Etiket arşivi: AYNI

AYNI İLAMDAN DOĞAN ALACAKLAR İÇİN AYRI İCRA TAKİBİ YAPILMASI

“T.C.                                                  

YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/5221
KARAR NO. 2015/5534
KARAR TARİHİ. 9.3.2015

6100/m.297,323,326

> İCRA EMRİNİN İPTALİ İSTEMİ—- ALACAKLININ İKİ AYRI TAKİP BAŞLATMASI—-HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMAS—-DÜRÜSTLÜK KURALINA AYKIRILIK

ÖZET : Kötüniyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır. Bu durum hukuk düzeni tarafından korunamaz. Hakim yukarıda belirtilen yasa maddeleri gereğince yasadaki boşluğu objektif iyi niyet kuralları içinde doldurmak zorundadır. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının 2 ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşılmıştır. Alacaklının bu davranışı hukuk düzeni tarafından korunamayacağı için mahkeme tarafından borçlunun bu yöndeki şikayetinin kabulü yerine reddi isabetli olmamıştır.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Borçlu vekili, müvekkili aleyhine ilama dayalı olarak başlatılan takibe karşı İcra Mahkemesi’ne yaptığı başvurusunda; alacaklı vekili tarafından aynı ilama dayanılarak lehe hükmedilen asıl alacak ve vekalet ücretinin ayrı ayrı takiplere konu edildiğini, bunun hakkın kötüye kullanılması anlamına geldiğini ileri sürerek icra emrinin iptalini istemiştir.
Mahkemece, aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı, borçlunun yalnızca takip dosyalarının birleştirilmesini talep edebileceği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinde; hükmün sonuç kısmında yargılama giderleri konusunda, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargılama Giderlerinin Kapsamı başlıklı 323. maddesinin ( ğ ) bendinde vekille takip edilen davalarda vekalet ücretini yargılama giderleri içinde saymıştır. Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 326. maddesinin 1. fıkrasında yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir. Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ilam taraflara yüklenen borçlar, tanınan haklar, yargılama giderleri olmak üzere bir bütündür. Vekille temsil edilen davalarda hüküm altına alınan avukatlık ücreti de yargılama giderleri kapsamındadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun Dürüst Davranma ve Doğru Söyleme Yükümlülüğü başlıklı 29. maddesinde “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.” Dürüstlük Kuralına Aykırılık Sebebiyle Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 327. maddesinin 1. fıkrasında “Gereksiz yere davanın uzamasına veya gider yapılmasına sebebiyet vermiş olan taraf, davada lehine karar verilmiş olsa bile, karar ve ilam harcı dışında kalan yargılama giderlerinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebilir.” denilmiştir.
4721 sayılı TMK’nun Hukukun Uygulanması ve Kaynakları başlıklı 1. maddesinde “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” Dürüst Davranma başlıklı 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Hakimin Takdir Yetkisi Başlıklı 4. maddesinde “Kanun’un takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri gözönünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.” Hukukun Uygulanması başlıklı 33. maddesinde ise; “Hakim, Türk hukukunu resen uygular.” denilmiştir.
2709 sayılı 1982 Anayasası’nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmiştir.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 61. maddesini sadeleştiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri başlıklı 77. maddesinde “ Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.” denilmiştir.

Somut olayda, alacaklı vekili tarafından borçlu hakkında Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/1245 Esas ve 2013/77 Karar sayılı ilamına dayanılarak asıl alacak ve işlemiş faiz açısından Alanya 3. İcra Müdürlüğü’ nün 2013/3366 sayılı dosyası ile; vekalet ücreti ve yargılama gideri açısından Alanya 3. İcra Müdürlüğü’nün 2013/3362 sayılı dosyası ile iki ayrı takip başlatıldığı ve her takip dosyasında takip vekalet ücreti talep edilmiş olduğu görülmüştür.
Mahkemece, aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak, yasalarda bir ilamla hüküm altına alınan haklarla ilgili olarak ayrı ayrı takip yapılabileceğine ilişkin hiçbir düzenleme de mevcut değildir. Bu durumda TMK’nun 1, 2, 4. ve 33. maddelerinin, Anayasa’nın 36. maddesinin, Borçlar Kanunu’nun 61 ve Yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesinin, HMK’nun 29. maddesinin gözönüne alınarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir.

