Etiket arşivi: etkili

Ayrı yaşam hakkını kazanan kadına tedbir nafakası verilmeli geliri miktara etkili olur

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2011/3-635 esas ve 2011/688 karar sayılı 23.11.2011 tarihli kararı

Ayrı yaşam hakkını kazanan kadın için tedbir nafakası verilmesi gerekir. Kadının gelir durumu ancak takdir edilecek nafaka miktarına etkili olabilecektir.

 

Özet

Taraflar arasındaki “nafaka” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karadeniz Ereğli 2.Asliye Hukuk Mahkemesince(Aile Mahkemesi sıfatıyla) davanın davacı eş yönünden reddine, davacı çocuk yönünden kabulüne dair verilen 08.04.2010 gün ve 2009/203 E.,-2010/227 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12.10.2010 gün ve 12248 E., 16417 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı vekili dilekçesinde, tarafların evli olup ayrı yaşadıklarını, davalının evi ve ailesi ile ilgilenmediğini beyan ederek, davacı kadın için 1200 TL. ,müşterek çocuk için 500 TL. tedbir (reşit olduktan sonra yardım nafakası olarak devam etmek üzere ) nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, davacı kadın yönünden, her ne kadar ayrı yaşamda haklılık varsa da , tarafların gelir durumlarının aynı olup, davacı kadının nafakaya ihtiyaç duymadığı gerekçesi ile davanın reddine, müşterek çocuk yönünden ise aylık 750 TL. nafakaya karar verilmiştir.

TMK’nun 195. maddesi uyarınca, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşler ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine Kanunda öngörülen önlemleri alır.Aynı yasanın 197. maddesine göre de; eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.

Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.

Tedbir nafakasında eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katkıda bulunmaları gerekir ( TMK md. 186/son ). Davacı eşin ekonomik durumunun davalı ( kocadan )daha iyi olması ya da aynı olması, davalı kocayı tedbir nafakası yükümlülüğünden kurtarmaz. Ancak, hükmedilecek nafakanın miktarını tayinde bu husus dikkate alınmak zorundadır. Böylece “hakkaniyet” ilkesine uygun bir nafaka tespit edilebilir ( TMK. md. 4 ).

Öyle ise mahkemece, yukarıdaki ilke ve esaslar gözetilerek davacı kadın yararına uygun bir nafakaya karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

Kabule göre de, davacı anne de müşterek çocuğun eğitim ve diğer giderlerine de, katılmak mecburiyetinde olduğundan dolayı, müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarı da fahiş bulunmuştur. ..)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN:Taraf vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, eş için tedbir, çocuk için reşit olana kadar iştirak, reşit olduktan sonra yardım nafakası istemine ilişkindir.

Davacı, davalı eşinin kendisini sadakatsizlikle suçlayıp, hakaret ettiğini bu nedenle ayrı yaşamaya başladıklarını müşterek çocuk için aylık 1.200.00 TL, kendisi için aylık 500.00 TL tedbir, iştirak ve yardım nafakasının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacı eşin ayrı yaşamakta haklı olduğunun anlaşıldığı, ancak davacı eşin açtığı davanın niteliği itibarıyla tedbir nafakası davası olduğu, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının araştırılması sonucunda ekonomik durumlarının aynı olduğunun belirlendiği, davacı eş için alınacak bir tedbir ya da ayrı yaşamakta haklı olması nedeniyle davalının maddi katkı yapmasını gerektirir bir durum olmadığı, davacı eşin mevcut ekonomik durumu itibarıyla nafakaya ihtiyacı bulunmadığı, kusur durumunun boşanma halinde tazminat açısından değerlendirilebileceği anlaşıldığından davacı eşin kendisi yönünden açtığı davanın reddine; ancak tarafların ayrı yaşadıklarının ve davacı çocuğun diğer davacı anne yanında kaldığının sabit olması karşısında bu davacının açtığı davanın kısmen kabulü ile davacı reşit olana kadar iştirak, reşit olduktan sonra yardım nafakasının davalıdan alınmasına karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece, davacı kadın yararına uygun bir nafakaya karar verilmesinin gerektiği, ayrıca “kabule göre” başlığı altında da, davacı annenin de müşterek çocuğun eğitim ve diğer giderlerine katılmak mecburiyetinde olması nedeniyle, müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarının fahiş olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkeme; her iki bozma nedenine karşı önceki kararında direnmiş; hükmü davacı vekili tedbir nafakası, davalı vekili de iştirak nafakası, noktalarından temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı kadın yararına uygun bir nafakaya hükmedilmesinin gerekip gerekmediği; ayrıca müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarının fahiş olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

