Etiket arşivi: TANIK

FAZLA ÇALIŞMA İDDİASININ SOYUT TANIK ANLATIMI DIŞINDA SOMUT DELİLLERLE DESTEKLENMESİ GEREKTİĞİ

“Hukuk Genel Kurulu        

 2012/9-843 E.  ,  2013/253 K.

  • FAZLA ÇALIŞMA İDDİASININ İSPATI
  • FİİLİ ÇALIŞMA İDDİASININ, SOYUT TANIK ANLATIMI DIŞINDA SOMUT DELİLLERLE DESTEKLENMESİ GEREKTİĞİ
  • HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 31
  • HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 25
  • HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 194
  • İŞ KANUNU (4857) Madde 68
  • İŞ KANUNU (4857) Madde 41

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 16.İş Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.09.2009 gün ve 2007/842 E.-2009/401 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin 11.11.2010  gün ve 2009/42559 E.-2010/33595 K. sayılı ilamı ile;

(…1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacı davalı bankada çalışırken normal mesai 9-18 arası iken  saat 20 ye kadar çalışmalarının devam ettiğini yapılan fazla çalışmaların ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek fazla çalışma alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir.

Davalı davacının fazla çalışma yapmadığını hergün saat 20 ye kadar çalışmasının hayatın olağan akışına uymadığını isteğin reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece tanık beyanlarına itibar edilerek  istek hüküm altına alınmıştır.

Karar  taraflarca temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık fazla çalışma yapılıp yapılmadığının ispatı noktasındadır.

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

İşyerinde en üst düzey konumda çalışan işçinin görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir yönetici ya da şirket ortağı bulunması durumunda, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.

Satış temsilcilerinin fazla çalışma yapıp yapmadıkları hususu, günlük faaliyet planları ile iş çizelgeleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Genelde belli hedeflerin gerçekleşmesine bağlı olarak prim karşılığı çalışan bu işçiler yönünden prim ödemelerinin fazla çalışmayı karşılayıp karşılamadığı araştırılmalıdır. İşçiye ödenen satış priminin fazla çalışmaların karşılığında ödenmesi gereken ücretleri tam olarak karşılamaması halinde aradaki farkın işçiye ödenmesi gerekir.

 İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir. Dairemiz, 270 saatle sınırlı olarak söz konusu hükümlerin geçerli olduğunu kabul etmektedir.

Günlük çalışma süresinin 11 saati aşamayacağı Kanunda emredici şekilde düzenlendiğine göre, bu süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulamayacağını ve zamlı ücret ödemesi veya serbest zaman kullanımının söz konusu olacağı kabul edilmelidir.

Yine işçilerin gece çalışmaları günde yedibuçuk saati geçemez (m.69/3). Bu hal de günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın bir sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden haftalık 45 saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde 7.5 saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. Dairemizin kararı bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 23.6.2009 gün 2007/ 40862 E, 2009/17766 K).

Fazla çalışma yönünden diğer bir yasal sınırlama da, İş Kanununun 41.maddesinde yazılı olan fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamayacağı şeklindeki hükümdür. Ancak bu sınırlamaya rağmen işçinin daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla mesai ücretinin de ödenmesi gerektiği açıktır. Yasadaki sınırlama esasen işçiyi korumaya yöneliktir. Dairemizin kökleşmiş uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 18.11.2008 gün 2007/32717 E, 2008/31210 K.).

Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.

Fazla çalışmanın belirlenmesinde 4857 sayılı İş Kanununun 68. maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin dikkate alınması gerekir.

Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay’ca son yıllarda indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay, 9.HD. 18.07.2008 gün 2007/ 25857 E, 2008/ 20636 K., Yargıtay 9.HD. 28.04.2005 gün 2004/ 24398 E, 2005/ 14779 K. ve Yargıtay 9.HD. 09.12.2004 gün 2004/ 11620 E, 2004/ 27020 K.).   Fazla çalışma ücretinden indirimi öngören bir yasal düzenleme olmasa da, bir işçinin günlük normal çalışma süresinin üzerine sürekli olarak fazla çalışma yapması hayatın olağan akışına aykırıdır. Hastalık, mazeret, izin gibi nedenlerle belirtilen şekilde çalışılamayan günlerin olması kaçınılmazdır. Böyle olunca fazla çalışma ücretinden bir indirim yapılması gerçek duruma uygun düşer.  Fazla çalışma ücretinden indirim, taktiri indirim yerine, kabul edilen fazla çalışma süresinden indirim olmakla, davacı tarafın kendisini avukat ile temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekir. Ancak, fazla çalışmanın taktiri delil niteliğindeki tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.

