Etiket arşivi: BAŞLANGICI

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TÜKETİCİ, AYIPLI ARACIN GERİ TESLİM TARİHİ, FAİZ BAŞLANGICI

Örnek bir olayda aracı satın alan viteste arızayı tespit etmiş ve karşı tarafa, yani aracı satın aldığı firmaya ihtar göndermiştir. Bu ihtarı alan firma ödemeyi reddedince araç sahibi dava açmıştır. Ancak davasında hem maddi hem de manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Manevi tazminatı kabul etmeyen mahkeme sadece maddi tazminat yönünden davacı lehine hüküm kurmuştur. Bunun yanında ihtarnamenin gönderildiği tarihten itibaren faize de hükmetmiştir. Yargıtay ise faiz konusunda farklı görüştedir. Yargıtay’a göre faiz ancak aracın fiilen firmaya teslim edildiği tarihten itibaren istenmelidir. Kararı aşağıda bulabilirsiniz:

T.C
YARGITAY
19.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/17670
KARAR NO: 2014/508
KARAR TARİHİ. 06.01.2014

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen
hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı vekili, davalıdan 02.08.2010 tarihinde alınan …2011 model binek …. marka otomobilin bir hafta olmadan seyir halinde iken viteste olduğunda ses çıkardığını, bununla alakalı olarak 11.08.2010 tarihinde davalı servisine başvuruda bulunulduğunu, 07.12.2010 tarihinde de ihtarname keşide edildiğini ancak bir sonuç alınamadığını ileri sürerek şimdilik 40.000 TL maddi 10.000 TL manevi tazminatın bildirim tarihinden itibaren işleyecek en yüksek reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında maddi tazminat talebini 9.158,06 TL artırarak 49.158,06 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı vekili, süresinde ayıp ihbarının yapılmadığını, sözleşmeden dönme değil, satış bedelinde indirimin gündeme gelebileceğini, tazminat isteminin yerinde olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama, toplanan deliller, benimsenen bilirkişi kurulu raporuna göre; aracın gizli ayıplı olduğu, davacı ayıplı araçtan istifade edemeyeceği için davalı tarafın indirim talebinin yerinde olmadığı, maddi tazminat talebinin kabulü, manevi tazminat isteminin reddi gerektiği gerekçeleri ile ayıplı olduğu tespit edilen dava konusu aracın davacı tarafından davalı firmaya iadesine, 49.158,06 TL maddi tazminatın 07.12.2010 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, şartları oluşmayan manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1)Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2)Mahkemece ayıplı aracın iadesine karar verildiğine göre birlikte ifa kuralı gereğince davalı lehine hükmedilen bedele, aracın fiilen davalıya iade edilip teslim edildiği tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerekirken bu yön gözetilmeden daha önceki bir tarihten itibaren faiz yürütülmesine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte belirtilen sebeplerle davalı vekilinin öteki temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte belirtilen sebeplerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 06.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C
YARGITAY
13.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2011/15585
KARAR NO: 2012/17023
KARAR TARİHİ.02.07.2012

AYIPLI SATIŞ, SIFIR ARAÇTA İMALAT HATASI BULUNMASI, FAİZ…

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalılardan N… Otomotiv A.Ş. tarafından üretilen ve Trabzon Bayisi olan davalı B… Otomotiv Limited Şirketinden 28.02.2005 tarihinde, 38.750 TL bedelle 2005 model, …marka araç satın aldığını, imalat hatası bulunan aracın ön ve arka kapıları ile pencere camlarından sürekli sesler geldiğini, bu sorunun, başvurulan yetkili servislerce de giderilemediğini, öte yandan aracın klimasının soğutmadığını, çalıştığında aracın içine su girdiğini, bu arızanın giderilmesi için dört defa sökülen torpidonun, bu sökümler ne­deniyle yıprandığını, ayrıca aracın kalorifer kutusunun kırık, torpidonun da gevşek olduğunun belirlendiğini, araçtaki seslerin giderilmesi için aşırı de­recede gres yağı kullanılması nedeniyle araçta yağ lekeleri kaldığı gibi, aracın arızalarının da giderilemediğini ileri sürerek, araç için ödemiş olduğu satış bedelinin iadesine, olmadığı takdirde ise aracın ayıpsız yenisi ile değişti­rilmesine, bu da olmadığı takdirde ise fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 600,00 YTL değer kaybı ile, 400,00 YTL servise gidiş nedeniyle ödenen yol ve konaklama giderlerinin, ödenme tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiş, 28.02.2007 tarihli ıslah dilekçesi ile de, terditli taleplerinin sonuncusu olan, değer kaybı talebini 10.000 TL’ye, masraflarla ilgili talebini ise 600 TL’ye çıkarmıştır.

Davalılardan N… Otomotiv A.Ş., araçta fonksiyonel kullanımı etkileyen hiçbir arızanın bulunmadığını, davacının satın aldığı tarihten itibaren çeşitli şikayetlerle aracını servise getirdiğini, iş emirlerinin büyük bir bölümünün ses şikayetine dayandığını, araçtaki arızaların üretim hatasından değil dış etkenler nedeniyle meydana geldiğini, maldan yararlanamamanın süreklilik arzet­mediğini, onarım hakkının kullanıldığını savunarak, davanın reddini dilemiş, diğer davalı B… Otomotiv Limited Şirketi ise davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne, 38.750,00 TL’nin 28.02.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, kararın da­yandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Dava konusu araç, davacı tarafından halen kullanılmakta olup iade edilmediğine göre, davacı ancak ürünün iade tarihinden itibaren faiz talep edebileceği halde mahkemece faize dava tarihinden hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onan­ması HUMK’nın 438/7. maddesi hükmü gereğidir.

