Etiket arşivi: ADLİ

YARGITAY 1. CD E: 2013/5410 K: 2013/6215 *ADLİ PARA CEZASI ŞARTLI TAHLİYEYİ BOZMAZ

T.C.

YARGITAY 1. Ceza Dairesi

 

Esas No : 2013/5410 Karar No : 2013/6215

Tebliğname No : YE – 2013/335088

Y A R G I T A Y İ L A M I

(KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİ)

 

Kasten öldürmeye teşebbüs suçundan hükümlü Bahadır Döner’in, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 15.06.2000 tarihli ve 1999/25-111 sayılı kararı ile 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasını müteakip, hükümlünün 18.04.2001 tarihinden geçerli olmak üzere 4616 sayılı Yasa uyarınca koşullu salıverilmesine dair aynı Mahkemenin 27.06.2001 tarihli ve 2001/244 müteferrik sayılı kararından sonra, deneme süresi içerisinde 03.08.2002 tarihinde işlemiş olduğu kasten yaralama ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından dolayı Edremit 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 12.07.2007 tarihli ve 2003/133 esas, 2007/316 sayılı kararı ile 1.320.- Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılması sebebiyle, Edremit 1.Asliye Ceza Mahkemesince şartla tahliye kararının geri alınması yönünde yapılan ihbar üzerine mahkemesince dosyanın yeniden ele alınarak sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK. hükümleri doğrultusunda yapılan uyarlama yargılaması sonunda, hükümlünün 5237 sayılı TCK.nun 81,35,29,62.maddeleri uyarınca 2 yıl 13 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına dair kararın, Yargıtay temyiz incelemesinde 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası olarak düzeltilerek onanmasına müteakip, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 26.02.2010 tarihli ve 2010/337 değişik iş sayılı kararı ile şartla tahliye kararının geri alınmasına dair karar verildiği, bu kararın hatalı olduğundan bahisle kaldırılmasından sonra da, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesi gereğince şartla tahliye kararının geri alınarak ikinci suçun işlendiği 03.08.2002 tarihi ile bihakkın tahliye tarihi olan 02.06.2004 tarihi arasındaki sürenin aynen infazına dair Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2010 tarihli ve 2010/1493 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.

 

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin 12. fıkrasındaki “Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hakimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi halinde koşullu salıverilme kararı geri alınır.” ve aynı Kanunun anılan maddesinin 15. fıkrasının (a) bendindeki “Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkum edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından” düzenlemeleri uyarınca koşullu salıvermenin geri alınabilmesi için hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suçun işlenmesi gerektiği,hükümlünün deneme süresi içerisinde işlediği suçlardan dolayı neticeten adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, dolayısıyla koşullu salıvermenin geri alınamayacağı cihetle, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2010 tarihli ve 2010/1493 değişik iş sayılı kararının bozulması gerektiğinden söz edilerek Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 02.10.2013 gün ve 94660652-105-10-7023-2013/15035/60618 sayılı yazılı istemlerine müsteniden anılan kararın 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi gereğince kanun yararına bozulmasına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.10.2013 tarih 335088 sayılı tebliğnamesine bağlı dosyası Dairemize gönderilmekle okundu; gereği konuşulup düşünüldü.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

 

I)Olay :

 

Kasten öldürmeye teşebbüs suçundan hükümlü Bahadır Döner’in Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 15.06.2000 gün 1999/25-111 sayılı kararıyla aldığı 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezasının infazı sırasında 18.04.2001 tarihinden geçerli olmak üzere aynı mahkemenin koşullu salıverme kararıyla tahliye edildiği, koşullu salıverildikten sonra işlediği kasten yaralama ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından dolayı 12.07.2007 tarihinde Edremit 1. Asliye Ceza Mahkemesince TCK.nun 456/4,457/1,59.maddeleri ile 6136 sayılı Yasanın 15/1,TCK.nun 59,647 sayılı Yasanın 4.maddeleri uyarınca içtimaen 1.320.- TL adli para cezası ile cezalandırıldığı, ayrıca önceki mahkumiyeti sebebiyle koşullu salıverilme ile bihakkın tahliye tarihi arasında geçen sürede kasıtlı suç işlediği gerekçesiyle bu sürenin geri alınması yönünde karar kesinleştiğinde ilgili mahkemeye yazı yazılmasına karar verildiği, bu karar üzerine Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 12.02.2009 tarihli 2008/37-38 sayılı kararı ile uyarlama yargılaması sonucu hükümlü hakkında 5237 sayılı TCK.nun 81,35,29,62.maddeleri uyarınca 2 yıl 13 ay 15 gün hapis cezasına hükmedildiği, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 07.12.2009 tarih ve 2009/8387-7461 sayılı kararı ile sonuç cezanın 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası olarak düzeltilerek onanmasına karar verildiği, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 26.02.2010 tarihli ve 2010/337 değişik iş sayılı kararı ile şartla tahliye kararının geri alınmasına dair kararın hatalı olduğundan bahisle kaldırılmasından sonra da, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesi gereğince şartla tahliye kararının geri alınarak ikinci suçun işlendiği 03.08.2002 tarihi ile bihakkın tahliye tarihi olan 02.06.2004 tarihi arasındaki sürenin aynen infazına dair Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2010 tarihli ve 2010/1493 değişik iş sayılı kararının bozulması istemiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yasa yararına bozma isteminde bulunulduğu anlaşılmaktadır.

 

II) Kanun yararına bozma istemine ilişkin uyuşmazlığın kapsamı:

 

Hükümlü Bahadır Döner’in kasten öldürmeye teşebbüs suçundan koşullu salıverildikten sonra, denetim süresi içerisinde işlediği kasten yaralama ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından adli para cezasına mahkum edilmesi nedeniyle koşullu salıverilmenin geri alınıp alınmayacağı noktasında toplanmaktadır.

 

III) Hukuksal değerlendirme;

 

Hükümlü Bahadır Döner’in kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezasına hükümlendirildiği, bu suçundan Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 27.06.2001 gün 2001/244 müteferrik sayılı kararıyla 18.04.2001 tarihinden geçerli olmak üzere koşullu salıverildiği, hükümlünün 28.09.2005 olan bihakkın tahliye tarihi dolmadan 03.08.2002 tarihinde işlediği kasten yaralama ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından Edremit 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla 647 sayılı Yasanın 4 ve TCK.nun 72. maddeleri gereğince 1.320.- TL adli para cezası ile cezalandırıldığı, 5275 sayılı Yasanın 107/12,13/a maddelerinde koşullu salıverilmenin geri alınabilmesi için hapis cezası gerektiren kasıtlı bir suçtan hüküm giymesi veya infaz hakiminin yüklediği yükümlülüklerin bu süre içinde yerine getirilmemesi gerektiği, olayımızda kasıtlı suç işlediği anlaşılmış olan hükümlünün, kasten yaralama suçundan doğrudan para cezası ile cezalandırıldığı ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan da cezasının para cezasına çevrildiği ve 647 sayılı Yasanın 4/4. maddesi gereğince uygulamada asıl mahkumiyetin bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası olduğu, adli para cezasının ise koşullu salıverilmenin geri alınmasını gerektirmediği, 5275 sayılı Yasanın 15. maddesinin a bendinde “hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkum edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi tarafından koşullu salıverme kararının geri alınabileceğine” ilişkin düzenleme de dikkate alındığında Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2010 tarihli ve 2010/1493 değişik iş sayılı kararında isabet görülmediği anlaşıldığından, anılan kararın kanun yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

 

IV) Sonuç ve Karar:

 

Bu nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemi yerinde görüldüğünden, Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 25.08.2010 tarih, 2010/1493 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (TEVDİİNE), 13/11/2013 gününde oybirliği ile karar verildi. Başkan Üye Üye Üye ÜyeŞ.İste E.Ülker M.Özdemir Y.Z.Arıcan M.Şentürk

