Etiket arşivi: YARGI

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • HARÇTAN MUAFİYET, TÜRKİYE ŞEKER FABRİKALARI, YARGI GİDERLERİ

YARGITAY 23. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/8241
KARAR: 2014/1659

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 01.04.2009 ila 07.03.2010, 08.03.2010 ila 07.03.2011 dönemleri için yemek hizmeti alım sözleşmesi imzalandığını, müvekkilinin hak edişlerinden 5510 sayılı Kanun gereğince Hazine’ce karşılanan prim oranında kesinti yapıldığını, 01.04.2009 ila 07.03.2010 dönemi için 2.783,22 TL; 08.03.2010 ila 07.03.2011 dönemi için ise 5.101,47 TL olarak yapılan kesintilerin haksız olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 7.884,64 TL’nin kesinti tarihlerinden itibaren ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, 5510 sayılı Kanun gereğince Hazine’ce karşılanan prim miktarının hak edişten kesilmemesi halinde kamu zararı meydana geleceğini, kamu idareleri işyerleri hakkında anılan yasanın 81. maddesinin 1(ı) bendindeki hükmün uygulanmayacağını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; 5510 sayılı Kanun’un 81. maddesinin 1(ı) bendindeki şartların gerçekleşmesi halinde davacı işverenin ödemesi gereken sosyal sigorta priminin % 5’lik kısmının Hazine tarafından geri ödemesiz olarak karşılanacağının düzenlendiği, 5510 sayılı Yasa’nın anılan hükmüne aykırı olan genelgeler ve Sayıştay ilamına dayanarak davacının hak edişlerinden kesinti yapılmasının doğru olmadığı, davacının 01.04.2009 ila 07.03.2010 tarihleri arasındaki hak edişinden 1.780,92 TL, 08.03.2010 ila 07.03.2011 tarihleri arasındaki hak edişinden 10.951,18 TL kesinti yapıldığı, son dönemle ilgili davacı talebinin 5.101,47 TL olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, taleple bağlı kalınarak toplam 6.882,46 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsiline karar verilmiştir.

Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2) Dava, hizmet alım sözleşmesine dayalı olarak, davacının hak edişlerinden yapılan kesintilerin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davalının harçtan muaf olduğu gerekçesiyle harç alınmasına yer olmadığına dair hüküm tesis edilmişse de; davalı, anonim şirket olup, harçtan muaf değildir. Bu itibarla, davacı tarafın yatırdığı peşin karar ve ilam harcının hüküm altına alınan alacak üzerinden hesaplanacak nispi karar ve ilam harcından mahsubu ile bakiye harcın davalıdan tahsiline karar verilmesi, peşin harcın davacının yaptığı yargılama giderlerine dahil edilmesi gerekirken, hüküm fıkrasının 2. bendinde, davalıdan harç alınmasına yer olmadığına, 3. bendinde peşin harcın davacıya iadesine karar verilmesi, 5. bendinde peşin harcın yargılama giderlerine dahil edilmemesi doğru olmamış, davalı vekilinin müvekkilinin harçtan muaf olmadığına ilişkin aleyhe olan temyiz itirazının davalıyı bağladığının kabulü ile hükmün, bu temyizin kapsamında kalan anılan yönlerden bozulması gerekmiştir.

Öte yandan, davalının "Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş." olan unvanının gerekçeli karar başlığında eksik olarak yazılmış olması da HMK’nın 297/1-b madde hükmüne aykırı olmuştur.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 13 Ara 2014, 21:53


Tapu kütüğündeki yazım hatası için yargı yolundan önce düzeltme için Tapu müdürlüğüne başvurulmalı

Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 08.04.2014 tarih ve 2014/5773-7333 sayılı kararı ,

malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hatalarına ilişkin başvuruların yargı yoluna başvurmadan önce Tapu Sicil Müdürlüğüne müracaat ile çözülmesi gerektiğine karar verdi.

Türkiye Barolar Birliğinin konuya ilişkin 21 Ekim 2014 tarih ve 2014/89 sayılı duyurusu şöyle:

Malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hatalarına ilişkin başvuruların yargı yoluna başvurmadan önce Tapu Sicil Müdürlüğü’ne müracaat ile çözülmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay 1.Hukuk Dairesi kararı.

17.08.2013 tarih 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tapu Sicil Tüzüğü’nün 75. maddesinin değerlendirildiği Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 08.04.2014 tarih ve 2014/5773-7333 sayılı kararı ve bu karara ilişkin Malatya l. Sulh Hukuk Mahkemesinin yazısı ekte sunulmuştur.

YARGITAY3110

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü E: 2013/1594 K: 2013/1743 *Karayolları Trafik Kanunu *Trafik para cezası *Görevli Yargı Yeri

Uyuşmazlık Mahkemesi

Hukuk Bölümü,

Esas: 2013/1594,

Karar: 2013/1743 

(Karar Tarihi : 11.11.2013)

"İstanbul Valiliği İstanbul Emniyet Müdürlüğü C Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü'nün 22.2.2013 gün ve GT-809477 seri-sıra sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı ile davacıya alkollü araç kullandığından ve sürücü belgesini yanında bulundurmadığından bahisle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48/5 ve 44/1-b. maddeleri uyarınca 866,00 TL idari para cezası verilmiştir. 

 

Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. 

 

İSTANBUL 4. İDARE MAHKEMESİ: 13.3.2013 gün ve E:2013/484, K:2013/563 sayı ile; 2918 sayılı Yasa'da davacıya verilen idari para cezasına karşı başvuru yolu gösterilmediğinden, 5326 sayılı Kanun'un 3 ve 27. maddeleri uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir. 

 

Davacı, bu kez, aynı istemle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur. 

 

İSTANBUL ANADOLU 3. SULH CEZA MAHKEMESİ; 23.8.2013 gün ve D.İş:2013/559 sayı ile; idari para cezası yanında davacının ehliyetinin de geri alınması kararı verildiği açıklanarak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir. 

 

İNCELEME VE GEREKÇE: 

 

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU'nun katılımlarıyla yapılan 11.11.2013 günlü toplantısında: 

 

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 

 

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu'nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, "2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları' ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı' sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası' olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…" açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. 

 

İdari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi. 

 

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN'in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ'ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 

 

KARAR : Dava, 2918 sayılı Yasa'nın 48/5 ve 44/1-b. maddeleri uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 

 

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında (Değişik: 8/1/2003 – 4785/3 md), "Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir" denilmekte iken, maddenin beşinci fıkrası, " Yapılan tespit sonucunda 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır. Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır. Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle, üç veya üçten fazlasında ise 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır. Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması halinde belirtilen süreler, geçici alma süresinin bitiminde başlar "şeklinde 24.5.2013 tarihli 6487 sayılı Kanun'un 19.maddesiyle yeniden düzenlenmiş, "Adres değişikliklerinin bildirilmesi ve sürücü belgelerinin taşınması zorunluluğu" başlığı altında düzenlenen 44. maddesinde ise, "Sürücü belgesi sahipleri: 

 

a) İkamet adresi değişikliklerini belgeyi veren kuruluşa otuz gün içinde bildirmek, 

 

b) Araç kullanırken sürücü belgelerini yanlarını bulundurmak ve yetkililerin her isteyişinde göstermek, 

 

Zorundadırlar" 

 

(Değişik : 21/5/1997 – 4262/4 md.) Bu madde hükümlerine uymayan sürücüler, 3 600 000 lira para cezası ile cezalandırılırlar " hükmü yer almaktadır. 