S o n u ç: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent gereğince mahkeme kararının hüküm bölümünün 1. maddesinin tamamen çıkarılarak yerine “DAVANIN KISMEN KABULÜ ile 38.750,00 TL’nin dava konusu aracın iade tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE” cümlesinin ya­zılmasına, kararın değiştirilmiş ve düzeltilmiş bu şekliyle (ONANMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 02.07.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 17 Ara 2014, 13:39


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ E. 2011/12724 K. 2012/1597 *HİZMET TESPİTİ * HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE VE BAŞLANGICI

T.C.

YARGITAY

10. HUKUK DAİRESİ

Esas No. 2011/12724

Karar No. 2012/1597

Tarihi: 07.02.2012

 

 

•İlgili Kanun / Madde 506.S.SsK/79

 

DAVA:

 

Dava, 24.02.1993-14.01.1994 arası dönemde hizmet akdine dayalı olarak geçen ve kuruma tescil edilmeyen sigortalı hizmetlerin tespiti istemine ilişkindir.Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, davanın reddine hükmedilmiştir.Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi  ……… tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

 

5510 sayılı Yasanın Geçici 7. maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20′nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibarı hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.” hükmü uyarınca, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi olup, anılan madde hükmüne göre; Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.

 

Somut olayda, davacının 14.01.1994 tarihinde Emekli Sandığına tabi olarak çalışmaya başladığı, sigortalı çalışmasının sona erdiği 14.01.1994 tarihinden sonra davanın 17.02.2006 tarihinde açıldığı ve beş yıllık hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçmiş olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmiş ise de uyuşmazlık; sigortalının, 506 sayılı Yasa kapsamında çalışmakta iken, aynı işyerindeki çalışmasının 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Yasasına tabi olarak devam etmesi halinde, hak düşürücü sürenin; bu çalışmalardan hangisinin sona erme tarihi başlangıç alınarak hesaplanacağı; buna bağlı olarak da hak düşürücü sürenin somut olay yönünden gerçekleşip gerçekleşmediği, noktasında toplanmaktadır.

 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.04.2011 tarih ve 2011/10-52 Esas 2011/221 Karar sayılı kararında; “çalıştırılanlar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3. maddesinde belirtilen istisnalardan olmamak kaydıyla, 2. maddede öngörülen koşulların varlığı halinde kendiliğinden sigortalı sayılırlar.

 

Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümlerinin sigortalının işe alındığı tarihten başlayacağına ilişkin norm, sigortalının kayıt altına alınabilmesi ile sonuç doğurur.

 

Bildirimsiz geçen çalışmaların tespitine ilişkin dava koşulları ise 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesinde tanımlanmıştır.

 

Bunlar; 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılma, yönetmelikte tespit edilen belgelerinin Kuruma verilmemiş ya da çalışmaların Kurumca saptanamamış olması ile anılan davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmış olmasıdır.

 

Sigortalı, bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini hak düşürücü sürenin işlemeye başladığı, hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıl içerisinde isteyebilir.

 

Davacının aynı işyerinde çalışmaya devam ettiği hususu tartışmasız olup; çalışma kesintisiz devam ettiğine göre, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79/10 maddesinde yer alan “hizmet” kavramının, somut olay yönünden hem sigortalı hem de emekli sandığı hizmeti birlikte değerlendirilmek suretiyle belirlenmesi ve hak düşürücü sürenin hesabında da bu belirlemenin esas alınması gerekir.

 

Bu durum “işçi yararına yorum ilkesi”nin doğal sonucudur.

 

Hal böyle olunca; davacının aynı işyerinde sigortalı hizmeti sona ermekle birlikte Emekli Sandığına tabi hizmetinin dava tarihinde halen devam ettiği, çalışmanın kesintisiz olduğu belirgin olmakla hizmet tespiti davası açmak için yasada öngörülen beş yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu kabule olanak bulunmamaktadır.”

 

Hükmünün öngörülmüş olması karşısında, anılan karardaki ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılıp davanın esası hakkında karar tesis edilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı, görülmüştür.O halde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, hüküm bozulmalıdır.SONUÇ: Açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 07.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY13. Hukuk Dairesi 2009/9785 E.N , 2010/2745 K.N.*VEKALET SÖZLEŞMESİ ZAMANAŞIMI * ÖĞRENME TARİHİNİN BAŞLANGICI

YARGITAY

13. Hukuk Dairesi

2009/9785 E.N , 2010/2745 K.N.

 

 

SÖZLEŞMEDEN DOĞAN ALACAKLARDA ZAMANAŞIMI ALACAĞIN MUACCEL OLMASINDAN İTİBAREN BAŞLAR. SÜRENİN BAŞLAMASI İÇİN ALACAKLININ ALACAĞINDAN HABERDAR OLMASI ŞART DEĞİLDİR.

 

VEKİL TARAFINDAN SATILAN TAŞINMAZLARIN BEDELİ SATIŞ TARİHİ İTİBARI İLE MUACCEL HALE GELİR. SATIŞ TARİHİ İLE DAVA TARİHİ ARASINDA 5 YILDAN FAZLA SÜRE GEÇTİĞİNE GÖRE ZAMANAŞIMI SÜRESİ GEÇMİŞTİR.

 

 

İçtihat Metni

 

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatmca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

 

Davacı, G… köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, vekilin uzun zaman geçmesine rağmen kendisine bilgi vermediğini, yaptığı araştırmada davalının 19.04.2001 tarihinde bu yerleri Mevlüt'e sattığını öğrendiğini, davalının satış bedelini kendisine ödemediğini, taşınmazların bedelinin tapuda gösterilen bedelden çok fazla olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 6.000.00 YTL'nin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini istemiştir.

 

Davacı, 08.09.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 YTL arttırmıştır.