Somut olayda davacı davalı bankadan ayrıldığı tarihte iş akış yönetmeni olarak çalışmış fazla çalışma yaptığını ispatlamak adına işyerinde çalışmış olan üç tane tanık dinletmiştir. Dinlenen davacı tanıklarından Pehlül  davacı ile birlikte 2003 yılına kadar çalıştıklarını daha sonra şubelerinin ayrıldığını, tanık Nuray 2000-2001 yılları arasında birlikte çalıştıklarını, tanık Hülya ise 2002-2005 yılları arasında birlikte çalıştıklarını ifade etmiş ve birlikte çalıştıkları yıllar itibariyle davacının çalışma şekli ve sürelerini belirtmişlerdir.  Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davalının zamanaşımı def‘i dikkate alınarak 31.12.2003-31.07.2007 tarihleri arasında hafta içi çalışmalarına yönelik olarak haftalık 10 saat ve ayda bir cumartesi çalışması için 3 saat üzerinden fazla çalışma alacağı hesaplanmıştır. Hesaplanan fazla çalışma süresine yönelik olarak sadece tanık Hülya 2002-2005 yılları itibariyle beyanda bulunmuş olup o tarihte davacı müşteri hizmetleri yöneticisi olarak davalı işyerinde çalışmıştır. Davalı banka ise tanık göstermemiştir. Bu şekilde sadece tanık anlatımları ile sonuca gidilmesi isabetsizdir.

Mahkemece yapılacak iş davalı işyerinde uygulanan varsa toplu iş sözleşmesi ve çalışma düzenini belirleyen dahili talimatlar getirtilmeli, davacının çalıştığı bankanın bulunduğu yerdeki emniyetten hafta sonu ve normal mesai sonrası çalışmalarına ilişkin olarak bildirim yapılıp yapılmadığı sorulmalı ve işyerindeki çalışma düzeni ve normal mesai saatleri belirlenmelidir. Davacının günlük normal mesai saatlerini aşan çalışması olmuşsa bunun davacının kendisinden kaynaklanan sebeplere mi, yoksa işveren talimatı üzerine mi gerçekleştiği hususu da araştırılıp belirlenmesi gerekirken bütün bunlar yerine getirilmeden sadece soyut tanık anlatımları ile sonuca gidilerek hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

                                       HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, fazla çalışma ücreti alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının fazla çalışma iddiasının yöntemince kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için, hâkimin davayı aydınlatma yükümü ile davanın dayanağını oluşturan fazla çalışma iddiasının ispat koşulları üzerinde durulması gerekmektedir.

Öncelikle, ispat yükü ve hâkimin davayı aydınlatma yükümünün açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, ispat yükü kural olarak davacıya düşer; yani, davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir.

Yine, kural olarak herkes iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, kendisine ispat yükü düşmeyen diğer tarafın onun iddiasının aksini ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş sayılır.

Fakat, kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, ispat yükü kendisinde olan diğer tarafın iddiasını ispat etmesini beklemeden, onun iddiasının aksini ispat için delil gösterebilir. İşte bu delile, karşı (mukabil) delil denir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun konuya ilişkin ve “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi uyarınca:

“(1)Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.

(2)Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.”

Hükmün gerekçesine göre: “Bu hükümle, somutlaştırma yükünün (194,1) delillerle ilişkisi ortaya konulmuştur. Dava açılırken ve cevap dilekçesi verilirken taraflar, dayandıkları vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini de belirtmek zorundadırlar.

Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda, deliller kural olarak taraflarca gösterilir;  hâkim, delillere kendiliğinden başvuramaz (Kuru Baki, Arslan Ramazan, Yılmaz Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. Baskı, s.377, 378).

Ancak iki hali birbirinden ayırt etmek gerekmektedir:

a)Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da duruşma bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olmasına, kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde önem gösterir.

B)Taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda; deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz.

Fakat hâkim, bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden de başvurabilir (m. 266 ve m. 288). Hâkim isticvaba da kendiliğinden karar verebilir (m. 169,1). Bundan başka hâkim, davanın her safhasında, iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere, tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini emredebilir (m. 31) (Kuru B., Arslan R., Yılmaz E., age, s.377, 378).

Bu aşamada, hâkimin davayı aydınlatma yükümünün de değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mahkemenin hüküm vermesi için, kendisine yöneltilen talebin formüle edilmesi ve ileri sürülmesi tarafların görevi ise de, bunları anlamlandırmak veya gerektiğinde açıklattırmak hâkimin görevidir. Ancak bu durum, hâkimin tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürmelerine imkan vermesi veya hatırlatması anlamını taşımaz. Burada mevcut olmayanın talep edilmeyenin ortaya çıkartılması değil, talep edilenin netleştirilmesi, aydınlatılması, belirlenmesi sözkonusudur.

Dava malzemesinin taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceğiyle ilgili bir ilkedir. Buna göre, hâkim, kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme, sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir.

Taraflarca getirilme ilkesi Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.

(2) Kanunda belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.”

Bu ilkenin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dahildir (m. 25/2). Ancak hâkim, keşfe ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verebilir. Ayrıca hâkim, olayın aydınlatılması için tarafların delil ikamesini isteyebilir, ancak tarafa belli bir delili hatırlatamaz.

