Etiket arşivi: Yargıtay’ın

Yargıtayın İçtihat değişikliği ile sahte senet itirazının icrayı durdurmaması

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, 2014/9285 esas ve 2014/11622 karar sayılı 21.4.2014 tarihli kararı

Yargıtay, HMK 209. maddesindeki sahtecilik iddiası ile daha önce verdiği kararlardan dönmüş olması uygulamada haksız takiplere konu oluyor. Zira takibi durdurmak için açılacak genel hukuk davalarında tedbir için mahkemeler yüzde yüz teminat istiyor.

Takibin kesinleşmesi öncesi veya sonrasında takibe konu senedin sahteliğinin iddia edilmesi, HMK’nun 209. maddesi uyarınca takibin durdurulması sonucunu doğurmaz. Anılan hüküm, genel mahkemelerde davalarla ilgili olarak senedin hiçbir işleme esas alınamayacağını, başka bir anlatımla delil olarak kullanılamayacağını öngörmekte olup, icra takibine etkisi yoktur. Somut olayda Asliye Ticaret Mahkemesine ait davasında tedbiren takibin durdurulması talebinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. O halde, mahkemece şikayetin kabulü gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklının borçlular aleyhine bonoya olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip başlattığı, takibin kesinleştiği, borçlulardan H. T. B.’ın İcra Müdürlüğü’ ne başvurarak takip dayanağı senetle ilgili Denizli Asliye Ceza Mahkemesi’ne açılan sahtecilik davası nedeniyle takibin durdurulmasını talep ettiği, İcra müdürlüğünce HMK. nun 209 maddesi uyarınca takibin durdurulduğu, bu karara karşı alacaklı vekilinin mahkemeye şikayet yoluna başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İcra ve iflas hukuku, icra ve iflas takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. Bu hukuk dalının amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu veya üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan kötüniyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemektir. İcra iflas hukukunun en önemli kaynağı İcra Ve İflas Kanunu olup, bu Kanun, icra ve iflas takibinden, tahsile kadar uygulanması gereken usul hükümlerini düzenlemektedir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, İcra Ve İflas Kanunu’nda bir hüküm olmayan hallerde, ancak İcra Ve İflas Kanunu’nda açıkça gönderme olması ( İİK 50, 68/a-4 gibi ) veya bu kanunun özel veya genel hükümlerine aykırı olmaması ( zorunlu dava arkadaşlığı ) hallerinde uygulanabilir. Bu ilkeler ışığında HMK’ nun 209/1. maddesinin ilamsız icra takiplerine etkisi değerlendirilmelidir. Bu maddeye göre “adi bir senetteki yazı veya imza inkar edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz.” Bu maddenin icra takiplerinde uygulanması gerektiğine ilişkin olarak İcra Ve İflas Kanununda bir hüküm bulunmamaktadır.

Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile yapılan takipte, takibe konu kambiyo senedi altındaki imzaya itiraz, İİK’nun170. maddesinde özel olarak düzenlendiğinden, imza inkarı iddiası hakkında, sonraki genel kanun olan HUMK’nun209. maddesi uygulanamaz. İmza itirazı, İİK’nun 170/1. maddesi uyarınca satıştan başka icra takip muamelelerini durdurmaz. Ancak icra mahkemesi itirazla ilgili kararına kadar takibin geçici olarak durdurulmasına karar verebilir ( İİK 170/2 ).

Öte yandan iddiasının imza itirazı dışındaki bir nedene ( yazıda) dayanması halinde Dairemiz, İcra Ve İflas Kanunu’nda bir düzenleme bulunmadığından HMK’nun 209. maddesinin uygulanması gerektiği görüşünde iken, daha sonra içtihat değişikliğine gidilerek, senet üzerinde bulunan yazıdaki iddiasının borca itiraz niteliğinde olup, bu konunun da İİK’ nun 169/a maddesinde düzenlenmiş olması nedeniyle, HMK’nun 209. maddesinin bu yönden de uygulama yerinin olmadığı görüşü benimsenmiştir.

İcra mahkemesi, önüne gelen itiraz ve şikayetleri, İcra Ve İflas Kanunu’nda düzenlenen özel usul kurallarını uygulayarak takip hukuku bakımından kesin hükme bağladığından, anılan mahkemenin kararları kural olarak maddi anlamda kesin hüküm niteliği taşımaz. Bu nedenle borca veya imzaya itirazın incelenmesi sırasında iddiasına olarak genel mahkemelerde davaları bekletici mesele yapamayacağı gibi takibin durdurulmasına da karar veremez. Sadece İİK.nun 169/a-2. maddesi uyarınca itirazın esası hakkındaki kararına kadar icra takibinin muvakkaten durdurulmasına karar verebilir. İcra mahkemesince takibe konu alacakla ilgili bir karar verilmiş olması, aynı alacak hakkında genel mahkemelerde dava açılmasına engel oluşturmaz.