 

Davalı, gerek asıl alacak için gerekse ıslah ile arttırılan kısım yönünden davanın zamanaşımına uğradığını, 15 parselin davacının kendisine olan borcu için satıldığını, 16 parseli kendisinin satmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

 

Mahkemece, ıslah talebi de değerlendirilerek 10.989.40 YTL'nin 19.04.2001 satış tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

 

1- Davacının, G… Noterliğinde düzenlenen 02.03.2001 tarihli vekaletname ile münhasıran G… ilçesi, G… köyü, 35 pafta, 136 ada 15 parsel sayılı 459 m2 yüzölçümlü arsa ile 35 pafta, 136 ada 16 parsel sayılı 446 m2 yüzölçümlü 2 adet arsadaki hisselerinin satışı için davalıyı vekil tayin ettiği, davalının 14.04.2001 tarihinde her bir taşınmazı 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL'ye Mevlüt'e satıp, satış bedelini aldığı, ancak davacıya ödemediği dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi bu hususlar mahkemenin de kabulündedir.

 

Davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği gerekçesiyle davalı vekil aleyhine 19.10.2007 tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı definde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK'nın 126. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı defi reddedilmiştir.

 

BK'nın 126. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımı süresi 5 yıldır, BK'nın 128. maddesi müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder" düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK'nın 101. maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir.

 

Muacceliyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1999 Baskı, Cilt 2, sayfa 1081). Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur (BK 74).

 

Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vukubulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK'nın 66. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK'nın 60. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmaz-lıklarda zamanaşımının başlaması için BK 60 ve 66. maddelerindeki ilkelerden ayrılmış, zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından önem taşımaz (Turgut Uygur, Borçlar Kanunu 2. Cilt, 1990, sayfa 655).

 

Doktrinde de; Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273. sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüden gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir.

 

Andrea von Tuhr, Borçlar Hukuku (çeviren Cevat Edege) 1983 bası adlı eserinin 693. sayfasında, sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda "müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar." Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK 60 ve 66. maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş, bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruruzamana istinad edebilir düşüncesindedir.

 

Avukatlık Kanunu'nun 40. maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre "İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer" demiştir. Yasanın bu hükmü ile Avukatlık Kanunu'nda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK'nın 60 ve 66. maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir.

 

Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekalet akdinde zamanaşımının başlaması için muac-celiyet yeterlidir.

 

BK 392/2. maddesinde "vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur" demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir.

 

Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. (13. HD 16.11.1982 tarih 6260-6864; 13. HD 29.09.1994 tarih 1994/7367-8067; 13. HD 21.03.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları)

 

Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir.

 

Kaldı ki, mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil, satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır.

 

Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.04.2001'de alacak muaccel hale gelmiş, bu davanın açıldığı 19.10.2007

 

tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

 

2- Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

 

Sonuç: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı lehine (BOZULMASINA), (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 08.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

KARŞI OY

 

Davacı, G… Köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, davalının hesap ve bilgi vermediğini, daha sonra yaptığı araştırmada davalının taşınmazını 19.04.2001 tarihinde dava dışı Mevlüt'e sattığını öğrendiğini, taşınmaz bedelinin tapuda gösterilen bedelden fazla olduğunu ileri sürerek 6.000 TL'nin tahsilini istemiş, ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 TL'ye çıkarmıştır.

 

Davalı, zamanaşımı nedeniyle davanın reddini istemiştir.

 

Mahkemece, ıslah talebi de nazara alınarak 10.989.40 YTL'nin faizi ile tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

 

Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi dava, vekilin yaptığı işlemler nedeni ile hesap verme yükümlülüğüne ilişkin olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık, vekilin satış nedeni ile elde ettiği para ile ilgili ve yine, satılan taşınmazın gerçek değerinin daha yüksek olduğu halde tapuda düşük gösterilmesi nedeni ile vekilin sorumluluğuna ilişkin davada zamanaşımı başlangıcının ne zaman olacağı konusundadır.

 

Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacağı tartışmasızdır. BK'nın 74. maddesi gereğince, borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile alacak muaccel olur, yine BK'nın 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Ne var ki, vadeye tabi olmayan iade borçlarında (vedia, vekalet gibi) borcun ne zaman doğacağı ihtilaflıdır. Bu konuda gerek yargı, gerekse doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüşe göre gerek vediada ve gerekse vekalette zamanaşımı tevdi tarihinden başlar. Bir diğer görüşe göre ise, vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlamalıdır (Turgut Uygur, Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu 4. Cilt, sh. 4157). Turgut Uygur sözü edilen eserinde 30.04.1940 gün, 31/47 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına da atıfta bulunarak ikinci görüşü, yani zamanaşımının vekalet

 

ilişkisinin sona erdiği tarihten başlaması gerektiğini belirtmiştir. Eraslan Özkaya tarafından da, zamanaşımı başlangıç tarihinin vekalet sözleşmesinin son bulma tarihi olduğu hususunda baskın görüş bulunduğu kabul edilmiştir (Eraslan Özkaya, Vekalet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, sh. 543). Diğer taraftan Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku (Özel Borç İlişkileri) isimli kitabının II. Cildinin 508. sayfasında İsviçre Federal Mahkemesi kararına da atıfta bulunmak suretiyle vekalet sözleşmelerinde taraflar arasında vekalet ilişkisi devam ettiği sürece vekilin kendisine tevdi edilen kıymetleri saklamak ve idare etmek yükümlülüğü bulunduğundan zamanaşımı süresinin işlemesinden söz edilemeyeceğine vurgu yapmıştır. Yine sayın çoğunluk tarafından, vekilin temsil ettiği paraya tahsil tarihinden itibaren faiz yürütüldüğüne göre, zamanaşımı başlangıcının da işlem tarihi olması gerektiği sonucuna varılmış ise de, vekilin bir yükümlülüğü de derhal hesap verme borcu olup, vekil derhal hesap verme borcu ve sorumluluğu nedeni ile tahsil ettiği tarih itibariyle temerrüt halindedir. Bu nedenledir ki, vekilin üzerinde kalan parasını müvekkiline faizi ile geri verme borcu, para borçlarına sözleşmesiz faiz yürütülmeyeceği kuralının bir istisnasıdır (Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.03.1962 tarih ve 1961/7258 E., 2904 K. sayılı kararı).