Taraflarca getirilme ilkesi, hâkimin soru sorma ve davayı aydınlatma ödevi (m. 31) çerçevesinde yumuşatılmıştır (Pekcanıtez Hakan, Atalay Oğuz, Özekes Muhammet, Medeni Usul Hukuku, 2011, 11.Bası, s. 248 vd).

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31.maddesine göre, “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”

Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez H., Atalay O., Özekes M., age, s. 248 vd).

Bu aşamada, davanın dayanağını oluşturan fazla çalışma iddiasının ispat koşulları üzerinde durulması gerekmektedir.

Gerek mülga 1475 sayılı İş Kanunu, gerekse halen yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nda fazla çalışmanın ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle fazla çalışmanın ispatı, genel hükümlere tabidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi, kural olarak, bu iddiasını ispat etmek zorundadır.

Fiili bir olgu sözkonusu olduğundan, kural olarak, işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.

Bu kapsamda, iş davalarında sıklıkla başvurulan delillerden biri olan tanık beyanı, takdiri bir delildir, hâkimi bağlamaz ancak hâkim, tanık beyanını serbestçe takdir ederken sadece vicdani kanaati ile karar veremez. Tanık beyanları yönünde ya da aksine hüküm tesis edilmesi durumunda, tanık beyanının neden kabul edildiği ya da edilmediği açıklanmalıdır.

Belirtilmelidir ki, tanık beyanları arasında veya tanık beyanı ile diğer deliller arasında çelişki bulunduğu takdirde, sadece tanık sözlerine dayanılarak hüküm tesis edilmesi mümkün değildir.

Bu durumlarda, hâkimin davayı aydınlama yükümü kapsamında, tanık anlatımları diğer delillerle desteklenmelidir.

Taraflarca delil olarak dayanılan tanık ifadelerinde tutarsızlık sözkonusu ise, davayı aydınlama yükümü kapsamında hâkim, bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden başvurabilir (m. 266 ve m. 288), isticvaba kendiliğinden karar verebilir (m. 169,1), davanın her aşamasında, iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere, tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini emredebilir (m. 31).

Özellikle, fazla çalışma iddialarının konu olduğu uyuşmazlıklarda, fiili çalışma olgusunun ispatı sözkonusu olduğundan ve İş Hukuku’nun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri nedeniyle iş yargılamasında hâkimin davayı aydınlatma yükümü daha ağır bastığından, işyerinin kapasitesi, niteliği, işçi sayısı ve davacının yaptığı işler bakımından fazla çalışma yapılması gerekip gerekmediği gibi diğer özel koşullar açıklığa kavuşturulduktan sonra değerlendirme yapılmalıdır.

Belirtilmelidir ki, işyeri kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak işyeri kapasitesinin belirlenmesi ve fazla çalışma yapılmasını gerektiren bir çalışma düzeninin bulunup bulunmadığının tespiti, öncelikle işyerinde üretilen mal ve hizmet miktarının belirlenmesini gerektirir.

Sonuç olarak, tanık anlatımlarının işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığını belirleme konusunda yeterli olamadığı durumlarda, hâkimin kendiliğinden başvurabileceği deliller olan bilirkişi ve keşif delillerine başvurması, işçinin fiilen yaptığı işin niteliği, işyeri kayıtlarının incelenmesi, işyerinde keşif yapılarak işyerinin hacmi ve yoğunluğu gibi hususlar belirlenerek sonuca gidilmesi gerekmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, somut uyuşmazlık incelendiğinde, mahkemece, tanık beyanları esas alınmak suretiyle davacının fazla çalışma iddiasının kabulüne karar verilmiş ise de, dosya içerisinde mevcut beyanlar, dava konusu dönem içerisinde sadece 2002 ile 2005 yılları arası döneme ilişkin tanıklığı içermekte olup, yetersiz ve soyut tanık anlatımları ile 2003 ila 2007 yıllarına ilişkin fazla çalışma iddiasının kanıtlandığının kabul edilmesi isabetsizdir. Fiili çalışma iddiasının, soyut tanık anlatımı dışında somut delillerle desteklenmesi gerekmektedir.

Bu nedenle mahkemece yapılacak iş; hâkimin davayı aydınlatma yükümü ve iş yargısının  kamu hukuku alanına yönelik niteliği de gözetilmek suretiyle, özellikle banka çalışma düzeni ve mevzuatı konusunda uzman bilirkişi ile birlikte işyerinde keşif yapılarak, davacının yıllar itibariyle yetki ve görevi de dikkate alınmak suretiyle, bankanın iş kapasitesi itibariyle, işyerinde fazla çalışma yapılmasını gerektiren bir çalışma düzeninin bulunup bulunmadığı; davacının yaptığı işin ve işyerinin  niteliği ve kapasitesi gözetilerek, yapılması gereken işin mesai saatinden sonra tamamlanması gerekip gerekmediği; davacının günlük normal mesai saatlerini aşan çalışması olmuşsa bunun davacının kendisinden kaynaklanan sebeplerle mi, yoksa işveren talimatı üzerine mi gerçekleştiği hususları ile özellikle somut uyuşmazlık yönünden, davalı banka şubesinin fazla çalışma yapılacağını zabıtaya bildirim yükümü bulunması nedeniyle gerekli zabıta araştırmasının yapılarak, davacı tanıklarının fazla çalışmaya ilişkin beyanlarının zabıta araştırması ile desteklenip desteklenmediği hususu da açıklığa kavuşturularak, toplanan deliller doğrultusunda varılacak sonuca göre karar vermekten ibarettir.

