Etiket arşivi: DAVALARINDA

İŞE İADE DAVALARINDA GRUP ŞİRKETLERİ BAKIMINDAN “30 İŞÇİ”KAVRAMI

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/16735
Karar No:2015/19338

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacı, iş sözleşmesinin geçersiz olarak feshedildiğini iddia ederek feshin geçersizliğinin tespitine, işe iadesine, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, şirkette çalışan sayısının 30’un altında olduğunu ayrıca davacının iddiasının yerinde olmadığını davacının uyarılara rağmen görevini gereği gibi yapmadığını bu sebeple açılan davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalı işyerinde çalışan sayısının 30 işçinin altında olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi için fesih bildiriminin yapıldığı tarihte işyerinde 30 ve daha fazla işçi çalıştırılması gerekir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan işçi sayısına göre belirlenir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/2 maddesine göre, İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır. İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür.
Yine aynı kanunun 18/4 maddesi uyarınca, işverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir. Keza 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 60/2 maddesi uyarınca bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin dahil olduğu iş kolundan sayılır.
Otuz işçi sayısının belirlenmesinde belirli-belirsiz süreli, tam- kısmi süreli, daimi-mevsimlik iş sözleşmesi ile çalışanlar arasında bir ayırım yapılamaz. Fesih bildirimin yapıldığı tarihte 30 işçi sayısının tespitinde göz önünde bulundurulacak işçinin iş sözleşmesinin devam etmekte olması yeterli olup, ayrıca fiilen çalışıyor olması gerekmemektedir. Ancak hastalık, iş kazası, gebelik yada normal izin ve benzeri nedenlerle ayrılan işçi yerine bu süre için ikame işçi temin edilmiş ise, 30 işçi sayısında ikame edilen işçi dikkate alınmayacaktır. Konumu itibarıyla güvence kapsamı içerisinde olmayan işveren vekillerinin ve yardımcılarının da işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde dikkate alınması gerekir.
Fesih bildirim tarihinden önce iş sözleşmesi feshedilen, bu nedenle feshin geçersizliği davası açıp, lehine feshin geçersizliğine karar verilen işçinin işverene işe başlatılması için başvurusu halinde, adı geçen işçinin de 30 işçi sayısında değerlendirilmesi gerekir. Böyle bir durumda feshin geçersizliğine ilişkin dava sonuçlanmamış ise, bekletici mesele yapılarak sonucu beklenmelidir.
İş Kanunu kapsamı dışında kalan ve işçi sıfatını taşımayan çırak, stajyer ve meslek öğrenimi gören öğrencilerle süreksiz işlerde çalışanlar, keza işyerinde ödünç(geçici) iş ilişkisi ile çalıştırılanlar ile alt işveren işçileri o işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde hesaba katılmazlar. Alt işverenin işçileri otuz işçi kıstasının belirlenmesinde dikkate alınmazlar; fakat, iş güvencesi hükümlerinden kaçmak amacıyla, işçilerin bir kısmının muvazaalı olarak taşeron işçisi olarak gösterilmesi halinde, bu işçilerin de işçi sayısına dahil edilmesi gerekir. Daha açık bir anlatımla, alt işverenlik ilişkisinin geçersiz sayılması gereken hallerde taraflarca alt işveren sayılan kişiye bağlı olarak çalışanlar otuz işçi sayısının tespitinde hesaba katılmalıdır. Alt işverenin işçileri ile geçici işçi sağlayan işverenle iş sözleşmeleri devam eden geçici işçiler, kendi işverenlerinin işyerlerinde sayının belirlenmesinde hesaba katılırlar. Ancak tarafların geçici iş ilişkisinde gönderen işveren olarak nitelendirdikleri; fakat aslında “bodro işvereni” olarak faaliyet gösteren ve yaptıkları iş, işverenlerine işçi temin etmekten ibaret olanlara kayıtlı bulunan işçiler de sayı ölçütünde gözönünde bulundurulmalıdır.
Özellikle gurup şirketlerinde ortaya çıkan bir çalışma biçimi olan birlikte istihdam şeklindeki çalışmada, işçilerin bir kısmı aynı anda birden fazla işverene ve birlikte hizmet vermektedirler. Daha çok yönetim organizasyonu kapsamında birbiriyle bağlantılı olan bu şirketler, aynı binalarda hizmet verebilmekte ve bir kısım işçiler iş görme edimini işverenlerin tamamına karşı yerine getirmektedir. Tüm şirketlerin idare müdürlüğünün aynı şahıs tarafından yapılması, şirketlerin birlikte kullandığı işyerinde verilen muhasebe, güvenlik, ulaşım, temizlik, kafeterya ve yemek hizmetlerinin yine tüm işverenlere karşı verilmiş olması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu gibi bir ilişkide, tüm şirketlere hizmet veren işçiler ile sadece davalı şirkete hizmet veren işçilerin 30 işçi kıstasında dikkate alınması gerekir. İşçi tüm şirketlere hizmet ediyor ise, o zaman tüm şirketlerdeki işçi sayısı dikkate alınmalıdır.
