Etiket arşivi: TİCARET

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TİCARET ŞİRKETİNİN KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI,MANEVİ TAZMİNAT GEREKTİĞİ

Tüzel kişi olan ticaret şirketlerinin de kişilik hakkı vardır. Haksız eylem ticari itibarını ve dolayısıyla kişilik hakkını ihlal ediyorsa şirket lehine manevi tazminata hükmetmek gerekir.

T.C.
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2013/15239
KARAR NO : 2014/15505
KARAR TARİHİ..18/11/2014

Y A R G I T A Y İ L A M I

DAVACI : L.. Tic. A.Ş. vekili Avukat İ…
DAVALILAR :
1- C… Ltd. Şti.
2- C…
3- O…

Davacı L… Tic. A.Ş. vekili Avukat İ… tarafından, davalılar C… Ltd. Şti. vdl aleyhine 05/02/2013 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeni ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 09/04/2013 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından, duruşmasız olarak incelenmesi de davalı C… vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 18/11/2014 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacı vekili adına gelen olmadı, karşı taraftan davalılardan C… vekili Avukat S… geldi. Diğer davalılar adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra tarafa duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddolunmalıdır.

2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince;

a-Dava haksız tedbir nedeni ile uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar davacı ve davalılardan C… tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, kimya ürünleri ithalatı yaptığını, Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tesislerine İngiltere merkezli şirketten ithal ettiği çin menşeili asitik asit ürünün davalı şirketin patent hakkının ihlal edildiği iddiası ile Gümrük Müdürlüğü’nden talep ettiği tedbir uyarınca serbest bölgeden çıkartılması işlemlerinin durdurulduğunu, bu sırada Ukrayna’dan ithal ettiği ve Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne getirilmekte olan ürününün tankerlerin boşaltılamamış olması nedeni ile rotasının değiştirilerek şirketin Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtildiğini, rota değişimi nedeni ile ek ücret ödenmek zorunda kalındığını, bu arada müşterilerine teslim etmeyi taahhüt ettikleri asitik asit ürününün Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerden gönderilmek zorunda kalındığını, bunun da fazladan nakliye ücreti ödenmesine neden olduğunu, bu maddi zararları yanında ticari itibarının sarsılması nedeni ile de manevi zarara uğradığını iddia ederek uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı C…, Rodyum Inorganik İyodid Katalizör Sisteminin patentine sahibi olduğunu, bu patent ile üretilmiş tüm asitik asit ürünleri üzerinde hak sahibi olduğunu, bu nedenle serbest bölgede bulunan asitik asit ürünün patent hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi için tedbir talebinde bulunduklarını, durdurma kararının idari bir karar olduğunu, durdurma kararı verilmese dahi davacının tankerlerinde bir miktar ürün kalacağını bu nedenle Ukrayna’dan ithal ettiği ürünün tanka boşaltılması için tankın boş olmasının gerekmediğini gösterdiğini, Ukrayna’dan ithal edilen ürünün daha yakında bir tesis varken neden Yumurtalığa getirildiğinin de anlaşılamadığını, sonuç olarak davacının maddi ve manevi zarara uğramadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporu uyarınca davacının defterlerinin incelenmesi sonucu Marmara Ereğlisi’nden yapılan sevkiyatların Yumurtalık Serbest Bölgesi’nden yapılması halinde Hadımköy-İkitelli-Çorlu-Gölcük-İzmit bölgelerine taşıma için ödenecek 12 adet nakliye ücretinin Adana-Kayseri-Kahramanmaraş’a yapılacak 9 adet nakliye ücretinden daha fazla olması nedeni ile taşıma ücretinin davacıya ait olması halinde dahi davacının zararının olmadığı, Ukrayna’dan yapılan ithalatın Odesa-Tekirdağ arası İskenderun’a göre daha kısa mesafe olduğundan deniz yolu navlun ücretinin daha düşük olacağı, dosya kapsamından geminin rota değişimi ile ilgili olduğu öne sürülen masrafın müstenidinin bulunmadığı tespit edildiğinden davacının maddi zarara uğramadığı, manevi tazminat isteminin de yerinde olmadığı sonucuna varılarak davanın tümden reddine karar verilmiştir.

Dosya arasındaki tüm bilgi ve belgelerden, davacıya ait Adana/Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tankerlerindeki 120.000 kg asitik asit ürününün davalının talep ettiği tedbir istemi uyarınca serbest bölgeden çıkartılmasının durdurulduğu anlaşılmaktadır. Durdurma kararının uygulandığı sırada davacı serbest bölgedeki malını çıkartamadığı için Ukrayna’dan ithal ettiği asitik asit ürününün rotasını değiştirmek zorunda kalmış ve Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtmiştir. Her ne kadar Ukrayna Odesa Limanı ile Tekirdağ arası mesafenin daha kısa olması nedeni ile bilirkişiler davacının uğradığını iddia ettiği maddi zararın müstenidi olmadığını düşünmüşler ise de; davacı ithal ettiği ürünün taşınması konusunda imzaladığı sözleşme ile bağlıdır. Davacı, ürünün Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne taşınması konusunda sözleşmesi bulunduğu, serbest bölgedeki tankerlerin ürünün yurt içine sokulamaması nedeni ile boşaltılamamasından dolayı Ukrayna’dan gelen ürünü depolayacağı yer bulunmadığından sözleşmesini değiştirmek ve ürünün Marmara Ereğlisi’ne getirilmesini istemek zorunda kaldığından 5.788 $ fark ücret ödediğini iddia ederek fatura ibraz ettiğine göre davacının söz konusu fark ücreti ödemesine neden olan sözleşmesinin incelenmesi, fark ücretin rotadan sapma olması nedeni ile ödenip ödenmediğinin değerlendirilmesi ile varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken varsayımsal değerlendirmeye dayalı bilirkişi görüşünün kabulü ile bu kalem isteğin reddi doğru olmamış açıklanan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

b-Davacı bir anonim şirkettir. İşletme hacmine göre ticaret sahası içinde şirketin ticari bir itibarı bulunduğu kuşkusuzdur. Davacının serbest bölgedeki malının yurda sokulmasının durdurulması ile malın satım sözleşmesinin karşı tarafına karşı zor durumda kaldığı gibi, şirket tüzel kişiliğinin itibarının da sarsıldığının kabulü gerekir. Nitekim davalı şirket söz konusu durdurma kararını talep ederken doğacak her türlü zararı ödemeyi kabul ve taahhüt etmiş olup, davacının maddi ve manevi zarara uğrayabileceğini de ön görmüştür. Şu durumda mahkemece davacının ticari itibarının zedelenmesi nedeni ile uygun bir manevi tazminat ödetilmesi yerine istemin tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2/a-b) sayılı bentte açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, davalı C…ın tüm davacının öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 18/11/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 11, 2015 5:33 pm


Ticaret Hukuku • Trafik kazası nedeniyle maddi manevi kaybın tazmini

YARGITAY 17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/3677
KARAR: 2014/3246

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacılar vekili, müvekkili O…’a davalıların işleten, sürücü ve trafik sigortacısı olduğu aracın çarpması sonucu yaralanmasına neden olduğunu belirterek müvekkili O…’un yaralı olduğu dönemde babası N…’ın çalışamaması nedeni ile uğradığı kazanç kaybı için 100,00.-TL, tedavi ve yol giderleri için 100,00.-TL ve bakıcı gideri için 100,00.-TL olmak üzere toplam 300,00.-TL maddi tazminatın tüm davalılardan, ayrıca O… için 20.000,00.-TL, baba ve anne için ayrı ayrı 10.000,00.-TL olmak üzere toplam 40.000,00.-TL manevi tazminatın sigorta şirketi dışındaki davalılardan olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsilini talep etmiş, talebini ıslah dilekçesi ile arttırmıştır.

