Etiket arşivi: BEDELİN

İnternetten satılan ürünün teslim edilmemesi, bedelin iade edilmemesi dolandırıcılıktır

Çok değerli üstadımız Av.Mehmet Kaya’nın facebook sayfasında Sayın Mehmet Kaya’nın paylaştığı Yargıtay kararını bizde Genç BAro okurları ile paylaşıyoruz. Av.Mehmet Kaya’ya teşekkürlerimizle..

İnternet sitesi aracılığı ile bedeli de ödenerek satın alınan ürünün teslim edilmemesi veya ödenen bedelin iade edilmemesi halinde eylemin dolandırıcılık suçunun oluştuğu hakkında ….
Yargıtay 15.Ceza Dairesi,  2011/23905 esas sayılı ve  2013/8224 karar sayılı 03.05.2013 tarihli kararı
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 1-Sanıklar T.K. ve E.K. hakkında kurulan hükümler bakımından yapılan temyiz isteğinin incelenmesinde;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
Somut olayda; sanık T.K.’ın, www.srexi.com isimli internet sitesi üzerinden, bilgisayar satış ilanı verdiği, bu ilanı gören, katılanın internet üzerinden 1 adet dizüstü bilgisayar siparişi verdiği, bilgisayarın bedeli olan, 1.094,60 TL parayı, Garanti Bankası Girne Caddesi Şubesinden, Garanti Bankası Güzelyalı Şubesinde bulunan, sanık T.B.’nın, 6677801 numaralı hesabına havale ettiği; sanıklar T.B. ve E.K.’ın, Garanti Bankası Mersin-Erdemli Şubesine giderek parayı, birlikte çektikleri;ancak katılana internet üzerinden sattıkları, dizüstü bilgisayarı göndermedikleri gibi, parasını da iade etmedikleri, anlaşılmakla mahkemenin dolandırıcılık suçunun oluştuğuna yönelik kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, yerinde görülmeyen sanık müdafinin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA,
2-Sanıklar T.B. hakkında kurulan hüküm bakımından yapılan temyiz isteğinin incelenmesinde;
5237 sayılı TCK.nun 158.maddesinin 1. fıkrasının ( e ), ( f ) ve ( j ) bentlerinde sayılan hallerde adli para cezasının tayininde tespit olunacak temel gün, suçtan elde olunan haksız menfaatin iki katından az olmayacak şekilde asgari ve bu miktara yükseltilerek belirlenecek gün sayısı üzerinden arttırma ve eksiltmeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı aynı kanunun 52. maddesi uyarınca, 20-100 YTL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının belirlenmesi gerektiğinden tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir,
5237 sayılı TCK.nun 51.maddesinde hapis cezasının ertelenebileceği ancak adli para cezalarının ertelenemeyeceği hükmünün düzenlenmesi karşısında sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f maddesi uyarınca hükmolunan 1 yıl 3 ay hapis cezasının yanında adli para cezasıda verilmiş olduğundan hapis cezasının ertelendiğinin açıkça yazılması gerektiği halde “verilen cezasının ertelenmesine”denilmek suretiyle adli para cezasınında ertelenmiş olması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır,
Sanığın, diğer sanıklarla birlikte suç işleme kararı ile fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurduğunun anlaşılması karşısında; sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 37.maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, yazılı şekilde aynı yasanın 39. maddesindeki yardım eden olarak kabulü ile eksik ceza tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
5237 sayılı TCK.nun 53/3.maddesi uyarınca mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen sanığın “kendi altsoyu üzerindeki” velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından hak yoksunluğu hükümlerinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olduğundan hükmün, 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesine istinaden uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun aynı kanunun 322.maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından, 5237 sayılı Kanun’un 53.maddesinin 1. fıkranın “c” bendinin uygulanmasına ilişkin kısımların tamamen çıkarılması suretiyle diğer yönleri usul ve kanuna uygun hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 03.05.2013 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

BAKİYE BEDELİN TAHSİLİ / YENİ HÜKÜM / DİRENME KARARI

T.C.

