Etiket arşivi: 21.1.2009

Y9HD 21.1.2009 E.2007/34528 – K.2009/601

– ALT İŞVERENLER ARASINDA HUKUKİ İLİŞKİ

– ALT İŞVERENİN DEĞİŞMESİNİN İŞÇİLİK HAKLARINA ETKİSİ

– İŞ YERİ DEVRİ (Asıl İşverenin veya Alt İşverenin Değişmesi)

– KIDEM TAZMİNATI (İşveren-Alt İşveren)

– İŞVEREN-ALT İŞVEREN

– İŞYERİ

– SÜPERMARKETTE REYON İŞLETMEK (Asıl İşveren / Alt İşveren) –

4857 Sa.Ka.2/111, 3, 6 – 1475 Sa.Ka.14/2

1. Kıdem tazminatı açısından asıl işveren alt işveren ilişkisinin sona ermesinin ardından işyerinden ayrılan alt işveren ile daha sonra aynı işi alan alt işveren arasında hukuki yada fiili bir bağlantı olsun ya da olmasın kıdem tazminatı açısından önceki işverenin, devir tarihindeki ücret ve kendi dönemi ile sınırlı sorumluluğu,   son alt işverenin ise tüm dönemden sorumluluğu kabul edilmelidir.
İşçinin asıl işverenden alınan iş kapsamında ve değişen alt işverenlere ait işyerinde ara vermeden çalışması halinde işyeri devri kurallarına göre çözüme gidilmesi yerinde olur. Bu durumda değişen alt işverenler, işçinin iş sözleşmesini ve doğmuş bulunan işçilik haklarını devralmış sayılır.   İş Sözleşmesinin tarafı olan işçi ya da alt işveren tarafından bir fesih bildirimi yapılmadığı sürece İş Sözleşmeleri değişen alt işverenle devam edeceğinden, işyerinde çalışması devam eden işçinin feshe bağlı haklar olan ihbar ve kıdem tazminatı ile izin ücreti talep koşulları gerçekleşmiş sayılmaz. Buna karşın İş Sözleşmesinin feshi yönünde bir irade açıklamasının kanıtlanması durumunda İş Sözleşmesi bildirimini karşı tarafa ulaşması ile sona ereceğinden, işçinin daha sonraki çalışmaları yeni bir İş Sözleşmesi niteliğindedir. Bu ihtimalde feshe bağlı hakların talep koşulları gerçekleşeceğinden, feshin niteliğine göre hak kazanma durumunun incelenmesi gerekir.
2. Somut olayda davacı işçi davalı Migros A.Ş.’nin et reyonunda çalışmıştır. Anılan şirket ile Feryat Temizlik Tüketim Malzemeleri, Gıda İnşaat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. arasındaki ilişkinin kira sözleşmesi olmadığı tarafların kabulündedir.
Taraflar arasındaki sözleşmeye göre; her iki şirket arasında asıl işveren alt işveren ilişkisinin bulunduğu açıktır. Migros A.Ş. yönünden 4857 sayılı Kanun 2 md. 6. fıkrası gereğince sorumluluğuna gidilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

DAVA ve KARAR:

Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin, fazla çalışma, hafta tatili,   genel tatil ücreti ile ücret alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel Mahkeme, davalı Migros A.Ş. yönünden isteğin reddine diğer davalı yönünden kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla,   dava dosyası için Tetkik Hakimi İ. Polat tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ KARARI:

Taraflar arasındaki temel uyuşmazlık, değişen alt işverenler arasındaki hukuki ilişkinin tespiti ve bunun işçinin işçilik haklarına etkileri konusunda toplanmaktadır.

4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde işveren, bir iş sözleşmesine dayanarak işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi ya da tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar olarak açıklanmıştır.

O halde asıl işveren alt işveren ilişkisinden söz edilebilmesi için ilk olarak mal veya hizmetin üretildiği bir işyeri olan işverenin varlığı gerekir. Bundan başka işverene ait işyerinde iş alan ikinci bir işverenin varlığı gerekir ki, asıl işveren alt işveren ilişkisinden söz edilebilsin. Alt işverenin başlangıçta bir işyerinin olması şart değildir. Alt işveren, işveren sıfatını ilk defa asıl işverenden aldığı iş ve  bu işin görüldüğü işyeri nedeniyle kazanmış da olabilir.

