Etiket arşivi: Danıştay

Danıştay, Zorunlu taşıt sigortasında vekaletname ile tahsili yasaklayan genelgeyi iptal etti

Zorunlu motorlu taşıt sigortalarında tazminat istemlerinin tahsilinde görevlendirilen vekillerin tahsil edilen meblağları gereği gibi hak sahiplerine iletmemeleri gerekçesi ile zorunlu motorlu taşıt sigortalarında bedeni zararların vekil marifetiyle tahsilinde sigorta şirketleri ve Güvence Hesabınca uyulması gerekli kuralların belirlendiği Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın 05.11.2010 gün ve 2010/18 no’lu Zorunlu Motorlu Taşıt Sigortalarında Tazminatların Vekâletle Takip ve Tahsil Edilmesine İlişkin Genelgenin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemli olarak Baromuzca Danıştay 10. Dairede açılan davada, 23.05.2011 gün ve 2011/5130 E. no’lu karar ile genelgenin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiş, bu karara yapılan itiraz da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 08.12.2011 gün ve 2011/530 YD İtiraz no’lu kararı ile reddedilmişti.

Bu sefer Danıştay 10. Dairesinin 09.03.2015 gün ve 2011/5130 E. 2015/870 K. no’lu kararı ile: “zorunlu taşıt sigortası tazminatının hak sahibi konumundaki kişi ile bu kişinin sigorta tazminatını kendi adına tahsilinde yetkilendirdiği vekil arasında imzalanan ve ilgili mevzuat çerçevesinde tarafların iradesi ile içeriği belirlenen vekaletnameler özel hukuk sözleşmesi niteliğinde olduğundan; davalı idarenin bu sözleşmenin içeriğine ilişkin olarak işlem tesis etme yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır” denilerek genelgenin iptaline karar verilmiştir.

Dava konusu genelgede;

“1. Vekilin temsil ettiği kişiye tahsil ettiği tazminatın ne kadarını iade edeceğine ilişkin vekâletnamede asgari ‘Tahsil edilen tazminatın %…si müvekkile iletilecektir’ veya benzeri bir ifade yer almalıdır. Vekâletnamede bu çerçevede bir ifade olmaması halinde aynı içerikte –hak sahibinin imzası noter tarafından usulen tasdik olunmuş- beyanını içeren bir belge başvuru esnasında ibraz edilecektir.

2. Hak sahibi lehine tespit edilen tazminattan yukarıda asgari içeriği

belirlenen Vekâletnamede veya onaylı belgede belirtilen tutara denk gelen kısmı hak sahibine kalanı ise vekile ödenecektir.

3. Bu genelgenin 1 inci maddesi kapsamında vekâletname veya onaylı belge sunmayan vekillerin başvuruları sigorta şirketlerince işleme alınmayacaktır” denilmişti.

Danıştay, Kıdem tazminatının tavanı aşan kısmı vergiye tabidir

  • DANIŞTAY
  • Daire: 3. Daire
  • Esas No: 1979/402
  • Karar No: 1979/482
  • Karar Tarihi: 12.11.1979
İŞÇİLERE TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİ GEREĞİNCE KIDEM TAZMİNATI ADIYLA YAPI-
LAN ÖDEMELERİN KANUNDA BELİRTİLEN TAVAN MİKTARINI KARŞILAYAN KISMININ,
193 SAYILI KANUNUN 40.MADDESİNİN (3).FIKRASI, BU MİKTARI AŞAN KISMININ
İSE AYNI MADDENİN 1.FIKRASI UYARINCA GİDER YAZILABİLECEĞİ HK.(*)1475 
sayılı İş Kanununun 1927 sayılı Kanunla değişik 14.maddesi, "Kı-
dem tazminatına esas olacak 30 günlük ücret tutarının beher yıl için
nazara alınacak miktarı 1475 sayılı İş Kanununa göre tesbit edilmiş
olan günlük asgari ücretin 30 günlük tutarının yedibuçuk katından faz-
la olamaz." hükmünü taşımaktadır.
Bu hüküm uyarınca, işçiye her yıl için ödenebilecek kıdem tazminatı
(günlük asgari ücret X 30 X 7,5) formülü ile ifade edilen tavan mikta-
rı aşamıyacaktır. Bu husus, Yargıtay kararıyla belirlendiği gibi, Da-
nıştay içtihatlarıyla da kıdem tazminatının vergilendirilmesi yönünden
aynı esas benimsenmiştir. Nitekim konuyla ilgili Danıştay kararların-
da, işçiye kıdem tazminatı adıyla yapılan ödemenin yukarıda belirtilen
tavan miktarını aşan kısmının kıdem tazminatı olarak kabulünün mümkün
olmadığı, bu nedenle, vergilendirme döneminde her yıl için ancak yuka-
rıda belirtilen tavan miktarına ve çalışma yılına göre yapılacak öde-
menin kıdem tazminatı olarak vergiden istisna edilebileceği belirtile-
rek, aksi yoldaki Temyiz Komisyonu kararları bozulmuş, böylece vergi
dairelerince işçilere kıdem tazminatı adı ile ödenen meblağın vergiden
istisna edilen miktar düşüldükten sonra kalan kısmından gelir vergisi
kesilmesi yolundaki uygulama yerinde görülmüştür.
Kaldı ki, idare yazısında da, kıdem tazminatının, kanunda belirlenen
miktarı aşan kısmının ücret olarak vergiye tabi tutulacağının açık ol-
duğu belirtilmektedir.
Öte yandan, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40.maddesinde safi ka-
zancın tesbit edilmesi yönünden indirilecek giderler sayılırken, 1.fık
rada, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan
genel giderlerin, 3.fıkrada, işle ilgili olmak şartiyle mukavelenameye
veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminat
ların gider olarak yazılabileceği kabul edilmiştir.
Bu durumda, toplu iş sözleşmeleri gereğince kıdem tazminatı adıyla ya-
pılan ödemelerin kanunda belirlenen tavan miktarını karşılıyan kısmı-
nın 193 sayılı Kanunun 40.maddesinin 3.fıkrası uyarınca, bu miktarı a-
şan kısmının ise aynı maddenin 1.fıkrası uyarınca gider olarak yazılma
sının doğal olduğuna karar verildi.
Genel Kurul'dan geçmemiştir.

Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • ÖZEL USULSÜZLÜK CEZALARININ KALDIRILMASI HUSUSUNDA KARARI

T.C.
D A N I Ş T A Y
DÖRDÜNCÜ DAİRE

Esas No: 2012/6286
Karar No: 2013/462
Karar No: 07.02.2013

ÖZET : Geçmiş dönemleri kapsayacak şekilde vergi mükellefiyet tesisi halinde, mükellefiyetin tesis edildiği tarihe kadar ki dönemler için beyanname vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmayan davacı adına beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle ceza kesilemeyeceği hakkında.

TEMYİZ EDEM : Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı (Etimesgut Vergi Dairesi Müdürlüğü)

KARŞI TARAF: …

İSTEMİN ÖZETİ : Davacı adına elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle 2007/12 ve 2008 yılının muhtelif dönemleri için kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Ankara 6. Vergi Mahkemesinin 29.03.2012 günlü ve E:2011/1919, K:2012/352 sayılı kararıyla; söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde ceza kesileceği hususu davacıya yazılı olarak bildirilmeden kesilen özel usulsüzlük cezalarında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu cezaların kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı İdare, kesilen cezanın hukuka uygun olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

SAVUNMA ÖZETİ: Savunma verilmemiştir.

Tetkik Hakimi M. Volkan Uluçay’ın Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliklerine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olacağı hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun “Yetki” başlıklı mükerrer 257′nci maddesinin 4’üncü fıkrasında,” … vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları kullanmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, beyanname, bildirim ve bilgilerin aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu zorunluluğu beyanname, bildirim veya bilgi çeşitleri, mükellef grupları ve faaliyet konuları itibarıyla ayrı ayrı uygulatmaya Maliye Bakanlığı’nın yetkili olduğu” hükmüne yer verilmiş, mükerrer 355’inci maddesinde ise, bu Kanunun 86, 148, 149, 150, 256 ve 257’nci maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257’nci madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymayanlar hakkında özel usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, gayrimenkullerle ilgili olarak tapu sicil müdürlüklerince doldurulan bilgi formlarından ve elektronik ortamda yapılan sorgulama sonuçlarından hareketle, davacının 10.05.2005 ila 19.12.2008 tarihleri arasında yapmış olduğu taşınmaz satışları nedeniyle bu döneme ilişkin ticari kazanç mükellefiyetinin açılış ve kapanışının yapılması gerektiği yolundaki 25.10.2010 tarihli yazıya istinaden davacı adına mükellefiyet tesis edilerek ilgili dönem beyannamelerini vermemesi nedeniyle dava konusu özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmıştır. Mükellefin işe başladığı tespit edilen tarih esas alınarak, geçmiş dönemleri de kapsayacak şekilde mükellefiyet tesis edilmesi halinde, işe başlama tarihi ile mükellefiyetin tesis edildiği tarih arasındaki dönemlerde elektronik ortamda beyanname verilmesi hukuken ve fiilen mümkün olmadığından dava konusu özel usulsüzlük cezalarını kaldıran Mahkeme kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine ve kararın yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına 07.02.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Davacının gayrimenkul alım satımı faaliyetinde bulunduğu halde ilgili dönem beyannamelerini elektronik ortamda vermemesi üzerine kesilen özel usulsüzlük cezalarını, yazılı bildirim olmadığı gerekçesiyle kaldıran mahkeme kararı davalı İdare tarafından temyiz edilmiştir. İdari düzenlemeler uyarınca kapsama alınan mükellefler açısından fiziki ortamda beyanname kabulüne son verildiği ve beyanname verme yükümlülüğünün niteliği itibarıyla mükerrer 355′inci maddenin birinci fıkrasında yer alan yasal düzenlemelerde olduğu gibi bilginin ibrazı ödevi niteliğinde olmadığı dikkate alındığında, elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğü için yazılı bildirim şartının aranmayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 2004, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında aldığı gayrimenkulleri 2005, 2007 ve 2008 yıllarında sattığı, dolayısıyla belirli bir ticari organizasyon dahilinde sürekli olarak ve kar amacı güderek yürüttüğü bu faaliyetin ticari faaliyet niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
Bu nedenle, kayıt dışı olarak ticari faaliyette bulunduğu tespit edilen davacı adına geçmiş dönemlere ilişkin olarak elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle özel usulsüzlük cezası kesilmesine yasaya aykırılık bulunmadığından cezayı kaldıran Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara karşıyım.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Mar 19, 2015 5:45 am


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • EŞCİNSEL ÖĞRETMENİN MESLEKTEN BU NEDENLE ATILMASI HUKUKA AYKIRIDIR

Davacının mahremiyet alanı içerisinde rızasıyla eşcinsel ilişkiye girmesinden ibaret olan fiilinin, 657 sayılı Yasa’nın 124/2. maddesi uyarınca Memur Disiplin Hukukunu ilgilendiren bir yönünün bulunmadığı ve disiplin suçu oluşturmadığı belirtmiş ve meslekten çıkarma cezasının iptal etmeyen idare mahkemesi kararını bozmuştur.