Genel olarak icra hukukuna ilişkin itiraz ve şikayetlerde TMK’nun 2. maddesinin uygulanma kabiliyeti yoktur. Ancak, yukarıda belirtilen diğer yasa maddeleri gözönüne alındığında bu tip olaylarla sınırlı kalmak üzere objektif iyi niyet kurallarının gözardı edilmemesi gerekir.
Hakkın kötüye kullanılmasını; hukuken var olan bir hakkın sınırlarını aşarak ya da o hakkı gerekçe göstererek hukuka aykırı eylemler yapma durumu olarak veya bir hakkın yasaların tanıdığı yetkilerin sınırları içinde olmakla birlikte, amacından saptırarak kullanılması olarak da açıklayabiliriz. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yani bir hak sahibi hakkını kullanırken ve borçlu borcunu öderken objektif iyi niyet kurallarına uymak, hak sahibi başkasına zarar vermek amacını taşımasa bile hareketi açıkça iyi niyet kurallarına aykırı ise ve başkasını zarara uğratıyorsa veya hak sahibine sağladığı yarar ile başkasına verdiği zarar arasında aşırı dengesizlik varsa bu durumu hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirebiliriz. Anayasa başta olmak üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hak sahibinin hakkını kullanırken objektif iyi niyet kuralları içinde hareket etmesini emretmiş aksi davranışın hukuk düzeni tarafından korunamayacağını belirtmiştir.

Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır. Bu durum hukuk düzeni tarafından korunamaz. Hakim yukarıda belirtilen yasa maddeleri gereğince yasadaki boşluğu objektif iyi niyet kuralları içinde doldurmak zorundadır. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının 2 ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşılmıştır.Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında alacaklının bu davranışı hukuk düzeni tarafından korunamayacağı için mahkeme tarafından borçlunun bu yöndeki şikayetinin kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddi isabetli olmamıştır.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 09.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

 

(ictihatlar.net, 06.02.2017)

Paylaş

Aynı gün saate çok duruşma verilmesi belirsizlik yaratacağından tarafları gelmeyenler sona bırakılmalı

Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 2011/8343 esas ve 2012/1192 karar sayılı, 14.02.2012 tarihli kararı

Bir çok duruşmanın aynı gün ve saatte verilmesi belirsizlik yaratılacağından taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi için tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekir

01.06.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin “Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetleri” başlıklı “Üçüncü Kısımın” “Birinci Bölüm”ünün 46/d maddesi uyarınca tutulması zorunluluğu bulunan “duruşma günleri defteri” aynı Yönetmeliğin 50. maddesinin birinci fıkrasında, “mahkemelerin iş durumlarına göre duruşma yapılacak gün ve saatlerin bir sıra dahilinde yazıldığı defter” olarak tarifi yapılmış, yine aynı Yönetmeliğin “Duruşma listesi” başlıklı 81. maddesinde de, “Duruşmalı işlemlerde mübaşir tarafından; mahkemesi, mağdur, şikayetçi ve sanık ile vekillerinin isimleri ve duruşma tarih ve saati yazılmak suretiyle bir liste düzenlenir ve bu liste duruşma salonu dışında herkesin görebileceği bir yere asılır.

Bu listelerin bir sureti ayrı bir dosyada saklanır.” Hükümleri dikkate alındığında, mahkemenin her dava dosyası için değişik saatler belirleyerek duruşmalara devam etmek, böylelikle taraflara ve vekillerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesindeki “…meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğu güvencesini vermek ve tarafların usul hükümlerine riayet edip etmediklerinin denetimini mümkün kılmak yerine, 6. sıradan 46. Sıradaki dava dosyasına kadar tek saat verilmek suretiyle (09.00) yaratılan bu belirsizlik nedeniyle taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi açısından, tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi yasaya aykırı bulunduğundan ve temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 14.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • ÜNİVERSİTEDE BÖLÜM BAŞKANI İLE DEKANIN AYNI KİŞİ OLAMAYACAĞI

DANIŞTAY 8. Daire
ESAS: 2011/5722
KARAR: 2014/831

İstemin Özeti : Malatya İdare Mahkemesinin 08/04/2011 gün ve E:2010/1575, K:2011/947 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : …

Düşüncesi : Davacı Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümünde bir tane aylıklı profesör bulunduğu gerekçesiyle görevinden alınmış ise de, bu profesörün dekan olması ve davacının görevden alınması üzerine bölüm başkanlığının da dekan tarafından yürütülmesi karşısında, bölümde aylıklı profesörün görev yaptığı gerekçesiyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava, …Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapan davacının yürütmekte olduğu Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevinden alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; 2547 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde, bölüm başkanlığı görevine atamada öncelikle bölümdeki aylıklı profesörlerin, bulunmadığı takdirde doçentlerin, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentlerin atanabileceğinin belirtildiği, Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevini 02/07/2009 tarihinden itibaren yürüten ve Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapan davacının, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte aynı bölümde görevli aylıklı profesör öğretim üyesinin görev yapması nedeniyle bu görevden alınmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun "Bölüm" başlıklı 21. maddesinde; "Bir fakülte ya da yüksekokulda, aynı veya benzer nitelikte eğitim-öğretim yapan birden fazla bölüm bulunamaz. Bölüm, bölüm başkanı tarafından yönetilir. Bölüm başkanı; bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentler arasından fakültelerde dekanca, fakülteye bağlı yüksekokullarda müdürün önerisi üzerine dekanca, rektörlüğe bağlı yüksekokullarda müdürün önerisi üzerine rektörce üç yıl için atanır. Süresi biten başkan tekrar atanabilir. Bölüm başkanı, görevi başında bulunamayacağı süreler için öğretim üyelerinden birini vekil olarak bırakır. Herhangi bir nedenle altı aydan fazla ayrılmalarda, kalan süreyi tamamlamak üzere aynı yöntemle yeni bir bölüm başkanı atanır. Bölüm başkanı, bölümün her düzeyde eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölüme ait her türlü faaliyetin düzenli ve verimli bir şekilde yürütülmesinden sorumludur." hükmü yer almaktadır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu temel alınarak çıkarılan Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği’nin "Bölümler" başlığı altında yer alan 13. maddesinde, bölüm; fakülte ve yüksekokulların amaç kapsam ve nitelik yönünden bir bütün oluşturan ve lisans düzeyini de içeren en az bir eğitim-öğretim, bilim ve sanat dallarında araştırma ve uygulama yapan birim olarak tanımlanmış; 14. maddesinin birinci fıkrasında, birden fazla anabilim dalı bulunan bölümlerde bölüm başkanı, o bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentleri arasından o bölümü oluşturan anabilim veya anasanat dalı başkanlarının 15 gün içinde verecekleri yazılı görüşlerini dikkate alarak bir hafta içinde fakültelerde dekanca atanacağı ve son fıkrasında da, bölüm başkanının, bölümün her düzeydeki eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölümle ilgili her türlü faaliyetin düzenli ve verimli olarak yürütülmesinden, kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamaktan sorumlu olduğu; fakülte veya yüksekokul kuruluna katılacağı, bölümü temsil edeceği, bölümde görevli öğretim elemanlarının görevlerini yapmalarını izleyeceği ve denetleyeceği, her öğretim yılı sonunda bölümün geçmiş yıldaki eğitim-öğretim ve araştırma faaliyeti ile gelecek yıldaki çalışma planını açıklayan raporu, bağlı bulunduğu rektör, dekan veya yüksekokul müdürüne sunacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Yrd. Doç. Dr. olarak ….Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmakta iken Eczacılık Fakültesi Dekanlığının 02/07/2009 tarih ve 410 sayılı işlemiyle 2547 sayılı Yasa’nın 21. maddesi uyarınca Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığına atandığı; bu görevi yaklaşık bir yıl yürüttüğü, Eczacılık Fakültesi Dekanlığının dava konusu edilen işlemiyle davacının bölüm başkanlığı görevinden alınması üzerine bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı, davacının bu görevden alınmasının ardından aynı bölümde görevli ve dekan olan Prof. Dr. …’ın bu görevi yürüttüğü anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi kararında ve yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinde de belirtildiği üzere, bölüm başkanı; bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentler arasından atanmaktadır.

Ancak, yine yukarıda aktarılan görev ve sorumluluklarını düzenleyen mevzuat hükümleri ile 2547 sayılı Kanun’un dekanı düzenleyen 16. maddesinde belirtilen dekanın görevleri göz önünde bulundurulduğunda, bölüm başkanının bölümün her düzeydeki eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölümle ilgili her türlü faaliyetin düzenli ve verimli olarak yürütülmesinden dekana karşı sorumlu olması, dekanın ise fakültenin ve bağlı birimlerinin öğretim kapasitesinin rasyonel bir şekilde kullanılmasından ve geliştirilmesinden rektöre karşı birinci derecede sorumlu olması, ayrıca bölüm başkanlığı görevinin bizzat dekanlık tarafından yerine getirilebileceğine ya da dekanın uhdesine alınabileceğine ilişkin bir hükme yer verilmemesi karşısında, bölüm başkanı ve dekan sıfatlarının aynı kişide birleşmesinin, bölümün işleyişini ve hiyerarşik yapısını bozacağı kuşkusuzdur.

Bu itibarla, davacı Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümünde bir tane aylıklı profesör bulunduğu gerekçesiyle görevinden alınmış ise de, bu profesörün dekan olması ve davacının görevden alınması üzerine bölüm başkanlığının da dekan tarafından yürütülmesi karşısında, bölümde aylıklı profesörün görev yaptığı gerekçesiyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; …İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 11/02/2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.

İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği oyu ile aksi yöndeki karara katılmıyorum.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 15, 2015 11:31 pm


Ceza Hukuku • İki ayrı kurum aynı sebepten trafik cezası kesti

Araç muayenesi geçen aracımın Trafikten ceza yemesi, 6 günlük izin verilmesine rağmen; izin süresi dahilinde Ulaştırma Bakanlığını tartım istasyonu tarafından teknik şartlara uymayan aracı trafiğe çıkardığı gerekçesi ile tekrar ceza işlemi yapılmıştır.
Bu özelliklere yakın herhangi bir karar olup olmadığı ile alakalı bilgi paylaşmanızı rica ederim…

Bilgiler: Tarih-Gönderici: sarayyapi — Pzt Şub 23, 2015 5:14 pm


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • AYNI SUÇTAN,HEM DİSİPLİN CEZASI,AYRICA SÜRGÜN CEZAS VERİLMEZ

Aynı fiile ,hem disiplin cezası hem de yer değiştirme olmaz

Öncelikle işlenilen suç sabit bile olsa bir suça iki ceza hukuka aykırıdır. Bu şartlarda soruşturma sonucu yer değişikliği yapılan (sürgün) olan, 3 yıl aynı yere tayin isteyemez, Maaşla ödüle teklif edilemez, görevde yükselemez. Bu durumda idare sürgünün tedbir olduğunu savunmakta haksızdır.

Bu durumda, çeşitli fiilleri nedeniyle aylıktan kesim cezası ile cezalandırılan kişilerin aynı fiiller nedeniyle bir de atama işlemine tabi tutulmasının kendisine ikinci bir disiplin cezası verilmesi anlamına geleceği yönünde Adana 1. İdare Mahkemesinin 2011/506 Esas, 2011/1819 Karar ve 05.12.2011 tarihli kararı da bu yöndedir. Adana 1. İdare Mahkemesinin bu kararının gerekçesinde; "Memurların naklen atanmaları konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı açık olup, bu yetkinin ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek yapılabileceği fakat davacının atanmasında kamu yararı ve hizmet gereklerinin gözetilmediği ayrıca Atama işleminde kamu hizmetinin etkin ve verimli işlemesi amacı dışında bir başka amacın bulunmaması ve atama işlemlerinin bir alt ceza gibi uygulanmaması gerektiğinden ihtar ve aylıktan kesim cezası ile cezalandırıldığı anlaşılan davacının aynı fiiller nedeniyle bir de atama işlemine tabi tutulmasının kendisine ikinci bir disiplin cezası verilmesi anlamına geleceği görüşüyle dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır." ifadelerine yer verilmiştir.

Bu karar Danıştay 2. Dairesinin 2012/2577 Esas ve 2014/12119 sayılı kararı ile de onanmıştır.

Dolayısıyla hem disiplin cezası verilmesinin yanında ikinci bir ceza olarak yer değiştirme uygulanarak büyük bir hata yapılmaktadır.

Çünkü, Kamu görevlilerinin görev ve görev yerlerini değiştirme konusunda idarelere tanınan takdir yetkisinin kamu yararı amacına ve hizmet gereklerine uygun olarak kullanılması zorunlu olup; bu hususun sağlanması için de idarenin takdir yetkisi içinde tesis ettiği işlemlerde hukuken geçerli nedenlere dayanması gereklidir.

Zorunlu görev yeri değişikliklerinin bir cezalandırma aracı olarak kullanılması, eğitim çalışanlarının görev güvencelerini tümüyle ortadan kaldırabilecek boyutlara ulaşmıştır.

İşin bu yönü kişiseldir. İstek dışı yer değişikliklerinin kamuyu, kamu yararını ilgilendiren yönü de vardır. Gözlemlerimiz, deneyimlerimiz ve eğitim çalışanları ile olan yakın ilişkilerimiz, bizi, isteği dışında her an görev yerinin değiştirilebileceğini düşünen bir eğitim çalışanın çalışma isteğinin, dolayısıyla iş veriminin önemli oranda azaldığı sonucuna götürmektedir. Bu nedenle kamunun gördüğü zarar, somut olarak saptanamasa bile, kolaylıkla kestirilebilir. Öyle ise, istek dışı görev yeri değişiklikleri neden bu yoğunluktadır? Sorunun doğru yanıtı, çözümünün de ilk adımıdır.

Zorunlu görev yeri değişikliklerinin düzenlemelere yansıyan gerekçesi, kamunun ve görev yeri değiştirilenin zarara uğramasının önlenmesidir. Bu gerekçe, görev yeri değişiklikleri ile kimi olumsuz davranışlar önlenebilecekse doğru sayılabilir.

Oysa görev yeri değişiklikleri ile önlenemeyecek olumsuz eylem, davranış ve uygulamalar, önlenebilenler yanında önemsiz kalır. Disiplin yaptırımı uygulanmasını gerektiren eylemlerin tümüne yakın bölümü, yer değiştirme gerekçesi olarak kullanılmaktadır. Bu yaygın uygulama, her şeyden önce yasa koyucunun amacı ile çelişmektedir.

