Etiket arşivi: Süresi

Ecrimisil (Karşılıksız Kullanım) Zamanaşımı Süresi

YARGITAY
Üçüncü Hukuk Dairesi
E: 1999/6070
K: 1999/6902
T: 29.6.1999

İLK İTİRAZ VE ZAMANAŞIMI SAVUNMASI
ECRİMİSİL
ÖZET : Zamanaşımı savunmasının yasal süresi içinde verilecek cevap dilekçesinde ilk itirazlarla birlikte ileri sürülmesi gerekir. Daha sonra ileri sürülen zamanaşımı itirazı savunmasının genişletilmesi sayılır. Bu genişletilmeye karşı çıkılmaz ise zamanaşımı definin yine incelenmesi gerekir.

(1086 s. HUMK. m. 195/2)
(YİBK., 25.5.1938 tarih ve 29/10 s.)

Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutularak 27.000.000.000 lira ecrimisilin faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı Bakanlık vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacılar 6.11.1998 tarihinde açtıkları dava ile, kendilerine ait olan 4 nolu parseli davalının uzun yıllardır işgal ettiğini, taşınmazın 12.916.54 metre karelik kısmını 1995 yılının Haziran ayında kamulaştırdığını, kamulaştırma dışında kalan 9191.46 metre karenin de davalı tarafından işgal edildiğini iddia ederek, kamulaştırılan kısım için kamulaştırma tarihinden geriye doğru, kamulaştırma dışında kalan bölüm için de dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık ecrimisil tutarından, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutularak 27.000.000.000 liranın tahsili talep edilmiştir.

Davalı süresinden sonra yaptığı savunmada zamanaşımı def’inde bulunmuş, mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiştir.

1- Davalı Milli Savunma Bakanlığı ilk itirazları ile birlikte esas dava hakkındaki cevabını ve varsa karşı. delillerini dava dilekçesinin kendisine tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde bildirmek zorundadır (HUMK. mad. 195/2). Davalıya dava dilekçesi 23.11.1998 tarihinde tebliğ edildiği halde cevap 1.2.1999 tarihli dilekçe ile verilmiştir. Süresinde cevap vermediği için davalının davayı inkar ettiği varsayılır. Davalı 1.2.1999 tarihli cevap dilekçesinde aynı zamanda zamanaşımı def’inde bulunmuş ve böylece savunmasını genişletmiştir. Savunmasının genişletilmesine ilişkin 1.2.1999 tarihli dilekçesinin tekrar edildiği oturumda davacı sadece cevapları kabul etmediğini bildirerek davanın esasına cevap vermiştir. Bu durum karşısında davacının zimni olarak savunmanın genişletilmesine muvafakat ettiği kabul edilerek zamanaşımı def’i incelenerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.

25.5.1938 tarih ve 29/10 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararına göre, ecrimisil davaları (5) yıllık zamanaşımı süresine tabi olup bu (5) yıllık süre dava tarihinden geriye doğru işlemeye başlar. 6.11.1998 dava tarihinden geriye doğru (5) yılın bitim tarihi olan 6.11.1993 tarihinden kamulaştırılan kısım için talep tarihi olan (kamulaştırmanın kesinleşme tarihi) 21.7.1995 tarihinde kadar 1 yıl 8 ay 15 günlük ecrimisile hükmedilmesi gerekirken, zamanaşımına uğramayan kısmın 2 yıl olduğundan söz edilerek hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır.

II- Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış, Şanlıurfa K…. Otopark Müdürlüğünce bildirilen otopark metrekare birim kira paraları esas alınarak taşınmazın otopark olarak kullanılacağı varsayımına dayanılarak ecrimisil hesap edilmiştir.

Davacı, dilekçesinde taşınmazın otopark, pazaryeri ve taşımacılıkta kullanılabileceğini ileri sürerek zararın varlığını açıklamıştır.

Davacının uğradığı zarar davalı idarenin haksız işgaline dayanan “yoksun kalınan gelir”, “Kaybedilen kazanç” imkanıdır; zarar gören davacının taşınmaz işgal edilmemiş olsa idi ileri sürdüğü geliri elde edeceğini; sonra da söz konusu işgalin bu gelirin elde edilmesini engellediğini isbat etmesi gerekir. Uğranılan zararın “kira geliri kaybı” oluşu; bu nedenle farazi ve geleceğe yönelik niteliği itibariyle ihtimale dayanarak isbatı (hesabı) zorunluluğu bulunmakta ise de ecrimisil miktarı hesap edilirken otopark kirasının esas alınabilmesi için davacının taşınmazı otopark olarak kullanacağını isbat etmesi icap eder. Bu hususta bir delil ileri sürülmemiştir. Davacının bu konudaki soyut iddiası ve otopark kirası kadar bir zararının gerçekleştiğine ilişkin zayıf bir ihtimal, iddianın isbatı için yeterli kabul edilemez.

Taşınmazın otopark olarak kullanılmasının engellendiği ve otopark kirası kadar bir zararın gerçekleştiğinin isbat edilmiş olması halinde dahi zararın hesabında uygulanan yöntem doğru görülmemiştir. Bu halde, dava konusu taşınmazın otopark olarak getirebileceği kira hesap edilirken benzer nitelikteki yerlerin kira paraları, emsal kira sözleşmeleri de getirilip incelenerek ecrimisil hesap edilmelidir.

Dava konusu taşınmazın büyüklüğü ve niteliğine göre bilirkişi raporunda açıklanan kirayı getirebileceği inandırıcı bulunmamıştır.