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 2006/19-94
K. 2006/129
T. 5.4.2006
BAKİYE BEDELİN TAHSİLİ
YENİ HÜKÜM
DİRENME KARARI
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 67]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 429]
Taraflar arasındaki “itirazın iptali”davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 7.Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.7.2003 gün ve 2002/885-2003/793 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 25.5.2004 gün ve 2003/10013-2004/6149 sayılı ilamı ile;
( … Davacı vekili, 10.4.2000 ve 21.4.2000 tarihli icap-kabulü içeren karşılıklı yazışmalarla kurulan satış sözleşmesi uyarınca 7 Milyon USD bedelle davalılara satışı kararlaştırılan menkul eşyalar için 21.4.2000 tarihinde 100.000.000.000.- TL. ödendiğini, sözleşme uyarınca en geç 30.10.2000 tarihine kadar ödenmesi gereken bakiye bedelin ödenmemesi üzerine fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak 1 Milyon USD’nin tahsili için girişilen icra takibine davalılarca haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürmüş ve itirazın iptali ile ®40 icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili davacının üst hakkı sahibi olduğu sırada müvekkili ile yaptığı kira sözleşmesine dayanılarak üst hakkı kapsamındaki otel ve tesislerde bulunan menkul malların 15-17 Eylül 1999 tarihli tesellüm tutanağı ile teslim alındığını, davacıya ait şahsi eşyaların 9.12.1999 tarihinde iade edildiğini, davacının üst hakkını İş Bankasına devretmesi nedeniyle davaya konu malların mülkiyetini müvekkiline geçiremediğini, mülkiyet ihtilafı çözümlenmediğinden satışın gerçekleşmediğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece üst hakkını devralan dava dışı şirketlerce dava konusu menkuller üzerinde mülkiyet iddiasında bulunulmadığından taraflar arasında imzalanan bağlayıcı nitelikteki sözleşme karşısında artık davalı şirketler yönünden ayıplı satıştan söz edilemeyeceği gerekçesi ile davanın kabulüne, itirazın iptali ile takibin devamına, ®40 icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
Davacının, lehine 49 yıllığına üst hakkı tesis ettirdiği hazine arazisi üzerine otel ve tesisler yapıp işletmeye hazır hale getirdikten sonra davalılara kiraya verdiği, daha sonra üst hakkını 3.12.1999 tarihinde tapuda dava dışı T.İş Bankası A.Ş.ne satıp devrettiği, T.İş Bankası A.Ş.tarafından da 28.6.2001 tarihinde yine tapuda İş Gayrimenkul Yatırım ortaklığına satılıp devredildiği, üst hakkının halen bu şirkete ait olduğu, üst hakkının devrinden sonra yapılan icap ve kabul niteliğindeki karşılıklı yazışmalarla otel ve tesislerdeki menkul eşyanın davacı tarafından davalılara satışının kararlaştırıldığı, satış bedelinin 100.000.000.000.- TL. sının peşin ödendiği, bakiye bedelin 1 Milyon USD’lik bölümü yönünden girişilen icra takibine itiraz üzerine bu davanın açıldığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 10.4.2000 ve 21.4.2000 tarihli icap ve kabul niteliğindeki yazışmalarla satışı kararlaştırılan üst hakkına konu otel ve tesislerdeki menkul eşyanın malik sıfatıyla asli zilyedliğinin davalılara geçirilip geçirilmediği, bu eşyaların üst hakkı kapsamında olup olmadığı ve dolayısıyla davacının davalıdan bakiye satış bedelini talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davacı lehine kurulan üst hakkı 3.12.1999 tarihinde T.İş Bankası A.Ş.ye tapuda satılıp devredildiğinden bu hakkın kapsamında kalan ve davacı tarafça inşaa edilmiş olan otel ve tesislerin mülkiyetinin de üst hakkıyla birlikte İş Bankasına ve 28.6.2001 tarihli tapu satış ve devriyle de İş Gayrimenkul Yatırım Ortaklığına geçtiği tartışmasızdır. Öte yandan davacı tarafından davalılara kira sözleşmesi çerçevesinde teslim edilmiş olan menkul eşyaların kiralanan otel ve tesislerin işletmesine özgülendiği de dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Başka bir deyimle, dava konusu menkul eşyaların üst hakkı kapsamındaki otel ve tesislerin teferruatı olduğunda kuşku yoktur.
O halde uyuşmazlığın çözümünde teferruat niteliğindeki menkul eşyaların üst hakkıyla birlikte T.İş Bankası A.Ş.ne devredilip devredilmediğinin ve bunun sonucu olarak davacının satış akdi gereğince yükümlendiği “malik sıfatıyla zilyedliği davalıya geçirme”borcunu ifa etme olanağına sahip olup olmadığının saptanması önem taşımaktadır.
Üst hakkının devri tarihinde yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken Türk Kanunu Medenisi’nin 621. maddesine göre, “Bir şeye ait yapılacak temliki tasarruflarda o şeyin istisna olunmayan teferruatı dahil olur”. Olayımızda, üst hakkının devrine ilişkin tapu akit tablolarına dava konusu menkullerin istisna tutulduğuna ilişkin herhangi bir şerh düşülmediği görülmektedir.