Asıl işverene ait işyerinde yürütülmekte olan mal veya hizmet üretimine ait yardımcı bir işin alt işverene bırakılması ile alt işveren açısından bağımsız bir işyerinden söz edilip edilemeyeceği sorunu öncelikle çözümlenmelidir. Zira, asıl işveren ya da alt işverenin değişmesinin işyeri devri niteliğinde olup olmadığının tespiti için, işyeri kavramının bu noktada açıklığa kavuşturulması gerekir.

Soruna 2821 sayılı Sendikalar Kanunu açısından baktığımızda asıl işin tabi olduğu iş kolunun yardımcı iş için de geçerli olduğunu söylemek gerekirse de, 4857 sayılı İş Kanununun 3. maddesinin açık hükmü karşısında işin alt işverene bırakıldığı durumların bundan ayrık tutulması gerekir. Gerçekten, 4857 sayılı  İş Kanununun 2/III. Maddesinde, “İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür” şeklinde Sendikalar Kanunu ile örtüşen ana kurala yer verildiği halde, sonraki bentlerde asıl işveren alt işveren ilişkisi düzenlenmiş bir anlamda yardımcı işin alt işverene bırakılması ile ayrık bir durum öngörülmüştür. Daha sonra da, aynı yasanın 3. maddesinde “Alt işveren, bu sıfatla mal veya hizmet üretimi için meydana getirdiği kendi işyeri için birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlüdür” şeklinde kurala yer verilerek sorun açık biçimde çözümlenmiş ve alt işveren işyerinin asıl işverene ait işyerinden bağımsız olduğu ortaya konulmuştur. Esasen bu çözüm tarzı alt işverenlik kurumunun niteliğine de uygun düşmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 4857 sayılı İş Kanununun yürürlüğe girmesinden önce de, alt işverenin işyerinin asıl işverene ait işyerinden bağımsız olduğu sonucuna varılmıştır. (Yargıtay HGK.6.6.2001 gün 2001/9-711 E. – 2001/820 K.).

İşyerinin tamamının veya bir bölümünün hukuki bir işleme dayalı olarak başka birine devri, işyeri devri olarak tanımlanabilir. 4857 sayılı İş Kanunun  6. maddesinde, işyerinin bir bütün olarak veya bir bölümünün hukuki bir işleme dayalı olarak başkasına devri halinde mevcut İş Sözleşmelerinin devralana geçeceği düzenlenmiştir. Bu anlatıma göre, alt işverence asıl işverenden alınan iş kapsamında faaliyetini yürüttüğü işyerinin tamamen başka bir işverene devri 4857 sayılı İş Kanunun 6. maddesi kapsamında işyeri devri niteliğindedir.