I-Ön soruna ilişkin değerlendirme:

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşme sırasında öncelikle; Hukuk Genel Kurulu’nun usulüne uygun kararları inceleyeceği, kabule göre bozma olamayacağı; Özel Daire bozma ilamının içeriğine göre son cümlesinin başında yer alan “kabule göre” ibaresinin sehve dayalı olup olmadığı, metinden çıkarılması gerekip gerekmediği oylanmış; mahkeme kararının iki ayrı nafaka istemine ilişkin olup, ilk açıklamaların davacı kadının nafaka istemiyle ilgili olduğu, kabule göre ibaresiyle başlayan bozma nedeninin ise iştirak nafakasına ilişkin bulunduğu, bu bozma nedeninin ilk bozma nedeniyle bağlantılı olmamasına göre kabule göre başlığı altında yapılmasına gerek bulunmadığı; sehve dayalı kullanılan bu ibarenin metinden çıkarılması gerektiği, “kabule göre” ibaresi ile başlayan bölümün ayrı bir bozma nedeni olarak bozma kapsamına dahil olduğu, oyçokluğu ile kabul edilmiştir.Bozma ve direnme kararları bu kapsamda ele alınarak; incelenmiş ve işin esası üzerinde görüşülmüştür.

II-İşin esası yönünden değerlendirme:

A-Davacı vekilinin tedbir nafakasına yönelik temyizi yönünden:

İlkin, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun:

“Birliğin Korunması” üst başlıklı ve genel düzenleme içeren 195. maddesinde:

” Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler. Hâkim, eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin ortak rızası ile uzman kişilerin yardımını isteyebilir. Hâkim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri alır.”

“Birlikte Yaşamaya Ara Verilmesi” başlıklı 197.maddesinde:

“Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir. Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.”

“Hak ve Yükümlülükler” üst başlıklı 185.maddesinin ikinci fıkrasında:

“Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.”

“Konutun Seçimi, Birliğin Yönetimi ve Giderlere Katılma” başlıklı 186.maddesinin son fıkrasında:

“Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar”

“Hakimin Takdir Yetkisi” başlıklı 4.maddesinde ise:

“Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.”

düzenlemeleri yer almaktadır.

Tüm bu hükümler göstermektedir ki, eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir ve birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır. Ayrıca, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşler ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim, bu halde de gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine Kanunda öngörülen önlemleri alır. Tedbir ve iştirak nafakası da hakimin alacağı bu önlemler arasındadır. Hakim, Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hukuka ve hakkaniyete göre karar verecektir.

Diğer taraftan, ayrılık durumunda evlilik birliği hukuken devam ettiğine göre, eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katkıda bulunmak durumundadır. Bu nedenle, ayrı yaşamda haklı olan eş, diğer eşten tedbir nafakası isteyebilir. Tedbir nafakasının niteliği ve yasal düzenleme gereği davalı (koca), birliğin giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır (TMK md.186/3). Davacının (kadının) gelirinin bulunması, davalının (kocanın) ortak giderlere (elektrik, su, telefon, kira, yakıt parası vs) katılma yükümlülüğünü tamamen ortadan kaldırmaz; bu durum sadece nafaka miktarının takdirinde etkili olabilir. Davacının (kadının) gelirinin bulunması, ona tedbir nafakası bağlanmasını engelleyici bir hal değildir.Hâkim, eşlerin birlikte yaşarken sürdürdükleri hayat seviyesini ayrı yaşamaları halinde de korumaları gerektiğini gözetmeli; “hakkaniyet” ilkesine uygun bir nafaka takdir etmelidir.

