Etiket arşivi: TÜZEL

YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E: 2013/17031 K: 2013/25735 *TÜZEL KİŞİLİĞİ OLMAYAN ADİ ORTAKLIĞA TEBLİGAT YAPILAMAZ

T.C.

YARGITAY

12. Hukuk Dairesi

ESAS: 2013/17031

KARAR: 2013/25735

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

 

K. İnş.Tur.Tem.Ltd.Şti.-İ. İnş.Tah.İh.Tic.San.Ltd.Şti. Ortak Girişimi hakkında yapılan genel haciz yoluyla takipte şikayetçi K. İnş.Tur.Tem.Ltd.Şti.vekili kendilerinin takipten haberdar olmadıklarını, tebligatı alan kişinin ortak girişimin çalışanı olmayıp ödeme emri tebligatının usulsüz olduğunu belirterek ödeme emrinin iptalini ve hacizlerin kaldırılmasını talep etmiş, mahkeme tebligatın usule uygun olup, şikayetçinin borcu olmadığına ilişkin ilgili mahkemesinde dava açmadığı, takibin kesinleşmesinden sonraki tüm işlemlerin yasaya uygun olduğu gerekçesi ile istemin reddine ve şikayetçi aleyhine tazminata hükmetmiştir.

 

İki veya daha fazla işletmenin belli bir amaca ulaşmak için katkılarını birleştirdikleri ortak girişimin (yani adi ortaklığın) tüzel kişiliği bulunmadığından taraf ehliyeti yoktur. 6098 sayılı BK'nun 620.maddesinde( 818 sayılı BK'nun 520.) maddesinde de açıklandığı üzere, adi ortaklığın hükmi şahsiyeti bulunmadığından ortaklar, ortaklık borçlarından dolayı alacaklılara karşı doğrudan doğruya ve sınırsız olarak tüm varlıklarıyla sorumludurlar. Adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığından aktif ve pasif dava ehliyeti yoktur. Bu nedenle, adi ortaklığa ilişkin davalarda adi ortaklığı oluşturan kişilerin taraf olarak hep birlikte haraket etmeleri gerekir. Adi ortaklık tarafından açılacak davaların elbirliği mülkiyeti kuralları gereğince (6098 sayılı BK'nun 534., 818 sayılı BK'nun 534, TMK'nun 702.maddeleri) bütün ortaklar tarafından mecburi dava arkadaşı olarak birlikte hareket edilmesi gerekir.

 

Taraf ehliyeti kamu düzeninden olup mahkemece kendiliğinden gözönüne alınmalıdır. Yasanın emredici kuralından kaynaklanan ve bir hakkın yerine getirilmesi ile ilgili bulunan bu husus hakkında İİK.nun 16/2. maddesi gereğince süresiz şikayet hakkı da vardır. Dolayısıyla yukarıda belirtildiği şekilde adi ortaklık adına çıkarılan ödeme emrinin hukuken geçerliliği bulunmamaktadır.

 

O halde mahkemece anılan husus re’sen gözetilerek taleple bağlı kalınarak istemin kabulüne karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.Ayrıca şikayetçinin icra mahkemesine başvurusu şikayet niteliğinde olup bu istemin kabulü veya reddi halinde icra inkar tazminatına hükmedileceğine ilişkin İİK'nun 16. maddesinde yasal bir düzenleme bulunmadığı halde mahkemece başvuran aleyhine icra inkar tazminatına hükmedilmesi de doğru görülmemiştir.

 

Öte yandan HMK'nun 297. maddesinin (1). fıkrasının (e) bendi gereği hükümde "gerekçeli kararın yazıldığı tarihin" yer alması zorunlu olup, kanunun bu emredici hükmüne aykırı davranılması da doğru bulunmamıştır.

