Etiket arşivi: BAKIMINDAN

Grup Şirketleri Bakımından “30 İşçi” ve İş Güvencesi

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/16735
Karar No:2015/19338

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacı, iş sözleşmesinin geçersiz olarak feshedildiğini iddia ederek feshin geçersizliğinin tespitine, işe iadesine, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, şirkette çalışan sayısının 30’un altında olduğunu ayrıca davacının iddiasının yerinde olmadığını davacının uyarılara rağmen görevini gereği gibi yapmadığını bu sebeple açılan davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalı işyerinde çalışan sayısının 30 işçinin altında olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi için fesih bildiriminin yapıldığı tarihte işyerinde 30 ve daha fazla işçi çalıştırılması gerekir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan işçi sayısına göre belirlenir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/2 maddesine göre, İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır. İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür.
Yine aynı kanunun 18/4 maddesi uyarınca, işverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir. Keza 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 60/2 maddesi uyarınca bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin dahil olduğu iş kolundan sayılır.
Otuz işçi sayısının belirlenmesinde belirli-belirsiz süreli, tam- kısmi süreli, daimi-mevsimlik iş sözleşmesi ile çalışanlar arasında bir ayırım yapılamaz. Fesih bildirimin yapıldığı tarihte 30 işçi sayısının tespitinde göz önünde bulundurulacak işçinin iş sözleşmesinin devam etmekte olması yeterli olup, ayrıca fiilen çalışıyor olması gerekmemektedir. Ancak hastalık, iş kazası, gebelik yada normal izin ve benzeri nedenlerle ayrılan işçi yerine bu süre için ikame işçi temin edilmiş ise, 30 işçi sayısında ikame edilen işçi dikkate alınmayacaktır. Konumu itibarıyla güvence kapsamı içerisinde olmayan işveren vekillerinin ve yardımcılarının da işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde dikkate alınması gerekir.
Fesih bildirim tarihinden önce iş sözleşmesi feshedilen, bu nedenle feshin geçersizliği davası açıp, lehine feshin geçersizliğine karar verilen işçinin işverene işe başlatılması için başvurusu halinde, adı geçen işçinin de 30 işçi sayısında değerlendirilmesi gerekir. Böyle bir durumda feshin geçersizliğine ilişkin dava sonuçlanmamış ise, bekletici mesele yapılarak sonucu beklenmelidir.
İş Kanunu kapsamı dışında kalan ve işçi sıfatını taşımayan çırak, stajyer ve meslek öğrenimi gören öğrencilerle süreksiz işlerde çalışanlar, keza işyerinde ödünç(geçici) iş ilişkisi ile çalıştırılanlar ile alt işveren işçileri o işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde hesaba katılmazlar. Alt işverenin işçileri otuz işçi kıstasının belirlenmesinde dikkate alınmazlar; fakat, iş güvencesi hükümlerinden kaçmak amacıyla, işçilerin bir kısmının muvazaalı olarak taşeron işçisi olarak gösterilmesi halinde, bu işçilerin de işçi sayısına dahil edilmesi gerekir. Daha açık bir anlatımla, alt işverenlik ilişkisinin geçersiz sayılması gereken hallerde taraflarca alt işveren sayılan kişiye bağlı olarak çalışanlar otuz işçi sayısının tespitinde hesaba katılmalıdır. Alt işverenin işçileri ile geçici işçi sağlayan işverenle iş sözleşmeleri devam eden geçici işçiler, kendi işverenlerinin işyerlerinde sayının belirlenmesinde hesaba katılırlar. Ancak tarafların geçici iş ilişkisinde gönderen işveren olarak nitelendirdikleri; fakat aslında “bodro işvereni” olarak faaliyet gösteren ve yaptıkları iş, işverenlerine işçi temin etmekten ibaret olanlara kayıtlı bulunan işçiler de sayı ölçütünde gözönünde bulundurulmalıdır.