Diğer taraftan organik bağ ilişkisinde işveren sıfatı olan tüzel kişinin, işçinin iş sözleşmesinden veya iş kanunundan doğan haklarını kullanmasının engellenmesi için temsilde farklı kişiliklere yer vermesi sözkonusudur. Bu durumda tüzel kişinin bağımsızlığı sınırlanır ve organik bağ içinde olunan kişi ile özdeş kabul edilir.
Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme(haklarının alınmasını engelleme-iş güvencesi hükümlerinden yararlandırmama), tarafta muvazaa (hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil sözkonusudur. Bu durumların sözkonusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır. Organik bağ ise şirketlerin adresleri, faaliyet alanları, ortakları ve temsilcilerinin aynı olmasından, aralarındaki hukuki ilişkilerin tespitinden anlaşılır.
Dosya içeriğine göre somut uyuşmazlıkta mahkemece, davalı işyerinde çalıştırılan işçi sayısının 13 olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının … Grup şirketler grubuna bağlı organik bağı olan şirketlerden .. İleri Yapı … İzol. Mad. San. ve Tic. AŞ. Nezdinde çalıştığı ve … markalı her türlü yapı kimyasalları, .. markalı Isı Yalıtım Levhaları, … Manto markalı panel board malzemelerinin satış ve pazarlamasını yaptığı, bu malzemelerin ise … İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından üretildiği anlaşılmaktadır. Grup şirketleri hakkında bilgi içeren internet çıktısında davalı şirketin .. ve .. Yapı Proj. Ltd. Şti ile de bağlantısı açıklanmıştır. “Fabrikamızda yıllık 1.800 ton EPS ve 25,919 ton yapı kimyasalları üretimi yapasitesiyle çalışılmaktadır.” denilmiştir. Bu fabrikada her iki grup şirketi birlikte faaliyet göstermektedir. Davacı … Şirketinde üretilen yapı malzelerinin satış ve pazarlamasında çalıştığından bu firmanın cirosuna katkı sağlamaktadır. Bu nedenle davacının iş görme edimini her iki şirkete birlikte sunduğu ve birlikte istihdam olgusunun sağlandığı açıktır.
12/07/2013 tarihli fesih bildiriminde: “Görevinizin başlaması ile açılan Ege Bölge Müdürlüğü ile dönem başında yapılan bütçe satış hedeflerinin gerisinde olunması ve beklenen performans değerlerinin gerçekleşmemesi, firmaya bölge maliyetinin yüksek olması nedeniyle çalışmış olduğunuz Ege Bölge Müdürlüğü departmanı kapatılacağından işinize istemeyerek son verilecektir” şeklinde bildirim yapıldığı, tanık beyanlarında Ege Bölge Müdürlüğünün kapatılmadığının ifade edildiği, davalı tarafın cevap dilekçesinde davacının performans düşüklüğüne dayandığı, fesihten önce davacının savunmasının da alınmadığı anlaşıldığından feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi isabetsiz olmuştur.
4857 sayılı İş Yasasının 20/3.maddesi uyarınca mahkeme kararı bozularak ortadan kaldırılmış ve Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçe ile;
1-Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-Feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının İŞE İADESİNE,
3-Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak davacının 4 aylık brüt ücreti tutarında BELİRLENMESİNE,
4-Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin GEREKTİĞİNE,
5-Alınması gereken 27,70 TL harçtan peşin alınan 25,20 TL harcın tenzili ile bakiye 2,50 TL harç giderinin davalıdan tahsili ile Hazine’ye gelir kaydına,
6-Davacının yapmış olduğu 437,25 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
7-Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre 1.500,00 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8-Artan gider ve delil avansının ilgilisine iadesine,
9-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 14.10.2015 gününde oybirliğiyle KESİN olarak karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • TAZMİNAT DAVALARINDA TEMYİZ BAŞVURU VE TEMYİZ KARAR HARÇ MİKTARLARI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/629
KARAR: 2014/18

