Etiket arşivi: Değiştirilmesi

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E:2013/18-1755 K:2015/1039 *VELAYET VE BOŞANMA HAKKI ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKI VERMEZ

 

 

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2013/18-1755

Karar Numarası: 2015/1039

Karar Tarihi: 13.03.2015

 

 

 

Taraflar arasındaki 'soyadı değişikliği' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Batı 4. Asliye Hukuk ( Kapatılan Sincan 4. Asliye Hukuk ) Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.01.2013 gün ve 2012/216 E. 2013/12 K. sayılı kararın incelenmesi davalı temsilcisi tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 09.05.2013 gün ve 2013/5954 E. 2013/7893 K. sayılı ilamı ile;

 

( … Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının eski eşi A. G. ile olan evliliklerinden kızı F.M. G.'ın dünyaya geldiğini, daha sonra aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle boşandıklarını ve küçüğün velayetinin kendisine verildiğini, boşanmadan dolayı annenin soyadı ile kızı F.M.'in soyadlarının farklı hale geldiğini bu durumun çocuğu okulda rahatsız ettiğini ve psikolojik olarak rahatsızlık duyduğunu ileri sürerek F.M. G.'ın soyadının annesinin soyadı olan İ. şeklinde değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

 

Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; davacı ile dava dışı A. G.'ın evliliklerinden 09.08.2003 tarihinde soyadının değiştirilmesi istenen F.M. G.'ın dünyaya geldiği, davacı Z.S. ile A.'ün Bağcılar Aile Mahkemesinin 25.07.2007 gün ve 2005/1488-2007/658 sayılı kararı ile boşandıkları, mahkemece dava dışı baba ile çocuk F.M. G. arasında şahsi ilişki tesisine karar verildiği, F.M.'in velayetinin davacı anne Z.S.'e bırakıldığı anlaşılmaktadır.

 

2525 sayılı Soyadı Kanununun 4. maddesinin ikinci fıkrasının 'evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır' şeklindeki birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden sonra bilhassa boşanmalar sebebiyle somut olayda olduğu gibi zaruri nedenlerle velayetin anneye bırakılması hallerinde velayet hakkına sahip annelerin çocuklarına kendi soyadlarını vermek için bir çaba içine girip bu tür soyadı değişikliği davalarını açtıkları görülmektedir.

 

2525 sayılı Kanunun 4.maddesindeki düzenlemenin, Yasanın genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanununun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istisnai durumlarda uygulanabilmesinin söz konusu olduğu Anayasa Mahkemesince de kabul edilmektedir. Yüksek Mahkeme sözü edilen maddeyi Türk Medeni Kanununun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Eski 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur.

 

Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir. Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir. Durumdan vazife çıkartarak ya da geçici elde edilmiş bazı hak ve imkanlardan yararlanarak kadın veya erkeğin kendi lehine bir üstünlük yarışına girmesine yasalar milli ve evrensel hukuk düzeni izin vermez. İptal kararına konu olan yasa maddesini Kanunun kabul edildiği 21.06.1934 tarihinin koşullarına göre misyonunu tamamlamış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içinde yukarıda kısmen değinilen hukuki gelişmeler karşısında iptalinden başka bir çare de kalmamıştır. Bununla birlikte 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup 'çocuk, ana ve baba evli ise ailenin' soyadını taşıyacağı hükmünün anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir.Buradaki 'aile' deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir ( Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı ). Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki 'evli değilse ananın' ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce anne ve babanın sonradan evlenmesi ( Türk Medeni Kanununun 292. maddesi ) ile yine, aynı Kanunun 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi.

 

O halde bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir. Velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani on sekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır. Yargı mercileri bu durumu gözeterek anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir.

