Etiket arşivi: EDİLMESİ

İcra ve İflas Hukuku • Yetkisiz yerde icra takibinde sadece borca itiraz edilmesi

merhabalar,
alacağımız için yetkisiz bir icra dairesinde icra takibi başlattık.borçlu yetkiye itiraz etmeyip sadece borca itiraz etti.yetkiye itiraz edilmediği için aynı yer mahkemesinde itirazın iptali davası açtık. mahkeme yetkisizlik kararıyla reddetti davamızı.şimdi icra takibi yetki açısında o yer dairesinde kabul edilmiş olup; yetkili mahkeme de itirazı iptali davası açarsam mahkeme kendi yetki alanında olmayan bir takip hakkında nasıl karar verecek ve bunun için takibi de mi yetkili dairede tekrar başlatmalıyım? bu halde ilk takip için yapılan masraflar ne olacak.EMSAL KARAR var mıdır?
şimdiden teşekkürler..

Bilgiler: Tarih-Gönderici: evgeny — 09 Şub 2015, 16:37


Eşin gizli ses kaydı, özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi kabul edilmez

Gizli Ses Kaydı Boşanma Delili

Boşanma davası sırasında erkek eşin boşanma delili olarak mahkemeye sunduğu ve birlikte yaşadıkları evde eşinin kendisini aldattığını ortaya çıkaran ses kayıtlarını mahkeme “özel hayatın gizliliği” nedeniyle reddetti. İkamet edilen yerde bulunan aile mahkemesinde görülen davada hakim, ses kayıtlarının hukuka aykırı yollarla temin edildiği ve bu sebepten ötürü mahkemede delil olarak kullanılamayacağına ve davanın reddine karar verdi.

Aile mahkemesinde görülen davanın reddi üzerine eski koca, davayı bir üst mahkemeye taşıyarak kararı temyiz etti.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nde görülen davada hakim aile mahkemesinin vermiş olduğu “özel hayatın gizliliği” nedeniyle ses kaydının boşanma delili sayılmaması kararını bozarak gizli ses kaydı boşanma delili kabul edilir kararı verdi. Kocanın eve yerleştirmiş olduğu ve diğer eşin haberi olmaksızın alınan ses kayıtları Yargıtay tarafından boşanma delili olarak kabul gördü.

Yargıtay bu kararının gerekçesi ise şu şekilde açıklandı: “Evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin ayrı özel yaşam alanı olmayıp, ailenin yaşam alanıdır ve diğer eş yönünden dokunulmaz değildir. “

Bu sebepten dolayı eşlerden birisi diğer eşin sadakatinden şüphe duyması durumunda birlikte ikamet ettikleri konutta , eşin haberi olmaksızın ses kayıt cihazı yerleştirmek suretiyle, eşinin ulu orta olmayan konuşmalarını kayıt altına alması , özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi ile hukuk normlarına aykırı olduğu kabul edilmez.” İfadeleri kullanıldı.

Böylelikle eşlerin ortak yaşam alanları içerisinde sergiledikleri tutumlar için özel hayatın gizliliği ilkesinin geçerli olmadığı kanaati Yargıtay tarafından onanmış olmaktadır. Yargıtay’ın bu kararına göre eşlerin birlikte yaşadıkları konut ortak yaşam alanı olarak kabul edilirken , burada gerçekleşen eşlerden birisinin haberi olmaksızın ses kaydı alınması boşanma davasında özel hayatın gizliliği çerçevesinde değerlendirilmemektedir.

Ancak Yargıtay’ın vermiş olduğu “gizli ses kaydı boşanma delili olarak kabul edilmektedir” kararı boşanma davası için kabul görmekle birlikte, ses ve ya görüntülerin kişilerin haberi olmadan gizli bir şekilde kayıt altına alınması Türk Ceza Kanununda bulunan 133 ve 134 sayılı maddelere göre suç teşkil etmektedir. Bu durumda boşanma gerçekleşirken ses kaydını gizli bir şekilde elde eden kocaya hapis cezası verilmektedir.

YARGITAY 4. Ceza Dairesi E: 2011/7577 K: 2013/11425 *MAİL YOLUYLA HAKARET * MAİL ADRESİ SAHİPLERİNİN TESPİT EDİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

4. Ceza Dairesi

Esas No : 2011/7577

Karar No : 2013/11425

Karar Tarihi:15/04/2013 

 

 

Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

 

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

 

Katılana, IP adresleri … olan “…@mynet.com”, “…@mynet.com”, “…@yahoo.com” ve “…@yahoo.com.tr” adlı elektronik postalarla hakaret ve tehdit edildiği iddiasıyla açılan davada;

Elektronik postaların IP adresleri ve internet bağlantısı yapılan telefon numaraları tespit edilmiş ise de; sanıkların, elektronik postaların sahibi ve kullanıcısı olmadıklarını, iletileri kendilerinin göndermediğini savunmaları karşısında;

Elektronik posta adresi hesabının oluşturulması sırasında elektronik posta hizmeti veren şirkete beyan edilen kimlik bilgileri, elektronik posta adresleri oluşturulurken kullanılan IP adresleri ve bağlantı için kullanılan telefon numaraları, elektronik posta adresinin aktive edilmesi için elektronik posta adreslerinin alındığı şirketlere verilen diğer elektronik posta adresleri, bu adreslerin kullandığı IP adresleri ve bağlantı telefon numaraları, suçta kullanılan elektronik posta adresleri ve bunların aktive edilmesi için şirkete bildirilen diğer elektronik posta adresleri ile başka adreslere gönderilen iletilerin tespit edilmesi için dosyadaki tüm bilgi ve belgelerin Türkiye İletişim Kurumu Başkanlığına gönderilerek gelen cevaba ve iletilerin gönderildiği başka adresleri kullanan kişilerden, suçta kullanılan elektronik posta adreslerinin kime ait olduğu sorularak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak eksik inceleme ile hükümler kurulması,

Kanuna aykırı ve katılan … vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 15/04/2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY Ceza Genel Kurulu E: 2003/8-291 K:2003/303 *TUTUKLULUKTA GEÇEN SÜRENİN BAŞKA BİR CEZADAN MAHSUP EDİLMESİ

             T.C.

      YARGITAY

Ceza Genel Kurulu

 

Esas No         :           Karar No      :                İtirazname : HÜKÜMLÜ-İNFAZDA

2003/8-291                 2003/303                         Y.E.2003/165615

 

Y A R G I T A Y   K A R A R I

 

2.7.1999 tarihinde işlediği ruhsatsız kaleşnikof bulundurmak suçundan Şanlıurfa I.Asliye Ceza Mahkemesince 22.2.2000 gün ve 748-79 sayılı karar ile 6136 sayılı Yasanın 13/2 ve TCYnın 59/2. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 16.375.000 TL. ağır para cezası ile ceza­landmlıp hakkındaki hüküm 26.12.2001 tarihinde kesinleşerek, 6.5.2002 tarihinde infazına baş­lanılan hükümlü ………………, 9.6.2003 tarihli dilekçe ile, 1.1.2000 tarihinde işlediği etkili eylem ve ruhsatsız silah bulundurmak suçundan Diyarbakır 3.Ağır Ceza Mahkemesince 23.1.2001 gün ve 18-32 sayılı karar ile verilen 1.140.750.000 lira ağır para cezasının ertelendiğini, bu dosyada tutuklu ve gözaltında kaldığı sürelerin infaz edilen cezasından mahsubu isteminde bu­lumnuş, Hazro Asliye Ceza Mahkemesince 6.8.2003 gün ve 27-27 sayı ile isternin reddine karar verilmiş, bu karara yönelik itiraz da Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince 14.8.2003 gün ve 204 Müt. sayılı karar ile reddedilmiştir.

 

Adalet Bakanlığınca yazılı emir isteminde bulunulması üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesi 10.11.2003 gün ve 12124-5800 sayı ile; "TCK.nun 40. maddesi ile 6.3.1940 gün ve 5/68 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının amaç ve içeriğine göre, beraat eden bir şahsın beraat ettiği suçtan dolayı tutuklu kaldığı sürenin, beraat kararı kesinleşmeden evvel iş­lemiş olduğu diğer suç için verilen ceza süresine mahsup edileceği ilkesi kabul edildiği halde, tecilli mahkı1miyet kararıyla ilgili herhangi bir açıklamaya  yer verilmemiş ise de; Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 13.11.1971 gün ve 6286/6374 sayılı karanda da vurgulandığı üzere, cezası ertelenmiş olan, mahkumiyetle neticelenmiş davada tutuklu geçen sürenin bir başka suçtan dolayı vukubulan mahkumiyetten mahsubuna olanak bulunmamaktadır.

