Etiket arşivi: BİREYSEL

Bireysel Başvuru Kararları • ÖNGÖRÜLMEZ HALLERDE MÜKELLEF ALEYHİNE TARHİYAT YAPILMAMALIDIR

21 Şubat 2015 tarihli Resmi Gazete’de oldukça önemli bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı yayımlandı.

Bir bankanın, çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere –oldukça uzun bir zaman önce (38 yıl) kurulmuş olan- bir sandığa (Vakıf), yapmakta olduğu katkı payı ödemelerinin- çok yakın bir süre önce – vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda “işverence çalışanlarına ödenen ücret” olarak değerlendirilmesi dolayısıyla, bu Banka adına tarh edilen vergi ve cezalara karşı açtığı davanın reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek AYM’ye bireysel bir başvuru yapmıştı. Banka AYM’ye yaptığı bu bireysel başvuru öncesinde, sandığa ödemiş olduğu katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla vergi mahkemelerinde çok sayıda dava açmış, bu davaların çoğu reddedilmiş, bazı davalar vergi mahkemelerince kabul edilse de bu kararlar bölge idare mahkemeleri veya Danıştay tarafından bozulmuştu.

Bunun üzerine banka, başlıca ve özetle;

a) sandığa yaptığı katkı payı ödemelerinin vergiye tabi ücret özelliği taşımadığını ve üzerinde çalışanların tasarruf yetkisinin bulunmadığından “elde edilmiş olma” unsurunun gerçekleşmediğini,

b) bu ödemelerin kıyas yapılmak yoluyla ücret olarak kabulünün verginin kanuniliği ilkesine aykırı olacağını,

c) söz konusu ödemelerin ücret olmadığına ilişkin Yargıtay kararı ve ücret olarak vergilendirilmeyeceğine ilişkin geçmiş tarihlerde verilmiş muktezaların bulunduğunu,

d) bu incelemeye dek katkı paylarının ücret olarak kabul edileceğine ilişkin idari bir uygulama veya yargısal içtihadın bulunmadığını, belirterek, mülkiyet hakkının, adil yargılanma hakkının ve alan verginin kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştü.

AYM ne dedi?

AYM ihlal iddialarını mülkiyet hakkı çerçevesinde değerlendirmiş, sonuç olarak, AİHM’in benzeri değerlendirmelerini de dikkate alarak, özetle aşağıdaki gerekçelerle başvuru sahibi bankayı haklı bulmuştur:

“Mülkiyet hakkına vergi yoluyla yapılan müdahalenin meşruiyeti…. için… kanuni dayanağın mülkiyet hakkı sahibi bakımından ulaşılabilir ve öngörülebilir olması …..gerekmektedir.” “Kanuni düzenlemenin içeriğinin ve kapsamının kanun altı düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulduğu, bir diğer deyişle birey açısından belirliliğin sağlandığı durumlarda öngörülebilirlik koşulunun karşılandığı söylenebilecektir.”

“Banka tarafından ödenen katkı paylarının ücret olarak değerlendirilerek vergilendirilmelerine ilişkin idari bir düzenleme ya da uygulama olmadığı, dolayısıyla başvuru konusu olaya benzer olayların yargıya intikal etmediği ve yargısal bir içtihadın bulunmadığı, [38 yıl önce] kurul[muş]… olan Vakfa…[Banka ile ilgili] defalarca vergi denetimi yapılmasına rağmen bu hususun daha önceden dile getirilmediği, katkı payı ödemelerinin ücret olarak değerlendirilmesi ve vergiye tabi tutulmasına ilişkin uygulamanın, [bu Bankaya] 2012 yılında yapılan vergi incelemesi sonucu …. başlatıldığı ve bu yöndeki içtihadın, bu inceleme üzerine tarhedilen vergilere karşı açılan davalar dolayısıyla Danıştay’ın 2013 tarihli kararlarıyla ortaya çıkmıştır.”

“…Banka tarafından Vakfa katkı payı ödenmesinde çalışanlarca menfaatin ne zaman elde edildiği hususunun kanun hükümlerinden açık ve net bir şekilde çıkarılamayacak olduğu anlaşılmakta olup, Danıştay tarafından ilgili kanun hükümlerinin bu şekildeki yorumunun başvurucu açısından öngörülebilirlik ilkesiyle bağdaştırılması zordur.”

“ [38 yıl boyunca] Vergi İdaresinin, banka tarafından Vakfa ödenen katkı paylarının vergilendirilmesine ilişkin bir girişiminin veya emsal bir uygulamasının bulunmaması, Banka tarafından uzun yıllar boyunca yapılan katkı payı ödemelerinin vergilendirilmemiş olması, somut olay bağlamında menfaatin elde edildiği zamana ilişkin kanun hükmünün açık ve net olmaması ve bu hususun yargı kararlarından da anlaşılması”, “…kanun hükümlerindeki öngörülemezliğin kanun altı idari uygulamalar ve düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla giderilemediği…”, “Vakfa ödenen katkı payları üzerinde çalışanların tasarruf haklarının bulunmadığına ilişkin Yargıtay içtihadının bulunması ve katkı paylarının ücret olarak vergilendirilmeyeceğine ilişkin başka bir kuruma verilmiş mukteza bulunması hususları karşısında, …..söz konusu katkı payı ödemelerinin ücret kapsamında değerlendirilerek vergilendirileceğinin düşünülemeyeceği, bu gerekçelerle başvurucudan, bu ödemelerin vergiye tabi olacağını öngörmesini beklemenin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.”

Kıssadan hisse

Bu AYM kararının Türk vergi hukuku açısından, tarihe geçecek bir karar olma özelliği taşıyan, son derece çağdaş unsurları olduğuna inanıyorum. Bu önemli AYM kararı, eminim ki ileride ilgililer tarafından pek çok açıdan çalışılacak, irdelenecek ve incelenecektir. Bu karar çok farklı boyutları ile incelikle değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir de. Bazı boyutlarının eleştirilmesi de mümkündür ve hatta kanımca eleştirilmelidir. Ancak, yine kanımca AYM’nin bu kararında, gerek mali idareye, gerek Danıştay’a ve gerekse mükelleflere “hukukun üstünlüğü” açısından, çok önemli bazı mesajlar verilmektedir:

Mali idare açısından:

1. Kanunda açık olmayan hususlar, hele yargısal olarak farklı hükümlere bağlanmışsa, öncelikle mali idare tarafından ikincil düzenlemeler ile netleştirilmelidir.
2. İkincil düzenlemelerde de netleştirilmemiş konularda makul bir özeni göstermiş olan bir mükellef açısından “öngörülebilirlik” yoktur.
3. Mükellef tarafından makul özen gösterildiği halde aksi bir değerlendirme yapılmamış ve aksi bir değerlendirme yapılmasını gerekli kılan makul bir netliğin bulunmadığı hususlar, mali idare tarafından çok uzun yıllar boyunca hiç eleştirilmemişse, çok uzun yıllar sonra mükellef aleyhine yapılacak bir tarhiyat, mükellef açısından “öngörülemez” bir durumdur. Bu durumda, hukuk devleti iyiniyetli mükellefi korur.
4. Velhasıl, makul olarak öngörülemez hallerde mükellef aleyhine tarhiyat yapılmamalıdır.

Danıştay açısından:

Hukuk kurallarının yorumunda son yetkiye sahip olan Danıştay, yorumunu yaparken, mükellef açısından “öngörülebilirliğin” olup olmadığını dikkate almalıdır.

Mükellef açısından:

Hukuk devleti iyiniyetli mükellefi korur. Mükellef vergisel durumunu “öngörebilmek için” kendisinden beklenen makul bir özeni göstermelidir.

AYM KARARI.

Öngörülemez hallerde mükellef aleyhine tarhiyat yapılmamalıdır.
http://www.musavirhaber.com/wp-content/ … -karar.pdf

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 25, 2015 9:36 pm


Bireysel Başvuru Kararları • ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURULARDA SIK RASTLANAN HATA

Anayasa Mahkemesine Yapılan Bireysel Başvurularda Sık Rastlanan Hatalar

I. GENEL AÇIKLAMALAR

30 Mart 2011 ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45 ilâ 51. maddelerinde ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59 ilâ 84. maddelerinde bireysel başvuruların ne şekilde yapılacağı, kayda alınacağı ve inceleneceğine ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun başladığı 24 Eylül 2012 tarihinden 31 Aralık 2012 tarihine kadar toplam 1642 başvuru yapılmıştır.Bireysel başvurunun gerek hukuk sistemimize yeni girmiş olması gerekse anılan düzenlemelerle Anayasa Mahkemesince hazırlanan ve internet sitesinde yayımlanan bireysel başvuru materyalleri okunmadan başvuru yapılması nedeniyle başvuruların yüzde 95’inde yanlışlık veya eksiklik tespit edilmiş olup, bu yanlışlık ve eksikliklerin tamamlanması bakımından başvuruculara yazılar gönderilmiştir. 6216 sayılı Kanunun 47. maddesinin birinci fıkrasında ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 63. maddesinin birinci fıkrasında bireysel başvuruların mahkemelere veya yurt dışı temsilciliklerine ya da bizzat Anayasa Mahkemesine yapılabileceği öngörülmüş olmasına rağmen, söz konusu başvurulardan 300’ü posta yoluyla yapılmış, bu nedenle de söz konusu başvurular kayda alınmayarak başvuru evrakları başvuruculara iade edilmiştir.Öte yandan, bireysel başvuruları kabul eden mahkemelerde (cumhuriyet savcılıkları ile ceza infaz kurumları dâhil) ve yurtdışı temsilciliklerde başvurunun alınması ile evrakların Anayasa Mahkemesine gönderilmesi hususlarında birtakım eksiklikler tespit edilmiştir.

II. BAŞVURUCULAR TARAFINDAN YAPILAN HATALAR

A. Başvuru Sürecindeki Eksiklikler

1- Posta yoluyla bireysel başvuru

6216 sayılı Kanunun 47. maddesinin birinci fıkrasında ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 63. maddesinin birinci fıkrasında bireysel başvuruların mahkemelere veya yurt dışı temsilciliklerine ya da bizzat Anayasa Mahkemesine yapılabileceği öngörülmüş olmasına rağmen, söz konusu başvurulardan 300’ü posta yoluyla yapılmış, bu nedenle de söz konusu başvurular kayda alınmayarak başvuru evrakları başvuruculara iade edilmiştir

2- Posta yoluyla eksiklik tamamlamaya yönelik dilekçe ve belge gönderilmesi

6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin birinci fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 63. maddesinin (1) numaralı fıkrası bireysel başvuruların mahkemelere, yurt dışı temsilciliklere ya da bizzat Anayasa Mahkemesine yapılabileceğini düzenlemektedir. Bununla beraber bazı başvurucuların bireysel başvuru harcını adliyelerdeki veznelere yatırmasına, hatta başvuru dilekçesi için hâkim havalesi almalarına rağmen evraklarını mahkemelere teslim etmek yerine posta yoluyla Anayasa Mahkemesine gönderdikleri tespit edilmiştir. Özellikle ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların büyük bir çoğunluğunun başvuru evraklarını kurum müdürlükleri aracılığıyla Anayasa Mahkemesine ulaştırmak yerine posta yoluyla gönderdikleri görülmüştür. Öte yandan anılan yerlere başvuru yapmakla birlikte başvuru formu ve eklerindeki eksiklikler olması nedeniyle kendilerine Anayasa Mahkemesince eksikliğin giderilmesi yazısı gönderilenlere, posta yoluyla gönderilen dilekçe, form veya belgelerin kayda alınmayacağı özellikle bildirilmiş olmasına rağmen, halen istenen belgeleri posta yoluyla gönderdikleri tespit edilmiştir. Bu şekilde gönderilen belgelerle eksikliğin tamamlanması söz konusu olmayacağından bu başvurular idari yönden reddedilecektir.Bu nedenle başvurucuların hak kaybına uğramamaları bakımından başvuru yapıldıktan sonraki aşamalarda da Anayasa Mahkemesine gönderecekleri evrakı, iki suret halinde, başvuru numarası, vatandaşlık numarası, adı ve soyadı bilgilerinin yer aldığı ve eksiklik gidermeye dönük olduğu belirtilen bir dilekçe ile anılan yerlere vermeleri gerekmektedir. Ayrıca başvurucuların ibraz ettikleri belgeleri bir dizi pusulasına bağlaması, dilekçelerinde ibraz ettikleri eklere atıf yapması ve sayfa sayılarını belirtmesi de yararlı olacaktır. Hatta daha sonra oluşacak ihtilafları önlemek ve tebliğ tarihinden sonra 15 gün içinde belgelerin ibraz edildiğinin tevsiki için başvurucular dilekçenin kendisinde kalan suretine teslim alan memurdan teslim tarihini, adını, soyadını ve imzasını talep edebilirler.Son olarak başvurucular, bireysel başvuru formu ve eki evrakının teslimi üzerine iki suret olarak düzenlenen ve bir sureti başvuru evrakı ile birlikte Anayasa Mahkemesine gönderilen diğer sureti başvurucuya verilen “Alındı Belgesi”ni başvuru süresi konusunda bir ihtilaf olması ihtimaline binaen saklamalıdırlar.