O halde, mahkemece, Özel Daire bozma kararına Hukuk Genel Kurulu’nca yukarıda belirtilen nedenlerde uyulmasına karar verilmesi gerekirken, sadece yetersiz ve soyut tanık anlatımları ile sonuca gidilerek davanın kısmen kabulüne ilişkin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk  Usulü   Muhakemeleri  Kanunu’nun  429. maddesi  gereğince  BOZULMASINA, istek  halinde

Temyiz peşin harcının geri verilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3.fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.02.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.”

(kaynak : http://emsal.yargitay.gov.tr/ , çevrimiçi: 02.08.2016)

 

Paylaş

TANIK BEYANLARINA ANCAK DAVACI İŞÇİ İLE BİRLİKTE ÇALIŞTIĞI SÜRE İLE SINIRLI OLMAK ÜZERE İTİBAR EDİLEBİLECEĞİ

“9. Hukuk Dairesi         

2013/12761 E.  ,  

2015/9043 K.
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İŞ MAHKEMESİ
DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai, genel tatil ve yıllık izin ücreti alacaklarının ödenmesini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle, kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentleri kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacının davalı nezdinde çalışmasının olup olmadığı varsa süresi yönünden taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut olayda, davacı işçi davalı işveren işyerinde 11.04.2000-20.11.2009 tarihleri arasında kesintisiz olarak çalıştığını iddia ederken, davalı taraf davacının işyerinde hiç çalışmadığını savunmuştur. Sigortalı hizmet cetvelinin incelenmesinden davacının çalışma kaydının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı tanıklarının beyanları kendi çalıştıkları dönemde nazara alınarak davacının davalı işyerinde 2004 yılı 10. ayından itibaren fesih tarihine kadar çalıştığı kabul edilerek sonuca gidilmeli ve hesaplama yapılmalıdır. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir
F) Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 04.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(www.yargıtay.gov.tr, çevrimiçi: 01.09.2016)

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

Çekişmeli vakıanın ispatı için bildiren tanık sayısı, kötüye kullanılmadıkça sınırlanamaz

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 2012/5455 esas sayılı ve 2012/24907 karar sayılı, 17.10.2012 tarihli kararı,

Çekişmeli vakıanın ispatı için tanık bildiren tarafın tanık sayısı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmadığı sürece sınırlanamaz ve hakim tanık sayısını belirleyemez.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davalı koca, 11.05.2011 tarihli delil listesinde tanık deliline de dayanmış, on tanık ismi bildirmiştir. Mahkemece davalının tanıklarının üçü dinlenmiş, 18.10.2011 tarihli celse de davalı tarafın karar vermek için yeteri kadar tanığının dinlendiği, dinlenen tanıklar açısından yeterli kanaat oluştuğu, davalı tarafa verilen süreye rağmen tanıkların duruşmada hazır edilmediği gerekçesi ile tanıkların dinlenmesinden sarfınazar edilmiş, davalı vekilinin itirazı üzerine 29/11/2011 tarihli celsede; tanıklar R.D. ve B.D. bakımından 18/10/2011 tarihli ara karardan sarfınazar edilerek tanıkların dinlenmesine karar verilmiş, davalı vekili tarafından gerekli masraflar yatırıldığı ve tanıklara tebligat çıkarıldığı halde 20/12/2011 tarihli celsede yeniden karar vermek için yeterli kanaate ulaşıldığı, davalı tarafın dinlenmeyen bu iki tanığı dinletme talebinin davayı uzatmaya matuf olduğu gerekçesi ile tanıkların dinlenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Delil çekişmeli vakıalar ve bu vakıaların ispatı için gösterilir ( 6100 S.HMK.d.187/1, 1086 S.HUMK.md.238/1 ). Çekişmeli vakıanın ispatı için tanık bildiren tarafın tanık sayısı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmadığı sürece sınırlanamaz ve hakim tanık sayısını belirleyemez. Aksi tutum adil yargılanma ve savunma hakkının kısıtlanmasına yol açar. Ancak, hakim hangi tanığın hangi vakıanın ispatı için dinletilmek istendiğini ilgili taraftan sorarak ( 6100 S.HMK.md.240/2, 1086 s.HUMK.md.258/1 ); vakıa dinlenen bir kısım tanıklar anlatımı ile ispatlanmışsa, geri kalan tanıkların dinlenilmemesine karar verebilir ( 6100 s.HMK.md.241 ). Taraflarca fazla sayıda tanık bildirildiği takdirde; usulün bu zorlayıcı ve kolaylaştırıcı hükümlerinden yararlanarak, tanık dinlenmesi kolaylaştırabileceği gibi, bir kısım tanıklar da dinlenmeyebilir.