Süresi sona eren alt işverenle yeni ihaleyi alan alt işveren arasında açık biçimde işyeri devrini öngören bir sözleşme yapılması da imkan dahilindedir. Uygulamada işyerinde çalışmaya devam edecek olan işçilerin de kararlaştırıldığı görülmektedir. Listede isimleri yer alan işçiler bakımından   İş Sözleşmelerinin devralan işverene geçtiği tartışmasızdır. Ancak isimleri bulunmayan ve başka bir işyerinde çalıştırılmak üzere bildirimde bulunulmayan işçilerin İş Sözleşmelerini devreden alt işveren tarafından feshedildiğini  kabul etmek gerekir.
Alt işverenin asıl işverenle akdettiği çalışma süresinin sonunda ya da süresinden önce asıl işveren alt işveren ilişkisinin sonlandırılması nedenine dayalı olarak tüm işçilerini alarak işyerinden ayrılması ve ardından işin asıl işveren tarafından başka bir alt işverene verilmesi örneğinde, alt işverenler arasında hukuki bir liişki bulunmamaktadır. Hukuki ilişki, alt işverenler ile asıl işveren arasında gerçekleştiğinden belirtilen durum alt işverenler arasında işyeri devri olarak değerlendirilemez.
Alt işverenlerin değişmesi en yaygın biçimde, süresi sona eren alt işverenin işyerinden ayrılması ve işçilerin yeni alt işverene nezdinde çalışmaya devam etmeleri şeklinde gerçekleşmektedir. Bu eylemli durumunun işyeri devri netiliğinde olup olmadığının tespiti ile hukuki sonuçlarının belirlenmesi önemlidir.   Beklenen süreç, süresi sona eren alt işverenin işyerinden ayrılması anında işçilerini de beraberinde başka işyerlerine götürme şeklinde gerçekleşmesidir. Bunun tersine alt işveren işçilerinin, alt işverenin işyerinden ayrılmasına rağmen yeni alt işveren yanında aynı şekilde çalışmayı sürdürmeleri, alt işverenler arasında 4857 sayılı İş Kanununun 6. maddesi anlamında bir işyeri devrinin kabulünü gerektirir. Devralan işverenin devam eden hizmet akitlerini devraldığı 4857 sayılı İş Kanununun 6. maddesinde açıklanmıştır.
Alt işverenlerin aralarında herhangi bir hukuki işleme bağlı olmaksızın değişmesini işyeri devri olarak kabul etmediğimiz taktirde, her bir alt işverenin kendi dönemiyle ilgili olarak işçilik haklarından sorumluğu söz konusu olacağından ve asıl işverenin sorumluluğu yasa gereği alt işverenin sorumluluğunu aşamayacağından hak kaybına neden olabilecektir.   Örneğin işyerinde periyodik olarak 11 er aylık sürelerle işçi çalıştıran alt işverenler yönünden hiçbir zaman kıdem tazminatı ile izin ücreti ödeme yükümlülüğü doğmaz ve buna rağmen asıl işverenin bu işçilik haklarından sorumluluğu gündeme gelir. Oysa asıl işverenin sorumluluğunun alt işveren veya işverenlerin sorumluluğunu aşması düşünülemez.
1475 sayılı yasanın 14/2. maddesi hükmü, 4857 sayılı İş Kanununun   6. maddesinde belirtilen işyeri devrini de içine alan daha geniş bir düzenleme olarak değerlendirilebilir. Gerçekten maddede, işyerlerini devir veya intikalinden   söz edildikten sonra “… yahut herhangi bir suretle bir işverenden başka bir işverene geçmesi veya başka bir yere nakli…” denilmek suretiyle uygulama alanı 4857 sayılı İş Kanununun 6. maddesine göre daha geniş biçimde çizilmiştir. O halde kıdem tazminatı açısından asıl işveren alt işveren ilişkisinin sona ermesinin ardından işyerinden ayrılan alt işveren ile daha sonra aynı işi alan alt işveren arasında hukuki yada fiili bir bağlantı olsun ya da olmasın kıdem tazminatı açısından önceki işverenin, devir tarihindeki ücret ve kendi dönemi ile sınırlı sorumluluğu, son alt işverenin ise tüm dönemden sorumluluğu kabul edilmelidir.

İşçinin asıl işverenden alınan iş kapsamında ve değişen alt işverenlere ait işyerinde ara vermeden çalışması halinde işyeri devri kurallarına göre çözüme gidilmesi yerinde olur. Bu durumda değişen alt işverenler, işçinin iş sözleşmesini ve doğmuş bulunan işçilik haklarını devralmış sayılır. İş Sözleşmesinin tarafı olan işçi ya da alt işveren tarafından bir fesih bildirimi yapılmadığı sürece İş Sözleşmeleri değişen alt işvernele devam edeceğinden, işyerinde çalışması devam eden işçinin feshe bağlı haklar olan ihbar ve kıdem tazminatı ile izin ücreti talep koşulları gerçekleşmiş sayılmaz. Buna karşın  İş Sözleşmesinin feshi yönünde bir irade açıklamasının kanıtlanması durumunda İş Sözleşmesi bildirimini karşı tarafa ulaşması ile sona ereceğinden, işçinin daha sonraki çalışmaları yeni bir İş Sözleşmesi niteliğindedir.  Bu ihtimalde feshe bağlı hakların talep koşulları gerçekleşeceğinden,   feshin niteliğine göre hak kazanma durumunun incelenmesi gerekir.