3- Posta yoluyla başvuru harcı yatırılması ve ödenmesi

Bireysel başvuru harcının Maliye Bakanlığı veznelerine yatırılması gerekirken, bazı başvurucuların posta idarelerine posta havalesi ile para yatırdıkları görülmüştür. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 62. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Harçlar Kanununa bağlı tarifede belirtilen bireysel başvuru harcının Maliye Veznesine yatırılması gerekmektedir. Maliye Veznesi başvuru yapılacak yerlerde yer almakta olup, başvuru yapmadan önce bu yerlere müracaat ederek harcın ödenmesi mümkündür. Anılan yöntem dışında yapılan ödemeler, başvuru harcı olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle başvurucuların posta idarelerine yatırdıkları paraları iade alıp, Maliye Veznesine yatırmaları gerekmektedir.

4- Posta Gideri avansı ödenmesi ve posta pulu gönderilmesi

6216 sayılı Kanun ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nde bir zorunluluk olmamasına ve Mahkemece istenmemesine rağmen bazı başvurucuların dosyalarına posta gideri avansı ödendiğine dair makbuz ekledikleri, bazılarının da posta pulu gönderdikleri saptanmıştır. Bireysel başvuru mevzuatında bu şekilde bir ödeme ya da pul gönderilmesine ilişkin bir hüküm bulunmadığı gibi, Anayasa Mahkemesince başvuruculara posta gideri avansı yatırılması ya da posta pulu gönderilmesi yönünde bir yazı da gönderilmemiş ve bir duyuruda yapılmamıştır.Öte yandan 11/02/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “ücret ve masrafların peşin ödenmesi” başlıklı 5. maddesinde; “Tarifede yazılı PTT ücretlerini veya dördüncü madde mucibince verilecek zaruri masrafları, hilafına bir hüküm bulunmadıkça tebliğin yapılmasını istiyen peşin olarak öder. Tebliği çıkaracak merci tarafından tayin olunan mehil içinde gerekli masrafı vermiyen, talebinden sarfınazar etmiş addolunur. Zaruri sebeplerden dolayı bu mehle riayetsizlik halinde yeni bir mehil verilir.” hükmüne yer verilmiştir.Bu kapsamda Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığınca Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Bölge İdare Mahkemesi Başkanlıkları’na gönderilen 05/11/2012 tarih ve B.03.0SGB.0.00.00.08/12743-10426/869-12/1269/34 sayı ve Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvurularda Posta Giderleri konulu yazısında; yukarıda anılan mevzuat hükümlerine yer verilmek suretiyle “bireysel başvuruya ilişkin posta ücretlerinin, tebliğ yapılmasını isteyen kişi tarafından peşin olarak ödenmesi gerektiği” şeklinde görüş yazısı gönderilmiştir.Bu nedenle; Başvurucuların Anayasa Mahkemesine gönderecekleri evrakın masrafı haricinde ayrıca posta gideri avansı yatırmaları veya pul göndermeleri zorunluluğu bulunmamaktadır.

5- Bireysel başvuru harcının ödenmemesi

Bireysel başvuruların alınmaya başlandığı ilk günlerde, bazı başvurularda UYAP ekranlarında harcın tahsiline ilişkin ekran bulunmadığından bahisle mahkemelerde tutanak tutularak harç ödenmeden başvuru yapıldığı veya kabul edildiği gözlemlenmiş, ancak bu sorun süreklilik arz etmemiş ve birkaç başvuru ile sınırlı kalmıştır. Bu başvurular hakkında eksiklik tamamlama yazıları gönderilerek başvuru harçlarının tamamlatılması cihetine gidilmiştir. Hâlihazırda UYAP ekranlarından harcın tahsili mümkün olup, Ceza İnfaz Kurumlarından da harcın tahsili için yazılım çalışmaları devam etmektedir. Başvuru harcının hiç ödenmemesi durumu genel olarak ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutuklular tarafından yapılan başvurularda yoğunlaşmaktadır. Bu başvuruculardan bazıları form veya dilekçelerinde maddi durumunun iyi olmadığından, bazıları ise ödeme gücü bulunmadığından harcın mahkemece karşılanması v.b şekilde taleplerde bulundukları, bazılarının da harcın hesabından tahsilini talep ettikleri, bir kısmının da harcın ödenilmesi için yakınlarına mektup yazıldığı ve harcın bunlar tarafından ayrıca ödenileceği veya ceza infaz kurumuna harcın hesabından ödenmesi için dilekçe yazıldığı yönünde ibareler tespit edilmiştir. Bu başvuruculara da eksiklik tamamlama yazısı gönderilerek harcın tamamlanması veya adli yardım talebinde bulunması halinde adli yardım talebinin dayanakları olan belgeleri ibraz etmeleri talep edilmiştir.Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 62. maddesinin (2). fıkrası hükmü uyarınca başvurucunun söz konusu harcı ödeme gücünün bulunmaması hâlinde adlî yardım talebinde bulunması mümkündür. Ancak başvurucunun sadece adli yardım talebinde bulunması adli yardımdan yararlandırılacağı anlamını taşımamaktadır. Başvurucu harcını ödeyemeyecek durumda ise bunu başvuru formunun son sayfasındaki sonuç talepleri bölümünde belirterek adli yardımdan yaralanacak durumunuzda olduğunu ispatlayıcı belgeleri forma eklemesi gerekmektedir. Adli Yardım talebi genel hükümlere göre başvurunun kabul edilebilirliği hakkında karar verecek Bölüm veya Komisyon tarafından karara bağlanacaktır.

B. Başvuru Formunun Doldurulması Aşamasında Yapılan Hatalara İlişkin Tespitler

1- Genel Eksiklikler

Başvurucuların büyük çoğunluğunun formun doldurulması sırasında hatalar yaptıkları veya formu yanlış veya eksik doldurdukları tespit edilmiştir. Bireysel başvurunun hukuk sistemimizde yeni olması nedeniyle başvuru formu ile birlikte bu formun nasıl doldurulacağına ilişkin açıklamaların bulunduğu bir başvuru kılavuz hazırlanmıştır. Bu kılavuz Mahkemenin internet sitesinde yayımlanmış ve tüm adliyelere ve ceza infaz kurumlarına gönderilmiştir. Bununla birlikte başvurucuların, formu doldurmadan önce kılavuzu okumadıkları veya kılavuzda yazılı açıklamalara dikkat etmeden formları doldurdukları gözlemlenmiştir.Bazı başvurularda form, başvuru dilekçesi olarak değil, sadece ilgili bölümleri kodlanan veya kısa açıklamalar yapılan bir belge olarak kullanılmış ve formda sadece ekinde ibraz edilen belgelere atıf yapıldığı görülmüştür. Oysa form, bir başvuru dilekçesi olarak kullanılmalı ve formun tamamı usulüne uygun bir şekilde tam ve eksiksiz olarak doldurulmalıdır. Başvuru formu haricinde ayrı bir dava ya da bir başvuru dilekçesi doldurulması gerekmemektedir. Aynı şekilde bazı başvurucular başvuru formunu kullanmamış, sadece dava dilekçesi formatında bir dilekçe ibraz etmişlerdir. Hâlbuki ilke olarak Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesi uyarınca bireysel başvurular, bir örneği Mahkemenin internet sitesinde yayımlanan ve İçtüzük ekinde de yer alan başvuru formu kullanılarak yapılması ve başvuru formunda yer alan tüm alanlar eksiksiz bir şekilde usulüne uygun olarak doldurulması gerekmektedir. Bununla birlikte yine de başvurucular matbu forma ulaşmada bir sıkıntı ile karşılaşırlarsa başvuru formunda bulunması gereken bütün bilgileri içeren ve aynı formatta olan bir dilekçe yazarak da başvuru yapabilirler. Ancak bu yolun ancak istisnai hallerde tercih edilmesi yerinde olacaktır. Çünkü Mahkemeye ibraz edilen bu şekildeki dilekçelerin başvuru formunda yer alan bilgileri içeren mahiyette olmadığı gözlemlenmiştir. Bu tür dilekçeler genelde ceza ve infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutuklularca yapılan başvurularda yoğunlaşmaktadır.Mahkemeye hiç form kullanılmadan veya formdaki bilgileri içeren bir dilekçe ile başvurulmaması halinde, başvuruculara eksiklik yazısı gönderilmek suretiyle başvuru formunu usulüne uygun olarak tam ve eksiksiz bir şekilde doldurmaları istenilmektedir.

2- Formun Birinci Bölümüne İlişkin Eksiklikler

Başvurunun gerçek kişiler tarafından yapıldığı hallerde başvurucular tarafından bazen T.C. kimlik numarasının, adres ve iletişim bilgilerinin eksik doldurulduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun özel hukuk tüzel kişisi olması ve tüzel kişiliği temsile yetkili birden fazla kişi olması halinde, her bir kişi için kişisel bilgilerin doldurulması gerekirken sadece bir yetkiliye ilişkin bilgilerin doldurulduğu gözlemlenmiştir. Yine birden fazla başvurucu birlikte başvuru yapmışsa her bir başvurucu için ayrı bir sayfa kullanılarak her başvurucuya ilişkin kişisel bilgilerin ayrı ayrı forma eksiksiz olarak yazılması zorunludur.

3- Formun İkinci Bölümüne İlişkin Eksiklikler

Başvuru formunun “Açıklamalar”a ilişkin bölümünün ilk kısmında kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti istenilmekteyken kimi başvurucuların bazen çok genel bazen de çok detay açıklamalarda bulundukları görülmüştür. Bu alanda başvurucunun bireysel başvuru konusu bir hak ve özgürlüğün idarenin hangi işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğine ilişkin olayları tarih sırasına bağlı kalarak açık ve özet bir şekilde açıklaması ve şayet birden fazla konuda şikâyeti varsa her bir konuyu ayrı ayrı belirtmesi gerekmektedir. Başvurucular tarafından başvuru formunun doldurulmasında en fazla hatanın “Açıklamalar”a ilişkin bölümün ikinci kısmında yapıldığı tespit edilmiştir. Başvurucular tarafından formun bu kısmına Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar yapılması gerekirken, bu alanda genelde hukuka aykırılık iddialarında bulundukları, hangi haklarının ihlal edildiğini belirtmedikleri ve anayasa ve sözleşme madde numarasını yazmadıkları saptanmıştır.Başvurucuların formun bu alanında Anayasa ile güvence altına alınan haklardan hangilerinin ihlâl edildiğini açık ve özet bir şekilde ifade etmesi ve şikâyetlerinin Anayasa’nın hangi maddelerine dayandığını belirtmesi gerekir. Yine başvurucular tarafından bu bölümün ilk kısmında dile getirilen olayların neden bu maddelerde belirtilen hakların ihlâliyle ilgili ve bağlantılı olduğunun gerekçeleriyle birlikte açıklaması ve buna ilişkin delillerin Mahkemeye ibraz edilmesi gerekir.Başvurucuların bu alanda son olarak güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının açıklanmasını yapması gerekirken, bu alanda soyut ve genel açıklamalara yer verdikleri bu bölümün kısımlarını birbirine karıştırdıkları tespit edilmiştir.Oysa ki bu alanda başvurucunun kamu gücü kullanılmak suretiyle kişisel ve güncel bir hakkının ihlâl edildiğini ve bu ihlâl nedeniyle meydana gelen mağduriyetin başvuru yapıldığı sırada da devam ettiğini, bu ihlâl nedeniyle mağdur olduğunu ve mağdur statüsünün bulunduğunu, ihlâlin giderilmemesi nedeniyle hakkının zedelendiğini, gerekçeleriyle açıklaması gerekmektedir. Aksi takdirde Mahkeme başvurucunun bu şartları taşımaması halinde başvuruyu kabul edilemez bularak reddedebilecektir.