Borçlunun olarak açtığıı, İİK’nun 72. maddesi kapsamında bir dava olup, anılan maddedeki usule göre mahkemeden alınacak ihtiyati tedbir kararı ile icra takibi durdurulabilir. sahtelik nedeniyle gibi, cumhuriyet savcılığına aynı nedenle yapılan şikayet ve ceza mahkemesinde açılan dava da kendiliğinden icra takibini durdurmaz ve bekletici mesele yapılamaz. Ancak cumhuriyet savcılığı veya ceza mahkemesince tedbir kararı verilirse icra takibi durdurulabilir.

Yukarıda açıklanan ilke ve kurallar ışığında, takibin kesinleşmesi öncesi veya sonrasında takibe konu senedin sahteliğinin iddia edilmesi, HMK’nun 209. maddesi uyarınca takibin durdurulması sonucunu doğurmaz. Anılan hüküm, genel mahkemelerde davalarla ilgili olarak senedin hiçbir işleme esas alınamayacağını, başka bir anlatımla delil olarak kullanılamayacağını öngörmekte olup, icra takibine etkisi yoktur.

Somut olayda Asliye Ticaret Mahkemesine davasında tedbiren takibin durdurulması talebinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

O halde, mahkemece şikayetin kabulü gerekirken Denizli 5. Asliye Ceza Mahkemesi ve Denizli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde takip dayanağı senedin sahteliği ileri sürüldüğünden icra müdürlüğünce HMK. nun 209. maddesi uyarınca icra takibinin durdurulmasında usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.04.2014 gününde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 08.12.1982 günlü 1982/4 E. ve 1982/4 K. sayılı kararına göre “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesi hükmüne göre, mahkemelerin görevleri kanunla düzenlenir. Öte yandan, 5 Aralık 1977 tarihli, 4/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere, mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olup kıyas veya yorum ile genişletilmesi yahut değiştirilmeleri mümkün bulunmamaktadır. Şayet kanunda açıklık yoksa, görev genel mahkemelere aittir.”

Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2014 tarihli 2013/12-1310 E. ve 2014/532 K. sayılı ilamına göre icra mahkemesinin yetkisi sınırlıdır.

T.C. Anayasası’nın 6.maddesine göre , 36.maddesine göre , 37.maddesine göre , 142.madesine göre

Hükümlerinin mahiyeti itibariyle herkese veya her olaya uygulanması mümkün olan kanunlara genel kanun, belli kişilere veya belli olaylara uygulanan kanunlara ise özel kanun denilmektedir. İcra ve İflas Kanunu özel, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ise genel kanundur.

Kambiyo senetlerinde İİK.’nun 169/a maddesi gereğince dar yetkili icra mahkemesi imza inkarı dışındaki sahtecilik iddiasını inceleyemez. Çünkü bu maddede incelenebilecek itiraz sebepleri; a) İtfa, b) İmhal, c) Zamanaşımı ve d) İmzaya itiraz olmak üzere sınırlı olarak sayılmıştır. Senette sahtecilik iddiasını inceleme görevi genel yetkili mahkemelere aittir. İmza itirazı da borca iitrazdır. Yasa koyucu imza itirazının inceleme şeklini ayrıntılı olarak İİK.’nun 170. maddesinde düzenlediği halde sahtecilik itirazının incelenme şeklini İİK.’nda düzenlememiştir. Yasa koyucunun böyle bir iradesi olsa idi sahtecilik itirazının incelenme şeklini de belirlerdi. Takip hukukunda düzenlenmeyen bir konuda yorum yolu ile icra mahkemelerinin görevli olunduğunu söylemek Anayasa’ya, İİK.’na ve İçtihadı birleştirme kararına açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

İcra ve İflas Kanunu icra takip hukuku açısından Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre özel kanun olup, takip hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda öncelikle İcra ve İflas Kanunu hükümlerinin, bu kanunda hüküm bulunmayan durumlarda ise anılan kanuna aykırılık teşkil etmemek koşuluyla genel nitelikte olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekir. Sahtelik iddiasının imza inkarı dışında bir nedene dayanması durumunda İcra ve İflas Kanunu’nda özel bir düzenleme bulunmadığından sorunun çözümü için 6100 Sayılı HMK. nun 209.maddesinin uygulanması gerekeceğinden bu maddenin amir hükmü gereğince icra takibi olduğu yerde durur. Bunun için sahtelik iddiasının ileri sürüldüğü mahkemece ayrıca tedbir kararı verilmesi gerekmez. Borçlu tarafından icra dairesine başvurulması halinde icra müdürlüğünce anılan madde uyarınca sahtelik davası sonuna kadar icra takibinin durdurulması gerekir. İcra müdürünün kararının taraflarca İİK. nun 16/2. maddesi uyarınca süresiz şikayet konusu yapılabileceği tabidir. Öte yandan borçlu tarafından doğrudan icra mahkemesine başvurulmasına da yasal engel olmadığından hakim, 6100 Sayılı HMK.nun 209/1.maddesini re’sen nazara almalıdır.