 

Taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı açıktır. Vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. BK'nın 392. maddesi hükmü gereğince, vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi ile veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Bu ilkeler Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi'nin 11.06.2009 tarih ve 2009/7997-10103 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Yine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin yerleşik içtihatlarında da (15. HD 17.03.1976 tarih E. 5464 K. 1210, 01.12.1977 tarih, E. 1984 K. 2162) yüklenicinin sorumluluğunda zamanaşımı başlangıcının eserin teslim alma tarihi olduğu benimsenmiştir.

 

Gerçekten de, vekalet ilişkisi aynı zamanda aşırı güvene dayalı bir sözleşme ilişkisi olup, müvekkil vekiline güven duymak zorundadır. Vekilden ikide bir hesap istenmesi taraflar arasındaki güven ilişkisini zedeler. Bir taşınmazın satışı hususunda güvene dayalı bir vekalet sözleşmesi kurulduktan sonra müvekkilin devamlı tapuya gidip taşınmazının güncel durumunu sorgulaması vekalet ilişkisinin yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmayacağı gibi, hayatın olağan akışına da uygun düşmez. Şunu da belirtmek gerekir ki, zamanaşımı borcu söndüren bir savunma değil, bir ödemezlik defidir. Tereddüt olduğu hallerde zamanaşımı kurallarının daima alacaklı lehine yorumlanması gerekir. Aksi halde vekalet görevini kötüye kullanan, taşınmaz bedelini tapuda düşük gösterdiği sabit olan ve bunun dahi hesabını vermeyen kişiler ödüllendirilmiş olur.

 

Böyle olunca, delilleri ve zamanaşımı ile ilgili hukuk kurallarını isabet ile yorumlayan ve sonuca giden mahkeme kararının onanması düşüncesinde oldu-ğumuzdan, sayın çoğunluk kararına katılamıyoruz.

KAMULAŞTIRMA BEDELİ / FAİZ BAŞLANGICI / FAİZE HÜKMEDİLEBİLMESİ İÇİN MÜLKİYETİN İDAREYE GEÇMESİ KOŞULU

T.C.
YARGITAY
Beşinci Hukuk Dairesi
E:2006/567
K:2006/3428
T:27.3.2006
KAMULAŞTIRMA BEDELİ
FAİZ BAŞLANGICI
FAİZE HÜKMEDİLEBİLMESİ İÇİN MÜLKİYETİN İDAREYE GEÇMESİ KOŞULU
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 705]
Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin artırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda:Davanın kısmen kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayılan yazılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı idare vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Mahkemece bilirkişi incelemeleri yaptırılmıştır. Alman raporlar yasa hükümlerine uygundur. Taşınmaz malın arsa niteliğinde kabulü doğrudur.
Kamulaştırılan taşınmaz mal ile emsalin üstün ve eksik yönleri belirlenip, kıyaslaması yapılarak taşınmaz mala değer biçilmesinde, buna göre kamulaştırma bedelinin artırılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;
Bedel artırma davası kamulaştırma işlemi tebliğ edilmeden açıldığından, Kamulaştırma Kanununun 15/13. maddesi uyarınca dava tarihi esas alınarak değer biçilmiştir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 20.10.1989 gün ve 4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Hukuk Genel Kurulunun 18.10.1995 gün ve 633-826 sayılı kararına göre bu gibi durumlarda mülkiyet hakkı kamulaştırmayı yapan idareye geçmeden faize hükmedilemez.
Mülkiyet hakkının geçmesi tescil kararı veya taşınmazın tapuda ferağa verilmesi ile olabileceği gibi 4721 sayılı TMK’nın 705. maddesi uyarınca kamulaştırma işleminin idari yönden kesinleşmesi ile de olur. Açıklanan nedenle mülkiyet hakkının geçtiği 06.10.2003 tarihinden faize hükmetmek gerekirken daha önceki tarihten faiz başlatılması,
Doğru değilse de: bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hüküm fıkrasından faize ilişkin bölümün çıkartılmasına, yerine ( artırılan bedel farkına 06.10.2003 gününden “itibaren yasal faiz yürütülmesine ) cümlesinin yazılmasına,
SONUÇ : Hükmün böylece DÜZELTİLEREK ONANMASINA ve 5018 sayılı yasa uyarınca davalı idare genel bütçeye dahil kuruluşlardan olduğundan yatırılan temyiz harcının iadesine 27.03.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİ İSTİHKAKLARININ ÖDENMESİ / TİS.’NDE İŞÇİ İSTİHKAKLARININ ÖDEME TARİHİNİN BELİRLENMESİ / İŞVERENİN TEMERRÜDÜ / FAİZ BAŞLANGICI

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/9-122
K: 2006/194
T: 2.4.2006
İŞÇİ İSTİHKAKLARININ ÖDENMESİ
TİS.’NDE İŞÇİ İSTİHKAKLARININ ÖDEME TARİHİNİN BELİRLENMESİ
İŞVERENİN TEMERRÜDÜ
FAİZ BAŞLANGICI
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 101]
Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.7.2005 gün ve /788-2005/852 sayılı kararın incelenmesi taraflar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 26.9.2005 gün ve 2005/28809-31364 sayılı ilamı ile,
( …1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacının temyizine gelince;
Davacı dava konusu alacaklarına Toplu İş Sözleşmesi uyarınca ödenmesi gereken tarihten itibaren faize karar verilmesini istemiştir. Toplu İş Sözleşmesinin 37. maddesinde “işçi istihkaklarının kanuni aybaşının en geç 3. günü akşamına kadar ödeneceği belirtilmiş olup, Borçlar Kanunu’nun 101. maddesi uyarınca davalı işveren bu tarihte temerrüde düşmüştür.
Böyle olunca, Toplu İş Sözleşmesinin anılan maddesinde kararlaştırılmış olan ödeme tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir..
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlarak bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken. önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın geri verilmesine 2.4.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN GÖREVİ / GÖREVİN BAŞLANGICI / DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN KURULMASINDAN ÖNCE MEYDANA GELEN OLAY

T.C.