4- Formun Üçüncü Bölümüne İlişkin Eksiklikler

6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2). fıkrası uyarınca Bireysel başvuru yapılmadan önce ihlâle neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idarî ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bununla birlikte bazen başvurucuların olağan başvuru yollarını tüketmeden tesis edilen işleme karşı doğrudan bireysel başvuruda bulundukları görülmüştür. Bazen de başvurucuların başvuru yollarını tüketmiş olmakla birlikte başvuru formunda başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaları detaylı olarak belirtmedikleri tespit edilmiştir.Örneğin bir yargı kararına karşı başvuru yapması halinde, başvurucuların öncelikle hakkında tesis edilen işlemin tarih ve sayısı ile işlemi tesis eden makamı belirtmesi, daha sonra bu işleme karşı dava açılan ilk derece mahkemesinin adını, verilen kararın tarihi ile esas ve karar numarasını, son olarak da bu karara karşı temyiz veya itiraz yolu öngörülmüşse bu aşamalarda karar veren mahkemenin adını, karar tarihi ile kararın esas ve karar numarasını formun ilgili alanına tam ve eksiksiz olarak yazması gerekir.Oysa ki bir kısım formlarda nihai karar yerine ilk derece karar bilgilerinin yazıldığı, diğerlerinde ise nihai karar yerine olağan olarak tüketilmesi zorunlu olmayan makam ve mercilere ilişkin bilgilerin yazıldığı saptanmıştır. Aynı şekilde bazı başvurucuların ihlalin öğrenme tarihini gün, ay, yıl olarak yazmak yerine sadece yıl bilgilerini yazdıkları, kesin tarihi belirtmedikleri ve bunlara ilişkin tebliğ belgesini ibraz etmedikleri tespit edilmiştir.Yine başvurucuların mazeretlerini belgelere dayandırması gerekirken, bazı başvurucuların başvuru sürecinin yeni başlaması nedeniyle başvuruyu süresinde yapamadıklarını ileri sürdükleri, bazılarının ise kendisinin veya çocuğunun rahatsızlığını ileri sürmesine rağmen buna ilişkin belge eklemedikleri gözlemlenmiştir.

5- Formun Dördüncü Bölümüne İlişkin Eksiklikler

Bu bölümde Anayasa Mahkemesi önünde devam eden başka bir başvurusu olması halinde başvurucudan bunu belirtmesi istenmektedir. Ancak bazı başvurucuların kendi başvurusu ile doğrudan ilgili veya bağlantılı önceki başvurulara ilişkin bilgileri forma yazmadıkları, bazılarının da başka başvuru yaptıklarını ifade etmelerine rağmen onun başvuru numarasını belirtmedikleri tespit edilmiştir.Bazı başvurucuların ise kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinde bulunmasına rağmen, bu talebin gerekçesini yazmadıkları, bazılarının da kamu görevinde çalışma gibi muğlâk gerekçelere yer verdikleri ve talebinin dayanakları olan belgeleri de forma eklemedikleri tespit edilmiştir

6- Başvuru Formunun Beşinci Bölümüne İlişkin Eksiklikler

Bireysel başvuru formunun sonuç talepleri kısmında bazı başvurucuların, kanundaki haklardan kendilerinin yararlandırılması gibi genel ve muğlak ifadelere yer verdikleri, açık ve somut bir şekilde taleplerini belirtmedikleri saptanmıştır. Başvuruculardan bazılarının da sonuç kısmını boş bıraktıkları, ya da form haricinde bir dilekçe ile taleplerini belirttikleri tespit edilmiştir.Bu noktada Mahkemenin başvurucunun talebiyle sınırlı olarak karar verme yetkisinin bulunduğu, bu nedenle başvurucunun beklentilerinin karşılanması açısından taleplerini açıkça belirtmesi gerektiği unutulmamalıdır.Başvuru formunun bu bölümünde başvurucunun nihai olarak taleplerini özetlemesi gerekmektedir. Başvurucunun varsa adli yardım talebi, tedbir kararına hükmedilmesi talebi, duruşma talebi, keşif ve bilirkişi incelemesi talebi, tazminat ve yargılama giderlerine hükmedilmesi talebi ve bunların miktarlarının, tazminatın türünün ve hükmedilecek tazminata faiz işletilmesi talebinin belirtilmesi ve bu taleplerinin gerekçelerine ve dayanaklarına ilişkin belgeleri de forma eklemesi icap etmektedir.Başvurucuların bazılarının maddi durumunun iyi olmadığını ve başvuru harcının mahkeme tarafından karşılanması talebinde bulundukları, ancak buna ilişkin herhangi bir belge eklemedikleri görülmüştür.Yine bazı başvurucuların parasal ve özlük haklardan faydalandırılması talebinde bulundukları, ancak miktar belirtmedikleri ve emsallerinin parasal ve özlük durumlarını gösterir belge eklemedikleri, bazılarının talep ettikleri tazminat tutarlarını resmi belgelerde yazılı olan değerden farklı bir değer belirterek zararın başvuru tarihindeki değerini yazdıkları ancak buna ilişkin her hangi bir done ve belge ibraz etmedikleri tespit edilmiştir.Bazı başvurucuların ise sadece tazminata hükmedilmesi talebinde bulundukları, tazminatın türünü, miktarını belirtmedikleri ve dayanakları olan belgeleri forma eklemedikleri gözlemlenmiştir.Bazı başvurucuların da mahkemeyi hukuka aykırılık denetimi yapan veya temyiz incelemesi yapan bir mercii olarak algılayarak kararın bozulması, kararın düzeltilmesi talebinde bulundukları, bazılarının ise tahliyesine veya beraatine karar verilmesi talebinde bulundukları, özellikle ceza infaz kurumlarındaki hükümlü ve tutuklularca ise dosyalarının yeniden incelenmesi taleplerinde bulundukları görülmektedir.

C. Formun Eklerinin İbrazı İle İlgili Sorunlar

Başvurucuların forma ekleyeceği belgeleri, tarih sırasına göre numaralandırarak her bir belgeyi tanımlayıcı başlıklar halinde dizi pusulasına bağlayarak ibraz etmesi gerekirken, başvurucuların çoğunun evraklarını dizi pusulasına bağlamadan ibraz ettikleri saptanmıştır. Yine başvurucuların forma ekleyeceği belgelerin, özellikle nihai kararın ve onun tebliğine ilişkin tebliğ alındısının, aslını veya onaylı örneğini ibraz etmesi gerekirken fotokopisini sundukları tespit edilmiştir.Başvurucuların temsilcilerinin ya da özel hukuk tüzel kişiliğini temsile yetkili kişilerin yetki belgelerini, bazı avukatların da vekâletnamelerini ve vekâletnamenin dayanakları olan belgeleri forma eklemedikleri görülmüştür.Başvurucuların adli yardım talebinde bulundukları ancak bunun dayanaklarına ilişkin belgeleri eklemedikleri saptanmıştır. Başvurucuların bir kısmının, özellikle ceza infaz kurumlarındaki hükümlü ve tutukluların, nüfus cüzdanı örneklerini eklemedikleri, bir kısım avukatların başvurucu yerine kendilerinin nüfus cüzdanı örneklerini, bazı vasilerin ise başvurucu yerine sadece kendilerine ait nüfus cüzdanı örneklerini ibraz ettikleri tespit edilmiştir. Başvurucuların özellikle maddi tazminata ilişkin belgeleri, mazeret belgelerini ve kimliğinin gizli tutulmasına dayanak teşkil edecek belgeleri de ibraz etmedikleri, sadece belge ibraz etmeksizin talepte bulundukları görülmektedir.

D. Başvurunun Yapılması Yargıtay kararı:nda Yaşanan Sorunlar

Başvurucuların kendilerine eksiklik giderme yazısı gönderildiği halde eksiklikleri gidermedikleri, talep edilen hususları daha önce sunduklarını iddia ettikleri ya da belgelerin yargılamanın yapıldığı mahkemelerden Anayasa Mahkemesince temin edilmesi taleplerinde bulundukları görülmüştür.Başvurucuların eksikliğin giderilmesine dair evrakı gönderirken bizzat Anayasa Mahkemesi, mahkemeler ya da yurtdışı temsilcilikler yerine doğrudan posta yolunu tercih ettikleri tespit edilmiştir. Mahkemeye yapılan her türlü yazışmanın başvurunun yapılmasındaki usul izlenerek gerçekleşeceği unutulmamalıdır. Başvuruculara eksikliğin giderilmesi için on beş gün süre verilmesine rağmen, bazı başvurucuların bu sürede eksikliklerini tamamlamadıkları, bazılarının ise belgelerini bu süreler geçtikten sonra ibraz ettikleri gözlemlenmiştir.Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 66. maddesinin (3). fıkrası hükmü uyarınca eksikliğin verilen sürelerde eksiksiz olarak giderilmemesi ya da verilen süre geçtikten sonra giderilmesi halinde başvurular Komisyonlara gönderilmeksizin idari yönden reddedilecektir. Bu nedenle başvurucuların Mahkemece kendilerine gönderilen yazıları iyice okumaları ve talep edilen bilgi ve belgeleri verilen sürede Mahkemeye tam ve eksiksiz olarak ibraz etmeleri gerekir.Ayrıca kanuni olarak bir zorunluluk olmamasına ve Mahkemece istenmemesine rağmen bazı başvurucuların dosyalarına posta gideri avansı ödendiğine dair makbuz ekledikleri, bazılarının da posta pulu gönderdikleri saptanmıştır. Başvurucuların Anayasa Mahkemesine gönderecekleri evrakın masrafı haricinde ayrıca posta gideri avansı yatırmaları veya pul göndermeleri zorunluluğu bulunmamaktadır. Kaldı ki, bireysel başvuru mevzuatında bu şekilde bir ödeme ya da pul gönderilmesine ilişkin bir hüküm bulunmadığı gibi, Anayasa Mahkemesince başvuruculara posta gideri avansı yatırılması ya da posta pulu gönderilmesi yönünde bir yazı da gönderilmemiş ve bir duyuru da yapılmamıştır.

III. BAŞVURUYU KABUL EDEN BİRİMLERCE YAPILAN EKSİKLİKLER

1. Anayasa Mahkemesine gönderilen form ve eki evrakın incelenmesinden ilgili birimlerce belgelerin alınması üzerine iki suret düzenlenen “Alındı Belgesi”nin bir suretinin başvurucuya verilmesi, diğer suretinin de Anayasa Mahkemesine gönderilmesi gerekirken Anayasa Mahkemesine gönderilmediği gözlemlenmiştir.

2. 2012 yılı için yeniden değerleme oranının uygulanması sonucunda 172.50 TL olarak tahsili gereken başvuru harcının 172.00 TL veya 150.00 TL olarak tahsil edildiği, tespit edilmiştir.

3. Anayasa Mahkemesine gönderilen bireysel başvuru formu ve eki evrakın bakılmadan gönderilmesinin başvuru sürecinin uzamasına sebebiyet verildiği saptanmıştır. Başvuru formu teslim edilen ilgili birimlerin en azından açık olan konularda, örneğin harcın yatırılıp yatırılmadığı, nüfus cüzdanı suretinin, vekâletnamenin, nihai kararın ve bu kararın tebliğine ilişkin belgenin form ekinde yer alıp almadığı veya bu belgelerin asıl veya onaylı suret olup olmadığı, hususlarında kontrol yaparak başvuru evrakının eksik olmaması konusunda yardımcı olunması beklenmektedir.

