamedeki düşünce : Onama

Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Davacı; evinde usulsüz arama yapıldığını ve her hangi bir suç unsuruna rastlanılmadığını bu arama nedeniyle toplum nazarında küçük düşürüldüğünü belirterek, haksız arama kararı nedeniyle 10.000 lira manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece tazminat talebinin reddi kararının gerekçesinde “arama kararının bizatihi kendisinin ve içeriğinin hukuka uygun olup olmadığının tazminat konusu yapılamayacağı, arama kararının şekil şartları yönünden usule uygun olması halinde hukuka da uygun kabul edilmesi gerektiğini, arama kararının kendisinin CMK 141 ve 142. maddeleri uyarınca tazminata konu olamayacağı, ancak bu kararın uygulanması sırasında ölçülülük ilkesine uyulmadığı taktirde bu durumun tazminata konu olabileceğini, arama kararının ölçüsüz olarak gerçekleştirildiğine dair belge ve delil bulunmadığı, olayda ölçüsüz bir şekilde aramanın gerçekleşmediği, davacının bu arama nedeniyle herhangi bir zararının da olmadığı” gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verildiği açıklanmıştır.

Arama, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen koruma tedbirlerinden biri olup, aynı Kanunun 141-144.maddelerinde koruma tedbirleri nedeniyle zarara uğrayanlar için tazminat ödenmesinin koşulları gösterilmiştir. Tazminat istemini düzenleyen 141.maddenin (1/i) fıkrasında ise suç soruşturması ve kovuşturması sırasında “Hakkında arama kararı ölçüsüz şekilde gerçekleştirilenler” için de tazminat ödenmesi kabul edilmiştir.
Fıkra düzenlemesinden genel olarak, tazminat isteminin haksız arama kararı veya hukuka aykırı arama kararına değil, arama kararının ölçüsüz bir şekilde yerine getirilmesine dayanması gerektiği anlaşılmakta ve Dairemiz uygulamaları da bu yönde ise de açıkça hukuka aykırı olarak verilen bir arama kararı için tazminat isteminde bulunulup, bulunulamayacağının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

Şüpheli veya sanıkla ilgili aramanın düzenlendiği CMK’nın 116.maddesinde “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerler aranabilir” hükmüne yer verilmiştir.

Tazminat talebinin dayanağını oluşturan arama kararı bu açıdan değerlendirildiğinde, somut delile dayanmayan, içinde makul şüpheyi barındırmayan, sadece bir telefon ihbarı üzerine davacının evinde arama yapıldığı anlaşılmakta olup, talep açısından ayrıca maddenin öngördüğü “makul şüphe” kavramı üzerinde de durulmalıdır. Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde “makul şüphe” nin tanımı yapılmamış ise de, Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinde makul şüphe “hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphe” şeklinde tanımlanmış, tanımın yapıldığı 6. maddenin 3. fıkrasında makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin olması gerektiği belirtilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160/1.maddesinde “Cumhuriyet savcısının ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacağı” belirtilmiş olup, dava konusu istem bakımından hüküm değerlendirildiğinde Cumhuriyet Savcısı, davacı-şüphelinin evinde uyuşturucu bulunduğu ihbarı üzerine “hemen işin gerçeğini araştırma” ya başlamadan ve bu konuda başkaca hiçbir araştırma yapmadan doğrudan davacının evinde arama kararı talep etmiş ve bu konuda karar aldırmış olup, dolayısıyla soruşturma makamlarının ihbarla ilgili hiçbir araştırma ve inceleme yapmadan, başka deliller toplanmadan alınan arama kararına dayanılarak davacı/şüphelinin evinde uyuşturucu madde araması yapılmıştır. Bu şekildeki uygulamanın CMK’nın 116 ve 160.maddesine uygun olmadığı gibi ayrıca konut dokunulmazlığının korunmasını öngören Anayasanın 21/1.maddesindeki “usulüne göre verilmiş hakim kararı” olmadığından Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özel hayatın ve aile hayatının korunmasını öngören 8/2.maddesinde öngörülen “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir.” hükmüne aykırılık oluşturmaktadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yakın bir zamanda verdiği bir kararında (24 Mayıs 2011) arama kararı ile ilgili ilkeleri şu şekilde belirlemiştir.

