Etiket arşivi: VERİLMESİ

Aynı gün saate çok duruşma verilmesi belirsizlik yaratacağından tarafları gelmeyenler sona bırakılmalı

Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 2011/8343 esas ve 2012/1192 karar sayılı, 14.02.2012 tarihli kararı

Bir çok duruşmanın aynı gün ve saatte verilmesi belirsizlik yaratılacağından taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi için tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekir

01.06.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin “Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetleri” başlıklı “Üçüncü Kısımın” “Birinci Bölüm”ünün 46/d maddesi uyarınca tutulması zorunluluğu bulunan “duruşma günleri defteri” aynı Yönetmeliğin 50. maddesinin birinci fıkrasında, “mahkemelerin iş durumlarına göre duruşma yapılacak gün ve saatlerin bir sıra dahilinde yazıldığı defter” olarak tarifi yapılmış, yine aynı Yönetmeliğin “Duruşma listesi” başlıklı 81. maddesinde de, “Duruşmalı işlemlerde mübaşir tarafından; mahkemesi, mağdur, şikayetçi ve sanık ile vekillerinin isimleri ve duruşma tarih ve saati yazılmak suretiyle bir liste düzenlenir ve bu liste duruşma salonu dışında herkesin görebileceği bir yere asılır.

Bu listelerin bir sureti ayrı bir dosyada saklanır.” Hükümleri dikkate alındığında, mahkemenin her dava dosyası için değişik saatler belirleyerek duruşmalara devam etmek, böylelikle taraflara ve vekillerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesindeki “…meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğu güvencesini vermek ve tarafların usul hükümlerine riayet edip etmediklerinin denetimini mümkün kılmak yerine, 6. sıradan 46. Sıradaki dava dosyasına kadar tek saat verilmek suretiyle (09.00) yaratılan bu belirsizlik nedeniyle taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi açısından, tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi yasaya aykırı bulunduğundan ve temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 14.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Dilekçe ve Sözleşme Örnekleri • MEHİL VESİKASI İBRAZI İLE TEHİRİ İCRA KARARI VERİLMESİ……

YARGITAY ……..HUKUK DAİRESİNE
Gönderilmek Üzere
..…..ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NE

DOSYA NO : …./….. E. 20../…..K.

DAVALI :

DAVACI :

KONU : Mehil Vesikasının İbrazı ile tehiri icra kararı verilmesi talebidir.

AÇIKLAMALAR :

Yukarıdaki dosya numarasıyla Yerel Mahkemede görülüp karara bağlanan davada, nihai hüküm tarafımca temyiz edilmiştir. Ancak davacının Yerel Mahkeme hükmünü icraya konu etmesi nedeniyle icranın ertelenmesi talebiyle Sayın Dairenize başvurulmuştur. Aynı şekilde, ……… İcra Müdürlüğü …./…. E. Sayılı dosyasına yaptığım başvuru neticesinde, şartları oluştuğu için tarafıma mehil vesikası verilmiştir.
Bu kere, icra dosyasına sunulmak üzere tarafıma “İcranın Ertelenmesine Dair” Daireniz kararının gönderilmesini temin için işbu mehil vesikasını sunarak başvurmak zaruri olmuştur.

SONUÇ VE İSTEM : Açıklanan ve re’sen gözetilecek nedenlerle, işbu dilekçemin ekinde sunduğum mehil vesikası gözetilerek, ….. İcra Müdürlüğü …../…. E. sayılı dosyasına sunulmak üzere, icranın ertelenmesine dair karar yazısının Yerel Mahkeme vasıtasıyla tarafıma gönderilmesini saygılarımla talep ederim.

Davalı
Adı ve Soyadı
imza

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 06 Oca 2015, 20:46


YARGITAY H.G.K 2011/9-832 E. , 2011/771K. *SÜRE TUTUM DİLEKÇESİ VERİLMESİ* TEMYİZ HARCININ YATIRILMASI

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

2011/9-832 E.N ,

2011/771 K.N.

 

 

İçtihat Metni

 

Taraflar arasındaki "Alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muratlı Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince davanın kesin hüküm nedeniyle reddine dair verilen 16.09.2010 gün ve 2009/63 E., 2010/226 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 05.04.2011 gün ve 2011/16497-10185 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

 

Bilindiği üzere, sağlıklı bir temyiz incelemesi yapılabilmesi için hükme esas alınan deliller ile dava evrakının eksiksiz olması, işlem sırasına göre belli bir düzen içinde bulunması gerekmektedir.

 

Nitekim, bu gereğin yerine getirilmesine yönelik olarak Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri Yönetmeliği'nin 25.maddesinde "dava dosyalarının düzenlenmesine ilişkin" kurallar açıklanmış ve aynı maddede dosyaya giren her kağıt ve evrakın dosyanın kapağında gösterilen belli hanelere düzgünce yazılması ve bu hanelerde yer alan numaraların dosyadaki evrak üzerinde de aynı sırayla gösterilmesi, tek kartona sığmayan dosyalarda başka bir kartona geçilmesi halinde de aynı kurallara uyularak iki ya da daha fazla kartonun sırasıyla birbiriyle ilgilendirilmesi gereğine işaret edilmiştir. Uygulamada dizi pusulası olarak adlandırılan bu belge, dosyanın temyiz incelemesine eksiksiz gönderilmesini sağladığı gibi, zaman ve evrak kaybını da önlemektedir.