Taraflar arasındaki “Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17/06/2010 gün ve 2008/117 E., 2010/148 K. sayılı kararın incelenmesi bir kısım davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 08/02/2012 gün ve 2010/12959 E., 2012/1677 K. Sayılı ilamı bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tazminat istemine ilişkindir. İstemin kabulüne dair verilen kararın temyiz edilmesi üzerine yukarıda başlık kısmında işaret edilen özel daire kararı ile mahkeme hükmü bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Mahkemece istemin kabulüne dair kararı temyiz eden bir kısım davalılar vekilinin süresi içerisinde temyiz dilekçesini ibraz ettiği ve aynı tarih içerisinde hakim tarafından havalesi yapılarak temyiz defterine kayıt edildiği ve 24,30 TL maktu harç ile 119,00 TL temyiz başvuru harcı yatırıldığı anlaşılmaktadır.

Maktu harca tabi davaların reddine ve kabulüne dair kararlar ile nispi harca tabi davaların reddine dair kararların temyiz edilmesi halinde temyiz tarihindeki 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca kararı temyiz eden taraftan maktu temyiz karar harcı ve temyiz başvuru harcı alınması gereklidir.

Nispi harca tabi davaların kabulüne ilişkin kararların temyizi halinde ise, mahkemece hüküm altına alınan miktar üzerinden hesaplanacak nispi karar ve ilam harcının dörtte biri temyiz karar harcı ve temyiz başvuru harcı alınması gereklidir.

Temyiz isteyen davalı tarafın kendisinin ya da işleminin harçtan istisna ve muafiyetinin bulunmadığı belirgin olduğuna göre; temyiz isteminin incelenmesi için direnme kararında hüküm altına alınan nispi karar ve ilam harcının ¼ oranında nispi temyiz karar harcının tahsili gerekir.

25.01.1985 günlü 1984/5 Esas ve 1985/1 sayılı Y.İ.B. Kararı uyarınca temyiz harcının mahkeme kalemince hesaplanıp temyiz edenden istendiği halde süresinde ödenmediği belgelendirilmemiş olduğundan harca tabi olmasına rağmen harç alınmadan temyiz defterine kayıt edilen temyiz dilekçesi hakkında 1086 sayılı HUMK.nun 434. maddesi uyarınca işlem yapılmak dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : Yukarıda yazılı noksanlıkların tamamlanması için dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 15/01/2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Şub 25, 2015 11:29 am


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • TAPUDA YÜZÖLÇÜMÜ DÜZELTME DAVALARINDA GÖREVLİ MAHKEME…

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/16-1240
KARAR: 2014/530

Taraflar arasındaki “tapu düzeltimi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …Sulh Hukuk Mahkemesi’nce görevsizlik nedeniyle davanın reddine dair verilen 02.07.2012 gün ve 45-82 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 16.Hukuk Dairesi’nin 20.12.2012 gün ve 9069-11213 sayılı ilamı ile;