T.C.
D A N I Ş T A Y
ONİKİNCİ DAİRE
ESAS NO: 2011/750
KARAR NO: 2014/7169
KARAR TARİHİ.07/11/2014

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:

Dava; … öğretmeni olarak görev yapmakta olan davacının, hakkında açılan soruşturma sonucu 4357 sayılı Kanunun 7/e maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun … tarihli ve … sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler, soruşturma dosyasında yer alan ifadeler ile davacının disiplin soruşturması sırasında alınan ifadelerinin ve son savunmasının birlikte değerlendirilmesinden, davacı hakkında isnat edilen fiilin sübuta erdiği diğer taraftan da işlenen fiilin niteliği ile öğretmenlik mesleğinin önem ve özelliği birlikte göz önünde bulundurulduğunda davacının işlediği fiilin 4357 sayılı Kanunun 7/e maddesi kapsamında olduğu sonucuna varıldığından davacının 4357 sayılı Kanunun 7/e maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun … tarih ve … sayılı kararında hukuka ve mevzuata aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Anayasa’nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesinde; "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir…" hükmüne yer verilmiş, Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları vurgulanmış, "Özel hayatın gizliliği ve korunması" başlıklı bölümündeki 20/1. maddesinde, "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz." düzenlemesine, 90/5. maddesinde ise; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." düzenlemesi yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" başlıklı 8. maddesinde: "Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." hükmü, "Ayrımcılık yasağı" başlıklı 14. maddesinde; "Bu Sözleşme’de tanınan
hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." bulunmaktadır.

Dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan, 4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına, Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil Edilecek Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı İle Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin Alacaklarına Dair Kanun’un 7. maddesinin (e)bendinde; ögretmenlik mesleğiyle ilgili işler bakımından haysiyetsizliği, iffetsizliği ve vazifesinde bırakılmasına mani bir suistimali sabit olan öğretmenlerin bir daha meslekte ve teşkillerinde kullanılmamak üzere meslekten çıkarılacakları hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının …… öğretmeni olarak görev yaptığı dönemde … İddiaları ile davacı hakkında disiplin soruşturması açıldığı, soruşturma neticesinde düzenlenen … tarihli ve …. sayılı soruşturma raporu ile davacı hakkında ileri sürülen iddiaların sübuta erdiği gerekçesiyle davacının 4357 sayılı Kanun’un 7/e maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezası ile tecziyesinin teklif edildiği, getirilen teklif doğrultusunda tesis edilen Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun … tarihli ve … sayılı kararı iledavacının 4357 sayılı Kanun’un 7/e maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezası ile cezalandırıldığı, kararın …
tarihinde davacıya tebliği üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Uyuşmazlıkta, davacının özel hayat alanı içerisinde rızaen eşcinsel ilişki kurması nedeniyle cezalandırılması karşısında, söz konusu fiilin Anayasa’nın 20/1. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi uyarınca "özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı" kapsamında bulunup bulunmadığı konusunun irdelenmesi gerekmektedir.

Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelendiğinde; başta Dudgeon – Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No: 7525/76 – Karar Tarihi: 22.10.1981) olmak üzere bu konuda verilmiş çok sayıda karar bulunduğu, özellikle Smıth ve Grady – Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No:33985/96, Karar Tarihi:27.9.1999), Lustıg/Prean ve Beckett – Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No:31417/96 – Karar Tarihi: 27.9.1999), Perkıns ve R. -Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No:43208/98 – Karar Tarihi: 22.10.2002), Beck, Copp ve Bazeley – Birleşik Krallık (Başvuru No:48535/99 – Karar Tarihi: 22.10.2002), kararlarında; eşcinsel kişilerin salt cinsel yönelimlerinden dolayı ordudan ihraç edilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin ihlali olarak karara bağlanmış, Özpınar – Türkiye Kararında (Başvuru No:20999/04 – Karar Tarihi:19.10.2010) ise; bir yargıcın özel hayatında arkadaşlık ettiği kişiler ve giyim tarzı, aşırı makyaj yapması gibi iddialar ön plana çıkarılarak meslekten çıkarılması anılan hakkın ihlali olarak değerlendirilmiş, anılan yargıçla ilgili iddiaların bu kişinin mesleğini icrasına etkisinin somut olarak ortaya konulamadığı hususu vurgulanmıştır.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacının eşcinsel eğilimlerini okul içerisinde yansıttığına veya okul dışında olsa bile öğrencileri ile bu şekilde bir ilişkiye girdiğine dair bir delil, tespit veya tanık bulunmamaktadır. Disiplin soruşturması aşamasında ifadeleri alınan ve davacıyla aynı okulda görev yapan öğretmenlerin ve yöneticilerin, davacının herhangi olumsuz bir hareketini görmediklerini ve disiplin soruşturmasına konu olayla ilgili bir duyumlarının olmadığını beyan ettikleri görülmektedir.

Bu durumda; davacının mahremiyet alanı içerisinde rızasıyla eşcinsel ilişkiye girmesinden ibaret olan fiilinin, 657 sayılı Yasa’nın 124/2. maddesi uyarınca Memur Disiplin Hukukunu ilgilendiren bir yönünün bulunmadığı ve disiplin suçu oluşturmadığı, söz konusu fiilin bir disiplin suçu olarak değerlendirilerek davacının meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasının Anayasa’nın 20/1. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi uyarınca "özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının" ihlali sonucunu doğuracağı anlaşıldığından, dava konusu işlemde ve davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzeredosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine,bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 07/11/2014 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

Davacının, üzerine atılı fiillerin sübutu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, davacının özel hayatında eşcinsel olarak ilişkiye girmesi ve bu eğilimde olan kişilerle beraber olmasının öğretmenlik mesleğinden çıkarma cezası gerektirip gerektirmediğinden kaynaklanmaktadır.