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/5-1210 Esas 2013/501 *HUKUKİ EL ATMA YARGI YERİNİN ADLİ YARGI OLDUĞU

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

2012/5-1210 Esas 2013/501 

 

 

Dava ve Karar:

 

Taraflar arasındaki "Kamulaştırmasız elatma nedeniyle tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziosmanpaşa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 08.07.2008 gün ve 2006/51 E., 2008/310 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi'nin 11.05.2009 gün ve 2009/4348 E., 2009/7175 K. sayılı ilamı ile;

 

"… Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

 

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

 

Dava konusu taşınmaz, imar planında okul yeri olarak ayrılmış olup, fiili el atma yoktur. Bu nedenle bedel davasının reddi yerine kabulüne karar verilmesi,

 

Doğru görülmemiştir …"

 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, kamulaştırmasız elatılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

 

Davacı vekili, müvekkilinin Gazi Mahallesi, Çavuşpaşa Çiftliği mevkiinde bulunan 992 ada 1 parsel numaralı taşınmazın 14.07.1986 tarihinden beri maliki olduğunu, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı tarafından imar uygulaması sonucu müvekkilinin taşınmazının okul alanı olarak düzenlendiğini, taşınmaz üzerine Milli Emlak Müdürlüğü tarafından şerh konulduğunu, müvekkilinin bu nedenle taşınmazını uzun süreden beri kullanamadığını belirterek, aynı vasıflara haiz bir arsanın mülkiyetinin müvekkiline devrine, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kamulaştırmasız el atılan arsanın bedeli olan 12.500 YTL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı belediyeden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, dava konusu taşınmazın müvekkili belediye tarafından 1986 yılında 2981 sayılı Kanun'un 10/b maddesi gereğince 2904-2653-2654 sayılı parsellerin ifrazı sonucu oluştuğunu, davacının imar uygulaması öncesindeki 512/555 (256 m².lik) hissesine karşılık; 992 ada 1 parselden 16/555 (256 m².lik) hisse verildiğini, dava konusu taşınmazın tamamının 1/1000 ölçekli 23.10.1996 tasdik tarihli Gazi Mahallesi Revizyon İmar Planında meslek lisesi alanında kaldığını, müvekkili belediye tarafından bir elatma işlemi yapılmadığını, dava konusu taşınmazı kamulaştırmaya yetkili ve görevli makamın Milli Eğitim Bakanlığı olduğunu, davanın da Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine açılması gerektiğini belirterek, davanın husumetten ve esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece, "davanın kabulü ile davacının fazlaya dair hakları saklı tutulmak kaydıyla 12.500 YTL nin dava tarihinden başlayacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, dava konusu 992 ada 1 parsel sayılı taşınmazda davacı hissesine isabet eden 256 m²'nin davalı idare adına tapuya tesciline" dair verilen karar, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire'ce, dava konusu taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılmış olduğu, fiili elatma bulunmadığı gerekçesi ile bozulmuş, Yerel Mahkeme önceki kararında direnmiştir.

 

Direnme hükmünü, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekili temyiz etmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce eldeki davanın idari yargı yerinde mi, yoksa adli yargı yerinde mi çözümü gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmış; yapılan görüşmeler sonunda, kamulaştırmasız elatma davalarının mülkiyet hakkının kısıtlanmasından kaynaklandığı, idari yargıda tescil hükmü verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, bu tür davalarda adli yargının görevli olduğu oyçokluğuyla kabul edilerek ön sorun aşılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

 

İşin esasına gelince;

 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen elatılmamış olmasına karşın, imar uygulaması sonucu okul yeri olarak ayrılmış olması nedeniyle, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının kabul edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.

 

Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle, kamulaştırmasız elatma kavramı ve niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

 

Hemen belirtmek gerekir ki; kamulaştırmasız elatma kavramı 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki elatmalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile "kamulaştırılmış" sayılmıştır.

 

Gerek 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nda, gerekse bu Kanunu kaldırarak, kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına elatılan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Bu nedenle taşınmazına kamulaştırmasız elatılan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine elatmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştı. Ancak 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 18/06/2010 gün ve 5999 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen Geçici 6. maddesinin 6. fıkrası ile taşınmazına kamulaştırmasız elatılan kimsenin tazminat davası açabileceği düzenlemesine yer verilmiştir.

 

Kamulaştırmasız elatma, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız elatmada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.

 

Ancak, kamulaştırmasız elatma ile kamulaştırmanın, konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır; her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız elatılmış olması gereklidir. Kamulaştırmasız elatmada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın, gerekse kamulaştırmasız elatmanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.

 

Az yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız elatma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen elatma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.

 

Kamulaştırmasız elatma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanunu'na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 gün, E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).

 

Malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak yapılan müdahalelerin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak elatıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile, imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta, her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.

 

Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu kuşkusuzdur.

 

Bu itibarla, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının doğal sonucu, İdarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi davacının, dava yoluyla kamulaştırmasız elatma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden taşınmazın değerinin ödenmesini isteyebileceği açıktır.

 

Benzer durumlar nedeniyle Hukuk Genel Kurulu'nun 02.02.2005 gün ve 2004/5-555 E., 2005/17 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/5-662 E., 2010/651 K.; 12.09.2012 gün ve 2012/5-210 E., 2012/565 K. sayılı ilamlarında da imar planında lise alanı, okul alanı ve yeşil alan (park) yeri olarak ayrılmış yerlere idare tarafından fiilen elatılmamış olsa dahi hukuki elatmanın varlığı kabul edilmiştir.

 

Somut olayda, davacının tapuda kayden paydaş bulunduğu dava konusu İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, Gazi Mahallesi, Çavuşbaşı Çiftliği Mevkii, 992 ada 1 parsel sayılı ve 8880 m² yüzölçümünde ve arsa niteliğindeki taşınmazın, 1/1000 ölçekli 23.10.1996 tasdik tarihli Gazi Mahallesi Revizyon İmar Planında meslek lisesi alanında kaldığı, taşınmazda imar planında özgülenen amaca yönelik tesis yapılmadığı, dosya kapsamıyla belirgin olup; esasen bu hususta uyuşmazlık da mevcut değildir.

 

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının kabulüyle, davalı İdarenin kamulaştırmasız elatma hükümleri doğrultusunda sorumlu bulunduğuna ilişkin direnme kararı yerindedir.

 

Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Daire'ce incelenmediğinden, davalı idare vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.

 

KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİ'NE GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.04.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

 

KARŞI OY YAZISI

 

Yerel mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi arasındaki uyuşmazlık, davalı idarece fiilen el atılmamış olmasına karşın, imar uygulaması sonucu okul yeri olarak ayrılmış olmasının kamulaştırmasız el atma olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasındadır.

 

Yerel mahkemece, mülkiyeti davacıya ait taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılması nedeni ile taşınmazdan bağımsız yararlanma ve başka türlü kullanma olanağı kalmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Yargıtay Özel Dairesince, dava konusu taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrıldığı, eylemli olarak el atılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur. 

 

Ancak, öncelikle üzerinde durulması gereken husus uyuşmazlığın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi görüleceğinin belirlenmesidir. Başka bir anlatımla davalı idarece eylemli olarak herhangi bir surette el atılmadığı halde, salt imar planında okul yeri olarak ayrılmış olması halinde uyuşmazlığın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi çözümleneceğinin belirlenmesidir.

 

Bilindiği üzere, kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası, 16.05.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararına dayanmaktadır. Anılan içtihatda belirtilmiştir.