4. Bazı Mahkeme veya Cumhuriyet Başsavcılıklarının başvuru formu ve ekini alarak Anayasa Mahkemesine gönderdiği, bilahare formda eksiklik bulunduğu ve harcın yatırılmadığından bahisle gönderilen evrakın iadesinin istediği tespit edilmiştir. Bu kapsamda bu birimlerin sadece başvuru formu ve eklerini almakla görevli oldukları, eksiklik tamamlama gibi bir görevlerinin olmadığı, ancak sürecin uzamaması açısından uyarı görevini yapabilecekleri, bu çerçevede kendilerine teslim edilen belgeleri tamamlatılması yoluna gitmeden başvuru evrakını hemen Anayasa Mahkemesine göndermeleri gerektiği hususu göz önünde bulundurulmalıdır. 5. 6216 sayılı Kanun ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nde bir hüküm bulunmamasına rağmen, bazı mahkemelerin bireysel başvuru konusu yapılan karara ilişkin dava dosyasını Anayasa Mahkemesine gönderdiği görülmüştür. Anayasa Mahkemesince talep edilmeden dosyanın aslının gönderilmemesi, Mahkemece bir belge istenildiğinde de dosyanın tamamının değil, sadece istenilen belgenin gönderilmesi gerekir. Bu kapsamda başvuruda bulunan kişi tarafından talep edilmesi halinde nihai karar, tebliğ alındısı vb. belgelerin aslı gibidir tasdiki yapılarak başvuruculara verilmesi, bunun dışında başvurucu talep etse dahi Anayasa Mahkemesince talep edilmediği müddetçe doğrudan dava dosyasının gönderilmemesi gerekir.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Şub 18, 2015 5:50 am


Anayasa Hukuku • ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU FORMU NASIL DOLDURULUR?

Merhaba admin;

ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU KLAVUZUNDA:

d) Başvuru formunda sadece başvurunun esasına yönelik ve başvurunun karara bağlanmasında
zorunlu olan özlü bilgilere yer verilmeli; başvuru formu, ekleri hariç 10 sayfayı geçmemelidir.
Bu nedenle başvuru formunun ekinde yer alan belgelerdeki bilgiler tekrar forma yazılmamalı,
ilgili belgeye atıf yapılmak suretiyle konu özetlenmelidir. Sayfa sayısının belirtilenden fazla
olması durumunda, başvuru formuna “Açıklamalar” kısmının en fazla 10 sayfalık bir özetinin
eklenmesi gerekmektedir. yazıyor.

Takıldığım konular şu:

Başvuru formu format olarak toplam 8 sayfadan oluşuyor. ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU KLAVUZU’nda yer alan açıklamaya göre;

"başvuru formu, ekleri hariç 10 sayfayı geçmemelidir".
"Sayfa sayısının belirtilenden fazla olması durumunda, başvuru formuna “Açıklamalar” kısmının en fazla 10 sayfalık bir özetinin
eklenmesi gerekmektedir".

ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU FORMU’NDA İSE;

II- AÇIKLAMALAR
A- Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti:

AÇIKLAMA: Bu alana en fazla 40 satırda 3.500 karakter girişi yapılabilir. Elektronik olarak daha fazla veri girilerek kaydedilse dahi, belgenin belirtilen sınırı aşan kısmı için yazıcıdan çıktı alınması mümkün değildir. (Lütfen bu açıklamayı okuduktan sonra siliniz). Yazıyor.

Kafama takılan şu:

Konu:1

"başvuru formu, ekleri hariç 10 sayfayı geçmemelidir".

Başvuru formu format olarak 8 sayfa. Bu tırnak içerisindeki ifadeye göre ek 2 sayfayı hangi amaçla kullanabiliriz?

Konu:2

"Sayfa sayısının belirtilenden fazla olması durumunda, başvuru formuna “Açıklamalar” kısmının en fazla 10 sayfalık bir özetinin
eklenmesi gerekmektedir". bağlamında Başvuru formu için bu fazladan 10 sayfa hakkını nasıl kullanacağız?

Açıklamalar kısmında yazdığımız özet konuları başvuru formu ekinde ekleyeceğimiz ayrı 10 sayfa içinde mi açıklayıp anlatabiliriz?

Bu konularda eğer bir bilgin veya bilgisi olan bir başka arkadaş var ise ve yardımcı olabilirseniz sevinirim

Bilgiler: Tarih-Gönderici: çayırkuşum — 07 Şub 2015, 12:11


Bireysel Başvuru Kararları • SENDİKA ÇAĞRISINA UYUP İŞE GİTMEYEN İŞÇİYE VERİLEN CEZA…

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başvuru Numarası: 2013/8758

Karar Tarihi: 6/1/2015

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10., 36., 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 3/12/2013 tarihinde Mersin 2. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 9/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir.

9. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında "uyarı grevi" adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir.

10. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir.

11. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile "28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği" gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır.

12. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

13. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin 1. İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir.

14. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 9/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararı onamıştır.

15. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 25/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 8/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu, 3/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

"Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır".

18. 657 sayılı Kanun’un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:

.

C – Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 – 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır.

Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:

.

b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,

."

19. 657 sayılı Kanun’un 135. maddesi şöyledir:

"Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.

İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.

İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.

İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.

Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir."

20. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

".

Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 – 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmü yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü"nün düzenlendiği 11. maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan – Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının "acil bir sosyal ihtiyaca" tekâbül etmediği ve bu nedenle "demokratik bir toplumda gerekli" olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin 11. maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.

."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 3/12/2013 tarih ve 2013/8758 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle hakkında uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katıldığı gerekçesiyle ceza verilmesi ve Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik hakkı, Anayasa’nın 40. maddesinde yer alan etkili başvuru hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 11. maddesi ve Avrupa Birliği Temel Hakları Şartı’nın 28. maddesine aykırı olarak cezalandırılması nedeniyle Anayasa’nın 90. maddesi ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Başvurucu, Anayasa’nın 10., 36., 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

24. Bakanlık görüşünde başvurucunun dile getirdiği şikayetlerin Anayasa’nın 51., 53. ve 54. maddeleri ile Sözleşme’nin 11. maddesinde tanımlanan, toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin olduğu belirtilmiştir.

25. Başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 51. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

26. Başvurucunun, sendikal faaliyete katıldığı gerekçesiyle cezalandırılması nedeniyle Anayasal haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

27. Başvurucu, olay tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılmakta olan İlköğretim ve Eğitim Kanunu Tasarısı görüşmelerinin sonlandırılması ve Tasarı’nın geri çekilmesini sağlamak amacıyla, üyesi olduğu EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihinde 28/29 Mart 2012 günlerinde tüm Türkiye’de 2 günlük işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verdiğini, söz konusu eyleme katılması nedeniyle hakkında disiplin cezası verilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, AİHM’in daha önce benzer başvurularda ihlal kararı verdiğini ayrıca Danıştay’ın da istikrar kazanmış içtihatlarında sendikal faaliyet kapsamında göreve gelinmemesi fiilinin mazeret olarak kabul edildiğini hatırlatmıştır. Bunlardan başka başvurucu, sendikal faaliyet çerçevesinde işe gelmeyen sendika üyeleri hakkında disiplin cezası verilmemesi gerektiğini belirten 1999 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile Milli Eğitim Bakanlığının 2012 tarihli yazısına da dayanmıştır.

28. Başvurucu, iç hukuk ve uluslararası hukukta tanınan haklara dayanarak, demokratik tepkisini göstermek amacıyla söz konusu etkinliğe katıldığını, kamu görevlilerinin toplu eylem hakkının insan hakları sözleşmeleri, Anayasa ve mahkeme kararları ile kesin biçimde tanındığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Anayasa’nın 2. maddesinde devletin sosyal bir hukuk devleti olduğunun, 51. maddesinde çalışanların ve işverenlerin, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendika ve üst kuruluşlar kurma ve bu sendikalara üye olarak bu doğrultuda etkinlik yapma hakkının bulunduğunun, 55. maddesinde çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli tedbirlerin alınacağının ve 65. maddesinde de devletin sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerini yerine getireceğinin vurgulandığına işaret etmiştir.

29. Bakanlık görüşünde, AİHM’in içtihatları hatırlatılarak başvuruya konu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir.

30. Başvuruya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler 18/9/2014 tarih ve 2013/8463 sayılı bireysel başvuru kararında ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda, sözü geçen kararda belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır.

31. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum meydana getirerek bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmektedir. "Örgütlenme" kavramının Anayasa çerçevesinde özerk bir anlamı vardır ve bireylerin devamlı olarak ve eşgüdüm içerisinde yürüttükleri faaliyetlerin hukukumuzda örgütlenme olarak tanınmaması Anayasa hükümleri kapsamında örgütlenme özgürlüğünün zorunlu olarak gündeme gelmeyeceği anlamına gelmez (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 30).

32. Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir. Demokrasilerde böyle bir "örgüt", devlet tarafından saygı gösterilmesi ve korunması gereken temel haklara sahiptir. İstihdam alanında kendi üyelerinin menfaatlerinin korunmasını amaçlayan örgütler olan sendikalar, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kolektif oluşumlar meydana getirerek bir araya gelebilme özgürlüğü olan örgütlenme özgürlüğünün önemli bir parçasıdır (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 31).

33. Örgütlenme özgürlüğü, bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlar. Sendika hakkı da çalışanların, bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini gerektirmekte ve bu niteliğiyle bağımsız bir hak değil, örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olarak görülmektedir (Belçika Ulusal Polis Sendikası/Belçika, B. No: 4464/70, 27/10/1975 § 38).

34. Sendika hakkı ve sendikal faaliyetler Anayasa’nın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler bölümünde, 51 ila 54. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Sendika kurma veya sendikalara üye olma özgürlüğü hakkı ise Anayasa’nın 51. maddesinde yer almaktadır.

35. Anayasa’nın "Sendika kurma hakkı" başlıklı 51. maddesi şöyledir:

"Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.

Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

.

İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.

Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz."

36. Anayasa’nın 51-54. maddelerinde düzenlenen sendikal hak ve özgürlükler, benzer güvenceler getiren başta Örgütlenme Özgürlüğü Sözleşmesi ile Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi olmak üzere ilgili Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı ile tamamlanmaktadır. Anayasa’nın 51-54. maddelerinde düzenlenen sendikal hak ve özgürlüklerin kapsamı yorumlanırken bu belgelerde yer alan ve ilgili organlar tarafından yorumlanan güvencelerin de göz önüne alınması gerekir.

37. Anayasa’nın 51. maddesi, devlet için hem negatif hem de pozitif yükümlülükler getirmektedir. Devletin, 51. madde çerçevesinde, bireylerin ve sendikanın örgütlenme özgürlüğüne müdahale etmemeye yönelik negatif yükümlülüğü, 51. maddenin ikinci ila altıncı fıkralarında yer alan gerekçelerle müdahaleye izin veren koşullara tabi tutulmuştur. Öte yandan her ne kadar sendika hakkının asıl amacı, "bireyi, korunan hakkın kullanılmasında kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı korumak ise de, bundan başka, korunan haklardan etkili bir şekilde yararlanmayı güvence altına almaya yönelik pozitif yükümlülükler de olabilir" (bkz. Wilson, Ulusal Gazeteciler Sendikası ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/10/2002, § 41).

38. Aslında, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri arasında kesin ayrımlar yapmak her zaman olanaklı değildir. Buna karşın devletin bu her iki yükümlülüğüne ilişkin olarak da uygulanacak ölçütlerde de bir değişiklik olmamaktadır. Devletin ister pozitif ve isterse de negatif yükümlülüğü söz konusu olsun bireyin ve bir bütün olarak toplumun çatışan menfaatleri arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (bkz. Sorensen ve Rasmussen/Danimarka, B. No: 52562/99 ve 52620/99, 11/1/2006 § 58). Anayasa Mahkemesi bu adil dengenin kurulup kurulmadığına karar verirken, kamu gücünü kullanan organların bu alanda belirli bir takdir marjına sahip olduğunu göz önünde bulunduracaktır.

39. Sınırlanabilir bir hak olan sendika hakkı Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci ve izleyen fıkralarında sendika hakkına yönelik sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple sendika hakkına getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 51. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 38).

40. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında, başvuru konusu olayda, sendika hakkının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.

i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
41. Başvurucu, ülke çapında yapılan bir sendika eylemine katıldığı için kendisi hakkında uyarma cezası verilmesinin sendika hakkına müdahale teşkil ettiğini iddia etmektedir. Bakanlık görüşünde bu tür cezaların sendika hakkına müdahale oluşturduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun sendikal faaliyet kapsamında ülke çapında yapılan bir eyleme katılması nedeniyle cezalandırılması ile başvurucunun sendika hakkına yönelik bir müdahale yapılmıştır.

ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında
42. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci ile altıncı fıkralarında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 13. ve 51. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

1. Müdahalenin Kanuniliği
43. Yapılan müdahalede, Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci, üçüncü ve beşinci fıkralarında yer alan müdahalenin "kanun"la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 657 sayılı Kanun’un "Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı" kenar başlıklı 26. maddesi ile "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin "kanunilik" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

2. Meşru Amaç
44. İlk Derece Mahkemesi "davacının 28/29 Mart tarihlerinde iki gün süreyle kesintisiz işe gitmediği, bu durumun ise kamu hizmetinin devamlılığı ve sürekliliği ilkelerine aykırılık teşkil ettiği gibi bu süre zarfında öğrencilerin temel hak ve hürriyetleri arasında yer alan eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakıldıkları" gerekçesi ile müdahalenin kamu düzeni ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacı güttüğünü belirtmiştir. Başvurucu bu hususta bir görüş bildirmemiştir.

45. Sendika hakkına yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için bu müdahalenin Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık, genel ahlak ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebebiyle ve kanunla yapılmış olması gerekir.

46. Başvurucunun mazeretsiz işe gelmemesi nedeniyle verilen disiplin cezasının Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan meşru amaçları hedeflediği kabul edilse bile müdahalenin gerekliliği konusunda yapılması gereken değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda müdahalenin meşruluğu sorununu çözmenin gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır (bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 45).

3. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
47. Başvurucu, AİHM’in, Danıştayın ve derece mahkemelerinin benzer davalardaki içtihatları ile sendika faaliyetleri çerçevesinde yapılan eylemlere disiplin cezası verilmemesine ilişkin 1999 tarihli Başbakanlık Genelgesini ve sendika kararı ile yapılan iş bırakma eyleminin sendikal faaliyet olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin görüşünü hatırlatmıştır. Başvurucu, söz konusu kurallar ile mahkeme içtihatları karşısında sendikal faaliyet çerçevesinde iş bırakma eylemine disiplin cezası uygulanmasının örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğunu belirtmiştir.

48. Bakanlık görüşünde, sendika hakkına yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı kılacak gerekçelerin olup olmadığının ve "sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının" demokratik toplum gerekleri açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

49. Sendika hakkı mutlak olmadığından bazı sınırlandırmalara tabi tutulabilir. Sendika hakkına ilişkin olarak Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların (bkz. § 41) Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

50. Anayasa’nın 13. maddesinin ilk halinin gerekçesinde hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların demokratik rejim anlayışına aykırı olmaması gerektiği hatırlatılmış; Anayasa’nın 3/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesi ile yapılan değişiklik gerekçesinde ise Anayasa’nın 13. maddesinin Sözleşme’deki ilkeler doğrultusunda düzenlendiği belirtilmiştir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 92).

51. 1982 Anayasasında belirtilen "demokratik toplum" kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. "Demokratik toplum" ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in bu ölçütün kullanıldığı 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999, § 61).

52. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında demokrasilerin, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler olduğu vurgulanmıştır. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).

53. Genel olarak örgütlenme özgürlüğü ve özel olarak da sendika hakkı Anayasa’da benimsenen temel değerlerden biri olan siyasal demokrasiyi somutlaştıran özgürlükler arasında yer alır ve demokratik toplumun temel değerlerinden birini oluşturur. Demokrasinin esasını meselelerin halka açık olarak tartışılması ve çözümlenmesi yeteneği oluşturur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında demokrasinin temellerinin çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olduğunu vurgulamıştır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95). Buna göre sendika hakkını kullanan bireyler, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi, demokratik toplumun temel ilkelerinin korumasından yararlanırlar. Başka bir deyişle şiddete teşvik etme veya demokratik ilkelerin reddi söz konusu olmadığı sürece, sendika hakkı çerçevesinde dile getirilen bazı görüşler veya bunların dile getirilme biçimi yetkili makamların gözünde kabul edilemez olsa dahi, ifade, örgütlenme ve sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler demokrasiye hizmet edemez ve hatta tehlikeye düşürür. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir toplumda, farklı düşüncelerin sendikal özgürlükler veya başka yollarla dile getirilmesine imkan tanınmalıdır (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 52).

54. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunup bulunmadığını inceler (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 96).

55. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97). Bu sebeple sendika hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.

56. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin sendika hakkını kısıtlama bakımından "demokratik bir toplumda gerekli" ve "ölçülülük ilkesi"ne uygun olduğunun inandırıcı bir şekilde ortaya konulup konulamadığı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 98).

57. AİHM, konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. ve 11. maddelerinin ikinci fıkralarında geçen "gerekli" kavramının ne anlama geldiğini açıklamıştır. AİHM’e göre "gerekli" kavramı, "zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı" (pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde örgütlenme özgürlüğüne ve sendika hakkına yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (Stankov ve Ilinden Birleşik Makedonyalılar Örgütü /Bulgaristan, B. No: 29221/95 29225/95, 2/10/2001, § 87).

58. Dolayısıyla, başvurucunun sendika faaliyetleri çerçevesinde işe gelmemek şeklindeki eylemine verilen disiplin cezası nedeniyle müdahale edilen sendika hakkı ile disiplin cezası ile ulaşılmak istenen kamu yararı arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, disiplin cezası verilmesine ve açılan davanın derece mahkemelerince reddedilmesine ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 57).

59. Dava konusu disiplin cezasının, olayların tamamı ışığında incelenmesi gerekir. Olay tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde devam eden İlköğretim ve Eğitim Kanunu Tasarısı görüşmelerinin sonlandırılması ve tasarının geri çekilmesini sağlamak amacıyla, EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Her ne kadar adı geçen Sendika söz konusu eylemi "uyarı grevi" olarak isimlendirmişse de bu eylem, Anayasa’nın "grev hakkı ve lokavt" kenar başlıklı 54. maddesinde yer alan ve toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde işçilerin sahip olduğu grev hakkı ile bir ilgisi olmayan, sendika üyesi kamu görevlilerinin toplumsal meselelerde seslerini duyurmayı hedefleyen bir sendikal faaliyettir.

60. Dava konusu eylem günü, tüm ülkede, önceden bildirilmiştir. Söz konusu eylemin yapılmasına yetkili merciler tarafından itiraz edildiği de ileri sürülmemiştir. Başvurucu bu eyleme katılarak sendika hakkını kullanmıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 58).

61. Başvurucu, EĞİTİM SEN’in düzenlediği söz konusu işe gelmeme eylemine katılması nedeniyle uyarma cezası ile cezalandırılmıştır. Gerek idarenin olağan uygulamasında ve gerekse de idari yargının yerleşmiş içtihatlarında başvuru konusu olayda olduğu gibi sendikal faaliyet çerçevesinde işe gelinmemesi halinde kişinin mazeret iznini kullandığı kabul edilmekte ve disiplin soruşturması açılmamaktadır. Ne var ki sendika üyelerinin sendikal faaliyet kapsamında işe gelmemeleri halinde mazeret izinli sayılacakları yönündeki yerleşik hale gelen idari yargı içtihatlarına rağmen, idarenin ve yargının bir bütün olarak yeknesak hareket etmesini sağlayacak mevzuat düzenlemeleri bulunmamaktadır. Bu sebeple mevcut başvurudaki gibi durumlarda sendika hakkını kullanan kişilerin disiplin soruşturması tehdidi altında kaldıklarını not etmek gerekir (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 59).

62. Öte yandan bir sendikal eylemin tümüyle yasaklanması veya gerçekleştirilmesinin ağır koşullara bağlanması hakkın özüne zarar vermesi muhtemel olmakla birlikte mevcut başvurudaki gibi sendika üyelerinin iş bırakma türü eylemlere katılmasına ilişkin yasal düzenlemeler ve yasal düzenlemelere bağlı olarak genel düzenleyici işlemler yapmak, yasama ve yürütme organlarının takdirindedir (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 60).

63. Başvurucunun bir devlet okulunda öğretmen olduğu göz önüne alındığında devlet memurlarının bu haktan bütünüyle mahrum bırakılamayacaklarını da not etmek gerekir. Bununla birlikte, demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı sektörlerde sendikal faaliyetlere sınırlamalar getirilmesi mümkündür (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 61). Başvurucunun bu türden sınırlamalara tabi tutulmasını gerektirecek bir görevde bulunduğu da ileri sürülmemiştir.

64. Tüm bunlara karşın verilen ceza hafif olsa da, başvurucu gibi sendikaya üye kişileri, çıkarlarını savunmak amacıyla yapılan meşru sendikal faaliyetlere veya eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir niteliğe sahiptir (bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 62; aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04, 15/12/2009, § 30; Karaçay/Türkiye, B. No: 6615/03, 27/6/2007, § 37; Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 43).

65. Açıklanan nedenlerle, her ne kadar hafif bir ceza olsa da şikâyet edilen uyarma cezasının "zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan" kaynaklanmaması nedeniyle "demokratik toplumda gerekli olmadığı" sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun Anayasa’nın 51. maddesinde güvence altına alınan sendika hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
66. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

67. Başvurucu hakkında verilen uyarma cezasının sendika hakkını ihlal ettiği gözetilerek başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezası işleminin iptaline ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmüştür. Sendika hakkına ilişkin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

68. Başvuruda Anayasa’nın 51. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, 1.076,00-TL maddi ve 1.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca, avukatlık ücretlerini ve ödenen harç ile yapılan diğer masrafların ödenmesini de talep etmiştir.

69. Adalet Bakanlığı, başvurucu tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

70. Başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezası işleminin iptaline ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğinden ve başvurucunun derece mahkemelerinde yaptığı muhakeme giderleri ile avukatlık ücretinden ibaret maddi zararını yeniden yargılama sırasında isteyebileceğinden maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

71. Başvurucunun sendika hakkına yönelik başvuru açısından ihlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden sendika hakkına yapılan müdahale nedeniyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,

1. Sendika hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Sendika hakkına yapılan müdahale nedeniyle Anayasa’nın 51. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Tespit edilen ihlal yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

6/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Alparslan ALTAN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
M. Emin KUZ

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 31 Oca 2015, 01:37


Bireysel Başvuru Kararları • İŞÇİNİN SENDİKA HAKKININ ENGELLENMESİ, YENİDEN YARGILAMA…

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başvuru Numarası: 2013/8517

Karar Tarihi: 6/1/2015

R.G. Tarih-Sayı: 27/1/2015-29249

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10., 36., 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 19/11/2013 tarihinde Mersin 1. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 9/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir.

9. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında "uyarı grevi" adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir.

10. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir.

11. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile "28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği" gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır.

12. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

13. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin 1. İdare Mahkemesinin 25/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir.

14. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararı onamıştır.

15. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 19/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 25/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu, 19/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

"Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır".

18. 657 sayılı Kanun’un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:

.

C – Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 – 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır.

Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:

.

b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,

."

19. 657 sayılı Kanun’un 135. maddesi şöyledir:

"Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.

İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.

İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.

İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.

Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir."

20. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

".

Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 – 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmü yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü"nün düzenlendiği 11. maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan – Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının "acil bir sosyal ihtiyaca" tekâbül etmediği ve bu nedenle "demokratik bir toplumda gerekli" olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin 11. maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.

."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/11/2013 tarih ve 2013/8517 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle hakkında uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katıldığı gerekçesiyle ceza verilmesi ve Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik hakkı, Anayasa’nın 40. maddesinde yer alan etkili başvuru hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 11. maddesi ve Avrupa Birliği Temel Hakları Şartı’nın 28. maddesine aykırı olarak cezalandırılması nedeniyle Anayasa’nın 90. maddesi ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Başvurucu, Anayasa’nın 10., 36., 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

24. Bakanlık görüşünde başvurucunun dile getirdiği şikayetlerin Anayasa’nın 51., 53. ve 54. maddeleri ile Sözleşme’nin 11. maddesinde tanımlanan, toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin olduğu belirtilmiştir.

25. Başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 51. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

26. Başvurucunun, sendikal faaliyete katıldığı gerekçesiyle cezalandırılması nedeniyle Anayasal haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

27. Başvurucu, olay tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılmakta olan İlköğretim ve Eğitim Kanunu Tasarısı görüşmelerinin sonlandırılması ve Tasarı’nın geri çekilmesini sağlamak amacıyla, üyesi olduğu EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihinde 28/29 Mart 2012 günlerinde tüm Türkiye’de 2 günlük işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verdiğini, söz konusu eyleme katılması nedeniyle hakkında disiplin cezası verilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, AİHM’in daha önce benzer başvurularda ihlal kararı verdiğini ayrıca Danıştay’ın da istikrar kazanmış içtihatlarında sendikal faaliyet kapsamında göreve gelinmemesi fiilinin mazeret olarak kabul edildiğini hatırlatmıştır. Bunlardan başka başvurucu, sendikal faaliyet çerçevesinde işe gelmeyen sendika üyeleri hakkında disiplin cezası verilmemesi gerektiğini belirten 1999 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile Milli Eğitim Bakanlığının 2012 tarihli yazısına da dayanmıştır.

28. Başvurucu, iç hukuk ve uluslararası hukukta tanınan haklara dayanarak, demokratik tepkisini göstermek amacıyla söz konusu etkinliğe katıldığını, kamu görevlilerinin toplu eylem hakkının insan hakları sözleşmeleri, Anayasa ve mahkeme kararları ile kesin biçimde tanındığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Anayasa’nın 2. maddesinde devletin sosyal bir hukuk devleti olduğunun, 51. maddesinde çalışanların ve işverenlerin, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendika ve üst kuruluşlar kurma ve bu sendikalara üye olarak bu doğrultuda etkinlik yapma hakkının bulunduğunun, 55. maddesinde çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli tedbirlerin alınacağının ve 65. maddesinde de devletin sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerini yerine getireceğinin vurgulandığına işaret etmiştir.

29. Bakanlık görüşünde, AİHM’in içtihatları hatırlatılarak başvuruya konu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir.

30. Başvuruya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler 18/9/2014 tarih ve 2013/8463 sayılı bireysel başvuru kararında ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda, sözü geçen kararda belirtilen ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır.

31. Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum meydana getirerek bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmektedir. "Örgütlenme" kavramının Anayasa çerçevesinde özerk bir anlamı vardır ve bireylerin devamlı olarak ve eşgüdüm içerisinde yürüttükleri faaliyetlerin hukukumuzda örgütlenme olarak tanınmaması Anayasa hükümleri kapsamında örgütlenme özgürlüğünün zorunlu olarak gündeme gelmeyeceği anlamına gelmez (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 30).

32. Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir. Demokrasilerde böyle bir "örgüt", devlet tarafından saygı gösterilmesi ve korunması gereken temel haklara sahiptir. İstihdam alanında kendi üyelerinin menfaatlerinin korunmasını amaçlayan örgütler olan sendikalar, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kolektif oluşumlar meydana getirerek bir araya gelebilme özgürlüğü olan örgütlenme özgürlüğünün önemli bir parçasıdır (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 31).

33. Örgütlenme özgürlüğü, bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlar. Sendika hakkı da çalışanların, bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini gerektirmekte ve bu niteliğiyle bağımsız bir hak değil, örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olarak görülmektedir (Belçika Ulusal Polis Sendikası/Belçika, B. No: 4464/70, 27/10/1975 § 38).

34. Sendika hakkı ve sendikal faaliyetler Anayasa’nın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler bölümünde, 51 ila 54. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Sendika kurma veya sendikalara üye olma özgürlüğü hakkı ise Anayasa’nın 51. maddesinde yer almaktadır.

35. Anayasa’nın "Sendika kurma hakkı" başlıklı 51. maddesi şöyledir:

"Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.

Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

.

İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.

Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz."

36. Anayasa’nın 51-54. maddelerinde düzenlenen sendikal hak ve özgürlükler, benzer güvenceler getiren başta Örgütlenme Özgürlüğü Sözleşmesi ile Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi olmak üzere ilgili Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı ile tamamlanmaktadır. Anayasa’nın 51-54. maddelerinde düzenlenen sendikal hak ve özgürlüklerin kapsamı yorumlanırken bu belgelerde yer alan ve ilgili organlar tarafından yorumlanan güvencelerin de göz önüne alınması gerekir.

37. Anayasa’nın 51. maddesi, devlet için hem negatif hem de pozitif yükümlülükler getirmektedir. Devletin, 51. madde çerçevesinde, bireylerin ve sendikanın örgütlenme özgürlüğüne müdahale etmemeye yönelik negatif yükümlülüğü, 51. maddenin ikinci ila altıncı fıkralarında yer alan gerekçelerle müdahaleye izin veren koşullara tabi tutulmuştur. Öte yandan her ne kadar sendika hakkının asıl amacı, "bireyi, korunan hakkın kullanılmasında kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı korumak ise de, bundan başka, korunan haklardan etkili bir şekilde yararlanmayı güvence altına almaya yönelik pozitif yükümlülükler de olabilir" (bkz. Wilson, Ulusal Gazeteciler Sendikası ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/10/2002, § 41).

38. Aslında, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri arasında kesin ayrımlar yapmak her zaman olanaklı değildir. Buna karşın devletin bu her iki yükümlülüğüne ilişkin olarak da uygulanacak ölçütlerde de bir değişiklik olmamaktadır. Devletin ister pozitif ve isterse de negatif yükümlülüğü söz konusu olsun bireyin ve bir bütün olarak toplumun çatışan menfaatleri arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (bkz. Sorensen ve Rasmussen/Danimarka, B. No: 52562/99 ve 52620/99, 11/1/2006 § 58). Anayasa Mahkemesi bu adil dengenin kurulup kurulmadığına karar verirken, kamu gücünü kullanan organların bu alanda belirli bir takdir marjına sahip olduğunu göz önünde bulunduracaktır.

39. Sınırlanabilir bir hak olan sendika hakkı Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci ve izleyen fıkralarında sendika hakkına yönelik sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple sendika hakkına getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 51. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 38).

40. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında, başvuru konusu olayda, sendika hakkının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.

i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
41. Başvurucu, ülke çapında yapılan bir sendika eylemine katıldığı için kendisi hakkında uyarma cezası verilmesinin sendika hakkına müdahale teşkil ettiğini iddia etmektedir. Bakanlık görüşünde bu tür cezaların sendika hakkına müdahale oluşturduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun sendikal faaliyet kapsamında ülke çapında yapılan bir eyleme katılması nedeniyle cezalandırılması ile başvurucunun sendika hakkına yönelik bir müdahale yapılmıştır.

ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında
42. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci ile altıncı fıkralarında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 13. ve 51. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

1. Müdahalenin Kanuniliği
43. Yapılan müdahalede, Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci, üçüncü ve beşinci fıkralarında yer alan müdahalenin "kanun"la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 657 sayılı Kanun’un "Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı" kenar başlıklı 26. maddesi ile "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin "kanunilik" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

2. Meşru Amaç
44. İlk Derece Mahkemesi "davacının 28/29 Mart tarihlerinde iki gün süreyle kesintisiz işe gitmediği, bu durumun ise kamu hizmetinin devamlılığı ve sürekliliği ilkelerine aykırılık teşkil ettiği gibi bu süre zarfında öğrencilerin temel hak ve hürriyetleri arasında yer alan eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakıldıkları" gerekçesi ile müdahalenin kamu düzeni ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacı güttüğünü belirtmiştir. Başvurucu bu hususta bir görüş bildirmemiştir.

45. Sendika hakkına yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için bu müdahalenin Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık, genel ahlak ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebebiyle ve kanunla yapılmış olması gerekir.

46. Başvurucunun mazeretsiz işe gelmemesi nedeniyle verilen disiplin cezasının Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan meşru amaçları hedeflediği kabul edilse bile müdahalenin gerekliliği konusunda yapılması gereken değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda müdahalenin meşruluğu sorununu çözmenin gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır (bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 45).

3. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük
47. Başvurucu, AİHM’in, Danıştayın ve derece mahkemelerinin benzer davalardaki içtihatları ile sendika faaliyetleri çerçevesinde yapılan eylemlere disiplin cezası verilmemesine ilişkin 1999 tarihli Başbakanlık Genelgesini ve sendika kararı ile yapılan iş bırakma eyleminin sendikal faaliyet olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin görüşünü hatırlatmıştır. Başvurucu, söz konusu kurallar ile mahkeme içtihatları karşısında sendikal faaliyet çerçevesinde iş bırakma eylemine disiplin cezası uygulanmasının örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğunu belirtmiştir.

48. Bakanlık görüşünde, sendika hakkına yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı kılacak gerekçelerin olup olmadığının ve "sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının" demokratik toplum gerekleri açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

49. Sendika hakkı mutlak olmadığından bazı sınırlandırmalara tabi tutulabilir. Sendika hakkına ilişkin olarak Anayasa’nın 51. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların (bkz. § 41) Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

50. Anayasa’nın 13. maddesinin ilk halinin gerekçesinde hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların demokratik rejim anlayışına aykırı olmaması gerektiği hatırlatılmış; Anayasa’nın 3/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesi ile yapılan değişiklik gerekçesinde ise Anayasa’nın 13. maddesinin Sözleşme’deki ilkeler doğrultusunda düzenlendiği belirtilmiştir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 92).

51. 1982 Anayasasında belirtilen "demokratik toplum" kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. "Demokratik toplum" ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in bu ölçütün kullanıldığı 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999, § 61).

52. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında demokrasilerin, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler olduğu vurgulanmıştır. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).

53. Genel olarak örgütlenme özgürlüğü ve özel olarak da sendika hakkı Anayasa’da benimsenen temel değerlerden biri olan siyasal demokrasiyi somutlaştıran özgürlükler arasında yer alır ve demokratik toplumun temel değerlerinden birini oluşturur. Demokrasinin esasını meselelerin halka açık olarak tartışılması ve çözümlenmesi yeteneği oluşturur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında demokrasinin temellerinin çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olduğunu vurgulamıştır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95). Buna göre sendika hakkını kullanan bireyler, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi, demokratik toplumun temel ilkelerinin korumasından yararlanırlar. Başka bir deyişle şiddete teşvik etme veya demokratik ilkelerin reddi söz konusu olmadığı sürece, sendika hakkı çerçevesinde dile getirilen bazı görüşler veya bunların dile getirilme biçimi yetkili makamların gözünde kabul edilemez olsa dahi, ifade, örgütlenme ve sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler demokrasiye hizmet edemez ve hatta tehlikeye düşürür. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir toplumda, farklı düşüncelerin sendikal özgürlükler veya başka yollarla dile getirilmesine imkan tanınmalıdır (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 52).

54. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunup bulunmadığını inceler (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 96).

55. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97). Bu sebeple sendika hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.

56. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin sendika hakkını kısıtlama bakımından "demokratik bir toplumda gerekli" ve "ölçülülük ilkesi"ne uygun olduğunun inandırıcı bir şekilde ortaya konulup konulamadığı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 98).

57. AİHM, konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. ve 11. maddelerinin ikinci fıkralarında geçen "gerekli" kavramının ne anlama geldiğini açıklamıştır. AİHM’e göre "gerekli" kavramı, "zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı" (pressing social need) ima etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde örgütlenme özgürlüğüne ve sendika hakkına yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (Stankov ve Ilinden Birleşik Makedonyalılar Örgütü /Bulgaristan, B. No: 29221/95 29225/95, 2/10/2001, § 87).