Devlet memuru olarak belirli bir sorumluluk taşıyan davacı, bu görevi kabul etmek suretiyle kamu görevlisi olmaktan kaynaklanan disiplin ve tutum istemine kendi iradesiyle dahil olmuştur. Devlet memurluğu sistemi doğası gereği, kişinin hak ve özgürlüklerine herhangi bir vatandaşa uygulanamayacak sınırlamalar getirmektedir. Zira kamu yararı, kamu görevlilerinden uymaları gereken mesleki ve etik kurallar açısından tam bir uyum beklemektedir. Özellikle mesleki yaşamı ile bağlantısı olabilecek bazı özel hayat unsurları açısından, davacının mesleki ve etik kurallara aykırı davranışlarının kamu görevlilerinin ve bu bağlamda kamu hizmetinin saygınlığı üzerinde belirli bir etkiye sahip olabileceği açıktır. Öte yandan, yetişkinliğe henüz ulaşmamış çocuk ve genç bireylerin hayatı ve hayata bakışı öğrenmesinde, tutum ve davranış geliştirmelerinde bu bireylere örnek ve rol model olan öğretmenlerin bireyin eğitiminde kaçınılmaz olarak önemli bir yeri vardır. Görevi itibariyle eğitim dünyasının temel taşlarından olan öğretmenlerin, öğrencilere olumlu ya da olumsuz örnek olabilecekleri de tartışılmaz bir gerçektir. Öğretmenler kendilerini rol model olarak sunmasalar dahi çevresinde bulunan çocuklar ve gençler için her zaman iyi ya da kötü model oluşturmaktadırlar. Okullar, çocuklar için oluşturulan çok boyutlu öğrenme ortamlarıdır. Öğretmenler, bu öğretim ortamlarında hem çocuk hem ebeveyn hem de toplum açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Eğitim sisteminin amacına uygun öğrenciler yetiştirebilmek iyi yetişmiş ve mesleğinde söz sahibi öğretmenlere bağlıdır.

Bu bilgiler ışığında, davacının ifa ettiği mesleğin özelliği ve önemi dikkate alındığında, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşüncesiyle karara katılmıyoruz.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Sal Mar 17, 2015 10:16 am


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • MEVZİ İMAR PLANININ GENİŞLETİLMESİ SONUCUNU DOĞURACAK İLAVE İMAR PLANI YAPILAMAZ

DANIŞTAY 6. Daire
ESAS: 2010/1756
KARAR: 2014/1355

Özeti : Mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı hakkında.

İstemin Özeti : …İli, …İlçesi, …Köyü, … ada … sayılı parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave imar planının kabulüne ilişkin 09.01.2009 tarihli, 52 sayılı il genel meclisi kararının iptali istemiyle açılan davada; dava konusu işlemin iptali yolunda …3. İdare Mahkemesince verilen 30/09/2009 tarihli, E:2009/147, K:2009/1019 sayılı kararın, usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi : …

Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava, …ili, …İlçesi, …Köyü, … ada … sayılı parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave imar planının kabulüne ilişkin 09.01.2009 tarihli, 52 sayılı il genel meclisi kararının; yapılan planla çıkmaz yol ve çıkmaz yola cepheli parseller oluşturulduğu, bu durumun mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılmış, mahkemece; … ada … nolu parsele yönelik olarak hazırlanan ilave imar planı dava konusu il genel meclisi kararıyla kabul edilmiş olsa da, dava konusu alanın daha önce mevzi imar planı bulunan bölgeye bitişik olduğu, bu haliyle mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı, bu nedenle söz konusu parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planının kabulüne ilişkin dava konusu işlemde planlama ilke ve esasları ile imar mevzuatına uyarlık bulunmadığı belirtilerek iptal kararı verilmiş, bu karar davalı idare vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5.maddesinde; nazım imar planları, varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan planlar, uygulama imar planları ise; tasdikli halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren planlar olarak tanımlanmış olup, 6.maddesinde; planların, kapsadıkları alan ve amaçları açısından; “bölge planları” ve “imar planları”, imar planlarının ise, “nazım imar planları” ve “uygulama imar planları” olarak hazırlanacağı kurala bağlanmıştır.

Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmeliğin 3.maddesinin 4.bendinde; ilave imar planı: yürürlükte bulunan planın ihtiyaca cevap vermediği durumlarda, mevcut plana bitişik ve mevcut planın genel arazi kullanım kararları ile süreklilik, bütünlük ve uyum sağlayacak biçimde hazırlanan plan olarak, 5.bendinde ise mevzii imar planı; mevcut planların yerleşmiş nüfusa yetersiz kalması veya yeni yerleşim alanlarının kullanıma açılması gereğinin ve sınırlarının ilgili idarece belirlenmesi halinde, bu Yönetmeliğin plan yapım kurallarına uyulmak üzere yapımı mümkün olan, yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışında, planla bütünleşmeyen konumdaki, sosyal ve teknik altyapı ihtiyaçlarını kendi bünyesinde sağlayan, raporuyla bir bütün olan imar planı olarak tanımlanmıştır.

Yukarıda yer verilen ilave ve mevzii imar planı tanımlarının irdelenmesinden; ilave imar planı tanımında yer verilen yürürlükteki plan kavramından, 1/5000 ölçekli nazım imar planları ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının anlaşılması gerektiği, 1/5000 ölçekli nazım imar planlarının; arazi parçalarının genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları gösteren ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen bütüncül planlar olduğu, 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının ise; 1/5000 ölçekli nazım imar planları doğrultusunda hazırlanan, üst ölçekli bu planla hiyerarşik bağı bulunan ve bütünlük arz eden planlar olduğu açıktır.