Çünkü kamu görevlilerine uygulanacak disiplin yaptırımlarını belirlerken yasa koyucunun gerçekleştirmek istediği amaç, disiplin kurallarına aykırı eylemlerin önlenmesidir. Söz konusu eylemlerin önlenmesi için disiplin cezaları dışında (zorunlu görev yeri değişikliği türünden) bir araca başvurulması, belli bir amaca ulaşmak için yasanın ve hukukun öngörmediği bir aracın kullanılması niteliğindedir.

O nedenledir ki yönetim hukuku ilkeleri, zorunlu yer değişikliklerinin cezalandırma aracı olarak kullanılmasına izin vermemektedir. Ne var ki eğitim bürokrasisi, yönetim hukuku ilkelerinin neye izin verdiğine, neye vermediğine bakmamaktadır.

Onun içindir ki hukuka aykırı uygulamalar, her geçen gün azalacağına artmaktadır. Her zorunlu yer değiştirme işleminin yargıya götürülmesi, o işlemlerin sözünü ettiğimiz yönetim hukuku ilkelerine uygun olup olmadığının saptanması, sonu gelmez uyuşmazlıklara yol açmakta ve çalışma barışını ortadan kaldırmaktadır.

29.06.1930 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 1702 sayılı "İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun"un, 19.01.1943 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4357 sayılı "Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına, Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil Edilecek Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı ile Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin Alacaklarına Dair Kanun"un ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun hiçbir yerinde zorunlu yer değişikliği ile ilgili bir ceza bulunmaktadır.

Fakat; 5442 sayılı İl Yönetim Yasasının 8/C fıkrası Madde 8 – Yetiştirme ve ikmal kaynakları Bakanlıklar veya tüzel kişiliği haiz genel müdürlüklere bağlı olup il genel teşkilatı içinde birden fazla istihdam yerleri bulunan meslek, fen ve uzmanlık kadrolarına dahil görevlerden: A) İlçe idare şube başkanı sıfatını haiz olanlarla il merkezinde Devlet gelir, giderlerinin ve mallarının tahakkuk, tahsil, ödeme ve idaresiyle ilgili ikinci derecedeki müdürler, şube şefleri ve kontrol memurları, nakit muhasipleriyle, lise, orta ve o derecelerdeki okul müdür ve öğretmenleri, hastaneler mütehassıs hekimleri, Bakanlıklar veya tüzelkişiliği haiz genel müdürlükler tarafından tayin edilirler. B) Bunun dışında kalan bütün memurlar Bakanlıklar veya tüzelkişiliği haiz genel müdürlükler tarafından valilik emrine tayin edilerek il idare şube başkanının inhası üzerine valiler tarafından istihdam yerleri tespit olunur; C) Yukarıdaki fıkralarda yazılı bütün memurların lüzumu halinde il içinde nakil ve tahvilleri mensup olduğu il idare şube başkanlarının inhası üzerine valiler tarafından icra edilmekle beraber mensup oldukları Bakanlıklar veya genel müdürlüklere sebepleriyle bildirilir. denilmektedir. Anılan madde ile naklen atama konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı açıktır. Ancak tanınan takdir yetkisi kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlıdır ve idareler personelin nakli konusunda tesis ettikleri işlemleri somut ve hukuken kabul edilebilecek somut nedenlere dayandırmak zorundadır.

T. C.

ADANA

1. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2011/506

KARAR NO : 2011/1819

DAVACI………… : MEHMET ERBAKICI ADINA TÜRK EĞİTİM SEN

VEKİLİ ………….: AV. MUHSİN ÖZKALE

İnönü Cad. Günep Plaza Kat:1 No:102 /ADANA

DAVALI ………….: OSMANİYE VALİLİĞİ – OSMANİYE

DAVANIN ÖZETİ : Osmaniye Anadolu Lisesinde öğretmen olarak görev yapan davacının hakkında başlatılan soruşturma neticesinde Düziçi 75. Yıl Teknik ve Endüstri Meslek Lisesinde öğretmen olarak atanmasına ilişkin 02/03/2011 tarih ve 3476 sayılı işlemin; soruşturma sonucu verilen disiplin cezalarına karşı sağlık sorunları yaşaması nedeniyle dava açamadığı, kendisini şikayet eden öğrencilere sadece nasihatta bulunduğu, bu kişilerin kimler olduğunu bildiği halde sınıfın geneline konuştuğu,öğrenci notları incelendiğinde hepsinin başarılı olduğunun görüleceği,kendisinin başarılı bir eğitimci olduğu,sicil notlarının yüksek olduğu,hakkında ileri sürülen ancak sübuta ermeyen iddialar nedeniyle atanmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Hakkında açılan soruşturma sonucu getirilen teklife dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Adana 1. İdare Mahkemesi’nce duruşma için önceden belirlenen 02/12/2011 tarihinde, davacı vekili Av. Muhsin ÖZKALE’nin ve davalı idareyi temsilen Bayram KAYMAK’ın geldiği görüldü, taraflara usulüne uygun olarak söz verilip açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verildi, davalı idarelerin usule ilişkin süre itirazı yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, dava dosyası incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; Osmaniye Anadolu Lisesinde öğretmen olarak görev yapan davacının hakkında başlatılan soruşturma neticesinde Düziçi 75. Yıl Teknik ve Endüstri Meslek Lisesinde öğretmen olarak atanmasına 02/03/2011 tarih ve 3476 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 71/2 nci maddesinde, kurumların, memurlarını meslekleri ile ilgili sınıftan genel idare hizmetleri sınıfına veya genel idare hizmetleri sınıfından meslekleri ile ilgili sınıfa, görev ve ünvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle atayabilecekleri hükme bağlanmış; aynı Kanunun 76. maddesinin 1. fıkrasında "Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68. maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler." hükmüne yer verilmiştir.