Davacı taşınmazının işgali nedeniyle bu denli yüksek bir miktarda gelir mahrumiyetine uğradığını isbat edemediği durumlarda taşınmazın asgari kira (ecrimisil) getirisinin hesap edilerek tazminine karar verilmelidir. Bunun içinde benzer yerlere ait kira sözleşmeleri taraflardan istenilerek bilirkişi marifetiyle incelendikten sonra, emsal yerlere ait bu kira sözleşmeleri esas alınmak suretiyle saptanacak ecrimisile hükmedilmelidir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 29.6.1999 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BASİT YARGILAMA USULÜ -ZAMANAŞIMI DEFİNİN İLERİ SÜRÜLME SÜRESİ

“Yargıtay 7. HD.

20014/3944 E.

2014/11726 K.

29.05.2014 T.

Mahkemesi :Giresun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

(İş Mahkemesi Sıfatıyla)

Tarihi :21/01/2014

Numarası :2013/129-2014/23

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşılmakla, dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2-Davacı, davalıya ait Giresun Şube Müdürlüğünün asıl işveren olduğu, özel güvenlik şirketlerinin alt işveren olduğu davalı işveren bünyesinde güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, fazla çalışma, ulusal bayram genel tatil ve hafta tatili ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir.

Davalı, davalı işyeri ile hizmet satın alınan güvenlik şirketleri arasında imzalanan sözleşmeye göre işçilik alacaklarından davalı kurumun sorumlu olmadığını, işçilerle belirli süreli iş sözleşmesi yapıldığını, depoların kapatılacağının şirketlere bildirildiğini, davacının da bunu bulduğunu bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davaya konu bütün işçilik alacaklarının zamanaşımı süresi içinde talep edildiği, davacının iş akdinin davalı işverenin deposunun kapanması nedeniyle feshedildiğini, iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinin davalı işveren tarafından ispatlanamadığı, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden gözönünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 nci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 ncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı def’i cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı def’i de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı def’i ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/son maddesi uyarınca zamanaşımı def’i davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’ine davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı def’i geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir.

Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Bundan başka yukarıda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def’ine davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def’i dikkate alınmaz.

Zamanaşımı def’inin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).

Somut olayda; davalı tarafça ıslaha karşı süresi içinde zamanaşımı defi ileri sürülmüş olup mahkemece ıslaha karşı zamanaşımı savunması dikkate alınmadan karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

3-Hükme esas alınan bilirkişi raporunda işçilik alacaklarının brütten nete çevrilirken yapılması gereken kesintilerin eksik yapıldığı, Mahkemece hatalı belirlenen net miktarlar üzerinden taleplerin hüküm altına alındığı görülmektedir. Bilirkişi raporunda fazla mesai, genel tatil ve yıllık izin alacaklarının brüt ücretten net ücrete çevrilmesi sırasında sadece gelir vergisi ve damga vergisinin mahsup edildiği, ancak yapılması gereken SGK işçi payı ve işsizlik sigortası kesintilerinin yapılmadığı görülmektedir. Hatalı bilirkişi raporuna itibarla hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

4-Davacı dava dilekçesinde bayramlarda çalıştığını beyanla ulusal bayram genel tatil ücreti talebinde bulunmuştur. Davalı ise davacının çalışmasının bayram ve tatile denk gelmesi halinde ücretinin ödendiğini savunmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının tanık beyanlarına göre ulusal bayram genel tatil günlerinde çalıştığı kabul edilerek hesaplama yapılmıştır. Ancak dosyada mevcut nöbet listelerinde davacının imzası bulunmakta olup davacının ulusal bayram genel tatil ücretinin nöbet listelerinin olduğu dönemler için nöbet listeleri, liste olmayan dönemler için tanık beyanlarına göre belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bu husus ayrı bir bozma nedenidir.

Temyiz olunan kararın, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 29/05/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(www.lexpera.com.tr , çevrimiçi : 09.08.2016)

Paylaş

Dilekçe ve Sözleşme Örnekleri • MAHKEMEDEN CEVAP SÜRESİ UZATILMASI TALEP DİLEKÇE ÖRNEĞİDİR

H. M. K– MADDE 317

Dilekçelerin verilmesi

(1) Dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur.

(2) Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak mahkeme durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, bir defaya mahsus ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir.

(3) Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler.

(4) Dava ve cevap dilekçeleri yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir.

…………………………………….MAHKEMESİ SAYIN HAKİMLİĞİ’ NE

DOSYA NO: …….2015/……..

SÜRE UZATIM
TALEP EDEN DAVALI :Adı ve Soyadı…………………T.C.No…………………
ADRES :……………………………………………………………..

DAVACI :Adı ve Soyadı………………..T.C.No…………………

KONU :Cevap süresinin HMK madde 317 gereği 2 hafta uzatımı talebidir.

AÇIKLAMALAR :

1-) Yukarıda belirtilen Mahkemeniz dosyası ile ilgili dava dilekçesi tarafımdan tebellüğ edilmiştir.