Pek tabidir ki mahkemece sahtelik iddiasının imza inkarı dışındaki bir nedene dayandığının belirlenmesi halinde takip hukukunun özelliği ve acele karar verilmesi gerekliliğinin bir sonucu olarak, sahtelik davası bekletici mesele yapılmadan, sahtelik davasında karar verilinceye kadar icra takibinin durdurulmasına karar verilmesi gerekir.

Yukarda belirttiğim gerekçelerle çoğunluğun görüşünün icra mahkemelerinin görev alanını yorum yolu ile genişletecek şekilde olduğu, bu görüşün Anayasaya, HMK.’ya, İİK.’na, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararına ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararına aykırı olduğunu düşündüğüm için takip hukukunda HMK.’nun 209/1.maddesinin uygulanmayacağına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Somut olayda; takibe konulan senetteki imza itirazının reddedildiği, derecattan geçerek kesinleştiği, ceza davasının da boş senedin murisin ölümünden sonra doldurularak takibe konulması iddiasına dayandığı görülmüştür.

Dairemizin istikrar kazanmış uygulamalarına göre; Senedin takibe konulduğu tarih itibarı ile yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK. nun 690. maddesinin göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanan aynı Kanun’un 592. maddesi uyarınca, tamamen doldurulmamış olan bononun tedavüle çıkarılırken doldurulması mümkün olup, bunun anlaşmalara aykırı olarak doldurulduğu iddiasının yazılı belge ile kanıtlanması halinde geçerlilik kazanması mümkündür. Somut olayda takip dayanağı bononun tanzim ve vade tarihlerinde her hangi bir tahrifat iddiası mevcut değildir. Bu kısımların anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu, İİK. nun 169/a-1.maddesinde belirtilen nitelikte yazılı bir belge ile ispatlanmalıdır. Bu durumda, borçlu, bononun boş kısımlarının anlaşmaya aykırı doldurulduğuna ilişkin iddiasını, takip dayanağı bonoya açıkça atıf yapılan İİK. nun 169/a-1.maddesinde belirtilen nitelikte yazılı bir belge ile ispat edemediğinden, mahkemece, şikayetin reddi yerine olayda uygulama yeri bulunmayan yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup kararın bu gerekçe ile bozulması gerekir.(¤¤)

Basından Hukuk Haberleri • Yargıtay’ın Trafik Kazası Kararı Vicdanları Rahatlatacak…

3 KİŞİNİN ölümüyle sonuçlanan trafik kazasında sürücüye verilen ceza, Yargıtay’ca yetersiz bulundu. Dava yeniden görülecek. Kaza, 2 Mayıs 2011 tarihinde Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde yaşanmıştı. Beşiktaş Musiki Derneği’nin kurucularından ve Ayvalık Musiki Derneği’nin kurucu hocası 82 yaşındaki Mesut Duran’ın kullandığı tali yoldaki araca, Raşit S. yönetimindeki araç büyük bir hızla çarpmış. Kazada, Duran ile birlikte araçta bulunan eşi ve kızı hayatını kaybetmişti. Açılan davada mahkeme, sürücü Raşit S’yi serbest bırakırken, 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası, TCK 51.md.ye göre de ertelemiş, 2 yıl da deneme süresine tabi tutulmasına karar vermişti. Karara itiraz, ölen ailenin yakını Avukat Ayşe Yeşim Ayseli’den geldi. Ayseli’nin itirazı sonucu temyize gönderilen dosya, Yargıtay tarafından bozuldu. Sürücüye verilen cezayı az bulan Yargıtay, davanın yeniden görülmesi gerektiğine karar verdi.

‘VİCDANLARI RAHATLATACAK’

Avukat Ayseli, söz konusu kararla, adaletin tecelli etmesi konusunda yeni bir umut doğduğunu belirterek, “Ölen 3 insan geri gelmeyecek ancak suçlunun hak ettiği cezaya çarptırılması, bir nebze olsa da vicdanları rahatlatacak” dedi.