Somut olay yönünden yapılan değerlendirme sonunda çoğunlukça; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler ile yargısal uygulama gözetildiğinde, özellikle ayrı yaşam hakkını kazanan kadın için tedbir nafakası verilmesinin yıllardır kabul gördüğü; ayrı yaşayan eşin ekonomik durumu iyi olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yukarıda açıklanan hükümlerine göre az veya çok katkıda bulunacağı; kadının gelir durumunun ancak takdir edilecek nafaka miktarına etkili olabileceği görüşü benimsenerek, sonuçta davacı kadın yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi gerektiği oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar gözetilerek, ayrı yaşamakta haklı olan davacı eş için de hakkaniyet uygun bir miktar tedbir nafakasına hükmolunması gerekirken, istemin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının açıklanan nedenlerle bozulması gerekir.

B-Davalı vekilinin çocuk için hükmedilen iştirak (reşit olunmakla yardım) nafakasına yönelik temyizine gelince;

Yukarıda açıklandığı üzere yapılan ilk oylamada bozma ilamının son cümlesindeki “kabule göre” ibaresi çıkarılarak bozma kapsamına alınan bu bozma nedenine yönelik temyiz incelemesinde çocuk hakkında hükmedilen nafaka miktarının fahiş olup olmadığı hususunun ayrıca oylanması sonucunda; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca da Özel Daire bozma kararı benimsenmiş olmakla; bozmaya uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle de direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Yukarıda;

1- (I). bölümde açıklanan nedenlerle bozma ilamının son cümlesinde sehven yer verilen “kabule göre” ibaresinin bozma metninden çıkarılmasına, oyçokluğu ile;

2- (II).bölümde (A) başlığı altında açıklanan gerekçelerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; tedbir nafakasına ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğu ile;

3- (II).bölümde (B) başlığı altında açıklanan gerekçelerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; iştirak (reşit olunmakla yardım) nafakasına ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğu ile; 23.11.2011 gününde karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • MUVAZAALI DEVİR,AKRABALIK İLİŞKİSİNİN ETKİLİ OLMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E.N. 2013/17-224
K.N. 2013/1478
K.T. 23.10.2013

> TASARRUFUN İPTALİ– MUVAZAA –TANIK BEYANLARI.

2004/m.277

ÖZET : Dava, tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Uyuşmazlık, takip konusu alacağın muvazaalı olup olmadığı ile varılacak sonuca görede, tasarrufun iptaline karar verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır. Davalı-borçlunun kızının davacı-alacaklının kardeşi ile evli olması ve aradaki akrabalık bağı alacağın gerçek olmadığının kabulü için yeterli olmadığı gibi; davalı tanıkları davacı ve borçluyu tanımamakta olup, davacı tanığının alacağın muvazaalı olduğu yönünde beyanı bulunmamaktadır. Öte yandan takip, dava konusu tasarruftan sonra yapılmış olmakla beraber borcun, iptali istenen tasarruftan önce doğmuş olması ve ayrıca davalı-üçüncü kişi tarafından davalı-borçluya gönderilen ihtarnamenin, davalı-borçlu hakkında takipten sonra olması ve elatmanın önlenmesi davasının, iş bu tasarrufun iptali davasından sonra açılmış ve davalı-borçlunun davalı-üçüncü kişiye sattığı evde tahliye ve hacze kadar oturması gözetildiğinde, takip konusu alacağın muvazaalı olduğunu kabule imkan bulunmamaktadır.

DAVA : Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Hatay 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 05.07.2011 gün ve 2010/15 E. 2011/173 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 29.11.2011 gün ve 2011/9587 E. 2011/11396 K. sayılı ilamı ile;