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/11-58
K: 2005/228
T: 19.4.2006
DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN GÖREVİ
GÖREVİN BAŞLANGICI
DENİZ İHTİSAS MAHKEMESİNİN KURULMASINDAN ÖNCE MEYDANA GELEN OLAY
6762 s. TÜRK TİCARET KANUNU (1) (2) [Madde 4]
Taraflar arasındaki “Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.9.2004 gün ve 1130-991 sayılı kararın incelenmesi davalı banka HSHN.Bank vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 14.4.2005 gün ve 12937-3696 sayılı ilamı ile, ( …Davacılar vekili, K. Denizcilik Şirketler Grubuna ait müvekkilleri ile davalı Alman bankasının selefi arasında değişik tarihlerde davacı şirketlere ait birer gemi için ipotek sözleşmesi imzalandığını, gemilerin faaliyetinden sağlanan navlun gelirleriyle yapılan ödemelerde borcun ödendiğini ve gemilerden birisinin kısmi bakiye borcu muaccel hale gelmediği halde davalı tarafından değişik yabancı ülkelerde bu gemilerin haksız biçimde seferden alınarak tutuklandığını, Çin’deki geminin ise satış kararı alındığını, asıl kredi veren ve ipotek lehdarı olan HLbank’ın başka bir banka ile birleşerek HSHN.bank AG’ye dönüştüğünü, HSH AG’nin ipotek hakkına sahip olmadığını, buna karşın müvekkillerinin ödeme girişim ve önerilerini reddederek haksız ve zararlandırıcı işlemlere yöneldiğini müvekkilince 2001 yılından bu, yana ( 26.616,287,87 ) USD ödeme yapıldığını, yabancı ülke limanlarında bağlı tutulan gemilerin değerinin bakiye borcun çok üzerinde bulunduğunu, konusuz kalan ipoteğe dayanılarak temerrüt dahi oluşmadan gemilerin çok düşük bedelle satılmaya çalışıldığını, bu gerçekleşirse iyiniyetli alıcıların da mağdur olacağını, davalı HSHN Bank’ın TTK’nın 92/3 maddesine uygun temlik ve tescil işlemi yapmadığını, sözleşmenin 12. maddesiyle öngörülen temerrüt sonrası iki haftalık ihbar süresinin tanınmadığını, esasen müvekkillerinin temerrüde düşürülmediğini, ipotek anlaşmalarında Türk hukuku yetkili kılındığı halde davalının yetkisiz yabancı mahkemelerde o ülkeler hukukuna göre gemilerin satışını istediğini, TTK’nın 866. maddesiyle Türk gemi siciline kayıtlı gemilerin mülkiyetinin edinilmesi ve kaybının Türk kanunlarına tabi olduğunu, aynı yasanın 892. maddesine göre yola çıkmaya hazır geminin cebri icra yolu ile satılamayacağını ve ihtiyaten haczedilemeyeceğini, davalının haksız eylemleri sonucu gemilerin çalışmamasından dolayı zarara uğranıldığını, müşteriler ( kiracılar ) ve onların da sorumlu olduğu yük sahiplerinin gemilerin yükümlülüklerini yerine getirememesinden, gemilerin bağlı kıldığı liman ve tutuklamalara ilişkin masraflardan, yapılan yargılama masraflarından, yakıt, kumanya ve personel giderlerinden, düşen iş bağlantılarından ve kaybolan ticari itibardan doğan zararlardan davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek, şimdilik ( 50 ) milyar TL tazminatın reeskont faiziyle davalıdan tahsilini, gemiler hakkındaki seferden men kararlarının tedbiren kaldırılmasını, birleştirilen davada ise-gemilerin yurt dışında gerçek değerlerinin çok altında bir fiyatla satıldığını, bunun asıl.-davaya konu zarar kalemlerine ek yeni bir zarar kalemi oluşturduğunu ileri sürerek, tüm zararlar için şimdilik ( 50.000 ) USD’nin 15.09.2003 tarihinden itibaren faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, 24.08.2004 tarihi dilekçeyle de asıl davadaki istem ( 7,272,947,89S.07i ) TL’ye birleştirilen davadaki istem ( 59.627,195,61 ) USD’ye çıkarılmıştır.Davalı vekili, kredi sözleşmeleri uyarınca Hamburg Mahkemelerinin yetkili olduğunu gemilerin yabancı ülkelerde satılması ve davacı şirketlerle ilgili yargılamalara katılıp savunma haklarının kullanıldığını, aynı konuda 6, Ticaret Mahkemesinde derdest dava bulunduğunu ve bu dava sonucunun beklenmesi gerektiğini, kendi edimini yerine getirmeyen davacı tarafın kusurlu olduğunu, bankanın kredi güvencesi gemileri hukuki yollardan satarak alacağını tahsil ettiğini, davacının zararının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, sunulan kanıtlara ve bilirkişiler kurulu raporuna dayanılarak, davacılar ile dava dişi H.L.bank G. arasındaki kredi ilişkisine bağlı olarak düzenlenen ipotek sözleşmelerinin 17/ a maddesiyle ipotek senetlerinin T.C. yasalarına göre yorumlanacağı ve yürütüleceğinin hükme bağlandığı, bundan dolayı Türk gemisi siciline kayıtlı davacı şirketlere ait gemilerle ilgili olarak T.C. kanunlarının uygulanacağı, yabancı ülke mahkemelerinin kararı ile bir geminin satılıp malik değiştirmesi, Türk gemi siciline kayıtlı bulunan gemi sicilden kaydı terkin olunmadıkça hukuki statüsünde bir değişikliğe doğrudan neden olamayacağı, İpotek sözleşmelerinin dava dışı H.L. bank lehine olup gemi sicilinde de ipotek tescilinin bu banka adına yapıldığı, TTK’nın 921/3. maddesi uyarınca alacağın temlikinin yazılı şekilde ve gemi siciline tescil ile olacağı bu tescil zorunluluğunun açıklayıcı değil kurucu işlevi olduğu, tescil edilmedikçe alacağın temlikinin geçerli olmadığı, bu nedenle davalı HSH N. bank. G’nin geçerlilik kazanmayan ipotek hakkına dayanarak gemilerin satışını İsteyemeyeceği, buna rağmen davacılara ait gemilerin davalı tarafından yabancı ülke limanlarında değişik tarihlerde seferden men ettirilip daha sonra sattırıldığı, haksız eylem niteliğindeki bu işlemlerden doğan zararının tazmini hakkının doğduğu, davalı bankaca kredi alacağının ödenmediği iddiası ile davacı borçluların temerrüde düşürülmesi gerekirken bu yol izlenmeksizin gemiler tutuklandıktan sonra ihtarnameler gönderildiği, davalının uyguladığı yol ve yöntemlerin Türk hukukuna aykırı olduğu, davalı ile ipotek alacaklısı dava dışı L. bank arasındaki iç İlişkilerinin davacıları ilgilendirmeyeceği ve talep hakkının L.bank’a alt olduğu, davalının yurt dışında gerçekleştirdiği satışların, Türk hukukuna tabi ipotek sözleşmesine aykırı olduğundan gerçekleşen zarardan davalı bankanın sorumlu olduğu, bilirkişiler kurulu raporuna yönelik davalı itirazlarının yerinde olmadığı gerekçesiyle, asıl ve birleştirilen davaların kabulüne, her bir davacı yönünden gerçekleşen somut zarar tutarının ıslah tarihinden itibaren temerrüt faiziyle davalıdan alınarak ilgili davacıya verilmesine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
28.04.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5136 Sayılı Kanun ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4. maddesine eklenen fıkra uyarınca “iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca, bu Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzeri Denizcilik İhtisas Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir, “değinilen Yasa işe ihtar edilen bu düzenleme doğrultusunda 19.07.2004 tarihli Olurla İstanbul’da kurulan Denizcilik İhtisas Mahkemesi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile faaliyete geçirilmiş olup, yargı alanı İstanbul ili mülki sınırları olarak belirlenmiştir.