Kazada hayatını kaybeden ailenin diğer fertleri de, “Adalete güvenmek istiyoruz. Anne, baba ve ablamızı kaybettik. Bu cezasız kalmamalı” diye konuştu.

aydinlikgazete.com

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 06 Oca 2015, 01:11


Basından Hukuk Haberleri • Yargıtay’ın kaçak inşaatlara yönelik ‘ekonomik değer’ kararı

Yargıtay’ın kaçak inşaatlara yönelik ‘ekonomik değer’ kararı

MURAT KAYA – Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, Üsküdar Çengelköy’de İmar Kanunu’na aykırı şekilde inşa edilen kooperatifle ilgili müteahhit firmanın açtığı alacak davasında, yerel mahkemenin verdiği "1 milyon 400 bin lira bedelin iş sahibi kooperatiften alınarak davacı firmaya ödenmesi" kararını, "imara aykırı yapılan inşaatların ekonomik değerinden söz edilemeyeceği" gerekçesiyle bozdu.

Nato Yolu üzerinde kooperatif olarak inşa edilen ve içinde çeşitli büyüklüklerde en az 300’er daire barındıran özel sitelerin bir çoğu, müteahhit (yüklenici) firmaların, kooperatif ortaklarına açtıkları davalar ve imar sorunlarıyla gündeme geliyor. İmar Kanunu’na aykırı inşa edildikleri gerekçesiyle bugüne kadar ruhsat verilmeyen kooperatiflerle ilgili mahkemelere açılan "alacak ve sözleşmenin feshi" davalarıyla ilgili Yargıtay "içtihat" niteliğinde bir karar verdi.

Bosna Bulvarı’ndaki 292 dairelik Çamlıca Palmiye Sitesi’ni inşa eden yüklenici firma Öz İmar İnşaat şirketi, hak sahibi SS Akören Konut Yapı Kooperatifi’nin sözleşmeyi feshetmesi üzerine, "sözleşme feshinin haksızlığının tespiti" ve "bakiye iş bedelinin tahsil edilmesi"ne yönelik, Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde dava açtı. Kooperatif avukatları, kendilerine dava açan şirkete yönelik "fazla yapılan ödeme ile eksik, kusurlu işler bedelinin tahsili ve tazminat" talepli karşı bir dava açtı.

Yargılama sonucunda yerel mahkeme, asıl davanın ıslahla arttırılan miktarını da dikkate alarak, bir milyon 400 bin liralık istemin kabulüne karar verirken, davalı kooperatif tarafından açılan karşı davayı reddetti.

– "Binalar kaçak yapı durumunda"

Davalı-karşı davacı avukatlarının kararı temyiz etmesi üzerine dosyaya bakan Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Kararda, taraflar arasında 2 Şubat 1994’te konut inşaat sözleşmesi, 12 Temmuz 1997’de "ek sözleşme" düzenlendiği, bu sözleşmelerin Borçlar Kanunu’na göre "eser sözleşmesi" niteliğinde olduğu belirtildi.

Asıl davada davacı Öz İmar İnşaat şirketinin sözleşme hükümleri uyarınca, üzerine düşen görevi yerine getirdiği, sözleşme konusu inşaatları yüzde 95 oranında tamamladığı ve davalı SS Akören Konut Yapı Kooperatifi’nin sözleşmeyi haksız feshettiği aktarılan kararda, davacı firmanın iş bedeline hak kazanabilmesi için inşaatı sözleşmeye, plan ve projesine, imar mevzuatı ve teknik kurallara uygun biçimde yapıp, iş sahibine teslim etmesi gerektiği kaydedildi.

Davaya bakan mahkemece alınan 2 Haziran 2008 tarihli bilirkişi raporunda, "davaya konu inşaatların belediyece tasdik edilmiş mimari, statik, tesisat, kalorifer ve ısı yalıtım projeleri ile yine belediyesince düzenlenerek onaylanmış inşaat ruhsatı bulunmadığından, dava konusu binaların kaçak yapı durumunda bulunduğu"nun belirtildiği hatırlatılan kararda, İmar Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca bazı istisnalar dışında tüm yapılara yapı ruhsatı alınmasının zorunlu olduğuna dikkati çekildi.