 

Ancak tutuklulukta geçen sürenin, teciHi mahkUmiyet kararıyla verilen ceza miktarından fazla olması halinde mahsup kararı verilebilecektir.

 

Dava dosyasında, erteli bulunan 1.140.750.000 lira ağır para cezasıyla ilgili olarak hü­kümlünün 85 gün tutuklu kaldığı sürenin, inceleme tarihine göre 647 sayılı Yasanın 5/6. maddesi uyarınca günlüğü 17.337.000 liradan, 1.473.645.000 lira tutacağı, hükümlülüğe ilişkin para ceza­sı çıkarıldığında (1.473.645-1.140.750.000) 332.895.000 lira kalacağı ve bunun da günlüğü 17.337.000 liradan hapse çevrildiğinde 20 gün olduğu anlaşılan fazla sürenin tutuklulukta geçen süre olarak kabulü ile mahsubuna karar verilmesi gerekeceği cihetle, yazılı emre dayanan Yar­gıtay C.Başsavcılığının tebliğname içeriği değişik gerekçe ile kısmen yerinde görülmekle,

 

Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.8.2003 gün ve 2003/204 Müt. sayılı kararının bozul­masına, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına" karar verilmiştir.

 

Yargıtay C.Başsavcılığınca 8.12.2003 gün ve 165615 sayı ile; "İtiraz konusu, ertelenmiş ceza kararlarına ilişkin bulunan gözaltı ve tutuklulukta geçen sürelerin diğer koşulları varsa baş­ka cezalardan mahsup edilip edilemeyeceği, somut olayda ise ertelenmiş cezasına ait 86 günlük tutukluluğunun çekmekte olduğu 4 yıl 2 ay hapis cezasından indirilip indirilemeyeceğine iliş­kindir.

 

Yüksek Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.03.1940 gün ve 05/68 sayılı kararında mahsup konusunda önemli iki ilkeye yer verilmiştir.

 

a) Bir suçtan dolayı tutuklu kalınan sürenin başka bir suçtan indirilmesi içtima kural­larının zorunlu bir sonucudur.

b) Mahsup edilecek tutukluluğun ceza mahkumiyetinin kesinleşmesinden önce olması ye­ter ve tek koşulolup, tutukluluğun gerçekleştiği suçun beraatla sonuçlanmış olması gerekmediği gibi davanın sonuçlanmamış bulunması da mahsup işlemine engel oluşturmaz.

 

Öğretide de bu konuda şu görüşlere yer verilmiştir. (Prof. Dr. Nur CENTEL, Ceza Muha­kemesi Hukukunda Tutuklama ve Yakalama, s. 221 ve not 57 de anılan yazarlar):

 

Cezanın tamamen veya kısmen tutuklu olarak çekilmesi ertelerneye engelolmayacağı gi­bi cezanın ertelenmesi de, tutuklu kalınan sürenin mahkum olunan cezadan indirilmesini engel­lemez. Çünkü deneme süresi içinde yeniden suç işlenirse; ertelenen ceza infaz edilecektir."

 

Yüksek Yargıtay'ın bir çok kararı da öğretiyi destekler nitelikte olup, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 25.09.2000 gün ve 2351-2223 sayılı kararında:

 

"TCK'nun 40. maddesinin ilk fıkrası; (Hükmün kesinleşmesinden önce vuku bulan tutukluluk ceza mahkfuniyetlerinden indirilir) biçimindeki içeriği ile çok kesin bir açıklık taşımaktadır. Bir başka anlatımla ceza hükümlülüğünden indirilecek olan tutukluluk, hükmün kesin­leşmesinden önce gerçekleşen tutukluluk olarak vurgulanmakta (kesinleşme) koşulu dışında baş­ka bir koşula da bağlanmamaktadır. Yüksek yargı kararları da bu doğrultudadır. Nitekim, Yar­gıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 6.3.1940 gün ve 5/68 sayılı kararının amaç ve içe­riğine göre, tutukluluğunun mahsubunda ilke, tutuklu kalınan suçtan verilen kararın kesinleşme tarihinden önce bir başka suç ya da suçların işlenmesi yeterli olup, tutuklu kalınan suçun beraat veya mahkfuniyetle sonuçlanmasının gerekmeyeceği vurgulanarak sözü edilen maddenin ilk fık­rasında (kesinleşme) koşulu dışında bir sınırlamaya yer verilmediği görülmektedir. Açıklanan nedenlerle, ertelenmiş cezada deneme süresinin dolmamış olmasının mahsup işleminin yapılma­sına enget oluşturmayacağı" belirtilmiştir.

 

Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 14.10.1965 gün ve 5156-6080 sayılı kararında ise:

 

"Suçların işleniş ve hükümlerin kesinleşme tarihlerine ve tecil edilmiş cezadaki tutuk­luluğun diğer suçtaki ceza mahkfuniyetine sayılmasına kanuni bir engel bulunmadığına" karar verilmiştir.

 

İnfaz dosyasının ve ilgili kararların incelenmesinden anlaşıldığı üzere:

 

Hükümlünün infaz ettiği 4 yıl 2 ay hapis cezasının verildiği Şanlıurfa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 22.02.2000 gün ve 748-79 sayılı kararının 26.12.2001 tarihinde kesinleştiği, Di­yarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.01.2001 gün ve 18-32 sayılı, ertelenmiş 1.140.750.000 lira ağır para cezasına ilişkin tutukluluğun 01.01.2000 – 27.03.2000 tarihleri arasında, do­layısıyla TCY'nın 4011. maddesinde yer verilen "karar kesinleşmezden önce" gerçekleştiği anla­şılmaktadır.

 

Öte yandan, "Cezanın tamamen veya kısmen tutuklu olarak çekilmesi ertelerneye engel olmayacağı gibi cezanın ertelenmesi de, tutuklu kalınan sürenin mahkum olunan cezadan indi­rilmesini engellemeyeceği, çünkü deneme süresi içinde yeniden suç işlenmesi durumunda erteli cezanın infazı edilebileceği" dikkate alınarak ertelenmiş cezaya ait 86 günlük tutukluluğun ta­mamının mahsubu yerine, ertelenmiş ceza bir anlamda infaz edilerek geri kalan sürenin diğer ce­zadan mahsubuna karar verilmesine;

 

Kabul ve uygulamaya göre de, hükümlünün 86 gün olan gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürenin 85 gün olarak hesaplanmasına;

 

Katılma olanağı bulunmadığı" gerekçeleri ile itiraz yasayoluna başvurularak, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.8.2003 gün ve 2003/204 sayılı kararı ile Özel Daire kararının kaldınlarak hükümlünün gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği 86 günün infaz edilmekte olan ceza­sından mahsup edilmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konu­şulup düşünüldü.

 

CEZA GENEL KURULU KARARI

 

Somut olayda çözülmesi gereken uyuşmazlık; erteli mahkumiyette tutuklu olarak kalınan ­sürenin diğer koşulların bulunması halinde bir başka suç nedeniyle hükmolunan cezadan mahsup edilip edilemeyeceği edilebilirse mahsup süresinin belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

 

Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi için, mahsup, tutuklama erteleme kavramları, mahsup kurumunun hukuki gelişimi, bu konudaki yasal düzenlemeler, yar­gısal uygulamalar ve öğretideki görüşlerin irdelenmesi gerekmektedir.

 

 

Tutuklama, ceza yargılamasının güvenli yürümesini ve amacına erişmesini sağlamaya yö­nelik ve yargılama hukuku açısından zorunlu hallerde hakimin verdiği karara dayanan bir ön­lemdir. Yargılamadaki amaca göre önleyici bir koruma önlemi olduğu kadar kişi özgürlüğü ve güvenliğini kısıtlayan bir içerik de taşımaktadır. Bu nedenle mukayeseli hukukta, sistemler ve sistemlerin dayandığı prensipler farklı olmakla birlikte, kendisine ceza verilmiş olan şahsın, bu cezasından daha önce sınırlandırılmış özgürlük sürelerinin hükmedilen cezasından indirilmesi kabul edilmiştir. Mevkufiyetin (tutukluluğun) mahsubu olarak adlandırılan bu kurumdan amaç, kendisine ceza verilmiş mahkumun bu cezasından daha evvel çekilmiş, özgürlüğü sınırlayıcı ön­lemler nedeniyle özgürlüğünden yoksun kaldığı sürelerin tamamen veya kısmen indirilmesinden ibarettir.