( … Hükmüne uyulan Dairemizin bozma ilamında özetle, dosya kapsamındaki 20.3.2007 tarihli haciz tutanağının İİK 105. madde anlamında geçici aciz belgesi niteliğinde olduğu kabul edilerek davanın esası hakkında toplanacak delillere göre karar verilmesi gerekirken aciz belgesinin süresi içerisinde sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesinin isabetli olmadığı hususuna değinilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda iddia savunma toplanan delillere göre; davacının, borçlunun kızının kocasının kardeşi olduğu, borçlunun davacı tarafından yapılan icra takibine itiraz etmeyerek takibin kesinleşmesini sağladığı, icra takibinin tasarruf tarihinden sonra yapıldığı, dava konusu taşınmazın satışından sonra davalı E.’nin borçlu aleyhine meni müdahale ve ecri misil davası açtığı, davanın kabulüne karar verildiği, davalı N.’nin davacıya borcunun bulunmadığı, bu nedenle davanın görülebilirlik şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, İİK 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece takip konusu alacağın gerçek bir alacak olmadığı bu nedenle davanın görülebilirlik koşulu bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmemektedir. Takip konusu borç 10.1.2006 tanzim tarihli nakten kaydıyla düzenlenen toplam bedeli 90.000,00 TL olan üç adet bonoya dayalı olup takibe 6.3.2007 tarihinde başlanmış, 20.3.2007 tarihinde borçlunun evinde haciz yapılmış, 26.6.2007 tarihinde de üç adet taşınmazına haciz konulmuştur. Her ne kadar borçlunun kızı, davacının kardeşi ile evli ise de aradaki dünür ilişkisi alacağın muvazaalı olduğunun kabülü bakımından yeterli değildir. Kaldı ki davalı E.’in tanıklarından İ. A. ve N. M. davacı ve borçluyu tanımadıklarını, aralarındaki ilişkiyi bilmediklerini, tanık A. K.’ın da benzer beyanda bulunduğu, diğer beyanlarının ise başkalarından duyduklarından ibaret olduğu, tanık T. A.’ın davacıyı tanımadığını beyan etmesine rağmen ekonomik durumu hakkındaki beyanlarıyla çelişki yarattığı ve bu çelişkinin giderilmediği, davacı tanığı A. B.’nın takip konusu alacağın muvazaalı olduğu yönünde beyanının olmadığı anlaşılmaktadır.

Mahkemenin gerekçesinde yer alan diğer olgularda dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmemektedir. Takip, dava konusu tasarrufundan sonra yapılmış olmakla beraber borç, iptali istenen tasarrufdan önce doğmuştur. Davalı E. tarafından davalı borçluya gönderilen 13.3.2007 tarihli ihtarname, borçlu hakkında başlatılan 6.3.2007 tarihli takipten sonra olduğu gibi meni müdahale ve ecrimisil davası da 2.4.2007 tarihinde açılan tasarrufun iptali davasından sonra 24.4.2007 tarihinde açılmış ve borçlu 11.10.2006 tarihinde davalı E.’e sattığı evde 21.5.2010 tarihli tahliye ve hacze kadar oturmuştur.

Dosyadaki maddi ve fiili olgular birlikte değerlendirildiğinde davalı E. M.’nin, takip konusu alacağın muvazaalı olduğunu, davacının gerçek bir alacağının olmadığını ispatlayamadığından davanın esasına girilerek dava konusu tasarrufun İİK 277,278,279,280. maddeler gereğince iptale tabi olup olmadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.
Kabule göre de dava önşart yokluğu nedeniyle reddedildiğinden davalı 3.kişi yararına maktu vekalet ücreti takdiri gerekirken nisbi vekalet ücreti verilmesi de doğru değildir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
Davacı-alacaklı R. O. vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı/borçlu N. S.’e verdiği borç para karşılığı olan senet bedellerinin ödenmemesi nedeniyle kambiyo senetlerine mahsus icra yoluyla takip yapıldığı ve takibin kesinleştiğini, davalı-borçlunun haczi kabil hiçbir malı bulunamadığını ve geçici aciz vesikası mahiyetindeki haciz tutanağı düzenlendiğini, borçlunun sahip olduğu gayrimenkulü alacaklılardan mal kaçırmak kasdı ile devretmesi nedeniyle bu tasarrufun iptalini talep etmek zorunluluğu doğduğunu, gayrimenkulün değerinin tapuda gösterilen değerden çok daha fazla olması ve devreden kişinin taşınmazda oturmaya devam etmesinin yapılan satışın, gerçek bir satış olmadığını gösterdiğini beyanla, dava konusu taşınmazın davalı/borçlu N. S.’nin yakın arkadaşı olan E. M.’na satışı şeklinde yaptığı tasarrufun, davacı yönünden iptali ve davacıya taşınmaz üzerinde cebri icra yapabilme yetkisinin verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı-üçüncü kişi E. M. vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının alacağının gerçek olmadığı, hem dava hem de icra takibinin muvazaalı olduğunu, davacı ile diğer davalının kendisine karşı anlaşmalı olarak aralarında senet düzenleyerek icra takibi yapıp ve bu davayı açtığını, satın aldığı evin elinden alınmak istendiğini, davacıya karşı açtığı men’i müdahale davasının kabul edilmesinin evin satışının gerçek olduğunun göstergesi olduğunu, icra dosyasında sözde borçlunun taşınmaz malları haczedildiğinden davacının elinde dava koşulu olan aciz vesikasının olmadığını, borçlunun ekonomik durumunu bilecek durumu olmadığından iyiniyetli olduğunu, ayrıca üzerinde haciz ve ipotekler bulunan taşınmazın bu takyitler dikkate alındığında gerçek değerinden satın alındığının açık olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı-borçlu N. S., yazılı veya sözlü beyanda bulunmamıştır.