Özellikle gurup şirketlerinde ortaya çıkan bir çalışma biçimi olan birlikte istihdam şeklindeki çalışmada, işçilerin bir kısmı aynı anda birden fazla işverene ve birlikte hizmet vermektedirler. Daha çok yönetim organizasyonu kapsamında birbiriyle bağlantılı olan bu şirketler, aynı binalarda hizmet verebilmekte ve bir kısım işçiler iş görme edimini işverenlerin tamamına karşı yerine getirmektedir. Tüm şirketlerin idare müdürlüğünün aynı şahıs tarafından yapılması, şirketlerin birlikte kullandığı işyerinde verilen muhasebe, güvenlik, ulaşım, temizlik, kafeterya ve yemek hizmetlerinin yine tüm işverenlere karşı verilmiş olması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu gibi bir ilişkide, tüm şirketlere hizmet veren işçiler ile sadece davalı şirkete hizmet veren işçilerin 30 işçi kıstasında dikkate alınması gerekir. İşçi tüm şirketlere hizmet ediyor ise, o zaman tüm şirketlerdeki işçi sayısı dikkate alınmalıdır.
Diğer taraftan organik bağ ilişkisinde işveren sıfatı olan tüzel kişinin, işçinin iş sözleşmesinden veya iş kanunundan doğan haklarını kullanmasının engellenmesi için temsilde farklı kişiliklere yer vermesi sözkonusudur. Bu durumda tüzel kişinin bağımsızlığı sınırlanır ve organik bağ içinde olunan kişi ile özdeş kabul edilir.
Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme(haklarının alınmasını engelleme-iş güvencesi hükümlerinden yararlandırmama), tarafta muvazaa (hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil sözkonusudur. Bu durumların sözkonusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır. Organik bağ ise şirketlerin adresleri, faaliyet alanları, ortakları ve temsilcilerinin aynı olmasından, aralarındaki hukuki ilişkilerin tespitinden anlaşılır.
Dosya içeriğine göre somut uyuşmazlıkta mahkemece, davalı işyerinde çalıştırılan işçi sayısının 13 olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının … Grup şirketler grubuna bağlı organik bağı olan şirketlerden .. İleri Yapı … İzol. Mad. San. ve Tic. AŞ. Nezdinde çalıştığı ve … markalı her türlü yapı kimyasalları, .. markalı Isı Yalıtım Levhaları, … Manto markalı panel board malzemelerinin satış ve pazarlamasını yaptığı, bu malzemelerin ise … İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından üretildiği anlaşılmaktadır. Grup şirketleri hakkında bilgi içeren internet çıktısında davalı şirketin .. ve .. Yapı Proj. Ltd. Şti ile de bağlantısı açıklanmıştır. “Fabrikamızda yıllık 1.800 ton EPS ve 25,919 ton yapı kimyasalları üretimi yapasitesiyle çalışılmaktadır.” denilmiştir. Bu fabrikada her iki grup şirketi birlikte faaliyet göstermektedir. Davacı … Şirketinde üretilen yapı malzelerinin satış ve pazarlamasında çalıştığından bu firmanın cirosuna katkı sağlamaktadır. Bu nedenle davacının iş görme edimini her iki şirkete birlikte sunduğu ve birlikte istihdam olgusunun sağlandığı açıktır.
12/07/2013 tarihli fesih bildiriminde: “Görevinizin başlaması ile açılan Ege Bölge Müdürlüğü ile dönem başında yapılan bütçe satış hedeflerinin gerisinde olunması ve beklenen performans değerlerinin gerçekleşmemesi, firmaya bölge maliyetinin yüksek olması nedeniyle çalışmış olduğunuz Ege Bölge Müdürlüğü departmanı kapatılacağından işinize istemeyerek son verilecektir” şeklinde bildirim yapıldığı, tanık beyanlarında Ege Bölge Müdürlüğünün kapatılmadığının ifade edildiği, davalı tarafın cevap dilekçesinde davacının performans düşüklüğüne dayandığı, fesihten önce davacının savunmasının da alınmadığı anlaşıldığından feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi isabetsiz olmuştur.