 

 

Mahsup konusunda, Ceza Yasamız 40. maddesinin 1. fıkrasında, "hüküm kesinleşmeden önce meydana gelen tutukluluk ceza mahkı1miyetlerinden indirilir, hükmü ile mahsubun mec­buriliği (hukuki) sistemi kabul etmiş, benzer düzenlemelere, 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 177 ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Yasasının 251/1 maddele­rinde de yer verilmiştir. Bu sisteme göre, mahkum kusuru ile tutuklu kalmış olsa dahi, tutukluluk süresinin verilen cezadan indirilmesi zorunludur. Bu sistemde yargıcın görevi, indirim yapılması için gerekli yasal koşulların doğup doğmadığını kontrol, doğmuş ise yapılan indirirnin hesabında hata yapılıp, yapılmadığını denetlemekten ibarettir. Mahsubun hukuki esası hakkında, bu kuru­mun cezanın hafifletilmesi nedenlerinden biri olduğu, evvelce çekilmiş bir ceza olduğu, hususi af olduğu konusunda çeşitli görüşler bulurunakta ise de, mahsup, suçlu olduğu henüz kesin olarak bilinmeyen kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılması dolayısıyla ortaya çıkan haksızlıkları gidermek için başvurulan ve kişisel özgürlükleri anayasal düzeyde güvence altına alan, önleyici amaçlarla yoksun bırakılan özgürlüğün iadesi için kabul edilen hukuki bir kurumdur. (İçel, Kayıhan, Mevkufen Geçen Müddetin ,Mahsubu, sh. 571 vd, Centel, Nur, Ceza Muhakemesi Hukukunda Tutuklama ve Yakalama, sh. 211 vd, Gölcüklü, Feyyaz, Ceza Davasında Şahıs Hür­riyeti, sh. 161 vd)

Ancak buradaki mevkufiyet (tutukluluk), teknik anlamda, tutuklama müzekkeresine da­yanılarak özgürlüğün sınırlandınlması anlamında dar yorumlanmayıp, "bir suç dolayısıyla suç­lunun hürriyetinin sınırlandınlması mahiyetinde ve o maksatla geçirdiği süre" şeklinde geniş yo­rumlanmalı, yasalarda aksine biz düzenlemenin bulunmadığı hallerde, (örneğin CYUYnın 40412. maddesi) kesin hükümden önce sanığın özgürlüğünü sınırlandınlması sonucunu doğuran tüm süreler şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim bu husus, Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 11.10.1993 gün ve 103-101 sayılı kararında, "işlenen bir suç sebebiyle maruz kalınan her türlü özgürlüğü kısıtlayıcı sürelerin, niteliğine bakılmaksızın hükümlülük süresinden indirilerek cezanın infazının yapılması gerekmektedir." şeklinde açıklanmıştır.

 

 

Görüldüğü gibi, TCYnın 40. maddesi uyarınca, mahkumiyet hükmü kesinleşmeden önce gerçekleşen tutukluluk veya özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğuran tüm süreler ceza mah­kumiyetinden indirilecektir.

Tutuklu kalınan sürenin mahkumiyetten mahsup edilebilmesi için, tutukluluğun mahsup yapılacak suça konu mahkumiyete ait olması gerekmeyip, sanığın tutuklu kaldığı suçtan dolayı ­verilecek hükmün kesinleşmesinden önce, işlemiş olduğu diğer bir suç nedeniyle de tutuklu kalınan sürenin mahsubu olanaklıdır. Burada önemli olan husus, mahsuba konu mahkumiyete ait suçun, tutuldu kalınan suçtan verilen hükmün kesinleşmesinden önce işlenmesidir.

 

 

Bu husus 6.3.1940 gün ve 5-68 sayılı Yargıtay İBK.da; bir şahsın çeşitli suçlarının bir mahkemede birleştirilerek bir hükme bağlanması veya ayrı ayrı bakılarak hükümlerin usulün 403. maddesi hükmüne göre birleştirilmesi halleri, cezanın infazı bakımından farksız olup, bir­likte hükme bağlanan iki suçtan birinden beraat diğerinden mahkumiyetine karar verildiği halde, beraat ettiği suçtan dolayı tutuklu kalmış olduğu sürenin mahkum olduğu ceza süresine mahsubu gerektiği gibi, ayrı ayrı hükümlerle birinden beraet ve diğerinden mahkumiyet halinde dahi cezanın infazında -beraat kararı ister evvel, ister sonra olsun- beraat ettiği suçtan dolayı tutuklu kaldığı sürenin ceza süresine mahsubu gerekeceği, birden fazla suçlarda cezaların birleştirilmesi ve sonuçta bir hüküm infaz edilmesi, kesin hükümden önce tutuklu olarak geçen sürenin hangi suça ait olursa olsun mutlak surette mahkum olduğu ceza süresinden indirilmesinin Ceza Yasasının 40. maddesi ve içtimaı hükümlerinin zorunlu sonucu olduğu, ancak beraat hükmü ke­sinleştikten sonra işlenmiş olan suçtan verilen mahkUmiyetin, beraatle sonuçlanan suçtan dolayıtutuldu kalınan süreden indirilemeyeceği, beraat eden şahsın, beraat ettiği suçtan dolayı tutuldu kaldığı sürenin-beraat kararı kesinleşmeden önce işlemiş olduğu diğer suç için verilen çeza süresinden mahsup edileceği, şeklinde karara bağlanmıştır.

 

 

Ancak; İBK.na konu olayda, bir suçtan beraat, diğer suçtan ise mahkumiyet kararı ve­rilmiş olması nedeniyle, sanığın daha önce işlediği suç nedeniyle tutuklu kalınan sürelerin mah­subu için, tutukluluğa konu soruşturmanın sonuçlanmasına gerek bulunup bulunmadığı ve tu­tuklu kalınan suça ilişkin davanın beraatle sonuçlanması gerekip gerekmediği yönündeki dü­şünceler zaman içinde farklı uygulamalara yol açmış, ancak "tutukluluğun mahsubunda, tutuklu kalınan suçtan verilen kararın kesinleşme tarihinden önce bir başka suç yada suçların işlenmesinin yeterli olduğu, tutuklu kalınan suçun beraat veya mahkı1miyetle sonuçlanmasının ge­rekmeyeceği" (1.CD. 18.7.1994-3293/2484, 9.CD. 25.9.2000-2351/2223), "iBK.da her ne kadar mevkuf kalınan suçtan beraet etmiş olma esas alınmışsa da, bu karara hakim olan mantık ve hava beraetin mutlak bir şart olarak kabul edildiğini göstermemekte olup, bu karara mevzuu davanın beraetle neticelenmesinden ibarettir." (As.Yar. 3. D. 9.3.1965-161/214) yönündeki görüşler uy­gulamada istikrar kazanmıştır.

 

 

Öğretide de Doç. Dr. H. Bıyıklı; "içtima hükümlerinin uygulanmasının olanaklı bulundu­ğu bir aşamada bir kimsenin işlediği iki suçtan biri nedeniyle tutuklu kaldığı sürenin, diğer bir suçtan dolayı verilen mahkUmiyet hükmünden indirilmesi için, tutuklama kararının mahkumi­yete neden olan suç nedeniyle verilmiş olması gerekmediği gibi, aynı nitelikte bulunması da zo­runlu değildir. Önemli olan her iki suçun içtimaının mümkün olduğu bir zamanda işlenmiş ol­masıdır. Davaların birleştirilmiş olması veya ayrı ayrı görülmesinin bir önemi bulunmadığı gibi, tutuklamaya neden olan soruşturmanın sonuçlanmış olmasına da gerek yoktur," şeklinde görüşler

İleri sürülmüştür.(Tutukluluk Süresinin Ceza MahkUmiyetlerinden indirilmesi, sh. 273 vd.)