 

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09/07/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY HUKUKGENELKURULU ESASNO:2011/4-687KARAR NO:2012/26 -KİŞİLİK HAKLARI , TÜZEL KİŞİLİK , MANEVİ TAZMİNAT KOŞULLARI, YETKİ

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

 

ESAS NO:2011/4-687KARAR NO:2012/26TARİH:01.02.2012

 

 

 

Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sivas 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın yetkisizlik sebebiyle reddine dair verilen 25.2.2010 gün ve 2009/237 E., 2010/75 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 9.12.2010 gün ve 10911/12659 E., K. sayılı ilamı ile; 

 

( … Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 9. maddesi gereğince her dava, yasada aksine bir düzenleme bulunmadıkça, davanın açıldığı günde davalının Medeni Yasa gereğince yerleşim yeri sayılan yer mahkemesinde görülür. Daha özel bir düzenleme içeren aynı Kanunun 21. maddesi gereğince de haksız eylemden doğan dava, haksız eylemin gerçekleştiği yer mahkemesinde açılabilir. Ayrıca, 4721 Sayılı Medeni Kanunun 25/son maddesi gereğince davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir. Böyle bir durumda davayı hangi mahkemede açacağı konusunda seçimlik hakkı bulunan davacı, davasını dilerse davalının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde, dilerse haksız eylemin gerçekleştiği yer mahkemesinde veya kendi yerleşim yeri mahkemesinde açabilir. 

 

Eldeki dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine dair olup davacının yerleşim yerinin Sivas olduğu anlaşıldığına göre, Sivas Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açan davacının, seçimlik hakkını 4721 Sayılı Medeni Kanunun 25/son maddesi gereğince kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava açmak suretiyle doğru olarak kullandığı sonucuna varılmaktadır. 

 

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, yetki itirazının reddiyle işin esası incelenip varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…), 

 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

 

H.G.K.'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü: 

 

Dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. 

 

Yerel mahkemece, yetkisizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

 

Direnme kararını, davacı temsilcisi temyize getirmiştir. 

 

Direnme yoluyla H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; tüzel kişilerin kişilik haklarının bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine dair davanın davacı şirketin yerleşim yeri mahkemesinde açılıp açılamayacağı noktalarında toplanmaktadır. 

 

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle manevi tazminat ve tüzel kişilik kavramları üzerinde durmakta yarar vardır: 

 

Hemen belirtmelidir ki, manevi tazminat ne bir ceza, ne de gerçek anlamda bir tazminattır. 22.6.1966 tarihli ve 7/7 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde belirtildiği gibi, ceza değildir; çünkü davacının yararı düşünülmeksizin sorumlu olana hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna dair bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği için de, gerçek anlamda bir tazminat sayılmaz. Manevi tazminat mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu doğurmalıdır. Manevi tazminatta temel olan ana düşünce budur. 

 

Tüzel kişiliğe gelince; ortak bir amacın sürekli olarak gerçekleşmesini sağlayacak örgütlenmeye sahip kişi veya mal topluluklarına, birleşen kişilerden veya malı tahsis eden kişiden, bağımsız bir kişilik tanınmıştır. İşte bu tür kişi veya mal toplulukları "tüzel kişiler" ( hükmü şahsılar) diye adlandırılmaktadır ( M. Kemal oğuzman- Özer seliçi, Kişiler Hukuku, 5. baskı, İstanbul 1993, s. 111). 

 

Böylece tüzel kişiler, toplumsal yaşayışta bireylerin dağınık güçlerini bir araya toplayan, onları koruyan, faaliyet alanlarını genişleten ve insanların tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri bireyüstü amaçları gerçekleştiren amaç birlikleridir ( Ergün özsunay, Medeni Hukukumuzda Tüzel Kişiler, 5. baskı, İstanbul 1982, s. 3). 

 

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere tüzel kişiler bağımsız varlığa ve iradeye sahip olduğundan, iradesini organları aracılığıyla kullanan hak ve borçlara ehil hukuki varlıklardır. 

 

Bu sebeple kişi olma yönünden, kural olarak gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında fark gözetilmemiştir. Haklara ve borçlara ehil varlıklar olma bakımından eşit durumdadırlar. 

 

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu ( T.M.K.'nun tüzel kişilerde "hak ehliyeti" başlıklı 48 inci maddesinde tüzel kişilerin hak ehliyetinin içeriği şu şekilde ifade edilmektedir, "Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler." şeklinde düzenlenmiştir. Medeni Kanundaki bu ayrık durum dışında kişi sayılma bakımından gerçek ve tüzel kişiler arasında fark gözetilmemiştir. 