 

Yine aynı Yönetmeliğin 53. maddesinin 5,6,7,8. fıkralarında dosyaların temyiz incelemesine gönderilirken dikkat edilmesi gereken hususlar ve bununla ilgili sorumluluklar sıralanmıştır.

 

Diğer taraftan, dosya gönderme formu düzenlenip, imzalanırken açıklanan gereklerin yerine getirilip getirilmediği formu imzalayan ilgili hakimince de denetlenmelidir.

 

Özellikle vurgulamakta yarar vardır ki, temyiz dilekçesinin mahkemeye sunulmasından itibaren hem hakimin hem temyiz talep edenin, hem de kalemin yapacağı işlemler bulunmaktadır.

 

Buna göre, temyiz dilekçesinin mahkeme hakimince havalesini takiben kalemce, gerekli harç ve giderler hesaplanıp, ilgilisinden tahsil olunur ve dilekçe temyiz defterine kaydedilir. Kaydedilen dilekçede kaydın yapıldığı tarih ve sıra numarası açıkça yazılmak suretiyle gösterilir. 

 

Temyiz defterine kayıt tarihi itibariyle gerekli harç ve giderler yatırılmamışsa bu husus mahkemece belgelenir ve havale tarihinden çok sonra harçlandırılan dilekçelerin kaleme tevdii halinde de bu durum belgeye bağlanarak dilekçe teslim alınıp, temyiz defterine bundan sonra kaydedilir. 

 

Mahkeme temyiz dilekçesinin gerekli şartları taşıyıp taşımadığını irdeler ve taşımaması halinde de, vereceği ek kararla bu dilekçeyi reddedebilir. Bu red kararına karşı da temyiz yolu açıktır. 

 

Somut olaya gelince: 

 

Eldeki dava, fazla mesai alacağının tahsili istemli olup; İş Mahkemesi sıfatıyla hükme bağlanmıştır.

 

Mahkemece, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece karar bozulmuştur. 

 

Mahkemece önceki kararda direnilmiş; 28.06.2011 günlü bu karar taraf vekillerinin yüzüne karşı verilmiştir.

 

Davacı vekili aynı tarihte (28.06.2011) havale ettirdiği dilekçe ile hükmü temyiz etmiş; gerekçeli kararın kendisine tebliğini istemiştir. Bu süre tutum dilekçesinde hakim havalesi olmakla birlikte temyiz defterine kaydedildiğine ilişkin bir açıklama ya da kayıt yer almamakta; dosya gönderme formunda da bu bilgi bulunmamaktadır. Dilekçe üzerine harç hesabı yapılmamış; parantez içi ve onaysız, imzasız not şeklinde (temyiz harcı Bursa'dan yatırılacak) açıklaması düşülmüştür.

 

Davacı vekili Bursa Nöbetçi İş Mahkemesi aracılığıyla Muratlı Asliye Hukuk (İş) Mahkemesine gönderilmek üzere 19.09.2011 tarihli dilekçesini vermiş; temyiz harcını Bursa Mahkemeler veznesine yatırdığına ilişkin 19.09.2011 tarihli harç makbuzunu da eklemiştir. Temyiz dilekçesinin üzerinde 2011/96 Temyiz no. açıklaması vardır.

 

Mahkeme temyiz istemi konusunda bir değerlendirme yapmamış; dosyayı dizi pusulasına bağlamaksızın ve açıklama yapmaksızın temyiz incelemesine göndermiştir. 

 

Görülmektedir ki, yüze karşı verilen karara karşı süresi içinde verilen süre tutum dilekçesi üzerinde 28.06.2011 havale tarihinden başka temyiz defterine kaydedildiğine ilişkin herhangi bir bilgi yer almadığı gibi bu tarihte temyiz başvuru ve temyiz peşin harçlarının tahsiline ilişkin bir kayıt ya da belge de bulunmamaktadır. Harç 19.09.2011 tarihinde tahsil edilmiştir. 

 

O halde mahkemece yapılacak iş; süre tutum dilekçesinin 28.06.2011 tarihinde havale edilmesinden sonra temyiz defterine kaydedilip kaydedilmediğinin araştırılması, kaydedilmişse bu dilekçe üzerine düşülen "Temyiz harcı Bursa'dan yatırılacak" açıklaması da değerlendirilerek; harca tabi olmasına rağmen harç alınmadan temyiz defterine kayıt edilen temyiz dilekçesi hakkında yapılacak işlemlere ilişkin 25.1.1985 günlü 1984/5 Esas ve 1985/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun temyize ilişkin hükümlerine göre işlem yapılması; aksine süre tutum dilekçesi temyiz defterine kaydedilmemiş ise 19.09.2011 tarihinde harçlandırılan dilekçe de değerlendirilerek temyiz isteminin süresinde yapılıp yapılmadığı konusunda bir karar verilmesi; temyiz dilekçesinin süresinde verildiği kanaA..ne ulaşılması halinde de dava dosyası ve eklerinin, içerikleri açıklanan Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri Yönetmeliği hükümleri gereğince, dizi pusulasına bağlanması, gönderme formunu imzalayan hakimce son kontrolünün de sağlanarak temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay'a eksiksiz biçimde gönderilmesi olmalıdır.