Davaya konu uyuşmazlık ise, davacı şirketler ile davalı bankanın selefi Alman bankası arasında aktedilen kredi sözleşmelerinden doğan banka alacağına teminat oluşturmak üzere kullandırılan kredilerle alınmış olan-gemiler üzerinde banka lehine tesis edilen ipotek sözleşmelerine ve ipotek sözleşmelerinin 17/ a maddesi hükmü ite tabi kılındığı Türkiye Cumhuriyetinin yürürlükteki maddi hukuk normlarına aykırı olarak gemilerin “dört ayrı yabancı ülkede peşpeşe önce seferden men ettirilip, daha sonra sattırılarak davacıların zararına yol açıldığı iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Birden fazla sözleşme tipi ve hukuki ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlığın, asal- unsuru ve temel düğüm noktası, gemi ipotek sözleşmelerinin yorumu ve ipotek alacaklısı dava dışı bankanın bir başka banka ile birleşmesiyle ortaya çıkan davalı HSHN Bank AG’nin, ipotek alacaklısı sıfatını iktisap edip etmediği, dayalının selefi olan banka adına davacılara ait gemilerin bulunduğu yabancı ülkelerdeki işlem ve girişimlerin ipotek sözleşmelerinin, yorumunda ve yürütülmesinde esas alınması gereken T.C. yasalarına uygun olup olmadığında toplanmaktadır.
Biran için, ipotek sözleşmelerinin varlık nedeninin kredi sözleşmelerinden doğan banka alacağının teminatı fonksiyonu olması nedeniyle ipotek sözleşmeleri ile ilgili işlemlerin kredi sözleşmesine tabi olmasından hareketle uyuşmazlığın kredi sözleşmeleri hükümlerine göre çözümü gerektiği düşünülebilir ise de, tazmini istenilen zararın ilişkilendirildiği banka girişimlerinin doğrudan gemi ipotek alacaklılığı sıfatına dayandırılmasından dolayı tazminat isteme koşullarının da gemi ipoteğine ilişkin hükümler ışığında değerlendirilmesinin zorunlu olduğu açıktır.
Taraflar arasındaki gemi ipotek sözleşmelerinin yorumu ve serasının tabi kılındığı ülkemiz maddi hukuk normlarının varlık kazandığı yasal düzenlemeler, 6752 Sayılı TTK’nın “Deniz Ticareti” başlıklı dördüncü kitap kapsamındaki 893 ve onu izleyen maddelerde yeralmaktadır. O halde, böyle bir uyuşmazlığın çözümüne dönük davanın görülüp sonuçlandırılacağı yargı merci, hükmün verildiği 13.09.2004 tarihinden önce kurularak faaliyete geçen İstanbul/Denizcilik ihtisas Mahkemesi olmalıdır. Bu nedenle, davalı taraf vekillerinin temyiz itirazlarının öncelikle bu yön bakımından kabulü ile kararın görev noktasından bozulması gerekmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl ve birleşen davalar, tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar K. Denizcilik İşi. San, ve Tic. AŞ. B. Denizcilik Nak, ve Tic. Ltd. Şti. E. Petrol Akaryakıt Tic, ve Nak, AŞ ve O. Denizcilik AŞ vekili 15.09.2003 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili şirketlerin satın aldıkları gemilerin finansmanını sağlamak amacıyla, davalı Bankanın selefi olan HLG ( banka ) ile müvekkillerinin çeşitli tarihlerde akdettikleri kredi sözleşmelerinin teminatım teşkil etmek üzere, bu gemilerin üzerine anılan banka lehine ipotek tesis edildiğini; BK ve A gemilerinin kredi borcunun tamamının ödendiğini ve diğer gemilerin bakiye kredi borçlan muaccel 0lmadığı halde bu gemilerin davalı HSH Nordbank AG tarafından yabancı ülke limanlarında seferden men ettirilerek tutuklandığını. HS gemisinin açık artırma ile satılmasına karar verildiğini;asıl kredi alacaklısı ve ipotek lehten olan HLG’nin başka bir banka ile birleşmesi sonucu oluşan davalı HSH Nordbank AG’nin ipotek alacaklısı sıfatının bulunmadığını, dolayısıyla yabancı ülkelerde yaptığı işlem ve girişimlerin haksız ve hukuka aykırı olduğunu; üçüncü kişi konumunda bulunan davalı HSH Nordbank AG’nin. TTK’nın 921/3 maddesi uyarınca alacağı yazılı şekilde temlik almadan ve gemi siciline tescil şartı gerçekleşmeden hukuki işlemleri başlatıp halen devam ettiğini; ipotek sözleşmelerine göre Türk hukuku yetkili kılındığı halde yetkisiz yabancı ülkelerde işlemlere girişildiğini, borcun ödenmesine ilişkin haklarının kasıtlı şekilde davalı tarafından imkansız hale getirildiğini ileri sürerek; davalının haksız eylemleri neticesinde meydana gelen, gemilerin çalışmamasından kaynaklanan zararlar, üçüncü şahısların mağduriyeti nedeni ile oluşan zararlar, gemilerin bağlı kaldığı limanlara ödenen paralar ve tutuklamaya ilişkin zararlar, yabancı ülkelerde ödedikleri mahkeme ve avukatlık giderleriyle diğer masraflar, vakit, kumanya ve personel giderleri, düşmüş iş bağlantılarından ve kaybolan ticari itibar nedeniyle uğradıklar;zararlar olmak üzere; her türlü talep ve fazlaya ilişkin tahsil hakları sakil kalmak şartıyla şimdilik 50.000.000.000 ( Elli milyar ) TL tazminatın reeskont ve ticari faizi ile birlikte hüküm altına alınmasını ve gemiler hakkındaki seferden men kararlarının kaldırılmasına karar, verilmesini talep ve dava etmiştir.
Birleştirilen davada ise;davalı şirketler ile dava dışı HLG arasında düzenlenen sözleşmeler çerçevesinde verilen kredilerle bir talepte bulunamayacağım, ortada muaccel bir borç ve temerrüt bulunmadığımı davalının sözde alacağını tahsil etme girişimleri altında müvekkillerine telafi edilemez zararlar verdiğini İleri sürerek, asıl davadaki zarar kalemlerine ek olarak gemilerin piyasa değerinin çok altında satışı nedeniyle uğranılan tüm zararlardan dolayı fazlaya ilişkin dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000 UŞD zararın tazminini talep etmiş;15.09.2003 tarihli ıslah dilekçesiyle de, asıl davadaki talep 7.272.947.899.071 TL’ye, birleşen davadaki talep 59.627.195,61 USD’ ye çıkarılmıştır.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; taraflar arasında akdedilen kredi mukaveleleri uyarınca Hamburg Mahkemelerinin yetkili olduğunu; davacı Şirketlerin satın aldığı gemilerin finansmanı amacıyla müvekkili bankadan kullandıkları kredileri geri ödemediklerini, bu nedenle müvekkili Bankanın dünyanın çeşitli mahkemelerinde açtığı davalar sonucunda, kredi güvencesi gemileri sattırarak, alacağı tahsil ettiğini; kendi edimini yerine getirmeyen davacı Şirketlerin zararının bulunmadığı savunarak, davanın reddine- karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemenin, bu iki davayı birleştirmek ve bilirkişi raporunu benimsemek suretiyle “asıl ve birleştirilen davaların kabulüne” dair verdiği karar, davalı vekillerinin temyizi üzerine yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Mahkemece “dava konusu uyuşmazlığın, temel ilişki olan kredi sözleşmesinden kaynaklandığı ve davacıların gemilerinin kanuna aykırı” bir şekilde davalı Banka tarafından satılmasından doğan haksız fiil sonucu meydana gelen zararın tazminine ilişkin bulunduğu, bu itibarla davaya bakma görevinin İstanbul/Denizcilik ihtisas Mahkemesine ait olmadığı” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı Şirketler ile, davalının selefi HLG. ( Banka ) arasında kredi sözleşmeleri imzalandığı. 