 

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa'nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun'un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür. 

 

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nce, sözü edilen Kanun'un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu'nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. 

 

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; 

 

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, 

 

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, 

 

uygulanır." denilmiştir. 

 

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. 

 

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. 

 

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. 

 

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. 

 

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun'un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Kanun'la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. 

 

Açıklanan nedenlerle, İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. 

 

KARAR : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 23.8.2013 gün ve D.İş: 2013/559 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 11.11.2013 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi."

 

İlgili Mevzuat Hükmü : 

Karayolları Trafik Kanunu MADDE 48 :(Değişik madde ve başlığı : 6487 – 24.5.2013 / m.19) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır. Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır. Kişinin yaralanmalı veya ölümlü ya da kollukça müdahil olunan maddi hasarlı trafik kazasına karışması hâlinde, ikinci fıkrada belirtilen muayeneye tabi tutulması zorunludur. Teknik cihaz ile yapılan ölçüme itiraz eden veya bu cihaz ile ölçüm yapılmasına müsaade etmeyen bu sürücüler, en yakın adli tıp kurumuna veya adli tabipliğe veya Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşlarına götürülerek uyuşturucu veya uyarıcı madde ya da alkol tespitinde kullanılmak üzere vücutlarından kan, tükürük veya idrar gibi örnekler alınır. Bu işlem bakımından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 75 inci maddesi hükümleri, beşinci fıkrası hariç olmak üzere uygulanır.

 

Trafik kazası sonucunda kişinin ölmesi veya teknik cihaza üfleyemeyecek kadar yaralanmış olması hâlinde, üçüncü fıkra hükümlerine göre bu kişilerden kan, tükürük veya idrar gibi örnekler alınır.

 

Yapılan tespit sonucunda, 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır. Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır. Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle, üç veya üçten fazlasında ise, 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır. Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması hâlinde belirtilen süreler, geçici alma süresinin bitiminde başlar. 

 

Yapılan tespit sonucunda, 1.00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen sürücüler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır. 

 

Hususi otomobil sürücüleri bakımından 0.50 promilin, diğer araç sürücüleri bakımından 0.20 promilin üzerinde alkollü olan sürücülerin trafik kazasına sebebiyet vermesi hâlinde, ayrıca Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanır. 

 

Uyuşturucu veya uyarıcı madde aldığı tespit edilen sürücülere 3.600 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi beş yıl süreyle geri alınır. Bu kişiler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanunu hükümleri uygulanır. 

 

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılmasını kabul etmeyen sürücülere 2000 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi iki yıl süreyle geri alınır.

 

Sürücünün uyuşturucu veya uyarıcı madde kullandığından şüphe edilmesi hâlinde 5271 sayılı Kanunun adli kolluğa ilişkin hükümleri uygulanır.

 

Alkollü olarak araç kullanması nedeniyle son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde sürücü belgeleri ikinci defa geri alınan sürücüler Sağlık Bakanlığınca, usul ve esasları İçişleri, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine; üç veya üçten fazla geri alınan sürücüler ise psiko -teknik değerlendirmeye ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar.

 

Sürücü belgelerinin geçici geri alma işlemleri bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler tarafından yapılır.

 

Bu madde hükümlerine göre geri alınan sürücü belgesinin iade edilebilmesi için; ilgili kişi hakkında trafik kurallarına aykırılık dolayısıyla bu Kanun hükümlerine göre verilmiş olan idari para cezalarının tamamının tahsil edilmiş olması; uyuşturucu veya uyarıcı madde alması nedeniyle sürücü belgesi geri alınanların ayrıca sürücü olmasında sakınca bulunmadığına dair resmi sağlık kurumlarından alınmış sağlık kurulu raporunun ibraz edilmesi şarttır.

 

Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin tespiti için kullanılacak teknik cihazların sahip olacağı asgari koşullar ile diğer usul ve esaslar yönetmelikte gösterilir.

YARGITAY 8. H.D. E. 2013/5734 K. 2013/9651 *İYUK m.28/2 Değişikliği Adli Yargı Mahkeme İlamlarının İnfazında Geçerli Değildir.

T.C.

YARGITAY

8. HUKUK DAİRESİ

E. 2013/5734

K. 2013/9651

T. 20.6.2013

 

2004/m.16,41

2577/m.1,28/2

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire'ye gönderilmiş olup: dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği düşünüldü:

 

KARAR : 

 Borçlu vekili, alacaklı vekili tarafından vekil edeni aleyhine Bafra 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/699 Esas ve 2012/438 Karar sayılı işçi alacaklarına dair ilamına dayalı olarak ilamlı icra takibi başlatıldığını, alacaklının 6352 Sayılı Kanunun 58. maddesiyle değişik 2577 Sayılı Kanunun 28. maddesinin 2. fıkrasına göre, vekil eden İdareye yazılı başvuruda bulunarak, alacağının ödenmesini talep edip, 30 günlük kanuni bekleme süresinden sonra ödeme yapılmaması halinde icra takibi başlatması gerekirken, bu yasal zorunluluk yerine getirilmeden başlatılan takibin iptaline karar verilmesini talep etmiş; mahkemece, talep kabul edilerek takibin iptaline karar verilmesi üzerine hüküm, davalı- alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 

Talep, İ.İ.K. 41. maddesi yollamasıyla İ.İ.K. 16. maddesine dayalı şikayete ilişkindir.

 

6352 Sayılı Kanunun 58. maddesiyle değişik 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28/2 maddesinin "… Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren 1. fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur…" hükmünü içermektedir. Ancak, 2577 Sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri'nin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabi olup, Kanunun 28/2. maddesine dair anılan değişikliğin, adli yargı mahkemeleri tarafından verilen ilamların infazında uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Mahkemece bu yöndeki şikayetin reddi gerekirken, anılan gerekçeyle kabulü isabetsizdir.