 

Kişi kavramı da, hem gerçek kişileri ( insanları) hem de tüzel kişileri ( dernek, köy, belediye, şirket vb,) içine alan geniş bir kavramdır. 

 

Kişilik hakkı ve kapsamı konusuna gelince: 

 

Bir şahsın kişiliğine bağlı, fiziki, manevi ve fikri varlığı üzerinde kişi olma sıfatıyla sahip bulunduğu kişisel değerler üzerindeki mutlak hakka kişilik hakkı denir. Kişilik kavramı en geniş anlamda kişiyi ve onun kişilik haklarını kapsamaktadır. Az yukarda da açıklandığı üzere kişilik hakkı bakımından gerçek ve tüzel kişiler arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Ancak Türk Medeni Kanunu'nun 48 ncı maddesinde doğal olarak belirtildiği şekliyle yalnızca gerçek kişilere ait olan cins, yaş, hısımlık gibi haklar, tüzel kişilere özgü hakların dışında kalmaktadır. 

 

Kişilik hakkı çeşitli kişisel değerlerden oluşan bir bütünlük arz eder. Kişilik hakkı bir şahsın kişiliğini oluşturan maddi ve manevi değerleri kapsar. Kişinin özel yaşamı, beden bütünlüğü, şeref, haysiyeti, onuru, saygınlığı, sağlığı, özel yaşamının gizliliği, resmi adı, eseri, sözü, ekonomik hareket serbestliği ve özgür olma hakkı bu değerlerdendir. 

 

Kanun koyucu kişilik haklarını oluşturan değerlerin sürekli değişen ve gelişen yansımalarını dikkate alarak sınırlandırma yoluna gitmemiş; kişisel değerlerden oluşan kişilik hakkı esnek bir çerçeve içinde, ele alınmıştır.

 

Medeni Kanunda açıkça düzenlendiği gibi tüzel kişiler cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği olarak ancak insanlara özgü olanlardan başka bütün hakları edinebilirler ve borç altına girebilirler. 

 

Kanunda medeni haklardan yararlanma ve medeni hakları kullanma ehliyetiyle kişilik haklarına sahip olma bakımından gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında ayrım yapılmıştır. Kanun koyucunun gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında bu konuda ayrım yapmasının nedeni, bunların kendi yapılarına uygun kişilik değerlerinin bazı alanlarda farklı olmasından kaynaklanmaktadır. 

 

Tüzel kişiler yapıları ve özellikleri gereği gerçek kişilerin kişilik değerlerinin tamamına sahip değildirler. Bunun en belirgin nedeni gerçek kişiler gibi maddi ( nesnel) bir varlıktan yoksun olmalarıdır. Bu durumlarının tabi sonucu olarak sağlık, hayat, vücut bütünlüğü gibi maddi, bedensel değerlere sahip değildirler. Sonuç olarak tüzel kişilerin gerçek kişilerde olduğu gibi sağlığından, hayatından ve vücut bütünlüğünden söz edilemez. Sağlık, hayat ve vücut bütünlüğüne yönelik kişilik hakları ve bu hakların korunmasıyla ilgili anayasal ve yasal hükümler bu bakımdan tüzel kişiler için söz konusu olamaz. Bu haklar tüzel kişilere kapalıdır. 

 

Bu bakımdan tüzel kişiler insanlar gibi canlı varlıklar değildirler. Onlara hukuk düzeni tarafından kişi olma özelliği bazı sosyal ve ekonomik ihtiyaçlar sebebiyle verilmiştir. Tüzel kişiler yaradılış gereği insana has olan kişisel değerler dışında, gerçek kişiler gibi kişilik hakkına sahiptir. Gerçek kişiler gibi tüzel kişilerinde şeref ve haysiyeti gibi kişisel değerleri ve bunlardan oluşan kişilik hakları vardır. Şeref, haysiyet ve özel yaşam hakları T.M.K.nun 24. maddesinde düzenlenen şahsiyet hakları arasında yer almaktadır. Bu sebeple söz konusu haklar mutlak haklardan olduğundan herkese karşı koruma imkanı sağlar. 