Tanık davetiye ile çağrılır. Davetiye gönderilmeden tarafların hazır bulundurdukları tanıklar da dinlenebilir ise de, taraflara, gösterdikleri tanıkları duruşmada hazır bulundurma yükümlülüğü yüklenemez. Tanıkların mahkemeye ne şekilde davet edilecekleri ve çağrıya uymamanın sonuçları usulün 243. ve 245. maddelerinde gösterilmiştir

Davalı, tanıkları R.D. ve B.D.’nin dinlenilmesinden açıkça vazgeçmemiştir. Hakimin yeterli kanaat edinildiği gerekçesi ile dinlenmesinden vazgeçtiği bu tanıklar için, ara kararından vazgeçerek yeniden dinlenme talebini kabul etmesi de yeterli kanaat edinilmediğini gösterir. Söz konusu tanıklar için masraf yatırıldığı ve davetiye tebliği edildiğine göre; tanıklar dinlenmeden; eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarımın şimdilik incelenmesine yer olmadığına temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • HER OLAY İÇİN, TANIK YA DA YARDIMCI DELİL BEKLEMEK, MAĞDURİYET YARATIR

YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2013/206
KARAR: 2014/93

Hakaret suçundan, sanıkların 5237 sayılı TCK’nun 125/1, 125/4 ve 52. maddeleri gereğince 2.100 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 14.01.2008 gün ve 738-6 sayılı hükmün sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 23.11.2011 gün ve 2310-39493 sayı ile;

"Sanıkların atılı hakaret suçunu işledikleri konusunda müştekinin soyut iddiası dışında, cezalandırılmalarını gerektirecek kanıt bulunmadığından, beraatları yerine mahkumiyetlerine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 15.02.2012 gün ve 54-198 sayı ile;

"…Tarafların komşu olduğu ve sanıkların gürültülü şekilde müzik dinleyip müştekiyi rahatsız etmeleri üzerine tartışma çıkması sonucu sanıkların birlikte müştekiye hakaret ettikleri anlaşılmıştır. Her hakaret eylemi için ille de tanık gerekmemektedir. Tarafların hangi sebeple kavga ettiği ve tartıştığı her üç tarafın ifadesinde de bellidir. Hayatın olağan akışıyla birlikte değerlendirildiğinde hakaret eyleminin sanıklar tarafından birlikte yapıldığı vicdani kanaatine varılmıştır. Her olay için tanık ya da yardımcı delil beklemek olayların mağduru yönünden hukuka aykırı bir sonuç teşkil edecektir. Yani olayın müştekilerine bunu ayrıca delillendirmesi mesela video kamerayla kayda alması beklenemez. Kaldı ki dava aşamasında müşteki ölmüştür. Öldü diye müştekinin iddiasını ispatlayamadığını söylemek hakkaniyete uygun düşmeyeceği" gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.

Sanıkların temyizi üzerine yerel mahkemece 21.02.2012 gün ve 54-198 sayı ile, verilen ceza miktarı itibarıyla hükmün kesin nitelikte olduğundan bahisle temyiz isteğinin reddine karar verilmiştir.

Temyiz isteminin reddi kararının da sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "onama" istemli 15.02.2013 gün ve 90796 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, sanıkların direnme hükmünü temyize ilişkin isteminin yerel mahkemece reddedilmesinin isabetli olup olmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 305. maddesi uyarınca, ceza mahkemesince verilen hükümler temyiz kanun yoluna tâbidir.

Ancak 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendinin yerel mahkemece verilen ilk hüküm tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan haline göre;

1 – İkimilyar liraya kadar (iki bin lira – ikimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümler,
2 – Yukarı sınırı onmilyar lirayı (on bin lira) geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri,
3 – Bu Kanun ile sair kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümler,

Kesin olup, bu hükümler hakkında temyiz kanun yoluna başvurulamayacaktır.

“İkimilyar liraya kadar (iki bin lira – ikimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümlerin” temyiz edilemeyeceğine ilişkin 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendinin, Anayasa Mahkemesinin 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı kararı ile iptal edilmesinden sonra verilen, ister hapis cezasından çevrilen, ister doğrudan hükmolunan adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin 14.04.2011 tarihine kadar hiçbir miktar gözetilmeksizin, 14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; “Hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve aynı kanunun 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna eklenen; “Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde gözönünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra ise, ancak doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirasından fazla adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet hükümlerinin temyizinin mümkün hale geldiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan “Temyiz talebinin kabule şayan olmamasından dolayı hükmü veren mahkemece reddi” başlıklı 315. maddesinde; “Temyiz isteği kanuni sürenin geçmesinden sonra yapılmış veya temyiz edilemeyecek bir hüküm temyiz edilmişse veya temyiz edenin buna hakkı yoksa, hükmü temyiz olunan mahkeme bir karar ile temyiz dilekçesini reddeder.

