Etiket arşivi: VELAYET

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E:2013/18-1755 K:2015/1039 *VELAYET VE BOŞANMA HAKKI ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKI VERMEZ

 

 

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2013/18-1755

Karar Numarası: 2015/1039

Karar Tarihi: 13.03.2015

 

 

 

Taraflar arasındaki 'soyadı değişikliği' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Batı 4. Asliye Hukuk ( Kapatılan Sincan 4. Asliye Hukuk ) Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.01.2013 gün ve 2012/216 E. 2013/12 K. sayılı kararın incelenmesi davalı temsilcisi tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 09.05.2013 gün ve 2013/5954 E. 2013/7893 K. sayılı ilamı ile;

 

( … Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının eski eşi A. G. ile olan evliliklerinden kızı F.M. G.'ın dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin kendisine verildiğini, boşanmadan dolayı annenin soyadı ile kızı F.M.'in soyadlarının farklı hale geldiğini bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini ve psikolojik olarak rahatsızlık duyduğunu ileri sürerek F.M. G.'ın soyadının annesinin soyadı olan İ. şeklinde değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

 

Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile dava dışı A. G.'ın evliliklerinden 09.08.2003 tarihinde soyadının değiştirilmesi istenen F.M. G.'ın dünyaya geldiği, davacı Z.S. ile A.'ün Bağcılar Aile Mahkemesinin 25.07.2007 gün ve 2005/1488-2007/658 sayılı kararı ile boşandıkları, mahkemece dava dışı baba ile çocuk F.M. G. arasında şahsi ilişki tesisine karar verildiği, F.M.'in velayetinin davacı anne Z.S.'e bırakıldığı anlaşılmaktadır.

 

2525 sayılı Soyadı Kanununun 4. maddesinin ikinci fıkrasının 'evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır' şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra bilhassa boşanmalar sebebiyle somut olayda olduğu gibi zaruri nedenlerle velayetin anneye bırakılması hallerinde velayet hakkına sahip annelerin çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içine girip bu tür soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir.

 

2525 sayılı Kanunun 4.maddesindeki düzenlemenin, Yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanununun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istisnai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu Anayasa Mahkemesince de kabul edilmektedir. Yüksek Mahkeme sözü edilen maddeyi Türk Medeni Kanununun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Eski 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur.

 

Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. İptal kararına konu olan yasa maddesini Kanunun kabul edildiği 21.06.1934 tarihinin koşullarına göre misyonunu tamamlamış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içinde yukarıda kısmen değinilen hukuki gelişmeler karşısında iptalinden başka bir çare de kalmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup 'çocuk, ana ve baba evli ise ailenin' soyadını taşıyacağı hükmünün anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir.Buradaki 'aile' deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir ( Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı ). Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki 'evli değilse ananın' ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce anne ve babanın sonradan evlenmesi ( Türk Medeni Kanununun 292. maddesi ) ile yine, aynı Kanunun 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi.

 

O halde bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani on sekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir.

Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen F.M. G.'ın doğum günü olan 09.08.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321. maddesine göre ailenin diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme konusu yasal olarak kapanmıştır. Bu çocuğun anne ve babasının sonradan 19.01.2009 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Boşanma ilamı uyarınca babasının çocukla kişisel ilişki tesis etme hakkı bulunması ve bu nedenle anne ve babanın ister istemez karşılaşması dikkate alındığında davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir… ),

 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

KARAR : Dava eşinden boşanan kadının, evlilik birliği içerisinde doğan ve velayeti kendisine ait olan küçük çocuğunun boşandığı kocasının değil kendisinin soyadını kullanmasına izin verilmesi, olmadığı taktirde iki soyadını birlikte kullanmasına izin verilmesi ve bu hususta nüfus kayıtlarının düzeltilmesi isteğine ilişkindir.