(…Köyü çalışma alanında bulunan tapuda F… ve müşterekleri adına kayıtlı bulunan 96 parsel sayılı 200.000,00 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz Kadastro Müdürlüğü kararı ile kadastro tespiti sırasında hesaplama hatası yapıldığı kabul edilerek 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi gereğince yüzölçümü 183.498,48 metrekare olarak düzeltilmiştir. Davacı F… ve arkadaşları, yasal süresi içinde yapılan düzeltme işleminin hatalı olduğu ve yapılan düzeltme işleminin iptali istemi ile dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın Kadastro Mahkemesinin görevinde olması nedeniyle 6100 sayılı HMK.nun 114/1-c ve 115/1-2 maddesi gereğince usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece, davanın 2859 sayılı Yasa kapsamında pafta yenileme işlemine itiraz davası olduğu ve bu tür davalarda itiraz merciinin Kadastro Mahkemesi olacağı kabul edilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de; mahkemenin kabulü dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Somut olayda 2859 sayılı yasaya göre düzenlenen yenileme tutanağı ya da 3402 sayılı Yasa’nın 22/a maddesi uyarınca düzenlenen uygulama kadastro tutanağı ve bu tutanağa karşı askı ilan süresi içinde açılan bir dava bulunmamaktadır. Dava, Kadastro Müdürlüğü tarafından 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi uyarınca yapılan yüzölçümü düzeltilmesi işlemine karşı süresi içinde ve bu işlemin iptali istemi ile açılmıştır. Anılan yasa maddesi uyarınca da bu davaya bakma görevi Sulh Hukuk Mahkemesine ait bulunmaktadır. Hal böyle olunca, Mahkemece 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi çerçevesinde işin esasına girilerek araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeler ile davanın usulden reddine karar verilmesi isabetsizdir…)

gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacılar

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tapu düzeltimi istemine ilişkindir.

Davacılar, Kadastro Müdürlüğü tarafından 19.03.2012 tarih ve 2113 sayılı yazıları ile Mardin Kadastro Müdürlüğü’nün 25.11.2011 tarih ve 162 sayılı kararı ile Mardin 29. kısım arazi tapulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmeti projesi kapsamında kalan Mardin İli Derik İlçesi’nde bulunan bazı taşınmazların sayılaştırma kontrolü sırasında tecviz sınırını aşan farklılık tespit edildiği bilgisinin tebliğ edildiğini, bu kapsamda, Mardin İli Derik İlçesi, Bolava Köyünde maliki oldukları 96 parsel nolu taşınmazın sınırlarında da tecviz sınırını aşan azalmanın meydana geldiğinin görüldüğünü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi uyarınca düzeltme yapıldığını ileri sürerek, taşınmazlarının yüzölçümünün 183 498,48 m2 olarak düzeltilen miktarının, 200 000.00 m2 olarak tashihine ve düzeltme işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.

Davalı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41.maddesi uyarınca düzeltme yapıldığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davalı idarece Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi kapsamında düzeltme yapıldığı belirtilmiş ise de davanın hukuki mahiyeti itibarıyla 2859 sayılı Yasa kapsamında pafta yenileme işlemine itiraz davası olup, anılan yasanın 5. maddesine göre ise bu tür davalarda itiraz merciinin Kadastro Mahkemesi olduğu, bu nedenle diğer hususlar incelenmeksizin davanın mahkemenin görevsiz olması nedeniyle görev yönünden usulen reddine karar verilmiştir.

Davacıların temyizi üzerine hüküm, Özel Daire tarafından yukarıya metni aynen alınan ilamla bozulmuştur. Yerel Mahkeme, önceki kararda direnmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davanın, 3402 s.y.nın 41.md.si uyarınca yapılan yüzölçümü düzeltme işleminin iptaline ilişkin bulunup bulunmadığı; buna göre davaya bakma görevinin Sulh Hukuk Mahkemesine mi Kadastro Mahkemesine mi ait olduğu noktasında toplanmaktadır.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davanın Kadastro Müdürlüğü tarafından 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi uyarınca yapılan yüzölçümü düzeltilmesi işlemine karşı süresi içinde ve bu işlemin iptali istemi ile açıldığı, anılan yasa maddesi uyarınca da bu davaya bakma görevi Sulh Hukuk Mahkemesine ait bulunduğu anlaşılmakla; Mahkemece 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 41. maddesi çerçevesinde işin esasına girilerek araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle sonucuna göre karar verilmesi gereğine değinen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden, direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesinin atfı dikkate alınarak HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.04.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 26 Ara 2014, 14:26