58. Dolayısıyla, başvurucunun sendika faaliyetleri çerçevesinde işe gelmemek şeklindeki eylemine verilen disiplin cezası nedeniyle müdahale edilen sendika hakkı ile disiplin cezası ile ulaşılmak istenen kamu yararı arasındaki dengenin ölçülü olduğunun kabulü halinde, disiplin cezası verilmesine ve açılan davanın derece mahkemelerince reddedilmesine ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 57).

59. Dava konusu disiplin cezasının, olayların tamamı ışığında incelenmesi gerekir. Olay tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde devam eden İlköğretim ve Eğitim Kanunu Tasarısı görüşmelerinin sonlandırılması ve tasarının geri çekilmesini sağlamak amacıyla, EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Her ne kadar adı geçen Sendika söz konusu eylemi "uyarı grevi" olarak isimlendirmişse de bu eylem, Anayasa’nın "grev hakkı ve lokavt" kenar başlıklı 54. maddesinde yer alan ve toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde işçilerin sahip olduğu grev hakkı ile bir ilgisi olmayan, sendika üyesi kamu görevlilerinin toplumsal meselelerde seslerini duyurmayı hedefleyen bir sendikal faaliyettir.

60. Dava konusu eylem günü, tüm ülkede, önceden bildirilmiştir. Söz konusu eylemin yapılmasına yetkili merciler tarafından itiraz edildiği de ileri sürülmemiştir. Başvurucu bu eyleme katılarak sendika hakkını kullanmıştır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 58).

61. Başvurucu, EĞİTİM SEN’in düzenlediği söz konusu işe gelmeme eylemine katılması nedeniyle uyarma cezası ile cezalandırılmıştır. Gerek idarenin olağan uygulamasında ve gerekse de idari yargının yerleşmiş içtihatlarında başvuru konusu olayda olduğu gibi sendikal faaliyet çerçevesinde işe gelinmemesi halinde kişinin mazeret iznini kullandığı kabul edilmekte ve disiplin soruşturması açılmamaktadır. Ne var ki sendika üyelerinin sendikal faaliyet kapsamında işe gelmemeleri halinde mazeret izinli sayılacakları yönündeki yerleşik hale gelen idari yargı içtihatlarına rağmen, idarenin ve yargının bir bütün olarak yeknesak hareket etmesini sağlayacak mevzuat düzenlemeleri bulunmamaktadır. Bu sebeple mevcut başvurudaki gibi durumlarda sendika hakkını kullanan kişilerin disiplin soruşturması tehdidi altında kaldıklarını not etmek gerekir (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 59).

62. Öte yandan bir sendikal eylemin tümüyle yasaklanması veya gerçekleştirilmesinin ağır koşullara bağlanması hakkın özüne zarar vermesi muhtemel olmakla birlikte mevcut başvurudaki gibi sendika üyelerinin iş bırakma türü eylemlere katılmasına ilişkin yasal düzenlemeler ve yasal düzenlemelere bağlı olarak genel düzenleyici işlemler yapmak, yasama ve yürütme organlarının takdirindedir (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 60).

63. Başvurucunun bir devlet okulunda öğretmen olduğu göz önüne alındığında devlet memurlarının bu haktan bütünüyle mahrum bırakılamayacaklarını da not etmek gerekir. Bununla birlikte, demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı sektörlerde sendikal faaliyetlere sınırlamalar getirilmesi mümkündür (B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 61). Başvurucunun bu türden sınırlamalara tabi tutulmasını gerektirecek bir görevde bulunduğu da ileri sürülmemiştir.

64. Tüm bunlara karşın verilen ceza hafif olsa da, başvurucu gibi sendikaya üye kişileri, çıkarlarını savunmak amacıyla yapılan meşru sendikal faaliyetlere veya eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir niteliğe sahiptir (bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 62; aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04, 15/12/2009, § 30; Karaçay/Türkiye, B. No: 6615/03, 27/6/2007, § 37; Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 43).

65. Açıklanan nedenlerle, her ne kadar hafif bir ceza olsa da şikâyet edilen uyarma cezasının "zorlayıcı toplumsal bir ihtiyaçtan" kaynaklanmaması nedeniyle "demokratik toplumda gerekli olmadığı" sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun Anayasa’nın 51. maddesinde güvence altına alınan sendika hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
66. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

67. Başvurucu hakkında verilen uyarma cezasının sendika hakkını ihlal ettiği gözetilerek başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezası işleminin iptaline ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmüştür. Sendika hakkına ilişkin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

68. Başvuruda Anayasa’nın 51. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, 1.076,00 TL maddi ve 1.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca, avukatlık ücretlerini ve ödenen harç ile yapılan diğer masrafların ödenmesini de talep etmiştir.

69. Adalet Bakanlığı, başvurucu tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

70. Başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezası işleminin iptaline ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğinden ve başvurucunun derece mahkemelerinde yaptığı muhakeme giderleri ile avukatlık ücretinden ibaret maddi zararını yeniden yargılama sırasında isteyebileceğinden maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

71. Başvurucunun sendika hakkına yönelik başvuru açısından ihlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden sendika hakkına yapılan müdahale nedeniyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Sendika hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Sendika hakkına yapılan müdahale nedeniyle Anayasa’nın 51. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Tespit edilen ihlal yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

6/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Alparslan ALTAN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
M. Emin KUZ

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 31 Oca 2015, 01:39


Bireysel Başvuru Kararları • YARGITAY İÇTİHAT FARKLILIKLARI,ADİL YARGILANMA HAKKI İHLALİ

Aynı Derecedeki Yargı Mercileri Arasındaki İçtihat Farklılıkları Tek Başına Adil Yargılanma Hakkının İhlali Niteliğinde Kabul Edilemez

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başvuru Numarası: 2013/2428
Karar Tarihi: 13/06/2013

Başkan:Alparslan ALTAN
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör:Mehmet Sadık YAMLI
Başvurucu:Aygaz A.Ş
Vekili:Av. Murat DİKMEN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, ikale sözleşmesine istinaden iş akdi sona erdirilen çalışanın şirkete karşı açtığı işe iade davasında aleyhine verilen kararın Yargıtayın diğer kararlarıyla çelişkili olması ve söz konusu kararla mükerrer ödeme yapmak durumunda kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 11/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar

4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu şirket, ticari piyasadaki pazar daralması gerekçesiyle istihdamı azaltma kararı almış ve bu çerçevede işten kendi isteği ile ayrılmak isteyen çalışanlarına kıdem tazminatı gibi yasal alacaklarının yanında ayrıca 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapacağını duyurmuştur.

6. Başvurucu şirket, bu teşvikten yararlanmak isteyen çalışanlarından, yasal hakları ile birlikte verilen teşvikleri de alarak iş akitlerini kendilerinin feshettiklerine dair yazılı dilekçe almış ve iş akitlerini sonlandırmıştır. Bu kapsamda teşvikten yararlanmak isteyen bir çalışanına, dilekçesi alınarak, yasal haklarının yanı sıra 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapılmış ve çalışanın iş akdi sonlandırılmıştır.

7. İş akdi sonlandırılan çalışan, işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.

8. Gebze 3. İş Mahkemesi, 17/5/2012 tarih ve E.2011/1416, K.2012/318 sayılı kararla, çalışanın işe iadesine karar vermekle birlikte, boşta geçen süre için en fazla 4 aylık, işe başlatmama hâlinde ise en fazla 8 aylık maaş tutarında tazminata hükmedilmesi gerektiği, ancak işverence zaten 12 aylık maaş tutarında tazminat ödendiğini gerekçe göstererek, tazminat konusunda hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir.

9. Kararın taraflarca temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 21/11/2012 tarih ve E.2012/11069, K.2012/26040 sayılı ilamla; ortada çalışanın serbest iradesine dayalı bir ikale sözleşmesinin bulunmadığı, bu nedenle iş akdinin ikale sözleşmesiyle sonlandırılmadığı gerekçesiyle kararı bozmuş ve işin esasına girerek çalışanın işe iadesine, boşta geçen süre için 4 aylık ve işe başlatmama hâlinde ise 6 aylık olmak üzere toplam 10 aylık maaş tutarında tazminata hükmetmiştir.

10. İş mahkemesi kararlarının temyizi üzerine Yargıtayca verilen kararlara karşı karar düzeltme yolu öngörülmediğinden karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Karar başvurucu vekiline 22/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

11. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki hâliyle 8. maddesinin üçüncü fıkrası, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18., 19., 20., 21. ve 29. maddeleri, 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Mahkemenin 13/6/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/4/2013 tarih ve 2013/2428 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

13. Başvurucu, ticari piyasada yaşanan pazar daralması sonucu oluşan fazla istihdamı azaltmak için işten kendi isteği ile ayrılmak isteyen çalışanlarına yasal alacaklarının yanında ayrıca 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapma kararı aldıklarını, bu çerçevede ayrılmak isteyen çalışanla ikale sözleşmesi imzalanarak iş akdinin sonlandırıldığını, işe iade davası sonucunda Yargıtay 22. Hukuk Dairesince verilen kararın, birebir benzer bir olayda Yargıtay 9. Hukuk Dairesince verilen kararla çeliştiğini, böylece kararın keyfi olduğunu ve Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini, öte yandan verilen kararla çalışana 12 aylık maaş tutarındaki tazminat dışında 10 aylık maaş tutarında mükerrer ödeme yapılması gerekeceğinden Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılama yapılması için dosyanın Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

14. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

15. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

16. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

17. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

18. Anılan kurallar uyarınca, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar da bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013)

19. Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056, § 36, 16/4/2013).

20. Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ileri sürülmüş ise de bu iddiaların özünün esas itibariyle derece mahkemesince hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

21. Yargılama derece mahkemeleri tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar anılan mahkemeler tarafından gereği gibi değerlendirilmiştir.

22. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin bölümünün diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

23. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

25. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

27. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, § 17, 18, 26/3/2013).

28. Başvuru konusu olayda, başvurucu ikale sözleşmesine istinaden iş akdi sonlandırılan işçisine yasal alacaklarının yanında 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yaptığını, Yargıtay kararı ile 10 aylık maaş tutarında tekrar tazminat ödemek zorunda kalacağını böylece mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir. Ancak Yargıtay kararı ile teşvik mahiyetindeki ödemenin dayanağı olan ikale sözleşmesinin çalışanın serbest iradesine dayanmadığı için geçerli olmadığı ortaya konulduğundan, 12 aylık ücret tutarındaki bu ödeme dayanaksız kalmıştır. Hukukumuzda bir sözleşmenin sonradan geçersiz sayılması sonucu bu sözleşmeye dayalı olarak yapılan ödemelerin geri istenebilmesi amacıyla hukuk yollarına başvurulabilmesine imkan sağlayan düzenlemeler yer almaktadır. Bu kapsamda başvurucu herhangi bir hukuksal yola başvurmamıştır. Hukuk yollarının tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün değildir.

29. Açıklanan nedenlerle, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

A. Başvurunun;

1. Adil yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden, “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. Mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden, “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 13/6/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 30 Oca 2015, 23:58


Bireysel Başvuru Kararları • 1999 DEPREMİNDE AÇILAN DAVA, UZUN YARGILAMA, 16.600TL TAZMİN

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

Başvuru Numarası: 2014/2656

Karar Tarihi: 17/11/2014

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu oturdukları konutun yıkılması ve birinci derece akrabalarını kaybetmeleri nedeniyle hizmet kusuruna dayalı olarak açtıkları maddi ve manevi tazminat davasının halihazırda derdest olduğunu belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespiti ile manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 25/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul 14. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 14/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 9/7/2014 tarihli yazı ile benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucuların, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde ikamet ettikleri konutları yıkılmış, ikinci başvurucunun bacağı kesilmiş, birinci başvurucunun eşi ve aynı zamanda ikinci başvurucunun babası ile birinci başvurucunun oğlu ve aynı zamanda ikinci başvurucunun kardeşi vefat etmiştir.

8. Başvurucular, oturdukları konutun yıkılmasında ve ailelerinden iki kişinin hayatını kaybetmesinde idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğradıklarını ileri sürdükleri 135.000,00 TL maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle İçişleri Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Yalova Belediye Başkanlığı aleyhine 18/10/1999 tarihinde Bursa 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır.