 

 

Ertelenmiş mahkumiyetle sonuçlanan davada tutuklu kalınan sürenin, aynı sanığın başka bir suçtan dolayı mahkum olduğu cezadan mahsup edilip, edilemeyeceği konusu da, yargısal kararlarda ve öğretide değerlendirilmiş, Yargıtay 9. CD.nin 29.9.2000 gün ve 2351-2223 sayılı kararında, "ertelenmiş cezada deneme süresinin dolmamış olmasının, mahsup işleminin yapıl­masına engel oluşturmayacağı" Yargıtay 4. CD.nin 14.10.1965 gün ve 5156-6080 sayılı ka­rarında ise benzer şekilde, "tecil edilmiş cezadaki tutukluluğun diğer suçtaki mahkı1miyetine sa­yılmasına kanuni bir engel bulunmadığı" belirtilmiş, Doç. Dr. Nur Centel ise yukarıda belirtilen eserinde, cezanın tamamen veya kısmen tutuklu olarak çekilmiş olması ertelerneye engel olma­yacağı gibi, cezanın ertelenmesi de, tutuklu kalınan sürenin mahkum olunan cezadan indirilme­sine engellemeyecektir. Çünkü deneme süresi içinde yeniden suç işlenmesi durumunda, ertelenen ceza infaz edilecek, öte yandan, tutukluluk süresinin ertelenen ceza mahkümiyetinden fazla olması halinde artan sürenin hüküm kesinleşmeden önce işlenen başka bir mahkumiyetten indirilmesi mümkün olacaktır.

 

 

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hükümlü Veysi Mehmetoğlu 1.1.2000 tarihinde işlediği etkili eylem ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından, 1.1.2000­2.1.2000 tarihleri arasında i gün gözaltında, 2.1.2000-27.3.2000 tarihleri arasında 85 gün tutuklu kalmak suretiyle 86 gün özgürlüğünden yoksun kalmış, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince, 23.1.2001 gün ve 18-32 sayılı karar ile sanığın sonuçta 1.140.750.000 lira ağır para cezasıyla ce­zalandırılmasına karar verilerek, cezası ertelenmiş, hüküm 27.12.200 i tarihinde kesinleşmiştir. İnfaza konu ruhsatsız kaleşnikof bulundurmak suçundan ise Şanlıurfa i. Asliye Ceza Mahkeme­since 22.2.2000 gün ve 748/79 sayılı karar ile 4 yıl 2 ay hapis ve 16.375.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmış, 26.12.2001 tarihinde kesinleşen hükmün 6.5.2002 tarihinde infaza başlanılmıştır. Hükümlülüğe konu suç tutuklu kalınan suçtan verilen hükmün kesinleşmesinden önce 2.7.1999 tarihinde işlenmiş olup, TCYnın 40. maddesinde ve 6.3.1940 gün ve 5/68 sayılı Yargıtay İBK.da belirtilen mahsup koşulları gerçekleşmiştir.

 

 

 

Özel Dairece, cezası ertelenmiş olan mahkumiyetle neticelenmiş davada tutuklu geçen sürenin bir başka suçtan dolayı vukubulan mahkumiyetine olanak bulunmadığı, ancak tutuklu­lukta geçen sürenin, tecilli mahkumiyet kararıyla verilen ceza miktarından fazla olması halinde mahsup kararı verilebileceği görüşüyle, sanığın tutuklu kaldığı 85 günün inceleme tarihinde 647 sayılı Yasanın 5/6.maddesinde belirtilen miktarlar üzerinden paraya çevrilerek, bu miktardan erteli mahkumiyete konu 1.140.750.000 lira çıkarılmak suretiyle, kalan miktarın özgürlüğü bağ­layıcı cezaya dönüştürülmesi suretiyle 20 günlük sürenin mahsubuna karar verilmiş ise de, bu uygulama TCYmn 95/2 ve 40. maddesindeki esaslara aykırıdır.

 

 

 

TCY.nın 95. maddesinin 2. fıkrasında; cürüm ile mahkum olan kimsenin, deneme süresi içerisinde, işlediği bir cürümden dolayı evvelki ceza cinsinden yahut hapis veya ağır hapis cezasına mahkum olmaması halinde, tecil edilmiş mahkümiyetin vaki olmamış sayılacağı hük­münü taşımakta olup, Özel Daire uygulaması yasa tarafından vaki olmamış sayılabilecek bir mahkumiyetin infazı sonucunu doğuracaktır, bu kabul deneme süresi içerisinde yeniden suç işlenebileceği varsayımından hareketle, tutukluluğun iki kez mahsup edilmesi ihtimalini ortadan kaldırmaya yönelik ise de, deneme süresi içerisinde suç işlenmediği taktirde, adalet ve hakka­niyet gereği olarak hükümlü lehine kabul edilmiş bir kurumun, hükümlü aleyhine uygulanmasısonucunu doğurur.

Bu itibarla hükümlünün, ertelerneye konu hüküm nedeniyle gözaltında kaldığı 1 ve  tutuklulukta kaldığı 85 günün, ertelerneye konu suçla ılgili hükmün kesinleşrnesinden önce işlediği 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan hükmolunan 4 yıl 2 ay hapis cezasından mahsubugerektiğinden, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karara verilmelidir.

 

 

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 10.11.2003 gün ve 12124-5800 sayılı kararının KALDIRILMASINA, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.8.2003 gün ve 204 müt sayı BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, 30.12.2003 günü müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 12.Hukuk Dairesi E: 2010/9167 K: 2010/22190 * Takas – Mahsup Edilmesi Talebi *Şartları

  • T.C. YARGITAY
  • 12.Hukuk Dairesi
  • Esas:  2010/9167
  • Karar: 2010/22190
  • Karar Tarihi: 05.10.2010

 

(2004 S. K. m. 68)

(1086 S. K. m. 275)

(YHGK. 12.10.1994 T. 1994/12-251 E. 1994/593 K.)

 

 

Dava ve Karar:

 

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

 

Bakırköy 1. İcra Müdürlüğü’nün 2006/1305 Esas sayılı dosyasında alacaklı bulunan Bilgi Dış Ticaret A.Ş tarafından borçlu Kar-Mer Granit Mermer Ve Madencilik Ltd. Şti. hakkında 10.02.2006 tarihinde genel haciz yoluyla ilamsız takip yapıldığı ve takibin kesinleştiği, İstanbul 8 İcra Müdürlüğü’nün 2002/1043 Esas sayılı dosyasında ise bu kez alacaklı Kar-Mer Granit Mermer Ve Madencilik Ltd. Şti. tarafından borçlu Bilgi Dış Ticaret A.Ş hakkında 22.1.2002 tarihinde genel haciz yoluyla ilamsız takip yapıldığı ve bu takibin de kesinleşmiş olduğu görülmektedir.

 

Borçlu vekili icra mahkemesi’ne başvuru dilekçesinde, alacaklı şirket hakkında Bakırköy 1. İcra Müdürlüğü’nün 2006/1305 Esas sayılı dosyasında takip başlatıldığını, alacaklı şirketin de İstanbul 8. İcra Müdürlüğü’nün 2002/1043 Esas sayılı dosyasında müvekkili hakkında takip başlattığını, her iki icra dosyasında da takibin kesinleşmiş olduğunu, müvekkilinin alacaklı olduğu dosyadan 05.01.2007 tarihinde yazılan müzekkereye istinaden İstanbul 8. İcra Müdürlüğü’nün 2002/1043 sayılı dosyasındaki alacağa haciz konulduğunu, kendi alacaklı oldukları dosyasındaki alacak miktarının diğer dosyadaki borçtan daha fazla olduğundan alacaklarının karşı taraf alacaklarına mahsup edilmesine ve Bakırköy 1. İcra Müdürlüğü’nün 2006/1305 Esas sayılı dosya alacağından mahsup edilen miktar kadar ödenmiş sayılmasına kendi alacaklarının daha fazla olması nedeniyle İstanbul 8. İcra Müdürlüğü’nün 2002/1043 Esas sayılı dosyasının infaz edilmiş sayılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, İstanbul 8. İcra Müdürlüğü’nün 2002/1043 Esas sayılı dosyasındaki alacağın tereddütsüz mahkeme kararı ile belirlenmiş olması, davalı vekilinin Bakırköy 1. İcra Müdürlüğü’nün 2006/1305 Esas sayılı dosyasındaki alacağa ve ilamsız tebligata yönelik itirazları karşısında takas ve mahsubun koşulları bulunmadığı gerekçesiyle şikayet reddedilmiştir.

 

HGK’nun 12.10.1994 tarih ve 1994/251-593 sayılı kararında da benimsendiği üzere, icra mahkemesinde takas ve mahsup iddiası kural olarak;

 

1- Takasa konu alacağın İİK’nun 68. maddesindeki belgelere dayalı bulunması,

2- Bu alacakla ilgili olarak icra takibinin yapılmış ve takibin kesinleşmiş olması,

3- Alacağın ilama bağlanması hallerinde nazara alınabilir. Bu istem, takibin her safhasında ileri sürülebilir.