Öte yandan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelikte de; ilave imar planlarının, mevcut planın genel arazi kullanım kararları ile süreklilik, bütünlük ve uyum sağlayacak biçimde hazırlanan planlar olduğu düzenlenmiş, mevzii imar planlarının ise, mevcut planların yerleşmiş nüfusa yetersiz kalması veya yeni yerleşim alanlarının kullanıma açılması gereğinin ortaya çıkması halinde yapılması mümkün olan, yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışında, planla bütünleşmeyen konumdaki planlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda mevzii imar planlarının ancak istisnai durumlarda yapılabileceği anlaşılmış olup, mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı değerlendirilmektedir.

Kaldı ki, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik, kanun sistematiği açısından incelendiğinde de; yönetmeliğin 3. maddesinin birinci fıkrasında nazım imar planının, 2. fıkrasında uygulama imar planının, 3.fıkrasında revizyon planın, 4.fıkrasında ise ilave imar planın düzenlendiği, mevzii imar planının ise ilave imar planından sonra 5. fıkrada düzenlendiği dolayısıyla ilave imar planı tanımında yer verilen mevcut plan kavramının mevzii imar planlarını kapsamadığı açıktır.

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür.

…3. İdare Mahkemesince verilen 30/09/2009 tarihli, E:2009/147, K:2009/1019 sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 25/02/2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, …ili, …İlçesi, …Köyü, … ada … nolu parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave imar planının kabulüne ilişkin 9.1.2009 tarih ve 52 sayılı il genel meclisi kararının; yapılan planla çıkmaz yol ve çıkmaz yola cepheli parseller oluşturulduğu bu durumun mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılmış, mahkemece; … ada … nolu parsele yönelik olarak hazırlanan ilave imar planının dava konusu il genel meclisi kararıyla kabul edilmiş olsa da, dava konusu alanın daha önce mevzi imar planı bulunan bölgeye bitişik olduğu, bu haliyle mevzii imar planlarının genişletilmesi sonucunu doğuracak ve bu planla bütünleşecek şekilde, mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı, bu nedenle söz konusu parselin bulunduğu alanda yapılan 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planının kabulüne ilişkin dava konusu işlemde planlama ilke ve esasları ile imar mevzuatına uyarlık bulunmadığı belirtilerek iptal kararı verilmiştir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5.maddesinde; nazım imar planları, varsa bölge veya çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla beraber bütün olan planlar, uygulama imar planları ise; tasdikli halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren planlar olarak tanımlanmış olup, 6.maddesinde; planların, kapsadıkları alan ve amaçları açısından; “bölge planları” ve “imar planları” ,imar planlarının ise, “nazım imar planları” ve “uygulama imar planları” olarak hazırlanacağı kurala bağlanmıştır.

Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmeliğin 3.maddesinin 4.bendinde; ilave plan: yürürlükte bulunan planın ihtiyaca cevap vermediği durumlarda, mevcut plana bitişik ve mevcut planın genel arazi kullanım kararları ile süreklilik, bütünlük ve uyum sağlayacak biçimde hazırlanan plan olarak, 5.bendinde ise mevzii imar planı; Mevcut planların yerleşmiş nüfusa yetersiz kalması veya yeni yerleşim alanlarının kullanıma açılması gereğinin ve sınırlarının ilgili idarece belirlenmesi halinde, bu Yönetmeliğin plan yapım kurallarına uyulmak üzere yapımı mümkün olan, yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışında, planla bütünleşmeyen konumdaki, sosyal ve teknik altyapı ihtiyaçlarını kendi bünyesinde sağlayan, raporuyla bir bütün olan imar planı olarak tanımlanmıştır.

Her ne kadar, yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri uyarınca mevzii imar planlarının ancak mevcut planların yerleşmiş nüfusa yetersiz kalması veya yeni yerleşim alanlarının kullanıma açılması gereğinin ortaya çıkması halinde yapılabileceği, dolayısıyla istisnai bir plan olduğu ve söz konusu mahkeme kararında mevzii imar planına bitişik, mevzii imar planı oluşturulmasına yönelik ilave imar planı yapılamayacağı belirtilmiş ise de, sadece yukarıda yer alan ilave ve mevzii imar planlarının tanımları göz önünde bulundurularak mevzii imar planına bitişik ilave imar planı yapılamayacağı sonucuna varmanın mümkün olmadığı, planlanan alanda mevzii imar planı ve ilave imar planı yapılmasına yönelik koşulların oluşup oluşmadığı hususunun açıklığa kavuşturularak bir karar verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

Bu durumda öncelikle alanda ilave imar planı yapılması koşulunun bulunup bulunmadığı, eğer var ise, planın şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun olup olmadığı hususunun ortaya konulması amacıyla mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle yeniden bir karar verilmesi gerektiğinden işlemin iptali yönündeki mahkeme kararının onanmasına yönelik çoğunluk kararına katılmıyoruz.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 15, 2015 11:25 pm


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • İDARENİN TAKDİR HAKKINI KISITLAYICI NİTELİKTE YARGI KARARI VERİLEMEYECEĞİ

DANIŞTAY 8. Daire
ESAS: 2010/4154
KARAR: 2014/1039

Özeti : İktisadi Devlet Teşekkülünün mülkiyetindeki taşınmazlarda 3215 sayılı Maden Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca irtifak hakkı tesis edilemeyeceği; iktisadi devlet teşekkülünü irtifak hakkı tesisi için muvafakat vermeye zorlayacak nitelikte yargı kararı verilemeyeceği hakkında.