 

Bu içtihada dayalı olarak, kamu idareleri tarafından haksız bir şekilde taşınmazına eylemli olarak el atılan kişi tarafından adli mahkemelerde tazminat davası açılmaktadır. Bu hususta tereddüt yoktur. Uyuşmazlık mahkemesinin içtihatları da bu yoldadır. Nitekim 14.01.2013 gün ve 2012/654E.2013/135 K.sayılı içtihadında, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Yüksek Mahkemenin bu yolda ki içtihatları istikrar kazanmıştır.

 

Sorun, somut olayımızda olduğu gibi eylemli olarak taşınmaza el atılmadığı halde, imar planında olarak ayrılması nedeni ile açılacak tazminat davasının hangi yargı kolunda görülmesi gerektiğidir. Bu konuda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 11.02.1959 gün ve 1958/17 E, 1959/15 sayılı içtihadı sorunu aydınlatır mahiyettedir. Anılan içtihatta, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda, plan ve projelere uygun olarak tesisler yaptırmış olmaları ya da bu tesisleri kullanmaları yahut tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararın ödetilmesine ilişkin davaların idari dava niteliğinde olduğundan, bu tür davaların idari yargı yerlerinde bakılması gerektiği ve kamulaştırmasız el atma halinde idarenin kamulaştırmadan kişinin malını elinden almış olması, sebebiyle kanunsuz harekette bulunmuş olacağından, haksız eylem nedeniyle açılacak tazminat davasının da adli yargı yerinde görüleceği içtihat edilmiştir.

 

Olayımızda, davacının mülkiyetinde olan taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılması nedeni ile kamulaştırmasız el atıldığından bahisle bedelinin tazmini istenmiştir. Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanun'unun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin 18. maddesinin uygulanmasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

 

Nitekim uyuşmazlık mahkemesinin benzer olaya ilişkin 9.4.2012 ve 2012/41-72 sayılı içtihadında; imar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği içtihadında bulunulmuştur. Yüksek mahkemenin bu yoldaki içtihadı benzer tüm olaylar yönünden hiç sapma göstermeden istikrar kazanmış bir içtihattır. 

 

2248 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1. maddesinde; Uyuşmazlık Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir şeklinde tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un 29. maddesinde, verilen kararların kesin olduğu açıklanmış, 30. maddesinde de, görev konusundaki ilke kararlarının uyuşmazlık mahkemesini ve bütün yargı mercilerini bağlayacağı hüküm altına alınmıştır.

 

Uyuşmazlık Mahkemesi'nin, imar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde görüleceğine dair alınmış bir ilke kararı yoktur. Ancak, bu yoldaki içtihatları şimdiye kadar hiç sapma göstermemiş farklı bir karar verilmemiş ve istikrar kazanmıştır.

 

Az yukarıda açıklanan kanun hükmü gözetildiğinde bu tür davaların idari yargı yerinde görülmesinin 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesine daha uygun düşeceği ve uygulamada yaşanılan sıkıntıları ortadan kaldıracağı ve uygulamada birlik ve beraberlik sağlayacağı her tür izahtan vareste bulunmaktadır. Aksinin kabulü halinde, adli yargı yerinde açılan her davada davalı idareler tarafından görev uyuşmazlığı çıkartılmakta ve dosyalar uyuşmazlık mahkemesinin önüne gelmekte ve uyuşmazlık mahkemesi tarafından idari yargı yerinin görevli olduğuna karar verilerek, adli yargı mahkemeleri tarafından verilen görevlilik kararları kaldırılmaktadır. Bu uygulamanın bu şekilde sürüp gitmesinin sakıncalarının söylenmesine ihtiyaç yoktur.

 

Yüksek mahkemeler arasındaki içtihat uyuşmazlığının konulacak bir yasa hükmüyle giderilmesi en iyi çözüm gibi görülmekte ise de, yasa tarafından işin çözümlenmesine kadar uyuşmazlık mahkemesinin içtihat ve kararları doğrultusunda sorunun çözümlenmesi, az yukarıda açıklanan kanun hükümleri ile yargısal içtihatlara daha uygun düşecektir.

 

Bu nedenlerle, imar uygulama sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden adli yargının görevli olduğuna ilişkin sayın çoğunluğun değerli görüşüne katılamıyorum.

 

 

Türk Medeni Kanunu MADDE 683 :Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

 

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.

DANIŞTAY 8.DAİRESİ . K:2005/238, E:2004/3157 ADLİ YARGIDAKİ DAVA SONUCUNUN BEKLENEREK DAVACI HAKKINDA KARAR VERİLMESİ

 DANIŞTAY 8.DAİRESİ . K:2005/238, E:2004/3157 K.T. 26/01/2005

 Temyiz İsteminde Bulunanlar :

1-Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı-Bilkent/ANKARA

Vekili : Av. …

2- Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü Vekili : Av. …

3- … Vekilleri : Av. …

Karşı Taraf : 1-… 2-Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü

3-Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı

 

İstemin Özeti :

 

…Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Bölümü, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalında, Tıbbi Genetik Bilim Dalı Başkanı olan davacının, kamu malını özel şirket ve laboratuvarlara yollamak suretiyle kişisel menfaat temin ettiği gerekçesiyle Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin 11/b-6. maddesi uyarınca kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Yükseköğretim Kurulu Yüksek Disiplin Kurulunun 7.10.2002 gün ve 2001/70 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada, taraf iddiaları, dava dosyasında bulunan tüm bilgi ve belgeler, soruşturma raporu ve ekleri, Danıştay İkinci Dairesi kararı hep birlikte değerlendirildiğinde, olayda davacının söz konusu probları üniversite dışına çıkarmak suretiyle kendisine veya bir başkasına menfaat sağladığının ve bu şekilde öğretim elemanı sıfatı veya kamu hizmeti ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğunun davalı idarelerce kesin ve açık bir şekilde ortaya konulmadığı, bu nedenle de davacıya verilen kamu görevinden çıkarma cezasının hukuka uygun olmadığı, ancak davacının dava konusu olaydaki hareketlerinin Disiplin Yönetmeliğinin 8/1. maddesi kapsamında hareketler olduğu, bu kapsamda davacıya 8/1. maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilebileceği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden Eskişehir İdare Mahkemesinin 2.12.2003 gün ve E.2002/1881, K:2003/1627 sayılı kararının; davalı Osmangazi Üniversitesince, davacının ceza yargılamasının devam ettiği ancak davacının eyleminin bir maddi menfaat teminine yönelik olduğu dolayısıyla dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, davalı Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca, davacı hakkında Türk Ceza Kanununun 140. maddesi gereğince Görevi Kötüye Kullanmak suçundan dolayı kamu davası açıldığı, davacının fiilinin bir öğretim üyesine yakışmayacak derecede yüz kızartıcı olduğunun açık olduğu, dolayısıyla yapılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, davacı tarafından ise, Mahkemenin davalı idare yerine geçerek başka bir ceza tayinine gittiği oysa ki, dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiği öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemleridir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'nın Savunmasının Özeti : Davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur. Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğünün Savunmasının Özeti : Yanıt verilmemiştir. Davacının Savunmasının Özeti : Davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Danıştay Tetkik Hakimi Gülşen A.PEHİVAN'ın Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği düşünülmektedir Danıştay Savcısı Radiye TİRYAKİ'nin Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerinceverilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir. Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

 

TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

 