 

Somut olayda borçlu şirketin takasa konu alacakla ilgili olarak Bakırköy 1. İcra Müdürlüğü’nün 2006/1305 Esas sayılı dosyasında genel haciz yoluyla yapmış olduğu ilamsız icra takibi, talep tarihi itibariyle kesinleşmiştir. O halde, mahkemece, gerektiğinde bilirkişiden de yararlanılmak suretiyle borçlunun takas-mahsup talebinin incelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 05.10.2010 gününde oybirliği ile karar verildi. 

YARGITAY19. Hukuk Dairesi 2011/10921 E.N , 2012/2655 K.N.-İTİRAZIN İPTALİ DAVASI-İTİRAZ DİLEKÇESİNİN TEBLİĞ EDİLMESİ GEREKTİĞİ

YARGITAY19. Hukuk Dairesi 2011/10921 E.N , 2012/2655 K.N.

 

İlgili Kavramlar

 

HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

İTİRAZIN İPTALİ

 

 

 

İçtihat Metni

 

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

 

Davacı vekili; müvekkili banka ile davalılardan Ziya arasında akdedilen genel kredi sözleşmesinde diğer davalının da kefil olarak yer aldığını, kredi borcunun ödenmemesi üzerine aleyhlerine girişilen takibe davalıların itirazı sonucu takibin durduğunu belirterek itirazın iptali, takibin devamı ve %40 oranında icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalılar vekili; davacı yanca mükerrer takip başlatıldığını ve davanın da bir yıllık yasal sürede açılmadığını bildirerek, reddi gerektiğini savunmuştur.

 

Mahkemece; davalıların icra takibine 01.09.2008 tarihinde itirazları sonucu takibin durduğu ve bu tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

 

İİK 67/1. maddesinde "Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat etmek suretiyle itirazın iptalini dava edebilir." denilmektedir.

 

Davanın dayanağını oluşturan icra takip dosyasında davalıların takibe itiraz dilekçelerinin davacıya tebliğine dair bir delile rastlanmamıştır. Bu durum karşısında dava açmak için aranılan bir yıllık hak düşürücü sürenin davacı alacaklının itirazı öğrendiği tarih esas alınarak belirlenmesi gerektiği, başka bir deyişle itiraz dilekçesi tebliğ olunmadıkça hak düşürücü sürenin başlayamayacağı gözetilmeksizin mahkemece yazılı şekilde hüküm tesisinde isabet görülmemiştir.

 

S o n u ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına (BOZULMASINA), 22.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEMYİZ HAKKI / DOSYANIN BAŞSAVCILIK TARAFINDAN İADE EDİLMESİ