Temyiz eden taraf ret kararının kendisine tebliğinden itibaren bir hafta içinde Yargıtaydan bu hususta bir karar verilmesini taleb edebilir. Bu takdirde dosya Yargıtaya gönderilir. Şu kadar ki, bu sebepten dolayı hükmün infazı tehir olunmaz”,

“Yargıtayca Temyiz İsteğinin Reddi” başlıklı 317. maddesinde de; “Yargıtay, süresi içinde temyiz dilekçesinin verilmediğini veya beyanının yapılmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını görürse, temyiz isteğini reddeder, görmezse incelemesini yapar” düzenlemelerine yer verilmiştir.

1412 sayılı CMUK’nun 315. maddesinde, temyiz talebinin kabule değer olup olmadığı ön incelemesinin ilk derece mahkemesince yapılması öngörüldüğü halde, 317. madde ile aynı incelemenin Yargıtay’ca da yapılması hüküm altına alınmıştır.

Buna göre temyiz başvurusunda bulunulması halinde hükmü veren mahkemece öncelikle temyiz başvurusunun kabul edilebilir olup olmadığı araştırılacak, bu bağlamda da temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı, kararın temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı ve başvuruda bulunanın hükmü temyiz etmeye hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı incelenecektir.

Mahkemece temyiz isteğinin kabul edilebilir bulunması halinde herhangi bir karar verilmeden aynı kanunun 316. maddesi uyarınca tebligat işlemleri tamamlandıktan sonra dosya temyiz incelemesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilecektir. Buna karşılık, temyiz başvurusu kanuni süre geçtikten sonra yapılmışsa ya da karar temyiz edilebilir nitelikte değilse veya başvuruda bulunanın temyiz etme hakkı bulunmuyor ise temyiz talebi ilk derece mahkemesince CMUK’nun 315. maddesi uyarınca reddedilecektir. Başvuru sahibi de ret kararına karşı tebliğden itibaren bir hafta içinde temyiz kanun yolu başvurusunda bulunabilecek ve bu durumda da dosya Yargıtaya gönderilecektir.

Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanıkların hakaret suçundan 5237 sayılı TCK’nun 125/1, 125/4 ve 52. maddeleri gereğince doğrudan hükmolunan 2.100 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilen olayda, yerel mahkemenin 15.02.2012 olan direnme hükmünün tarihi 6217 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 14.04.2011’den sonra olup doğrudan hükmolunan 2100 Liradan ibaret olan adli para cezasına ilişkin mahkumiyet hükmünün temyiz kabiliyeti bulunmadığından, temyiz isteminin reddine yönelik olarak verilen yerel mahkeme kararı isabetlidir.
Bu itibarla yerel mahkemenin temyiz isteminin reddine ilişkin kararı isabetli olduğundan onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 21.02.2012 gün ve 54-198 sayılı temyiz isteminin reddi kararının ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.02.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 25, 2015 5:55 am


Basından Hukuk Haberleri • MAĞDUR VE TANIK DİNLEMEDEN TAKİPSİZLİK VEREN SAVCIYA,HSYK…

Mağduru ve tanıkları dinlemeden takipsizlik veren savcı hakkında HSYK inceleme başlattı

Sözcü gazetesinin "IŞİD kafası sahillere indi" haberiyle ilgili başlatılan soruşturmada mağduru ve tanıkları dinlemeden takipsizlik veren savcı Türkoğlu hakkında inceleme başlatıldı.

Sözcü gazetesi, 26 Haziran’da sarıklı cüppeli Zafer Akbeniz adlı vatandaşı "IŞİD Kafası Sahillere İndi" başlığını kullanarak manşet yaptı. Fotoğraf kullanılan haberde, sakallar, cüppe ve sarık ‘IŞİD alameti’ olarak sunulurken, fotoğrafı çekilen kişinin açıklamasına yer verilmeden yargısız infazla algı operasyonuna imza atıldı. Zafer Akbeniz adlı vatandaş, kendisini gazetede görünce şok oldu. İsmailağa cemaatine mensup olmasına karşın sadece sakal ve cüppesi nedeniyle kendisine IŞİD’çi yaftası yapıştırıldığını belirterek gazete hakkında şikâyetçi oldu. Gazete hakkında "Basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik", "Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" ve "Toplumun bir kesimini terör örgütüne benzeterek tahkir" suçlarından soruşturma açıldı.

HSYK İNCELEME BAŞLATI
Akbeniz’in şikâyeti üzerine savcılık tarafından başlattığı soruşturma adeta hukuk skandalına döndü. Savcı Ekrem Türkoğlu, mağdur Akbeniz ve tanıkların ifadesini bile almadan soruşturmada takipsizlik kararı verdi. Bunun üzerine şikâyetçi Akbeniz, savcı Türkoğlu’nu HSYK’ya şikâyet etti. Son olarak HSYK’ya yapılan şikâyetle Türkoğlu hakkında ‘görevi ihmal ve kötüye kullanma’ iddiasıyla inceleme başlatıldı.