 

SONUÇ :

 Davalı-alacaklı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle Mahkeme kararının yukarda açıklanan sebeple İ.İ.K.nun 366. ve H.U.M.K.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca H.U.M.K.nun 388/4. ( H.M.K.m.297/ç ) ve İ.İ.K.nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 20.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DANIŞTAY İDDKURULU E:2010/2397 K:2013/1123 UZMAN ÖĞRETMENLİĞE GEÇİŞ YASAL DÜZENLEMEYE TABİ OLUP BU KONUDA YARGI KARAR VEREMEZ

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas No : 2010/2397

Karar No : 2013/1123

 

 

 

Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) : X Karşı Taraf (Davacı)__________________ : X

İ stemin Özeti__________________ : Danıştay İkinci Dairesinin 02/04/2010 günlü, E:2007/222, K:2010/1398 sayılı

kararının iptal ve kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması, davalı idare tarafından istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi : X

Düşünces i___________ : Temyize konu Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından davalı idarenin yürütmenin durdurulmasına ilişkin istemi görüşülmeyerek dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Dava; Çorum İli, Merkez Cumhuriyet Lisesi'nde öğretmen olarak görev yapan ve kariyer basamaklarında yükselme sınavından yeterli puanı alan davacı tarafından, "İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri" alanında değerlendirilmesi sonucu uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamamasınailişkin işlem ileÖğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselmeye İlişkin DeğerlendirmeKılavuzu'nun 1.14. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "alan bilgileri" ibaresinin iptali ve bu işlemler nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Danıştay İkinci Dairesi 02/04/2010 günlü, E:2007/222, K:2010/1398 sayılı kararıyla; Dairelerinin 05/06/2009 günlü, E:2006/3828, K:2009/2365sayılı kararıyla, dava konusu Kılavuz kuralı ile dayanağı olan ve 13/08/2005 günlü, 25905 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin, dayanağı 5204 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1. maddesiyle, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 43. maddesinin sonuna eklenen              hükmün,                          Anayasa          Mahkemesi'nin                  18/03/2009                  günlü,

 

1

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar    No : 2013/1123

 

27173sayılıResmiGazete'deyayımlanan21/05/2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararıyla iptal edilmiş olması sebebiyle yasal dayanağı kalmadığı gerekçesiyle iptal edildiğinden, anılan maddede yer alan dava konusu ibare hakkında karar verilmesine yer bulunmadığı; davacının, "İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri" alanında değerlendirilmesi sonucu uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamamasınailişkin işlem yönünden ise alan itibarıyla, 30/09/2005 tarihinin esas alınacağına ilişkin Kılavuz hükmünün yasal dayanağının kalmadığı anlaşıldığından, davacı hakkında, 30/09/2005 tarihi itibarıyla alan değerlendirilmesi yapılmak ve bualan için belirlenen kontenjana giremediğindenbahisle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, davanın Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselmeye İlişkin DeğerlendirmeKılavuzu'nun 1.14. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "alan bilgileri" ibaresine ilişkin kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına,davacınınuzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamamasına ilişkin işlemin iptaline, bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının davanın açıldığı 22/01/2007 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

 

Davalı idare, anılan kararın iptal ve kabule ilişkin kısmını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 43. maddesine üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere yedi fıkra ekleyen 5204 sayılı Kanunun 1.maddesinin 1.fıkrasında;Öğretmenlik mesleğinin; adaylık döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılacağı, adaylık dönemini başarıyla tamamlayanların mesleğe öğretmen olarak atanacağı, 2.fıkrasında; kariyer basamaklarında yükselmede kıdem, eğitim (hizmet içi eğitim, lisansüstü eğitim), etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) puanları ile sınav sonuçlarının esas alınacağı, değerlendirmenin 100 tam puan üzerinden yapılacağı, değerlendirme puanının % 10'unu kıdem, % 20'sini eğitim, % 10'unu etkinlikler, % 10'unu sicil (iş başarımı) ve % 50'sini de sınav puanının oluşturacağı, 3.fıkrasında; kariyer basamaklarında yükseleceklerin değerlendirme puanlarına göre başarı sıralamasına alınacağı, değerlendirmeye alınmak için sınav tam puanının en az % 60'ını almış olmak şartının aranacağı, 4.fıkrasında; sınavın yılda bir defa olmak üzere ÖSYM'ce yapılacağı; 5.fıkrasında; alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans öğrenimini tamamlamış öğretmenlerden uzman öğretmenlik, doktora öğrenimini tamamlamış olan öğretmenlerden ise başöğretmenlik için sınav şartının aranmayacağı, bu durumda olan öğretmenlerin kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) ölçütlerine göre değerlendirileceği, 6.fıkrasında; öğretmenlik kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınavın, sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresinin, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim niteliklerinin, her bir

 

2

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar    No : 2013/1123

 

değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerlerinin, alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdemin, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerlerinin, branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayılarının, yükselmeye ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususların Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği, 7.fıkrasında; toplam serbest öğretmen kadro sayısı içinde, başöğretmen oranının % 10, uzman öğretmen oranının % 20 olduğu, Bakanlar Kurulu'nun bu oranları bir katına kadar yükseltmeye yetkili olduğu kuralları yer almıştır.

 

5204 sayılı Yasayla öğretmenlik kariyer basamakları öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak belirlenmiştir. Anılan Yasada, kariyer basamaklarında yükselmek için öncelikle sınavdan 60 puan almış olmak veya alanında ya da eğitim bilimleri alanında uzman öğretmenlik için tezli yüksek lisans öğrenimini, başöğretmenlik için ise doktora öğrenimini tamamlamış olma kriterleri aranmıştır. Bu kriterlerden birini taşıyan öğretmenlerin, kıdem, eğitim (hizmet içi eğitim, lisansüstü eğitim), etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) puanları ile sınav sonuçlarına Yasada belirtilen oranlarda puan verileceği ve bu puanlamaya göre başarı sıralamasına alınacakları düzenlenmiştir. Bu şekilde oluşturulan başarı sıralamasına giren öğretmenlerden toplam serbest öğretmen kadro sayısının% 10'una kadar başöğretmen, % 20'sine kadar da uzman öğretmen atanabileceği belirtilmiştir.

 

5204 sayılı Kanunun 1. maddesiyle getirilen bu düzenlemelerin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesinde açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 21/05/2008 günlü, E:2004/83, K:2008/107 sayılı kararıyla; özel bir ihtisas mesleği olduğu belirtilen öğretmenliğin kariyer basamaklarına ayrılmasının, yasa koyucunun takdir alanı içerisinde olduğu gibi, getirilen yükselme sisteminin kamu personel rejiminde aranan unsurlardan birisi olan "kariyer" esasıyla da uyumlu bulunduğuna; Kanunun Lmaddesinin 2.fıkrasındaki kariyer basamaklarında yükselmeye esas alınacak değerlendirmede kıdem, lisansüstü eğitim, etkinlikler ve sicil puanları ile sınav sonucu ölçütlerinin, öğretmenin çalışmasına ve çabasına bağlı olarak objektif nitelik taşıdığı ve öğretmenler arasında eşitsizliğe yol açmadığı; ancak, kariyer basamaklarında yükselmedeki ölçütlerden olan "hizmet içi eğitime" katılmada öğretmenin iradesinin belirleyici olmadığının anlaşıldığı, bu durumun, hizmet içi eğitim almak üzere görevlendirilmiş öğretmenlerin, bu kapsama alınmayanlara göre kariyer basamaklarındaki değerlendirmede öne geçmelerine ve aynı hukuksal konuma sahip öğretmenler arasında eşitsizliğe yol açacağı, hizmetiçi eğitime katılacakların saptanmasında bu eşitsizliği giderici objektif kriterlerin yasada yer almaması nedeniyle kuraldaki "hizmet içi eğitim," ibaresinde Anayasaya aykırılık bulunduğuna; 1.maddenin 3.fıkrasındaki kariyer basamaklarında yükseleceklerin değerlendirme puanlarına göre başarı sıralamasına alınmalarına yönelik düzenlemenin sınav sisteminin bir gereği ve değerlendirme için öngörülen sınav tam puanının % 60'ının alınması