– "Ruhsat alma yükümlülüğü iş sahibine aittir"

Yapılara ruhsat verilmesi için gerekli şartların İmar Kanunu’nun 22. maddesinde gösterildiğini ve sözleşmede aksine hüküm yoksa ruhsat alma yükümlülüğünün iş sahibine ait olduğunu belirtilen kararda, şu bilgilere yer verildi:

"Taraflar arasındaki gerek asıl ve gerekse ek sözleşmede yapı ruhsatı alınması ediminin yükleniciye ait olduğu kararlaştırılmadığından, İmar Kanunu’nun 30. maddesi hükmü gereğince, yapı ruhsatını almak edimi iş sahibi kooperatife aittir. Ruhsat alınmadan ya da ruhsat alınsa bile alınan ruhsata uygun yapılmayan inşaatlar ‘kaçak inşaat’ olarak tanımlanır. Dairemizin yerleşik uygulama ve içtihatlarına göre, emredici hukuk kurallarını içeren İmar Kanunu hükümlerine aykırı yapılan yapı, ‘kaçak yapı’ niteliğinde olduğundan, yasal hale getirilmedikçe ekonomik değer ifada etmez. Ekonomik değer taşımadığı için de yüklenici bu nitelikteki iş ve imalatın bedelini isteyemez. Ancak işin yasal duruma getirilmesi halinde yüklenici, hak ettiği iş bedelini talep edebilir."
Dava konusu inşaatların davalı iş sahibi kooperatif tarafından öncelikle yasal hale getirilmesi ve yapı ruhsatının alınabilmesi için bu kooperatife yeterli süre ve yetki verilmesi gerektiği anlatılan kararda, "Kooperatifin yapı ruhsatı alıp inşaatları yasal hale getirmemesi durumunda aynı sebeple yüklenici şirkete yetki ve uygun süre verilmesi, verilecek yetki ve uygun süreye rağmen yasal hale getirilmemesi durumunda inşaatların ekonomik değerinden söz edilemeyeceğinden, yüklenici tarafından açılan asıl davanın reddine karar verilmesi gerekir" denildi.

– Tutarın saptanması için bilirkişi raporu

Aralarında davacı şirket yetkilisi ile kooperatif yetkililerinin de bulunduğu bir çok kişi hakkında, "zimmet" ve "görevi kötüye kullanmak" suçundan Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dava açıldığı ve bu davanın halen devam ettiğine işaret edilen kararda, ceza davasının sonuçlarının temyize konu hukuk davasını etkileyeceği bildirildi.

Ceza davasının sonucunun beklenmesi ve karar kesinleştikten sonra gerçeğin ortaya çıkması için oluşturulacak 3 kişilik bilirkişi heyetiyle mahallinde keşif yapılması gerektiği aktarılan kararda, denetime elverişli, gerekçeli rapor alınmasının ardından oluşacak sonuç çerçevesinde davacı firmanın hak ettiği iş bedelinin tutarının saptanmasının daha uygun olacağını kaydedildi.

timeturk.com

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 28 Ara 2014, 18:04


Yargıtay’ın yerel mahkeme sözleşmeyi feshedebilir ancak tahliye kararı veremez kararı değişti

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin, İstinye Park’ta bir iş yerinin usulsüzlük nedeniyle kira sözleşmesinin feshi ve tahliye edilmesi kararını bozma hükmü, 17 yıl sonra bir uyuşmazlık mahkemesi olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından iptal edildi.

 

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin, İstinye Park’ta bir iş yerinin usulsüzlük nedeniyle kira sözleşmesinin feshi ve tahliye edilmesi kararını “yerel mahkemenin sadece sözleşmenin feshi kararını verebileceği” gerekçesiyle bozma hükmü, yerel mahkemenin kararında direnmesi üzerine dosyanın gittiği uyuşmazlık mahkemesi olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından iptal edildi.

Yaklaşık 300 mağazanın bulunduğu İstinye Park’taki bir işletmenin, kira sözleşmesine uymadığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesi ve kiralanan yerden tahliye edilmesi talebine ilişkin,alışveriş merkezinin avukatı tarafından İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne dava açıldı.

Dava, davaya yönelik karar veren mahkeme ve bu kararın temyiz edildiği Yargıtay arasında meydana gelen uyuşmazlığın çözümü için Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na sevk edildi.

Yerel mahkeme ile Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’ni karşı karşıya getiren ”kiracının tahliyesi” uyuşmazlığında son sözü söyleyen genel kurul, yerel mahkemenin “sözleşmenin feshi” ve “kiracının tahliyesi” kararında direnmesinin hakkı olduğuna hükmederek, temyiz makamı Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin “yerel mahkeme sözleşmeyi feshedebilir ancak tahliye kararı veremez” bozma hükmünü iptal etti.

“Genel kurul kararı Türk hukuku açısından önemli bir gelişme”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararını değerlendiren, davacılar İstinye Park’ın sahibi Orta Gayrimenkul Yatırım ve Turizm AŞ. ile Doğuş Turizm Sağlık Yatırım AŞ’nin avukatı Erdal Kılbaşoğlu, genel kurul kararının Türk hukuku açısından çok önemli bir gelişme olduğunu söyledi.