Resim

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 20 Oca 2015, 23:36


celse talikine sebep olmadığından kesin süre geçse de tanık dinlenir

yargitay-dan-emsal-olacak-karar_219239
Sayın Avukat Suat Şahin’in sosyal paylaşımını, Genç Baro okurları ile paylaşıyoruz.

KESİN SÜRE; Celse talikine sebep olmamak şartıyla kesin sürenin değerlendirilmesi

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ

E. 2012/3724
K. 2012/20653
T. 10.9.2012

• KESİN SÜRE VERİLMESİNE RAĞMEN BİR SONRAKİ CELSEDE DELİL VE TANIK LİSTESİ BİLDİRMEK ( Celse Talikine Neden Olmayacak Şekilde Bildirildiği – Celsede Hazır Edilen Tanıkların Dinlenmesi Gereği )

• DELİL VE TANIK LİSTESİ BİLDİRİLMESİ İÇİN KESİN SÜRE VERİLMESİ ( Kesin Süre Geçtikten Sonra Yapılan Celsede Davalı Vekilinin Delil Listesini Sunduğu/Tanıklarını Hazır Ettiği – Celse Talikine Neden Olmadığından Huzurdaki Tanıkların Dinleneceği )

• KESİN SÜRE GEÇTİKTEN SONRA OTURUM SIRASINDA TANIKLARI HAZIR ETMEK ( Celse Talikine Neden Olmayacak Şekilde Tanıklarını Hazır Eden Davalı Vekilinin Bildirdiği Tanıkların Dinlenmesi Gereği )

• CELSE TALİKİNE NEDEN OLMAYACAK ŞEKİLDE KESİN SÜRE DIŞINDA DELİL VE TANIK LİSTESİ BİLDİRMEK ( Kesin Süre Geçtikten Sonra Yapılan Celsede Davalı Vekilinin Delil Listesini Sunduğu/Tanıklarını Hazır Ettiği – Celse Talikine Neden Olmadığından Huzurdaki Tanıkların Dinleneceği )

6100/m. 243
1086/m. 258

ÖZET : Mahkemece, davalı vekiline oturumda delillerini bildirmek, tanık göstermesi halinde hangi hususta dinlenecekleri hususunda açıklamada bulunmak üzere otuz gün kesin mehil verilmiş, duruşma daha sonraki bir tarihe bırakılmıştır. Davalı vekili, tanınan kesin süre dışında oturum sırasında delil listesini sunmuş ve aynı gün, gösterdikleri tanıkların hazır bulunduğunu da ifade etmiştir. Bu durumda celse talikine sebep olunmamıştır. O halde, davalı vekili tanıklarını hazır ettiğini bildirdiğine göre bildirilen bu tanıklar dinlenilerek, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Mahkemece, davalı vekiline 27.04.2011 tarihli oturumda delillerini bildirmek, tanık göstermesi halinde hangi hususta dinlenecekleri hususunda açıklamada bulunmak üzere otuz gün kesin mehil verilmiş, duruşma 27.06.2011 gününe bırakılmıştır. Davalı vekili, tanınan kesin süre dışında 27.06.2011 günü oturum sırasında delil listesini sunmuş ve aynı gün, gösterdikleri tanıkların hazır bulunduğunu da ifade etmiştir. Bu durumda celse talikine sebep olunmamıştır. O halde, davalı vekili tanıklarını hazır ettiğini bildirdiğine göre bildirilen bu tanıklar dinlenilerek, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.09.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay, tanık telefonları da dinlenebilir

Yargıtay 1.Ceza Dairesi, yasa ve yönetmelikte yeri olmamasına rağmen, tanıkların telefonlarının izlemeye alınabileceğine, kullanıcının yerini gösteren raporların incelenebileceğine karar verdi.

Sanık H.A.’nın Kars Ağır Ceza Mahkemesi’nde kasten öldürme suçundan yargılandığı davada, tanık olarak olarak dinlenen M.A. ile ilgili olarak kritik bir karar çıktı. Mahkeme, sanık ya da şüphelilere yapıldığı gibi, tanık M.A. için kiminle, ne zaman, nerede, ne kadar görüştüğünü gösteren telefon izleme kayıtlarının Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan getirtilmesi kararı verdi. Ancak avukatlar, tanık için bu uygulamaya gidilemeyeceğini belirterek, karara itiraz etti. Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi, 19 Mart 2010’da bu kararı kaldırdı.

Bakanlık devrede
Kesinleşen bu kararı hukuken doğru bulmayan Adalet Bakanlığı devreye girerek, 18 Temmuz 2010’da konuyu Yargıtay’a taşıdı. Bakanlık, Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının kanun yararına bozulmasını istedi. Bunun üzerine dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesi’ne geldi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bir kararını anımsatan daire, kanun ve yönetmeliklere göre, sadece sanık veya şüphelilerin telefonlarıyla ilgili tespit kararı alınabileceğini ifade etti. Kararda, tanığın telefonuyla ilgili tespit kararı alınması için, kanun ve yönetmelikte olmayan yetkinin mahkemenin genel soruşturması ve delil toplama yetkisi kapsamında karar alınabileceği vurgulandı. Mahkemenin bu amaç doğrultusunda, iletişim tespit kayıtlarını isteyebileceğinin savunulduğu kararla, Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı bozuldu. 20 Ekim 2010 tarihli karar, telefon izleme ve dinleme yapılabilen suçlarla ilgili açılan davalarda tanıklık yapanların telefonlarının izlemeye alınabilmesinin de önünü açtı.