Eser sözleşmeleri niteliği itibariyle İş Sözleşmesinden farklıdır.   Sonuca yönelik ani edimli borç ilişkisidir. Sürekli bir borç ilişkisi yaratmaz.

Eser Sözleşmesinde işverenin talimat verme yetkisi de sonuca yöneliktir. Halbuki İş Sözleşmesinde işe başlayış sona erme gibi bağımlılık ilişkisi öğeleri öne çıkar.

Somut olayda davacı işçi davalı Migros A.Ş.’nin et reyonunda çalışmıştır. Anılan şirket ile Feryat Temizlik Tüketim Malzemeleri, Gıda İnşaat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. arasındaki ilişkinin kira sözleşmesi olmadığı tarafların kabulündedir.

Taraflar arasındaki sözleşmeye göre: çalışma saat ve günleri,  işyerinin kapsamı ve bulunduğu yerin belirlenmesi, ürünlerin fiyatlarının tavsiye şekli, kalite tespitinin Migros A.Ş. tarafından yapılacağı ifade edilmiştir.   Bütün satışların barkod fişi verilerek yapılacağı ve tahsilatının Migros kasasından yapılacağı da anılan sözleşmede belirtilmiştir.

Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde her iki şirket arasında asıl işveren alt işveren ilişkisinin bulunduğu açıktır. Migros A.Ş. yönünden 4857 sayılı   Kanun 2 md. 6. fıkrası gereğince sorumluluğuna gidilmesi gerekirken   yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, oybirliği ile   karar verildi.

Y.9.H.D. 21.1.2009 E.2007/34528 – K.2009/601

PicLensButton  Y9HD 21.1.2009 E.2007/34528 – K.2009/601

YHGK 21.1.2009 E.2008/5-798 – K.2009/9


 YHGK 21.1.2009 E.2008/5 798 – K.2009/9

– KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN TESPİTİ VE İDARE ADINA TESCİL BASİT YARGILAMA USULÜ (Adli Ara Vermede Bakılacak İşler)

– ADLİ ARA VERMEDE BAKILACAK İŞLER (Munzam Süre Uygulanmaz)

– TEMYİZ SÜRESİ GEÇTİKTEN SONRA KATILMA YOLU İLE TEMYİZ KATILMA YOLU İLE TEMYİZ

HUMK.176,177 – 2942 Sa.Ka.10,37

Basit yargılama usulüne tabi davada, davalı vekili tarafından adli ara vermede de işlemekte olan 15 günlük temyiz süresi geçtikten sonra verilen temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.
Katılma yolu ile temyiz, asıl temyiz talebine sıkı sıkıya bağlı ve  ona tabidir. Asıl taraf hükmü temyiz süresi geçtikten sonra temyiz etmişse, karşı taraf katılma yolu ile hükmü temyiz edemez. Eş söyleyişle, asıl tarafın geçerli (mesmu) bir temyiz talebi olmadığı için, karşı tarafın ona katılması da söz konusu olamaz.

Katılma yolu ile temyiz, asıl temyiz talebine sıkı sıkıya bağlı ve ona tabidir. Asıl taraf hükmü temyiz süresi geçtikten sonra temyiz etmişse, karşı taraf katılma yolu ile hükmü temyiz edemez. Eş söyleyişle, asıl tarafın geçerli (mesmu) bir temyiz talebi olmadığı için, karşı tarafın ona katılması da  söz konusu olamaz.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “Kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Rize Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.1.2007 gün ve 2004/542-2007/41 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi`nin 26.6.2007 gün ve 2007/3953-8448 sayılı ilamı;
Bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Dava, 4650 sayılı Yasa ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu`nun  10. maddesi uyarınca kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılmasına karar verilen taşınmazın idare adına tescili istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar, davacı vekili ile  davalının temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş;  Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Yerel Mahkemenin direnmeye ilişkin kararını davalı vekili temyize getirmekte; davacı idare vekili direnme kararını, temyize cevap ve katılma yolu ile temyiz etmektedir.