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:2006/3-176
K: 2006/172
T: 27.06.2006
TEMYİZ HAKKI
DOSYANIN BAŞSAVCILIK TARAFINDAN İADE EDİLMESİ
Özet: 5320 sayılı Yasa ‘nın 8. maddesi uyarınca Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından iade edilen dosya ile ilgili olarak mahalli mahkemece duruşma yapılarak yeniden hüküm kurul­muştur. Kendine özgü ve geçiş dönemine ait olan bu normun, başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmesi nedeniyle mevcut yasalarla çatıştığı ve genel ilkelere aykırı olduğu ileri sürülebilirse de, açık olan bu yasal düzenleme karşısında başka bir uygulamaya yönelinmesi doğru değildir. Somut olayda, iade kararı üzerine mahkemece duruşma açılarak yeni bir hüküm kurulmuştur. Önceki hüküm sona ermiş, sanık ve katılan veki­linin yüzlerine karşı verilen hüküm yasa yollarına başvurma hakkına sahip kişilerce temyiz edilmemiş, re ‘sen de temyize tabi olmadığından dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmesi doğrudur.
5320 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEK… [Madde 8]
Sanığın 6831 sayılı Yasa’nın 91/2, TCY’nin 59, 647 sayılı Yasa’nın 4. maddeleri uyarınca 742.596.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına, 4.400.000 TL tazminatın suç tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte sanıktan tahsil edilerek katılan idareye verilmesine, 7.522.000 TL ağaçlandırma gide­rinin sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine, 10.100.000 TL nispi harcın sanıktan tahsiline, suçta kullanılan merkebin 6831 sayılı Yasa’nın 108/son maddesi uyarınca müsaderesine, yediemindeki emvalin TCY’nin 36. maddesi uyarınca müsaderesine, 150.000 TL maktu ve tarifenin 12 ve 6. maddeleri gereğince takdiren 75.000.000 nisbi vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılan
idareye verilmesine, 33.500.000 TL yargılama giderinin sanıktan tahsiline ilişkin (Amasya Sulh Ceza Mahkemesi)’nce verilen 24.08.2004 gün ve 385-548 sayılı hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay C.Baş-savcılığınca 16.06.2005 gün ve 200189 sayı ile; 5320 sayılı Yasa’nın 8/2. maddesi uyarınca mahkemesince yeni bir değerlendirme yapılmak üzere dos­ya mahkemesine gönderilmiştir.
Yerel Mahkemece duruşma açılıp, tarafların yüzüne karşı 02.08.2005 gün ye 474-613 sayı ile; sanığın bu kez 6831 sayılı Yasa’nın 91/2., 765 sayılı TCY’nin 59. ve 647 sayılı Yasa’nın 4. maddeleri uyarınca sonuç olarak 278 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 4,40 YTL tazminatın suç tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine, 7 YTL ağaçlandırma giderinin sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine, 11 YTL nispi harcın sanıktan tahsiline, yedieminde bulunan emval ve merkebin 6831 sayılı Yasa’nın 108/son maddesi gereğince müsaderesine, 175 YTL maktu, 87 YTL nisbi vekalet ücretinin sanıktan tahsili ile katılan idareye verilmesine, 38 YTL yargılama giderinin sanıktan tahsiline, tefhimden itibaren 7 gün içerisinde mahkemeye dilekçe verilmesi veya zabıt katibine beyanda bulunarak tutanağa geçirilmek suretiyle temyizi kabil olmak üzere karar veril­miştir.
Taraflarca temyiz edilmeyip, ilk temyize bağlı olarak gönderilen, Yar­gıtay C.Başsavcılığı’nca da, ilk temyiz dilekçesine istinaden düzenlenen tebliğname uyarınca Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesine gönderilen dosya, Özel Dairece, 03.04.2006 gün ve 11954-2691 sayı ile;
“5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kan un’un 8. maddesi uyarınca mahalli mahkemece duruşma yapılarak yeniden hüküm tesis edilmiş olduğu halde, bu hükme karşı temyiz istemi olmadığından dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine,”
Daire Başkanı Y.K. Doğan ile Daire Üyesi Ş. Başoğlu’nun
“Sanık, mahkûmiyetini içeren mahkeme kararına karşı, adil yargıla­manın temel kurallarından olan ve kaynağını Anayasa’nın 36. ve 154. maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “bir devlet eğer kendi iç hukukunda böylesine bir
temyiz hakkı tanırsa, bu yargılamaların, 6. maddede bulunan garantilerin kapsamında olduğuna” ilişkin içtihadından alan temyiz hak ve yetkisini kullanmıştır. Bu arada, meydana gelen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki temel değişiklikler nedeniyle, sanığın lehine ya da aleyhine uygulanacak hükmün eski ya da yeni kanundan hangisinin olacağı hususunda mahke­melerin bir karar vermesi gerekecektir. Bu durumda vaki temyiz gereği Yargıtay’ın ilgili Dairesinin bir karar vermesi ve sonucuna göre işlem yapılması gerektiği halde, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi ile bu evrensel yetki Yargıtay’dan alınarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınmış, bu mercie Ceza Dairelerinin değerlendirme yetkisi devredilmiştir. Bundan sonra Yerel Mahkemece duruşma yapılarak karar verileceği hükme bağlanmıştır. Sanık tarafından önceden yapılan temyiz inceleme isteğinin, bu kararı da kapsaması gerekecektir. Aksi durum, sanığın kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle ve yasa koyucunun gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerinin, başlamış olan yar­gılamanın kurallarını değiştirmesi nedeniyle temyiz hakkını fiilen ortadan kal­dıracak ya da kısıtlayacaktır.
Bu sonucun yukarıda belirtilen üst hukuk normlarına aykırılık oluş­turacağı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.” yönündeki karşı görüşüyle oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı’nca 05.06.2006 gün ve 172515 sayı ile;
“5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8/2. maddesi uyarınca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiğinden bahisle mahalline iade işlemi, süresi içerisinde açılan temyiz davasını sona erdiren bir karar niteliğinde değildir, yerel mahkemece evvelki hükümde hiçbir değişiklik yapılmayıp, aynı hüküm kurulduğundan, sanığın temyiz iradesi devam etmekte ve evvelce açılan temyiz davası geçerliliğini korumaktadır.
Verilmiş bir kararın yasa gereği iadesi üzerine o hükmün yeniden kurulması, önceki (ilk) hükme yönelik temyiz iradesini ve doğmuş olan hakkı ortadan kaldırmaz” görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Dairenin mahalline iade kararının kaldırılıp, dosyanın esas hakkında inceleme yapılmak üzere Dairesine gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle, Ceza Genel Kuru-lu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 8/2. maddesi hükmüne dayanılarak, lehe yasa hükümlerinin değerlendirilmesi yönünden, Yargıtay C.Başsavcılığı’nca mahkemesine iade edilip, mahkeme­since de duruşma açılarak karar verilen dosyalarda, önceki temyizin ge­çerliliğini koruyup korumadığı, başka bir anlatımla bu temyize bağlı olarak, temyiz incelemesinin yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’nın 305. maddesi uyarınca, maddede kesin olarak belirtilen hükümler ile re’sen temyize tabi bulunan hükümlere ilişkin istisnalar hariç, olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’nın 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gerek­lidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasası 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhi­minden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi 1412 sayılı CMUY’nin 310. maddesinin 3. fıkra­sındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci koşul ise, istek koşu­ludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. CMUY’nin halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkû­miyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve
istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa, hükmün Yargıtay’ca ince­lenmesi olanaksızdır.
Bu şekilde temyiz incelemesinin genel koşullarını belirledikten sonra, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin niteliği ve sonuçlarının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kural olarak aksine bir yasal düzenleme bulunmadıkça ve verilen hüküm yasa yolu denetiminde bozulmadıkça, hükmü veren mahkemece dosyanın yeniden ele alınması, yargılama yapılması, yasal olanak olmadığı halde kendi kararını kaldırması, sonradan benzer ya da değişik bir karar vermesi Usul Yasası’na aykırı, hukuki dayanaktan yoksun ve hukuken geçersizdir.
1412 sayılı CMUY’nin 326. maddesinde, hükmü bozulan mahkemece, yeniden yapılacak yargılama ve verilecek hükümlere yer verilmiş, 5252 sayılı TCY’nin Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 9. maddesinde ise, kesinleşen hükümler hakkında lehe yasanın uygulanmasında dikkate alınacak hususlar belirtilmiş, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 8/2. maddesinde ise; “Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce ilk derece mahkemelerince karar verilmiş olup, temyiz edilmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gön­derilmiş bulunan dava dosyalarından, lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması ge­rektiği açıkça anlaşılanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilir. Bu halde, mahke­mesince duruşma yapılarak karar verilir, “hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hükümle, ilk derece mahkemelerince verilip temyiz edilen hü­kümlerde, lehe hükümlerin uygulanması yönünde mahkemesince değer­lendirme yapılmasının gerektiği açıkça anlaşılması halinde, dosyanın doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilme yetkisi Yargıtay C.Başsavcılığı’na tanınmış, bu hüküm uyarınca gönderilen dosyalarda, iade kararının mahkemesince benimsenmesi halinde yeniden duruşma açılarak hüküm verme ödevi doğa­caktır.
Kuşkusuz, başlamış olan temyiz sürecini bu aşamada sonlandıran ve yeni bir süreç başlatan bu işlem, Ceza Muhakemesi Yasası’ndaki sisteme aykırı ve yeni bir hüküm verilmesi zorunluluğu nedeniyle de, bozma etkisi doğurması
bakımından, Usul Yasamızdaki sistemle uyumsuz ise de, Yerel Mahkemelere önceki hükmü ıslah veya değiştirme yetkisi de veren bu istisnai düzenleme, pozitif bir hukuk normu olarak yasalardaki yerini almıştır. Kuralın yerindeliği ve sisteme uyumluluğu tartışılabilirse de, anılan norm geçerliliğini korudukça yargı mercileri ona uygun karar vermek yetki ve sorumluluğu taşımaktadır.
Yargıtay C.Başsavcılığı’nın iade kararı Yerel Mahkemece benimsenerek duruşma açılması halinde, artık önceki hüküm varlığını yitirmiş olacak ve yeniden hüküm verme zorunluluğu doğacaktır. Verilen yeni hükmün önceki ile aynı veya değişik olması da, bunun yeni hüküm olduğu gerçeğini değiş­tirmeyecektir. Zira duruşma açılmakla, mahkemece öncekinden bağımsız ve yeni bir hüküm verme olanağı doğmuş olacaktır.
Bu nitelikteki bir hükmün temyizen incelenebilmesi, CMUY’nin 305. maddesindeki re’sen temyize ilişkin koşullar saklı kalmak kaydıyla, yasa yoluna başvuru hak ve yetkisine sahip kişiler tarafından, usulüne uygun olarak temyiz edilmesine bağlıdır.
Kendine özgü ve geçiş dönemine ilişkin bir düzenleme olan bu normun, bir takım adaletsizliklere neden olacağı veya başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmesi nedeniyle mevcut yasalarla çatıştığı ve genel ilkelere aykırı olduğu ileri sürülebilirse de, açık olan bu yasal düzenleme karşısında, başka türlü bir uygulamaya yönelmek ya da anılan hükmü yok telakki ederek açılmamış bir temyiz davasını açılmış saymak olanağı bulunmamaktadır. Diğer yönden iade sonrasında kurulan hüküm, başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmekte ise de, ilgililerin yasa yoluna başvuru haklarını ortadan kaldır­mamakta, sonradan tesis olunan hüküm yönünden ilgililer bu haklara yeniden sahip olmakta ve yeni bir yasa yolu süreci başlatabilmektedirler.
İnceleme konusu somut olayda, iade kararı üzerine mahkemece duruşma açılarak yeniden hüküm kurulmuştur. Bu hükmün öncekinin varlığını sona erdirdiği ve sadece kendisiyle ilgili yasa yolu başvurusu sürecini baş­lattığı, kesinleşmesi durumunda da yetinilecek tek hüküm niteliği taşıyacağı açıktır.
Bu değerlendirmeler sonucu kabul zorunluluğu vardır ki;
Amasya Sulh Ceza Mahkemesi’nce, Yargıtay C.Başsavcılığı’nın iadesi üzerine sanık ve katılan vekilinin yüzlerine karşı duruşma açılarak verilen 02.08.2005 gün ve 474-613 sayılı hüküm, yasa yollarına başvurma hak ve yetkisi bulunan kişilerce temyiz edilmediğinden ve içerdiği ceza cins ve süresi itibariyle re’sen de temyize tabi olmadığından, dosyanın Özel Dairece incelenmeksizin mahalline iade edilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu nedenle, önceki hükümle ilgili temyizi sonraki hükmü incelemek için geçerli kabul etme düşüncesi serdeden Yargıtay C.Başsavcılığı’nın itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi A.Suat Ertosun; “Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8/2. maddesi “Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce ilk derece mahkemelerince karar verilmiş olup, temyiz edilmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş bulunan dava dosyalarından, lehe kanun hükümlerinin uygu­lanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği açıkça anlaşılanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilir… “hükmünü içerdiği halde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadan dosyanın geri gönderilmesi üzerine; yerel Mahkemece, evvelki hükümde hiçbir değişiklik yapılmadan aynı hüküm kurulmuştur. Yeni Yasanın daha az ceza gerektirmesi ve buna uygun bir karar verilmesi halinde temyiz istemi aranmalı, yeni karar eski kararın aynı ise aranmamalıdır. Burada lehe Yasanın uygulanmasını gerektiren bir durum yoktur. Mahkeme bu hususu belirlemiştir. Bu durumda, önceden temyiz is­teminde bulunan sanığın temyiz hakkını ortadan kaldıramayız. Aksine dav­ranışlar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (ÎHAS) 6. maddelerinde düzenlenen adil yargılama ilkeleri ile yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90/son maddesinde ifadesini bulan “Usu­lüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne baş­vurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü karşısında, bir suçtan hüküm giyen kimsenin üst mahkemeye başvurma hakkını düzenleyen ve usulünce onaylanarak yürürlüğe konulan
İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 7 Numaralı Protokol hükümlerine aykırıdır. Dolayısıyla sanığın önceki temyiz istemi geçerli sayılmalı ve dosya incelenmelidir.”
Görüşüyle, diğer yedi Kurul Üyesi ise Yargıtay C.Başsavcılığı itiraznamesindeki gerekçelerle,
İtirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır. Sonuç: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, ilk müzakerede yasa! çoğunluk sağlanamadığından 27.06.2006 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