Bu madde ile memurların naklen atanmaları konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı açık olup, bu yetkinin ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri göz ardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması halinde, sözü edilen bu durumun dava konusu idari işlemin neden ve amaç yönlerinden hukuka aykırılığı nedeniyle iptalini gerektireceği yerleşmiş yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, Osmaniye Anadolu Lisesinde Kimya Öğretmeni olarak görev yapan davacı hakkında bazı öğrenci velilerinin yapmış olduğu şikayet üzerine açılan soruşturmada davacının Kimya dersi konularını planlanan süreden az zamanda anlatıp önce bitirdiği, kağıtlarını öğrencilere göstermediği, öğrencilere "şikayet ettiniz de elinize ne geçti? Sizin bu yaptığınız adiliktir gerzekler, bana okulda hiçbir b.. yapamazlar, şikayet edenleri biliyorum onlara yapacağımı biliyorum. Ben saati 80 liradan ders veren adamım, bunu mu istiyorsunuz" gibi sözler söylediği iddiasıyla ilgili olarak 30 kişilik mevcudu bulunan 11/A sınıfından 9 öğrencinin ifadesine başvurulduğu, bu öğrencilerden 4’ünün velisinin soruşturmaya konu şikayet başvurusunda bulunmuş oldukları, diğer 5 kişinin ise davacıya isnat edilen hususları doğrulayarak ders konularını planlanandan az sürede anlattığı, yazılı kağıtlarını göstermediği, bu yöndeki şikayetlerini müdüre iletmeleri üzerine davacının yukarda belirtildiği şekilde kendilerine hakaret ettiğini söyledikleri, bu öğrenciler dışında diğer öğrencilerin ifadesine başvurulmadığı, okul müdürü ve rehber öğretmenince ders konularının planlanandan daha az sürede bitirildiği konusunda öğrencilerden şikayet geldiğinin doğrulandığı ancak hakaret içeren sözleriyle ilgili olarak bu konuda kendilerine bir şikayetin gelmediğini belirttikleri görülmüştür.

Olayda, geçirdiği soruşturma sonucunda davacının 11/A sınıfında kimya dersi konularını planlanan süreden kısa zamanda anlatıp, yazılı kağıtlarını göstermemesine ilişkin fiilinin sübuta erdiği ile bu fiilin ihtar cezasını gerektirdiği, söylediği sözleri nedeniyle sübut bulan fiilinin ise 657 sayılı Yasanın 125/C-ı maddesi kapsamında 1/30 oranında aylıktan kesim cezasını gerektirdiği belirtilerek, ayrıca davacının okuldaki güven, itibar ve saygınlığı azaltıcı bu davranışlarının çalışma ortamındaki iklimi etkileyeceğinden il içerisinde başka bir okula atanmasının uygun olacağı yönündeki teklifin getirildiği, anılan teklif üzerine de davacının Merkez Osmaniye Anadolu Lisesinden Düziçi İlçesi, 75. Yıl Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine atandığı görülmektedir.

Atama işleminde kamu hizmetinin etkin ve verimli işlemesi amacı dışında bir başka amacın bulunmaması ve atama işlemlerinin bir alt ceza gibi uygulanmaması gerekmektedir.