Mahkemece, davacının aciz vesikasını temin etmediği gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından “davalı-borçlunun üzerine haciz konulan taşınmazlarındaki hisse oranları ve üzerlerinde önceden mevcut takyitler nedeniyle borçlarını karşılayamayacağının anlaşıldığı ve haczi kabil malı bulunmadığı yazılı 20.03.2007 tarihli haciz tutanağının geçici aciz belgesi niteliğinde olduğu” gerekçesiyle bozulmuş; mahkemece, bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama sonunda bu kez; “tasarrufta bulunan borçlunun, davacı alacaklıya borcunun bulunmadığı” gerekçesiyle davanın, dava şartı yokluğundan reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş; mahkemece “davacının, borçlu ile üçüncü kişi arasındaki tasarruf işleminin muvazaalı olduğu yönünden yeterli delil sunmadığı, ancak davalı tanıklarının beyanlarını hükümden düşüren bir neden bulunmadığı gibi davacı-alacaklı ile davalı-borçlu arasında akrabalık ilişkisi bulunması, davalı-borçlunun akrabası davacı-alacaklı tarafından yapılan takibe itiraz etmeyerek kesinleştirmesi, icra takibinin tasarruf tarihinden sonra olması ve üçüncü kişinin açtığı men’i müdahale davasının kabulüne karar verilmiş olması hususları değerlendirildiğinde, davalı-borçlunun davacıya borcunun bulunmadığı, bu nedenle davanın görülebilirlik şartının gerçekleşmediği” gerekçesiyle davanın reddine dair hükümde direnilmiştir.