Davalı …Sigorta A.Ş. vekili, kusur oranında, gerçek zarardan, poliçe limiti ile sorumlu olduklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı Z…ve H… vekili, tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlara ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davalı sürücünün %100 oranında kusurlu olduğu ve davacının 2.1 oranıda sürekli, 9 ay tam geçici çalışma gücü kaybı olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabul kısmen reddiyle tedavi ve yol giderleri için 385,00.-TL, bakıcı gideri için 5.383,15.-TL olmak üzere toplam 5.768,15.-TL maddi tazminatın sigorta şirketinden dava, diğer davalılardan olay tarihinden, ayrıca O… için 5.000,00.-TL, N… ve S…için ayrı ayrı 2.000,00.-TL olmak üzere toplam 9.000,00.-TL manevi tazminatın sigorta şirketi dışındaki davalılardan olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsiline, fazlaya dair istemlerin reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava Borçlar Kanunu’nun 46. maddesi (6098 sayılı TBK md. 54) gereğince maddi tazminat ve 47. maddesi gereğince manevi tazminat (TBK m. 56) istemine ilişkindir.

BK’nın 47. maddesi hükmüne göre (6098 sayılı TBK m. 56), hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Manevi tazminat, zarara uğrayanda, manevi huzuru gerçekleştirecek ve tazminata benzer bir fonksiyonu da olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. Zarar görenin zenginleşmemesi, zarar sorumlusunun da fakirleşmemesi gerekmektedir. Takdir edilecek miktarın, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.6.1976 günlü ve 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde de takdir edilecek manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden, hakim bu konuda takdir hakkını kullanır iken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Dosya kapsamından, davacı O…’un kaza nedeniyle sol femur parçalı kırığı ve sağ uylukta şekil bozukluğu oluştuğu, kaza sonucunda vücut fonksiyonlarında %2.1 oranında sürekli çalışma gücü kaybı oluştuğu anlaşılmaktadır. O halde, meydana gelen trafik kazası sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amacıyla tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli, davalıların sorumluluğun niteliği, kusur oranları da gözönünde tutularak, olay tarihindeki paranın alım gücüne uygun düşen yaralanan O… ve davacı anne babası için hak ve nesafet kuralları çerçevesinde daha yüksek manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, açıklanan dosya kapsamına uygun düşmeyen miktarda manevi tazminata hükmedilmesi uygun görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, 06.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 06 Oca 2015, 12:09


Ticaret Hukuku • Trafik kazası nedeniyle maddi manevi kaybımın tazmini

Trafik kazasında %100 haklıyım,kavşakta yeşil yanarken geçiyormuşum vasıtamla,kırmızıda durmayan yandan çarptı beyin kanaması geçirdim,konuşamıyorum, o bölge zede almış, 4 sene geçti kaskoyla davam sürüyor,enson %96 özürlü raporu aldım,bilirkişide %100 haklı raporu verdi,BİLEN KİŞİLER SİZCE MAHKEME SONUCU NE OLUR,limit diyorlar,maddi manevi kaybım limitlerle ölçülemezki,işimde hep dağıldı borçlandımda,benimde karşınında kasko ve sigortaları tamam,bende sigortaları kaskoları ve şahsı mahkemeye verdim,ticari mahkemeye yönlendirdi sulh mahkemesi,zaten kaybım karşılanırsa rekor bir dava sonucu olur,ortalıkta şahıs ve sigortalar ne varsa mahkeme incelemesinde,hem haklıyım hemde eksik evrakım yok,MADDİ MANEVİ ticari mahkeme sonucu ne olabilir sizce… Örnek mahkeme kararlarıyla birlikte soruma cevap alabilirmiyim?

Bilgiler: Tarih-Gönderici: troyal — 02 Oca 2015, 17:03


YARGITAY HGK E.2011/19-228 – K.2011/328 *ÇEK İSTİRDADI DAVASI * CİRO SİLSİLESİ * TİCARET ÜNVANININ YANLIŞ YAZIMI *HAMİLİNE ÇEK

YARGITAY HGK  E.2011/19-228 – K.2011/328 

 

Dava konusu çekin lehtar kısmında yazılı “Çam Ticaret” ibaresinin geçerli bir ticaret unvanı olup olmadığı tartışılmış ve sözkonusu ibarenin geçerli bir ticaret unvanı olmadığı, bu nedenle çekin hamiline yazılı çek olarak kabulü gerektiği, hamiline yazılı çekte de ciro imzasının sahte olmasının bir öneminin olmadığı, ciro silsilesinin görünüşte düzgün olmasının yeterli olduğu ve davalı faktoring şirketinin çeki ilgili yönetmeliğin hükümlerine uygun olarak elinde bulundurduğu anlaşıldığına göre yetkili hamil sayıldığından, davacının çekin istirdadı isteminde bulunamayacağı oyçokluğu ile kabul edilmiştir.Bu durumda mahkemece, dava konusu çekin geçerli bir ticaret unvanı emrine düzenlenmediğinden hamiline yazılı çek olduğu ve söz konusu çekte ciro silsilesinin görünüşte de olsa düzgün olduğu, davalı faktoring şirketinin usulüne uygun olarak çeki elinde bulundurmakla yetkili hamil olduğunun kabulü ile davacının çekin istirdadına yönelik davasının reddedilmiş olması; sonucu itibariyle usul ve yasaya uygundur.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “çek istirdadı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

Kadıköy 14. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 23.3.2009 gün ve 2007/825 Esas – 2009/177 sayılı Kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 1.6.2010 gün ve 2009/9341 Esas – 2010/6774 Karar sayılı ilamı;

(…Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı Kocabaşlar Gıda Ltd. Şti.nden aldığı 17.000.- TL. bedelli çeki kaybettiğini, bu nedenle açtığı çek iptali davasında davalı şirketin çeki dosyaya ibraz ettiğini, çekin nama yazılı olduğunu, müvekkili adına yapılan ciroda bulunan imzanın müvekkiline ait olmadığını, faktoring şirketi olan davalının fatura veya alacağın mal veya hizmet satışından doğmuş olduğunu tevsik eden belgelerle ilişkilendirilemeyen alacakları satın alamayacaklarını, müvekkilinin bir sonraki ciranta ile ticari ilişkisinin olmadığını, temlik edene karşı sahip olduğu def’ileri temellük edene karşı da ileri sürme hakkı olduğundan çekin müvekkiline teslimine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili şirketin davaya konu çekin yetkili hamili olduğunu, çekte bulunan ciro silsilesinin düzgün olması nedeniyle davacının iddialarının çek metninden anlaşılamadığını, müvekkilinin imzaların geçerliliğini inceleme yükümlülüğünün olmadığını, çekin dava dışı By Taze Gıda Ltd. Şti.nden yapılan faktoring sözleşmesi gereğince alındığını, dava konusu çek olduğundan BK.nun 167. maddesinin uygulanamayacağını TTK.nun 702. ve 704. maddeleri gereğince müvekkilinin çeki iade yükümlülüğünün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama sonucunda çekte bulunan davacı adına atılan ciro imzasının davacının eli ürünü olmadığının anlaşıldığı, kambiyo senetlerinde imzaların bağımsızlığı ilkesinin geçerli olduğu, davacının ciro imzasının sahte olmasının diğer ciranta imzalarının geçerliliğini etkilemeyeceği, davalı şirketin iyiniyetli hamil olduğu ve çeki kötüniyetli veya ağır kusurlu iktisap ettiğinin ispat edilememesi nedeniyle TTK.nun 704. maddesi gereğince davalının çeki geri verme yükümlülüğünün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

İlk ciro imzasının davacıya ait olmadığı tespit edilmiştir. Bu durumda davacının çek nedeniyle sorumlu tutulması mümkün değildir. Davacı bu iddiasını davalıya karşı da ileri sürebileceğine göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Dava, çekin istirdatı istemine ilişkindir.

Yerel Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı cirantanın çekteki imzanın kendisine ait olmadığı def`ini kendisinden sonra gelen cirantadan senedi faktoring sözleşmesi ile devralan davalıya karşı ileri sürüp süremeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulu`nda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle dava konusu çekin lehtar kısmında yazılı “Çam Ticaret” ibaresinin geçerli bir ticaret unvanı olup olmadığı tartışıldığından, konuya ilişkin şu açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Hukukumuzda kıymetli evrakı, hak sahibinin senetten tespiti şekline göre “nama”, “emre” ve “hamile” yazılı kıymetli evrak olarak üçe ayırmak mümkündür.