Bu durumda, anılan fiilleri nedeniyle ihtar ve aylıktan kesim cezası ile cezalandırıldığı anlaşılan davacının aynı fiiller nedeniyle bir de atama işlemine tabi tutulmasının kendisine ikinci bir disiplin cezası verilmesi anlamına geleceği görüşüyle dava konusu işlemde hukuka uyarılık bulunmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, d ava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 120,00 TL yargılama gideri ile kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan 1100,00 TL avukatlık ücretinin davalı idarece davacı ya ödenmesine, artan posta ücretinin kararın kesinleşmesinden sonra isteği halinde davacıya iadesine, kararın tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere 05/12/2011 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

AZLIK OYU :

Davacının ders konularını planlanan süreden önce bitirmesi ve bu durumun öğrencilerce müdüre şikayet edilmesi üzerine öğrencilere söylemiş olduğu sözler nedeniyle kendisine her ne kadar disiplin cezası verilmiş ise de, Anadolu Lisesinde öğrenim gören öğrencilerin sınava tabi tutularak bu okulda öğrenim görmeye hak kazandıkları bu nedenle de etkin ve kaliteli bir eğitim almanın her öğrenci kadar bu öğrencilerin de haklı birer talepleri olduğu düşüncesiyle kendisi hakkındaki şikayetler üzerine bu şikayetlerin giderimi yolunda bir çalışma yapmak yerine soruşturma sırasında alınan ifadelerden öğrencilere hakaret ettiği anlaşılan davacının görev yaptığı okulda etkin ve verimli bir performans sergilemesinin mümkün olmadığı görüşüyle işlemin iptali yolundaki çoğunluk görüşüne karşıyım.

Üye
NURDAN YALÇIN
101124

DANIŞTAY KARARI
Resim

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 10 Şub 2015, 14:47


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TİCARETİ TERK ,AYNI İŞ YERİNE KARŞI BİR KERE İŞLENE BİLECEĞİ

T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/8665
KARAR NO. 2014/9307
KARAR TARİHİ. 30.6.2014

>TİCARETİ TERK HÜKÜMLERİNE MUHALEFET ETMEK– SANIK TARAFINDAN AYNI İŞYERİNE KARŞI BİR KERE İŞLENEBİLECEĞİ

2004/m. 337/a

5237/m. 43/1-2

ÖZET : Sanığın ticareti terk hükümlerine muhalefet etmek suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Zincirleme suç halinde aynı suçun aynı kişiye karşı birden fazla işlenmiş olması ve bu suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesi, bu suçlar arasında subjektif bir bağ bulunması gerekir. Ticareti terk hükümlerine muhalefet suçu da aynı sanık tarafından aynı işyeriyle ilgili olarak ancak bir kez işlenebileceğinden, zincirleme suç olarak işlenmesi mümkün değildir. O halde ticareti terk suçundan dolayı hükmedilen temel hapis cezasının artırılmasına karar verilmesi isabetsizdir.

DAVA : Ticareti terk hükümlerine muhalefet etmek suçundan sanık D. A. K.’nın İ.İ.K.nın 337/a, 5237 Sayılı T.C.K.nın 43/1-2, 62, 52/2. maddeleri gereğince 1860 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm yasal süresi içerisinde müşteki vekili ve sanık D. A. K. tarafından temyiz edildiğinden, Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle dosya Daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunarak gereği düşünüldü:

KARAR : Sair temyiz itirazlarının reddine;

Ancak; zincirleme suç halinde aynı suçun aynı kişiye karşı birden fazla işlenmiş olması ve bu suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesi, bir başka anlatımla bu suçlar arasında subjektif bir bağ bulunması gerekmekte olup, ticareti terk hükümlerine muhalefet suçunun da aynı sanık tarafından aynı işyeriyle ilgili olarak ancak bir kez ( ticaret terk edilebileceği ) işlenebileceğinden, zincirleme suç olarak işlemesi mümkün değildir. O halde ticareti terk suçundan dolayı hükmedilen temel hapis cezasının T.C.K.nın 43/1-2. maddeleri gereğince artırılmasına karar verilmesi isabetsiz,

SONUÇ : Temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden kabulüyle hükmün istem gibi BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 30.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 18 Oca 2015, 18:02


3,5 saat içinde aynı içerikteki 4 sms mesajı kişinin huzur ve sükununu bozma suçudur

Yartgıtay, yerel mahkemenin kararını bozarak 3,5 saat içinde aynı konuda 4 telefon mesajı atılmasını suç saydı

 

 