4857 sayılı İş Yasasının 20/3.maddesi uyarınca mahkeme kararı bozularak ortadan kaldırılmış ve Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçe ile;
1-Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-Feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının İŞE İADESİNE,
3-Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak davacının 4 aylık brüt ücreti tutarında BELİRLENMESİNE,
4-Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin GEREKTİĞİNE,
5-Alınması gereken 27,70 TL harçtan peşin alınan 25,20 TL harcın tenzili ile bakiye 2,50 TL harç giderinin davalıdan tahsili ile Hazine’ye gelir kaydına,
6-Davacının yapmış olduğu 437,25 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
7-Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre 1.500,00 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8-Artan gider ve delil avansının ilgilisine iadesine,
9-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 14.10.2015 gününde oybirliğiyle KESİN olarak karar verildi.

İŞE İADE DAVALARINDA GRUP ŞİRKETLERİ BAKIMINDAN “30 İŞÇİ”KAVRAMI

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/16735
Karar No:2015/19338

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacı, iş sözleşmesinin geçersiz olarak feshedildiğini iddia ederek feshin geçersizliğinin tespitine, işe iadesine, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, şirkette çalışan sayısının 30’un altında olduğunu ayrıca davacının iddiasının yerinde olmadığını davacının uyarılara rağmen görevini gereği gibi yapmadığını bu sebeple açılan davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalı işyerinde çalışan sayısının 30 işçinin altında olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi için fesih bildiriminin yapıldığı tarihte işyerinde 30 ve daha fazla işçi çalıştırılması gerekir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan işçi sayısına göre belirlenir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/2 maddesine göre, İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır. İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür.
Yine aynı kanunun 18/4 maddesi uyarınca, işverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir. Keza 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 60/2 maddesi uyarınca bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin dahil olduğu iş kolundan sayılır.
Otuz işçi sayısının belirlenmesinde belirli-belirsiz süreli, tam- kısmi süreli, daimi-mevsimlik iş sözleşmesi ile çalışanlar arasında bir ayırım yapılamaz. Fesih bildirimin yapıldığı tarihte 30 işçi sayısının tespitinde göz önünde bulundurulacak işçinin iş sözleşmesinin devam etmekte olması yeterli olup, ayrıca fiilen çalışıyor olması gerekmemektedir. Ancak hastalık, iş kazası, gebelik yada normal izin ve benzeri nedenlerle ayrılan işçi yerine bu süre için ikame işçi temin edilmiş ise, 30 işçi sayısında ikame edilen işçi dikkate alınmayacaktır. Konumu itibarıyla güvence kapsamı içerisinde olmayan işveren vekillerinin ve yardımcılarının da işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde dikkate alınması gerekir.
Fesih bildirim tarihinden önce iş sözleşmesi feshedilen, bu nedenle feshin geçersizliği davası açıp, lehine feshin geçersizliğine karar verilen işçinin işverene işe başlatılması için başvurusu halinde, adı geçen işçinin de 30 işçi sayısında değerlendirilmesi gerekir. Böyle bir durumda feshin geçersizliğine ilişkin dava sonuçlanmamış ise, bekletici mesele yapılarak sonucu beklenmelidir.
İş Kanunu kapsamı dışında kalan ve işçi sıfatını taşımayan çırak, stajyer ve meslek öğrenimi gören öğrencilerle süreksiz işlerde çalışanlar, keza işyerinde ödünç(geçici) iş ilişkisi ile çalıştırılanlar ile alt işveren işçileri o işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde hesaba katılmazlar. Alt işverenin işçileri otuz işçi kıstasının belirlenmesinde dikkate alınmazlar; fakat, iş güvencesi hükümlerinden kaçmak amacıyla, işçilerin bir kısmının muvazaalı olarak taşeron işçisi olarak gösterilmesi halinde, bu işçilerin de işçi sayısına dahil edilmesi gerekir. Daha açık bir anlatımla, alt işverenlik ilişkisinin geçersiz sayılması gereken hallerde taraflarca alt işveren sayılan kişiye bağlı olarak çalışanlar otuz işçi sayısının tespitinde hesaba katılmalıdır. Alt işverenin işçileri ile geçici işçi sağlayan işverenle iş sözleşmeleri devam eden geçici işçiler, kendi işverenlerinin işyerlerinde sayının belirlenmesinde hesaba katılırlar. Ancak tarafların geçici iş ilişkisinde gönderen işveren olarak nitelendirdikleri; fakat aslında “bodro işvereni” olarak faaliyet gösteren ve yaptıkları iş, işverenlerine işçi temin etmekten ibaret olanlara kayıtlı bulunan işçiler de sayı ölçütünde gözönünde bulundurulmalıdır.