Hak sahibi, diğer bir deyişle alacaklı, senede hamil olmak keyfiyetiyle birlikte, bir temlik (alacağın temliki) işlemine de bakılarak tespit ediliyorsa, böyle bir senet “nama yazılı senet” niteliğindedir. Yani, senette mündemiç hakkın sahibi olabilmek için, senedin mülkiyetini karşı tarafa geçiren işlemin yanında, ayrıca bir de temlik muamelesinin yapılması, nama yazılı senetlerde şarttır.

Nama yazılı kıymetli evrak, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK.)`nun 566. maddesinde, “Belli bir şahsın namına yazılı olup da, onun emrine kaydını ihtiva etmeyen ve kanunen de emre yazılı senetlerden sayılmayan kıymetli evrak, nama yazılı senet sayılır” şeklinde tanımlanmıştır.

Nama yazılı senet için verilen tanımda iki husus üzerinde durulmuştur. Bir defa, “senedin belli bir şahsın namına (adına) yazılı olması” gerekir. Bu birinci şarttır (olumlu, pozitif şart). İkinci şart ise, “senedin emre kaydını ihtiva etmemesi” ve “kanunen de emre yazılı senetlerden sayılmamasıdır” (olumsuz, negatif şart).

Bazı kıymetli evrak vardır ki, Kanun bunları, aksine bir kayıt taşımadıkları takdirde, emre yazılı saymıştır. Bunlar, belli bir şahıs namına yazılı olsa ve emre kaydı ihtiva etmese bile, kanun hükmü gereği emre yazılı kıymetli evrak sayılır. Böyle senetleri, ancak emre yazılı olmadıklarını “açıkça” belirtmek suretiyle nama yazılı olarak düzenlemek mümkündür. Bu belirtme, senede “menfi emre kaydı” konarak yapılır.

Buna karşılık, senede hamil olma durumunun hak sahipliği sıfatını tespit yönünden yeterli olduğu senetler ise, “hamile yazılı kıymetli evraktır”. Hamile yazılı kıymetli evrakta, “senedin hamili olma”, alacaklılık sıfatının tespitinde yeterli olmaktadır.

Hamile yazılı senetler, Türk Ticaret Kanunu`nun kıymetli evraka ilişkin kitabının üçüncü faslında hükme bağlanmıştır (TTK. md. 570-581). Hamile yazılı senetler için verilen genel tanım şöyledir: “Senedin metin veya şeklinden, hamili kim ise, o kimsenin hak sahibi sayılacağı anlaşılan her kıymetli evrak, hamile (hamiline) yazılı senet sayılır” (TTK. md. 570/1).

Görüldüğü üzere tanım, iki ana unsura dayanmaktadır: Bunlardan birincisi, hamile yazılı senetlerin kıymetli evrak olduğu; ikinci unsur ise, hamile yazılı senetlere, hamile yazılı senet niteliği kazandıran “hamile kaydı”dır. Hamile kaydı hakkında belli bir şekil öngörülmemiştir.

Bazı senetlerin hamile yazılı düzenlenebileceği ise, Kanun`da açıkça belirtilmiştir: Hamile yazılı çek (TTK. md. 697), ipotekli borç ve irat senedi (TMK. md. 914), tahviller (TTK. md. 425/1), rehinli tahvilât (TMK. md. 971), intifa senetleri (TTK. md. 573), hamile yazılı havale (BK. md. 426) gibi…

Öte yandan, senede hamil olma hali yanında, hak sahibinin tespiti bakımından bir “cironun yapılmış bulunması” keyfiyetinin de arandığı kıymetli evrak da vardır ki, bunlara “emre yazılı kıymetli evrak” denir.

Emre yazılı senetler, kambiyo senetlerinden sonra yer alan ve “Kambiyo Senetlerine Benzeyen Senetler” başlığını taşıyan beşinci fasılda düzenlenmiştir. Kanun yapıcı, poliçe hakkındaki hükümlerin, bütün emre yazılı senetlerde de uygulanabileceğini düşünmüş; bu hükümler, özel bir hükümle farklı esaslar benimsenmediği sürece, diğer emre yazılı senetler için de uygulanabilecek genel hükümler olarak kabul edilmiştir.

Emre yazılı senedin tanımı, TTK.nun 736. maddesinde yapılmıştır. Buna göre, “emre yazılı olan veya kanunen emre yazılı sayılan evrak, emre yazılı senetlerdendir” (TTK. md. 736). Tariften de anlaşılacağı üzere, emre yazılı senetler iki türlü olabilir: Ya, belli bir senet tipi kanun yapıcı tarafından “kanunen emre yazılı senetler” olarak kabul edilir; yahut da, esas itibariyle emre sayılmayan bazı senetlere “emre” kaydının konması suretiyle o senet emre yazılı senet haline getirilir (iradî olarak emre yazılı senetler).

“Kanunen emre yazılı senet”, belli bir tipe (gruba) dahil senetleri ifade eder. Bu tipe dahil senetlerin emre yazılı olduğu kabul edilir. Meselâ, kambiyo senetlerinin emre yazılı olması gibi. Poliçe, bono ve çek, “kambiyo senedi tipine dahil olduğu için” emre yazılı senettir.

İsim ihtiva etmesine rağmen, “muayyen bir kimse lehine olarak, `veya hamiline` kelimelerinin veya benzeri bir ibarenin ilâvesiyle keşide olunan çek, hamile yazılı çek sayılır” (TTK. md. 697/11) (Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, 11. Bası, Ankara 2005, s. 41- 51).

Kıymetli evraka ilişkin bu açıklamalardan sonra, ticaret unvanı üzerinde de durulmalıdır:

Ticaret unvanı, tacirin ticari işletmesine ilişkin işlemleri yaparken kullandığı isimdir. Bu yönüyle ticaret unvanı, taciri tanıtmaya ve onu diğer tacirlerden ayırt etmeye yarar. Ticaret unvanını sadece tacirler kullanabilir; tacir olmayan kişi (esnaf) ticaret unvanı kullanamaz.

TTK.nun 20/1. maddesine göre; tacir, kanun hükümlerine uygun olarak bir ticaret unvanı seçmeye ve kullanmaya mecburdur. Tacir, ticari işletmesiyle işlemleri ticaret unvanıyla yapar; işletmesiyle ilgili senet ve diğer evrakı bu unvan altında imzalar (TTK. md. 41/1). Ticaret unvanının da, ticaret siciline tescil ve ilanı gerekir (TTK. md. 42/1).

Ticaret unvanı iki unsurdan oluşur. Bunlar, çekirdek ve ektir. Ticaret unvanının asli unsurunu, çekirdek oluşturur. Ek kullanılması, kural olarak zorunlu değildir. Gerçek kişi tacirlerde ticaret unvanının çekirdek kısmı, kişinin kısaltılmadan yazılacak ad ve soyadından oluşur (TTK. md. 43/1). Dolayısıyla ad ve soyadı Ahmet Ökmen olan kişinin, ticaret unvanı da, “Ahmet Ökmen”dir. Ancak unvan, TTK.nun 43/1. maddesindeki yasaklama nedeniyle “A. Ökmen” şeklinde yazılamaz (Sabih Arkan, Ticari İşletme Hukuku, 5. Baskı, Ankara 1999, s. 240- 241).

TTK.nun 589. maddesi “Bir Poliçe, poliçe ile borçlanmaya ehil olmayan kimselerin imzasını, sahte imzaları, mevhum şahısların imzalarını yahut imzalayan veya namlarına imzalanmış olan şahısları herhangi bir sebep dolayısıyla ilzam etmeyen imzaları taşırsa, diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmez” hükmünü amirdir.

Bu hüküm gereğince, senetteki ciro silsilesinin düzgün olması ve senedi devralanın kötüniyeti veya iktisabında ağır kusuru bulunmaması halinde, senedi ciro ile devaralan iyiniyetli ve yetkili hamil sayılır.