2-) Dava dilekçesindeki iddiaların cevaplanabilmesi için gerekli olan tüm inceleme ve araştırmanın yapılması, bilgi ve belgelerin temini uzun bir süre gerektireceğinden davaya cevap süresinin, yasal cevap verme süremize ek olarak HMK madde 317 gereği 2 hafta ek süre verilerek uzatılmasını, cevap dilekçesi ile bildirilecek olan tüm savunma ve ilk itiraz haklarım saklı kalması kaydı ile saygılarımla arz ve talep ederim. ../../2015

DAVALI
Adı ve Soyadı
İmza

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Şub 20, 2015 5:34 am


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • SIFIR ARAÇTA ÜRETİM HATASI, AÇIK-GİZLİ AYIP, İHBAR SÜRESİ

YARGITAY 13. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/11964
KARAR: 2014/12776

Taraflar arasındaki ayıplı oto davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün … AŞ avukatınca duruşmalı, …Oto. Ltd. Şti avukatınca duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı … tic. A.Ş vekili avukat…ile davacı vekili avukat … gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, 07.06.2011 tarihinde davalı firmadan 0 kilometre olarak aldığı aracın ön torpidosundaki renkli kısımların cama yansıması ve camda oluşan gölgelenmeler nedeniyle ayıplı olduğunu, ön panelin değişmesinin aracın orjinalliğini bozacağını ve aracın bu haliyle sürüş güvenliğinin olmadığını ileri sürerek aracın ayıpsız misli ile değiştirilmesi istemiştir.

Davalılar, aracın ayıplı olmadığını, ön camda oluştuğu iddia edilen yansımaların fotoğraf çekimiyle ilgili olduğunu, davacının süresinde ayıp ihbarında bulunmadığını ve aksi düşünülse bile aracın yenisi ile değiştirilmesinin gerekmediğini savunarak davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalıdan aldığı aracın gizli ayıplı olduğundan bahisle bedel iadesi istemiş olup davalılar arcın ayıplı olmadığını ve süresinde ayıp ihbarı yapılmadığını savunmuşlardır. Mahkemece, bilirkişi raporuyla tespit edildiği üzere aracın gizli ayıplı olduğu gerekçesiyle aracın ayıpsız yenisi ile değiştirilmesine karar verilmiştir. Ancak dosya kapsamı incelendiğinde, bilirkişilerin tespit ettiği hususular açık ayıp niteliğinde olup 4077 sayılı Yasanın 4/2. maddesine göre Tüketici malın teslim tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Davacı aracı 07.06.2011 tarihinde almış olup trafik tescil belgelerine göre araç 07.06.2011 tarihinde trafiğe çıkmıştır. Davacı, araçtaki ayıbı tespit edince sözlü olarak 10 gün içinde davalılara bildirdiğini, davalıların kendisini oyaladığını ve ön paneli değiştirmek için görüşmeler yaptığını iddia etmiş ise de bu yönde dosyaya delil ibraz etmemiştir.

Dosya kapsamından, davacının 15.07.2011 tarihinde davalı … A. Şirketi’ne …11.Noterliğinden 108 yevmiye numaralı ihtarnameyi çektiği, bu ihtarnamenin 27.07.2011 tarihinde davalıya tebliğ edildiği ve 06.09.2011 tarihinde davacının …1. Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak tespit yaptırdığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklandığı üzere davacının yasayla belirlenen sürede ayıp ihbarında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; mahkemece, açık ayıbın süresinde ihbar edilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulü yönünde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, 1100,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalı … AŞ’ne ödenmesine, peşin alınan 77.00 TL. temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.4.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 12 Ara 2014, 23:41


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • SATIN ALINAN KONUTTA TOPRAK KAYMASI, AYIP İHBAR SÜRESİ…

YARGITAY 13. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/30310
KARAR: 2014/15316

Taraflar arasındaki ayıplı konut davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, dava konusu taşınmazı 400.000.00 TL bedelle bankadan konut kredisi çekerek M…’dan aldığını, taşınmazın davalı G… İnşaat tarafından yapıldığını, 2012 yılı Temmuz ayında komşusundan taşınmazın toprak kayması nedeniyle ayıplı olduğunu öğrendiğini, davalı ile yaptığı şifahi görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine dava açmak zorunda kaldığını ve ayıp nedeniyle taşınmaz bedelinin indirilmesi gerektiğini ileri sürerek 150.000.00 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, ayıp ihbarında bulunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalıdan satın alının taşınmazın gizli ayıplı olarak inşa edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Davacı, dava dilekçesinde taşınmazı 28.04.2011 tarihinde aldığını 2012 yılı Temmuz ayında taşınmazın gizli ayıplı olduğunu komşularından öğrendiğini ve ayıbın giderilmesi için davalı ile yaptığı şifahi görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine dava açtığını beyan etmiştir.

4077 sayılı Kanunun 4.maddesinin 2.fıkrası hükmüne göre; tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde açık ayıpları satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanununda gizli ayıpların ne kadar sürede satıcıya ihbar edileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Öyle olunca, 4077 sayılı TKHK’nun 30. maddesi gereğince, bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, genel hükümlere göre uyuşmazlığın çözümü gerekli olduğundan, Borçlar Kanununun bu konudaki 198. maddesi uygulanacaktır.

Borçlar Kanununun 198. maddesine göre, alıcı, teslim aldığı malı örf ve âdete göre, imkân hâsıl olur olmaz muayene etmek ve satıcının tekeffülü altında olan bir ayıp gördüğü zaman bunu satıcıya derhal ihbar etmekle yükümlüdür. Bunu ihmal ettiği takdirde, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda adi bir muayene ile meydana çıkarılamayacak bir ayıp mevcut olup da, bu ayıp sonradan meydana çıkarsa, bu durumu da derhal satıcıya ihbar etmediği takdirde yine satılanı bu ayıp ile birlikte kabul etmiş sayılır. BK.’nun 198. maddesinde öngörülen süre içinde ihbar edilmeyen ayıplar için dava açılamaz.