Somut olaya gelince; soyadının değiştirilmesi istenen F.M. G.'ın doğum günü olan 09.08.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanununun 321. maddesine göre ailenin diğer bir deyimle babanın soyadını almıştır. Böylece bu çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme konusu yasal olarak kapanmıştır. Bu çocuğun anne ve babasının sonradan 19.01.2009 tarihinde boşanmış olması sadece boşanma ve velayet hakkı nedeniyle anneye böyle bir dava açma hakkı bahşetmez. Boşanma ilamı uyarınca babasının çocukla kişisel ilişki tesis etme hakkı bulunması ve bu nedenle anne ve babanın ister istemez karşılaşması dikkate alındığında davacının dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki bir dayanağı bulunmadığı gibi soyadı değişikliğinin çocuğun evlilik içinde doğmakla kazandığı meşru statüye ve onun menfaatlerine zarar vereceği gerçeği karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru görülmemiştir… ),

 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

KARAR : Dava eşinden boşanan kadının, evlilik birliği içerisinde doğan ve velayeti kendisine ait olan küçük çocuğunun boşandığı kocasının değil kendisinin soyadını kullanmasına izin verilmesi, olmadığı taktirde iki soyadını birlikte kullanmasına izin verilmesi ve bu hususta nüfus kayıtlarının düzeltilmesi isteğine ilişkindir.

 

Davacı vekili, müvekkili Z.S. İ. ile dava dışı eski eşi A. G.'ın boşandıklarını, müşterek çocukları F.M. G.'ın velayetinin annesi davacı Z.S. İ.'a verildiğini, ortak çocuk F.M.'in anne babasının çok küçükken ayrılmış olması ve babasının İzmir'de, çocuğun da annesi ile birlikte Ankara'da yaşaması ve çok seyrek olarak babası ile görüşebilmesi gibi sebeplerle babası ile yakın bir ilişki kuramadığını, halen ilköğretim öğrencisi olan F.M.'in annesinin soyadının İ., kendisinin soyadının ise babasının soyadı olan G. olmasını okulda büyük sorun haline getirdiğini, anne babasının boşanmış olduğunu arkadaşlarına açıklamak zorunda kalmasının çocuğu psikolojik olarak yıktığını, F.M.'in, okulda ve arkadaş çevresinde soyadının İ. olduğunu söylediğini, G. soyadını kullanmaktan imtina ettiğini, bu sebeplerle müvekkilinin soyadının İ. olarak değiştirilmesine, bu talebin kabul görmemesi halinde soyadının G. İ. olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı Nüfus Müdürlüğü temsilcisi; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. madde hükmüne göre nesebi düzgün olan çocuğun babanın soyadını taşıyacağını, somut uyuşmazlıkta soyadı değişikliğine kanunen engel bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

Mahkemece ' … 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin 2. fıkrasında 'evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır' biçimindeki 1. cümlesinin iptaline ilişkin anılan Anayasa Mahkemesi kararında anlatıldığı üzere boşanan çocuğun özellikle velayeti annesine verilmesine rağmen, babasının soyadını taşımak durumunda kalmasının çocuk yönünden ayrımcılığa neden olduğu ve bu kapsamda eşitlik ilkesine aykırı bulunduğunun değerlendirilmiş olmasına, uluslararası hukuk belgelerinde kadın erkek eşitliğini düzenleyen hükümlere yer verilmiş olması ve bu kapsamda ülkemizce de imzalanarak kabul edilen uluslararası sözleşmeler ile Çocuk Hakları Sözleşmesi ve bu belirtilen sözleşmeler kapsamında, uluslararası sözleşmelerin ve özellikle Anayasanın 10 ve 41. maddesi, eşitlik ilkesi ve çocukların korunmasına ilişkin evrensel hükümleri nazara alındığında, mevcut hali itibari ile Anayasaya ve uluslararası sözleşmelere uygun bulunmayan TMK'nın 321, 335 ve 336 maddesi kapsamında çocuğun reşit oluncaya kadar babasının soy ismini taşımaya devam ettirilerek, reşit olduğunda dilediği soy ismi kullanma hakkı tanınarak, söz konusu talep yönünden vaki davaların kabul edilmemesi halinde anlatılan biçimde Anayasaya, eşitlik kurallarına ve cinsiyet ayrımcılığı ve diğer ayrımcılıkları önlemeye ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırı davranmış olunacağı ve tüm bu değerlendirmeler ışığında davacının talebinin hukuka, hakkaniyete, Anayasal kurallara ve Anayasa hükmü niteliği taşıyan uluslararası sözleşmelere uygun meşru bir talep olduğu değerlendirilerek, her ne kadar yürürlükte bulunsa da TMK'nın 316. maddesinin hukuka, Anayasaya ve uluslararası Sözleşmelere uygun bulunmaması nedeni ile yasa hükmüne itibar edilmeyerek davalı tarafın savunduğu gerekçeler ve Anayasa hükümlerinin yasadan önce uygulanacak olması nedeni ile bu konuda Türk Medeni Kanunu 321 maddesi kapsamında davanın reddi gerektiği yönündeki Yüksek Yargıtay İçtihatlarına da itibar edilmeyerek, davanın hukuka ve hakkaniyete uygun olduğu' gerekçesiyle davanın kabulüne, küçüğün annesinin soyadı olan İ. soyadını kullanmasına ve nüfus kayıtlarının bu şekilde değiştirilmesine dair verilen karar; davalı temsilcisinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