Hemen burada, davalı faktoring şirketinin dava konusu çeki usulüne uygun elde edip etmediği hususunun irdelenmesi gerekmektedir.

Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmeliğin “Şirketlerin yapamayacakları iş ve işlemler” başlıklı 22. maddesine göre;

“(1) Şirketler;

a) Ana faaliyet konuları dışında faaliyette bulunamazlar,

b) Teminat mektubu veremezler,

c) 28.7.1981 tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa göre menkul kıymet ihracı ile uluslararası piyasalardan ödünç para alınması dışında mevduat veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığı para toplayamazlar.

(2) Birinci fıkrada belirtilen hususlara ilave olarak faktoring şirketleri kambiyo senetlerine dayalı olsa bile, bir mal veya hizmet satışından doğmuş veya doğacak fatura veya benzeri belgelerle tevsik edilemeyen alacakları satın alamazlar veya tahsilini üstlenemezler”.

Dolayısıyla faktoring şirketlerinin devir aldığı alacak, bir kambiyo senedinden kaynaklanıyor olsa bile, alacağı doğuran temel ilişkiye ait fatura veya benzeri belgelerle bunu tevsik etmeleri gerekmektedir.

Bu hüküm, nitelikçe “düzenleyici amir bir hüküm” olarak kabul edilmektedir.

Faktoring şirketinin müşterisinden temliken aldığı bir alacağı takip edebilmesi için; alacak bir kambiyo senedinden kaynaklansa bile faktoring sözleşmesi ile beraber, alacağı doğuran temel satım ilişkisine ait fatura ve benzeri belgeleri de ibraz etmek zorundadır.

Faktoring sözleşmelerine, uygulamada “Alacağın Temliki” hükümleri uygulandığından, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Akdin Şekli” başlıklı 163. maddesi uyarınca yazılı şekilde yapılması gerekir (HGK.`nun 3.11.2010 gün ve 2010/19-488-557 Esas – Karar sayılı ilamı).

Yukarıda yapılan açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde;

Somut olaya gelince, davanın dayanağını oluşturan 17.000.- TL. meblağlı çek, dava dışı Kocabaşlar Gıda Ltd. Şti. tarafından “Çam Ticaret” emrine düzenlenip, görünüşte “Çam Ticaret Haluk Çam” tarafından Bytaze Ltd. Şti.ne ciro edilmiş ve Bytaze Ltd. Şti. tarafından da faktoring şirketi olan davalı Akın Factoring Hiz. A.Ş.’ye ciro edilmiştir.

Ciro silsilesinde yer alan cirantalardan, dava dışı ByTaze Ltd. Şti. ile Akın Factoring A.Ş. arasında 22.5.2007 tarihli “Factoring Temlik Sözleşmesi” düzenlendiği anlaşılmakta olup, çözümü gereken sorun; davalı Akın Factoring A.Ş.’nin davaya konu çeki, Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmeliğin 22/2. maddesine uygun olarak elinde bulundurup bulundurmadığıdır.

Davalı faktoring şirketi, dosyaya dava dışı Bytaze Ltd. Şti. tarafından davacı “Çam Ticaret Haluk Çam” adına düzenlenmiş 1.8.2007 tarihli 6.615,35.- TL.`lik, 6.8.2007 tarihli 6.313,50.- TL.`lik ve 13.8.2007 tarihli 5.348,81.- TL.`lik üç adet fatura sunarak, davaya konu çeki bu temlik sözleşmesi gereğince, adı geçen şirketten, yönetmeliğin 22/2. maddesine uygun olarak temliken aldığını savunmuştur.

Dosyaya sunulan faturaların incelenmesinde, çek bedeli ile fatura değerleri arasında bir uyum bulunduğu gibi adına fatura düzenlenen şahsın lehdar olarak ilk ciroda imzası bulunan davacı olduğu açıkça anlaşıldığından bu faturaların temel borçlandırıcı ilişkiye yeterli bir belge olduğu, ayrıca davalı ile dava dışı faturayı düzenleyen Bytaze Ltd. Şti. arasında faktoring sözleşmesi bulunduğu da dikkate alındığında, davalı faktoring şirketinin anılan yönetmeliğin aradığı şartları yerine getirdiğinin ve davaya konu çekin, bir mal veya hizmet satışı sonucu temlik alındığının kabulü gerekmektedir.

Yeri gelmişken, çekin niteliğine ilişkin tartışmaların ve buna göre varılan sonucun aktarılmasında da yarar vardır:

Hukuk Genel Kurulu`nda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle dava konusu çekin lehtar kısmında yazılı “Çam Ticaret” ibaresinin geçerli bir ticaret unvanı olup olmadığı tartışılmış ve sözkonusu ibarenin geçerli bir ticaret unvanı olmadığı, bu nedenle çekin hamiline yazılı çek olarak kabulü gerektiği, hamiline yazılı çekte de ciro imzasının sahte olmasının bir öneminin olmadığı, ciro silsilesinin görünüşte düzgün olmasının yeterli olduğu ve davalı faktoring şirketinin çeki ilgili yönetmeliğin hükümlerine uygun olarak elinde bulundurduğu anlaşıldığına göre yetkili hamil sayıldığından, davacının çekin istirdadı isteminde bulunamayacağı oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

Bu durumda mahkemece, dava konusu çekin geçerli bir ticaret unvanı emrine düzenlenmediğinden hamiline yazılı çek olduğu ve söz konusu çekte ciro silsilesinin görünüşte de olsa düzgün olduğu, davalı faktoring şirketinin usulüne uygun olarak çeki elinde bulundurmakla yetkili hamil olduğunun kabulü ile davacının çekin istirdadına yönelik davasının reddedilmiş olması; sonucu itibariyle usul ve yasaya uygun olup; bu nedenle karar onanmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.

Zorunlu Mali mesuliyet sigortası kapsamında açılan davada görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesidir

 

Değerli hukukçu, İstanbul Barosu üyesi, meslektaşımız sayın Avukat Mahmut Asrağ’ın mail grubunda paylaştığı, Yargıtay kararı için kendisine çok teşekkür ederiz. Genç Baro okurları için kararı paylaşıyoruz.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi

2013/3377 esas ve 2013/4482 karar sayılı 28.03.2013 tarihli karar

• DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI DAVASI ( Trafik Kazası Nedeniyle Maruz Kalınan Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Sigorta Şirketinden Tahsili İstemi Türk Ticaret Kanununda Sayılan Hususlardan Olduğu – Uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi Görevine Girdiği )
• GÖREV ( Trafik Kazası Nedeniyle Maruz Kalınan Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Sigorta Şirketinden Tahsili İstemi Türk Ticaret Kanununda Sayılan Hususlardan Olması Nedeniyle Uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi Görevine Girdiği – Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davası )
• SİGORTA ŞİRKETİ ( Tarafına Trafik Kazası Nedeniyle Maruz Kalınan Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Tahsili İstemi Türk Ticaret Kanununda Sayılan Hususlardan Olduğu/Uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi Görevine Girdiği – Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davası )
6102/m.4,5,1402,1483
ÖZET : Dava, destekten yoksun kalma tazminatının istemine ilişkindir. Somut olayda, talebin trafik kazası nedeniyle maruz kalınan destekten yoksun kalma tazminatının sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkin olduğu, davanın, Türk Ticaret Kanununda sayılan hususlardan olduğu anlaşıldığından uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi görevine girdiği dikkate alınarak davanın esasına girilerek tarafların delillerinin toplanması, iddia ve savunmalarının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalının trafik sigortacısı olduğu araç ile davacı Ekrem’in idaresinde tek taraflı olarak yaptığı kaza sonucu davacıların desteği Gülümser’in vefat ettiğini belirterek fazlaya dair haklarını saklı tutarak toplam 10.000,00.-TL destek tazminatının olay tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, ihtilafın doğrudan davacılar ile davalı arasında akdedilmiş sigorta sözleşmesindenkaynaklanmadığı, davacıların taleplerinin hukuki dayanağının haksız fiil olduğu, somut olayda taraflar arasında 6102 sayılı TTK’nın 1402 ve devamı hükümlerinin uygulanmasına olanak olmadığı, sigorta şirketinin sorumluğunun 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklandığı gerekçesi ile görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı zorunlu mali mesuliyet sigortası şirketinden trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Bilindiği gibi Asliye Mahkemeleri, Asliye Hukuk ve Asliye Ticaret Mahkemeleri olarak ikiye ayrılır. Asliye Ticaret Mahkemeleri, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevine giren ticari davaların çözümlendiği mahkemelerdir.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin görevine giren işler dışında kalan tüm uyuşmazlıklar Asliye Hukuk Mahkemesince çözümlenir. Hangi davaların ticari dava olduğu TTK’nun 4. maddesinde sayılmıştır. Bundan başka, bir yerde ticaret mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesinin görevi içinde bulunan ve bu kanunun 4.maddesi hükmünce ticari sayılan davalarda hususi hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere Asliye Ticaret Mahkemesinde bakılacağı düzenlenmiştir ( TTK’nun 5/II ).