Gerekçeli onama kararını, tebliğ edilmediği için henüz görmediklerini aktaran Kılbaşoğlu, “Ancak Yargıtay’ın internet sitesinde onama bilgisi her iki dosya için de işlenmiştir” dedi.

İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin direnme kararını onayan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, Yargıtay 6. Dairesi’nin içtihadını doğru bulmadığını belirten Kılbaşoğlu, “Bu şekilde yaklaşık 17 yıldan beri devam eden Yargıtay 6.Dairesi’nin kökleşmiş ve bugüne değin yüzlerce davaya konu olan içtihadı da bu davamız sayesinde değişmiş oldu. Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararı, Türkiye’de hem hukuk tekniği hem de uygulama açısından ciddi bir emsal teşkil edecektir” diye konuştu.

Kılbaşoğlu, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin akdin feshini kabul edip tahliyeyi kabul etmeyen ve bu şekilde akdin feshi ile tahliyeyi birbirinden ayıran kararının, pratikte içinden çıkılmaz sorunlara neden olacağını ve genel kurul kararıyla bu içtihadının değişmiş olduğunu kaydetti.

Davanın geçmişi

Avukat Erdal Kılbaşoğlu tarafından davalı kafe işletmesi aleyhine İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne sunulan dava dilekçesinde, davalı şirketin alışveriş merkezinde ”Pazaryeri” olarak adlandırılan bölümdeki bir işletmenin sahibi olduğu, 11 Temmuz 2007′de sözleşme imzalandığı ve sözleşmeye aykırı davranışların sözleşmenin feshi nedeni sayılacağının kendisine bildirildiği ifade edildi.

Dilekçede, yapılan araştırma sonucu davalı şirketin çoğu zaman fiş kesmediği ve bu suretle kira sözleşmesine aykırı davrandığının anlaşıldığı belirtilerek, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin feshine ve davalı kiracının İstinye Park Alışveriş Merkezi’nden tahliyesine karar verilmesi talep edildi.

Davayı 1 Mart 2011′de karara bağlayan mahkeme, taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesine göre, aylık sabit 3 bin 450 avro artı KDV olan kira bedelinin yanında, hasılatın yüzde 8′inin de kiralayana ödenmesi gerektiğini kaydederek, davalının satışlarını kira sözleşmesine aykırı şekilde yazar kasa, fiş makinesiyle belgelendirmediği ve sözleşmeye aykırı fiş kesme durumunun mevcut olduğu gerekçeleriyle İstinye Park Alışveriş Merkezi’ndeki taşınmazla ilgili kira sözleşmesinin feshine ve davalının taşınmazdan tahliyesine karar verdi.

Yargıtay’ın kararı

Davanın temyiz edildiği Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 15 Aralık 2011′de verdiği kararla, ”Sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliyeye karar verilebilmesi için, sözleşmeye aykırılığın kiralananın doğrudan kullanımıyla ilgili olması gerekir. Kira sözleşmesinde, kiracının kabul ettiği olgulardan birinin yerine getirilmemesi, sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliye sebebi olarak kabul edilmez” ifadesini kullanarak, dava konusu sözleşmeye aykırılık hususunun ancak sözleşmenin feshi sebebi olabileceğini aktardı.

Yargıtay, mahkemenin sözleşmenin feshi kararıyla yetinmesi gerekirken, tahliye isteminin kabulüne de karar vermesinin doğru olmadığını belirterek, hükmün bozulmasını kararlaştırdı.

Mahkeme kararında direndi

İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi, bozma ilamına karşı 11 Ekim 2012′de verdiği kararla, Yargıtay’ın 15 Aralık 2011 tarihli bozma ilamına direnilmesine hükmetmiş, mahkemeler arasında beliren uyuşmazlık nedeniyle dosya, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na sevk edilmişti.

Yargıtay’ın, “feshe evet, tahliyeye hayır” kararı


Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, İstinye Park’ta bir kafe kiralayan işletmenin, usulsüzlük nedeniyle “kira sözleşmesinin feshi” ve “alışveriş merkezinden tahliye edilmesi” kararını, “yerel mahkemenin sadece sözleşmenin feshi kararını verebileceği” gerekçesiyle bozdu.

İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin bu kararında direnmesi üzerine dosya, aradaki uyuşmazlığın giderilmesi için Yargıtay Genel Kurulu’na gönderilecek.