 

Açıklanan nedenlerle; dosyanın, açıklanan işlemler yapılıp, belirtilen eksiklikler giderilmek üzere Yerel Mahkemeye geri çevrilmesi gerekmiştir.

 

S O N U Ç : Yukarıda yazılı noksanlığın tamamlanması için dosyanın mahkemesine, GERİ ÇEVRİLMESİNE, 14.12.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

sadece ihbar ile başka delil olmadan arama kararı verilmesi tazminat gerektirir

Yargıtay 12. Ceza Dairesi

Esas no : 2013/9105
Karar no : 2013/30731
Tebliğname no : 12 – 2012/57276

İNCELENEN KARARIN;
Mahkemesi : Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi
Tarihi : 30/11/2011
Numarası : 2011/119-2011/211
Davacı :
Davalı : Maliye Hazinesi
Dava : Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat
Hüküm : Tazminat talebinin reddi
Temyiz edenler : Davalı vekili ve davacı vekili
Tebliğnamedeki düşünce : Onama

Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Davacı; evinde usulsüz arama yapıldığını ve her hangi bir suç unsuruna rastlanılmadığını bu arama nedeniyle toplum nazarında küçük düşürüldüğünü belirterek, haksız arama kararı nedeniyle 10.000 lira manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece tazminat talebinin reddi kararının gerekçesinde “arama kararının bizatihi kendisinin ve içeriğinin hukuka uygun olup olmadığının tazminat konusu yapılamayacağı, arama kararının şekil şartları yönünden usule uygun olması halinde hukuka da uygun kabul edilmesi gerektiğini, arama kararının kendisinin CMK 141 ve 142. maddeleri uyarınca tazminata konu olamayacağı, ancak bu kararın uygulanması sırasında ölçülülük ilkesine uyulmadığı taktirde bu durumun tazminata konu olabileceğini, arama kararının ölçüsüz olarak gerçekleştirildiğine dair belge ve delil bulunmadığı, olayda ölçüsüz bir şekilde aramanın gerçekleşmediği, davacının bu arama nedeniyle herhangi bir zararının da olmadığı” gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verildiği açıklanmıştır.

Arama, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen koruma tedbirlerinden biri olup, aynı Kanunun 141-144.maddelerinde koruma tedbirleri nedeniyle zarara uğrayanlar için tazminat ödenmesinin koşulları gösterilmiştir. Tazminat istemini düzenleyen 141.maddenin (1/i) fıkrasında ise suç soruşturması ve kovuşturması sırasında “Hakkında arama kararı ölçüsüz şekilde gerçekleştirilenler” için de tazminat ödenmesi kabul edilmiştir.
Fıkra düzenlemesinden genel olarak, tazminat isteminin haksız arama kararı veya hukuka aykırı arama kararına değil, arama kararının ölçüsüz bir şekilde yerine getirilmesine dayanması gerektiği anlaşılmakta ve Dairemiz uygulamaları da bu yönde ise de açıkça hukuka aykırı olarak verilen bir arama kararı için tazminat isteminde bulunulup, bulunulamayacağının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

Şüpheli veya sanıkla ilgili aramanın düzenlendiği CMK’nın 116.maddesinde “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerler aranabilir” hükmüne yer verilmiştir.

Tazminat talebinin dayanağını oluşturan arama kararı bu açıdan değerlendirildiğinde, somut delile dayanmayan, içinde makul şüpheyi barındırmayan, sadece bir telefon ihbarı üzerine davacının evinde arama yapıldığı anlaşılmakta olup, talep açısından ayrıca maddenin öngördüğü “makul şüphe” kavramı üzerinde de durulmalıdır. Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde “makul şüphe” nin tanımı yapılmamış ise de, Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinde makul şüphe “hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphe” şeklinde tanımlanmış, tanımın yapıldığı 6. maddenin 3. fıkrasında makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin olması gerektiği belirtilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160/1.maddesinde “Cumhuriyet savcısının ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacağı” belirtilmiş olup, dava konusu istem bakımından hüküm değerlendirildiğinde Cumhuriyet Savcısı, davacı-şüphelinin evinde uyuşturucu bulunduğu ihbarı üzerine “hemen işin gerçeğini araştırma” ya başlamadan ve bu konuda başkaca hiçbir araştırma yapmadan doğrudan davacının evinde arama kararı talep etmiş ve bu konuda karar aldırmış olup, dolayısıyla soruşturma makamlarının ihbarla ilgili hiçbir araştırma ve inceleme yapmadan, başka deliller toplanmadan alınan arama kararına dayanılarak davacı/şüphelinin evinde uyuşturucu madde araması yapılmıştır. Bu şekildeki uygulamanın CMK’nın 116 ve 160.maddesine uygun olmadığı gibi ayrıca konut dokunulmazlığının korunmasını öngören Anayasanın 21/1.maddesindeki “usulüne göre verilmiş hakim kararı” olmadığından Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özel hayatın ve aile hayatının korunmasını öngören 8/2.maddesinde öngörülen “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir.” hükmüne aykırılık oluşturmaktadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yakın bir zamanda verdiği bir kararında (24 Mayıs 2011) arama kararı ile ilgili ilkeleri şu şekilde belirlemiştir.