  • Yargıtay , 3,5 saat içinde aynı konuda 4 telefon mesajı atılmasını sakıncalı buldu.
  • Ard arda gelen mesajların kişinin ruhsal sükûn içinde yaşama hakkını ihlal ettiği açıklandı.
  • Bu durumun e-postalar için de geçerli olabileceği ifade edildi. 
Art arda gelen veya istenmeyen kısa mesajlar (SMS ), kullanıcıyı çileden çıkartabiliyor. İşte Yargıtay, kişinin rahatsız olduğu ‘mesaj yağmuruyla’ ilgili çok tartışılacak bir karara imza attı. 3,5 saat içinde aynı konuda 4 telefon mesajı atılmasını suç saydı. Yerel mahkeme nin beraat hükmünü bozan Yargıtay, “Aynı içerikteki 4 mesaj, davacının ruhsal sükûn içinde yaşama hakkını ihlal etmiştir. Sanığa mahkûmiyet verilmelidir.” dedi.
Cep telefonu kullanımıyla ilgili emsal teşkil edecek dava Kocaeli ’nde açıldı. S.A. adlı vatandaş, kendisine 3,5 saat içerisinde aynı içerikte 4 defa mesaj atan kişi hakkında şikâyetçi oldu. Körfez 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Mahkeme, 7 Eylül 2009’da kararını verdi ve sanığın beraatine hükmetti. Davacı taraf ise dosyayı Yargıtay 4. Ceza Dairesi’ne gönderdi. Sanığın aynı anlamdaki mesajını gün içerisinde art arda göndermesini yasaya aykırı bulan Yargıtay, yerel mahkemenin beraat kararını bozdu. Daire kararında şöyle dedi:“Hayatın akışına göre bir konudaki meramın bir veya iki kez mesaj gönderilmekle belirtileceği yerde, aynı anlamdaki mesajların gereksiz ve rahatsız edici biçimde 3,5 saat içinde 4 kez katılana gönderilmesi suçtur. Bu biçimdeki eylem, Türk Ceza Kanunu’nun 123’üncü maddesindeki gerekçede belirtilmiştir. Sanık hakkında ‘ruhsal sükûn içinde yaşama hakkını’ ihlal ettiği gözetilmeden, yasal olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi yasaya aykırıdır. Davacı S.A.’nın vekilinin temyiz nedenleri yerinde görülmüştür. Dolayısıyla hükmün bozulmasına, yargılamanın bozma aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.”
E-POSTA İÇİN DE GEÇERLİ OLABİLİR 
Zaman Gazetesi’nin haberine göre, Yargıtay’ın kararını değerlendiren Bursa Barosu avukatlarından İbrahim Halil Özçaycı , elektronik postalar (e-mail) konusunda mesajın içeriğinin ve hâkimin kanaatinin belirleyici unsur olduğunu kaydetti: “Cep telefonu sürekli insanın yanında. Her gelen mesaj, sinyal sesiyle rahatsız edici olabilir. Ama akıllı telefonlar dışında e-mailde aynı durum söz konusu değil. İstemezsen açmazsın. Yine de bu konuda mesajın içeriği ve hâkimin yorumu önemli. İster mesaj isterse e-mail olsun, tehdit, hakaret veya taciz içeriyorsa suçtur.”

YARGITAY 16.H.D E:2011/8343 K:2012/1192 * 40 ADET DOSYA İÇİN 09.00′A DURUŞMA SAATİ VERİLMESİ * DURUŞMALARIN AYNI SAATE VERİLMESİ

T.C. YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ.

Esas No:2011/8343Karar No:2012/1192  T.14.02.2012

* 40 ADET DOSYA İÇİN 09.00′A DURUŞMA SAATİ VERİLMESİ

* DURUŞMALARIN AYNI SAATE VERİLMESİ

 

 2709/m.36 Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik/m.46/d,50,81

 

DAVA : Taraflar arasındaki dava sonucunda verilen hükmün Yargıtayca incelenmesi istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu,

 

Gereği görüşüldü:

 

KARAR :

 

01.06.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin “Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetleri” başlıklı “Üçüncü Kısımın” “Birinci Bölüm”ünün 46/d maddesi uyarınca tutulması zorunluluğu bulunan “duruşma günleri defteri” aynı Yönetmeliğin 50. maddesinin birinci fıkrasında, “mahkemelerin iş durumlarına göre duruşma yapılacak gün ve saatlerin bir sıra dahilinde yazıldığı defter” olarak tarifi yapılmış, yine aynı Yönetmeliğin “Duruşma listesi” başlıklı 81. maddesinde de, “Duruşmalı işlemlerde mübaşir tarafından; mahkemesi, mağdur, şikayetçi ve sanık ile vekillerinin isimleri ve duruşma tarih ve saati yazılmak suretiyle bir liste düzenlenir ve bu liste duruşma salonu dışında herkesin görebileceği bir yere asılır. Bu listelerin bir sureti ayrı bir dosyada saklanır.”Hükümleri dikkate alındığında, mahkemenin her dava dosyası için değişik saatler belirleyerek duruşmalara devam etmek, böylelikle taraflara ve vekillerine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesindeki “…meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğu güvencesini vermek ve tarafların usul hükümlerine riayet edip etmediklerinin denetimini mümkün kılmak yerine, 6. sıradan 46. Sıradaki dava dosyasına kadar tek saat verilmek suretiyle (09.00) yaratılan bu belirsizlik nedeniyle taraflardan biri aleyhine haksız bir sonuca sebebiyet verilmemesi açısından, tarafları gelmeyen davaların duruşmalarının bitmesi muhtemel veya mümkün olan en son saat beklenerek, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi,SONUÇ : Yasaya aykırı bulunduğundan ve temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 14.02.2012 gününde oy birliğiyle karar verildi.