9. Bursa 1. İdare Mahkemesi, 4/7/2001 tarih ve E.1999/1030, K.2001/739 sayılı kararıyla "davacı tarafından yıkılan yapının yapımı sırasında gerekli denetimlerin yapılmaması nedeniyle davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğu savı ile tazminata hükmedilmesi istenmekte ise de zarar, mücbir sebep sayılması gerektiği açık olan ve yukarıda alıntı yapılan bilimsel raporda da büyüklüğü ve yıkıcılığı vurgulanan deprem sonucu meydana gelmiş olup, kusurdan uzak, önceden bilinmeyen, karşı konulamayan, idarenin faaliyetleri dışından gelen gerçek bir olay olan mücbir sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran, zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağını ortadan kaldıran etkenlerin başında gelir. Bu duruma göre de olayın gelişimi ve zararın belirtilen niteliği karşısında idarenin tazmin sorumluluğundan söz etmeye olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, depremin umulmayan hal olarak nitelendirilmesine olanak olmadığı, umulmayan hallerde nedensellik bağının kurulması koşuluyla idarenin kusursuz sorumluluğundan söz edilebilirken, nedensellik bağı bütünüyle ortadan kalkan mücbir sebep hallerinde idarenin tazmin sorumluluğuna da gidilememektedir." gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

10. Başvurucuların temyizi üzerine anılan karar, Danıştay 6. Dairesinin 27/4/2004 tarih ve E.2002/549, K.2004/2628 sayılı kararıyla "karşı konulamaz doğal bir afet olan deprem, toplumsal yaşamın bir gerçeğidir. Depremin meydana geldiği bölgede bu gerçeklik veri olarak alınmak suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğine kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depremin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir." gerekçesiyle bozulmuştur. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 10/6/2005 tarih ve E.2005/868, K.2005/3434 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

11. Bozma kararına uyan yerel mahkeme, 19/10/2007 tarih ve E.2005/1374, K.2007/2095 sayılı kararıyla, davacılardan Serpil Avunca’nın bina için 15.000,00 TL, eşya için 3.000,00 TL, defin masrafı için 78,00 TL, ölen eşi ve oğlu ile sakat kalan ve %30 oranında işgücü kaybına uğrayan oğlu için toplam 69.500,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı hesaplandığı, ancak eşinin ölümünden dolayı kendisine bağlanan emekli maaşının mahsubu ile hesaplanan 8.938,00 TL olmak üzere toplam 27.016,95 TL maddi ve 6.000,00 TL manevi; diğer davacı Levent Avunca’nın sürekli işgöremezliği nedeniyle 50.000,00 TL maddi, 9.000,00 TL manevi tazminat isteminin kabulüne, fazlaya ilişkin kısmının (7.983,05 TL maddi, 30.000,00 TL manevi) reddine, hükmedilen 92.016,00 TL tazminatın davanın açıldığı 18/10/1999 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte olayda kusurlu görülen Yalova Belediye Başkanlığından alınarak davacılara ödenmesine karar vermiştir.

12. Başvurucular ve davalı Yalova Belediye Başkanlığı tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 6. Dairesinin 9/5/2012 tarih ve E.2012/635, K.2012/2292 sayılı kararıyla manevi tazminat ve yargılama giderleri yönünden bozulmuş, maddi tazminata ilişkin kısım yönünden ise onanmıştır.

13. Bursa 1. İdare Mahkemesi, 8/11/2013 tarih ve E.2013/929, K.2013/951 sayılı kararıyla bozma kararına uymuş ve davacıların manevi tazminat isteminin 35.000,00 TL lik kısmının kabulüne, fazlaya ilişkin 10.000,00 TL lik kısmının reddine, kabul edilen tazminatın davanın açıldığı, 18/10/1999 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte olayda kusurlu görülen Yalova Belediye Başkanlığı tarafından davacılara ödenmesine hükmetmiştir.

14. Bu karar, başvurucular tarafından 21/2/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup, başvuru tarihi itibarıyla dava Danıştay 6. Dairesi önünde derdesttir.

B. İlgili Hukuk

15. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 25/2/2014 tarih ve 2014/2656 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucular, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu uğradıkları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle açtıkları davanın on beş yıldır sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

18. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

19. Başvurucular, 1999 yılında idari yargıda açmış oldukları davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

20. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).

21. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).

22. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

23. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince "kamu hukuku" alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, deprem sonucunda idarenin hizmet kusuru nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazimini istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).

24. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 18/10/1999 tarihidir.

25. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

26. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak deprem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararların tazmini istemini konu alan tam yargı davasında ilk derece mahkemesince verilen kararın iki kez Danıştay ilgili Dairesince bozulduğu, ilk temyiz aşamasının iki yılı aşan bir sürede, ikinci temyiz aşamasının da yaklaşık dört yıllık bir sürede sonuçlandırıldığı, başvurucuların uğradığı zararlara ilişkin olarak idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla ilk derece mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, 12/5/2014 tarihi itibarıyla Danıştay kayıtlarına giren dosyanın hâlihazırda Danıştay 6. Dairesi önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır.

27. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).

28. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).

29. Başvuruya konu davanın üç ayrı idareye karşı açılmış olması ve bilirkişi incelemesini gerektirmesi hususları başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on beş yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

30. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

31. Başvurucular, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle 200.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

32. 6216 sayılı Kanun’un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

33. Başvurucuların tarafı oldukları uyuşmazlığa ilişkin on beş yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuların her birine net 16.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

34. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

35. Başvuruya konu yargılamanın on beş yılı aşkın bir süredir devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucuların,

1. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuların her birine net 16.600,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucular tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. Kararın bir örneğinin ilgili derece Mahkemelerine gönderilmesine,

17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 12 Oca 2015, 17:09


Bireysel Başvuru Kararları • KADASTRO TESPİTİNE İTİRAZ, UZUN SÜREN DAVA 23.700TL TAZMİNAT

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

Başvuru Numarası: 2014/3876

Karar Tarihi: 17/11/2014

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, 24/4/1970 tarihinde murisi aleyhine Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinde devam eden kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 14/3/2014 tarihinde Karadeniz Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun murisi ve arkadaşları aleyhine, K.Ö., A.U. ve H.Ö. tarafından 24/4/1970 tarihinde, kendi hisselerinin başvurucunun murisi ve arkadaşları adına tapuya tescil ettirildiği ileri sürülerek, Ereğli ilçesi Süleymanlar mahallesi 9 ada 11 parselde kayıtlı taşınmazın hisseleri oranında kendi adlarına tescil edilmesi istemiyle Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Kadastro Mahkemesi sıfatıyla) kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Bu dava Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1970/13 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

8. Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/12/1980 tarih ve E.1970/13,K.1980/17 sayılı kararıyla, Mahkemenin E.1969/2 sayılı dosyası ile E.1970/13 sayılı dosyasının aralarında taraf ve konu yönünden bağlantı olduğu gerekçesiyle birleştirilmesine ve yargılamaya E.1969/2 sayılı dosya üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir.

9. Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi, 16/10/1987 tarih ve E.1969/2, K.1987/17 sayılı kararıyla; kanun değişikliğine binaen kadastro mahkemesi sıfatıyla bakılan davaların yeni kurulan kadastro mahkemelerinde görüleceği gerekçesiyle dosyanın Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

10. Bu karar üzerine dosya, Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinin E.1987/65 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

11. Yargılama devam ederken Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesi, 9/12/1987 tarih ve E.1987/65 ve K.1987/125 sayılı kararıyla, 3402 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22/10/1987 gün ve 969 sayılı kararı gereğince 2613 sayılı Kanun’a göre açılmış ve halen derdest olan davalara aynı mahkemelerde bakılmaya devam olunacağı gerekçesiyle dosyanın Şehir Kadastro Mahkemesi sıfatıyla Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

12. Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi, 31/5/1988 tarih ve E.1988/16 K.1988/183 sayılı kararıyla; söz konusu gönderme kararının atıf yapılan yasal düzenlemelerin yanlış yorumlanmasına dayanılarak verildiği gerekçesiyle dosyanın tekrar Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

13. Yargılama devam ederken görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla Yargıtaya başvurulması üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 14/12/1988 tarih ve E.1989/8020 K.1989/10548 sayılı kararıyla Kadastro Mahkemesinin görevli olduğuna karar vermiştir.

14. Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesi, 22/6/2002 tarih ve E.1988/66, K.2002/90 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir.

15. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, dosyada birtakım eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle ilk olarak 8/11/2004 tarih ve E.2004/9203, K.2004/11885 sayılı ilamıyla, ikinci olarak 20/3/2006 tarih ve E.2006/195, K.2006/1859 sayılı ilamıyla dosyanın İlk Derece Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir.

16. Eksikliklerin tamamlanmasından sonra yapılan temyiz incelemesinde Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 31/12/2007 tarih ve E.2007/3391, K.2007/5517 sayılı ilamıyla; ilk derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.

17. Bozma üzerine Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinin E.2008/119 sayılı dava dosyasında yargılama halen devam etmektedir.

B. İlgili Hukuk

18. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 25. maddesinin birinci fıkrası, 28. maddesinin birinci fıkrası, 29. maddesinin birinci, üçüncü, dördüncü fıkraları, 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, 32. maddesinin birinci fıkrası ve 36. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/3/2014 tarih ve 2014/3876 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, 24/4/1970 tarihinde murisi aleyhine Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinde devam eden kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

22. Başvurucu, 24/4/1970 tarihinde murisi aleyhine Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinde devam eden kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).

24. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).

25. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda taşınmaz mülkiyeti hakkında Kadastro Mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında, 3402 ve 6100 sayılı Kanun’larda yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

26. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 24/4/1970 tarihidir.

27. Başvuruya konu dava, başvurucunun miras bırakanından intikalle takip etmekte olduğu bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçının yargılamaya katıldığı an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (B. No: 2013/1115, 5/12/2013, § 51).

28. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

29. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, 24/4/1970 tarihinde Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan E.1970/13 sayılı dava dosyasının, Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinin E.1969/2 sayılı dava dosyası ile birleştirildiği ve yargılamanın bu dosya üzerinden devam ettiği, Kadastro Mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesince davaların yeni kurulan kadastro mahkemelerinde görüleceği gerekçesiyle dosyanın Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesine gönderildiği, yargılama devam ederken Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesince 3402 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22/10/1987 tarihli kararı gereğince Şehir Kadastro Mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesine geri gönderildiği, Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinin de Kadastro Mahkemesinin ilgili Kanun’u yanlış yorumladığı gerekçesiyle dosyayı tekrar Kadastro Mahkemesine gönderdiği, bu görev uyuşmazlığını çözmek amacıyla dosyanın Yargıtaya gönderildiği, Yargıtayın, Kadastro Mahkemesinin görevli olduğuna karar verdiği, Kadastro Mahkemesindeki yargılama sürecinde 6/6/2002 tarihinde keşif yapılarak bilirkişi raporu tanzim ettirildiği, yargılamanın 12/6/2011 tarihli celsesinde davanın reddine dair hüküm tesis edildiği anlaşılmıştır. İlk Derece Mahkemesinin kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 8/11/2004 ve 20/3/2006 tarihli ilâmları ile eksik olduğu belirtilen bir kısım belgelerin dosyaya eklenmesi gerektiği belirtilerek dosyanın iki kez geri gönderildiği, belirtilen hususların ikmalini müteakip yapılan temyiz incelemesi sonucu kararın bozulduğu, bozma üzerine davanın Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinin E.2008/119 sayılı dosyasına kaydedildiği belirlenmiştir. Yargılamanın halen Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmaktadır.

30. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılamanın kadastro mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 18).

31. Kadastro mahkemesi nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 3402 sayılı Kanun’da yer alan ve yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64; B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 53-62; B. No: 2013/1115, 5/12/2013, §§ 60-67; 2012/673, 19/12/2013, §§ 37-43).

32. Başvuruya konu davanın taraf sayısı ve mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, 3402 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık kırk beş yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

33. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

34. Başvurucu, manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

35. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

36. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık kırk beş yıldır devam eden yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 23.700,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

37. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

38. Başvuruya konu yargılamanın yaklaşık kırk beş yıldır devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuya net 23.700,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. Kararın bir örneğinin Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesine gönderilmesine,

17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 11 Oca 2015, 19:56