Bu durumda, otel ve tesislere özgülendiği tartışmasız olan teferruat niteliğindeki menkul malların mülkiyetinin de üst hakkıyla birlikte önce T.İş Bankası A.Ş.ne, daha sonra da İş Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş.ne geçtiği ve 3.12.1999 tarihinden itibaren davacının bu mallar üzerindeki tasarruf yetkisinin sona erdiği anlaşılmaktadır.
Bir kimsenin kendisine ait olmayan bir şeyi geçerli olarak bir başkasına satması mümkün ise de, satış akdinin tamamlanabilmesi için öncelikle satıcının satışa konu malın maliki sıfatıyla asli zilyedliğini alıcıya devretmesi diğer bir ifadeyle, satılanın ifa zamanında satanın tasarrufunda bulunması gereklidir. Somut olayda davacı satış tarihi olan 21.4.2000 tarihinde satışa konu mallar üzerinde tasarruf yetkisine sahip olmadığından malik sıfatıyla zilyedliği davalıya teslim etme olanağı yoktur. Tasarruf yetkisine sahip olan T.İş Bankası A.Ş. tarafından davacıya asli zilyedliğin devri konusunda yetki verilmediğine göre olayda kısa elden teslimden de söz edilemez.
Böylece, dava konusu satış akdinde davacı, satılan menkul malların mülkiyetini alıcı davalılara geçirme borcunu yerine getiremediğinden, tasarruf yetkisi bulunmadığı için gerek satış, gerekse dava tarihi itibariyle ifa imkanından da yoksun olduğundan davalıdan bakiye satış bedelini talep etmesinin yasal dayanağı bulunmamaktadır.
Mahkemece bu yönler gözetilmeksizin somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menkul mal satımına ilişkin sözleşmeye dayalı olarak, bakiye satış bedelinin tahsili istemiyle girişilen icra takibinde, borca itirazın iptali istemine ilişkindir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasına girişilmeden önce, Yerel Mahkemenin direnme kararının gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup, olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
Ön sorunun konusunu oluşturan olgu şudur:
Yerel Mahkeme, 11.7.2003 gün ve 2002/885 esas, 2003/793 karar sayılı önceki kararında, alacağın dayandırıldığı satım sözleşmesinin geçerli olduğunu ve davalıların takibe konu borcu ödemekle yükümlü bulunduklarını, borca itirazın haksız olduğunu benimsemiş ve davanın kabulüne karar vermiştir.
Özel Daire bu hükmü, davacı satıcının, satış tarihinde satışa konu mallar üzerinde tasarruf yetkisine ve dolayısıyla malik sıfatıyla zilyedliği davalıya teslim etme olanağına sahip bulunmadığı, olayda kısa elden teslimden de söz edilemeyeceği; tasarruf yetkisi bulunmadığı için gerek satış, gerekse dava tarihi itibariyle ifa imkanından yoksun olan, satılan menkullerin mülkiyetini alıcı davalılara geçirme borcunu yerine getiremeyen davacının, davalılardan bakiye satış bedelini talep edemeyeceği gerekçesiyle ve davanın reddi gereğine işaretle bozmuştur.
Davalılar vekili bozmaya uyulmasını davacı vekili ise direnme kararı verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkeme; davacı satıcının, satıma konu menkul malları mülkiyet uyuşmazlığını gidererek, hukuki ayıptan ari şekilde davalılara teslim yükümlülüğünü yerine getirmeden, satış bedeli bakiyesi için talepte bulunamayacağını; mülkiyet uyuşmazlığının giderilmesinin muacceliyet koşulu olduğunu, bu koşul gerçekleşmeden yapılan icra takibinin ve itiraz üzerine açılan eldeki itirazın iptali davasının zamansız bulunduğunu, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken, önceki kararda bu yönün gözden kaçtığını, dolayısıyla, bozulan önceki kararın hatalı olduğunu; ancak, bozma ilamının da gerekçesi itibariyle hatalı bulunduğunu, zira, bozma ilamında, davacı ile dava dışı şirketler arasındaki mülkiyet uyuşmazlığının değerlendirildiğini, bozmaya uyulması halinde, davalılar yararına kazanılmış hak ve sonrasında kesin hüküm oluşacağından, davacının dava dışı şirketler aleyhine dava açabilmesi olanağının ortadan kalkacağını gerekçe göstermek suretiyle;davanın esas yönünden reddi gereğine işaret eden bozma ilamına kısmen direnilmesine, davacının öncelikle, kendisi ile dava dışı T. İş Bankası A.Ş. ve İş Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. arasındaki mülkiyete ilişkin muarazayı giderip, varsa alacağını daha sonra isteyebileceği gerekçesiyle, davanın reddine karar vermiştir.
Görüldüğü üzere, davanın kabulüne dair önceki karar, Özel Dairece davanın reddi gereğine işaretle bozulmuş, Yerel Mahkeme de bozmadan sonraki yargılama sonucunda davanın reddine karar vermiş, ancak, ret gerekçesini, bozmada öngörülenden farklı şekilde oluşturmuş; verdiği bu kararı da direnme kararı olarak nitelendirmiştir.
Bu durumda, Yerel Mahkemece direnme kararı olarak nitelendirilen temyize konu kararın, gerçekte bir direnme kararı değil; farklı gerekçeyle de olsa, sonucu itibariyle bozma ilamında gösterilen yönde oluşturulmuş, yeni bir hüküm niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
Kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kurulu’na değil, Özel Daireye aittir. Bu nedenle dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Taraflar vekillerinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 05.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.