Delil toplamanın kapsamı
Karara göre; yasa ve yönetmelikte yeri olmamasına rağmen, tanıkların telefonlarının izlemeye alınabileceğine, HTS kayıtlarının (telefonun nerede kullanıldığını, kullanıcının yerini gösteren raporlar) incelenebilecek. Karar, “mahkemenin delil toplama yetkisi” konusunda endişe yarattı. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre; sadece katalog suçlar olarak adlandırılan insan ticareti, kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, cinsel istismar, uyuşturucu ya da örgüt suçları gibi suçlarda izleme ve dinleme yapılabiliyor. Ancak karara göre, Yargıtay, mahkemenin delil toplama yetkisine atıfta bulunarak katalog suçlar dışındaki bir suç yönünden de izleme-dinleme yapılabilmesine karar verebilecek.

İŞÇİLİK ALACAKLARI / İSTİCVAP / ŞİRKET YETKİLİLERİNİN TANIK OLARAK DİNLETİLMESİ TALEBİ

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/9-315
K: 2006/465
T: 21.6.2006
İŞÇİLİK ALACAKLARI
İSTİCVAP
ŞİRKET YETKİLİLERİNİN TANIK OLARAK DİNLETİLMESİ TALEBİ

1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 230]
Taraflar arasındaki “işçilik hak ve alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 1. İş Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.12.2004 gün ve 2002/1594 – 2004/888 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 20.09.2005 gün ve 2005/5398-30625 sayılı ilamı ile,
( …1. Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Davacı işçi işyerinde 29.07.1994 tarihinde çalışmaya başladığı gerekçesiyle fark ücret isteğinde bulunmuştur. Mahkemece kıdem tazminatı farkı ile izin ücreti isteklerinin kabulüne karar verilmiştir. Davacı işçinin belirtilen dönem içinde başka bir işverene ait işyerinde sigortalı olarak gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak, davalı işverence verilen teşekkür belgesinde Mart 1995 tarihinde işe girdiği hususu kabul edilmiştir. Böyle olunca işe giriş tarihinin Mart 1995 olarak kabulü ile davaya konu isteklerin bu süreye göre hesaplanması gerekir.
3. İkramiye konusunda davacı taraf, davalı şirket yetkililerinden bir kısmının isimlerini vererek dinlenmelerini talep etmiştir. Bu şahıslar tanıklıktan çekilme yönünde dilekçe vermişler ise de, davacının bu talebi isticvap talebi olarak değerlendirilmeli ve adı geçen şirket yetkilileri yönünden bu doğrultuda gerekli usuli işlemler yerine getirilerek sonuca gidilmelidir.
4. Davacı taraf ikramiye konusunda tanık listesinde isimleri bulunan şahıslardan ikisini tanık sıfatıyla dinletmek istemiş, mahkemece, ikramiyenin taşınmaz verilmesi konusunda olması sebebiyle tanık dinlenemeyeceği gerekçesiyle isteğin reddine karar verilmiştir.
Davacının iddiasını kanıtlama hakkı kısıtlanmış durumdadır. Adı geçen tanıklar dinlendikten sonra dosyadaki tüm deliller yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak ikramiye konusunda olumlu olumsuz bir karar verilmelidir… )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tüzel kişinin taraf olduğu bir davada, o tüzel kişinin kanuni temsilcisi durumunda bulunan kişiler tanık olarak dinlenemezler ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 3, s. 2568 ). Bir davada taraf ya da kanuni temsilcilerinin vakıalar hakkında beyanı isticvap yolu ile alınabilecektir.
HUMK’nun 230 ve müteakip maddelerinde düzenlenen isticvap, bir davada o dava ile ilgili belli vakıaların açıklığa kavuşturulması, varlığı ve yokluğu konusunda aleyhine olan tarafın ikrarının sağlanması amacıyla hakimin kendiliğinden veya taraflardan birinin isteminin kabulü ile başvurabileceği usuli bir işlemdir. Başlı başına bir ispat vasıtası değildir. Davacı, miktar ve dayanağı hukuki muamelenin niteliğine göre iddiasını yasal delillerle ispat etmek zorundadır.
Davacı tarafından tanık olarak ifadesine başvurulmak istenen bir kısım kişilerin davalı tüzel kişinin kanuni temsilcisi olduğu anlaşılmaktadır. Özel dairece, anılan kişilerin tanık olarak değil, taraf ( kanuni temsilcisi )olarak isticvap edilmeleri istendiğinden Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ : Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 21.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.