İstemin Özeti : Ankara 1. İdare Mahkemesinin 25/11/2009 gün ve E:2008/1733, K:2009/1737 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : …

Düşüncesi : İktisadi Devlet Teşekkülü olan Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetindeki taşınmaz üzerinde Maden Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca irtifak hakkı kurulamayacağından, davacının talebinin reddine dair işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ve aksi yönde verilen mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava, …İli, …İlçesi’nde davacının maden arama ruhsat sahası içerisinde bulunan ve mülkiyeti Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne ait taşınmazın bir kısmında madencilik faaliyeti yapabilmek için irtifak hakkı tesis edilmesine izin verilmesi isteminin reddine ilişkin 27.11.2008 gün ve 10414 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, 3213 sayılı Yasa’nın 46. maddesi uyarınca uyuşmazlık konusu sahada irtifak hakkı tesisine yönelik olarak kamu yararı kararının alınmış olması, yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan raporda, anılan sahada yapılacak madencilik faaliyetinin tarım ve hayvancılık faaliyetine olumsuz etkisinin olmayacağının saptanmış olması karşısında, davacının yaptığı başvurunun, davalı idarece 3213 sayılı Maden Kanunu ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda belirtilen ve irtifak hakkı tesisi için öngörülen diğer esas ve usuller kapsamında değerlendirilerek varılacak sonuca göre bir işlem tesis edilmesi gerekirken, irtifak hakkı tesisi talep edilen sahanın salt tarımsal faaliyet dışında başka bir amaçla kullanılmayacağı gerekçesiyle reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

3213 sayılı Maden Kanunu’nun 46. maddesinin birinci fıkrasında, "Maden arama dönemi içerisinde arama sahası özel mülkiyete konu gayrimenkul üzerinde kullanma amacına münhasır olmak üzere belli süreler için madenci, Bakanlığa müracaat ile irtifak ve/veya intifa hakkı tesisi isteyebilir." hükmüne yer verilmiştir.

233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinde, İktisadi devlet teşekkülü "Teşekkül"; sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsü olarak tanımlanmış, aynı Kanun Hükmünde Kararname’nin "Devlet malı sayılma" başlıklı 57. maddesinde, teşebbüslerin, müesseselerin, işletmelerin ve bağlı ortaklıkların malları ve her çeşit mevcutları aleyhine işlenen suçların, Devlet malı aleyhine işlenmiş sayılacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne ait …İlinin …İlçesinde bulunan 8382 hektarlık alanın, 1306 hektarlık kısmının davacı şirketin AR.88967 nolu maden arama ruhsat sahasına isabet ettiği, davacı tarafından davalı idareye başvurularak sözkonusu alanda maden arama çalışması yapmak üzere izin verilmesinin istenildiği, Maden Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca ruhsat sahalarında irtifak/intifa hakkı tesisi için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na başvuruda bulunulması gerektiğinin bildirildiği, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na yapılan başvuru üzerine ise söz konusu alanda arama ve sondaj faaliyetlerinin yapılması için irtifak hakkı tesisinin gerekli olduğu belirtilerek Maden Kanunu’nun 46. maddesi gereği kamu yararı kararı verilmesi ve irtifak hakkı tesisi için gerekli işlemlerin Ankara Valiliği tarafından yürütülmesine karar verildiği, Ankara Valiliği İl İdare Kurulu tarafından anılan sahanın irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle kamulaştırılmasında kamu yararı olduğuna karar verilerek sözkonusu saha için irtifak hakkı tesis edilmesi işlemlerinin yapılması için işlem dosyasının …Kaymakamlığı’na gönderildiği, …Kaymakamlığı tarafından da gerekli işlemler yapılarak irtifak hakkı tesisi ilgili işlem dosyasının davalı idareye gönderildiği, davalı idare tarafından ise Yüksek Planlama Kurulu’nun 24.12.1999 tarih ve 99/T-46 sayılı kararı ile söz konusu taşınmazların tamamında iştirak kurulmasına karar verildiği ve bu suretle işletmenin tamamında tarımsal faaliyetlerin yürütülmesinin amaçlanarak kuruluş amacı dışında bir faaliyetin yapılmasına imkan bulunmadığı belirtilerek irtifak hakkı tesisi talebinin uygun bulunmadığının bildirilmesi üzerine, tüm bu süreçlerden haricen bilgi sahibi olan davacı tarafından, taşınmazın ziraat yapmaya müsait olmayan dağlık taşlık kısımları için irtifak hakkı tesisi kararının yeniden değerlendirilmesi istemiyle yapılan başvurunun dava konusu işlemle reddedildiği anlaşılmaktadır.

Maden Kanunu’nun 46. maddesinde belirtilen irtifak hakkı tesisine ilişkin düzenlemenin özel mülkiyete konu taşınmazlara yönelik olduğu, bu düzenlemeye dayalı olarak kamu idarelerine ait taşınmazlar üzerinde irtifak hakkı tesis edilemeyeceği açıktır.

Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye tabi, sermayesinin tamamı devlete ait bir iktisadi devlet teşekkülü olup, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ilgili kuruluşudur.

Davacının maden arama ruhsat sahasına isabet eden ve irtifak hakkı tesis edilmesini talep ettiği taşınmazın da Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne ait olduğu ve bu taşınmazın 25.08.2008 tarih ve 2008/T-9 sayılı Yüksek Planlama Kurulu kararı ile iştirakine karar verilen … Tarım Hayvancılık İşletmesi Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye kiralandığı ancak mülkiyetinin devrinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, iktisadi devlet teşekkülü olan Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetindeki taşınmaz üzerinde Maden Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca irtifak hakkı kurulamayacağından, davacının talebinin reddine dair işlemde hukuka aykırılık bulunmamakta olup, davacı tarafından yapılacak yeni bir başvuru üzerine, davalı idareyi davacı lehine irtifak hakkı tesisine muvafakat vermeye zorlayacak şekilde verilen mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin temyize konu kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 18/02/2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 15, 2015 11:29 pm