KUŞKULU VE AYDINLATILMAMIŞ OLAYLAR VE İDDAALAR / MAHKUMİYET KARARI / KUŞKUDAN SANIĞIN YARARLANACAĞI / SUÇUN KUŞKUYA YER OLMAYACAK ŞEKİLDE İSPAT EDİLMESİ GEREĞİ / CEZANIN BELİRLENMESİ

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2006/3-35
K: 2006/97
T: 4.4.2006
KUŞKULU VE AYDINLATILMAMIŞ OLAYLAR VE İDDAALAR
MAHKUMİYET KARARI
KUŞKUDAN SANIĞIN YARARLANACAĞI
SUÇUN KUŞKUYA YER OLMAYACAK ŞEKİLDE İSPAT EDİLMESİ GEREĞİ
CEZANIN BELİRLENMESİ
6831 s. ORMAN KANUNU (1) (2) [Madde 110]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 54]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 62]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 63]
Kasten orman yakmak suçundan sanığın, 6831 Sayılı Yasanın 110/4 ve TCY’nın 59. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay ağır hapis ve 24.756.631.000.-Lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, hakkında aynı yasanın 40. maddesinin uygulanmasına, 647 Sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca para cezasının birer ay ara ile on eşit taksitte ödenmek üzere taksitlendirilmesine, 170.725.000.-Lira ağaçlandırma giderinin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte sanıktan tahsili ile katılan daireye verilmesine, nispi harç, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsiline ilişkin Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 02.12.2004 gün ve 161-362 sayılı hüküm, sanığın temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce 20.04.2005 gün ve 287-3212 sayı ile;
( … Yargılamanın dayanağını teşkil eden 11.04.2004 tarihli olay yeri tespit tutanağında sanığın olay yerine 1 km. mesafede yakalandığının belirtilmiş olmasına, 02.07.2004 tarihli oturumda ifadelerine başvurulan ve olay yeri tespit tutanağında imzası bulunan M. ve I. adlı görevlilerin sanığı ve yanındaki şahısları yangın sahasına 1 km. mesafede gördüklerini, tedirgin olmaları üzerine şüphelendiklerini ve karakola getirdiklerini, ifadelerine başvurduklarını, bu şahıslardan ikisinin yangını F. adlı sanığın çıkardığını söylediklerini bildirmiş olmalarına, olayın tanıkları A.Z. ve A. adlı kişilerin jandarmada verdikleri ifadelerinde yangını sanık F. adlı kişi tarafından çıkarıldığını belirtmiş olmalarına, her iki tanığın yargılama aşamasında verdikleri ifadelerinde jandarmadaki ifadelerini yalanlayarak, yangını sanığın çıkarmadığını söyleyip duruşmada verdikleri ifadenin doğru olduğunu bildirmiş olmalarına göre olay yeri tespit tutanağında imzası bulunan ve jandarmada tanıkların ve sanığın ifadesini alan jandarma görevlileri, M., jandarma erleri İ. ve K. ile olay tanıkları A.Z., A. ve sanığın huzurda hep birlikte yüzleştirmeleri yapılarak tanık ifadeleri arasındaki çelişki tamamıyla giderildikten sonra olay yerinin piknik alanı olup dosyadaki krokilerden yangın sahasının yol kenarı olduğu başka şahısların da bu sahaya gelip gitmesinin muhtemel olduğu da değerlendirilerek sonucuna göre hukuki durumun tayini gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi… ) isabetsizliğinden bozulmuştur.
Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 28.06.2005 gün ve 200-225 sayı ile;
Görgü tanıkları durumunda bulunan A. ve A.Z. jandarmada 11.04.2004 tarihli ifadelerinde ormandaki yangını sanığın çıkarttığını ve sanığın 15 metre koştuktan sonra tekrar orman alanını bir kez daha ateşe verdiğini ve “yakma” diyerek bağırmalarına rağmen sanığın uyarıyı dinlemediğini açıkça bildirmişlerdir.
Adı geçen görgü tanıkları duruşmada, bu ifadelerine kabul etmemişler ise de, olayın hemen akabinde alınan oluşa uygun beyanları karşısında duruşmadaki ifadeleri sanığı suçtan kurtarmaya yönelik bulunmuştur. Kaldı ki görgü tanıklarının hazırlık soruşturması sırasında arkadaşları olan sanığa suç yüklemeyi gerektiren bir sebep mevcut değildir. Kasten orman yakmak için elde edilen bu kadar elverişli delillerle müsnet suçtan sanığın mahkumiyeti cihetine gidilmiştir.
Diğer taraftan zabıt mümzisi M., zabıt mümzisi K. ve zabıt mümzisi 1., daha önce dinlenmişler ve 156 jandarma telefonuna ihbar gelmesi üzerine olay yerine gittiklerini üç kişi ile karşılaştıklarını, bunlardan iki kişinin yangını F’nin çıkarttığını söylediklerini, buna göre tutanak düzenlediklerini beyan etmişler, böylece ormandaki yangını sanık F’nin çıkarttığını teyit etmişlerdir.
Bozma ilamı ile görgü tanıkları ve zabıt mümzilerinin yüzleştirilmeleri gerektiği öngörülmüştür. Zabıt mümzilerinin görgüye dayalı bilgileri yoktur, sadece zabıt mümzileri görgü tanıklarının ifadelerini almışlar ve yangının F. tarafından çıkarıldığını tespit etmişlerdir. Görgü tanıklarının duruşmada ifadelerini değiştirmeleri ve verdikleri ifadeyi kabul etmemeleri gerçeği değiştirmez, diğer yandan uygulamada yüzleştirmeler bir sonuç vermemekte ve esasen herkes ifadesini tekrarlamakta, çok defa bunların hepsinin bir araya getirilmesi de mümkün olamamaktadır. Görgü tanıkları, jandarmada işi yapanın kesinlikle sanık olduğunu açıkça bildirmişlerdir.
Asgari haddi 10 sene olan bir suçtan dolayı tam bir kanaat hasıl olmadan mahkemenin mahkumiyet hükmünü vermesi mümkün değildir, gerekçeleriyle ilk hükümde direnilerek, bu kez sanığın 6831 Sayılı Yasanın 110/4, 5237 Sayılı Yasanın 62, 63 ve 54/2. maddeleri uyarınca, 8 yıl 4 ay hapis ve on eşit taksitte ödenmek üzere 24.755.- YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, 170.- YTL ağaçlandırma giderinin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte sanıktan tahsili ile katılan idareye verilmesine, nispi harç ve vekalet ücretinin sanıktan tahsiline karar verilmiştir.
Bu kararın da süresi içinde sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığı’nın “bozma”istekli 14.02.2006 gün ve 180298 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda okundu, gereği Sanığın kasten orman yakmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, tanıklar ve görevlilerin yüzleştirilmeleri suretiyle soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Ancak Ceza Genel Kurulu’nda yapılan müzakereler esnasında, Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca, ön sorun olarak toplanan kanıtların hüküm vermeye yeterli olduğu, tanıklar ve görevlilerin tekrar dinlenilmeleri ve yüzleştirmelerinin sonuca etkili olamayacağı oyçokluğuyla kararlaştırıldıktan sonra, bozma ilamının niteliği de nazara alınarak esas hakkında incelemeye geçilmiştir.
11.04.2004 tarihli olay yeri tespit tutanağına göre, saat 12.30 sıralarında 156 jandarmaya Burç Ormanlarında iki ayrı yerde orman yangınının olduğunun bildirilmesi üzerine, olay yerine gidildiği, iki ayrı yerde yangının olduğunun görülmesi üzerine gerekli önlemler alınıp, Büyükşehir Belediye ekiplerine haber verildiği, itfaiye ekipleri ile birlikte yangının söndürüldüğü, yapılan araştırmada, hiçbir neden olmadan, kuru çam yapraklarını tutuşturmak suretiyle yangının E tarafından çıkarıldığının saptandığı, adı geçen şahsın olay yerinin yaklaşık 1 km. ilerisinde yakalandığı, çıkan yangında can ve mal kaybının olmadığı,
11.04.2004 tarihli değer tespit tutanağına göre ise; yangının örtü yangını olarak meydana geldiği, iki yerde 100 metrekarelik alanda 27 ağacın bulunduğu, 5-6 tanesinde gövde yangını oluştuğu, ancak büyümeyi ve gelişmeyi engelleyecek şekilde ağaçların zarar görmediği,