24.05.1995 tarihinde davacı K. Denizcilik İşi. San, ve Tic. AŞ. tarafından M/V EK gemisinin. 01.03.1996 tarihinde davacı B.Denizcilik Nak, ve Tic. Ltd. Şti tarafından BK gemisinin. 08.04.1996 tarihinde davacı E. Petrol Akaryakıt Tic, ve Nak. AŞ tarafından M/VHS. Gemisinin, 27.09.1995 tarihinde davacı O. Denizcilik AŞ tarafından M/VA.Bey gemisinin satın alındığı ve kredilerin teminatını teşkil etmek üzere HLG. yararına bu gemiler üzerinde ipotek tesis edildiği; davalı Bankanın davacılara ait gemilerin bulunduğu yabancı ülkelerdeki işlem ve girişimleri nedeniyle 15.09.2003 ve 03.05.2004 tarihlerinde Asliye Ticaret Mahkemesinde, asıl ve birleşen davaların açıldığı anlaşılmaktadır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davanın. Asliye Ticaret Mahkemesinde mi yoksa dava tarihinden sonra kurulup faaliyete geçirilen İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesinde mi görülüp sonuçlandırılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında düzenlenen Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde hazırlanan ulusal programın “Siyasi Kriterler” başlığı altında. “yargı” alanında “Deniz ihtisas Mahkemeleri”nin kurulmasına yer verilmiş ve bu doğrultuda söz konusu mahkemelerin kurulması için 5136 sayılı Kanun ile 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 4. maddesinde; “İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca, bu Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzere Denizcilik ihtisas Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir,” hükmü, son fıkra olarak eklenmiş ve bu yasa değişikliği 28.04.2004 günü resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan yasa uyarınca 19.07.2004 tarihli Olur’la İstanbul’da kurulan Denizcilik İhtisas Mahkemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile faaliyete geçirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 142. maddesine göre; mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Anayasanın kanuni hakim güvencesi başlığını taşıyan 37. maddesi; “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. ” hükmünü öngörmektedir.
Bilimsel çevrelerde ve uygulamada, kanuni hakim güvencesi, uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması olarak kabul edilmektedir. 1982 Anayasasını kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde; “bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta, yani kişiye yahut olaya göre kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilke gereğidir. “denilmektedir. ( Prof. Dr. Ergun Özbudun. Türk Anayasa Hukuku Ankara 2005 Gözden Geçirilmiş 8. Baskı. s: 118119 ). Dikkat edilecek olursa Anayasadaki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiştir ve uyuşmazlığın doğduğu tarihte bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde davanın, mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması Anayasa buyruğudur.
6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 1. maddesi; bu kanunu, Türk Medeni Kanununun ayrılmaz bir cüzü ( parçası ) olarak kabul etmiştir. 4722 Sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1. maddesinde de; “Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. “denilmekte ve aynı yasanın 3. maddesiyle de yasa ile öngörülen farklı düzenlemeler ayrık tutulmaktadır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; uyuşmazlık konusunu teşkil eden her hukuki olay, meydana geldiği tarihteki yasal düzenlemelere tabidir ve olayın meydana geldiği zamanda mevcut olan mahkemeler tarafından çözümlenmelidir. Yasa koyucu. Deniz İhtisas Mahkemelerinin kuruluşunu sağlayan 5136 sayılı Yasada, bu mahkemelerin faaliyete geçmesinden önce meydana gelen hadiselere ( olaylara ), Deniz İhtisas Mahkemelerinin bakacağına dair bir düzenlemeye yer vermemiştir.
O halde yeni bir mahkeme kurulurken o mahkemenin kuruluş yasasında zaman bakımından faaliyete geçme gününden önceki uyuşmazlık, meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece çözümlenecektir.
Başka bir anlatımla her dava, açıldığı koşullara göre görülüp sonuçlandırılacaktır.
Dava konusu edilen hukuki uyuşmazlığı meydana geldiği tarihte yürürlükte olan yasalara göre kurulmuş bulunan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmesi ana kural olmakla birlikte bazen yasal düzenlemelerle böyle bir uyuşmazlığı çözümü yeni kurulan mahkemelere de verilebilmektedir. Bu noktada 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun geçici 1. maddesi; “Aile Mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde, yargı çevresinde ve görev alanına giren sonuçlanmamış dava ve işler, yetkili ve görevli aile mahkemelerine devredilir. “hükmünü içermektedir. Anılan yasal düzenlemeye istinaden diğer mahkemeler, Aile Mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işleri bu mahkemelere devretmiştir. Halbuki Denizcilik İhtisas Mahkemelerinin kurulmasını öngören 5136 sayılı Yasada, görülmekte olan davaların Denizcilik İhtisas Mahkemesine devri ya da görevsizlikle gönderilmesi yönünde bir düzenleme mevcut değildir.
O halde, Denizcilik İhtisas Mahkemesinin faaliyete geçirildiği tarihten önceki olaylarla ilgili olarak Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış olup derdest bulunan davaların, istek üzerine veya doğrudan doğruya, görevsizlik ya da gönderme kararı ile Denizcilik İhtisas Mahkemesine gönderilmesine olanak bulunmamaktadır.
Somut olayda; asıl ve birleşen davalar 15.09.2003 ve 03.05.2004 tarihlerinde Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış; dava görülmekte iken, 5136 sayılı Kanun ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4. maddesine eklenen fıkra uyarınca İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesi kurularak, 20.07.2004 tarihinde faaliyete geçirilmiştir. Az yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılanacak ve çözecek olan mahkeme, uyuşmazlığı doğmasından önce kanunen belli olan Asliye Ticaret Mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesinde davaya bakılması olanaklı değildir.
Hal böyle olunca; temyize konu davanın Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin Yerel Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin Yerel Mahkemece verilen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Daire’ce incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 19.04.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