Özellikle gurup şirketlerinde ortaya çıkan bir çalışma biçimi olan birlikte istihdam şeklindeki çalışmada, işçilerin bir kısmı aynı anda birden fazla işverene ve birlikte hizmet vermektedirler. Daha çok yönetim organizasyonu kapsamında birbiriyle bağlantılı olan bu şirketler, aynı binalarda hizmet verebilmekte ve bir kısım işçiler iş görme edimini işverenlerin tamamına karşı yerine getirmektedir. Tüm şirketlerin idare müdürlüğünün aynı şahıs tarafından yapılması, şirketlerin birlikte kullandığı işyerinde verilen muhasebe, güvenlik, ulaşım, temizlik, kafeterya ve yemek hizmetlerinin yine tüm işverenlere karşı verilmiş olması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu gibi bir ilişkide, tüm şirketlere hizmet veren işçiler ile sadece davalı şirkete hizmet veren işçilerin 30 işçi kıstasında dikkate alınması gerekir. İşçi tüm şirketlere hizmet ediyor ise, o zaman tüm şirketlerdeki işçi sayısı dikkate alınmalıdır.
Diğer taraftan organik bağ ilişkisinde işveren sıfatı olan tüzel kişinin, işçinin iş sözleşmesinden veya iş kanunundan doğan haklarını kullanmasının engellenmesi için temsilde farklı kişiliklere yer vermesi sözkonusudur. Bu durumda tüzel kişinin bağımsızlığı sınırlanır ve organik bağ içinde olunan kişi ile özdeş kabul edilir.
Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme(haklarının alınmasını engelleme-iş güvencesi hükümlerinden yararlandırmama), tarafta muvazaa (hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil sözkonusudur. Bu durumların sözkonusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır. Organik bağ ise şirketlerin adresleri, faaliyet alanları, ortakları ve temsilcilerinin aynı olmasından, aralarındaki hukuki ilişkilerin tespitinden anlaşılır.
Dosya içeriğine göre somut uyuşmazlıkta mahkemece, davalı işyerinde çalıştırılan işçi sayısının 13 olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının … Grup şirketler grubuna bağlı organik bağı olan şirketlerden .. İleri Yapı … İzol. Mad. San. ve Tic. AŞ. Nezdinde çalıştığı ve … markalı her türlü yapı kimyasalları, .. markalı Isı Yalıtım Levhaları, … Manto markalı panel board malzemelerinin satış ve pazarlamasını yaptığı, bu malzemelerin ise … İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından üretildiği anlaşılmaktadır. Grup şirketleri hakkında bilgi içeren internet çıktısında davalı şirketin .. ve .. Yapı Proj. Ltd. Şti ile de bağlantısı açıklanmıştır. “Fabrikamızda yıllık 1.800 ton EPS ve 25,919 ton yapı kimyasalları üretimi yapasitesiyle çalışılmaktadır.” denilmiştir. Bu fabrikada her iki grup şirketi birlikte faaliyet göstermektedir. Davacı … Şirketinde üretilen yapı malzelerinin satış ve pazarlamasında çalıştığından bu firmanın cirosuna katkı sağlamaktadır. Bu nedenle davacının iş görme edimini her iki şirkete birlikte sunduğu ve birlikte istihdam olgusunun sağlandığı açıktır.
12/07/2013 tarihli fesih bildiriminde: “Görevinizin başlaması ile açılan Ege Bölge Müdürlüğü ile dönem başında yapılan bütçe satış hedeflerinin gerisinde olunması ve beklenen performans değerlerinin gerçekleşmemesi, firmaya bölge maliyetinin yüksek olması nedeniyle çalışmış olduğunuz Ege Bölge Müdürlüğü departmanı kapatılacağından işinize istemeyerek son verilecektir” şeklinde bildirim yapıldığı, tanık beyanlarında Ege Bölge Müdürlüğünün kapatılmadığının ifade edildiği, davalı tarafın cevap dilekçesinde davacının performans düşüklüğüne dayandığı, fesihten önce davacının savunmasının da alınmadığı anlaşıldığından feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi isabetsiz olmuştur.