 

Direnme kararı davalı temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.

 

Uyuşmazlık eşinden boşanan kadının, evlilik birliği içerisinde doğan ve velayeti kendisine ait olan küçük çocuğunun; boşandığı kocasının değil kendisinin soyadını kullanmasına ya da her iki soyadını birlikte kullanmasına izin verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

 

2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasının 'evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadını alır' şeklindeki düzenlemenin, kanunun genel gerekçesinden de anlaşılacağı gibi Soyadı Kanunu'nun, ilk defa soyadı alınması ile ilgili olduğu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesindeki hüküm karşısında, bu kuralın günümüzde sadece bazı istisnai durumlarda uygulanabilir olduğunu belirten Anayasa Mahkemesi maddeyi Türk Medeni Kanunu'nun 335 ve 366. maddeleriyle Anayasanın 10. ve 41. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir.

 

Tüm bu maddeler, velayet hakkının kullanılmasında kadın ve erkeğin birbirlerine eşit oldukları ilkesini ön plana çıkarmaktadır. Mülga 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun eşitliğe aykırı hükümleri, bu yasanın yürürlükten kaldırılmasıyla son bulmuştur.

 

Eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesinin kararında da değinildiği gibi aynı konumda bulunan kadın ve erkeğin yasalar önünde eşit haklara sahip olmasını gerektirir.

 

Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında yalnızca cinsiyete dayalı farklı muamelenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul edilmektedir.

 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ( TMK )'nın konuya ilişkin ve 'Soyadı' başlıklı 321. maddesinde,

 

'Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin: evli değilse ananın soyadını taşır…' düzenlemesi yer almaktadır.

 

Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesinin gerekçesinde ise '… maddeye göre çocuk, ana ve baba birbirleriyle evli ise ailenin, birbirleriyle evli değilse yani çocuk yasal olmayan bir birleşme sonucunda dünyaya gelmişse ananın soyadını taşır. Baba ile çocuk arasında tanıma ve babalık hükmü ile soybağı kurulduğu halde dahi çocuk ananın soyadını alacaktır. …' denilmektedir.

 

Bilindiği üzere, soyadı aileleri ayırmaya yarayan bir simge olup her vatandaş kanunda öngörülen şekilde usulüne uygun bir soyadı taşımak zorundadır.

TMK'nın 321. maddesi son derece açık olup anılan madde uyarınca anne baba evli değilse ve çocuk baba tarafından tanınmışsa veya çocuk hakkında babalığa dair bir hüküm yoksa çocuk ancak annenin soyadını alır ve annenin bekarlık hanesine kaydedilir.

 

Bu nedenle evlilik içinde doğan bir çocuk diğer bir deyişle annesi ile babası evli olan bir çocuk erginliğe erişinceye kadar babanın soyadını taşımakla yükümlüdür; erginliğe eriştikten sonra haklı sebep varsa soyadını değiştirmek üzere dava açma yoluna gidebilir.

 

Uyuşmazlığın çözümünde velayet hakkının niteliğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.

 

Bilindiği üzere, velayet hakkı anne ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani on sekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi nedenlerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anneye verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir. Bir an için mevzuatın böyle bir duruma izin verdiği kabul edilse dahi sonradan gelişen sebeplerden dolayı çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Velayet hakkı kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacak ise baba da bu haktan mahrum edilemez. Böyle bir uygulama ise nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamaların çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacağı açıktır.