 

3

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar        No : 2013/1123

 

koşulunun da, yasa koyucunun takdir alanı içerisinde değerlendirmeyi gerektiren bir konu olduğuna; öte yandan, 6.fıkrada yönetmeliğe bırakılan "sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi", "alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdem,", "branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları," ve "ile diğer hususlar" ibarelerinin kariyer basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkin olması ve Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde düzenlenmiş olması gerektiği, ancak anılan ibarelerin belirlenmesinde bu çerçeveye yer verilmediği gerekçesiyle kuraldaki anılan ibarelerde Anayasaya aykırılık bulunduğuna, kuralın kalan bölümünün ise yönetmelikte düzenlenebilecek nitelikte konulara ilişkin olup Anayasaya aykırı olmadığına, ancak altıncı fıkranın kalan bölümünün de, iptal edilen ibareler nedeniyle uygulanma olanağı kalmadığından iptalinin gerektiğine; Kanunun 1.maddesinin 7.fıkrasındaki kontenjana ilişkin düzenleme yönünden ise, kariyer basamaklarında yükselme sisteminin, öğretmenlerin, nitelik ve statülerinin iyileştirilmesine özel önem verilmesi temeline dayandığı ve öğretmenlerin kıdem, eğitim ve iş başarımları esas alınarak, meslekî ve kişisel gelişimlerinin sağlanması, niteliklerinin iyileştirilmesi, statülerinin yaptıkları görevin önem, güçlük ve sorumluluk derecesi çerçevesinde olması gereken seviyeye yükseltilmesinin amaçlandığı, kuralda kariyer basamaklarında yükselme koşullarının tümü sağlansa bile, % 20 ve % 10'luk sınırlama nedeniyle bütün öğretmenlerin yükselme olanağına sahip olamayacakları, Bakanlar Kurulu'na tanınan bu oranları bir katına kadar yükseltme yetkisinin kullanılmasında da aynı sonuçla karşılaşılabileceği, anılan oranlar dolduğunda geride kalan öğretmenlerin, boşalma olana kadar yüzde yüz başarı elde etseler bile, uzman ve/veya başöğretmen hakkını elde edemeyecekleri, bu durumun ise yığılmalara, tıkanmalara ve çalışma hayatında olumsuzluklara neden olabileceği, öngörülen kontenjanlardaki yüzdelere giren son kişilerle aynı değerlendirme puanına sahip olanların kontenjan dışında kalmaları halinin hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığı, bu nedenle Anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiştir.

Anılan kararla, 5204 sayılı Kanunun 1. maddesinin 2. ve 5. fıkralarındaki “hizmet içi eğitim” ibaresi ile 6.fıkrasındaki''sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi", "alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdem,", "branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları," ve "ile diğer hususlar" ibareleri ve 7. fıkrasındaki kontenjan sınırlaması getiren düzenleme ve altıncı fıkranın iptal edilen ibareleri nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan kalan bölümü iptal edilmiş; Anayasa Mahkemesince 5204 sayılı Yasa'nın 1. maddesinin iptal edilen fıkra ve ibarelerinin doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153.maddesininüçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince iptal hükümlerinin, kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.

 

4

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar    No : 2013/1123

 

 

Anayasa Mahkemesi, 5204 sayılı Kanunun 1.maddesinin 6.fıkrasını "sınava katılacaklarda aranacak en az çalışma süresi", "alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak kıdem,", "branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları," ve "ile diğer hususlar" ibarelerinin kariyer basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkin olduğu, Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde düzenlenmiş olması gerektiği, ancak anılan ibarelerin belirlenmesinde bu çerçeveye yer verilmediği gerekçesiyle iptal ettiğinden bu konularda yeniden yasal düzenleme yapılması gerektiği açıktır.

 

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi, kariyer basamaklarında yükselmede ön koşul olan sınav/yüksek lisans/doktora koşulu ve bu koşulu sağlayanlar arasındankıdem, eğitim, etkinlikler ve sicil puanları ile sınav sonuçlarına Yasada belirtilen oranda puanlar verilerek belirlenecek başarı sıralamasına göre bir değerlendirme yapılmasını Anayasaya uygun bulmuştur. Ancak, oluşturulan başarı sıralamasına göre atanacakları belirleyecek kriter olan "kontenjan" kriteri Mahkemece iptal edilmiştir. Kanunda, başarı sıralamasına giren öğretmenlerden toplam serbest öğretmen kadro sayısının% 10'una kadar başöğretmen, % 20'sine kadar da uzman öğretmen atanabileceği düzenlenmişken, Anayasa Mahkemesinin kontenjan sınırlamasını iptal etmesi üzerine, başarı sıralaması oluşturulduktan sonra uzman ve başöğretmenlik kadrolarına atanmanın hangi kritere göre yapılacağı konusunda yasal boşluk oluşmuştur. Nitekim Anayasa Mahkemesince, iptal kararının hukuksal boşluk doğurduğu gözetilerek Yasama Organına bu boşluğu doldurması için bir yıllık süre verilmiş, ancak bugüne kadar yasa koyucu tarafından konuya ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır.

 

Anayasanın 138. maddesinin son fıkrasına göre, yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduklarına ve mahkeme kararlarının yerine getirilmesini geciktiremeyeceklerine göre, konuya ilişkin bir yasal düzenleme yapılması hukuken zorunlu bulunmakta ise de, bu güne kadar böyle bir yasal düzenleme yapılmamıştır. Yasama Organının Anayasa Mahkemesi iptal kararı üzerine bir düzenleme yapmadığı durumlarda doğan boşluğun, Türk Medeni Kanunu'nun 1. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre, karar verir" kuralı gereğince, Anayasa Mahkemesi'nce verilen kararın gerekçesi ve hukukun genel prensipleri gözetilerek, yargı içtihatlarıyla giderilebileceği açıktır.

 

Anayasa Mahkemesinin kontenjan kriterini "kariyer basamaklarında yükselme sisteminin, öğretmenlerin, nitelik ve statülerinin iyileştirilmesine özel önem verilmesi temeline dayandığı ve öğretmenlerin kıdem, eğitim ve iş başarımları esas alınarak, meslekî ve kişisel gelişimlerinin sağlanması, niteliklerinin iyileştirilmesi, statülerinin yaptıkları görevin önem, güçlük ve sorumluluk derecesi çerçevesinde olması gereken seviyeye yükseltilmesinin amaçlandığı, kuralda kariyer basamaklarında yükselme

 

5

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar    No : 2013/1123

 

koşullarının tümü sağlansa bile, % 20 ve % 10'luk sınırlama nedeniyle bütün öğretmenlerin yükselme olanağına sahip olamayacakları, Bakanlar Kurulu'na tanınan bu oranları bir katına kadar yükseltme yetkisinin kullanılmasında da aynı sonuçla karşılaşılabileceği, anılan oranlar dolduğunda geride kalan öğretmenlerin, boşalma olana kadar yüzde yüz başarı elde etseler bile, uzman ve/veya başöğretmen hakkını elde edemeyecekleri, bu durumun ise yığılmalara, tıkanmalara ve çalışma hayatında olumsuzluklara neden olabileceği, öngörülen kontenjanlardaki yüzdelere giren son kişilerle aynı değerlendirme puanına sahip olanların kontenjan dışında kalmaları halinin hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığı" gerekçesiyle iptal etmesi üzerine oluşan boşluğun yargı içtihadıyla doldurulabilmesi için Kanunda iptal edilen kriterin yerine ikame edilebilecek başka bir kriterin bulunup bulunmadığı hususu önem kazanmaktadır.