4857 sayılı İş Yasasının 20/3.maddesi uyarınca mahkeme kararı bozularak ortadan kaldırılmış ve Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçe ile;
1-Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-Feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının İŞE İADESİNE,
3-Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak davacının 4 aylık brüt ücreti tutarında BELİRLENMESİNE,
4-Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin GEREKTİĞİNE,
5-Alınması gereken 27,70 TL harçtan peşin alınan 25,20 TL harcın tenzili ile bakiye 2,50 TL harç giderinin davalıdan tahsili ile Hazine’ye gelir kaydına,
6-Davacının yapmış olduğu 437,25 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
7-Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre 1.500,00 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8-Artan gider ve delil avansının ilgilisine iadesine,
9-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 14.10.2015 gününde oybirliğiyle KESİN olarak karar verildi.

CEZA KANUNUNUN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA İLKESİ / KAMU DAVASIYLA ALAKALI HÜKMÜN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN GEÇİRİLMESİ SEBEBİYLE KURULAMAMASI / YARGILAMA YASALARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASINDA GENEL İLKENİN DERHAL UYGULAMA İLKESİ OLMASI

T.C.

YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2006/9-44
K: 2006/54
T: 21.03.2006
CEZA KANUNUNUN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA İLKESİ
KAMU DAVASIYLA ALAKALI HÜKMÜN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN GEÇİRİLMESİ SEBEBİYLE KURULAMAMASI
YARGILAMA YASALARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASINDA GENEL İLKENİN DERHAL UYGULAMA İLKESİ OLMASI
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 237]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 238]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 102]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 310]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 366]
Şikayetçi-Sanık E…. Oğul hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle TCK’nun 102/6. maddesi uyarınca ortadan kaldırılmasına,
Sanık Y…….. Aydın’ın ise beraetine ilişkin, Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince verilen, 19.10.2004 gün ve 417/412 sayılı hüküm, şikayetçi tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 30.01.2006 gün ve 6947-244 sayı ile;
“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nun 237 ve 238. maddeleri karşısında katılma talebiyle ilgili olarak hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,”isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 24.02.2006 gün ve 19095 sayı ile;
“Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2004 tarihinde sanığın beraatine karar verilmiş, yargılama aşamasında duruşmalara katılan müşteki sanık Ertuğrul Oğul vekili katılma talebinde bulunmadığı için şikayetçinin davaya katılmasına ilişkin olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiştir.
Yargılama sırasında yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesinde katılma usulü düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrasında “Müdahale, merciine verilecek bir dilekçe veya tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla olur. Bu tutanak reis veya hakime tasdik ettirilir.” hükmü getirilmiştir.
Müşteki sanık veya vekilinin, yargılama aşamasında katılma talebiyle dilekçe ile başvuruda bulunduğuna veya zabıt katibine tutanak düzenlettirdiğine ilişin dosyada hiçbir belgeye rastlanmadığı gibi soruşturmanın genişletilmesi talebine ilişkin dilekçeye de rastlanmadığı, dolayısıyla usulüne uygun olarak katılma talebinde bulunmadığından, yerel mahkemenin bu konuda karar vermemesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.
Ancak; yüze karşı verilen sanık Yakup Aydın’ın beraatine ilişkin 19.10.2004 tarihli Fatsa Asliye Ceza Mahkemesinin kararına karşı müşteki sanık 25.10.2004 tarihli dilekçe ile temyiz yoluna başvurmuş ve temyiz incelemesi sırasında da 01.06.2005 tarihinde 5271 sayılı 238. maddelerindeki yeni düzenlemeler yürürlüğe girmiştir.
Çözümlenmesi gereken sorun katılma ile ilgili olarak 1412 sayılı CMUK’nun mu yoksa hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun hükümlerinin mi uygulanacağı noktasındadır.
Sorun, yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanması ile ilgilidir.
Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında genel ilke derhal uygulama, hemen uygulama ilkesidir. Bunun istisnası yasada aksi uygulamanın belirtilmiş olması halidir. Derhal uygulama ilkesi uyarınca, usul işlemleri, yapılacağı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tabidir. Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler de sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir. Yürürlüğe giren yeni yasa yargılaması devam eden davalarda hemen uygulanacaktır. Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.09.2003 tarih 2003/1-226 Esas, 2003/229 karar ve 24.5.2005 tarih, 2005/7-24 Esas, 2005/56 karar sayılı kararları da aynı doğrultudadır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi de 18.10.2005 tarih 2005/6145-10032 sayılı kararında da “Sanık hakkında açılan kamu davasına karar tarihinde uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesi uyarınca usulüne uygun şekilde katılma isteminde bulunup bu sıfatı kazanmayan şikayetçinin temyize yetkisi bulunmadığı, cihetle, vaki temyiz isteminin reddine…” karar verilmiştir.
Somut olayda, karar 19.10.2004 tarihinde verilmiş olup, temyiz tarihinde sanık ve C.Savcılarınca temyiz edilmediğinden hükmün kesinleştiğinin kabulü gerekir. Zira şikayetçi yargılama aşamasında yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesi hükümleri doğrultusunda katılma talebinde bulunmadığından hükmü temyize yetkisi yoktur. Aksini kabul etmek sanık açısından kazanılmış hak kuralının da ihlali anlamına gelecektir.” gerekçeleriyle itiraz yasayoluna başvurularak, Özel Daire bozma kararının kaldırılıp, şikayetçinin temyiz isteminin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Sanığın tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya neden olmak suçundan beraatine karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, şikayetçinin hükmü temyiz etmesine yasal olanak bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasası 310 uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesinin 3. fıkrasındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ve uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. İstek koşulunun ise bu konuda hak ve yetkisi olan kişilerce yerine getirilebileceği yasa gereğidir. CMUK’nun halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrasında bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin olanlar dışında kalan hükümlerde, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay’ca incelenmesi olanaksızdır.
Öte yandan, gerek öğretide gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda, yeni yürürlüğe giren yargılama kurallarına ilişkin değişikliklerin, yapılacak yargılama işlemlerinde derhal uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bu ilke usule ilişkin yeni Yasanın eskisinden daha yeterli ve daha yararlı olduğu ön kabulüne ve ülkede aynı anda birden çok yargılama yasasının geçerli olmaması ilkesine, yasaların yürürlükte kalış süreleri içerisinde, düzenledikleri alanlarda uygulanacağı görüşüne dayanmaktadır. Açıklanan ilkenin istisnası da ancak yeni yürürlüğe konulan yasada geçici maddelerle yapılan düzenlemeler ile ayrık tutulan hallerde ortaya çıkmaktadır.
Derhal uygulanırlık ilkesinin doğal sonucu olarak, usul işlemleri, yapıldığı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tâbi olacak ve ceza yargılaması sırasında, yasada değişiklik olduğunda yeni yasa hemen uygulanacak, ancak, bu durum, önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, o yasaya uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmeyecektir.
Bu ilkenin sonucu olarak;
1- Usul işlemleri mutlaka yürürlükteki yasaya göre yapılacaktır.
2-Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
3- Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni yasaya tâbi olacaktır.
4- Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Açıklanan bu ilke doğrultusunda, kamu davasına katılma konusundaki yasal düzenlemeler incelendiğinde;
1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesi gereğince, suçtan zarar gören herkesin davaya katılması olanaklıdır. Davaya katılma hakkı olan kişiler bu haklarını aynı Yasanın 366. maddesi uyarınca, ya yazılı olarak dilekçeyle ya da tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla kullanabileceklerdir.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 237. maddesinde ise suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların davaya katılabilecekleri kabul edilmiş, ancak yasa yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Anılan Yasanın 238. maddesi uyarınca;davaya katılma hakkının kullanılması için dilekçe ile başvurma yönteminin yanı sıra, sözlü olarak yapılan istemin duruşma tutanağına geçirilmesi de yeterli görülmüş, hatta şikayetçi olduğunu bildiren kişiye mahkemelerce, davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulması hususunda zorunluluk getirilmiştir.