Yaklaşık 300 mağazanın bulunduğu ve İstanbul’un önemli alışveriş merkezlerinden biri olan İstinye Park’taki bir işletmenin, kira sözleşmesine uymadığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesi ve kiralanan yerden tahliye edilmesi talebine ilişkin, alışveriş merkezinin avukatınca İstanbul 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne açılan bir dava, davaya yönelik karar veren mahkemeyle, bu kararın temyiz edildiği Yargıtay’ı, “kiracının tahliyesi” konusunda karşı karşıya getirdi.

Davacılar İstinye Park’ın sahibi Orta Gayrimenkul Yatırım ve Turizm A.Ş ile dükkanı kiralayan Doğuş Turizm Sağlık Yatırım A.Ş’nin avukatı Erdal Kılbaşoğlu tarafından, davalı kafe işletmesi aleyhine İstanbul 6. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne sunulan dava dilekçesinde, davalı şirketin alışveriş merkezinde “Pazaryeri” olarak adlandırılan bölümdeki bir işletmenin sahibi olduğu ve 11 Temmuz 2007 tarihinde imzalanan adi kira sözleşmesine göre, aylık asgari kira bedeliyle hasılat kirasını ödemekle yükümlü kılındığı hatırlatıldı.

Kira sözleşmesinde asgari aylık kira bedelinin belirlenmiş olduğu ve aylık cironun belirli bir seviyeye ulaşması halinde ayrıca hasılat kirasının da ödeneceğinin kararlaştırıldığı aktarılan dilekçede, kiracının inisiyatifindeki ciro bilgilerinin kötüye kullanılmasının engellenmesi için sözleşmenin 10.5. maddesinde, kira kaybına neden olacak her türlü belgesiz ve fişsiz satışların yasaklandığı, 14. -2. ve 9. maddesine göre de sözleşmeye aykırı davranışların sözleşmenin feshi nedeni olacağının da belirtildiği ifade edildi.

“Kiralayana ve devlete zarar veren usulsüzlük”

“Duyum ve şikayetler üzerine, müvekkil şirketlerce de yapılan araştırmada, davalı şirketin çoğu zaman fiş kesmediği ve bu suretle kira sözleşmesine aykırı davrandığı anlaşılmıştır” denilen dilekçede, davalı şirketin maliyeye daha az vergi ödemek için fişsiz ve belgesiz satış yaptığının da anlaşıldığı, sözleşmeye aykırı şekilde kira kaybına sebebiyet verdiği ve bu durumun hem devlete hem de kiralayan şirkete zarar verdiği aktarıldı.

Sözleşmeye aykırılık durumuna ilişkin davalı şirketin noter kanalıyla uyarıldığı, şirketin davranışlarının uyarıya rağmen değişmediği ve hatta fiş kesmesine rağmen vermediği eski fişleri daha sonra fiş isteyen diğer müşterilere verdiğinin anlaşıldığı savunulan dilekçede, davalı şirketin ihtarnameye verdiği cevapla suçunu inkar ettiği ve suçlayıcı beyanlarla kötü niyet ortaya koyduğu dile getirildi.

Dilekçede, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin feshine ve davalı kiracının İstinye Park Alışveriş Merkezi’nden tahliyesine karar verilmesi talep edildi.

Davalı şirket tarafından sunulan cevap dilekçesinde ise, davaya konu taşınmazın belediye sınırları dahilinde bulunduğu, kira bedelinin 3 bin 540 Avro artı KDV olduğu, kira sözleşmesinin esas şeklini aylık asgari kira bedelinin belirlediği, bu nedenle kira sözleşmesine 6570 sayılı Gayrimenkulün Kiralanması Hakkındaki Kanun’un uygulanması gerektiği, davacının kötü niyetle hareket ettiği, kira sözleşmesine aykırı hiçbir yönün bulunmadığı, şirketin çok sıkı denetlenmesine rağmen hakkında hiçbir tutanak tutulmadığı ve aykırılığın giderilmesi için şirkete yetersiz olan 1 günlük süre verildiği kaydedilerek, davanın reddi istendi.

Mahkeme’nin “fesih ve tahliye” kararı

Yapılan duruşmalarda kamera kayıtları ve fotoğraflardan oluşan delilleri değerlendiren, alışveriş karşılığı fiş verilmediğini beyan eden davacı tanıkları ile fiş verildiğini söyleyen davalı tanıklarını dinleyen ve dosyanın gönderildiği bilirkişinin kira sözleşmesinin feshi ve davalının tahliye edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmesiyle birlikte davayı 1 Mart 2011′de karara bağlayan İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi hakimi Sultan Boztaş, sözleşmeye aykırılık halinin davalının kiraladığı iş yerinde çalıştırdığı kafede fiş kesmeme hususundan kaynaklandığını hatırlattı.