 

5204 sayılı Kanun kariyer basamaklarında yükselme sistemini üç aşamalı olarak kurmuştur. İlk aşamayı sınavı kazanma, yüksek lisans veya doktora yapma koşulu oluştururken, ikinci aşamada kıdem, eğitim, etkinlikler ve sicil puanları ile sınav sonuçlarına Yasada belirtilen oranda puanlar verilerek yapılacak puanlamaya göre başarı sıralamasının oluşturulması gelmektedir. Üçüncü aşamada Kanunun öngördüğü tek yöntem başarı sıralamasındaki öğretmenlerden kontenjan içinde kalanlarının atanmasıdır. Dolayısıyla Kanun'da atamaya esas alınacak başkaca bir kriter öngörülmemiştir.

 

Öte yandan, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun, 29/12/2008 günlü, E:2008/3456 sayılı kararında belirtildiği gibi, Anayasanın 153. maddesinin son fıkrası hükmü, Anayasa Mahkemesi kararlarının sadece hüküm fıkralarının değil, hükme dayanak oluşturan temel gerekçelerinin de bağlayıcı olduğunun kabul edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Anayasa mahkemesinin kıdem, eğitim, etkinlikler ve sicil puanları ile sınav sonuçlarına Yasada belirtilen oranda puanlar verilerek yapılacak puanlamaya göre başarı sıralamasının oluşturulmasını "kariyer basamaklarında yükselmeye esas alınacak değerlendirmede kıdem, lisansüstü eğitim, etkinlikler ve sicil puanları ile sınav sonucu ölçütlerinin, öğretmenin çalışmasına ve çabasına bağlı olarak objektif nitelik

 

taşıdığı ve öğretmenler arasında eşitsizliğe yol açmadığı,……………. kariyer basamaklarında yükseleceklerin

değerlendirme puanlarına göre başarı sıralamasına alınmalarına yönelik düzenlemenin sınav sisteminin bir gereği ve değerlendirme için öngörülen sınav tam puanının % 60'ının alınması koşulunun da, yasa koyucunun takdir alanı içerisinde değerlendirmeyi gerektiren bir konu olduğu" gerekçeleriyle hukuka uygun bulduğu hususu dikkate alındığında; sınav kazanmış olma, yüksek lisans veya doktora yapmış olmanın da tek başına atanma kriteri olarak belirlenmesi hukuken olanaklı değildir. Bu nedenle, uzman ve başöğretmenliğe atanma konusunda Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında oluşan boşluğun yargı içtihadıyla doldurulmaya elverişli olmadığı ve konunun yasakoyucu tarafından yapılacak yasal düzenleme ile açıklığa kavuşturulması gerektiği açıktır.

Diğer bir anlatımla, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen düzenlemelerin, belli bir sistem içinde, iptal edilmeyen diğer düzenlemelerle bir bütünlük oluşturarak anlam ihtiva ettiği, bir kısım düzenlemelerin

 

 

6

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar No : 2013/1123

 

 

iptal edilmesinin ise uzman/başöğretmenliğe atanma hususundaki bütünlüğü bozduğu, Anayasa Mahkemesi iptal kararından sonra yasal bir düzenleme yapılmamış olmasının bu konuda boşluğa neden olduğu ve bu boşluğun yargı içtihadıyla doldurulmasının da olanaklı olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi iptal kararından sonra sadece sınavda alınan nota göre başarı sıralaması yapılmasına yukarıda belirtilen nedenlerle hukuken olanak bulunmamaktadır.

 

Olayda; kariyer basamaklarında yükselme sınavından yeterli puanı alan davacı tarafından, İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri alanında değerlendirilmesi sonucu uzman öğretmenlik sertifikası almaya hak kazanamamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmış ise de; uzman öğretmenliğe atanma konusunda Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında oluşan boşluk nedeniyle konunun yasama organınca yeniden düzenlenmesi ve yasada çerçevesi belirlenmesi halinde başarı sıralamasına ilişkin ölçütlerin alt düzenlemelerde yer alması gerektiğinden, davacının uzman öğretmenliğe atanmamasına ilişkin işlemde sonucu itibariyle hukuka aykırılık bulunmamıştır.

 

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Danıştay İkinci Dairesinin 02/04/2010 günlü, E:2007/222,                                                K:2010/1398     sayılı kararının temyize konu kısmının

BOZULMASINA, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28/03/2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Başkan                     Üye                           Üye                           Üye                          Üye

XXXXX

 ÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜyeXÜye

 

T.C.

D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas        No : 2010/2397

Karar No : 2013/1123

K A R Ş IO Y

 

X- Danıştay İkinci Dairesince verilen karar usul ve hukuka uygun bulunduğundan ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığından temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.

Üye                                           Üye

X                                     X

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/5-1210 Esas 2013/501 *HUKUKİ EL ATMA YARGI YERİNİN ADLİ YARGI OLDUĞU

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

2012/5-1210 Esas 2013/501 

 

 

Dava ve Karar:

 

Taraflar arasındaki "Kamulaştırmasız elatma nedeniyle tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziosmanpaşa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 08.07.2008 gün ve 2006/51 E., 2008/310 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi'nin 11.05.2009 gün ve 2009/4348 E., 2009/7175 K. sayılı ilamı ile;

 

"… Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

 

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

 

Dava konusu taşınmaz, imar planında okul yeri olarak ayrılmış olup, fiili el atma yoktur. Bu nedenle bedel davasının reddi yerine kabulüne karar verilmesi,

 

Doğru görülmemiştir …"

 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, kamulaştırmasız elatılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

 