Direnme kararı davacı-alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, takip konusu alacağın muvazaalı olup olmadığı ile varılacak sonuca görede, tasarrufun iptaline karar verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, kanun koyucu ilke olarak borçlunun alacaklısından mal kaçırmak amacı ile yaptığı işlemleri ne muvazaa nedeniyle; ne de mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu ( BK )’nun 20. maddesi gereğince hükümsüz kabul etmemiştir. Zira kanun, mal kaçırmak suretiyle alacaklılara zarar verilmesini, ahlak ve adaba aykırı saymamış; sadece bu tip devirleri bazı özel hükümlere tabi kılmakla yetinmiştir. ( Andreas Von Thur: Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cilt: 1-2, Çev-Cevat Edege, Yargıtay Yayını, No:15-Ankara 1980, s:200/201 ). Bu tür işlemlerin muvazaalı olarak değil, fakat inançlı olarak kabulü gerekir. Çünkü cebri icra tehlikesinden kurtulmak, ancak mülkiyetin devrini ciddi olarak istemekle kabildir ( a.g.e s:276 ).
Bu doğrultuda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ( İİK )’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen iptal davaları, borçlu tarafından ciddi ve geçerli olarak yapılmış bazı tasarruf muamelelerinin hükümsüz kılınması için açılır.
Tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı davadır.
Alacaklı tarafından açılan böyle bir dava ile cebri icra yolunun tamamlanması amaçlanır. Önemle belirtmelidir ki, amaç; yapılan tasarrufların butlanına hükmedilmesi olmakla birlikte, burada maddi hukuk anlamında bir butlan söz konusu değildir. Zira, sözü edilen tasarruf, temelinde geçerli bir tasarruftur. Açılan dava kanıtlandığı takdirde tasarruf tamamen iptal edilmez. Sadece dava konusu mal borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış addedilerek, alacaklı bu malı haczettirerek sattırıp, satış bedelinden alacağını elde etme olanağını bulur.
Diğer bir ifadeyle iptal davası ve iptal kararının, müktesibin borçludan yaptığı iktisaba etkisi bulunmayıp, dava sonunda mülkiyetin el değiştirmesi söz konusu değildir.
Dolayısıyla, tasarrufun iptali sadece, bu davayı açan alacaklının, kendisini zarara uğratmak kastıyla hareket eden borçludan cebri icra yoluyla alacağını tahsiline olanak sağlayan bir yoldur.
Belirtildiği üzere, davacının bu tür davalardaki amacı, elde edemediği alacağını tahsil edebilmek için hukuksal işlemin kendisi yönünden geçersizliğini sağlamaktır.
Açıklanan amaç ve dava sonunda elde edilecek menfaat gözetildiğinde, tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için; alacaklının borçluda gerçek bir alacağının olması, borcun tasarruftan önce doğması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması ve borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunması gereklidir.
Sayılan bu koşullardan “alacaklının borçluda gerçek bir alacağının olması” koşulunun irdelenmesi, somut olayın çözümünde önem taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, iptal davası hukuki niteliği itibariyle, dava konusu malın aynına ilişkin olmayıp, şahsi bir davadır. Bunun doğal sonucu olarak da, dava ve tasarrufa konu mal, devir alanın mal varlığından çıkartılarak borçlunun mal varlığına iade edilmez. Sadece alacaklıya malın bedelinden alacağını alma imkanı sağlar.
Bu davada, İİK’nun 277 ve devamı maddelerinde öngörüldüğü gibi borçlunun mevcudunu azaltmaya yönelik tasarrufları iptal ettirilerek, anılan Kanun’un 283. maddesi hükmüne göre de, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan bu taşınmazın haciz ve satışı istenebilir. Diğer söyleyişle bu dava alacaklıya borçlunun mal kaçırma amacıyla yaptığı tasarrufla ilgili mal üzerinde “alacak miktarı ile sınırlı olmak üzere” alacağın tahsilini sağlama yetkisini verir.
Bu özelliklerin doğal sonucu olarak davanın görülebilirlik şartlarından birisi alacağın varlığı diğer söyleyişle tasarrufta bulunan kişinin borçlu olması, bir diğeri de alacağın aciz vesikasına bağlanmış olmasıdır. Bu özelliği nedeniyle aciz nedenine dayalı tasarrufun iptali davasında davalı 3. kişi aciz belgesine dayanan alacağın gerçekte olmadığını iddia ve ispat edebilir ( Prof D. Baki Kuru- İcra ve İflas Hukuku, c:4,sh: 3506 v.d ). Çünkü dava şartlarından birisi de tasarrufta bulunan kişinin borçlu olması gereğidir. Eğer tasarrufta bulunanın alacaklıya gerçek bir borcu olmadığı iddia ediliyorsa, bu durumda tasarruf sahibinin öncelikle borçlu sıfatı çözümlenmelidir. Bu nedenledir ki, üçüncü kişi-davalının, borcun gerçek olmadığı iddiası ve muvazaanın varlığı yönündeki savunmasının araştırılmasında zorunluluk vardır.