Açıklanan yasal düzenlemeler nazara alındığında, 01 Haziran 2005 tarihinden önce sonuçlandırılan yargılamalarda kamu davasına katılma konusunda 1412 sayılı CMUK’nun 365 ve devam eden maddelerine uygun olarak işlem yapılmış olması yeterlidir. Bu süreçte anılan yasal düzenlemeye uygun olarak son soruşturma (kovuşturma) aşamasında katılan sıfatını almayan bir kimsenin, olağan yasa yollarından olan temyiz davasında kamu davasına katılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. 5271 sayılı CMK’nun yürürlüğe girmiş olması, daha önce yürürlükte olan yargılama yasasına uygun olarak sonuçlandırılan davalarda, yakınana yeni bir hak bahşetmeyecektir.
Ancak, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, yöntemine uygun bir temyiz başvurusu üzerine hükmün bir başka hukuka aykırılık saptanarak bozulması ile kovuşturma aşamasının kanun yollarından önceki evresine dönüleceğinden, yeniden yapılacak yargılamanın da artık yürürlükte olan 5271 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılması gerektiği gözetilmelidir. Bu nedenle, diğer yargılama kurallarının yanında 238. madde uyarınca yakınana, kamu davasına katılma hakkının bulunduğunun hatırlatılmasının gerektiği de açıktır. Fakat, bu durumda da koşulları varsa sanığın kazanılmış hakkının dikkate alınması yasal bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
05.09.2002 tarihinde E… Oğul’un 3 gün iş ve güçten kalması ile sonuçlanan yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasında, E…. Oğul ve Y…. Aydın’ın kollukta aynı gün alınan beyanlarında birbirlerinden şikayetçi oldukları ve yapılan ön ödeme önerisine uymadıkları, 26.11.2002 tarihinde yapılan sorgularında da her iki sanığın şikayetlerini sürdürdükleri, 03.07.2003 tarihli oturuma Avukat A…. Orhan’ın E….. vekili olarak duruşmaya katıldığı, 22.10.2003 tarihinde Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince yapılan keşifte, E… Oğul vekilinin de hazır olduğu, duruşmada tanık dinletme ve soruşturmanın genişletilmesi yönünde talepte bulunulmuş ise de, katılma istemi anlamına gelebilecek herhangi bir dilekçe sunulmamıştır. Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2004 gün ve 417/412 sayı ile;
Şikayetçi-Sanık E…. Oğul hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle TCK’nun 102/6. maddesi uyarınca ortadan kaldırılmasına,
Sanık Y… Aydın’ın ise olayda kusursuz olması nedeniyle atılı suçtan beraetine karar verilmesi üzerine, sanık Y…. Aydın hakkındaki hüküm, Şikayetçi-Sanık E….. Oğul tarafından 25.10.2004 tarihinde temyiz edilmiştir, Yargılamanın sürdürülüp, sonlandırıldığı süreçte yürürlükte bulunan yasaya göre davaya katılma isteminde bulunmayan yakınanın, yürürlükteki yasaya uygun olarak verilen hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunmadığı açıktır.
O halde Özel Dairece, 5320 sayılı Ceza Yargılama Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca, hükmü temyiz etme hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, hükmün bozulmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır. Zira, verilen hüküm kendiliğinden temyize tabi olmadığı gibi, başvuru tarihinde yürürlükte bulunan yargılama kurallarına göre, temyiz davası açmaya yetkili bir kişi tarafından yöntemince açılmış bir temyiz davası da bulunmamaktadır
Bu itibarla, işlem tarihinde hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz inceleme istemi üzerine verilen ve adı geçeni temyiz davası açmaya hak sahibi sayan Özel Daire bozma hükmü bu yönüyle isabetsiz olup, Yargıtay C.Başsavcılığının usul ve yasaya uygun itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, ancak CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak şikayetçinin temyiz inceleme isteminin aynı Yasanın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 30.01.2006 gün ve 6947-244 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
3- Hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçi Ertuğrul Oğul’un temyiz inceleme isteminin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
4-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.03.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.