 

Davacı vekili, müvekkili Z.S. İ. ile dava dışı eski eşi A. G.'ın boşandıklarını, müşterek çocukları F.M. G.'ın velayetinin annesi davacı Z.S. İ.'a verildiğini, ortak çocuk F.M.'in anne babasının çok küçükken ayrılmış olması ve babasının İzmir'de, çocuğun da annesi ile birlikte Ankara'da yaşaması ve çok seyrek olarak babası ile görüşebilmesi gibi sebeplerle babası ile yakın bir ilişki kuramadığını, halen ilköğretim öğrencisi olan F.M.'in annesinin soyadının İ., kendisinin soyadının ise babasının soyadı olan G. olmasını okulda büyük sorun haline getirdiğini, anne babasının boşanmış olduğunu arkadaşlarına açıklamak zorunda kalmasının çocuğu psikolojik olarak yıktığını, F.M.'in, okulda ve arkadaş çevresinde soyadının İ. olduğunu söylediğini, G. soyadını kullanmaktan imtina ettiğini, bu sebeplerle müvekkilinin soyadının İ. olarak değiştirilmesine, bu talebin kabul görmemesi halinde soyadının G. İ. olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı Nüfus Müdürlüğü temsilcisi; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. madde hükmüne göre nesebi düzgün olan çocuğun babanın soyadını taşıyacağını, somut uyuşmazlıkta soyadı değişikliğine kanunen engel bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

Mahkemece ' … 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin 2. fıkrasında 'evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır' biçimindeki 1. cümlesinin iptaline ilişkin anılan Anayasa Mahkemesi kararında anlatıldığı üzere boşanan çocuğun özellikle velayeti annesine verilmesine rağmen, babasının soyadını taşımak durumunda kalmasının çocuk yönünden ayrımcılığa neden olduğu ve bu kapsamda eşitlik ilkesine aykırı bulunduğunun değerlendirilmiş olmasına, uluslararası hukuk belgelerinde kadın erkek eşitliğini düzenleyen hükümlere yer verilmiş olması ve bu kapsamda ülkemizce de imzalanarak kabul edilen uluslararası sözleşmeler ile Çocuk Hakları Sözleşmesi ve bu belirtilen sözleşmeler kapsamında, uluslararası sözleşmelerin ve özellikle Anayasanın 10 ve 41. maddesi, eşitlik ilkesi ve çocukların korunmasına ilişkin evrensel hükümleri nazara alındığında, mevcut hali itibari ile Anayasaya ve uluslararası sözleşmelere uygun bulunmayan TMK'nın 321, 335 ve 336 maddesi kapsamında çocuğun reşit oluncaya kadar babasının soy ismini taşımaya devam ettirilerek, reşit olduğunda dilediği soy ismi kullanma hakkı tanınarak, söz konusu talep yönünden vaki davaların kabul edilmemesi halinde anlatılan biçimde Anayasaya, eşitlik kurallarına ve cinsiyet ayrımcılığı ve diğer ayrımcılıkları önlemeye ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırı davranmış olunacağı ve tüm bu değerlendirmeler ışığında davacının talebinin hukuka, hakkaniyete, Anayasal kurallara ve Anayasa hükmü niteliği taşıyan uluslararası sözleşmelere uygun meşru bir talep olduğu değerlendirilerek, her ne kadar yürürlükte bulunsa da TMK'nın 316. maddesinin hukuka, Anayasaya ve uluslararası Sözleşmelere uygun bulunmaması nedeni ile yasa hükmüne itibar edilmeyerek davalı tarafın savunduğu gerekçeler ve Anayasa hükümlerinin yasadan önce uygulanacak olması nedeni ile bu konuda Türk Medeni Kanunu 321 maddesi kapsamında davanın reddi gerektiği yönündeki Yüksek Yargıtay İçtihatlarına da itibar edilmeyerek, davanın hukuka ve hakkaniyete uygun olduğu' gerekçesiyle davanın kabulüne, küçüğün annesinin soyadı olan İ. soyadını kullanmasına ve nüfus kayıtlarının bu şekilde değiştirilmesine dair verilen karar; davalı temsilcisinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

 

Direnme kararı davalı temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.

 

Uyuşmazlık eşinden boşanan kadının, evlilik birliği içerisinde doğan ve velayeti kendisine ait olan küçük çocuğunun; boşandığı kocasının değil kendisinin soyadını kullanmasına ya da her iki soyadını birlikte kullanmasına izin verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

 

2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasının 'evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır' şeklindeki düzenlemenin, kanunun genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanunu'nun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istisnai durumlarda uygulanabilir olduğunu belirten Anayasa Mahkemesi maddeyi Türk Medeni Kanunu'nun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir.