Mahkemece, davacının ayıp ihbarında bulunulmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Oysa davacı taşınmazdaki ayıbı 2012 yılı Temmuz ayında öğrendiğini, davalı müteahhit ile şifahi görüşmeler yaptığını ve sonuç alamayınca dava açmak zorunda kaldığını beyan etmiş olup davanın 14.08.2012 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının dava konusu taşınmazda ki ayıbı öğrenince makul sürede dava açtığı ve dava açmakla ayıp ihbarında bulunduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca; mahekemece, davacının taşınmazdaki ayıbı öğrenmesi üzerine makul süre içinde dava açtığı ve süresinde ayıp ihbarında bulunduğu kabul edilerek davanın esasına girilip taraf delilleri toplanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddi yönünde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

SONUÇ;Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13.5.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 13 Ara 2014, 00:19


Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararı, Ticareti terk suçu -Temyiz süresi

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2012/16.HD-1298 esas sayılı ve 2013/418 karar sayılı

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 16. Hukuk Dairesi
Mahkemesi : … 2. İcra Ceza
Günü : 20.04.2010
Sayısı : 125-188
Davacı : K.H
Müşteki : … San ve Tic Ltd. Şti.
Sanık : …
Müşteki vekilince, sanığın 2004 sayılı İİK’nun 337/a maddesinde düzenlenen ticareti terk suçunu işlediği iddiasıyla açılan davada; “limited şirket yetkilisi olan sanığın İİK’nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanmış olan ticareti terk suçunu işlemesi mümkün değildir. Bu suçu ancak ticaret siciline kayıtlı gerçek kişi tacirler işleyebilir” gerekçesiyle beraatine ilişkin, Karşıyaka 2. İcra Ceza Mahkemesince verilen 20.04.2010 gün ve 125-188 sayılı hükmün müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 22.11.2011 gün ve 5392-7808 sayı ile;
“…İİK’nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan eylem, yalnızca ticareti terk keyfiyetinin ticaret sicili memurluğuna bildirilmemesi değil, bununla birlikte IİK’nun 44. maddesine uygun olarak bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerinin bulunduğu bir mal beyanında bulunulmamasıdır. Bu durumda, Türk Ticaret Kanunu’nun 136. maddesinde sayılan ticaret şirketlerinde ticaretin terki söz konusu olmayıp, ortaklık ilişkisinin sona erdirilmesi nedeniyle İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesi ile getirilen mal beyanında bulunma yükümlülüğünün, gerçek kişi tacirlere yönelik olduğu, yukarıda sayılan ticaret şirketlerini kapsamadığı, eş anlatımla ticaret şirketlerinin müdür veya yetkililerinin İcra ve İflas Kanunu’nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan ticareti terk suçunu işlemeleri yasal olarak mümkün olmadığı ve bu durumda atılı suç da oluşmayacağı sonucuna varıldığından tebliğnamedeki kararın bozulması istemine iştirak edilmemiştir” açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 16.10.2012 gün ve 534 sayı ile;
“…6762 sayılı TTK’nun 14. maddesinde belirtilen gerçek kişi tacirlerin yanında, 136. maddesinde sayılan ticari şirketlerin ve bu bağlamda bir ticari şirket türü olan limited şirketin, 18. maddesi uyarınca ‘tacir’ olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
İİK’nun 44. maddesinde ‘ticareti terk eden tacir’ ifadesi kullanılmış olup bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm konulmamıştır. O halde tacir sayılan limited şirketlerin, temsil ve idareye yetkili müdürlerinin, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İcra İflas Kanunu’nun 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi aynı Kanunun 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına da bir engel bulunmamaktadır. Diğer yandan, İİY’nın 44. maddesinde yapılan değişikliğin “ticareti terk eden kötü niyetli borçluların” bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığı da gerekçede açıkça ifade edilmektedir.
Ticari şirketi temsil ve idareden sorumlu müdür ve yetkililerinin bu suçu işleyemeyeceklerinin kabulü halinde, ticareti terk suçunu işleyen gerçek kişi tacirlerin İİK’nun 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerekecek, ancak aynı fiili işleyen ve İİY’nun 345. maddesi uyarınca bu fiilden sorumlu tutulması gereken ticari şirket müdür ve yetkililerinin cezai sorumluluktan muaf tutulmaları anlamına gelecektir ki bunun kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır.
Yüksek Özel Daire kararında tüzel kişi tacirler (ticaret şirketleri) hakkında 44 üncü maddesinin 2. fıkrasının uygulama kabiliyetinin olmadığını belirtmiş ise de, aynı Kanun ve 44 üncü maddesinin 1. fıkrasındaki düzenleme gözününe alınmamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01/06/2010 tarih ve 2010/16.HD-75 esas 2010/129 kararı da aynı yöndedir.
Belirtilen gerekçelerle, fiili durumun araştırılarak sanığın yöneticiliğini yaptığı şirketin ticareti fiilen terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yapılmadan ve kayıtlı olduğu Vergi Dairesi Müdürlüğünden mükellefliğinin devam edip etmediği sorulmadan eksik araştırma ile yazılı şekilde beraat kararı verilmesi nedeniyle bozma kararı verilmesi gerekir…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
6352 sayılı Kanunun 99-101 maddeleri uyarınca dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.07.2012 gün ve 308-954 sayılı kararıyla gönderilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 20.09.2011 gün ve 6305-6859 sayı ile;