“Sözleşmeci Devletler bazı suçlar için maddi delil toplamak amacıyla evlerde arama yapma gibi tedbirlerin gerekli olduğuna karar verebilir. AİHM, böyle durumlarda, müdahaleyi haklı göstermek için ileri sürülen gerekçelerin alaka ve yeterliliği ile orantılılık ilkesine uygunluğunu denetlemektedir.

Bu noktada AİHM, öncelikle iç hukuktaki yasa ve ilgili uygulamaların bireyleri uygun ve etkili bir şekilde suiistimallere karşı güvence altına aldığından emin olmalıdır.

AİHM, daha sonra ihtilaflı müdahalenin, pratikte, izlenen amaçla orantılı olup olmadığını belirlemek için her davanın özel koşullarını incelemelidir. Bunu yaparken AİHM, aramayı gerektiren suçun ciddiyeti, arama emrinin çıkarılma koşulları ve ne şekilde çıkarıldığı, özellikle aramadan önce elde bulunan diğer delil unsurları, yine özellikle arama yapılacak yerin niteliği ve müdahalenin mantık dışı etkileri olmaması amacıyla alınan önlemler bakımından arama emrinin içeriği ve kapsamı ve son olarak da aramanın hedef aldığı kişinin itibarı üzerindeki olası yankıları gibi kıstasları dikkate almaktadır (Almanya aleyhine Buck davası, no 41604/98, prg. 45, CEDH 2005‑IV, ve Smirnov, ilgili bölüm, prg. 44).

Mevcut davada AİHM, ilk önce ihtilaflı aramanın ilgili şahıslar hakkında yürütülen bir ceza soruşturması ya da ceza davası kapsamında düzenlenmediğini not etmektedir. Başvuranların herhangi bir suçtan şüpheli oldukları ne ortaya konulmuş ve ne de iddia edilmiştir.

Hâkimin hangi delil unsurlarına dayanarak ihtilaflı arama emrini çıkardığı açık bir şekilde ortaya konmamış, sadece emniyet müdürlüğünün Cumhuriyet savcısına gönderdiği yazıda yer alan oldukça genel, kısa ve öz açıklamalarla yetinilmiştir. Bu noktada AİHM, ceza mahkemelerinin ilgili şahısların evlerinde arama yapılmasını gerektirecek somut deliller olmadığı yönündeki tespitlerini kayda geçmektedir.

Arama emrinin içerik ve kapsamı ile ilgili olarak AİHM, belgenin kesin olmayan ifadelerle kaleme alındığını tespit etmektedir. Hâkim arama emrini verirken, hiçbir konuda sınırlama koymamış, sadece tarihini ve bunun bir defaya mahsus olduğunu belirtmiştir. Aramanın gerekçesi ve neyin arandığı hakkında hiçbir bilgi içermeyen bu emir, bu şekliyle polislere oldukça geniş bir yetki tanımıştır. Oysa AİHM’nin kanaatine göre, bir arama emrinin, aramayı yürüten polislerin belirlenen araştırma alanına uyum gösterip göstermedikleri konusunda kontrol imkânı sağlayan asgari bilgiler içermelidir (Van Rossem, ilgili bölüm, prg. 45).

Son olarak, aramanın yürütülme şekli ile ilgili olarak AİHM, arama sırasında bir hâkim/savcı ya da eski Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 97. maddesine göre bir hâkim/savcı olmadığı durumlarda yer alması gereken köy muhtarının da bulunmadığını gözlemlemektedir.

AİHM, demokratik toplumun menfaati doğrultusunda konut dokunulmazlığının sağlanması dikkate alınarak yapılması gereken bu ihtilaflı müdahalenin izlenen meşru amaçla makul bir orantı göstermediği sonucuna varmaktadır. “ (AYDEMİR – TÜRKİYE DAVASI, Başvuru No: 17811/04)

Bu ilkeler ve belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, hakkında yapılmakta olan bir soruşturma ve kovuşturmanın bulunması veya suç ihbarı üzerine işin esası araştırılıp şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin bulunduğu hususunda “makul şüphe” değerlendirmesi ve başka suretle delil elde edilme imkanının bulunup bulunmadığı ve buna ait somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle, yukarıda belirtilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararındaki ölçütler de nazara alınarak, arama kararı verilmesi gerekirken davacının “uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı” yaptığına ilişkin telefon ihbarı üzerine CMK’nın 160.maddesi gereğince yetkili Cumhuriyet Savcılığınca işin gerçeği araştırmaya başlanmadan, ortada makul şüphe olduğuna dair bir delil ve başka kişi veya olaylar hakkında yapılan bir soruşturma da bulunmadığı ve yapılan aramanın AİHM kararlarındaki ölçütlere ve ilkelere uygun olmadığı dolayısıyla hukuka aykırı olduğu anlaşılmakla davacı lehine makul bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi, kanuna aykırı
Kabule göre de;
Tazminat davasının reddine karar verildiği halde davalı hazine lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş olup, davacı vekili ile davalı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 24.12.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