Danıştay Başkanlar Kurulunun 16.6.2004 gün ve 2004/13 sayılı kararı ile Danıştay Onikinci Dairesinde görülmekte olan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda belirtilen öğretim elemanları, memur ve diğer personelin disiplin işlerine ilişkin dava ve temyiz başvurularının Dairemizde görülmesine ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesi uyarınca kararın düzeltilmesi istemlerinin dosya devri yapılan dairece sonuçlandırılmasına karar verildiğinden işin esasına geçildi. Uyuşmazlık, bilim dalı başkanı olan davacının kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Yükseköğretim Kurulu Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali isteminden kaynaklanmıştır. Dosyanın incelenmesinden, davacı … Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Bilim Dalı Başkanı olarak çalışmakta iken hakkında disiplin soruşturması açıldığı, hazırlanan raporda "bağış olarak alınan 1 ve 18 nolu probların 28.1.2002 tarihinde İstanbul'da bulunan … firmasına gönderildiği, 1.2.2002 tarihinde de 1999 yılında miadı dolmuş bulunan 6 numaralı probun 6 mikrolitrelik kısmının davacının %8 oranında ortağı bulunduğu … şirketine gönderilmiş olduğu, bunlardan birincinin davacının isteği üzerine kargo ile gönderilmiş olduğu, ikincisinin ise bizzat davacı tarafından … şirketine götürülmüş olduğu, davacının bu fiillerinin Disiplin Yönetmeliğinin 11/b (6) maddesine girdiği, bu nedenle davacının kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılması gerektiği tespit ve görüşlerine yer verildiği, bu tespit ve teklif doğrultusunda, davacının dava konusu işlemle kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Aynı eylemlerden dolayı davacının Üniversite Son Soruşturma Kurulunun 1.5.2003 günlü kararı ile davacının yargılanması gerektiğine karar verildiği, bu karara yaptığı itirazın Danıştay İkinci Dairesinin 24.9.2003 gün ve E:2003/683, K:2003/1863 sayılı kararı ile davacının itirazı oyçokluğu ile reddedilerek TCK'nun 240. maddesi uyarınca yargılanmasına karar verildiği açıktır. Davacı ise, dosya içeriğinde bulunan dilekçe ve savunmalarında "miadi 1999 yılında dolmuş 6 numaralı probun üniversitede çalıştırılmadığını bu nedenle belki çalıştırılabilir ümidi ile … şirketine gönderildiğini amacının miadı dolmuş malzemeyi üniversiteye kazandırmak olduğunu, 1 ve 18 nolu probların bir bilimsel çalışmada kullanılmak üzere … firmasından bağış olarak alındığını, üniversitede çalıştırılamayınca tekrar bağış aldıkları firmaya iade edildiğini; herhangi bir kötü niyetinin veya menfaat temin etme kastının ve amacının olmadığını, davalı idarenin kendisine karşı subjektif ve kasıtlı davrandığını, eğer bir menfaat sağlama kastı ve amacı olsaydı daha fazla probun gönderilebileceğinin ancak tamamen iyiniyetle yapılmış iki tane olay davalı idarece gündeme getirilerek ve sadece iki tane olay bulunarak kendisine kasıtlı olarak bu cezanın verildiğini öne sürmektedir. Disiplin hukuku ile ceza hukukunun; soruşturma ve yargılama usulü, verilen cezanın niteliği ve bu cezanın doğurduğu sonuçlar ve etkiler ile ceza ve suçların tanımı ve konuluş amaçları yönlerinden birbirinden farklı özellikler taşıdığında kuşku yoktur. Ancak disiplin cezası ile yaptırıma bağlanan suç aynı zamanda ceza hukuku yönünden de yargılama konusu olmuşsa ceza mahkemelerinin verecekleri kesin kararların,disiplin hukukunda göz önünde bulundurulacak veri ve bilgiler arasında yer alacağı kuşkusuzdur. Bu durumda, kamu malını özel şirket ve labaratuvara yollamak suretiyle kişisel menfaat temin etmek suçu yüklenerek davacı hakkında açılan ceza davasının sonucu beklenilmeden, bu konudaki adli yargı kararı irdelenmeden verilen karar eksik inceleme ürünü olmaktadır. Açıklanan nedenlerle Eskişehir İdare Mahkemesinin kararının bozulmasına dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine 26.1.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

Adli tatil içinde süre işlemeyeceğinden, temyiz süresinin adli tatilin bittiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir


YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2007/8-78   K. 2007/85   T. 10.4.2007

• ADLİ TATİLDE KARAR TEBLİĞİ ( Yedi Günlük Temyiz Süresinin Adli Tatilin Bittiği Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği )

• TEMYİZ SÜRESİ ( Adli Tatil İçinde Süre İşlemeyeceğinden Yedi Günlük Temyiz Süresinin Adli Tatilin Bittiği Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği )

• ADLİ TATİL İÇİNDE GÖRÜLEMEYEN DAVA ( Davaya İlişkin Kararın Adli Tatil İçinde Tebliğ Edilmesi Halinde Yedi Günlük Temyiz Süresinin Adli Tatilin Bittiği Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği )

• SÜRELERİN HESAPLANMASI ( Adli Tatil İçinde Süre İşlemeyeceğinden Yedi Günlük Temyiz Süresinin Adli Tatilin Bittiği Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği )

5271/m.331/1-4

ÖZET : Uyuşmazlık, adli tatil içinde görülmesi olanaklı bulunmayan bir davaya ilişkin kararın adli tatil içinde tebliğ edilmesi halinde, temyiz süresinin ne şekilde hesaplanacağına ilişkindir.

Adli tatil içinde süre işlemeyeceğinden, yedi günlük temyiz süresinin adli tatilin bittiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir.

DAVA : Hakkı olmayanları seçmen kütüğüne yazmak suçundan sanık Veli Topsakal’ın 298 sayılı Yasanın 142, 765 sayılı TCY’nın 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin olarak Bala Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 29.06.2005 gün ve 9-101 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesi 20.02.2007 gün ve 5788-1389 sayı ile;

`… 298 sayılı Kanunun 175. maddesi uyarınca bu kanunda yazılı suçların kovuşturmasının 3005 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacağı belirtilmiş ise de, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Kanunun 18. maddesi ile 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanununun yürürlükten kaldırıldığı, bu nedenle temyiz süresi yönünden karar tarihinde yürürlükte olan 5271 sayılı Yasa hükümlerinin geçerli olduğu ve gıyapta verilen hükmün sanık müdafiine 15.8.2005 tarihinde tebliğ edildiği ve sanık müdafiince hükmün 5271 sayılı Yasanın 331/1-4. madde ve fıkralarında belirtilen yasal süre geçtikten sonra 9.9.2005 tarihinde temyiz edildiği anlaşılmakla süresinde yapılmayan temyiz isteğinin CMUK.nun 317. maddesi uyarınca reddine…` karar vermiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 27.03.2007 gün ve 205511 sayı ile;

`Gıyapta verilen hükme ait tebligatın adli tatil süresi içinde yapılmış olması halinde, temyiz süresi adli tatilin bitiminden itibaren başlar ve bu süre 7 gündür.

1412 sayılı CMUK. ve 5271 sayılı CMK’da belirtilen 3 günlük süre uzaması ancak tebligat adli tatile girmeden yapılıp işleyen sürenin adli tatile rastlaması durumunda söz konusudur.

Sanık müdafiine adli tatil içinde 15.08.2005 tarihinde tebligat yapılmış olduğundan, 09.09.2005 havale tarihli temyiz dilekçesinin yasal sürede verildiği anlaşılmaktadır.` görüşü ile itiraz ederek, Özel Daire kararının kaldırılmasını, dosyanın temyiz incelemesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesini istemiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : İncelenen olayda;

Yerel Mahkeme sanığın yokluğunda verdiği 29.06.2005 gün ve 9-101 sayılı hükümle, sanığı seçmen kütüğüne yazılma hakkı olmayan birden çok seçmeni yazma suçundan dolayı 298 sayılı Yasanın 142, 765 sayılı TCY’nın 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum etmiştir.