Davacı vekili, müvekkilinin Gazi Mahallesi, Çavuşpaşa Çiftliği mevkiinde bulunan 992 ada 1 parsel numaralı taşınmazın 14.07.1986 tarihinden beri maliki olduğunu, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı tarafından imar uygulaması sonucu müvekkilinin taşınmazının okul alanı olarak düzenlendiğini, taşınmaz üzerine Milli Emlak Müdürlüğü tarafından şerh konulduğunu, müvekkilinin bu nedenle taşınmazını uzun süreden beri kullanamadığını belirterek, aynı vasıflara haiz bir arsanın mülkiyetinin müvekkiline devrine, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kamulaştırmasız el atılan arsanın bedeli olan 12.500 YTL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı belediyeden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, dava konusu taşınmazın müvekkili belediye tarafından 1986 yılında 2981 sayılı Kanun'un 10/b maddesi gereğince 2904-2653-2654 sayılı parsellerin ifrazı sonucu oluştuğunu, davacının imar uygulaması öncesindeki 512/555 (256 m².lik) hissesine karşılık; 992 ada 1 parselden 16/555 (256 m².lik) hisse verildiğini, dava konusu taşınmazın tamamının 1/1000 ölçekli 23.10.1996 tasdik tarihli Gazi Mahallesi Revizyon İmar Planında meslek lisesi alanında kaldığını, müvekkili belediye tarafından bir elatma işlemi yapılmadığını, dava konusu taşınmazı kamulaştırmaya yetkili ve görevli makamın Milli Eğitim Bakanlığı olduğunu, davanın da Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine açılması gerektiğini belirterek, davanın husumetten ve esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece, "davanın kabulü ile davacının fazlaya dair hakları saklı tutulmak kaydıyla 12.500 YTL nin dava tarihinden başlayacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, dava konusu 992 ada 1 parsel sayılı taşınmazda davacı hissesine isabet eden 256 m²'nin davalı idare adına tapuya tesciline" dair verilen karar, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire'ce, dava konusu taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılmış olduğu, fiili elatma bulunmadığı gerekçesi ile bozulmuş, Yerel Mahkeme önceki kararında direnmiştir.

 

Direnme hükmünü, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekili temyiz etmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce eldeki davanın idari yargı yerinde mi, yoksa adli yargı yerinde mi çözümü gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmış; yapılan görüşmeler sonunda, kamulaştırmasız elatma davalarının mülkiyet hakkının kısıtlanmasından kaynaklandığı, idari yargıda tescil hükmü verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, bu tür davalarda adli yargının görevli olduğu oyçokluğuyla kabul edilerek ön sorun aşılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

 

İşin esasına gelince;

 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen elatılmamış olmasına karşın, imar uygulaması sonucu okul yeri olarak ayrılmış olması nedeniyle, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının kabul edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.

 

Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle, kamulaştırmasız elatma kavramı ve niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

 

Hemen belirtmek gerekir ki; kamulaştırmasız elatma kavramı 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki elatmalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile "kamulaştırılmış" sayılmıştır.

 

Gerek 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nda, gerekse bu Kanunu kaldırarak, kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına elatılan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Bu nedenle taşınmazına kamulaştırmasız elatılan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine elatmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştı. Ancak 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 18/06/2010 gün ve 5999 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen Geçici 6. maddesinin 6. fıkrası ile taşınmazına kamulaştırmasız elatılan kimsenin tazminat davası açabileceği düzenlemesine yer verilmiştir.

 

Kamulaştırmasız elatma, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız elatmada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.

 

Ancak, kamulaştırmasız elatma ile kamulaştırmanın, konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır; her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız elatılmış olması gereklidir. Kamulaştırmasız elatmada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın, gerekse kamulaştırmasız elatmanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.

 

Az yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız elatma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen elatma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.

 

Kamulaştırmasız elatma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanunu'na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 gün, E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).

 

Malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak yapılan müdahalelerin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak elatıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile, imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta, her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.

 

Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu kuşkusuzdur.

 

Bu itibarla, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının doğal sonucu, İdarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi davacının, dava yoluyla kamulaştırmasız elatma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden taşınmazın değerinin ödenmesini isteyebileceği açıktır.

 

Benzer durumlar nedeniyle Hukuk Genel Kurulu'nun 02.02.2005 gün ve 2004/5-555 E., 2005/17 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/5-662 E., 2010/651 K.; 12.09.2012 gün ve 2012/5-210 E., 2012/565 K. sayılı ilamlarında da imar planında lise alanı, okul alanı ve yeşil alan (park) yeri olarak ayrılmış yerlere idare tarafından fiilen elatılmamış olsa dahi hukuki elatmanın varlığı kabul edilmiştir.

 

Somut olayda, davacının tapuda kayden paydaş bulunduğu dava konusu İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, Gazi Mahallesi, Çavuşbaşı Çiftliği Mevkii, 992 ada 1 parsel sayılı ve 8880 m² yüzölçümünde ve arsa niteliğindeki taşınmazın, 1/1000 ölçekli 23.10.1996 tasdik tarihli Gazi Mahallesi Revizyon İmar Planında meslek lisesi alanında kaldığı, taşınmazda imar planında özgülenen amaca yönelik tesis yapılmadığı, dosya kapsamıyla belirgin olup; esasen bu hususta uyuşmazlık da mevcut değildir.

 

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının kabulüyle, davalı İdarenin kamulaştırmasız elatma hükümleri doğrultusunda sorumlu bulunduğuna ilişkin direnme kararı yerindedir.

 

Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Daire'ce incelenmediğinden, davalı idare vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.

 

KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİ'NE GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.04.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

 

KARŞI OY YAZISI

 

Yerel mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi arasındaki uyuşmazlık, davalı idarece fiilen el atılmamış olmasına karşın, imar uygulaması sonucu okul yeri olarak ayrılmış olmasının kamulaştırmasız el atma olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasındadır.

 

Yerel mahkemece, mülkiyeti davacıya ait taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılması nedeni ile taşınmazdan bağımsız yararlanma ve başka türlü kullanma olanağı kalmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Yargıtay Özel Dairesince, dava konusu taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrıldığı, eylemli olarak el atılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur. 

 

Ancak, öncelikle üzerinde durulması gereken husus uyuşmazlığın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi görüleceğinin belirlenmesidir. Başka bir anlatımla davalı idarece eylemli olarak herhangi bir surette el atılmadığı halde, salt imar planında okul yeri olarak ayrılmış olması halinde uyuşmazlığın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi çözümleneceğinin belirlenmesidir.

 

Bilindiği üzere, kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası, 16.05.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararına dayanmaktadır. Anılan içtihatda belirtilmiştir.

 

Bu içtihada dayalı olarak, kamu idareleri tarafından haksız bir şekilde taşınmazına eylemli olarak el atılan kişi tarafından adli mahkemelerde tazminat davası açılmaktadır. Bu hususta tereddüt yoktur. Uyuşmazlık mahkemesinin içtihatları da bu yoldadır. Nitekim 14.01.2013 gün ve 2012/654E.2013/135 K.sayılı içtihadında, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Yüksek Mahkemenin bu yolda ki içtihatları istikrar kazanmıştır.

 

Sorun, somut olayımızda olduğu gibi eylemli olarak taşınmaza el atılmadığı halde, imar planında olarak ayrılması nedeni ile açılacak tazminat davasının hangi yargı kolunda görülmesi gerektiğidir. Bu konuda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 11.02.1959 gün ve 1958/17 E, 1959/15 sayılı içtihadı sorunu aydınlatır mahiyettedir. Anılan içtihatta, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda, plan ve projelere uygun olarak tesisler yaptırmış olmaları ya da bu tesisleri kullanmaları yahut tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararın ödetilmesine ilişkin davaların idari dava niteliğinde olduğundan, bu tür davaların idari yargı yerlerinde bakılması gerektiği ve kamulaştırmasız el atma halinde idarenin kamulaştırmadan kişinin malını elinden almış olması, sebebiyle kanunsuz harekette bulunmuş olacağından, haksız eylem nedeniyle açılacak tazminat davasının da adli yargı yerinde görüleceği içtihat edilmiştir.