DANIŞTAY 8.DAİRESİ . K:2005/238, E:2004/3157 ADLİ YARGIDAKİ DAVA SONUCUNUN BEKLENEREK DAVACI HAKKINDA KARAR VERİLMESİ

 DANIŞTAY 8.DAİRESİ . K:2005/238, E:2004/3157 K.T. 26/01/2005

 Temyiz İsteminde Bulunanlar :

1-Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı-Bilkent/ANKARA

Vekili : Av. …

2- Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü Vekili : Av. …

3- … Vekilleri : Av. …

Karşı Taraf : 1-… 2-Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü

3-Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı

 

İstemin Özeti :

 

…Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Bölümü, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalında, Tıbbi Genetik Bilim Dalı Başkanı olan davacının, kamu malını özel şirket ve laboratuvarlara yollamak suretiyle kişisel menfaat temin ettiği gerekçesiyle Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin 11/b-6. maddesi uyarınca kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Yükseköğretim Kurulu Yüksek Disiplin Kurulunun 7.10.2002 gün ve 2001/70 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada, taraf iddiaları, dava dosyasında bulunan tüm bilgi ve belgeler, soruşturma raporu ve ekleri, Danıştay İkinci Dairesi kararı hep birlikte değerlendirildiğinde, olayda davacının söz konusu probları üniversite dışına çıkarmak suretiyle kendisine veya bir başkasına menfaat sağladığının ve bu şekilde öğretim elemanı sıfatı veya kamu hizmeti ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğunun davalı idarelerce kesin ve açık bir şekilde ortaya konulmadığı, bu nedenle de davacıya verilen kamu görevinden çıkarma cezasının hukuka uygun olmadığı, ancak davacının dava konusu olaydaki hareketlerinin Disiplin Yönetmeliğinin 8/1. maddesi kapsamında hareketler olduğu, bu kapsamda davacıya 8/1. maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilebileceği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden Eskişehir İdare Mahkemesinin 2.12.2003 gün ve E.2002/1881, K:2003/1627 sayılı kararının; davalı Osmangazi Üniversitesince, davacının ceza yargılamasının devam ettiği ancak davacının eyleminin bir maddi menfaat teminine yönelik olduğu dolayısıyla dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, davalı Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca, davacı hakkında Türk Ceza Kanununun 140. maddesi gereğince Görevi Kötüye Kullanmak suçundan dolayı kamu davası açıldığı, davacının fiilinin bir öğretim üyesine yakışmayacak derecede yüz kızartıcı olduğunun açık olduğu, dolayısıyla yapılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, davacı tarafından ise, Mahkemenin davalı idare yerine geçerek başka bir ceza tayinine gittiği oysa ki, dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiği öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemleridir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'nın Savunmasının Özeti : Davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur. Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğünün Savunmasının Özeti : Yanıt verilmemiştir. Davacının Savunmasının Özeti : Davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Danıştay Tetkik Hakimi Gülşen A.PEHİVAN'ın Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği düşünülmektedir Danıştay Savcısı Radiye TİRYAKİ'nin Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerinceverilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir. Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

 