 

Tüzel kişiler insanlar gibi maddi- organik bir yapıya sahip olmadıklarından dolayı onların bedensel bütünlüğü, yaşamı, sağlığı gibi, maddi bedensel değerler üzerinde kişilik haklarının varlığı tabi olarak söz konusu olmamakla birlikte saygınlık, onur, sır çevresi gibi manevi nitelikteki kişisel değerlerle, mesleki ve ekonomik kişisel değerlere gerçek kişiler gibi tüzel kişilerin de sahip olduğu söylenilebilir. Tüzel kişilerin kişisel değerler üzerindeki kişilik haklarının korunması gerekir ( Alim Taşkın, "Tüzel Kişilerin Kişilik Haklarının Korunması", aühfd., 1991, C. 42, s. 1- 4, s. 208- 230). 

 

Bu sebeple tüzel kişinin ekonomik faaliyetini yürütürken kazandığı saygınlık, onun kişisel değerleri içinde yer alır. Ticari şeref ve haysiyetin çiğnenmesi, onun ekonomik yaşam içindeki yerini ve durumunu sarsabilir. 

 

Ekonomik itibar da tüzel kişinin şeref ve haysiyetinin bir görüntüsüdür. Tüzel kişinin ekonomik faaliyetleri de toplum tarafından değerlendirilmektedir. Tüzel kişiliğe sahip bir şirketin ödeme gücüne dair değerlendirmeler, o tüzel kişinin toplumsal şeref ve haysiyetiyle yakından ilgilidir. Kredi toplum tarafından ödeme gücüyle ilgili olarak izafe edilen bir değer olması nedeniyle, bu değeri azaltan veya ortadan kaldıran kişiliği ihlale yönelik açıklamalar şeref ve haysiyete tecavüz niteliği taşır. 

 

Tüzel kişinin kişilik haklarından olan onur ve saygınlığı onun korunan değerlerinin başında gelir. Bu sebeple tüzel kişi onur ve saygınlığından vazgeçemeyeceği gibi, bu değerlerini hukuka ve ahlaka aykırı olarak da sınırlayamaz. 

 

818 Sayılı B.K. ( B.K.'nun 49. maddesinde tanzim edilen manevi zarar, kişinin kişisel çıkarlarında ( haklarında) uğradığı bir eksilmedir. Değişik bir ifade ile, bu zarar çeşidi maddi değerler yönünden değil, manevi değerler yönünden bir eksilmeyi anlatır. Bir tüzel kişinin kişisel haklarından olan ( adı, şerefi, onuru ve itibarı gibi) varlıklarına yapılan saldırının; bu manevi değerlerinde bir eksilmeye ( manevi zarara) sebep olacağı gerçeği ise ortadadır. 

 

Gerçi, kalpleri ve hissiyatı olmayan tüzel kişilerin elem ve ızdırap duymaları düşünülemez. Ancak bu halleri, tüzel kişilerin, ölüm dolayısiyle manevi tazminatı tanzim eden B.K.nun 47. maddesine göre hak talebinde bulunmamaları sonucuna götürür. Hukuk nizamı tüzel kişileri hukuk sujesi olarak tanıdığına ve onlara ad, şeref ve itibar gibi kişisel varlıklar bahşedilmiş olduğuna göre, kişisel varlıklara yapılan saldırı sebebiyle elem ve ızdırap duymayacaklarından söz edilerek tüzel kişilerin manevi tazminat adı ile bir paranın ödetilmesi davası açamayacaklarını kabul etmek yasa koyucunun amacına aykırı düşer. Çünkü, gerek Medeni Yasa ve gerekse Borçlar Yasası ( md. 49) yalnız gerçek kişilerin değil, aynı zamanda tüzel kişilerin de kişisel haklarını korumaktadır. Yargıtay ve bilimsel eserlerdeki baskın görüş, tüzel kişilerin de nitelikçe gerçek kişilere özgü olanların dışında kalan, kişisel haklarına saldırı halinde manevi tazminat namı altında özel bir giderim isteyebilecekleri yolundadır ( Mustafa Reşit karahasan, Tazminat Hukuku, 1996, s. 967-68; Kemal Tahir gürsoy, "Manevi Zarar ve Tazmini", aühfd., C. 30, S. 1- 4, s. 12). 