Sanık müdafiinin hükmü temyiz etmesi üzerine Özel Daire, gerekçeli kararın sanık müdafiine 15.8.2005 tarihinde tebliğ edildiği, onun da yasal süre geçtikten sonra 9.9.2005 tarihinde hükmü temyiz ettiği saptamasına yer vererek temyiz isteğinin reddini kararlaştırmış, Yargıtay C.Başsavcılığı ise, temyiz isteminin süresinde olduğundan bahisle itiraz etmiştir.

Çözümü gereken hukuki uyuşmazlık, adli tatil içinde görülmesi olanaklı bulunmayan bir davaya ilişkin kararın adli tatil içinde tebliğ edilmesi halinde, temyiz süresinin ne şekilde hesaplanacağına ilişkindir.

Hüküm tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 331. maddesinin 1. fıkrasında: ceza işlerini gören makam ve mahkemelerin her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar tatil olunacağı, 2. fıkrasında: anılan makam ve mahkemelerin bu süre içinde, sadece soruşturmaları, tutuklu işlere ilişkin kovuşturmaları ve ivedi sayılacak diğer hususları yerine getirecekleri belirtilmiş, 4. fıkrasında ise; adli tatile rastlayan sürelerin işlemeyeceği, bu sürelerin tatilin bittiği günden itibaren üç gün uzatılmış sayılacağı ifade edilmiştir.

Bu düzenlemelere göre, adli tatil içinde görülebilen işler yönünden 4. fıkra hükmü uygulanmayacak, bu tür dava ve işlerle ilgili süreler adli tatil içinde de işleyecektir. Sürenin uzaması kuralının uygulanabilmesi için, adli tatil içinde görülemeyen dava ve işlerle ilgili kararın tebliğinin tatilden önce gerçekleştirilmesi, işlemeye başlayan sürenin adli tatil içinde sona ermesi gerekir. Bu takdirde tatilden önce işleyen kısma bakılmaksızın, süre, adli tatilin bittiği günden itibaren üç gün uzayacaktır. Öte yandan, adli tatilde görülemeyen davalarla ilgili kararların, adli tatile rastlayan dönemde tebliği geçerlidir. Ancak tatilde süre işlemeyeceği için, bu durumda mehil adli tatilin bitiminden itibaren başlayacaktır.

Somut olayda, yargılaması adli tatil içinde yapılamayan bir davaya ilişkin gerekçeli karar 15.08.2005 tarihinde sanık müdafiine tebliğ edilmiş, sanık müdafii de 09.09.2005 havale tarihli dilekçe ile hükmü temyiz etmiştir. Adli tatil içinde süre işlemeyeceğinden, yedi günlük temyiz süresinin adli tatilin bittiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir. Bu durumda, 9 Eylül 2006 tarihinde gerçekleştirilen temyiz isteminin süresinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, temyiz isteminin süre yönünden reddine dair Özel Daire kararının kaldırılmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20.02.2007 gün ve 5788-1389 sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın temyiz incelemesi için Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 10.04.2007 günü oybirliği ile karar verildi.

 

paylaşımından dolayı Av.Mahmut Asrağ’a teşekkür ederiz

Adli Sicil Kaydı E-Devlet Üzerinden Ücretsiz Alınabiliyor

 

Devlet bürokrasisinin en büyük kalelerinden adli sicil belgelerinin adliyeye giderek 5 TL bedelle alınması uygulaması tarihe karışıyor. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı arasında imzalanan 05.06.2013 tarihli protokol uyarınca sabıka kaydı belgesi artık e-devlet üzerinden ücretsiz olarak alınabiliyor. 12.06.2013 günü başlayan uygulamayı kullanabilmek için e-imza, mobil imza, T.C. kimlik kartı veya e-devlet şifresiyle turkiye.gov.tr adresine giriş yapmak gerekiyor. Sorgu sonrası bir PDF dosyası oluşturuluyor ve bu da direkt olarak yazıcıya yollanabiliyor. Bu yazıcı dökümünde barkod bulunuyor. Sicil kaydının verileceği kurum bu barkodu sorgulayarak belgenin geçerliliğini doğruluyabilecek. Uygulama ile önemli ölçüde zaman ve kağıt tasarrufu sağlanırken; devlet ise önemli bir gelir kaleminden yoksun kalacak. Zira, günlük 45.000 civarında adli sicil kaydı alındığı söylenmekte.

 

 

E-Devlet Üzerinden Sabıka Kaydı Alınabilmesinin KoşullarıE-Devlet portalı üzerinden adli sicil sorgulama ekranına girildiğinde bir uyarı bulunuyor. Buna göre, adli sicil kaydı için bazı kısıtlamalar bulunuyor:

 

 

Bir kişi, günde en fazla 4 adet adli sicil sorgusu yapılabiliyor. Ancak yapılan sorgu sonunda dilediği kadar çıktı alınabiliyor.Sabıka kaydı belgesinin nerede kullanılacağı bilgisinin tanımlanması önemli olarak belirtilmiş. Aksi durumda belgeyi ilgili kurumda kullanamayabilirsiniz.Oluşturulacak belge üzerindeki barkod ve T.C. kimlik numarası üzerinden ilgili kurumun Adli Sicil Doğrulama Hizmeti ile geçerlilik sorgulaması yapılabileceği belirtilmiş.Yukarıda belirtilen koşulların kabul edildiğine ilişkin kutu tıklanmazsa sorgu menüsü açılmıyor.

DANIŞTAY İdari Dava Daireleri Kurulu E: 2007/2368 K: 2011/1214 – Yüz Kızartıcı Suç, Memnu Hakların iadesi, Adli Sicil Kaydı

T.C. DANIŞTAY İdari Dava Daireleri Kurulu Esas No : 2007/2368 Karar No : 2011/1214Karar Tarihi17.11.2011 

 Özeti : 657 sayılı Kanun'un 48/A-5. maddesinde devlet memuru olabilmek için yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmamak koşulu arandığından, memnu hakların iadesi kararının yüz kızartıcı bir suçtan dolayı mahkumiyet kararı almış kişiler yönünden devlet memuru olabilme koşullarını sağlama bakımından bir hak doğurmadığı hakkında.

 

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) : Tapu ve Kadastro Genel MüdürlüğüKarşı Taraf (Davalı) : …Vekili : Av. …İstemin Özeti : Kocaeli idare Mahkemesinin 19.4.2007 günlü,E:2007/l 63, K:2007/658 sayılı ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması, davalı idare tarafından istenilmektedir.Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

 

Danıştay Tetkik Hakimi Bülent Küfüdür'ün Düşüncesi : Davacının 657 sayılı Kanunun 48. maddesinde sayılan yüz kızartıcı suç olan dolandırıcılık suçundan dolayı yargılanmış ve mahkum olmuş olması nedeniyle devlet memurluğuna alınmasında aranacak niteliği taşımadığının sonradan anlaşılması karşısında, 657 sayılı Kanunun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca görevine son verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, bu nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin kabul edilerek idare Mahkemesince verilen ısrar kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.Danıştay Savcısı Esma Nur Necefin Düşüncesi : Kocaeli idare Mahkemesinin 19.4.2007 gün ve E:2007/163, K:2007/658 sayılı ısrar kararının temyizen incelenerek Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden 21.4.1978 tarihinde görevden çekilmiş sayılan davacının 28.12.2001 tarihli olur ile hizmetli ünvanı ile atamasının yapıldığı, bu atamanın ardından hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda, davacının Kırıkkale Asliye Ceza Mahkemesinin 6.11.1986 gün ve K: 1986/190 sayılı kararıyla TCK'nun 503/ilk madde gereğince 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği saptanarak 657 sayılı Yasanın anılan hükümleriyle 27.8.2002 günlü olurla görevine son verildiği davacının 18.2.2003 günlü dilekçeyle adli sicil kaydındaki sabıkasının silinmesini istemesi nedeniyle Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 18.2.2003 günlü kararla Kırıkkale Asliye Ceza Mahkemesinin anılan ilanıyla verilen mahkumiyetin 3682 sayılı Yasanın 8/b maddesi gereği adli sicil kayıtlarından çıkartılmasının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.