Danıştay Başkanlar Kurulunun 16.6.2004 gün ve 2004/13 sayılı kararı ile Danıştay Onikinci Dairesinde görülmekte olan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda belirtilen öğretim elemanları, memur ve diğer personelin disiplin işlerine ilişkin dava ve temyiz başvurularının Dairemizde görülmesine ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesi uyarınca kararın düzeltilmesi istemlerinin dosya devri yapılan dairece sonuçlandırılmasına karar verildiğinden işin esasına geçildi. Uyuşmazlık, bilim dalı başkanı olan davacının kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Yükseköğretim Kurulu Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali isteminden kaynaklanmıştır. Dosyanın incelenmesinden, davacı … Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Bilim Dalı Başkanı olarak çalışmakta iken hakkında disiplin soruşturması açıldığı, hazırlanan raporda "bağış olarak alınan 1 ve 18 nolu probların 28.1.2002 tarihinde İstanbul'da bulunan … firmasına gönderildiği, 1.2.2002 tarihinde de 1999 yılında miadı dolmuş bulunan 6 numaralı probun 6 mikrolitrelik kısmının davacının %8 oranında ortağı bulunduğu … şirketine gönderilmiş olduğu, bunlardan birincinin davacının isteği üzerine kargo ile gönderilmiş olduğu, ikincisinin ise bizzat davacı tarafından … şirketine götürülmüş olduğu, davacının bu fiillerinin Disiplin Yönetmeliğinin 11/b (6) maddesine girdiği, bu nedenle davacının kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılması gerektiği tespit ve görüşlerine yer verildiği, bu tespit ve teklif doğrultusunda, davacının dava konusu işlemle kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Aynı eylemlerden dolayı davacının Üniversite Son Soruşturma Kurulunun 1.5.2003 günlü kararı ile davacının yargılanması gerektiğine karar verildiği, bu karara yaptığı itirazın Danıştay İkinci Dairesinin 24.9.2003 gün ve E:2003/683, K:2003/1863 sayılı kararı ile davacının itirazı oyçokluğu ile reddedilerek TCK'nun 240. maddesi uyarınca yargılanmasına karar verildiği açıktır. Davacı ise, dosya içeriğinde bulunan dilekçe ve savunmalarında "miadi 1999 yılında dolmuş 6 numaralı probun üniversitede çalıştırılmadığını bu nedenle belki çalıştırılabilir ümidi ile … şirketine gönderildiğini amacının miadı dolmuş malzemeyi üniversiteye kazandırmak olduğunu, 1 ve 18 nolu probların bir bilimsel çalışmada kullanılmak üzere … firmasından bağış olarak alındığını, üniversitede çalıştırılamayınca tekrar bağış aldıkları firmaya iade edildiğini; herhangi bir kötü niyetinin veya menfaat temin etme kastının ve amacının olmadığını, davalı idarenin kendisine karşı subjektif ve kasıtlı davrandığını, eğer bir menfaat sağlama kastı ve amacı olsaydı daha fazla probun gönderilebileceğinin ancak tamamen iyiniyetle yapılmış iki tane olay davalı idarece gündeme getirilerek ve sadece iki tane olay bulunarak kendisine kasıtlı olarak bu cezanın verildiğini öne sürmektedir. Disiplin hukuku ile ceza hukukunun; soruşturma ve yargılama usulü, verilen cezanın niteliği ve bu cezanın doğurduğu sonuçlar ve etkiler ile ceza ve suçların tanımı ve konuluş amaçları yönlerinden birbirinden farklı özellikler taşıdığında kuşku yoktur. Ancak disiplin cezası ile yaptırıma bağlanan suç aynı zamanda ceza hukuku yönünden de yargılama konusu olmuşsa ceza mahkemelerinin verecekleri kesin kararların,disiplin hukukunda göz önünde bulundurulacak veri ve bilgiler arasında yer alacağı kuşkusuzdur. Bu durumda, kamu malını özel şirket ve labaratuvara yollamak suretiyle kişisel menfaat temin etmek suçu yüklenerek davacı hakkında açılan ceza davasının sonucu beklenilmeden, bu konudaki adli yargı kararı irdelenmeden verilen karar eksik inceleme ürünü olmaktadır. Açıklanan nedenlerle Eskişehir İdare Mahkemesinin kararının bozulmasına dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine 26.1.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 16.H.D E:2011/8343 K:2012/1192 * 40 ADET DOSYA İÇİN 09.00′A DURUŞMA SAATİ VERİLMESİ * DURUŞMALARIN AYNI SAATE VERİLMESİ

T.C. YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ.

Esas No:2011/8343Karar No:2012/1192  T.14.02.2012

* 40 ADET DOSYA İÇİN 09.00′A DURUŞMA SAATİ VERİLMESİ

* DURUŞMALARIN AYNI SAATE VERİLMESİ

 

 2709/m.36 Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik/m.46/d,50,81

 

DAVA : Taraflar arasındaki dava sonucunda verilen hükmün Yargıtayca incelenmesi istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu,

 

Gereği görüşüldü:

 

KARAR :

 

01.06.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin “Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetleri” başlıklı “Üçüncü Kısımın” “Birinci Bölüm”ünün 46/d maddesi uyarınca tutulması zorunluluğu bulunan “duruşma günleri defteri” aynı Yönetmeliğin 50. maddesinin birinci fıkrasında, “mahkemelerin iş durumlarına göre duruşma yapılacak gün ve saatlerin bir sıra dahilinde yazıldığı defter” olarak tarifi yapılmış, yine aynı Yönetmeliğin “Duruşma listesi” başlıklı 81. maddesinde de, “Duruşmalı işlemlerde mübaşir tarafından; mahkemesi, mağdur, şikayetçi ve sanık ile vekillerinin isimleri ve duruşma tarih ve saati yazılmak suretiyle bir liste düzenlenir ve bu liste duruşma salonu dışında herkesin görebileceği bir yere asılır. Bu listelerin bir sureti ayrı bir dosyada saklanır.”Hükümleri dikkate alındığında, mahkemenin her dava dosyası için değişik saatler belirleyerek duruşmalara devam etmek, böylelikle taraflara ve vekillerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesindeki “…meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğu güvencesini vermek ve tarafların usul hükümlerine riayet edip etmediklerinin denetimini mümkün kılmak yerine, 6. sıradan 46. Sıradaki dava dosyasına kadar tek saat verilmek suretiyle (09.00) yaratılan bu belirsizlik nedeniyle taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi açısından, tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi,SONUÇ : Yasaya aykırı bulunduğundan ve temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 14.02.2012 gününde oy birliğiyle karar verildi.

DAHA HAFİF BİR CEZANIN VERİLMESİ / HÜKMÜN BOZULMASI

T.C.

YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2006/10-114
K. 2006/117
T. 11.4.2006
DAHA HAFİF BİR CEZANIN VERİLMESİ
HÜKMÜN BOZULMASI
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 309]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 191]
Hükümlü Murat Uğur Yıldız’ın kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurma suçundan 5237 sayılı TCY’nın 7. maddesi aracılığı ile 191/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay süreyle hapsine, emanetin 2004/892 sırasında kayıtlı bulunan uyuşturucu maddenin TCY’nın 54/4. maddesi uyarınca müsaderesine ilişkin İstanbul 6.Asliye Ceza Mahkemesinden verilip temyiz edilmeksizin kesinleşen 15.06.2003 gün ve 367-738 sayılı hükme karşı Adalet Bakanı tarafından kanun yararına bozma isteminde bulunulması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10.Ceza Dairesi 22.02.2006 gün ve 6-2748 sayı ile;
“… Sanığın eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak olarak kabul edilmiş olması karşısında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191/2. maddesine göre, sanık hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de hükmedilmesi gerektiği, ancak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranılmaması halinde cezanın infaz edilmesi gerekeceği gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
Kanun yararına bozma talebine dayanan ihbarnamede ileri sürülen düşünce yerinde görüldüğünden, İstanbul 6.Asliye Ceza Mahkemesinin 15.06.2005 gün ve 367-738 karar sayılı hükmünün 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına; dosyanın, müteakip işlemlerin yapılması için anılan mahkemeye gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı makamına tevdiine…” karar vermiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 24.03.2006 gün ve 212215 sayı ile;
“Yasa yararına bozma isteminin davanın esasını çözen mahkumiyet hükmüne yönelik olduğunu, somut olayda bozma nedeninin daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirdiğini, bu nedenle Yerel Mahkemede yeniden yargılama yapılmasına olanak bulunmadığını, dolayısıyla bozma doğrultusunda karar verme görevinin hükmü yasa yararına bozan Yargıtay’ın Özel Dairesine ait olduğunu, bu durumda yeniden yargılama yapılması sonucunu doğuracak biçimde dosyanın müteakip işlerin yapılması için hükmü veren mahkemeye gönderilmesine karar verilemeyeceğini, ” ileri sürerek itiraz yoluna başvurmuş, Özel Daire bozma kararından “dosyanın müteakip işlemlerin yapılması için anılan mahkemeye gönderilmesi” ibaresinin çıkartılmasına, hükümlü hakkında kanun yararına bozma istemi doğrultusunda bir karar verilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesini istemiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurduğu saptanan Murat Uğur Yıldız’ın yargılaması sonunda Yerel Mahkeme, hükümlünün bu suçtan dolayı 5237 sayılı TCY’nın 7. maddesi aracılığı ile 191/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay süreyle hapsine, emanetin 2004/892 sırasında kayıtlı bulunan uyuşturucu maddenin TCY’nın 54/4. maddesi uyarınca müsaderesine karar vermiş, bu hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Adalet Bakanı tarafından, hükmün yasa yararına bozulması yolunda istemde bulunulması üzerine Özel Daire; 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 191. maddesinin 2. fıkrası uyarınca uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de hükmolunması gerektiğini, cezanın ancak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uygun davranmaması halinde infaz edilebileceğini belirterek hükmü bozmuş ve müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasını kararlaştırmıştır.
Yargıtay C.Başşavcılığı ise, kullanma amacıyla uyuşturucu bulunduran kişi hakkında tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine de hükmedilmesi gerektiği ve cezanın infazının ancak bu tedavi ve tedbire uyulmaması halinde mümkün olacağından bahisle, dolayısıyla daha az ceza verilmesini gerektiren bir nedenle hükmü yasa yararına bozan Özel Dairenin CYY’nın 309/4-d maddesi uyarınca aynı zamanda cezaya da kendisinin hükmetmesi gerektiğini belirterek, bu karara itiraz etmiştir.
Kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurma suçu, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 191. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrasında: kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme veya bulundurma eylemleri, 765 sayılı Türk Ceza Yasasındaki gibi 1 yıldan 2 yıla kadar hapis cezasını gerektiren seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş ise de, 2. fıkrasında: uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine;kullanmamakla birlikte kullanmak için bu maddeleri satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında da denetimli serbestlik tedbirine hükmedilmesi bir zorunluluk olarak öngörülmüştür. Maddenin 5. fıkrasında ise, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullananların, bu maddeleri kullanmak için satın almaları, kabul etmeleri veya bulundurmaları nedeniyle hükmolunan cezanın, ancak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranmaması halinde infaz edileceği, belirtilmektedir. 191. maddedeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, uyuşturucu madde kullanan ve bu amaçla bulunduran kişi hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilmesi zorunludur; bu durumda maddenin 1. fıkrasına göre hükmedilen ceza da infaz olunmayacaktır. Esasen bu hususta, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan dolayı 5237 sayılı Yasanın 191/1. maddesi uyarınca kurulan mahkumiyet hükmünün, hükümlü hakkında aynı zamanda tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de hükmedilmesi gerektiğinden bahisle yasa yararına bozulması sonrasında, bu yeni kararı Yargıtay Özel Dairesinin mi yoksa Yerel Mahkemenin mi vermesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Adalet Bakanının istemi üzerine “yasa yararına bozma” kurumu 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre Yargıtay, istem yazısında ileri sürülen hukuka aykırılığı varit görürse, hükmü bozacaktır. Davanın esasını çözen nitelikteki kararlardan olan mahkumiyet hükmünün yasa yararına bozulması durumunda Yerel Mahkemede yeniden yargılama yapılabilmesi için, bozma nedeninin: hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran bir usul işlemine ilişkin olması gerekir.
Hükmün, sayılanlar dışındaki bir nedenle bozulması durumunda, Yerel Mahkemede yeniden yargılama yapılması olanaksızdır. Bu durumda, hükmün bozulması ile yetinilecektir. Ancak, CYY’nın 309/4-d maddesindeki buyurucu kural gereği, bir mahkumiyet hükmüne ilişkin bozma nedeni, hükümlünün cezasının kaldırılmasını veya daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiriyorsa, bu takdirde Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi hükümlünün cezasının kaldırılmasına veya daha hafif cezaya kendisi hükmetmek zorundadır. Tedavi ve güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Somut olayda, davanın esasını çözen nitelikteki mahkumiyet hükmünün bozulması nedeni, hükümlüye öncekinden daha farklı ve az ceza verilmesini gerektirdiğine göre, yasa yararına bozma sonrasında Yerel Mahkemece yeniden yargılama yapılması ve hüküm kurulmasına yasal olanak bulunmamaktadır; Yargıtay Özel Dairesinin, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 191. maddesine göre hükümlü hakkında uygulanacak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirini takdir edip saptaması zorunludur.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararından, “dosyanın müteakip işlemlerin yapılması için anılan mahkemeye gönderilmesi” ibaresinin çıkartılmasına, hükümlü hakkında uygulanacak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin belirlenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 22.02.2006 gün ve 6-2748 sayılı bozma kararından, “dosyanın müteakip işlemlerin yapılması için anılan mahkemeye gönderilmesi” ibaresinin çıkartılmasına, dosyanın yasa yararına bozma kararı doğrultusunda hükümlü hakkında uygulanacak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin belirlenmesi için Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 11.04.2006 günü oybirliği ile karar verildi.