“Davacı tarafından davalıya verilen süre, şirket yetkililerinin ihtarnameyi aldıktan sonra, kasada bulunan personele talimat vermesiyle sözleşmeye aykırılık halinin son bulması mümkün olduğundan yeterlidir” ifadesini kullanan Boztaş, taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesine göre, aylık sabit 3 bin 450 Avro, artı KDV olan kira bedelinin yanında, hasılatın yüzde 8′inin de kiralayana ödenmesi gerektiğini aktardı.

Hakim Boztaş, davalının satışlarını kira sözleşmesine aykırı şekilde yazar kasa, fiş makinesiyle belgelendirmediği ve sözleşmeye aykırı “fiş kesmeme” durumunun mevcut olduğunu belirterek, İstinye Park Alışveriş Merkezi’ndeki taşınmazla ilgili kira sözleşmesinin feshine ve davalının taşınmazdan tahliyesine karar verdi.

Yargıtay’ın, “feshe evet, tahliyeye hayır” kararı

Davanın temyiz edildiği Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 15 Aralık 2011′de verdiği kararla, davalının kiralanan yerde zaman zaman fişsiz ve faturasız satış yaptığı, bu satışlar nedeniyle davacı şirkete bazı müşteriler tarafından şikayette bulunulduğu, ihtardan sonra dahi kiracı tarafından fişsiz-faturasız satışların yapıldığının tespit edildiği ve bunun da kira sözleşmesinin belirtilen maddelerine aykırı olduğunun kabul edilmesi gerektiği bildirildi.

“Ancak, sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliyeye karar verilebilmesi için, sözleşmeye aykırılığın kiralananın doğrudan kullanımıyla ilgili olması gerekir. Kira sözleşmesinde, kiracının kabul ettiği olgulardan birinin yerine getirilmemesi, sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliye sebebi olarak kabul edilmez” ifadesi yer alan kararda, kiracının “fişsiz ve faturasız satış yapması” eyleminin, kira sözleşmesinin esaslı bir unsuru olarak kabul edilmesine rağmen, Borçlar Kanunu’nun 256. maddesi anlamında, sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliye sebebi olmadığı belirtildi.

Dava konusu sözleşmeye aykırılık hususunun, olsa olsa sözleşmenin feshi sebebi olabileceği aktarılan Yargıtay kararında, “Mahkemece, sözleşmenin feshi isteminin kabulü ile, sözleşmenin feshi kararıyla yetinilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliye isteminin de kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından, hükmün bozulması gerekmiştir. Bu nedenlerle, davalının vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar verildi” denildi.

“Boşananları aynı evde yaşamaya mecbur kılmak’ gibi”

Yargıtay’ın bozma ilamına karşı İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne direnme talep dilekçesi sunan davacı şirket avukatı Erdal Kılbaşoğlu, Yargıtay’ın bozma kararını, hiç bir mantık kuralıyla izah etmenin mümkün olmadığını ve mevcut bir kira sözleşmesini feshedip tahliye kararını vermemenin pratikte içinden çıkılmaz bir kargaşaya sebep olacağını belirtti.

Sözleşmenin feshedilmesine rağmen kiracının tahliyesine ilişkin bir karar verilmemesiyle, ortada bir kira sözleşmesi bulunmadığı halde kiracının taşınmazı kullanma hakkının devam ettiğine ilişkin yanlış bir durumla karşılaşılacağını öne süren Kılbaşoğlu, “Kira sözleşmesi feshedilmekle kiracının kiralanan yerde kalmasının hukuki sebebi ortadan kalkacak, yani kiracı hukuksuz bir şekilde işgalci olarak, kiralanan yeri kullanmaya devam edecektir” ifadesini kullandı.

Mahkemenin kararında direnmesini talep eden Kılbaşoğlu, Yargıtay’ın verdiği kararı şöyle örneklendirdi:

“Nasıl ki, bir boşanma davasında tarafların boşanmasına karar verildikten sonra, aynı evde yaşamalarını mecbur kılmak, hukuki açıdan ve mantıksal olarak izahı mümkün bir durum değilse, kira akdi feshedildikten sonra bunun gereği ve doğal bir sonucu olan tahliyeye karar vermemek de hukuk mantığına uygun değildir.”

Mahkeme, kararında direndi

İstanbul 4. Sulh Hukuk Mahkemesi, bozma ilamına karşı 11 Ekim 2012′de verdiği kararla, Yargıtay’ın 15 Aralık 2011 tarihli bozma ilamına direnilmesine hükmetti.

Mahkemeler arasındaki uyuşmazlık nedeniyle dosya, Yargıtay Genel Kurulu’na gönderilecek.