Etiket arşivi: ÇAĞRI

KAMUOYUNA VE HÜKÜMETE AÇIK ÇAĞRI

KAMUOYUNA VE HÜKÜMETE AÇIK ÇAĞRI

Son günlerde meydana gelen olaylarla ilgili olarak ; yaşadığımız ülke içerisinde meydana gelen duruma dair sessiz kalmanın hem hukuki hem de etik olarak doğru olmayacağından hareketle bu açıklamanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.

 

Taksim Gezi Parkı için toplanan bir grup vatandaşımıza karşı başlatılan ve polisin 2559 Sayılı Kanunu’nun Zor ve silah kullanma başlıklı Madde 16- (Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) ‘ya aykırı şekilde  orantısız güç kullanması nedeniyle artarak devam eden müdahalelere karşı yapılan haklı eylemler artık bir kısım provakatörlerin rant  devşirmeye çalıştığı bir olay haline getirilmeye çalışılmaktadır.

 

Bu bağlamda hem devletin yürütme erki olan Hükümet’in hem de Kamuoyu’nun dikkatli davranması ve her iki kesiminde üzerine düşeni yerine getirme sağduyusuyla harekete geçmesi gerekmektedir.

 

Başta İstanbul Valisi olmak üzere, İstanbul Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanı’nın görevden alınması ve orantısız güç kullandığı tespit edilen polislerin hakkında idari ve adli işlemlerin yapılarak bunun sonucuna göre ilgililerine gerekli cezaların verilmesi ve bu konularda Kamuoyu’nun bilgilendrilmesi sağlanmalıdır.

 

Polisin orantısız güç kullanması ; kullanılan güce ve yapılan eylemin niteliğine göre 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’un  İşkence başlıklı 94.maddesi, Eziyet başlıklı  96.maddesi, Görevi kötüye kullanma başlıklı 257.maddesi uyarınca suç teşkil eden eylemlerdir.

 

Ancak bunun yanında, olayları farklı bir yöne sevketmek suretiyle güvenlik güçlerine karşı fiili saldırılar yapan, kamu malına zarar veren,  hükümeti devirme amaçlı eylem yapan ve eylem yapmak için halkı galeyana getirmeye çalışan kişi, kişiler ve gruplar içinde yine aynı şekilde 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , Görevi yaptırmamak için direnme başlıklı 265.maddesi, Mala zarar verme başlıklı 151.maddesi, Mala zarar vermenin nitelikli halleri başlıklı 152.maddesi, Hükûmete karşı suç başlıklı 312.maddesi, uyarınca işlem yapılabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

 

Bu bağlamda haklı olan eylemlerin haksız duruma düşmesini engellemek amacıyla bu eylemi amacından çıkarmaya çalışan kişi ve gruplardan uzak durulmalı ve bu şekilde davrananlara ve bu şekildeki davranışlara prim verilmemelidir.

 

Temennimiz doğru ve yanlışı ayırt etme gücüne sahip sağduyulu  vatandaşlarımızın hiçbir grup, parti ve zümrenin etkisi altında kalmadan haklı taleplerinde haksız duruma düşmemeleridir.

 

Ayrıca bu bağlamda yine bu eyleme destek vermeyen vatandaşlarımızın da kendi görüş ve düşüncelerini ; bir diğerini ötekileştirmeden , gerçek olmayan haberlere itibar etmeden, bu eylemin tüm polislere karşı değil orantısız güç kullanan bir kısım polise karşı ortaya çıktığını unutmadan, bir karşı taraf düşüncesi yaratılmasına izin vermeden ve bu karşıtlık üzerinden çatışma ortamı yaratacak eylem , söz ve davranışlara meydan vermeden açıklaması gerekmektedir.

 

Her ne kadar Anayasa’nın 34.maddesinin birinci fıkrası uyarınca ; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” şeklinde bir düzenleme bulunmaktaysa da bu maddenin devam fıkraları uyarınca kanuna aykırı olarak yapılan eylem ve protestolar birinci fıkra kapsamı altında bir hak olarak değerlendirilemeyecektir.

 

B. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

MADDE 34- (Değişik: 3/10/2001-4709/13 md.)

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

 

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

 

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

 

İsteğimiz bu eylemlerin amacı dışına çıkarılmadan hukuki sınırlar içerisinde ve meşruiyetini kaybetmeyecek şekilde bir sonuca ulaştırılmasıdır. Aksi durum her iki taraf için de şu an için öngörülemeyen ve telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabilecek belirsizliklere sebebiyet verebilecektir.

 

Kamuoyuna Saygı ile duyurulur.

ÇAĞRI ÜZERİNE ÇALIŞMA

T.C.
YARGITAY
Dokuzuncu Hukuk Dairesi
E: 2006/5115
K: 2006/14969
T: 22.05.2006

ÇAĞRI ÜZERİNE ÇALIŞMA
ÖZET: Temizlik işi sürekli yapılması gereken bir iş olup, davacının çağrı usulü ile işyerinde çalıştırılması, bu işin sürekli yapılması gerektiğini ortadan kaldırmaz. Çağrı usulü çalışma, kısmi süreli bir iş sözleşmesi olup, işin kıs­mi süreli olması, belirli süreli iş sözleşmesi niteliğini ka­zandırmaz.