5.7.2012′den önceki icra takiplerine dayalı, menfi tespit davalarında tazminat % 40

YARGITAY 19. Hukuk Dairesi,. 28.02.2013 T.arihli

2012/16548 esas sayılı

2013/3783 karar sayılı
I- Davacı vekili, “davalının müvekkili aleyhine bonoya dayalı takip başlattığını, takibe konu bonodaki imzanın müvekkiline ait olmadığını, bononun sahte olduğunu, bonodaki imza müvekkiline ait çıksa bile bu imzanın müvekkilinin saflığından yararlanılarak hile ile elde edilmiş olduğunu” belirterek “müvekkilinin sahte bono nedeniyle davalıya borçlu olmadığının tespitine ve % 40 oranında tazminat ile % 10 tutarında para cezasına karar verilmesini” talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, “davacının icra hukuk mahkemesinde açtığı davada alınan bilirkişi raporunda bonodaki imzanın davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiğini, davacının iddialarını yazılı olarak ispat etmesi gerektiğini, menfi tespit davasının kısmen açılamayacağını” bildirerek “davanın reddini” istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, “takibe konu bonodaki imzanın davacının eli ürünü olduğu, taraflar arasındaki mevcut akdi ilişkiye dayalı iddialar yönünden, bu ilişkinin dava konusu senede teşmili yönünde aynı kuvvette bir delil bulunmadığı” gerekçeleriyle “davanın reddine ve tatbik edilen tedbir kararı nedeniyle davacının % 20 oranında tazminatla sorumluluğuna” karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davalı vekilinin temyizine gelince; İİK.nun 72/4. maddesindeki “yüzde kırkından” ibaresi, 02.07.2012 tarihinde ve 6352 sayılı Kanunun 11.maddesi ile “yüzde yirmisinden” şeklinde değiştirilmiştir. İİK.nun 67. maddesinde değişiklik yapan 6352 sayılı Kanunun 11. maddesi 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6352 sayılı Kanun’un 38.maddesi ile İİK.na eklenen geçici 10.maddeye göre, bu Kanunun ilgili hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten önce başlatılan takip işlemleri hakkında değişiklikten önceki hükümlerin uygulanmasına devam edilir. Geçici 10. maddedeki “takip işlemleri” ibaresini “takip talebi” olarak anlamak gerekir. Bu durumda 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 05.07.2012 tarihinden önce yapılmış olan icra takipleri üzerine açılan ve açılacak olan menfi tespit davalarında İİK.nun 72/4.maddesindeki tazminat asgari % 40 olarak uygulanacaktır. 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 05.07.2012 tarihinden sonra yapılan icra takipleri üzerine açılacak olan menfi tespit davalarında ise İİK.nun 72/4.maddesindeki tazminat asgari % 20 olarak uygulanacaktır. Somut olayda davalının başlattığı icra takibinin tarihi 25.11.2010 olup, 6352 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile İİK.ya eklenen geçici 10.maddesi uyarınca davacı aleyhine % 40 oranında tazminata hükmedilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu % 20 oranında tazminata hükmedilmesi anılan yasa hükmüne aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte belirtilen sebeplerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA…

YARGITAYHukuk Genel Kurulu ESAS NO : 2012/6-494 KARAR NO : 2012/712 TAHLİYE DAVALARINDA VEKALET ÜCRETİ MAKTU DEĞİL NİSPİDİR

T.C.YARGITAYHukuk Genel Kurulu

 

ESAS NO : 2012/6-494 KARAR NO : 2012/712 Y A R G I T A Y İ L A M I

 