“Sözleşmeci Devletler bazı suçlar için maddi delil toplamak amacıyla evlerde arama yapma gibi tedbirlerin gerekli olduğuna karar verebilir. AİHM, böyle durumlarda, müdahaleyi haklı göstermek için ileri sürülen gerekçelerin alaka ve yeterliliği ile orantılılık ilkesine uygunluğunu denetlemektedir.

Bu noktada AİHM, öncelikle iç hukuktaki yasa ve ilgili uygulamaların bireyleri uygun ve etkili bir şekilde suiistimallere karşı güvence altına aldığından emin olmalıdır.

AİHM, daha sonra ihtilaflı müdahalenin, pratikte, izlenen amaçla orantılı olup olmadığını belirlemek için her davanın özel koşullarını incelemelidir. Bunu yaparken AİHM, aramayı gerektiren suçun ciddiyeti, arama emrinin çıkarılma koşulları ve ne şekilde çıkarıldığı, özellikle aramadan önce elde bulunan diğer delil unsurları, yine özellikle arama yapılacak yerin niteliği ve müdahalenin mantık dışı etkileri olmaması amacıyla alınan önlemler bakımından arama emrinin içeriği ve kapsamı ve son olarak da aramanın hedef aldığı kişinin itibarı üzerindeki olası yankıları gibi kıstasları dikkate almaktadır (Almanya aleyhine Buck davası, no 41604/98, prg. 45, CEDH 2005‑IV, ve Smirnov, ilgili bölüm, prg. 44).

Mevcut davada AİHM, ilk önce ihtilaflı aramanın ilgili şahıslar hakkında yürütülen bir ceza soruşturması ya da ceza davası kapsamında düzenlenmediğini not etmektedir. Başvuranların herhangi bir suçtan şüpheli oldukları ne ortaya konulmuş ve ne de iddia edilmiştir.

Hâkimin hangi delil unsurlarına dayanarak ihtilaflı arama emrini çıkardığı açık bir şekilde ortaya konmamış, sadece emniyet müdürlüğünün Cumhuriyet savcısına gönderdiği yazıda yer alan oldukça genel, kısa ve öz açıklamalarla yetinilmiştir. Bu noktada AİHM, ceza mahkemelerinin ilgili şahısların evlerinde arama yapılmasını gerektirecek somut deliller olmadığı yönündeki tespitlerini kayda geçmektedir.

Arama emrinin içerik ve kapsamı ile ilgili olarak AİHM, belgenin kesin olmayan ifadelerle kaleme alındığını tespit etmektedir. Hâkim arama emrini verirken, hiçbir konuda sınırlama koymamış, sadece tarihini ve bunun bir defaya mahsus olduğunu belirtmiştir. Aramanın gerekçesi ve neyin arandığı hakkında hiçbir bilgi içermeyen bu emir, bu şekliyle polislere oldukça geniş bir yetki tanımıştır. Oysa AİHM’nin kanaatine göre, bir arama emrinin, aramayı yürüten polislerin belirlenen araştırma alanına uyum gösterip göstermedikleri konusunda kontrol imkânı sağlayan asgari bilgiler içermelidir (Van Rossem, ilgili bölüm, prg. 45).

Son olarak, aramanın yürütülme şekli ile ilgili olarak AİHM, arama sırasında bir hâkim/savcı ya da eski Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 97. maddesine göre bir hâkim/savcı olmadığı durumlarda yer alması gereken köy muhtarının da bulunmadığını gözlemlemektedir.