 

Uygulamada da Yargıtay H.G.K., 15.12.2004 gün ve 2004/4-709 E-2004/720 K.; 31.5.2000 gün ve 2000/4-900 E- 2000/935 K. sayılı ilamlarında tüzel kişilerin de kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat davası açabileceklerini kabul etmiştir. 

 

Bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlığa konu kişilik haklarına saldırı sebebiyle manevi tazminat davalarında yetkili mahkemenin belirlenmesine dair açıklama yapılmalıdır: 

 

4721 Sayılı T.M.K.nun 25. maddesi; 

 

"Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. 

 

Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. 

 

Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleriyle hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine dair istemde bulunma hakkı saklıdır. 

 

Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; mirasbırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez. 

 

Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir." 

 

Hükmünü içermektedir. 

 

H.G.K.'nda yapılan görüşmede; T.M.K.nun 25/son maddesinin yetki düzenlemesinin sadece koruma amaçlı istemlere yönelik davalarda mı söz konusu olduğu, zarar tazmini istemiyle açılacak davalarda da yetkiyi düzenleyip düzenlemediği tartışılmış yapılan görüşmeler sonunda; T.M.K.nun 25/son maddesi, hem kişilik haklarının korunması hem de maddi ve manevi tazminat davalarını da kapsadığı, bu nedenledir ki, tüzel kişilerin kişilik haklarına saldırı sebebiyle manevi tazminat davalarının, davacı şirketin ikametgahı mahkemesinde de açılabileceği oyçokluğuyla kabul edilmiştir. 

 

Bu kabul şekliyle açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; 

 

Davacı şirket vekili, davalılar tarafından müvekkili şirketin kişilik haklarına ve ticari itibarına saldırıda bulunulduğunu iddia ederek şirketin yerleşim yeri mahkemesinde manevi tazminat talep etmiştir. 

 

Mahkemece, tüzel kişilerin kişilik haklarından ve dolayısıyla manevi zararlarından söz edilemeyeceği, tüzel kişiler için ancak kazanç kaybı niteliğinde maddi zararları söz konusu olacağından, davanın davacı şirketin ikametgahı mahkemesinde açılamayacağını belirterek dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilmiştir. 

 

Yukarıda da açıklandığı üzere, kişilik haklarına saldırının kapsam ve koşulları T.M.K.nun 24, 25. maddesinde belirtilmiş, B.K.nun 49. maddesinde de saldırı halinde yaptırımın kapsam ve niteliği düzenleme altına alınmıştır. B.K.nun 49. maddesinde belirtilen manevi zarar, kişinin kişisel çıkarlarında ( haklarında) uğradığı bir eksilmedir. Bir tüzel kişinin kişisel haklarından olan ( adı, şerefi, onuru ve itibarı gibi) varlıklarına yapılan saldırının; bu manevi değerlerinde bir eksilmeye ( manevi zarara) sebep olacağı bir gerçektir. Gerçi, duyguları olmayan tüzel kişilerin elem ve ızdırap duymaları düşünülemez. Ancak bu onların kişilik değerlerinin saldırıya uğramadığı sonucunu doğurmaz. 

 

Hukuk düzeni tüzel kişileri hukuk sujesi olarak tanıdığına ve onlara ad, şeref, onur ve itibar gibi kişisel varlıklar bahşedilmiş olduğuna göre ( T.M.K. m. 48), tüzel kişilerin de manevi tazminat talep edebileceklerini kabul etmek gerekir. Zaten manevi zarar, salt üzüntünün varlığı halinde değil, kişinin kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda gerçekleşen bir zarardır. Bunun içindir ki, gerek Türk Medeni Kanunu ve gerekse B.K. ( m. 49) yalnız gerçek kişilerin değil, aynı zamanda tüzel kişilerinde kişisel haklarını korumaktadır. 