Taraflar arasındaki “tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 5.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.01.2011 gün ve 2010/2364-59 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 12.07.2011 gün ve 2011/3367-7887 sayılı ilamı ile,(…Dava, yeni iktisap ve ihtiyaç nedeniyle kiralananın tahliyesine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından vekalet ücretine hasren temyiz edilmiştir.Tahliye davalarında Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 9. maddesine göre bir yıllık kira bedeli üzerinden tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanacak nisbi vekalet ücreti takdiri gerekirken yazılı şekilde eksik vekalet ücreti hükmedilmesi hatalı olmuştur.Hüküm bu nedenle bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Davacı Semra vekili özetle; “…müvekkilinin taşınmazı önceki malik ile kontratsız olarak kira ilişkisi olan davalı yana kiralandığını, 2010 yılı Mart, Nisan, Mayıs ayına ait ödenmeyen kira bedellerinin olduğunu, kira bedellerinin ödenmesi ve tahliye için Ankara 28. noterliğinin 27.05.2010 tarih ve 07361 sayılı ihtarname gönderdiklerini, ihtarnamenin tebliğinden sonra ödenmeyen kira bedellerinin ödendiğini ancak tahliye etmediklerini belirterek davalının anılan yerden tahliyesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı Ali vekili cevap dilekçesinde; “…6570 sayılı GKHK'nun 7. maddesinde belirtilen 6 aylık sürenin dolmadan açıldığını, müvekkilinin 1994 yılından bu yana kiracı olarak bulunduğunu, davacının ihtiyaç durumunun söz konusu olmadığını, tahliye nedeninin taşınmazın bulunduğu yerde bulunmak isteyen banka şubelerinin yüksek bedelle kira sözleşmesi yapmak istemelerinden kaynaklandığını ihtiyaç nedeninin samimi olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece “ihtarnamenin 27.05.2010 tarihinde tebliğ edilmiş olması halinde dahi 6570 Sayılı Kanunun 7/d maddesi uyarınca 6 ay sonra dava açılabileceği dava tarihi itibariyle henüz sürenin dolmadığı ve kira sözleşmesinin bitiminden 1 ay içinde de dava açılmamış olduğu, bu nedenle dava şartları oluşmadığından davanın reddine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri gereğince hesap edilen 550,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine ” karar verilmiştir.Davalı vekilinin temyiz istemi üzerine mahkeme kararı yukarıda başlık bölümünde belirtilen gerekçe ile bozulmuştur. Tahliye davası niteliğinde olan davada Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 9. Maddesi dikkate alınarak vekalet ücreti tayin edilmesinde hukuka ve usule aykırılık bulunmamaktadır. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’na ait 27.01.1993 gün ve 1992/6-684,18 sayılı kararda da kabul edilmiştir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440/III-2. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere , 17.10.2012 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

KARŞI OY

 