 

Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Mülga 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur.

 

Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir.

 

Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir.

 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ( TMK )'nın konuya ilişkin ve 'Soyadı' başlıklı 321. maddesinde,

 

'Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin: evli değilse ananın soyadını taşır…' düzenlemesi yer almaktadır.

 

Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesinin gerekçesinde ise '… maddeye göre çocuk, ana ve baba birbirleriyle evli ise ailenin, birbirleriyle evli değilse yani çocuk yasal olmayan bir birleşme sonucunda dünyaya gelmişse ananın soyadını taşır. Baba ile çocuk arasında tanıma ve babalık hükmü ile soybağı kurulduğu halde dahi çocuk ananın soyadını alacaktır. …' denilmektedir.

 

Bilindiği üzere, soyadı aileleri ayırmaya yarayan bir simge olup her vatandaş kanunda öngörülen şekilde usulüne uygun bir soyadı taşımak zorundadır.

TMK'nın 321. maddesi son derece açık olup anılan madde uyarınca anne baba evli değilse ve çocuk baba tarafından tanınmışsa veya çocuk hakkında babalığa dair bir hüküm yoksa çocuk ancak annenin soyadını alır ve annenin bekarlık hanesine kaydedilir.

 

Bu nedenle evlilik içinde doğan bir çocuk diğer bir deyişle annesi ile babası evli olan bir çocuk erginliğe erişinceye kadar babanın soyadını taşımakla yükümlüdür; erginliğe eriştikten sonra haklı sebep varsa soyadını değiştirmek üzere dava açma yoluna gidebilir.

 

Uyuşmazlığın çözümünde velayet hakkının niteliğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.

 

Bilindiği üzere, velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani on sekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Velayet hakkı kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacak ise baba da bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulama ise nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamaların çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacağı açıktır.

 

Mevzuatımızda çocuğun velayetinin verildiği kişinin soyadını taşıyacağı yönünde bir düzenleme bulunmadığı gibi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup 'çocuk, ana ve baba evli ise ailenin' soyadını taşıyacağı hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmiştir. Buradaki 'aile' deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir ( Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı ).

 

Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki 'evli değilse ananın' ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce ise anne ve babanın sonradan evlenmesi ( Türk Medeni Kanunu'nun 292. maddesi ) ile yine, aynı Kanun'un 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi.

 

Kaldı ki, ana babanın evlilik birliği içinde birlikte verecekleri bir karar ile bile çocuğun soyadını değiştirmeleri mümkün olmadığından, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğinden bahsedilemez.

 

O halde Hukuk Genel Kurulunun 25.12.2013 gün ve 2013/18-464 E. 2013/1698 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere, bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanunu'nun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir.

 

Somut olayda soyadının değiştirilmesi istenen F.M. G.'ın doğum günü olan 09.08.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesine göre babanın soyadını almıştır.

 

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanunu'nun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme mümkün değildir. Sadece boşanma ve velayet hakkı anneye çocuğun soyadı değişikliği için dava açma hakkı vermez.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile, çocuğun talebi doğrultusunda uluslararası sözleşmelere uygun olan direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

 

O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 

SONUÇ : Davalı İdare temsilcisinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 13.03.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmıştır

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2013/2-1926 esas ve 2015/1139 karar sayılı 01.04.2015 tarihli kararı

“”Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Şekilde Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmış Sayılır””

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; velayetin değiştirilmesi isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, tarafların boşandıklarını, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verildiğini, baba ile de şahsi ilişki tesis edildiğini, davacının iki yıldır çocuğunu ancak icra yolu ile görebildiğini, davalının velayet hakkını kötüye kullandığını, gerekli özeni göstermediğini, yaşadığı yerin çocuk büyütmeye müsait olmadığını belirterek; müşterek çocuğun velayetinin davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davacı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, müşterek çocuğun annesinin yanında mutlu ve huzurlu olduğunu, davacının nafaka borcunu dahi ödemediğini, çocuğun velayetinin annede kalmasının çocuk ve her iki taraf açısından da yerinde olduğunu belirterek; davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, davacının müşterek çocuk ile sağlıklı ilişki geliştirmeden çok, davalı ile çekişmesini devam ettirdiği, müşterek çocuğun anne yanında mutlu olduğu, bakım ve ihtiyaçlarının davalı anne tarafından karşılandığı anlaşılmış olup, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları nazara alınarak anne yanında kalmasının çocuğun gelişimi açısından daha yerinde olacağı gerekçesiyle, davanın reddine dair verilen karar; davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece bozma öncesi gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, velayet kendisinde olan annenin velayet hakkını, velayetin kaldırılması veya değiştirilmesini gerektirecek derecede kötüye kullandığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.

Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.
Öte yandan, ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.
Belirtilmelidir ki, velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.04.1992 gün ve 1992/2-140 E. 1992/248 K. ile 22.01.2014 gün ve 2013/2-2085 E. 2014/30 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, boşanma ile düzenlenen velayetin değiştirilebilmesi için velayet kendisine verilen tarafın ya da velayete konu çocuğun durumunda boşanma hükmünden sonra esaslı değişikliklerin olması şart olup, ayrıca esaslı değişikliğin önemli ve sürekli olması da gerekmektedir. 4721 sayılı TMK’nun konuya ilişkin 324. maddesi; “Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.” düzenlemesini içermektedir. Buna göre velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek sonuca varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır.

Bu kapsamda, çocuğun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır.

Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır.
Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.

Yukarıda değinilen yasa hükmü ile dosya arasındaki icra dosyaları ve davalı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten dolayı uygulanan yaptırım bir arada düşünüldüğünde, davalı annenin çocuğun babayla kişisel ilişki hakkını sürekli olarak engellediği, bundan dolayı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten yaptırım uygulandığı, bu suretle Türk Medeni Kanunu’nun 324. maddesinde yer alan yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda davalı annenin sekiz yaşındaki müşterek çocuğun gelişimi için önemli olmasına rağmen babası ile görüşmesini engelleyerek, velayet hakkını kötüye kullandığı hususunun kanıtlandığı ve müşterek çocuğun velayetinin davalı anneden alınarak davacı babaya verilmesi gerektiği kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HMK’nIn 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 01.04.2015 gününde oy birliği ile karar verildi.

Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • VELAYET HAKKI ELİNDE BULUNAN BABA KÜÇÜKÇOCUĞU EVDEN KOVMASI

T.C.K– MADDE 232
Kötü muamele
(1) Aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerden birine karşı kötü muamelede bulunan kimse, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) İdaresi altında bulunan veya büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek veya bir meslek veya sanat öğretmekle yükümlü olduğu kişi üzerinde, sahibi bulunduğu terbiye hakkından doğan disiplin yetkisini kötüye kullanan kişiye, bir yıla kadar hapis cezası verilir.


T.C
YARGITAY
14.CEZA DAİRESİ
ESAS NO: 2013/3255
KARAR NO: 2014/13117
KARAR TARİHİ.24.11.2014

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

İddianamedeki anlatıma, mağdur ve tanık beyanlarına, dosya içeriğine ve mahkemenin kabulüne göre, velâyet hakkı kendisinde bulunan oğlu mağdur H…’a aile içi sorunlar nedeniyle baskı yaparak evden kovmak suretiyle mağdurun sekiz gün dışarda kalmasına neden olan sanığın eyleminin TCK.nın 232. maddesinde düzenlenen kötü muamele suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kabule göre de;

Kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK.nın 53/4. maddesi uyarınca aynı maddenin 1. fıkrasındaki hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK.nın 321 ve 326. maddeleri uyarınca ceza miktarı itibarıyla kazanılmış hak saklı kalmak kaydıyla BOZULMASINA, 24.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 04 Şub 2015, 23:58


VELAYET DÜZENLENMESİ

T.C.
YARGITAY
İkinci Hukuk Dairesi
E: 2005/19968
K: 2006/4355
T: 29.3.2006
VELAYET DÜZENLENMESİ
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 182]
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 339]
Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesi/m.3,6
Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi/m.12
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Velayet hakkı babaya verilen çocuk görüş ve düşüncelerini açıklama olgunluğuna erişmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 339., Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesinin 3 ve 6. maddesi gereğince küçüğün görüş ve düşünceleri alınmadan velayet hakkı düzenlenmesi doğru bulunmadığı gibi Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşmenin 16. maddesi hükümlerinin de gözönünde bulundurulmaması doğru değildir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına, bozma sebebine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğin itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.03.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.