Türk Ticaret Kanunun 4. maddesinde,bu kanundan doğan hukuk “davalarının” ticari dava sayıldığı, aynı kanunun 5. maddesinin 2.fıkrasında, bir yerde ticaret mahkemesi varsa asliye hukuk mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4. maddesi hükmünce ticari sayılan “davalara”, ticaret mahkemesinde bakılacağı hususları düzenlenmiştir.

Türk Ticaret Kanunun 3. maddesinde, ”Bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir” düzenlenmiştir.

Türk Ticaret Kanunun 1483 ve devamı maddelerinde “zorunlu sorumluluk sigortalar” düzenlenmiştir.

Bir hukuki işlemin veya fiilin Türk Ticaret Kanun’u kapsamında kaldığının kabul edilmesi için, yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen bu kanunda düzenlenen hususlarla, bir ticari işletmeyi ilgilendiren hukuki işlemin veya fiilin olması gerekir.

Somut olayda, talebin trafik kazası nedeniyle maruz kalınan destekten yoksun kalma tazminatının sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkin olduğu,davanın,Türk Ticaret Kanunun 1483 vd. maddelerinde sayılan hususlardan olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi görevine girdiği dikkate alınarak davanın esasına girilerek tarafların delillerinin toplanması, iddia ve savunmalarının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmen BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, 28.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay,Kambiyo Senedinin Zayii Nedeniyle İptalinde Görevli Mahkeme Asliye Ticaret

YARGITAY 11. Hukuk Dairesi

ESAS NO: 2011/13181 KARAR NO: 2011/16340 Tarih: 02.12.2011

Hasımsız olarak görülen davada …….. Ticaret Mahkemesi’nce verilen ……. tarih ve ……. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Numan Acar tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü

Davacı vekili, müvekkilinin hamili olduğu çekin kayıp edilerek zayi olduğunu ileri sürerek, çekin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, iddia ve dosya kapsamına göre, HMK’nun 382/10-e maddesi uyarınca çek iptal davasında sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine, talep ve kesinleşme halinde dosyanın …… Nöbetçi Sulh Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

İstem, kambiyo senedinin zayii nedeniyle iptaline ilişkindir.

Mahkemece 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nun 383. maddesi uyarınca çek iptal davalarının sulh hukuk mahkemelerinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

HMK’nun 383. maddesinde çekişmesiz yargı işleri ile ilgili olarak aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh hukuk mahkemesinin görevli olacağı öngörülmüştür.Yürürlükte olan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine göre Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Yine aynı Yasa’nın 5/2. maddesi uyarınca bir yerde ticaret mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin vazifesi içinde bulunan ve TTK’nun 4. maddesinde ticari sayılan davalara ticaret mahkemesinde bakılır. Bu nedenle TTK’nun 669 ve devamı maddelerinde düzenlenen kambiyo senetlerinin zayi nedeniyle iptaline ilişkin davalarda HMK’nun 383. maddesinde öngörülen aksine düzenleme bulunduğundan sulh hukuk mahkemeleri değil ticaret mahkemeleri görevlidir. Kaldı ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 757/1. maddesinde de bu tür işlerde ticaret mahkemelerinin görevli olacağı öngörülmüştür. Bu da yasa koyucunun iradesinin bu tür işlerde ticaret mahkemelerinin görevli olması gerektiği yolunda olduğunu göstermektedir. Açıklanan bu nedenle istemle ilgili işe bakma görevi asliye ticaret mahkemesine ait olmasına rağmen görevsizlik ve dosyanın görevli sulh hukuk mahkemesine gönderilmesine dair verilen mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 02/12/2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVİ / HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN ALACAĞIN TAHSİLİ

T.C.

YARGITAY
Yedinci Hukuk Dairesi
E:2006/1028
K: 2006/1293
T:24.4.2006
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVİ
HAKSIZ FİİLDEN KAYNAKLANAN ALACAĞIN TAHSİLİ
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 4]
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 5]
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı tarafından istenildiği, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, dosya incelendi. Dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi, gereği görüşüldü:
Dava niteliği ve içeriği itibariyle tacir ya da ( tacir sayılan ) taraflar arasında haksız fiilden kaynaklanan alacağını tahsili için başlatılan icra takibine karşı öne sürülen itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece dava konusu alacağın uygulamada haksız eylem olarak nitelendirilen kaçak elektrik kullanımından kaynaklandığı gerekçe gösterilerek görevsizlik kararı verilmiş ise de, yerel mahkemenin vardığı sonuç davanın saptanan niteliğine ve tarafların davadaki sıfatına uygun düşmemektedir.
Yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde açıklandığı gibi haksız eylemden kaynaklanan davaların Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmesi gerektiğine ilişkin yasal bir zorunluluk bulunmamaktadır. Aksine açılan davanın Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi hükmünde açıklanan mutlak ticari davalardan olması veya her iki tarafın tacir ve açılan davanın tarafların ticari işletmeleriyle ilgili bulunması ve davanın açıldığı yerde ayrı ticaret mahkemesinin kurulmuş olması halinde davalının yasal cevap süresi içerisinde iş bölümü itirazında bulunması koşulu ile bu gibi davaların Asliye Ticaret Mahkemelerinde görüleceği, aynı Kanunun 5. maddesi hükmünde duraksamasız açıklanmıştır. Taraflar tacirdir. Alacak haksız eylemden kaynaklansa dahi her iki tarafın ticari işletmeleriyle ilgilidir. Davalı taraf süresinde iş bölümü itirazında bulunmuş ise de, itiraz yerinde olmayıp davanın niteliği ve taraftarın davadaki sıfatı göz önüne alındığında davaya bakmak Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevine girmektedir.
SONUÇ : Hal böyle olunca davalı tarafın iş bölümü itirazının reddi ile işin esasın incelenmesi bundan sonra toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu olgular göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacı tarafın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde ilgilisine iadesine, 24.04.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI / ON GÜNLÜK YASAL SÜRE / GÖNDERME KARARI / KAZA ÇEVRESİNDE TİCARET MAHKEMESİ BULUNMAMASI