AİHM, demokratik toplumun menfaati doğrultusunda konut dokunulmazlığının sağlanması dikkate alınarak yapılması gereken bu ihtilaflı müdahalenin izlenen meşru amaçla makul bir orantı göstermediği sonucuna varmaktadır. “ (AYDEMİR – TÜRKİYE DAVASI, Başvuru No: 17811/04)

Bu ilkeler ve belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, hakkında yapılmakta olan bir soruşturma ve kovuşturmanın bulunması veya suç ihbarı üzerine işin esası araştırılıp şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin bulunduğu hususunda “makul şüphe” değerlendirmesi ve başka suretle delil elde edilme imkanının bulunup bulunmadığı ve buna ait somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle, yukarıda belirtilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararındaki ölçütler de nazara alınarak, arama kararı verilmesi gerekirken davacının “uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı” yaptığına ilişkin telefon ihbarı üzerine CMK’nın 160.maddesi gereğince yetkili Cumhuriyet Savcılığınca işin gerçeği araştırmaya başlanmadan, ortada makul şüphe olduğuna dair bir delil ve başka kişi veya olaylar hakkında yapılan bir soruşturma da bulunmadığı ve yapılan aramanın AİHM kararlarındaki ölçütlere ve ilkelere uygun olmadığı dolayısıyla hukuka aykırı olduğu anlaşılmakla davacı lehine makul bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi, kanuna aykırı
Kabule göre de;
Tazminat davasının reddine karar verildiği halde davalı hazine lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş olup, davacı vekili ile davalı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 24.12.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

YARGITAY 13. H.D 2012/23738 K. 2012/25211 K. -HAKSIZ ŞART- KONUT KREDİSİ- SADECE ZORUNLU MASRAFLARIN ALINABİLECEĞİ

YARGITAY 13. Hukuk Dairesi 2012/23738 K. 2012/25211 K.

MAHKEMESİ : … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi(Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla)
MAHKEMENİN KARAR TARİHİ : 07/08/2012
NUMARASI : 2012/80-2012/162
DAVACI : …
DAVALI : … Bankası

Özet: Konut kredilerinde, diğer ücret ve masraflar başlığı altında, masraf, komisyon, expertiz ücreti vs gibi miktarı sözleşme tarihi itibariyle belirlenmeyen ve ileride doğması muhtemel masrafların da tüketiciden alınacağına dair, tek taraflı olarak tanzim edilen hükmün, yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Fakat sözleşme kapsamında davacıdan tahsil edilen sigorta primlerine ilişkin kayıtlar haksız şart niteliğinde değildir. Çünkü kredi sözleşmelerindeki hayat sigortası tüketicinin bir menfaatini ihlâl etmekle birlikte, ona önemli avantajlar da sağladığından, bu kaydın tüketicinin zararına olduğunu söylemek olanaklı değildir.

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı; 24/11/2008 tarihinde davalı bankadan 74.000 TL tutarlı konut kredisi kullandığını, kredi kullandığı tarihte banka tarafından masraf ve expertiz masrafı olarak 1.975,00 TL tahsil edildiğini, daha sonra konut kredisi faizlerinin düşmesi üzerine 15/04/2009 tarihinde ve 29/09/2009 tarihinde 2 kez ödeme konut kredisinin yeniden yapılandırılması için bankaya müracaat ettiğini, 1. yapılandırmada %4 komisyon üzerinden 2.818,00 TL, 2. yapılandırmada %3 komisyon üzerinden 1.955,00 TL tahsil edildiğini, hem kredi başvurusu sırasında hem de yapılandırmalar sırasında alınan komisyon, masraf, expertiz ücreti vs. adı altında toplam 6.748,00 TL tahsil edildiğini belirterek, kendisinden masraf, komisyon vs adı altında alınan 6.748,00 TL'nin yasal faizi ile davalı bankadan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı; davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davalı banka tarafından yapılan tahsilatlara ilişkin taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin haksız şart niteliğinde bulunduğu gerekçesi ile Davanın kabulü ile 6.748,00 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Standart sözleşmeler, içeriğini kısmen veya tamamen genel işlem koşullarının oluşturduğu, tarafların karşılıklı müzakereleri sonucu değil, aksine, taraflardan biri veya üçüncü kişi tarafından önceden hazırlanmış hükümlerin kullanıldığı sözleşme tipi olarak tanımlanmakta olup, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile, Avrupa 2012/23738-25211