 

Olayımızda, davacının mülkiyetinde olan taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılması nedeni ile kamulaştırmasız el atıldığından bahisle bedelinin tazmini istenmiştir. Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanun'unun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin 18. maddesinin uygulanmasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

 

Nitekim uyuşmazlık mahkemesinin benzer olaya ilişkin 9.4.2012 ve 2012/41-72 sayılı içtihadında; imar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği içtihadında bulunulmuştur. Yüksek mahkemenin bu yoldaki içtihadı benzer tüm olaylar yönünden hiç sapma göstermeden istikrar kazanmış bir içtihattır. 

 

2248 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1. maddesinde; Uyuşmazlık Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir şeklinde tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un 29. maddesinde, verilen kararların kesin olduğu açıklanmış, 30. maddesinde de, görev konusundaki ilke kararlarının uyuşmazlık mahkemesini ve bütün yargı mercilerini bağlayacağı hüküm altına alınmıştır.

 

Uyuşmazlık Mahkemesi'nin, imar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde görüleceğine dair alınmış bir ilke kararı yoktur. Ancak, bu yoldaki içtihatları şimdiye kadar hiç sapma göstermemiş farklı bir karar verilmemiş ve istikrar kazanmıştır.

 

Az yukarıda açıklanan kanun hükmü gözetildiğinde bu tür davaların idari yargı yerinde görülmesinin 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesine daha uygun düşeceği ve uygulamada yaşanılan sıkıntıları ortadan kaldıracağı ve uygulamada birlik ve beraberlik sağlayacağı her tür izahtan vareste bulunmaktadır. Aksinin kabulü halinde, adli yargı yerinde açılan her davada davalı idareler tarafından görev uyuşmazlığı çıkartılmakta ve dosyalar uyuşmazlık mahkemesinin önüne gelmekte ve uyuşmazlık mahkemesi tarafından idari yargı yerinin görevli olduğuna karar verilerek, adli yargı mahkemeleri tarafından verilen görevlilik kararları kaldırılmaktadır. Bu uygulamanın bu şekilde sürüp gitmesinin sakıncalarının söylenmesine ihtiyaç yoktur.

 

Yüksek mahkemeler arasındaki içtihat uyuşmazlığının konulacak bir yasa hükmüyle giderilmesi en iyi çözüm gibi görülmekte ise de, yasa tarafından işin çözümlenmesine kadar uyuşmazlık mahkemesinin içtihat ve kararları doğrultusunda sorunun çözümlenmesi, az yukarıda açıklanan kanun hükümleri ile yargısal içtihatlara daha uygun düşecektir.

 

Bu nedenlerle, imar uygulama sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden adli yargının görevli olduğuna ilişkin sayın çoğunluğun değerli görüşüne katılamıyorum.

 

 

Türk Medeni Kanunu MADDE 683 :Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

 

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı ESAS: 2012/16 KARAR: 2012/69 TRAFİK CEZASI İPTALİ-ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

 

ESAS NO : 2012/16

 

KARAR NO : 2012/69

 

KARAR TR : 9.4.2012

 

(Hukuk Bölümü)

 

ÖZET : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 51. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

 

 

 

K A R A R

 

Davacı : Z. B. A.

 

Vekili : Av. R. E. G.

 

Davalı : Torbalı İlçe Trafik Denetleme Büro Amirliği

 

O L A Y : Davacıya ait 35 DR 194 plakalı aracı kullanan Z.K. isimli kişi adına, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık(hız sınırını ihlal) nedeniyle, 23.09.2005 tarih, DS-240698 sayılı Trafik Ceza Tutanağı ile para cezası kesilmiştir.

 

Davacı vekili, söz konusu para cezasının iptali istemiyle 02.11.2010 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

 

TORBALI SULH CEZA MAHKEMESİ: 07.03.2011 gün ve D.İş No: 2011/17 sayı ile, itiraz eden vekilinin, müvekkili hakkında idarece düzenlenen idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiği; idari yaptırım kararına ilişkin evrakın celp edildiği, itiraz nedenlerinin incelendiği, düzenlenen tutanağın düzenleniş şekline ilişkin olduğu ve bunun bir idari işlem olduğu, bu idari işlem ile birlikte idari para cezasının iptalinin istenmesi halinde Kabahatler Kanunu'nun 27/8. maddesi gereğince idari yargı merciinin görevinde olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

 

Davacı vekili bu kez, aynı istekle 18.7.2011 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

 

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ: 18.11.2011 gün ve E:2011/2247 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "hız sınırlarına uyma" başlıklı 51.maddesinde, "Sürücüler, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorundadırlar. / Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını yüzde ondan yüzde otuza (otuz dahil) kadar aşan sürücülere 64.700 000 lira, yüzde otuzdan fazla aşan sürücülere 131.900 000 lira para cezası uygulanır…" hükmüne yer verilmiş, aynı Yasanın 114. maddesinde, bu Kanunda yazılı trafik suçlarını işleyenler hakkında yetki sınırları içinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı personeli ile Ulaştırma Bakanlığının ve Karayolları Genel Müdürlüğünün ilgili birimlerinin il ve ilçe kuruluşlarında görevli ve yetkili kılınmış personelince tutanak düzenleneceği, birkaç trafik suçunun bir arada işlenmesi halinde her suç için ayrı ceza uygulanacağı, yargı yetkisine giren suçlarla ilgili tutanağın bir suretinin ilgili mahkemeye 7 iş günü içinde gönderileceği düzenlenmiş, Yasanın 112. maddesinin 1. fıkrasında ise;" Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır." hükmüne yer verilmiş olduğu; 31.03.2005 günlü, 25772 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde, kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı belirtilmiş, Yasanın 06.12.2006 günlü, 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile değişik 3. maddesinin 1. fıkrasının a bendinde, bu Kanunun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı düzenlenmiş, 16. maddesinde, Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu kuralına yer verilmiş, aynı Yasanın 27.maddesinin 1. fıkrasında, "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir." hükmüne yer verilmiş, maddeye 06.12.2006 günlü, 5560 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile eklenen 8. fıkrada ise: İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür." kuralına yer verilmiş bulunduğu; dosyanın incelenmesinden, davacıya ait 35 DR 194 plakalı aracı Z.K. isimli kişi kullanmakta iken 23.09.2005 tarihinde yapılan denetim sonucu anılan kişinin hız sınırını ihlal ettiğinden bahisle Z.K adına 564,00- TL tutarında trafik para cezası kesildiği, daha sonra davacı tarafından bu cezanın ödenmesi üzerine ilk defa 02.11.2010 tarihinde Kuşadası 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin D. İş No:2010/605 esasında dava açıldığı, Kuşadası Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 26.11.2010 tarihinde verilen yetkisizlik kararı üzerine dosanın Torbalı Sulh Ceza Mahkemesine gönderildiği, Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi'nin D. İş No:2010/605 esasında yapılan yargılama sonucu Mahkemelerinin görevsizliğine ve dava dosyasının re’sen mahkemelerine gönderilmesine karar verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; 5326 sayılı Yasanın 27. maddesinin 1. fıkrasında yaptırım kararının ön görüldüğü kanunda hüküm bulunmayan hallerde idari para cezalarına karşı 15 gün içinde sulh ceza mahkemelerine dava açılmasına olanak tanındığı, anılan maddenin 8. fıkrasında ise yaptırım kararının verildiği kanununda hüküm bulunmasının yanında görev konusunda ikinci bir istisna getirilmek suretiyle idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceğinin düzenlendiği, başka bir anlatımla, idari para cezalarının idari yargı yerleri tarafından çözümlenebilmesine Kabahatler Kanunu'nun 3 ve 27/8. maddeleri uyarınca ancak yaptırımın öngörüldüğü kanunda idari yargının açıkça görevli olarak öngörülmesi veya aynı kişi hakkında aynı kabahat nedeniyle idari yargı yerleri tarafından bakılması gereken başka bir işlemin de tesis edilmesi gerektiğinin anlaşıldığı; bu durumda, uyuşmazlığın 2918 sayılı Yasanın 51. maddesi hükmü uyarınca hız sınırının aşılması nedeniyle idari para cezasından doğduğu açık olduğundan, idari para cezası ile birlikte idari yaptırım kararının bulunmaması nedeniyle davanın görüm ve çözümünün sulh ceza mahkemesinin görevine girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle; açıklanan nedenlerle, davanın görev yönünden reddi ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.