“Somut olayda, Yargıtay Cumhuriyet Savcısının itiraz yazısında; İİK’nun 44. maddesinde ‘ticareti terk eden tacir’ ifadesi kullanılmış olup bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hükmün bulunmadığı, bu sebeple Limited Şirketlerin temsil ve idareye yetkili müdürlerinin de, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İİK’nun 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi cezalandırılmalarına bir engel bulunmadığı; diğer yandan, İİK’nun 44. maddesinde yapılan değişikliğin “ticareti terk eden kötü niyetli borçluların” bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığının da gerekçede açıkca ifade edildiği, Yüksek Özel Dairenin kararında tüzel kişi tacirler hakkında 44. maddesinin 2. fıkrasının uygulama kabiliyetinin olmadığı belirtilmiş ise de, aynı maddenin 1. fıkrasının gözönüne alınmadığı belirtilmiş ve bozma kararı verilmesi gerekirken onama kararı verilmesinin isabetsizliği ileri sürülerek hükmün bozulması talep edilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının aynı konudaki itirazına ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14/02/2012 tarih ve 2012/16.HD – 505, 509 ve 513 Esas sayılı dosyalarında özetle; ticareti terk eden borçlunun 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası anlamında tacir olmasının gerektiği, 6762 sayılı Kanunun 18. maddesinde ticaret şirketlerinin de tacir olduğunun belirtilmesi nedeniyle ticaret şirketlerinin ve bu anlamda limited şirketin anılan Kanunun 18. maddesi uyarınca tacir olduğunda kuşku bulunmadığı, İİY’nın 44. maddesinde ‘ticareti terk eden tacir’ ifadesi kullanılmış olup, bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hükmün konulmadığı, o halde tacir sayılan limited şirketlerin temsil ve idareye yetkili müdürlerinin, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İcra İflas Yasasının 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi aynı Yasanın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına da bir engel bulunmadığı, diğer yandan İİY’nın 44. maddesinde yapılan değişikliğin ‘ticareti terk eden kötü niyetli borçluların’ bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığının da gerekçede açıkça ifade edildiği, ticari şirketi temsil ve idareden sorumlu müdür ve yetkililerinin bu suçu işleyemeyeceklerinin kabulü halinde, ticareti terk suçunu işleyen gerçek kişi tacirlerin İİY’nın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerekecek, ancak aynı fiili işleyen ve İİY’nın 345. maddesi uyarınca bu fiilden sorumlu tutulması gereken ticaret şirket müdür ve yetkililerinin ise cezai sorumluluktan muaf tutulmaları anlamına gelecektir ki bunun yasal bir dayanağı bulunmadığı belirtilerek oyçokluğuyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmiştir.
Dairemizce yapılan inceleme sonunda; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun anılan kararında belirtilen gerekçe Dairemizce de uygun görülerek, bu kararlar gereğince uygulama yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmakla; Dairemizin 22.11.2011 tarih ve 2011/5392-7808 Esas-Karar sayılı kararımızın 2 numaralı bendinin kaldırılmasına,
Ancak temyiz istemine ilişkin dosyada, müşteki vekilinin yüzüne karşı verilen karar 20.04.2010 tarihli duruşmada tefhim edilmesine rağmen, CMUK’nun 310/1. maddesinde düzenlenen bir haftalık süre geçtikten sonra 28.04.2010 havale tarihli dilekçe ile temyiz edildiği anlaşılmakla, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak temyiz isteminin REDDİNE, ” karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise 11.10.2012 gün ve 534 sayı ile ;
“I- 05.07.2012 gün ve 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı ‘Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezanın Ertelenmesi Hakkında” Yasa’nın 99. maddesiyle,5271 sayılı CMK’nun 308. maddesine;
2-İtiraz üzerine dosya,kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
3-Daire,mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir;görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir’ şeklinde ikinci ve üçüncü fıkralar eklenmiş olup,
16.Hukuk Dairesinin 20.09.2012 gün ve 2012/6305 Esas, 2012/6859 karar sayılı ilamında itirazın kabulüne karar verildiği bildirilmesine rağmen,bir başka gerekçe ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.Bu durum CMK’nun değişik 308. maddesine aykırıdır.Ayrıca dairelerin değişik gerekçe ile itirazın kabulüne karar verme yetkisi bulunmayıp,bu yetki Ceza Genel Kuruluna aittir.
II- Müşteki vekilinin yüzüne karşı verilen kararın 20.04.2010 tarihli duruşmada tefhim edilmesi üzerine müşteki vekili tarafından 22.04.2010 tarihinde Karşıyaka 2.İcra Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere İzmir Nöbetçi 9.İcra Mahkemesine süre tutum dilekçesinin verildiği,dilekçenin 2010/428 muhabereye kaydedildiği,mahkemeden temin edilen muhabere defterinin ilgili sayfasına göre de evrakın tarihinin 22.04.2010 tarihi olduğu,dilekçenin Karşıyaka 2.İcra Ceza Mahkemesine 28.04.2010 tarihinde ulaştığı anlaşılmıştır.Yüksek Daire sehven süre tutum dilekçesinin kararı veren mahkemeye ulaştığı tarihi temyiz tarihi sayarak temyiz isteminin reddine karar vermiş ise de,müşteki vekilinin temyiz istemi süresindedir ve hükmün müşteki vekilinin temyizi yönünden esastan incelenmesi gerekmektedir.
Belirtilen gerekçelerle, müşteki vekilinin temyiz isteminin süresinde olmasına rağmen ve Dairece itiraz konusu dışına çıkılarak hem itirazın kabul edilip hemde başka bir gerekçe ile temyiz talebinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-) CMK’nun, 6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle değişik 308. maddesi gereğince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazlarda, Özel Dairenin itiraz nedeniyle bağlı olup olmadığı,
2-) Müşteki vekilinin temyiz isteminin süresinde olup olmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır:
1-) CMK’nun, 6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle değişik 308. maddesi gereğince Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından yapılan itirazlarda, Özel Dairenin itiraz nedeniyle bağlı olup olmadığı:
5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi; “Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz” şeklinde düzenlenmişken, maddeye 6352 sayılı Kanunun 99. maddesi ile ;
“ İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir” şeklinde ikinci ve üçüncü fıkralar eklenmiştir.
Yapılan değişikliğin gerekçesi “İtiraz üzerine dosyanın kararına itiraz edilen daireye gönderileceği ve itirazın mümkün olan en kısa sürede dairece inceleneceği ve itirazın yerinde görülmesi durumunda dairenin kararını düzelteceği; itiraz yerinde görülmezse dairenin dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göndereceğinin hüküm altına alınmakta olduğu” şeklinde açıklanmıştır.
Buna göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 308. madde uyarınca itiraz kanun yoluna başvurulması üzerine dosya itiraz edilen daireye gönderilecek, dairece mümkün olan en kısa sürede itirazın yerinde olup olmadığı konusunda inceleme yapılacak ve itirazın tamamen kabulüne veya reddine karar verilebileceği gibi, itirazın kısmen kabulüne de karar verilebilecektir.
Dairece itirazın kısmen kabulüne karar verilmesi durumunda itirazın yerinde görülmeyen kısmı yönüyle değerlendirme yapılmak üzere dosya Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilecektir.
İtiraz üzerine dosyanın gönderildiği ilgili Dairece, itiraz incelendikten sonra verilen karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz kanun yoluna başvurmasını engelleyici bir düzenleme bulunmamaktadır. CMK’nun 308. maddesinin 1. fıkrasında, Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, re’sen veya talep üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebileceği düzenlendiğinden, 6352 sayılı Kanunun 99. maddesi ile yapılan değişiklikten sonra itiraz üzerine dosyanın gönderildiği Dairece, itiraz incelendikten sonra verilen karara karşı da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz kanun yoluna başvurulması mümkündür. Bu durumda, yani itiraz üzerine Özel Dairece verilen karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından itiraz kanun yoluna başvurulduğunda artık inceleme doğrudan Ceza Genel Kurulunca yapılacaktır. Nitekim CGK’nun 05.03.2013 gün ve 1560-81 ile 1297-82 sayılı kararlarında da bu husus açıklanmıştır.
Yargıtay C.Başsavcılığınca gösterilen itiraz nedeniyle bağlı olunup olunmadığı hususunda gerek 1412 sayılı CMUK’nda, gerekse 5271 sayılı CMK’nda herhangi bir açıklık bulunmamakla birlikte, Ceza Genel Kurulunun 24.03.2009 gün ve 212-67, 11.04.2006 gün ve 55-115 ile 22.2.1988 gün ve 18 sayılı kararlarında vurgulandığı gibi, bu güne kadar istikrarlı olarak sürdürülen uygulamaya göre Ceza Genel Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca gösterilen itiraz nedenleri ile bağlı olmadan, itiraza gelinen sanık ve suç ile ilgili olarak inceleme yapmakta ve tespit ettiği tüm hukuka aykırılıkları bozma nedeni yapabilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yargıtay C.Başsavcılığınca gösterilen itiraz nedeniyle bağlı olunup olunmadığı hususunda herhangi bir yasal düzenlemenin bulunmaması, istikrarlı olarak sürdürülen uygulamaya göre Ceza Genel Kurulunun itiraz nedenleriyle bağlı olmadığının kabul edilmesi ve itiraz üzerine Özel Dairece verilen kararlara karşı da doğrudan Ceza Genel Kuruluna itirazda bulunulmasının mümkün olması karşısında, Özel Dairelerin de itiraza gelinen sanık ve suç ile ilgili olarak Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından gösterilen itiraz nedenleriyle bağlı olmadan inceleme yapabileceklerinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, itiraz nedenleriyle bağlı olmaksızın CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairenin uygulaması isabetlidir.
2-) Müşteki vekilinin temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine gelince;
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesinde aranan iki şart gerçekleşmiş olmalıdır. Bunlardan ilki süre, ikincisi istek şartıdır.
Süre şartı yönünden anılan maddede, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
20.04.2010 tarihinde yüze karşı verilen hükme yönelik müşteki vekili tarafından Karşıyaka 2. İcra Ceza Mahkemesine iletilmek üzere İzmir 9. İcra Ceza Mahkemesine verilen temyiz dilekçesinin hakim tarafından 22.04.2010 tarihinde havale edildiği, muhabere defter kayıtlarının da bu hususu doğruladığı, dilekçenin Karşıyaka 2. İcra Ceza Mahkemesine ise 28.04.2010 tarihinde ulaştığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, müşteki vekilinin temyiz istemi süresinde olup, Özel Dairece temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 317. maddesine göre süre yönünden reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; Özel Dairelerin Yargıtay C.Başsavcılığınca gösterilen itiraz nedenleriyle bağlı olmadan inceleme yapabilmeleri mümkün olduğundan, buna ilişkin itirazın reddine, müşteki vekilinin temyiz dilekçesi süresi içinde verildiğinden bu konudaki itirazın ise kabulüne, Özel Dairenin temyizin reddi kararının kaldırılmasına, dosyanın incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının;
a-) Özel Dairelerin gösterilen itiraz sebepleriyle bağlı olduğuna ilişkin 1 numaralı neden yönünden REDDİNE,
b-) Müşteki vekilinin temyiz isteminin süresinde olduğuna ilişkin 2 numaralı itiraz nedeni yönünden ise KABULÜNE,
2- Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 20.09.2011 gün ve 6305-6859 sayılı temyizin reddi kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, incelenmek üzere Yargıtay 16. Hukuk Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.10.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Ceza tecilinde mahkum olunan ceza süresinden az denetim süresi belirlenemez