 

Mevzuatımızda çocuğun velayetinin verildiği kişinin soyadını taşıyacağı yönünde bir düzenleme bulunmadığı gibi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesi Anayasa Mahkemesinin incelemesinden geçmiş olup 'çocuk, ana ve baba evli ise ailenin' soyadını taşıyacağı hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmiştir. Buradaki 'aile' deyiminden babanın anlaşılacağı Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir ( Anayasa Mahkemesinin 02.07.2009 gün ve 2005/114-2009/105 sayılı kararı ).

 

Buna karşılık Türk Medeni Kanununun sözü edilen bu maddesindeki 'evli değilse ananın' ibaresi Anayasanın 10 ve 41. maddelerine aykırı bulunarak baba lehine iptal edilmiştir. Bu madde iptal edilmezden önce ise anne ve babanın sonradan evlenmesi ( Türk Medeni Kanunu'nun 292. maddesi ) ile yine, aynı Kanun'un 27. maddesine bağlı haklı nedenlerden dolayı soyadının değiştirilmesi halleri dışında çocuk babanın soyadını tanıma vs. sebeplerle alamamakta idi.

 

Kaldı ki, ana babanın evlilik birliği içinde birlikte verecekleri bir karar ile bile çocuğun soyadını değiştirmeleri mümkün olmadığından, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğinden bahsedilemez.

 

O halde Hukuk Genel Kurulunun 25.12.2013 gün ve 2013/18-464 E. 2013/1698 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere, bir çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde annesi ile babasının evli olup olmadığına bakmak gerekir. Doğum gününde anne ve baba evli ise çocuk babanın, diğer bir anlatımla ailenin soyadını alacaktır. Çocuğun soyadı bu surette belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına vesair nedenlere dayanarak değiştirmek Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Ancak çocuk, ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanunu'nun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde soyadını her zaman değiştirmek hakkına sahiptir.

 

Somut olayda soyadının değiştirilmesi istenen F.M. G.'ın doğum günü olan 09.08.2003 tarihinde anne ve babası resmen evlidir. Çocuk evlilik içinde doğmuştur ve Türk Medeni Kanunu'nun 321. maddesine göre babanın soyadını almıştır.

 

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında çocuk reşit oluncaya kadar veya baba Türk Medeni Kanunu'nun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak soyadını değiştirmedikçe soyadı değiştirme mümkün değildir. Sadece boşanma ve velayet hakkı anneye çocuğun soyadı değişikliği için dava açma hakkı vermez.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile, çocuğun talebi doğrultusunda uluslararası sözleşmelere uygun olan direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

 

O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 

SONUÇ : Davalı İdare temsilcisinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 13.03.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

isim düzeltilmesi, değiştirilmesi 2.kez yapılamaz

Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden:

             Esas No     : 2011/8201

             Karar No  : 2011/10823

YARGITAY İLAMl

Davacılar Şevval Deniz Erkurt’a velayeten Saniye Erkurt vd. ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki davada Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay’ca incelenmeksizin kesinleşmiş bulunan 18.02.2011 günlüve 2011/7-14 sayılı kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 22.06.2011 gün ve Hukuk-2011/199931 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla, dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacılar Ali Fuat Erkurt ve Saniye Erkurt tarafından Edirne Nüfus Müdürlüğü aleyhine açılan davada, velayeti altında bulunan çocukları Şevval Deniz Erkurt’un “Şevval Deniz” olan adının “Esma Şevval” şeklinde değiştirilmesinin talep edildiği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, ancak dosyada bulunan nüfus kayıt örneğinden daha önce Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.12.2005 tarih ve Esas:2005/385, Karar: 2005/555 sayılı hükmü ile küçüğün “Şevval” olan adının “Şevval Deniz” olarak değiştirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

29.04.2006 tarih ve 26153 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun “Nüfus davaları” kenar başlığını taşıyan 36. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde: “Aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davası ancak bir kere açılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.