 

Bu durumda davacının dava konusu işlemin tesis edildiği tarihlerde dolandırıcılık suçu nedeniyle 3 ay hapis cezası ile hükümlü olduğundan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48/A.5. ve 98/b maddeleri uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

 

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle aksi yöndeki mahkeme kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

 

TÜRK MİLLETİ ADINAHüküm veren Danıştay idari Dava Daireleri Kurulunca, dosyanın tekemmül ettiği anlaşıldığından davalı idarenin yürütmenin durdurulması istemi görüşülmeyerek dosya incelendi, gereği görüşüldü:

 

Dava; Kocaeli Valiliği 3. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünde hizmetli olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Kanunun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca görevine son verilmesine ilişkin 27.8.2002 günlü, 28 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

 

Kocaeli idare Mahkemesinin 17.3.2004 günlü, E:2003/1118, K:2004/410 sayılı kararıyla; davacının 28.12.1984 tarihinde işlediği dolandırıcılık suçundan dolayı Kırklareli Asliye Ceza Mahkemesinin 6.1 1.1985 günlü, K: 1986/1 90 sayılı kararıyla 3 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı ve bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiğinin anlaşıldığı, bu durumda davacının mahkumiyetine yönelik kararın 1 7 yıl önce verilmiş olması ve Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.2.2003 günlü, K:2003/8 sayılı kararıyla cezanın 3682 sayılı Yasanın 8/b maddesi gereğince adli sicil kaydından çıkarılması karşısında 657 sayılı Yasanın 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.

 

Anılan karar, Danıştay Onikinci Dairesinin 30.11.2004 günlü, E:2004/3073, K:2004/3852 sayılı kararıyla; davacı atamasının yapıldığı ve dava konusu işlemin tesis edildiği tarihlerde dolandırıcılık suçu nedeniyle 3 ay hapis cezası ile hükümlü olduğundan dava konusu işlemde 657 sayılı Yasanın 48/A-5 ve 98/b maddelerine aykırılık bulunmadığı, öte yandan, dava konusu işlemin tesisinden sonra davacının dolandırıcılık suçundan mahkumiyetine ilişkin hükmün adli sicil kaydından çıkarılmasına Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince karar verilmiş olmasının dava konusu işlemi sakatlar nitelikte görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de; idare Mahkemesi, söz konusu cezanın 17 yıl önce verildiği ve davacının hizmetli olarak atandığı 28.12.2001 tarihinden önce Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 3.12.2001 tarihli kararı ile memnu haklarının iade edildiği, memnu hakların iadesine ilişkin mahkeme kararlarının, mahkumiyeti ortadan kaldırmamakla beraber ceza mahkumiyetinden doğan bazı hakların kullanılmasına yönelik ehliyetsizlikleri geleceğe dönük olarak ortadan kaldırdığı, devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Kanunun 48. maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkum olan ve bu nedenle anılan maddenin A-5 bendinde gösterilen şartı taşımayanların, ilgili mahkemelerden memnu hakların iadesi kararı almaları durumunda devlet memurluğuna atanmalarının mümkün olduğu, ayrıca söz konusu cezanın Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.2.2003 günlü kararı ile 3682 sayılı Kanunun 8/b maddesi uyarınca adli sicil kaydından çıkarılmasına karar verilmiş olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, davacının görevine son verilmesine ilişkin dava konusu işlemde bu nedenle de hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesini de eklemek suretiyle dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.

 

Davalı idare, Kocaeli idare Mahkemesinin 19.4.2007 günlü, E:2007/163, K:2007/658 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

 

Başkanvekili …, … Daire Başkanı …, … Daire Başkanı …, … Daire Başkanı …, Beşinci Daire Üyesi …, Altıncı Daire Üyesi …, Onbirinci Daire Üyesi …, Onikinci Daire Üyesi …, İkinci Daire Üyesi …, Ondördüncü Daire Üyeleri … ve …, Altıncı Daire Üyesi …, Onikinci Daire Üyesi …, Onbeşinci Daire Üyesi … ve Onuncu Daire Üyesi …'un; İdare Mahkemesince verilen ilk kararda, davacının 1984 yılında işlemiş olduğu suçtan dolayı memnu haklarının iadesine ilişkin mahkeme kararından bahsedilmemesine karşın temyize konu edilen ısrar kararında ilk kez anılan memnu haklarının iadesine ilişkin karardan bahsedilerek memnu hakların iadesi kararının dava konusu işleme hukuki etkisine gerekçede yer verilmesi, dolayısıyla memnu hakların iadesi kararının temyiz incelemesi sırasında Danıştay Onikinci Dairesince değerlendirilmemiş olması nedeniyle bakılan davada usule uygun bir ısrar kararı oluşmadığından esas kaydının kapatılarak dosyanın anılan Daireye gönderilmesi gerektiği yolundaki oylarına karşılık; gerek idare Mahkemesince ilk kararın verildiği gerekse Danıştay Onikinci Dairesince temyiz incelemesi yapıldığı sırada anılan memnu hakların iadesi kararının dosyada mevcut olmadığı, ısrar kararından önce dosyaya sunulan bu kararın ısrar kararında yer almasının kararın ısrar olma niteliğini değiştirmeyeceği, nitekim İdare Mahkemesinin esas itibarıyla ilk kararındaki gerekçesine dayanmak suretiyle kararında ısrar ettiği, dolayısıyla usulüne uygun oluşmuş bir ısrar kararının bulunduğuna oyçokluğu ile karar verilerek, uyuşmazlığın esastan incelenmesine geçildi.

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak genel şartları düzenleyen ve dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan 48/A-5 maddesinde; taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veya altı aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı, şeref ve haysiyet kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak gerektiği hükme bağlanmış; aynı Yasanın 98/b maddesinde de, Devlet memurlarının, memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybetmesi halinde memurluğunun sona ereceği hükmü yer almıştır.Davacının, Söke Tapu Sicil Müdürlüğünde memur olarak görev yapmakta iken izinsiz ve mazeretsiz 10 gün süreyle işe gelmediği için 21.4.1978 tarihinde görevinden çekilmiş sayılmış, 28.12.2001 tarihinde (yaklaşık 23 yıl sonra) Elazığ 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü emrine açıktan hizmetli olarak atandığı, daha sonra 2002 yılında Kocaeli 3. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü emrine naklen ataması yapılmış, burada hizmetli olarak çalışmakta iken gizlilik dereceli görevde çalıştırılacağı için hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda, davacının 1984 yılında işlemiş olduğu dolandırıcılık suçundan dolayı Kırklareli Asliye Ceza Mahkemesinin 6.11.1986 günlü, E: 1985/66, K: 1986/190 sayılı kararıyla Türk Ceza Kanunu'nun 503/ilk maddesi uyarınca 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği saptanarak 657 sayılı Kanunun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca 27.8.2002 günlü işlemle görevine son verilmesi üzerine bakılan dava açılmıştır. Davacının görevine son verilmesinden sonra 18.2.2003 günlü başvurusu üzerine Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin aynı günlü kararı ile söz konusu mahkumiyetin 3682 sayılı Kanunun 8/b maddesi uyarınca adli sicil kaydından silinmesine karar verildiği, anılan mahkumiyet kararı ile ilgili olarak Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 3.12.2001 tarihli kararı ile davacının memnu haklarının iadesine yönelik kararın ise Danıştay Onikinci Dairesinin bozma kararından sonra dava dosyasına sunulduğu, davacının memnu haklarının iadesine ilişkin olarak dava dosyasına sunduğu söz konusu kararda görevine son verilmesine dayanak oluşturan mahkumiyet kararının dışında, Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.11.1984 günlü, E: 1982/1292, K: 1984/829 sayılı kararı ile TCK 503/ilk, 522/1 maddeleri gereğince dolandırıcılık suçundan dolayı 1 ay 15 gün hapis 750 lira ağır para cezasına çarptırıldığı, ayrı bir mahkumiyet kararının daha bulunduğu ve bu mahkumiyet nedeniyle de memnu haklarının iadesine karar verildiği dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır.