Somut olayda bir yılda, on bir ay çalışan davacı­nın, 234 gün çalıştığı da gözönüne alındığında yapılan te­mizlik işi, süreye bağlı bir iş olmadığına göre çağrı usulü iş sözleşmesinin imzalanmasını gerektiren objektif esaslı bir nedende bulunmamaktadır. Bu nedenlerle taraflar ara­sındaki iş sözleşmesinin, belirsiz süreli iş sözleşmesi oldu­ğu kabul edilerek, buna göre karar verilmelidir.

4857 s. İŞ KANUNU [Madde 11]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 14]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 18]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 20]

Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, savunmaya değer verilerek, taraflar arasında belirli süreli iş sözleşmesi imzalandığı, davacının davalı işyerinde çağrı usulü temizlik gö­revlisi olarak çalıştığı, bu tür işlerde sözleşmenin belirli süreli yapılmasını en­gelleyen yasa hükmü bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar veril­miştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca, “iş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli iş­lerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkma­sı gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde ya­pılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir. Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Ak­si halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Esas­lı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korur­lar.”

Yine aynı yasanın Çağrı Üzerine Çalışma biçimini düzenleyen 14. mad­desine göre, “Yazılı sözleşme ile işçinin yapmayı üstlendiği işle ilgili olarak kendisine ihtiyaç duyulması halinde iş görme ediminin yerine getirileceğinin kararlaştırıldığı iş ilişkisi, çağrı üzerine çalışmaya dayalı kısmi süreli bir iş sözleşmesidir. Hafta, ay veya yıl gibi bir zaman dilimi içinde işçinin ne kadar süreyle çalışacağını taraflar belirlemedikleri takdirde, haftalık çalışma süresi yirmi saat kararlaştırılmış sayılır. Çağrı üzerine çalıştırılmak için belirlenen sü­rede işçi çalıştırılsın veya çalıştırılmasın ücrete hak kazanır. İşçiden iş görme borcunu yerine getirmesini çağrı yoluyla talep hakkına sahip olan işveren, bu çağrıyı, aksi kararlaştırılmadıkça, işçinin çalışacağı zamandan en az dört gün önce yapmak zorundadır. Süreye uygun çağrı üzerine işçi iş görme edimini yerine getirmekle yükümlüdür. Sözleşmede günlük çalışma süresi kararlaştırılmamış ise, işveren her çağrıda işçiyi günde en az dört saat üst üste ça­lıştırmak zorundadır.”

Dosya içeriğine göre, davacı ile davalı arasında 05.07.2004 tarihinde 05.06.2005 tarihinde sona eren ve Çağrı Üzerine Çalışma usulünü düzenle­yen belirli süreli iş sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmede, davacının temiz­lik elemanı olarak görev yapacağı belirtilmiştir. Davacı bu kapsamda sözleş­menin bitim tarihine kadar kayıtlara göre 234 gün çalışmıştır. Temizlik işi sü­rekli yapılması gereken bir iştir. Davacının çağrı usulü ile işyerinde çalıştırıl­ması, bu işin sürekli yapılması gereğini ortadan kaldırmaz. Bir başka anla­tımla, çağrı usulü çalışma kısmi süreli bir iş sözleşmesi olup, işin kısmi süre­li olması, belirli süreli iş sözleşmesi niteliğini kazandırmaz. Çağrı usulü çalış­ma şeklinde de 4857 sayılı İş Kanunu’nun 11. maddesinde belirli süreli iş sözleşmesinin yapılmasını gerektiren koşullar aranmalıdır. Kaldı ki bir yılda, onbir ay çalışan davacının 234 gün çalıştığı da gözönüne alındığında yapılan temizlik işi süreye bağlı bir iş olmadığına göre, çağrı usulü iş sözleşmesinin imzalanmasını gerektiren objektif esaslı bir nedende bulunmamaktadır. Ta­raflar arasındaki iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olduğunun ka­bulü gerekir. Mahkemece yazılı şekilde, iş sözleşmesinin belirli süreli olduğu belirtilerek istemin reddine karar verilmesi hatalıdır.

Davalı işveren, davacının iş sözleşmesinin süre bitimi nedeni ile feshetti­ğini bildirmiş, başka bir neden belirtmemiştir. İş sözleşmesi belirsiz süreli ol­duğuna göre, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi uya­rınca neden belirtilerek feshedilmesi gerekirdi. Bu kurala uyulmadığından feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir.

4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şe­kilde hüküm kurulmuştur.

Hüküm: Yukarıda açıklanan gerekçe ile;

1. Mahkemenin kararının (BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASI­NA),

2. Feshin (GEÇERSİZLİĞİNE) ve davacının (İŞE İADESİNE),

3. Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence sü­resi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak takdiren davacının 4 aylık brüt ücreti tutarında (BELİRLENMESİNE),

4. Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin (GEREKTİĞİNE),

5. Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

6. Davacının yapmış olduğu 39.40 YTL yargılama giderinin davalıdan tah­sili ile davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,

7. Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 400-YTL ücreti vekâ­letin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

8. Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde ilgilisine iadesine, kesin ola­rak 22.05.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.