Jandarma görevlilerince düzenlenen 11.04.2004 tarihli olay yeri inceleme raporuna göre de; Saat 14.15 itibariyle olay yerine gelindiğinde, yangının söndürülmüş olduğu, olayın birbirine 112 metre mesafede iki ayrı bölgede meydana geldiği, birinci bölgede 9×7.80 metre genişliğinde bir alanın yarattığı, 7 çam ağacının kısmen zarar gördüğü, bu yerin 112 metre güneyinde bulunan ikinci yerde ise 17x 18 metre genişliğinde bir alanın yandığı, kısmen 25 ağacın zarar gördüğü, olay yerine gelen Şahinbey İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince, olayla ilgili olarak, A., A.Z. ve E isimli şahısların şüpheli olarak yakalandığı,
Anlaşılmaktadır.
Kollukta susma hakkını kullanan sanık E, C.Savcılığı’nda alınan beyanında; olay günü A.Z. ve A. ile dolaşıyorduk, uzak bir yerde yangının çıktığını, iki erkek bir kadının yangını söndürmeye çalıştığını gördük, mesafemiz 150-200 metre kadardı, daha uzakta aileler piknik yapıyordu, yangını söndürmek için yardıma gitmedik, zaten fark ettiğimiz anda, üç kişi müdahale etmiş, az bir şey kalmıştı, olay yerinden ayrılarak hayvanat bahçesine doğru yürüyerek gittik demiş,
Tanıkların anlatımları hatırlatılarak sorulduğunda; “ormanı yakmadım, arkadaşlarımın neden böyle beyanda bulunduklarını bilmiyorum. Kendilerini kurtarmak için bu şekilde beyanda bulunmuş olabilirler, jandarma, yangını gördükten yaklaşık beş dakika sonra gelmiştir. Söylediğim şahısları neden bulamadıklarını bilemiyorum, ancak suçlu olarak bizi yakaladılar” şeklinde savunma yapmış, diğer aşamalarda da benzer şekilde savunma yaparak suçlamaları red etmiştir.
Tanık A., olay günü kollukta alınan beyanında;”E ve A.Z. ile aynı mahallede otururuz, bugün saat 11 sıralarında parkta E ile buluştuk, bir süre sonra yanımıza A.Z. geldi, Burç Ormanlarına gitmemizi söyleyince kabul ettik, birlikte ormana gittik, gezmeye başladık, izci kampı mevkiine geldiğimizde E cebindeki çakmağı çıkardı, kağıtları toplayıp ateşe verdi, ormanlık alan yanmaya başladı, E kaçtı, biz de kendisini takip ettik, ilk yaktığı yerden 15 metre sonra ormanı bir kez daha ateşe verdi, yakma dediysek de bizi dinlemedi, arkadaşım A. ile söndürmek istedik ama suç bizim üstümüze kalır diye F’nin arkasından koşmaya başladık, 500 metre uzaklaştıktan sonra ormanın kenarına oturduk, bir süre sonra jandarma gelerek bizi yakaladı, ormanı yakan F’dir, ancak neden yaktığını bilmiyorum” demiş,
Duruşmada saptanan beyanında ise; huzurdaki sanık ve A. ile birlikte ormandan geçtiklerinde, üç kişinin yanan ormanı söndürmeye çalıştığını gördüklerini, ileriye gidip tepede beklerken jandarma görevlilerinin gelip kendilerini götürdüğünü, şüpheli olduklarını ve kot pantolonlu olanın yaktığını söylemeleri nedeniyle korkudan ormanı F’nin yaktığını söylediğini aslında onun yakmadığını, önceki ifadesinin doğru olmadığını söylemiştir.
Tanık A.Z. olay günü kollukta alınan beyanında;diğer tanık A.’nın anlatımını aynı cümlelerle tekrarlamıştır.
Duruşmada alınan beyanında ise; diğer tanığın duruşmadaki anlatımlarına benzer anlatımda bulunarak, jandarmanın baskısı nedeniyle hazırlıkta F’nin yaktığını söylediğini, o ifadesinin doğru olmadığını söylemiştir.
Tutanak tanığı M. duruşmada saptanan beyanında;tutanağa benzer anlatımda bulunup, yangını söndürmemizi müteakip olay yerinde yaptığımız araştırmada yaklaşık 1 km. mesafede üç şahıs gördük, şahıslar bizi görünce tedirgin oldular, şahısları yakalayıp, kendileri ile ayrı ayrı konuştuk, üç kişi vardı, bunlardan ikisi yangını kasten iki ayrı yerde F’nin çıkarttığını söylediler, buna göre tutanak tuttuk, şeklinde beyanda bulunmuş,
Tutanak tanığı K. duruşmada saptanan beyanında;karakoldaydım, yangına karışan üç kişi getirdiler, ben bir kişinin ifadesini aldım, kanuni haklarını okudum, şahıs ifade vermek istemedi, bu şahıs F’ydi demiş,
Tutanak tanığı ı. ise duruşmada saptanan beyanında; gittiğimizde itfaiye yangını söndürmüştü, şüpheli üç kişi yakaladık, o üç kişiden ikisi arkadaşlarını ihbar edip, onun yaktığını söyledi, ancak şu an hatırlamıyorum, tutanak okunup sorulduğunda doğru olduğunu söylemiştir.
Mahallinde 07.07.2004 tarihinde keşif icra edilmiş olup, Orman Yüksek Mühendisi E.H. tarafından düzenlenen rapor ve krokiye göre, yangının birbirine 10 metre aralıklarla iki ayrı yerden çıkarıldığı, Nisan ayı itibariyle dikkatsizlik ve tedbirsizlik gibi nedenlerle yangın çıkma olasılığının zayıf olduğu, kasten çıkarıldığı izleniminin kuvvetlendiği, yangın alanının orman sayılan yerlerden olduğu, ağaçlarının hayatiyetini sürdürmeleri nedeniyle bu yönde bir zararın bulunmadığı, ancak 170.275.000.- Lira ağaçlandırma giderine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.
Görüldüğü gibi, sanığın mahkumiyetine esas teşkil eden tek kanıt, sanıkla birlikte yakalanan tanıklar A.Z. ve A.’nın, kollukta alınan beyanları ve bu beyanlara dayalı olarak düzenlenen tutanaklar ve tutanak tanıklarının tutanakların içeriğine ilişkin tanıklıklarıdır. Bu kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde, kollukta tanık sıfatıyla beyanları saptanan A.Z. ve A., esasen bu suçla ilgili olarak yakalanan üç şahıstan ikisi dolayısıyla, suç şüphelileridir, bu aşamada alınan beyanlarının özgür iradelerine dayandığı kuşkulu olduğu gibi, her iki tanığın da, beyanlarının aynı kelimelerle, birbirinin tekrarı olması ve bu beyanların daha sonraki aşamalarda geri alınması olguları beyanların, doğruluğu yönünde ciddi kuşkular doğurmaktadır. Diğer yönden, olaydan sonra düzenlenen tutanaklar da, olayın oluşumu ile ilgili çelişkili bilgiler taşımaktadır. Yakalanan üç şahıs olay yerinin yaklaşık bir kilometre uzağında yakalanmışlar, üzerlerinde veya giysilerinde yangınla ilgili hiçbir iz ve emareye rastlanılmamış böyle bir saptamada yapılmamış, olayda kullanıldığı bildirilen çakmak dahi tutanaklarda yer almamış, dolayısıyla nasıl ele geçirildiği tam olarak belirlenememiştir. Ayrıca tutanaklarda olayın oluşumu ile ilgili çelişkili bilgilerin yanında, saptanan bir diğer olgu ise olay yerinin piknik alanı olduğu gerçeğidir, ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” kuşkudan sanık yararlanır kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkumiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat teorikte olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir ihtimale değil, kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilmesinin tek yolu budur.
Bu itibarla sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, birbiriyle çelişkili, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın cezalandırılmasına karar verilmesi isabetsiz olup, direnme hükmünün bu nedenlerle bozulmasına, bozmanın niteliği dikkate alınarak, yerel mahkeme kararındaki diğer hukuka aykırılıkların bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki kurul üyesi, tanıkların hazırlık anlatımları, düzenlenen tutanaklar ve bu tutanakların içeriğini doğrulayan, tutanak tanıklarının anlatımı ile sanığın suçunun sübut bulduğu gerekçeleriyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 02.12.2004 gün ve 161-362 sayılı hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın anılan mahkemeye gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, 04.04.2006 günü tebliğnamedeki isteme uygun olarak oyçokluğu ile karar verildi.