5490 sayılı Kanun’un anılan hükmü uyarınca bir kişinin adına ilişkin kaydın ancak bir kez düzeltilebileceği gözönünde bulundurularak, daha önce adı mahkeme kararı ile tashih edilmiş olan küçüğün adının ikinci kez tashihine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.’nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 27.10.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Paylı Malda Amacın Değiştirilmesi, Ölçüyü Aşan İşler Yapılması Tüm Paydaşların Kabulüne Bağlıdır

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 24.09.2012  Esas: 2012/9824  Karar: 2012/9911

Paylı Malın Özgülendiği Amacın Değiştirilmesi, Korumanın veya Olağan Kullanmanın Gerektirdiği Ölçüyü Aşan İşler Yapılması Tüm Paydaşların Kabulüne Bağlıdır

Özet: Dava, el atmanın önlenmesi ve yakım talebine ilişkindir. Paydaşlar arasındaki el atmanın önlenmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi veya özel bir parselasyon planının olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin olup olmadığı araştırılmalıdır. Belirtilen şekillerde kullanma varsa uyuşmazlık konusu yerin kimin kullanımına terk edildiği araştırılmalıdır. Harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlığın müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan kullanmanın gerektirdiği ölçüyü aşan işler yapılması veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması tüm paydaşların kabulüne bağlıdır. Dosya kapsamından, davalıların kullanım şeklinin davacıların mülkiyet hakkını kısıtladığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında davanın kabulü gerekir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.692.

Yanlar arasında görülen el atmanın önlenmesi ve yıkım davası sonunda; yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi. Tetkik Hakimi İ.A.’nın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Karar

Dava; el atmanın önlenmesi ve yakım isteklerine ilişkindir.

Mahkemece; taşınmazda tüm paydaşları bağlayan bir fiili kullanma biçiminin varlığının iddia edilmediği, davacının taşınmazdan yararlanmasına engel olunduğunun kanıtlanamadığı, kaptaş kuyusu ve döşenen su borularının taşınmazdan yararlanmaya engel bir hal teşkil etmediği, köy tüzel kişiliğinin paydaş Cemil’e teb’an eylemde bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar; paylı mülkiyet üzere olan çekişmeli taşınmazda yer alan kaynak suyunu D…. Köyüne götürebilmek için davalıların muvafakat almaksızın “kaptaş kuyusu açtıklarını ve kanal kazarak boru döşediklerini” ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 102 ada, 10 parsel sayılı taşınmazda davacılar ve davalı Cemil’in paydaş oldukları anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamayan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki el atmanın önlenilmesini her zaman isteyebilir. Hatta elbirliği mülkiyetinde dahi paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanılmasına engel olan ortaklar aleyhine el atmanın önlenilmesi davası açabilir. Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı el atmanın önlenilmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu el atmanın önlenilmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya suyun satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.

Öte yandan, yurdumuzda sosyal ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve işyeri ihtiyacı nedeniyle hızlı yapılaşma karşısında görevli mercilerin aciz kalmaları veya çeşitli nedenlerle göz yummaları sonucu, izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir.

Diğer taraftan; Türk Medeni Kanunu’nun 706, Borçlar Kanunu’nun 213, Tapu Kanunu’nun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Ne var ki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş ya da fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak (fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmi taksime veya şuyun satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, “ahde vefa” kuralının yanında Medeni Kanun’un 2. Maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının yanında Medeni Kanun’un 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi halde, pek çok kimse zarar görecek, toplum düzeni ve barışı bozulacaktır.

O halde, paydaşlar arasındaki el atmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planının olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, Medeni Kanun’un müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir. Başka bir deyişle fiili kullanma biçiminin oluştuğu taşınmazlarda paylı mülkiyet hükümlerinin uygulanacağı kuşkusuzdur.

Somut olayda; çekişmeli taşınmazın tarla niteliği ile tapuda kayıtlı olduğu, yapılan uygulama sonucu alının teknik bilirkişi raporunda da sözü edilen “kaptaş kuyusunun ve döşenen boruların” yanlar arasında paylı mülkiyet üzere olan 10 parsel sayılı taşınmaz içinde kaldığı sabit olduğuna göre; taşınmaz içerisinde böylesine bir işlem yapılması, TMK’nun 692. Maddesinde sözü edilen “Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan işlere girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması niteliğinde olup oybirliği ile aksi kararlaştırılmış olmadıkça bütün paydaşların kabulüne bağlı olacağı” kabul edilmelidir ve davalıların keşfen belirlenen tasarruf şeklinin davacıların çekişmeli bölümlerdeki mülkiyet hakkını kısıtladığı da tartışmasızdır.

Hal böyle olunca; davalılar hakkındaki davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması isabetli değildir.

Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 Sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.09.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.