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 2006/19-300
K. 2006/342
T. 7.6.2006
DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI
ON GÜNLÜK YASAL SÜRE
GÖNDERME KARARI
KAZA ÇEVRESİNDE TİCARET MAHKEMESİ BULUNMAMASI
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 193]
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 11.5.2004 gün ve 2003/63-2004/177 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 26.10.2004 gün ve 2004/8987-10696 sayılı ilamı ile;
( … Dava satıştan kaynaklanan munzam zarar alacağının tahsili talebine ilişkindir.
Kocaeli 3.Asliye Hukuk Mahkemesi, Kocaeli’nde ticaret mahkemesi kurulunca davanın ticaret davası olması nedeniyle taraf vekillerinin işbölümü taleplerini kabul etmiş ve dosyanın Kocaeli Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, davacı vekilinin talebi ile dosya Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmiştir.
Mahkemece yüze karşı verilen gönderme kararı üzerine davacı vekili, HUMK.nun 193. maddesinde düzenlenen 10 günlük yasal süre geçtikten sonra mahkemeye müracaat ettiğinden davanın HUMK.nun 193/3-4 maddesi gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Kaza çevresinde Ticaret Mahkemesi bulunmazken davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi doğaldır. Sonradan bu mahkemeye ticaret dairesi ilave edilmesi durumunda dosyanın belirtilen daireye aktarılması da yasa hükmü gereğidir. O nedenle HUMK.nun 193. maddesindeki 10 günlük sürenin geçmesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez. Mahkemece aksine düşünce ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Borçlar Kanunu’nun 105. maddesine dayalı, munzam zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacı SEKA Genel Müdürlüğü vekili, davacının 1985 yılında giriştiği, ancak gerçekleşemeyen kırpıntı kağıt ithalatı işiyle ilgili çeşitli sözleşmelerden dolayı değişik sıfatlarlarla borçlu duruma düşen davalılar hakkında muhtelif davalar açıldığını, bir kısmı kesinleşen, bir kısmı da henüz kesin hüküm halini almamış ilamlara dayalı olarak davacının davalılardan alacaklı durumda bulunduğunu, davalıların temerrütleri nedeniyle davacının munzam ( faizle karşılanamayan ) zararının oluştuğunu ileri sürerek, toplam 89.324.060.222 TL. munzam zarar tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan Akbank T.A.Ş. vekili, cevap dilekçesinde, davanın reddi gerektiği yönündeki esasa ilişkin cevaplarından önce yetki itirazında bulunmuş ve İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğunu ileri sürmüştür.
Diğer davalılar Unit İnternational SA ve SGS Süpervise Gözetme ve Etüd Kontrol Servisleri A.Ş. vekilleri de, davacının munzam zararının bulunmadığını, davanın bu nedenle reddi gerektiğini bildirmişlerdir.
Dava dilekçesi 15.11.1993 tarihli olup Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben düzenlenmiş, dava, tevzi sonucunda Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesince, 1993/716 esas sayılı dosya üzerinden görülmeye başlanmıştır.
Dava tarihi itibariyle Kocaeli’de Asliye Ticaret Mahkemesinin mevcut olmadığı, ancak, yargılama sırasında 2002 yılında kurulup, faaliyete geçtiği çekişmesizdir.
Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılamanın 24.10.2002 günlü oturumunda, gerek davacı vekili ve gerekse tüm davalılar vekilleri, Kocaeli Ticaret Mahkemesi’nin faaliyete geçmiş olduğundan bahisle, işbölümü nedeniyle dosyanın ihtisas mahkemesi durumundaki anılan Mahkemeye gönderilmesini istemişlerdir. Mahkeme bu oturumda, tüm taraflar vekillerinin yüzlerine karşı “Taraf vekillerinin işbölümü taleplerinin kabulü ile davanın ticaret davası olması nedeniyle mahkememizin görevine girmediğinden ve Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinin görevine girdiğinden mahkememizin görevsizliğine, karar kesinleştiğinde istek halinde dosyanın Kocaeli Ticaret Mahkemesine gönderilmesine, harç ve masrafların görevli mahkemede nazara alınmasına” karar vermiştir. Karar davacı vekiline 15.11.2002; davalı SGS Süpervise Gözetme ve Etüd Kontrol Servisleri A.Ş. vekiline 28.1.2003; davalı Unit İnternational SA vekiline 15.11.2002; davalı Akbank T.A.Ş. vekiline 21.11.2002 günü tebliğ edilmiştir.
Bu karardan sonra, davacı vekilince Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesine verilen 15.11.2002 havale günlü dilekçede “…Mahkeme tarafların talepleri doğrultusunda görevsizlik kararı vererek dosyanın görevli Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Karar taraflara tebliğ edilerek kesinleşmiştir. HUMK gereği dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için başvuruyoruz. Ayrıca dilekçemize taraflara tebligat yapılması için gerekli posta pullarını ekliyoruz. Görevli mahkemenin duruşma günü vererek taraflara çağrı kağıdı gönderilmesini talep ediyoruz…”denilmiştir.
Bu dilekçe üzerine dosya, 19.2.2003 günü Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmiştir.
Her üç davalının vekilleri, Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine ayrı ayrı sundukları dilekçelerle, davacı vekilinin 15.11.2002 günlü tahrik dilekçesinin 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra sunulmuş olması nedeniyle, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini istemişlerdir.
Yerel Mahkeme ( Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi ), davacı vekilinin söz konusu müracaatının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde olmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş; davacı vekilince temyiz edilen hüküm Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme, davalı Akbank vekilinin, davanın açıldığı Kocaeli 3.Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 1.2.1994 günlü cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunup, İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğuna karar verilmesini talep ettiği, anılan Mahkemece de, davanın ticari dava olduğu, tarafların iş bölümü itirazında bulunduğu gerekçesiyle, iş bölümü sebebi ile dosyanın mahkemeye gönderilmesine karar verildiği, Asliye Hukuk Mahkemesinin söz konusu kararının bir devir kararı değil, TTK. md. 5/3 uyarınca işbölümü itirazı sonucu verilen ve verildiği anda kesin olan bir gönderme kararı niteliğinde olduğu, gönderme kararının tarafların yüzüne karşı verildiği durumlarda tefhimden itibaren 10 gün içerisinde davacı tarafça gönderen veya gönderilen mahkemeye başvurulmasının zorunlu bulunduğu, aksi takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği; somut olayda davacının 10 günlük yasal süre dolduktan sonra başvurduğu gerekçesiyle, önceki kararında direnmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının açıklanan bu içerik ve kapsamlarına göre, direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda olduğu gibi, bir yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmadığı için Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan bir dava devam ederken, o yerde Asliye Ticaret Mahkemesinin kurulup faaliyete geçmesi üzerine, Asliye Hukuk Mahkemesince, tarafların o yoldaki talepleri de gözetilerek, ‘Mahkemenin görevsizliğine, karar kesinleştiğinde istek halinde dosyanın Ticaret Mahkemesine gönderilmesine’ karar verilmesi halinde; bu kararın bir devir kararı mı, yoksa, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3 maddesi çerçevesinde, iş bölümü itirazı üzerine verilen ve verildiği anda kesin olan bir gönderme kararı mı olduğu; böyle bir durumda, davacı tarafın HUMK.nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde başvuruda bulunmasının zorunlu bulunup, bulunmadığı;somut olaydaki gibi, davacı tarafın, anılan süre geçtikten sonra başvurması halinde, hangi kararın verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada, öncelikle hukukumuzda mahkemeler ve görevleri konusunda genel ve kısa bir açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür.
İlk derece ( hüküm-bidayet ) mahkemeleri, genel ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılır. Bakacakları davalar belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmayan, Kanun tersini öngörmedikçe Medeni Usul Hukuku alanındaki her türlü işe bakan mahkemelere genel mahkemeler denir. Hukukumuzda genel mahkemeler sulh ve asliye hukuk mahkemeleridir.