Konseyi’nin 05.04.1993 tarihli, 1993/13/AET Yönergesinde ve bu yönergeyi iç hukuklarına aktaran Avrupa Birliği ülkelerinde, standart sözleşmelerde yer alan hükümlerin ve özellikle bu sözleşmelerin içeriğini oluşturan genel işlem koşullarının, haksız şart olduğuna ilişkin bir karine öngörülmüştür. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 6.maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “ Bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez” hükmü yer almaktadır. Yine 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki “haksız şart” kurumu düzenlenmiş ve satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşullarının haksız şart olup, taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı olmadığı belirtilerek, satıcı veya sağlayıcının, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükünün ise ona ait olduğu belirtilmiştir. 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde ise "satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartların batıl olduğu” hükmü getirilmiştir.

Dosya kapsamına göre; taraflar arasında Konut Kredisi Sözleşmesi düzenlenmiş olup, kredisi sözleşmesinin 6.maddesinde; sözleşme ekindeki belgeler ve kredi ile ilgili her türlü işlemin gerektirdiği, tescil, onay, fek vs ye ait her türlü vergi harç ve fon payları ve giderler/masraflar, mevcut veya ileride yasalarla öngörülebilecek tüm vergi fon ve harçlar ile bankaca yapılacak tüm masrafların tamamıyla müşteriye ait olacağı belirtilmiş ise de; anılan maddenin taraflarca ayrıca ve açıkça müzakere edildiği hususu kredi veren tarafından ispatlanmadığı gibi diğer ücret ve masraflar başlığı altında, miktarı sözleşme tarihi itibariyle belirlenmeyen ve ileride doğması muhtemel masrafların da tüketiciden alınacağına dair, tek taraflı olarak tanzim edilen hükmün, yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Ne var ki incelenen dosya içeriğine göre, davacıdan yapılan tahsilatlar içerisinde, dosya masrafı ve komisyon ödemeleri dışında, sözleşme kapsamında alınan sigorta bedeli ile ekspertiz ücretinin de bulunduğu anlaşılmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki; her ne kadar mahkemece, kredi sözleşmesi kapsamında yapılan hayat sigortasına ilişkin hükümlerin ve bu kapsamda sigorta priminin davacıdan tahsil edilmesinin tüketici aleyhine haksız şart oluşturduğu gerekçesiyle davanın 2012/23738-25211

Kabulüne karar verildiği anlaşılmakta ise de, bir sözleşme hükmünün haksız şart olarak kabulü için gerekli bulunan açık ve haksız oransızlık unsurunun gerçekleşen somut olayda bulunmadığı anlaşılmaktadır zira, sözleşmenin bir hükmü, tüketicinin bir menfaatini ihlâl etmekle birlikte, ona önemli avantajlar da sağlıyorsa, bu kaydın tüketicinin zararına olduğunu söylemek olanaklı değildir. Davalı bankanın kredi borçlusunun hayat sigortası yapılmasındaki asıl amacının kredi borcunun teminat altına alınması olduğu, ancak belli bir prim ödeme borcu getirmekle birlikte, hayat sigortası kapsamına alınmasında davacı sigortalının da bir menfaatinin olduğu açıktır. Hal böyle olunca, sözleşme kapsamında davadan tahsil edilen sigorta primlerinin ilişkin kayıtların haksız şart niteliğinde olduğu gerekçesiyle ödenen primlerin davalıdan tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Davalı bankanın tacir olup, yaptığı masrafları tüketiciden isteme hakkı bulunduğu anlaşılmakta ise de, somut uyuşmazlığın tüketici hukukundan kaynaklandığı da gözetildiğinde, bankanın ancak davaya konu kredinin verilmesi için zorunlu, makul ve belgeli masrafları tüketiciden isteyebileceğinin kabulü gerekir. Buna göre; mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, bilirkişiden yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında ve kredinin kullanılması için zorunlu ve belgeli masrafların neler olduğunun tespiti noktasında rapor veya ek rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın tümden kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ: Yukarıda 1.bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2.bentte açıklanan nedenler ile davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 8.11.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.