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • ÜNİVERSİTEDE BÖLÜM BAŞKANI İLE DEKANIN AYNI KİŞİ OLAMAYACAĞI

DANIŞTAY 8. Daire
ESAS: 2011/5722
KARAR: 2014/831

İstemin Özeti : Malatya İdare Mahkemesinin 08/04/2011 gün ve E:2010/1575, K:2011/947 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : …

Düşüncesi : Davacı Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümünde bir tane aylıklı profesör bulunduğu gerekçesiyle görevinden alınmış ise de, bu profesörün dekan olması ve davacının görevden alınması üzerine bölüm başkanlığının da dekan tarafından yürütülmesi karşısında, bölümde aylıklı profesörün görev yaptığı gerekçesiyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava, …Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapan davacının yürütmekte olduğu Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevinden alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; 2547 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde, bölüm başkanlığı görevine atamada öncelikle bölümdeki aylıklı profesörlerin, bulunmadığı takdirde doçentlerin, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentlerin atanabileceğinin belirtildiği, Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevini 02/07/2009 tarihinden itibaren yürüten ve Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapan davacının, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte aynı bölümde görevli aylıklı profesör öğretim üyesinin görev yapması nedeniyle bu görevden alınmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun "Bölüm" başlıklı 21. maddesinde; "Bir fakülte ya da yüksekokulda, aynı veya benzer nitelikte eğitim-öğretim yapan birden fazla bölüm bulunamaz. Bölüm, bölüm başkanı tarafından yönetilir. Bölüm başkanı; bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentler arasından fakültelerde dekanca, fakülteye bağlı yüksekokullarda müdürün önerisi üzerine dekanca, rektörlüğe bağlı yüksekokullarda müdürün önerisi üzerine rektörce üç yıl için atanır. Süresi biten başkan tekrar atanabilir. Bölüm başkanı, görevi başında bulunamayacağı süreler için öğretim üyelerinden birini vekil olarak bırakır. Herhangi bir nedenle altı aydan fazla ayrılmalarda, kalan süreyi tamamlamak üzere aynı yöntemle yeni bir bölüm başkanı atanır. Bölüm başkanı, bölümün her düzeyde eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölüme ait her türlü faaliyetin düzenli ve verimli bir şekilde yürütülmesinden sorumludur." hükmü yer almaktadır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu temel alınarak çıkarılan Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği’nin "Bölümler" başlığı altında yer alan 13. maddesinde, bölüm; fakülte ve yüksekokulların amaç kapsam ve nitelik yönünden bir bütün oluşturan ve lisans düzeyini de içeren en az bir eğitim-öğretim, bilim ve sanat dallarında araştırma ve uygulama yapan birim olarak tanımlanmış; 14. maddesinin birinci fıkrasında, birden fazla anabilim dalı bulunan bölümlerde bölüm başkanı, o bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentleri arasından o bölümü oluşturan anabilim veya anasanat dalı başkanlarının 15 gün içinde verecekleri yazılı görüşlerini dikkate alarak bir hafta içinde fakültelerde dekanca atanacağı ve son fıkrasında da, bölüm başkanının, bölümün her düzeydeki eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölümle ilgili her türlü faaliyetin düzenli ve verimli olarak yürütülmesinden, kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamaktan sorumlu olduğu; fakülte veya yüksekokul kuruluna katılacağı, bölümü temsil edeceği, bölümde görevli öğretim elemanlarının görevlerini yapmalarını izleyeceği ve denetleyeceği, her öğretim yılı sonunda bölümün geçmiş yıldaki eğitim-öğretim ve araştırma faaliyeti ile gelecek yıldaki çalışma planını açıklayan raporu, bağlı bulunduğu rektör, dekan veya yüksekokul müdürüne sunacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Yrd. Doç. Dr. olarak ….Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmakta iken Eczacılık Fakültesi Dekanlığının 02/07/2009 tarih ve 410 sayılı işlemiyle 2547 sayılı Yasa’nın 21. maddesi uyarınca Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığına atandığı; bu görevi yaklaşık bir yıl yürüttüğü, Eczacılık Fakültesi Dekanlığının dava konusu edilen işlemiyle davacının bölüm başkanlığı görevinden alınması üzerine bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı, davacının bu görevden alınmasının ardından aynı bölümde görevli ve dekan olan Prof. Dr. …’ın bu görevi yürüttüğü anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi kararında ve yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinde de belirtildiği üzere, bölüm başkanı; bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentler arasından atanmaktadır.

Ancak, yine yukarıda aktarılan görev ve sorumluluklarını düzenleyen mevzuat hükümleri ile 2547 sayılı Kanun’un dekanı düzenleyen 16. maddesinde belirtilen dekanın görevleri göz önünde bulundurulduğunda, bölüm başkanının bölümün her düzeydeki eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölümle ilgili her türlü faaliyetin düzenli ve verimli olarak yürütülmesinden dekana karşı sorumlu olması, dekanın ise fakültenin ve bağlı birimlerinin öğretim kapasitesinin rasyonel bir şekilde kullanılmasından ve geliştirilmesinden rektöre karşı birinci derecede sorumlu olması, ayrıca bölüm başkanlığı görevinin bizzat dekanlık tarafından yerine getirilebileceğine ya da dekanın uhdesine alınabileceğine ilişkin bir hükme yer verilmemesi karşısında, bölüm başkanı ve dekan sıfatlarının aynı kişide birleşmesinin, bölümün işleyişini ve hiyerarşik yapısını bozacağı kuşkusuzdur.

Bu itibarla, davacı Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümünde bir tane aylıklı profesör bulunduğu gerekçesiyle görevinden alınmış ise de, bu profesörün dekan olması ve davacının görevden alınması üzerine bölüm başkanlığının da dekan tarafından yürütülmesi karşısında, bölümde aylıklı profesörün görev yaptığı gerekçesiyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; …İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 11/02/2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.

İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği oyu ile aksi yöndeki karara katılmıyorum.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 15, 2015 11:31 pm


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • REKLAMLARA AYRILAN SÜRENİN İHLALİ NEDENİYLE YAYIN DURDURMA YAPTIRIMI

DANIŞTAY 13. Daire
ESAS: 2012/3802
KARAR: 2014/512

İstemin Özeti : Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2012 tarih ve E:2011/260, K:2012/996 sayılı kararının; uyuşmazlıkta tekerrür şartlarının gerçekleştiği, tekerrür hükümleri uygulanarak yayın durdurma yaptırımının uygulanabilmesi için yayın ilkesinin ikinci kez ihlalinin aynı programda gerçekleşmesinin gerekmediği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava; davacı şirkete ait "… TV" logosuyla yayın yapan televizyon kanalının 11.09.2010 tarihinde saat 19:00-00:00 arasında yayımladığı reklamlarla, 3984 sayılı Kanun’un 19. maddesinin 3. fıkrasının tekraren ihlal edildiğinden bahisle yayının bir kez durdurulmasına ilişkin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 12.01.2011 tarih ve 15 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; uyuşmazlığa konu reklamların incelenmesi sonucunda, mevzuatta öngörülen bir saatlik % 20 oranının karşılığı olan 12 dakikanın 21:00-22:00 saatleri arasında % 23 olarak aşıldığı, 23:00-00:00 saatleri arasında ise 23 dakika 11 saniye süre ve % 38 oranıyla reklam yayımlandığının tespiti üzerine 3984 sayılı Kanun’un 19/3. maddesinde yer alan, bir saatlik yayın içerisinde spot reklamlara ayrılan sürenin % 20’yi aşamayacağı şeklindeki kuralın tekraren ihlal edildiğinden bahisle dava konusu işlemle davacı şirket hakkında yayın durdurma yaptırımının uygulanması üzerine bakılan davanın açıldığı; davacı şirketin daha önce 16.02.2010 tarihinde saat 13:50’de yayınladığı "Deryalı Günler" isimli programda reklam kuşaklarının yayın oranının bir saatlik yayın dilimi içerisinde % 20’yi (12 dakika) aşmaması gerekirken 13:50 – 14:50 arasındaki bir saatlik yayın sürecinde toplam 18 dakika 15 saniye reklam verildiği, dolayısıyla 3984 sayılı Kanun’un 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğinden bahisle Üst Kurul’un 13.04.2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararı ile uyarı cezası ile cezalandırıldığı, bu işlemin iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2010/874 esasına kayden açılan davanın anılan Mahkeme’nin 28.12.2010 tarih ve E:2010/874, K:2010/1992 sayılı kararıyla reddedildiğinin görüldüğü, yukarıda aktarılan yönetmelik kuralı uyarınca, tekerrür hükümlerinin uygulanarak yayın durdurma yaptırımının uygulanabilmesi için aynı programda aynı yayın ilkesinin ikinci kez ihlalinin arandığı, aksi düşünce tarzıyla tekraren ihlal hâlinde hangi program yayınının durdurulacağı hususunda tereddüt yaşanabileceği, davaya konu reklam yayınlarının "Survivor" adlı programda gerçekleşmesine karşın tekerrüre esas alınan reklam yayınlarının "Deryalı Günler" adlı programda yayınladığı göz önüne alındığında, programların farklı olması nedeniyle aynı programda aynı yayın ilkesinin ikinci kez ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceğinden tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen davaya konu yayın durdurma işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.

İşlem tarihinde yürürlükte bulunan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un değişik 33. maddesinin 1. fıkrasında; "Üst Kurul, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın ilkelerine ve bu Kanun’da belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilenmesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde ihlâle konu olan programın yayını, bir ilâ oniki kez arasında durdurulur. Bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir program yapamaz. Yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurul’ca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Tük dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır." kuralına yer verilmiştir.

Dava dosyası ve eki CD’nin incelenmesinden; davacı şirkete ait "… TV" logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 11.09.2010 tarihinde saat 19:00-00:00 arasında yayımlanan reklamlarla, mevzuatta öngörülen bir saatlik % 20 oranının karşılığı olan 12 dakikanın 21:00-22:00 saatleri arasında % 23 olarak aşıldığı, 23:00-00:00 saatleri arasında ise 23 dakika 11 saniye süre ve % 38 oranıyla reklam yayınlandığının tespiti üzerine, bir saatlik yayın içerisinde spot reklamlara ayrılan sürenin % 20’yi aşamayacağı şeklindeki kuralın tekraren ihlal edildiğinden bahisle dava konusu işlemle davacı şirket hakkında yayın durdurma yaptırımının uygulandığı; dava konusu işlemde tekerrüre esas alınan Üst Kurul’un 13.04.2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2010/874 esasına kayden açılan davada, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 28.12.2010 tarih ve E:2010/874, K:2010/1992 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, anılan Mahkeme kararının da Dairemizin 15.11.2012 tarih ve E:2011/2414, K:2012/3097 sayılı kararıyla onandığı anlaşılmaktadır.

3984 sayılı Kanun’un 33. maddesindeki düzenlemeye göre, tekerrürün aynı yayın kuşağı içinde veya aynı programda oluşması zorunluluğu bulunmadığından aynı yayın ilkesinin yayıncı kuruluş tarafından tekraren ihlali halinde tekerrürün oluştuğunun kabulü gerekir.

Bu itibarla; davacı yayın kuruluşuna ait televizyon kanalında aynı yayın ilkesi ihlalinin gerçekleştiğinin sabit olması nedeniyle tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından, dava konusu işlemin iptaline ilişkin temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2012 tarih ve E:2011/260, K:2012/996 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 20.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Cmt Mar 14, 2015 11:04 pm