İşin esasının görüşülmesine geçilmeden önce, davalı vekilinin temyiz isteminin yasal sürede yapılıp yapılmadığı, bu bağlamda davacı idare vekilinin temyize cevap ve katılma yolu ile temyizi yönünden de nasıl bir karar verilmesi gerektiği, ön sorun olarak ele alınmıştır.

1- 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu`nun 37. maddesinde, “Bu kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür” hükmü yer almakta olup; anılan madde hükmünce basit yargılama usulüne tabi olan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davaları, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 176/11. maddesi uyarınca adli ara vermede bakılabilecek işlerdendir.

İşte bu nedenledir ki, bu davalarda süre yönünden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 177. maddesi uygulanmaz. Adli ara vermede geçen günler de süreye dahildir.

Diğer taraftan, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 432. maddesinin 1. fıkrası gereğince Asliye Hukuk Mahkemesince verilecek kararların temyiz süresi tebliğ tarihinden itibaren 15 gündür.

Somut olayda; 22.1.2008 gün ve E.2007/458 – K.2008/8 sayılı direnme kararının 4.8.2008 tarihinde davalı vekiline bizzat tebliğ edildiği, davalı vekili tarafından direnme hükmünün temyizine dair dilekçenin 15 günlük temyiz süresi geçirildikten sonra, 25.8.2008 tarihinde ibraz ile bu tarihte temyiz defterine kaydedildiği ve aynı tarihte harç alındığı anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca; davalı vekili tarafından adli ara vermede de işlemekte olan 15 günlük temyiz süresi geçtikten sonra 25.8.2008 tarihinde verilen temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Davacı idare vekilinin temyize cevap ve katılma yoluyla temyiz istemine gelince;

Katılma yolu ile temyiz, asıl temyiz talebine sıkı sıkıya bağlı ve ona tabidir. Asıl taraf hükmü temyiz süresi geçtikten sonra temyiz etmişse, karşı taraf katılma yolu ile hükmü temyiz edemez. Eş söyleyişle, asıl tarafın geçerli (mesmu) bir temyiz talebi olmadığı için, karşı tarafın ona katılması da söz konusu olamaz.

Direnme kararı davacı idare vekiline 8.8.2008 tarihinde tebliğ edilmiş olup, davacı vekili bu tarihten itibaren yasal 15 günlük temyiz süresi içinde temyiz isteminde bulunmamış; daha sonra temyiz talebinde bulunan davalı vekilinin temyiz dilekçesine verdiği 11.9.2008 tarihli cevap dilekçesinde hükmün bozulmasını istemiştir. Her ne kadar temyize cevap dilekçesi, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin 5.9.2008 tarihinde davacıya tebliğinden itibaren  Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 433/2. maddesi uyarınca 10 günlük cevap süresi içerisinde, 11.9.2008 tarihinde ibraz edilmiş ise de; az yukarıda açıklandığı üzere, direnme kararını süresinde temyiz etmeyen davalı tarafın geçerli bir temyiz talebi olmadığından, davacının ona katılması ve bu suretle direnme kararını temyiz etmesi olanaklı değildir.

Hal böyle olunca; davalı taraf direnme kararını temyiz süresi geçtikten sonra temyiz ettiğinden, davacı idare vekilinin de karşı tarafa bağlı temyiz isteminin süresi geçtiğinden, her iki tarafın temyiz istemlerinin reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1) Davalı vekilinin yasal süre geçtikten sonra ibraz ettiği temyiz dilekçesinin REDDİNE,

2) Davacı vekilinin, karşı tarafa bağlı temyiz isteminin REDDİNE, oybirliği ile karar verildi.

Y.H.G.K. 21.1.2009 E.2008/5-798 – K.2009/9

PicLensButton YHGK 21.1.2009 E.2008/5 798 – K.2009/9