 

Memnu hakların iadesi kararı, 657 sayılı Kanunun anılan 48/A-5. maddesinde sayılan yüz kızartıcı suçlar dışında kalan suçlar bakımından devlet memuru olabilme koşulları yönünden ehliyetsizliği geleceğe dönük olarak ortadan kaldırmakta, ancak anılan Yasa maddesinde devlet memuru olabilmek için yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmamak koşulu arandığından, memnu hakların iadesi kararı, yüz kızartıcı bir suçtan dolayı mahkumiyet kararı almış kişiler yönünden devlet memuru olabilme koşullarını sağlama bakımından bir hak doğurmamaktadır.

 

Öte yandan, 3682 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun, 4778 sayılı Kanunla değişik 8. maddesinin (b) bendi, basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma ve dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile beş yıldan fazla ağır hapis ve hapis cezasına mahkumiyetlerde cezanın çekildiği veya ortadan kalktığı veya oluştuğu tarihten itibaren ilgilinin on yıl içinde evvelce verilen ceza cinsinden bir cezaya veya daha ağır bir cezaya mahkum olunmadığı takdirde adli sicildeki kaydının silinmesini öngörmekte olup, Türk Ceza Kanunu karşısında özel bir kanun olan 657 sayılı Kanunun 48/A-5. maddesi ile Türk Ceza Kanunu'nun aksine belli suçlar açısından, bu suçlar affa uğramış olsalar bile, süresiz hak yoksunluğu getirecek bir düzenleme yapıldığından, adli sicil kaydının silinmesi, yüz kızartıcı suçtan dolayı ortaya çıkan hak yoksunluğunu ortadan kaldıracak nitelikte bulunmamaktadır.

 

Bu itibarla; dava konusu işlemin iptali yolundaki idare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

 

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Kocaeli idare Mahkemesinin 19.4.2007 günlü, E:2007/163, K:2007/568 sayılı ısrar kararının bozulmasına, 17.11.2011 gününde esasta ve gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.

 

GEREKÇEDE KARŞI OYX- 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinin Devlet memurluğuna atanacaklarda aranacak genel şartlara ilişkin (A) fıkrasının 4. bendinde, "kamu haklarından mahrum bulunmamak"; 5. bendinin dava konusu işlem tarihinde yürürlükte olan şeklinde ise, taksirli suçlar ve bendin devamında sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veya altı aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı, şeref ve haysiyet kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak gerektiği belirtildiğinden, kamu haklarından mahrum bulunanların ve Yasa metninde sayılan suçların herhangi birinden hükümlü bulunanların Devlet memuru olamayacakları açıktır.

 

765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 11. maddesinde kamu haklarından yoksunluğun (hidematı ammeden memnuiyetin) hapis ve ağır para cezası ile birlikte cürümlere mahsus cezalar arasında sayılmış olması, 20. maddesinde kamu haklarından yoksunluk cezasının seçme, seçilme vesair bütün siyasi haklar ile bütün memuriyet ve hizmetlerden mahrumiyeti kapsadığının ve 121. maddesinde müebbeden kamu haklarından yoksunluk ve ceza mahkumiyetinden doğan diğer nev'i ehliyetsizlik cezalarının memnu hakların iadesi yoluyla giderilebileceğinin belirtilmiş bulunması karşısında, memnu hakların iadesinin, mahkumiyet hükmünün kalkması sonucunu doğurmadığı, sadece kamu haklarından yoksunluğun ve ceza mahkumiyetinden doğan diğer çeşit ehliyetsizlik cezalarının geçmişe değil geleceğe yönelik olarak giderilmesini sağladığı anlaşılmaktadır.Bu itibarla, davacının görevine son verilmesine neden olan dolandırıcılık suçundan dolayı almış olduğu ve temyiz edilmeyerek kesinleşmiş bulunan mahkumiyet hükmüne ilişkin olarak memnu haklarının iadesine karar verilmiş ise de, bu kararın 657 sayılı Yasanın 48. maddesinin A-4 bendinde belirtilen "kamu haklarından mahrum bulunmamak" koşulu yönünden ehliyetsizliğini ortadan kaldıracağı, ancak mahkumiyeti ortadan kaldırmayacağı kuşkusuzdur. Başka bir anlatımla, davacının dolandırıcılık suçundan dolayı hükümlü bulunma durumunun devam etmesi, buna karşın 657 sayılı Kanunun 48. maddesinin A-5 bendinde Devlet memuru olabilmek için yüz kızartıcı bir suçtan dolayı hükümlü bulunmamak koşuluna yer verilmiş olması karşısında, davacının memnu haklarının iadesine ilişkin karara dayalı olarak 657 sayılı Kanunun 48. maddesinin A-4 bendindeki "kamu haklarından mahrum bulunmamak" koşulunu sağlasa bile yüz kızartıcı bir suç olan dolandırıcılıktan mahkumiyetinin bulunması nedeniyle 657 sayılı Yasanın 48. maddesinin A-5 bendinde yer alan koşulu taşımadığından, davacının anılan Yasanın 98/b maddesi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

 

Bu duruma göre, idare Mahkemesince verilen ısrar kararının belirtmiş olduğumuz gerekçe ile bozulması gerektiği görüşüyle, kararın gerekçesine katılmıyoruz.

 

GEREKÇEDE KARŞI OYXX- İdare Mahkemesince verilen ısrar kararının, Danıştay Onikinci Dairesinin 30.11.2004 günlü, E:2004/3073, K:2004/3852 sayılı kararında yer alan gerekçeyle bozulması gerektiği oyuyla, karar gerekçe yönünden karşıyız.

 

KARŞI OYXXX- 657 sayılı Kanunun Devlet Memurluğuna alınacaklarda aranacak genel ve özel şartları belirleyen 48. maddesinin (A) bendinin 5. fıkrasında (dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan hali), taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından hükümlü bulunmanın Devlet memurluğuna engel halleri oluşturduğu hükme bağlanmıştır.

 

Davacı 28.12.1984 tarihinde işlediği dolandırıcılık suçundan dolayı Kırklareli Asliye Ceza Mahkemesinin 6.11.1986 günlü, K: 1986/190 sayılı kararıyla 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmış olup, karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacının memnu hakları Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 3.12.2001 tarihli kararı ile iade edilmiştir. Dolayısıyla uyuşmazlığın çözümü için memnu haklarının iadesi kurumunun hukuksal nitelendirmesinin yapılması gerekli bulunmaktadır

 

Dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu'nun "memnu hakların iadesi" başlığı altında yer alan 122. maddesinde, "Kişinin asıl cezasını çektiği veya af ile ortadan kalktığı tarihten itibaren 5 yıl geçtikten sonra memnu haklarının iadesini talep edebileceği, bu talep üzerine yapılan inceleme sonucunda memnu hakların iadesine karar verilebileceği" hükmü yer almıştır.

 

Danıştay kararlarında "Memnu hakların iadesi kararı", ister Türk Ceza Kanunundan, ister özel bir yasadan kaynaklansın kamu hizmetlerinden yasaklanma, memuriyetten mahrumiyet, seçme ve seçilme hakkından yoksun kılınma gibi temel hak ve özgürlükler alanındaki ehliyetsizlikleri gelecek için ortadan kaldıran bir karar olarak tanımlanmış ve memnu hakların iadesinin ilgiliye kullanılması men edilen hakları kullanma yetkisi verdiği kabul edilmiştir.