Buna karşılık, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli türdeki uyuşmazlıkları çözmek üzere özel kanunlarla kurulan mahkemelere özel mahkemeler denir. Örneğin iş mahkemeleri, bu anlamda özel mahkemelerdir. Özel bir mahkemede görüleceğine ilişkin özel bir kanun hükmü bulunmayan her dava, genel mahkemelerde görülür. İstisnai nitelikteki özel mahkemelerin hangi tür davalara bakacakları, özel kanunlarınca belirlenir.
Asliye ticaret mahkemeleri, bulundukları yerdeki asliye hukuk mahkemesinin daireleri durumundadırlar. Dolayısıyla, yukarıdaki ayırım çerçevesinde özel değil, genel mahkemeler arasında yer alırlar.
Ayrı bir ( veya daha fazla ) ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasında görev değil, işbölümü ilişkisi mevcuttur. ( Esasen, bir yerdeki birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki de bir iş bölümü ilişkisidir; ancak buradaki işbölümü ilişkisi, gerçekte bir iç ilişki niteliğindedir. Aynı şekilde, bir yerdeki birden fazla ticaret mahkemelerinin ve birden fazla sulh hukuk mahkemelerinin kendi aralarındaki ilişki de, gerçekte iç ilişki niteliği taşıyan bir işbölümü ilişkisidir ).
Ancak, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme;örneğin birden çok asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisi ( iç ilişki ) ile, o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasındaki işbölümü ilişkisi arasında şu iki önemli fark vardır:
İlkin, ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü, kaynağını kanundan almaktadır. Şöyle ki: Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesinde ticari davalar sayılmış; 5. Maddenin 1. fıkrasında aksine hüküm bulunmadıkça, müddeabbihe göre ticari davaların sulh veya asliye hukuk mahkemelerince de görüleceği açıklanmış; 2. fıkrada, ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk mahkemesinin görevinde olan ve 4. madde uyarınca ticari sayılan davalara ticaret mahkemesince bakılacağı belirtilmiş; 3. fıkrada ise, kural olarak iş sahası ( işbölümü ) itirazının taraflarca ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebileceği öngörülmüştür. Kanunun düzenlediği bu işbölümüne göre, bir yerdeki ticaret mahkemesi kanunda belirtilmiş olan ticari davalara; asliye hukuk mahkemesi ise bunun dışındaki hukuk davalarına bakacaktır.
İkinci fark şudur: Birden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan bir yerdeki asliye hukuk mahkemelerinden birinde görülmekte olan bir davada, tarafların, o davanın, aynı yerdeki başka bir asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde işbölümü itirazında bulunması mümkün olmadığı halde; o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri yönünden böylesi bir işbölümü itirazının -örneğin, asliye hukuk mahkemesinde açılmış bir davayla ilgili olarak, oradaki ticaret mahkemesinin görevli bulunduğunun veya bunun tersinin- ileri sürülmesi mümkündür.
Açıkça görüleceği üzere, buraya kadar yapılan genel açıklamalar, aynı yargı çevresinde hem asliyle hukuk ve hem de asliye ticaret mahkemelerinin birlikte bulunduğu hallere ilişkin ve bu hallerle sınırlıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi anlamındaki ticari davalara, müddeabbihe göre hem sulh ve hem de asliye hukuk mahkemesi bakabilir ( doğaldır ki; ticaret mahkemesi asliye hukuk mahkemesinin bir dairesi olduğu; sulh hukuk mahkemelerinin böyle bir dairesi bulunmadığı; eş söyleyişle, ‘Sulh Ticaret Mahkemesi’ mevcut olamayacağı için, bir yerdeki sulh hukuk mahkemeleri arasında, Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi anlamında bir iş bölümü uyuşmazlığı çıkması da mümkün değildir ). Ticaret mahkemesi bulunmayan bir yerdeki asliye hukuk mahkemesinin ticari bir davaya bakabilmesi için, o davanın ‘ticaret mahkemesi sıfatıyla görülmek üzere’ açılmış olması veya asliye hukuk mahkemesinin o davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla baktığını bildirmesi de gerekmez; asliye hukuk mahkemesinin o uyuşmazlığı çözerken ticari hükümleri uygulaması gerekli ve yeterlidir.
Bu genel açıklamalar, özetle şu saptamaları içermektedir:
– Ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk mahkemesi ile onun dairesi durumundaki asliye ticaret mahkemesi arasında kanundan ( Türk Ticaret Kanunu’nun 4. ve 5. maddelerindeki düzenlemelerden ) kaynaklanan bir işbölümü ilişkisi vardır.
– Yine, ayrı ticaret mahkemesi bulunan bir yerde, asliye hukuk mahkemesinde açılan davanın, ticaret mahkemesinin görev alanında olduğu yönündeki davalı itirazının ( işbölümü itirazı ), esasa cevap süresi içerisinde ve ilk itiraz olarak bildirilmesi gerekir. Davalı esasa cevap süresi içerisinde bu yolda bir ilk itirazda bulunmamış ise, artık o mahkemenin iş bölümüne itiraz edemez. Böyle bir durumda, ( işbölümüne itiraz edilmeyen ) mahkeme de, davaya bakmak zorundadır; resen gönderme kararı veremeyeceği gibi, süresinden sonra yapılan işbölümü itirazını da, karşı taraf buna muvafakat etse bile, süre aşımından dolayı reddetmekle yükümlüdür.
– Hukuksal nitelikçe ( Türk Ticaret Kanunu md.4 ve 5 uyarınca ) ticari dava olduğu halde, o yerde ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmadığı için, ticaret mahkemesi sıfatıyla görülmek üzere olsun veya olmasın, zorunlu olarak asliye hukuk mahkemesinde açılan bir davada, davalı tarafın esasa cevap süresi içerisinde ilk itiraz şeklinde işbölümü itirazında bulunması söz konusu olamaz. Zira, işbölümü, sadece ve ancak o yerde hem asliye hukuk ve hem de ticaret mahkemesinin mevcut olması halinde gündeme gelebilecek bir olgudur. Böylesi ( ayrı bir ticaret mahkemesinin bulunmaması nedeniyle, davalının esasa cevap süresi içerisinde asliye hukuk mahkemesinde işbölümü itirazında bulunamadığı ) bir dava devam ederken, esasa cevap süresi geçtikten sonra, orada ayrı bir ticaret mahkemesinin kurulması ve faaliyete geçmesi durumunda da, artık bu olguya dayalı olarak işbölümü itirazında bulunulamaz:Ayrı bir ticaret mahkemesinin sonradan kurulması, esasa cevap süresi geçmiş olan bir davada, işbölümü itirazında bulunma konusunda davalıya yeni ve ayrı bir hak tanıyan bir olgu değildir. Dolayısıyla, böyle bir durumda, asliye hukuk mahkemesi davaya devam etmekle yükümlüdür; taraflar o yolda talepte bulunmuş olsalar bile, gönderme kararı veremez. Buna rağmen asliye hukuk mahkemesi, resen veya talep üzerine gönderme kararı verirse, bu kararın, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesi anlamında gerçek bir gönderme kararı olarak kabul edilmemesi gerekir. Çünkü, anılan hükmün açık ifadesine göre, gerçek anlamda bir gönderme kararının varlığından söz edilebilmesi için, tarafların süresi içerisinde ilk itiraz olarak işbölümü itirazında bulunmuş olmaları zorunludur. O yolda usulüne uygun bir ilk itiraz bulunmadığı halde verilen ve veren mahkemece ‘gönderme kararı’ olarak adlandırılan karar, gerçekte bu nitelikte bir karar değildir; dolayısıyla, böylesi bir karara, gerçek anlamdaki gönderme kararlarına özgü nitelikteki hukuksal sonuçlar bağlanamaz. Başka bir ifadeyle, süresinde yapılmış bir ilk itiraz bulunmamasına rağmen verilen ve mahkemece gönderme kararı olarak adlandırılan bir karar, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesinin gerçek anlamdaki gönderme kararlarına özgülediği ‘verildiği anda kesin olma’ ve ‘gönderilen mahkemeyi bağlayıcılık’ niteliklerini taşımaz. Buna bağlı olarak da, gönderilen mahkeme, dosyayı gönderen mahkemeye geri gönderebilir. Dahası, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/4. maddesindeki, “Vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi oldukları müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait iptidai itirazın kabulü halinde de tatbik olunur.” hükmünün uygulama yeri olamaz. O nedenle de, böylesi bir durumda, davacı tarafın, gönderilen mahkemeye Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde başvurması gereğinden söz edilemez. ( Karar metninin yukarıda “İlk derece ( hüküm-bidayet ) mahkemeleri, genel ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılır.” Şeklindeki cümlesinden itibaren bu noktaya kadar yapılan açıklamalarda yararlanılan kaynak olarak, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, İstanbul 2001; Cilt: 1, sayfa:51-61 arası; 675-721 arası ).