HEDİYELERİN GERİ VERİLMESİ

T.C.

YARGITAY
Onüçüncü Hukuk Dairesi
E: 2006/355
K: 2006/6349
T: 24.04.2006
HEDİYELERİN GERİ VERİLMESİ
ÖZET: Borçlar Kanunu’nun 65. maddesine göre gayri ah­laki bir amacı sağlamak için verilen şeylerin geri verilme­si mümkün değildir. Nişanın bozulmasında hediyelerin ia­desi ile ilgili hükümlerin böyle bir durumda uygulanması mümkün değildir.
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 65]
Taraflar arasındaki tapu iptali tescil-alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üze­rine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
Davacı diş hekimi olduğunu, davalının 1997-2000 yılları arasında yanın­da yardımcı eleman olarak çalıştığını, her iki tarafın da boşanmış olup reşit çocuklarının bulunduğunu ve aralarında duygusal yakınlık meydana geldiği­ni, 2001 yılında nişanlandıklarını, 13.000.000.000 TL ödeyerek davalı adına mesken satın aldığını davalının daha sonra nişan yüzüğünü atarak ayrıldığı­nı, sebepsiz zenginleştiğini ileri sürerek İzmir, Balçova 116 ada 23 parsel 1 nolu mesken tapusunun iptali ile adına tescilini olmadığı takdirde 17.000.000.000 TL ev bedelinin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı, 2 yıl nikâhsız birliktelik yaşadıklarını, nişanlanmadıklarını, daireyi kendisinin aldığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, nişanın bozulması evlenmenin gerçekleşmemesi nedeniyle 9.750.000.000 TL ev bedeli, 2.500.000.000 TL tadilat bedeli toplamı 12.250.000.000 TL.nin davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, dava­lı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, gayri meşru birleşme sırasında davacı tarafından davalıya yapılan para yardımı ile alınan mesken tapusunun iptali ile davacı adına tescili olmadığı takdirde davalının sebepsiz zenginleştiği 17.000.000.000 TL bedelin tahsili isteminden ibarettir.
Davacı ile davalının bir araya gelerek iki sene karı koca gibi yaşadıkları, daha sonra geçinemeyerek ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Tarafların iki sene ni­kâhsız yaşamaları bu birleşmenin kanuni ve medeni evlenmeye tekaddüm eden bir nişanlanma mahiyetinde olmadığını göstermektedir. Bu nedenle davacının davalıya verdiği 9.750.000.000 TL.nin ve yaptığı harcamaların meşru olmayan bir maksadın istihsali için verilmiş bir paradan ibaret ol­duğunu kabul zarureti vardır. BK.nun 65. maddesine göre gayri ahlaki bir amacı sağlamak için verilen şeylerin geri alınması mümkün değildir. Nişanın bozulmasında hediyelerin iadesi ile ilgili hükümlerin burada kıyasen uygulan­ması yoluna gidilerek davanın kısmen kabulünde isabet yoktur. Mahkemece değinilen bu yön gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken ya­zılı şeklide davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davalı yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 24.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.