 

Ayrıca, Danıştay'ın istikrar bulan kararlarının incelenmesinden, memnu hakların iadesine konu olan suçlar yönünden bir ayrımın da yapılmadığı anlaşılmaktadır.Öte yandan, 657 sayılı Yasanın 48/A-5. maddesine benzer bir hüküm T.C. Anayasasının 76. maddesinin 2. fıkrası ile 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 1 1. maddesinde de öngörülmüştür. Anayasanın 76. maddesinin 2. fıkrasında " En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler." hükmüne yer verilmiş, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesinde de benzer bir düzenleme yer almıştır.

 

Yüksek Seçim Kurulu'nun 17.4.2001 günlü, K:400 sayılı, 21.4.2011 günlü, K:451 sayılı, 21.4.201 1 günlü, K:452 sayılı kararlarında suç yönünden bir ayrım yapılmadan (dosyaların bazısında "enerji hırsızlığından" bazısında "dolandırıcılık ve sahtecilikten" mahkumiyet bulunmasına karşın) Anayasanın 76/2 maddesinde ve buna dayalı olarak 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 11. maddesinde belirtilen nitelikte bir ceza mahkumiyeti nedeniyle milletvekili seçilme hakkını yitirmiş bulunan kişilerin, bu haklarına ancak ve sadece, "yasaklanmış hakların geri verilmesi" kararı ile kavuşabilecekleri vurgulanmıştır.

 

Ayrıca, TCK'da kaldırılmış olmasına rağmen "yasaklanmış hakların geri verilmesi" kurumuna 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesinde yer verilmiştir. Bu kurumun yeniden düzenlenmesine duyulan ihtiyaç ise madde gerekçesinde şöyle ifade edilmiştir: "5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun Geçici 2'nci maddesinde, diğer kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin, belli hakları kullanmaktan süresiz olarak yoksun bırakılmasına ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki süresiz hak yoksunluğu doğuran bu hükümlere rağmen, yasaklanmış hakların geri verilmesi yolunun kapalı tutulması, uygulamada ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu sorunların çözümüne yönelik olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin süresiz olarak kullanmaktan yasaklandıkları hakları tekrar kullanabilmelerine imkan tanıyan bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur."

 

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında konu değerlendirildiğinde; Danıştay'ın 48/A-5 maddesi ile ilgili olarak istikrar bulan yorumundan vazgeçilmesini gerektiren bir durumun söz konusu olmadığı açıktır. Aksi bir yorumun kabulü halinde yasaklanmış hakkı geri verilen kişi mahkumiyet nedeniyle kaybettiği seçilme hakkını kazanmasına rağmen devlet memurluğu yönünden bu hakkı kazanamayacaktır ki, böyle bir ayrımın hukuki güvenlik ilkesine, sonuçta hukuk devleti anlayışına aykırılık oluşturacağı kuşkusuzdur.Bu nedenle, Kocaeli idare Mahkemesince verilen ısrar kararının onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.

LEHE KANUN UYGULAMASI / ADLİ TIP RAPORU

T.C.
YARGITAY
Beşinci Ceza Dairesi
E: 2006/2706
K: 2006/3034
T:10.04.2006
LEHE KANUN UYGULAMASI
ADLİ TIP RAPORU
ÖZET: Sanık hakkında, 5237 sayılı Kanun’un 102/5. mad­desinin uygulama olasılığı dikkate alınarak, kızlığı bozulan mağdurenin suçun sonucunda beden veya ruh sağlığında bozulma olup olmadığının, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden görüş alınarak belirlenmesi gerekir.
Ayrıca, 5237 sayılı TCK.nun 62. maddesinin yü­rürlüğe girmesinden Önce, 5328 sayılı Kanun’un 2. madde­si ile yapılan değişikliğe göre cezadan 1/6 oranında indi­rim yapılmalıdır.
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 62]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 102]
5328 s. ÇEŞİTLİ KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA K… [Madde 2]
Irza geçme ve yaralama suçlarından hükümlü Gökhan’ın hakkında 5237 sayılı TCK.nun uygulanıp uygulanamayacağı ile ilgili olarak (Karşıyaka Bi­rinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 03.08.2005 gün ve 2005/117 Esas, 2005/235 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi Yerel C.Savcısı, katılan vekili ve hükümlü müdafii tarafından istenilmiş oldu­ğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmek­le incelenerek gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahke­menin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, in­celenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
5237 sayılı Yasanın 102/5. maddesinin uygulanma olasılığı nazara alına­rak kızlığı bozulan mağdurenin suçun sonucunda beden veya ruh sağlığın­da bozulma olup olmadığının Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Dairesinden gö­rüş alınarak saptanması gerektiğinin gözetilmemesi,
5237 sayılı TCK.nun 62. maddesinin yürürlüğe girmesinden önce, 5328 sayılı Kanunun 2. maddesi ile yapılan değişikliğe göre cezadan 1/6 oranın­da indirim yapılması gerektiği halde, yazılı gerekçelerle 1/5 oranında indirim yapılmak suretiyle eksik ceza tayini,
Bozmayı gerektirmiş, Yerel C.Savcısı, katılan vekili ve hükümlü müdafi-inin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan hükmün belirtilen nedenle 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 10.04.2006 tarihinde oybirliğiy­le karar verildi.

ADLİ PARA CEZASI

T.C.

YARGITAY
Onbirinci Ceza Dairesi
E:2006/1228
K:2006/2868
T:10.04.2006
ADLİ PARA CEZASI
ÖZET: 5237 sayılı Kanunun 61/8. maddesi gereğince adli para cezasının hesaplanması sırasında, arttırma ve indi­rimlerin belirlenen tam gün sayısı üzerinden yapılıp, sonuç gün ile bir gün karşılığı tayin olunan miktarın çarpımı ile sonuç adil para cezasının bulunması gerekir.
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 52]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 61]
Dolandırıcılık suçundan sanık Nizamettin’in yapılan yargılaması sonunda: 5237 sayılı TCK.nun 157, 62, 63, 53/1-a, b, c, d, e maddeleri gereğince 1 yıl 8 ay hapis, 833 YTL. adli para cezası ile mahkumiyetine ve ceza süresi ka­dar belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına, dair (Kadıköy Beşinci Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 29.11.2005 gün ve 2005/890 Esas 2005/966 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığının onama iste­yen 13.02.2006 tarihli tebliğnamesi ile daireye gönderilmekle, incelenerek gereği görüşüldü:
5237 sayılı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca yasal ve yeterli gerekçe gös­terilmeden bir tam gün karşılığı tayin olunan cezanın asgari hadden tayini aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahke­menin soruşturma neticelerine uygun şekilde inanç ve takdirin, incelenen dosya içeriğine göre sanığın bir sebebe dayanmayan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine; ancak:
5237 sayılı Yasanın 61/8. maddesi uyarınca, adli para cezasının hesap­lanması sırasında artırma ve indirimlerin belirlenen tam gün sayısı üzerinden yapılıp, sonuç gün ile bir gün karşılığı tayin olunan miktarın çarpımı ile sonuç adil para cezasının bulunması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde uygula­ma yapılarak sanığa fazla ceza tayini,
Yasaya aykırı ise de, yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hu­susun CMUK.nun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulundu­ğundan, sanığa hükmolunan hapis cezası yanında TCK.nun 61. maddesi uyarınca tayin olunan 50 tam günün TCK.nun 62. maddesi gereğince 1/6 sı indirilerek bulunan 41 tam günün bir gün karşılığı tayin olunan 20 lira ile çar­pılarak sonucu adli para cezasının 820 liraya indirilmesi suretiyle eleştiri dı­şında sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün (DÜZELTİLEREK ONANMASINA), 10.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.