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde:
Somut olayda, yukarıda belirtildiği üzere, dava tarihi itibariyle Kocaeli’de ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmadığı için, görülmekte olan dava Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben yazılan bir dava dilekçesiyle açılmış ve Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesinde görülmeye başlanmıştır. Her üç davalı yönünden de, gerek kanuni ve gerekse uzatılan esasa cevap sürelerinin dolduğu tarihler itibariyle, ticaret mahkemesi kurulup faaliyete geçmiş olmadığı için, davalılarca, kanuni süre içerisinde işbölümü itirazı ileri sürülmemiştir. Her ne kadar, davalılardan Akbank T.A.Ş. vekilinin, talep üzerine mahkemece uzatılan cevap süresi içerisinde verdiği 1.2.1994 tarihli cevap dilekçesinde mahkemenin yetkisine yönelik bir itiraz ve “…Dava dilekçesinin yetki yönünden reddine ve İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğuna karar verilmesini talep ediyoruz…” şeklinde bir ifade mevcut ise de, asıl olarak yetkiye itirazı içerdiği açık bulunan bu ifadenin, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde bir iş bölümü itirazı olarak nitelendirilmesine olanak yoktur. Hal böyle olunca, eldeki davada, davalıların işbölümü itirazında bulunmadıklarının, esasa cevap sürelerinin bittiği tarihler itibariyle böylesi bir itirazın ileri sürülmesinin usulen mümkün de olmadığının kabulü gerekir. Yine, işbölümü itirazında bulunulabilecek kanuni sürelerin dolmasından sonra, salt Kocaeli’de ayrı bir ticaret mahkemesinin kurulmasının da, davalılara bu yöndeki bir itirazı ileri sürmek konusunda herhangi bir hak bahşetmeyeceği açıktır.
Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesindeki 24.10.2002 günlü oturumda, tüm taraflar vekillerinin işbölümü nedeniyle dosyanın Ticaret Mahkemesine gönderilmesini istemiş olması da, varılan bu sonucu etkiler nitelikte değildir.
Sonuç olarak, Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesinin, işbölümü nedeniyle dosyanın Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesi yönündeki 24.10.2002 günlü kararı, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesi anlamında gerçek bir gönderme kararı niteliğinde değildir. O nedenle de, aynı maddenin son fıkrasında, gerçek anlamda gönderme kararları için geçerli olacağı belirtilen yasal prosedürün uygulanması gereğinden; yani, davacının bu gönderme kararından sonra Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3. maddesinde öngörülen 10 günlük kanuni süre içerisinde başvuruda bulunması zorunluluğundan söz edilemez. Dolayısıyla, davacının söz konusu başvurusunun 10 günlük süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle, aynı maddenin son fıkrasındaki “Aksi takdirde dava açılmamış sayılır…”hükmüne dayalı olarak, davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez.
Somut olayın değinilen bütün bu özellikleri karşısında, Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesince verilen ve içeriği yukarıda açıklanan 24.10.2002 gün ve 1993/716 esas, 2002/703 sayılı kararın, Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi anlamında bir gönderme kararı olarak değil; yargı çevresinde sonradan ticaret mahkemesinin kurulup faaliyete geçmiş olmasından kaynaklanan, tüm tarafların ortak talebi üzerine verilmiş olan, kendine özgü bir devir ( aktarma ) kararı olarak nitelendirilmesi ve davacı tarafın bu karardan sonra, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3. maddesinde öngörülen 10 günlük kanuni süre içerisinde gönderen veya gönderilen mahkemeye başvurmakla yükümlü bulunmadığının; anılan süre geçtikten sonra yapılmış bile olsa, gönderilen mahkeme durumundaki Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinin davaya bakmakla yükümlü olduğunun, anılan hükme dayalı olarak davanın açılmamış sayılmasına karar veremeyeceğinin kabulü zorunludur.
Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 07.06.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
T.T.K.nun 5/III ncü maddesinde münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işler haricinde bir davanın ticari veya hukuki mahiyeti itibariyle iş sahasına girip girmediğinin ilk itiraz şeklinde ileri sürülebileceği ön görülmekte olup, temyize konu uyuşmazlıkta münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işlerden değildir. Dava konusu olayda dava asliye hukuk mahkemesinde açılmış ( ki o tarihte Kocaeli’nde kurulmuş bir ticaret mahkemesi mevcut değildir ) ve mahkemece uzun süre davaya bakıldıktan sonra, taraf vekillerinin dosyanın yeni kurulan ticaret mahkemesine gönderilmesi gerektiğine ilişkin istemleri üzerine de, asliye hukuk mahkemesince ( verilen kararın görevsizlik kararı olduğu da belirtilmek suretiyle ) dosya ticaret mahkemesine gönderilmiştir. Her şeyden önce şu hususun açıkça ortaya konulması gerekir ki, bir yerde ticaret mahkemesi kurulması bugünkü mevzuatımız itibariyle iflas davaları haricindeki davaların ticaret mahkemesine gönderilmesine neden teşkil etmez ( Bkz. Aynı Görüş, G.Eriş, Ticari İşletme ve Şirketler, 3 ncü Baskı, S. 396 ) Bu itibarla, Yüksek Özel Dairenin “Kaza Çevresinde Ticaret Mahkemesi bulunmazken davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi doğaldır. Sonradan bu mahkemeye ticaret dairesi ilave edilmesi durumunda dosyanın belirtilen daireye aktarılması da yasa hükmü gereğidir.” şeklindeki gerekçesine davanın mahiyetine nazaran hiçbir şekilde itibar edilemez ve aksinin kabulü halinde bir yerde ticaret mahkemesinin kurulması üzerine o sırada ticari davalara bakmakta olan asliye hukuk mahkemelerinin derdest tüm davaları yeni kurulan mahkemeye göndermesi gerektiği gibi bir sonuç ortaya çıkar ki, yukarıda belirtildiği üzere İİK.nun 154 ncü maddesinin amir hükmü gereği dışında derdest davaların yeni kurulan mahkemeye gönderilmesi mümkün değildir ve böyle bir yasa hükmü de yoktur.
Öte yandan, yine yukarıda belirtildiği üzere iş bölümü itirazı ilk itirazlardan olup, HUMK.nun 188 nci maddesi hükmü uyarınca yazılı usule tabi davalarda esasa girilmeden önce ve cevap süresi içerisinde ileri sürülebilir. Dava konusu olayda bu dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren on gündür ve hak düşürücü mahiyettedir. Süre geçtikten sonra davacı taraf muvafakat etse bile ilk itirazlar mahkemece incelenemez. Bu itibarla, taraf vekillerinin dosyanın ticaret mahkemesine gönderilmesine ilişkin beyanları da önemi haiz olmadığı gibi, davanın ilk açıldığı mahkeme olan asliye hukuk mahkemesine dosyayı ticaret mahkemesine göndermede yasal bir dayanak sağlamaz.
İş bölümüne ilişkin gönderme kararları kesin olup, ancak mahiyetleri ile bağdaşmayan unsurları ihtiva etmeleri halinde, sadece bu bağdaşmayan yönleri bakımından temyiz edilebilir. Ancak, bu kural sadece usulünce ve süresinde işbölümü itirazı bulunan davalar bakımından geçerli olup, somut olayda olduğu gibi işbölümü itirazında bulunulmayan davalarda verilen gönderme kararları, mahkemece verilen kararın gönderme kararı olduğu belirtilmiş olsa dahi kesin olarak kabul edilemez. Nitekim, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ( 22.06.1992 T, E. 1346/K. 7901, 9.5.2005 T, 2004/8324 E, 2005/4862 K ) kararlarında bu ilke benimsendiği gibi, doktrinde de bu ilke kabul görmektedir. ( Bkz. Prof. Dr. B.Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü İstanbul, 2001, Cilt: 1, s. 705 vd. )
Bu itibarla, mahkemece, asliye hukuk mahkemesince verilen ilk kararın mahkemenin kendi kararında da belirtildiği üzere bir görevsizlik kararı olduğu ve buna nazaran da kesinleşmeden kendisine gönderildiği nazara alınarak kararın kesinleştirilerek gönderilmesini temin için esasın kapatılması suretiyle dosyanın asliye hukuk mahkemesine gönderilmesi veya açıklanan nedenlerle ilk mahkemenin gönderme kararının TTK.nun 5 inci maddesi anlamında bir gönderme kararı olmaması sebebiyle kendisini gönderme kararı ile bağlı saymayarak görevsizlik kararı ile dosyayı davanın ilk açıldığı mahkemeye göndermesi gerektiği ve Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi kararının bu gerekçe ile bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluk görüşüne karşıyız.