Uyuşmazlık; dava ön şart yokluğu nedeni ile reddedildiğine göre davalı lehine hükmedilecek vekalet ücretinin miktarı konusunda toplanmaktadır.Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 9. maddesi gereğince tahliye davalarında 1 yıllık kira bedeli üzerinden tarifenin üçüncü kısım gereğince hesaplanacak nispi vekalet ücretine hükmedilmelidir. Somut olayda, dava, 6570 sayılı Yasa'nın 7/d maddesi uyarınca satın almaya yönelik ön koşullar gerçekleşmeden açılmış olduğu gerekçesiyle dava reddedilmiş ve hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2. maddesi uyarınca ön koşullar gerçekleşmediğinden dolayı reddedildiği, buna göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmedilmesinin gerekli olduğu gerekçesiyle de vekalet ücreti buna göre hükmedilmiştir. Aynı tarifenin bozma ilamında dayanak gösterilen 9'ncu maddesi, davanın esasına ilişkin hüküm kurulması halinde uygulama alanı bulur. Davanın esasına girilmesini engelleyen bazı olguların gerçekleşmemesi halinde dava önkoşulu yokluğu gerekçesiyle davanın reddi kararı verilmeli ve tarifenin 7/2'nci maddesi gündeme gelmelidir. 6570 sayılı Kanun'un 7/a maddesinde öngörülen sürelerin de bu kapsamda dava ön koşulu olduğunun kabulü gerekir. Bu süreler, 6100 sayılı HMK'nun 114/2'nci maddesi kapsamında da dava şartı olup, bu sürelerin dava açma süresi olarak kabulü halinde de ön inceleme sırasında ancak tahkikata başlamadan önce hak düşürücü süreler HMK'nun 142'nci maddesi uyarınca incelenip karara bağlanması gerekeceğinden, esasa girilemeyecek, dava açma şartının gerçekleşmemesi ya da hak düşürücü sürenin geçirilmesi halinde davanın reddi kararının 01.10.2011 tarihinden sonra verilmesi durumunda Tarife'nin 7/2'nci maddesine göre vekalet ücretine hükmedilmesi gerekecektir. Görüldüğü üzere HMK öncesi ve sonrası dönem bu yönden paralel sonuçlar içermektedir. Açıklanan bu nedenlerle, yerel mahkemenin direnme kararının onanması görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma yönünde oluşan görüşüne katılamıyorum.

Yargıtay,Tapuda isim, kimlik bilgisi tashihi davalarında görevli mahkeme sulh hukuk

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, (2012/2846 E. -3570 K. 12.03.2012 tarihli) “Çekişmesiz yargı işi olan tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi davalarına, Sulh Hukuk Mahkemelerince bakılması gerektiğine dair” karar verdi.

YARGITAY 14. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2012/2846 KARAR NO: 2012/3570

MAHKEMESİ : ANTALYA 3. SULH HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 19/12/2011

NUMARASI : 2011/1739-2011/1622

DAVACILAR : ——-

DAVALI : ANTALYA TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜ

Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 07.12.2011 gününde verilen dilekçe ile tapu kaydında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; mahkemenin görevsizliğine dair verilen 19.12.2011 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacılar vekili, 17 sayılı parselde murisin tapuda — olarak yazılı isminin nüfus kaydına uygun olarak — olarak düzeltilmesini istemiştir.

Mahkemece, tensip ile birlikte HMK’nun 382. maddesinde gösterilen hasımsız işlerden olmadığı gerekçesi ile mahkemenin görevsizliğine, asliye hukuk mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Hükmü, davacılar vekili temyiz etmiştir.

Dava, tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkindir.

Bu tür davalarda Tapu Sicil Tüzüğünün 25. maddesinde belirtilen ve kütükte bulunması zorunlu olan kimlik bilgilerinden tapu malikinin adı ile soyadı, baba adındaki yanlışlıkların düzeltilmesi istenebilir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 382/1 maddesinde; “Çekişmesiz yargı, hukukun mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere uygulanmasıdır” hükmüne yer verilmiş; bu ölçütler ise ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan haller, ilgililerin ileri sürebileceği herhangi bir hakkın bulunmadığı haller ve hakimin re’sen harekete geçtiği haller olarak ifade edilmiştir.

Kanunda çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu önce genel çerçevesi belirlenerek, daha sonra da mümkün olduğunca sayılarak belirtilmiştir. Ancak bu sayma sınırlı olmadığından yasa maddesinde sayılmayan fakat çekişmesiz yargı ölçütlerini taşıyan diğer işlerin de çekişmesiz yargı işi olarak kabulü gerekir. Yani, 382. maddede sayılmamakla beraber çekişmesiz yargının ölçütlerinden birini veya birkaçını taşıyan bir iş de çekişmesiz yargı işi olarak değerlendirilmelidir.

Tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi davalarında, davacı taraf tapu kayıtlarındaki kimlik bilgilerinin nüfus kayıtlarına uygun hale getirilmesini talep etmekte olup bu tür davalarda hasım gösterilen Tapu Sicil Müdürlüğü ile aralarında bir uyuşmazlık yoktur. Tapu Sicil Müdürlüğü davada sadece yasal hasım olarak yer almaktadır. Gerçekte davada taraf değil, sadece ilgilidir. İlgililerin uzlaşması halinde çekişmenin ortadan kalktığından söz edilemez veya bu davalarda ilgili tarafın davayı kabulü sonuç doğurmaz. Taraflar arasında bu anlamda gerçek bir çekişmenin varlığı söz konusu değildir.

Davacıların yukarıda belirtildiği gibi davada tapu kayıtlarının malik hanesindeki kimlik bilgilerinin nüfus kayıtlarına uygun biçimde düzeltilmesi dışında ileri sürebilecekleri herhangi bir hakları da bulunmamaktadır.

Yine bu tür davalarda, kimlik bilgilerinde düzeltme yapılması istenen tapu maliki ile ilgili araştırmada mülkiyet nakline neden olunmaması için, taraf delilleri dışında gerekli görülen hususlarda re’sen araştırma yapılması gerekmektedir. Ayrıca, bu davaların sonucunda verilen kararlar kesin hüküm sayılmamaktadır. Kararın haksız veya hatalı görülmesi halinde ileri sürülen delillere göre yeniden düzeltme talebinde bulunulabilmesi, hükmün değiştirilebilmesi mümkündür. Bunların yanında, uygulamada davanın kabulüne karar verilmesi halinde dahi yargılama giderleri davacı üzerinde bırakılmakta, Tapu Sicil Müdürlüğü yargılama giderlerinden ve vekalet ücretinden sorumlu tutulmamaktadır.

Bütün bu değerlendirmelere göre; tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi davaları da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 382. maddesinde belirtilen çekişmesiz yargı işlerinden sayılmalıdır. Kaldı ki, 382. maddenin 2-ç/1 fıkrasında “Taşınmaz üzerinde taraf oluşturulmasına ve hak ihlaline sebebiyet vermeyecek düzeltmelerin yapılması” çekişmesiz yargı işi sayılmış olup, niteliği itibariyle tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi davalarından başka bu tarife uyacak bir dava türü de bulunmamaktadır.

Halen yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 383. maddesine göre de, çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh hukuk mahkemeleridir. Bu itibarla, çekişmesiz yargı işi olan tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi davalarına sulh hukuk mahkemelerince bakılması gerekir.

Anılan yasanın 114/1-c ve 115. maddeleri gereğince, görev dava şartlarından olup mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmalıdır. Bu tür davaların asliye hukuk mahkemesinde görülmesi mümkün olmadığından, mahkemece davanın esastan sonuçlandırılması gerekir. Bu sebeple sulh hukuk mahkemesince verilen görevsizlik kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, 12.03.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
kaynak:
www.hukukihaber.net

CEZA DAVALARINDA TAZMİNAT

T.C.

YARGITAY
Dokuzuncu Ceza Dairesi
E: 2006/1263
K: 2006/2205
T:12.04.2006
CEZA DAVALARINDA TAZMİNAT
ÖZET: Sanık hakkında ön ödeme nedeniyle kamu davası­nın ortadan kaldırılması karşısında,
ceza mahkemesince tazminata hükmedilemeyeceğinden, bu konuda ilgililerin hukuk
mahkemesinde dava açma haklarının saklı bulundu­ğu gözetilmeden tazminata hükmedümesi
kanuna aykırıdır.
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 119]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 459]
Dosya incelerek gereği düşünüldü:
Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine;
Sanık hakkında, ön ödeme nedeniyle kamu davasının ortadan kaldırılma­sına karar verilmiş olması karşısında, Yargıtay’ın yerleşik içtihatları da naza­ra alındığında ceza mahkemesince tazminata hükmedilemeyeceği, bu konu­da ilgililerin hukuk mahkemesinde dava açma haklarının saklı bulunduğu gö­zetilmeden yazılı şekilde tazminata hükmedilmesi,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş oldu­ğundan hükmün bu sebepten dolayı (BOZULMASINA), 12.04.2006 günün­de oybirliğiyle karar verildi.