Paylaşımı için Sayın Av.Mağmut Asrağ’a teşekkür ederiz.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi

2013/6274 esas sayılı ve 2013/29017 karar sayılı kararı
Tebliğname no : 9 – 2011/190390

İNCELENEN KARARIN;
Mahkemesi : Şanlıurfa 2. Asliye Ceza Mahkemesi
Tarihi : 05/04/2011
Numarası : 2010/759 – 2011/198
Sanık : B. A.
Suç : Taksirle Öldürme
Suç Tarihi : 17.01.2008
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62, 51/1-3-7-8. maddeleri gereğince mahkumiyet hükmünün açıklanması
Temyiz Eden : Sanık
Tebl. düşünce : BOZMA

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelendi gereği düşünüldü;

CMK’nın 231. maddesinin 11. fıkrasında, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suçun işlenmesi halinde veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması halinde mahkemece hükmün açıklanacağı belirtilmiş olup, bu iki halin gerçekleştiğinin saptanması durumunda, mahkemece yapılacak işlem, önceden verilen ancak, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu olması nedeniyle hukuki varlık kazanmayan hükmün açıklanmasından ibarettir.

Bu iki şarttan birine aykırılık nedeniyle hükmün açıklanması halinde mahkemece, uygulanmasında yasal zorunluluk bulunduğu halde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle uygulanamayan yasal hükümler hariç olmak üzere önceki hükümde bir değişiklik yapılmayacağından, yeniden kurulan hüküm de önceden verilen hükmün infazını sağlamaya yöneliktir. Yeniden hüküm verilmesi ise yalnızca sanığın “kendisine yüklenen yükümlülüklerin yerine getirilememesi” halinde mümkündür. Bu şart gerçekleştiğinde, sanığa yeni bir imkan sağlamayı düşünen yasa koyucu, yükümlülüğün yerine getirilememesi haline münhasır olarak mahkemeye, sanığın durumunun değerlendirilmesi suretiyle, cezanın kısmen infazına yada önceki hükümde yasal zorunluluk nedeniyle tartışılamayan erteleme veya seçenek yaptırımlara çevirme kurumlarının değerlendirilmesi suretiyle yeniden hüküm kurması imkanını sağlamıştır. Bu son halde dahi mahkeme, sübut ve nitelendirmenin değiştirilmesi veya önceki uygulamadan dönme yönünden bir imkâna sahip olmamakta, yalnızca önceki hükmün varlığı kabul edilerek, belirli bir kısmının infaz edilmemesi ya da önceki hükümde değerlendirilemeyen TCK’nın 50 veya 51. maddelerinin uygulanması yetkisine sahip olabilmektedir.

Kural olarak hükümlerin açıklanması, duruşma açılmak ve taraf teşkili sağlanmak suretiyle yapılmak zorunda ise de, denetim süresi içinde kesinleşmiş bir yargı kararıyla kasten yeni bir suç işlediği sabit olan sanık hakkında, yapılan işlem önceki hükmün açıklanmasından ibaret olduğundan ve bu şartın gerçekleşmesi halinde kesin yargı halini almış bir hükmün varlığı nedeniyle başkaca araştırılacak bir husus bulunmadığından, taraf teşkilinin sağlanmaması hakkın özünü zedelemeyecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, Şanlıurfa 2. Asliye Ceza Mahkemesince, 22.12.2008 tarih ve 2008/79-721 sayılı karar ile sanığın TCK’nın 85/1,62. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, sanığın denetim süresi içinde kasten işlediği mala zarar verme suçundan Mahkemesince verilen 27.07.2010 gün ve 2010/19-680 sayılı mahkumiyet hükmünün 27.07.2010 tarihinde kesinleşmesi ve mahkemesine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının değerlendirilmesi için yapılan ihbar üzerine, hükmün CMK’nın 231/11. maddesi gereğince açıklanmasına dair kararını kapsayan dosyanın incelenmesinde;