 

Tüzel kişinin çevresinde kazandığı itibarı aşağılayan yazılı, sözlü veya görüntülü beyanlar, şu veya bu vasıflara sahip olmadığına dair yayınlar, kişilik haklarından şeref ve haysiyete yönelik tecavüz olarak kabul edilmelidir. Tüzel kişinin şeref ve haysiyeti yanında onun toplumsal itibarı, ticari itibarı da T.M.K.nun 24. maddesindeki korumadan yararlanır. 

 

Medeni Kanun ve B.K., manevi tazminat isteyecek kişinin mutlaka gerçek kişi olması gerektiği esasından hareketle düzenlenmiş olsaydı, gerçek kişi olma şartını öngörerek tüzel kişilerin ayrık tutulduğuna dair bir ibareye veya ayrık bir düzenlemeye yer verirdi. 

 

Oysa her iki kanunda gerçek kişi olma şartı açıkça öngörülmüş değildir. Gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında bu konuda ayrım yapılmadığı "manevi zarar"ın tanımından da çıkarılabilir. 

 

Diğer taraftan T.M.K.nun 24, 25 ve B.K.nun 49/1. maddelerinde açıkça "kişi" sözcüğü kullanılmış olup; bu sözcük hem tüzel kişileri hem de gerçek kişileri içerir. Gerçek kişi kavramı içinde ise mümeyyiz ve mümeyyiz olmayan insanlar yer alır. 

 

Bu nedenle; T.M.K.nun 25/son maddesinin, hem kişilik haklarının korunması hem de maddi ve manevi tazminat davalarını kapsadığının kabulüyle tüzel kişilerin kişilik haklarına saldırı sebebiyle manevi tazminat davalarının davacı şirketin ikametgahı mahkemesinde de açılabileceği H.G.K.'nda yapılan görüşmeler sırasında oybirliğiyle kabul edilmiştir. 

 

Açıklanan nedenlerle; H.G.K.'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; direnme kararı bozulmalıdır. 

 

SONUÇ : Davacı temsilcisinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı H.U.M.K.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı temsilcisinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 01.02.2012 tarihinde yapılan 2. görüşmede oybirliğiyle karar verildi.