USULSÜZ TEBLİGAT / ŞİKAYET VE İTİRAZ SÜRELERİNİN BAŞLANGICI

T.C.

YARGITAY

Onikinci Hukuk Dairesi

E: 2006/6073

K: 2006/9352

T: 27.4.2006

USULSÜZ TEBLİGAT
ŞİKAYET VE İTİRAZ SÜRELERİNİN BAŞLANGICI

7201 s. TEBLİGAT KANUNU(1) [Madde 21]
7201 s. TEBLİGAT KANUNU(1) [Madde 32]
7201 s. TEBLİGAT TÜZÜĞÜ (1) [Madde 28]

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu MT’ye 163 örnek ödeme emri 15.05.2004 tarihinde 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21. maddesine göre tebliğ edildiği ancak, Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesinin uygulanmadığı, görülmekle tebligat usulsüzdür. Bu durumda, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince tebliğ tarihinin belirlenmesi zorunludur. Anılan maddede “tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih tebliği tarihi addolunur.” hükmüne yer verilmiştir .

Somut olayda, 11.03.2005 tarihli haciz borçlu MT huzurunda yapıldığından ve borçlu haciz tutanağını imzaladığından artık bu tarihte takipten haberdardır. Tebligata muttali olduğu 11.03.2005 tarihine göre, yasal 7 günlük şikayet süresi geçirilerek yapılan tebligatın usulsüzlüğü şikayetinin süreden reddi gerekirken isin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’un 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 27.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.