 

İNCELEME VE GEREKÇE :

 

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 09.04.2012 günlü toplantısında:

 

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

 

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

 

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

 

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık nedeniyle trafik zabıtasınca düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

 

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,”Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 51. maddesinin ikinci fıkrasında, hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını aşan sürücülere para cezası uygulanacağı kurala bağlanmıştır.

 

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

 

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

 

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

 

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

 

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

 

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

 

uygulanır." denilmiştir.

 

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

 

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

 

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

 

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

 

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

 

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

 

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

 

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi’nin 07.03.2011 gün ve D.İş No: 2011/17 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 09.04.2012 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: E: 2012/41 K: 2012/77 * İMAR UYGULAMASI-KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA- İDARİ YARGI GÖREVLİ

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2012/41
KARAR NO : 2012/77
KARAR TR : 9.4.2012
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar uygulaması sonucu oluştuğu önesürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R
Davacı : İ. T.
Vekili : Av. M. E. A.
Davalı : Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili : Av. M. A.
O L A Y : Davacı vekili tarafından, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi 27379 Ada, 1 parsel sayılı taşınmazın yapılan imar planında lise alanı olarak ayrıldığı, taşınmazın imarlı alan olduğu, uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmesi nedeniyle kamulaştırma cihetine gitmeyen davalı idarelerce pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği, bu haliyle davalı idarelerin eyleminin mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el atma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, dolayısıyla davalı idarelerin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi müvekkilinin dava yolu ile kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesi yani davalı idarelerce değer karşılığının verilmesi gerektiği öne sürülerek, fazlaya ilişkin tüm yasal talebi dava ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik dava konusu taşınmazın toplam bedelinden 2.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili ile tapu kaydının davalı idareye tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.
Davalı vekilince, Bakanlık tarafından Kamulaştırma Kanununun 7. maddesine istinaden konulmuş bir şerhin mevcut olmadığı, böyle bir şerh olsa bile süresi geçtikten sonra davacı tarafından kaldırılmasının mümkün olduğu, davalı idarece yapılan hiçbir hukuksal işlem olmadığı, idarelerin aleyhine dava açılmasının hukuka aykırı olduğu gibi, taşınmazın imar planında sağlık alanı olarak ayrılması ve tapu kaydına şerh konulması işlemiyle ilgili olarak idari yargı yerinde dava açılması gerektiği öne sürülerek, görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 19. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.11.2011 gün ve E:2011/431 sayı ile, davalı Hazine vekilinin yargı yolu itirazı ile talebinin reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyası Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18'inci maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi kapsamında yapılan imar uygulamalarına ilişkin işlemlerin, kamu gücüne dayalı olarak tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler niteliğinde olduğu, dosyanın incelenmesinden; imar uygulaması sonucu alınan kamu ortaklığı paylarından oluşturulan Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 sayılı parselin, imar planında "lise alanı" olarak belirlendiği, davacının, söz konusu taşınmazına davalı idarece kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, alacağın şimdilik 2.000.-TL'lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi ve tapu kaydının davalı idareye tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle dava açtığının anlaşıldığı, parselin imar planında "lise alanı" olarak ayrılmış olması nedeniyle, bu parselin bedelinin ödenmesi gerektiği iddiasıyla açılan dava, kamulaştırmasız el atma hukuki temeline oturtulmak istenmiş ise de; davanın konusu, imar planında "lise alanı" olarak ayrılmış bulunan ve davalı idarece 3194 sayılı Kanunun 18'inci maddesi uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait taşınmaz bedelinin tazminine ilişkin bulunduğundan, uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamına girdiğinden kuşku bulunmadığı, bu bakımdan, imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği nedenleriyle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Çankaya Belediyesinin 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca arazi ve imar uygulamalarına ilişkin işlemler kapsamında, davacının da taşınmazının bulunduğu yerin imar planında okul tesisi alanı olarak ayrılmış bulunması karşısında, bu parseldeki bedelin ödenmesine ilişkin davanın; dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, uyuşmazlık konusu işlemin imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda; uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği, yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nunkatılımlarıyla yapılan 9.4.2012 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı hakkında olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 sayılı parseldeki hissesine kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 2.000,00-TL’nin yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili ile tapu kaydının idareye tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.
Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Anılan madde uyarınca, yapılan imar düzenlemesi sonucunda “…resen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir…” denildiğine göre, idarenin “resen tescil işlemlerini yaptırmak” şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullandığı; bir başka ifadeyle, tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Olayda, davacı vekili tarafından Kırkkonaklar Mahallesi, 27379 ada, 1 sayılı parselde bulunan taşınmazdaki hissesine kamulaştırmasız elatıldığından bahisle taşınmazın bedelinin şimdilik 2.000,00 TL’lik kısmının yasal faiziyle birlikte tahsilinin talep edildiği, imar uygulaması sonucu sözkonusu parselin imar planında okul alanına ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun'un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı; davacının davayı idarenin uygulamasından doğan zararlarının giderilmesi istemiyle açtığı görülmektedir.
Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin başvurusunun kabulü ile, davalı vekilinin görev itirazının, Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı vekilinin görev itirazının Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce REDDİNE İLİŞKİN KARARININ KALDIRILMASINA, 9.4.2012 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.