TÜZEL KİŞİ / KESİN YETKİ

T.C.
YARGITAY
Onbirinci Hukuk Dairesi
E: 2005/2994
K: 2006/3114
T: 23.03.2006
TÜZEL KİŞİ
KESİN YETKİ
Özet: HUMK’nın 17. maddesi gereğince, tüzel kişi olan kooperatif ile üyeleri arasındaki davaların, kooperatifin ika– metgahı mahkemesinde görülmesi gerekir. Bu yetki kuralı, kamu düzenine ilişkin ve kesindir. TMK’nın 51. maddesinde ise, tüzel kişilerin ikametgahının kuruluş belgelerinde aksine bir hüküm bulunmadıkça işlerinin yönetildiği yer olduğu belirtilmiştir.
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 17]
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 51]
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 67]
Taraflar arasında görülen davada (Sincan Sulh Hukuk Mahkemesi)’nce verilen 22.12.2004 tarih ve 2004/1271-2004/1032 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkili tasfiye halindeki kooperatifin üyesi bulunan davacının, su borcunun tahsili için başlatılan icra takibine itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ve %40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı, kooperatifin kaçak su kullanımı yüzünden 500.000.000 TL ceza ödediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davanın ilk açıldığı Ankara Sulh Dördüncü Hukuk Mahkemesince; dava açıldıktan sonra, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 10.06.2004 gün 289 sayılı kararı uyarınca, Ankara ili, Etimesgut ilçesi, adli yargı çevresi olarak, Ankara Adliyesi’nden alınarak Sincan Adliyesi’ne bağlandığı gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiştir.
Dosyanın gönderildiği Sincan Sulh Hukuk Mahkemesince de kooperatif ana sözleşmesinde, kooperatif merkezinin Ankara yazılı olduğu gerekçesiyle HUMK’nın 17. maddesi gereğince kesin yetki nedeniyle yetkisizlik kararı verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, İİK’nın 67. maddesi kapsamında itirazın iptali istemine ilişkin olup, Ankara Sulh Dördüncü Hukuk Mahkemesi’nin kesinleşmiş yetkisizlik kararı üzerine dosya mahkemeye gelmiştir.
HUMK’nın 17. maddesi hükmü gereğince, tüzel kişi olan kooperatif ile üyeleri arasındaki davaların, kooperatifin ikametgahı addolunan mahal mahkemesinde görülmesi gerekir. TMK’nın 51. maddesine göre de hükmi şahsın ikametgahı, kuruluş belgesinde aksine bir hüküm bulunmadıkça işlerinin yönetildiği yer olarak belirtilmiştir. HUMK’nın 17. maddesindeki bu yetki kuralı, kamu düzenine ilişkin kesin yetki kuralı olup, mahkemece re’sen dikkate alınması gerekir.
Ancak somut olayda, dava, cevap ve replik dilekçesinde, davalının kooperatif üyesi olmadığı, konutu, dava dışı müteahhitten satın aldığı belir­tilmiştir.
Bu durumda mahkemece, öncelikle, davada taraflar arasında kooperatif üyeliği ilişkisinin bulunup bulunmadığı araştırılarak, bu ilişkinin varlığı halinde, anasözleşmede kooperatif merkezinin Ankara olarak yazılmış olmasına göre, Ticaret Sicilinden kooperatifin ikametgah adresinin sorulması ve HUMK’nın 17. maddesi kapsamında kesin yetki kuralının buna göre değerlendirilmesi; taraf­lar arasında üyelik ilişkisinin bulunmadığının anlaşılması halinde ise, bu kez davalı tarafça bir yetki itirazında bulunulmaması ve davalının ikametgahının Eryaman olması nedenleriyle davanın esasına girilmesi gerekirken, yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi doğru olmamış ve kararın bu nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 23.03.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TAPU İPTALİ VE TESCİL / OLAĞANÜSTÜ KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI / KÖY TÜZEL KİŞİLİĞİNİN DAVADA HASIM GÖSTERİLMESİ ZARURETİ / GENEL HARMAN YERİ OLARAK SINIRLANDIRILAN TAŞINMAZ

T.C.
YARGITAY
Sekizinci Hukuk Dairesi
E:2006/2174
K:2006/2698
T:20.4.2006
TAPU İPTALİ VE TESCİL
OLAĞANÜSTÜ KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI
KÖY TÜZEL KİŞİLİĞİNİN DAVADA HASIM GÖSTERİLMESİ ZARURETİ
GENEL HARMAN YERİ OLARAK SINIRLANDIRILAN TAŞINMAZ
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 713]
N. ile Hazine aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair ( S. Asliye Hukuk Hakimliği )nden verilen 01.l2.2005 gün ve 47/130 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Davacı, satın alma, miras yoluyla intikal ve eklemeli kazanmayı sağlayan zilyetlik nedenleriyle 101 ada 11 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine temsilcisi, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı
Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu, 101 ada 11 parsel 25.6.1999 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında Harman yeri niteliğiyle orta malı olarak sınırlandırılmış, tutanak 10.11.2000 tarihinde itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Dava Hazine hasım gösterilerek açılmış, taşınmazın bulunduğu Z. köyü tüzel kişiliği davada yer almamıştır. Genel harman yeri olarak sınırlandırılan taşınmazın tescili talebini içeren davada ilgili yerel tüzel kişinin TMK.nun 713/3.maddesi gereğince davaya dahil edilmesi gerekir. Bu itibarla davada lehine sınırlandırma yapılan ve köy halkının kullanımına terk edilen dava konusu taşınmaz yönünden bulunduğu yer itibariyle Z. köyü tüzel kişiliği hasım gösterilmeden açılan davanın mahkemece sonuçlandırılması doğru olmamıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle davalı Hazine vekilinin temyiz itirazları yerinde bulunduğundan kabulüyle eksik incelemeye dayalı usul ve kanuna aykırı hükmün HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenlerine göre sair yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 20.4.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.