CMK’nın 231. maddesinin 11. fıkrası uyarınca ancak, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanık hakkında durumunun değerlendirilerek, kısmi infaz veya koşulların varlığı halinde TCK’nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanması suretiyle yeni bir mahkumiyet hükmü kurulabileceği gözetilmeksizin, yeniden suç işleyen sanık hakkında açıklanan hükümdeki hapis cezasının, önceki hükmü açıklamakla yetinilmesi gerekirken aynı Kanunun 51. maddesi gereğince ertelenmesi, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi sayılmamış; yukarıdaki açıklamalara göre; 5271 sayılı Kanun’unun 231. maddesinin 11. fıkrasında, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suçun işlenmesi halinde hükmün açıklanacağı belirtilmiş olup, bu durumda mahkemece yapılacak işlem, önceden verilen ancak, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu olması nedeniyle hukuki varlık kazanmayan hükmün açıklanmasından ibaret olduğundan ve somut olayda da mahkemece gerekçe ihtiva eden 22.12.2008 tarihli hüküm açıklandığı için ayrıca sübuta ilişkin gerekçe belirlenmesi zorunluluğu bulunmadığından; yine sanık müdafinin gerekçeli karar başlığında gösterilmemesi, mahallinde ilavesi mümkün eksiklik olarak görüldüğünden; her ne kadar ihbar akabinde dosya ele alınıp yapılan yargılama sırasında sanık müdafi duruşmaya davet edilmeden hüküm açıklanmış ise de; duruşmaya davet edilen sanık ihbar edilen hükümden haberdar edilerek savunmaları alındığından, hüküm yüzüne karşı açıklanan sanık süresinde ve bizzat kendisi temyiz Kanun yoluna başvurduğundan ve bu suretle hukuki açıdan hak kaybı bulunmadığından; tebliğnamedeki 1, 2, 4. numaralı görüşlere iştirak edilmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine; ancak,
Güvenlik tedbiri olması nedeniyle kazınılmış hak oluşturmayacağından, 5237 sayılı TCK’nın 51/3. maddesi gereğince cezası ertelenen sanık hakkında, mahkum olunan ceza süresinden az denetim süresi belirlenemeyeceği gözetilmeden; hükmolunan 1 yıl 8 ay hapis cezası ertelenen sanığın, 1 yıl süre ile denetim altında bulundurulmasına karar verilmiş olması,

Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca isteme uygun olarak BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden, hükmün TCK’nın 51/3. maddesi gereğince denetim süresinin belirlenmesine ilişkin paragrafındaki “ 1 yıl ” ibaresinin ceza miktarı ve mahkemenin takdiri de göz önüne alınarak “ 2 yıl” olarak değiştirilmesi suretiyle, sair yönleri usul ve Kanuna uygun bulunan hükmün, DÜZELTİLEREK ONANMASINA; 13.12.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu 2009/2-418 E.N , 2009/470 K.N. * KARAR DÜZELTME SÜRESİ GEÇTİKTEN SONRA TENSİP YAPILMASI GEREKİR

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

2009/2-418 E.N ,

2009/470 K.N.

 

 

Taraflar arasındaki "tespit" davasından dolayı yapılan yargılama so-nunda; (Gaziosmanpaşa Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce davanın reddine dair verilen 25.10.2005 gün ve 2003/1518 E., 2005/459 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 22.01.2007 gün ve 2006/6691 E., 2007/112 K. sayılı ilamı ile; (…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davacı Münevver'in temyiz itirazları yersizdir.

 

2- Toplanan delillerden muristen kalan evin 1. katının davacı İsmail'in geliri ile yapıldığı, ticari taksi plakasının bedelinin de davacı Zeynep tarafından ödendiği anlaşılmıştır. Davacılar İsmail ve Zeynep yönünden davanın kabulü gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir." gerekçesiyle 2. bentte gösterilen nedenlerle İsmail ve Zeynep yönünden bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Davacılar vekili, muristen kalan ticari taksi ve plakasının bedelinin davacı Zeynep tarafından ödendiğinin ve yine muristen kalan evin 1. katının kaba ve ince inşaatının davacılar tarafından yapıldığının tespitini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

 

Mahkemenin davanın reddine dair verdiği karar, Özel Daire'ce yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkemece "iddiaların ispatlanamadığı" gerek-çesiyle önceki kararda direnilmiştir.

 

Ne var ki yargılama sırasında, 25.10.2005 tarihinde verilen ilk karar davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından 22.01.2007 tarihinde kısmen bozulması üzerine, Yargıtay ilamı mahkemece davacı vekiline 06.02.2007, davalı vekiline ise 12.02.2007 tarihinde tebliğ edilmiş, karar düzeltme süresi geçtikten sonra 28.02.2007 tarihinde tensip yapılmış ve taraflara 02.05.2007 günü olarak belirlenen duruşma günü tebliğ edilmiştir. Ancak tensip tarihinden sonra 05.03.2007 tarihinde davalı vekili tarafından verilen karar düzeltme dilekçesi üzerine yerel mahkemece red kararı verilmiş ve bu kararın temyizi üzerine dosya Yargıtay'a gelmiştir. Bu sırada yapılan ilk duruşmaya sadece davalı vekili gelmiş ve dosyanın Yargıtay'dan dönüşünün beklenmesini talep etmiş, ikinci duruşma ise 04.07.2007 tarihinde yapılmış ve yine sadece davalı vekili gelerek davayı takip etmediğini bildirmiş, mahkemece HUMK'nın 409. maddesi gereğince dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına, akabinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Daire'ce "karar düzeltme incelemesinin sonuçlanması beklenmeden yeniden duruşma açılması ve davacı vekilinin usulsüz olarak açılan duruşmaya davet edilmesi, gelmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırılması ve bilahare açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir." gerekçesiyle karar bozulmuş ve mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam olunmuş ve ilk kararda direnilmiştir.

 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, karar düzeltme süresi beklendikten sonra usulüne uygun tensip yapılıp duruşma günü verildiğine, karar düzeltme istemi süresinde yapılmadığından reddedildiğine ve taraflar davayı takip etmediğine göre mahkemece verilen açılmamış sayılma kararı doğrudur. Özel Daire'ce bu kararın bozulmuş olması ve mahkemenin bu bozma kararına uymuş olması sonucu değiştirmez. Bu durum kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında re'sen dikkate alınabilir.

 

Hal böyle olunca;

 

HUMK'nın 409/5. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar vermek gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. mad-desi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 04.11.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.