Aksi takdirde, takip alacaklısıyla anlaşarak veya nasıl olsa kendisinin borca batık olması nedeniyle gerekli çabayı göstermeyerek icra takibine itiraz etmeyen, itiraz üzerine durması söz konusu olmayan kambiyo senetlerine dayalı takibe karşı menfi tespit davası açmayan takip borçlusunun bu davranışı karşısında borçludan mal edinen üçüncü kişilerin yargı eliyle zarara uğratılması söz konusu olur ki, bunun kabulüne olanak yoktur. Hatta tasarrufta bulunurken borçlu olmayan kötü niyetli kişilerin malvarlığındaki bir unsuru iyi niyetli üçüncü kişilere devrettikten sonra hileli işbirliği halinde olduğu kimselere eski tarihli borç senedi vererek elinden çıkardığı malları iptal davası yoluyla dolaylı olarak geri alması dahi imkan dahiline sokulabilir. Elbette ki bunlar kanunun amaçladığı durumlar değildir. Tasarrufun iptali davalarında alacaklıya alacağını tahsil olanağı sağlanırken bu alacaklının alacağının şeklen varlığının değil, gerçekliğinin amaçlandığını göz ardı etmemek gerekir.
Tasarrufun iptali davalarına ilişkin olarak yukarıda açıklanan ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2002 gün 2002/15-495 E. 2002/528 K.; 14.04.2004 gün 2004/15-182 E. 2004/220 K.; 13.10.2010 gün 2010/17-398 E. 2010/497 K. ve 29.02.2012 gün 2012/17-49 E. 2012/114 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Sonuç olarak tasarrufun iptali davasının görülebilirlik şartlarından biri olan “alacağın varlığının gerçek olması” hususunun araştırılmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Yapılan açıklamaların ışığında somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacı-alacaklı tarafından davalı-borçlu aleyhine 10.01.2006 tanzim tarihli nakden kaydıyla düzenlenen toplam bedeli 90.000 TL olan üç adet bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus yol ile 06.03.2007 tarihinde başlatılan takibin kesinleştiği, 20.03.2007 tarihinde borçlunun evinde haciz yapıldığı ve 26.06.2007 tarihinde üç adet taşınmazda bulunan hisselerine haciz konulduğu, dava konusu taşınmazın 11.10.2006 tarihinde satışının yapıldığı, taşınmazı satın alan üçüncü kişi tarafından davalı-borçlu aleyhine 13.03.2007 tarihinde gönderilen ihtarnameye istinaden 24.04.2007 tarihinde açılan elatmanın önlenmesi davasının kabulü ve kesinleşmesi sonrasında taşınmazın 21.05.2010 tarihinde boşaltılarak üçüncü kişiye teslim edildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü yönünden belirtilmelidir ki, davalı-borçlunun kızının davacı-alacaklının kardeşi ile evli olması ve aradaki akrabalık bağı alacağın gerçek olmadığının kabulü için yeterli olmadığı gibi; davalı tanıkları davacı ve borçluyu tanımamakta olup, davacı tanığının alacağın muvazaalı olduğu yönünde beyanı bulunmamaktadır. Öte yandan takip, dava konusu tasarruftan sonra yapılmış olmakla beraber borcun, iptali istenen tasarruftan önce doğmuş olması ve ayrıca davalı-üçüncü kişi tarafından davalı-borçluya gönderilen 13.03.2007 tarihli ihtarnamenin, davalı-borçlu hakkında 06.03.2007 tarihli takipten sonra olması ve elatmanın önlenmesi davasının, iş bu tasarrufun iptali davasından sonra 24.04.2007 tarihinde açılmış ve davalı-borçlunun 11.10.2006 tarihinde davalı-üçüncü kişiye sattığı evde 21.05.2010 tarihli tahliye ve hacze kadar oturması gözetildiğinde, takip konusu alacağın muvazaalı olduğunu kabule imkan bulunmamaktadır.

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından; takip konusu bonoların tanzim ve vade tarihleri ile takip tarihinin, tarafların akraba oluşları ile birlikte değerlendirilmesi sonucunda, borcun gerçek olmadığının kanıtlandığı, bu nedenle direnme kararının doğru olduğu belirtilmiş ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle kabul edilmemiştir.

Sonuç olarak; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle borcun iptali istenen tasarruftan önce doğmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.10.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 20 Oca 2015, 14:13


eşler arasında yapılan mal ortaklığı sözleşmesi geçmişe etkili olarak uygulanmaz

Yargıtay 8.Hukuk Dairesi

2010-6262 esas ve 2011-3497 karar sayılı 16.06.2011 tarihli kararı

-Mal ayrılığı

-Edinilmiş mallara katılma rejimi

-Geçmişe etkili sözleşme

Özet: Taraflar 07.03.1990 tarihinde evlenmiş, açılan boşanma davasının 27.05.2009 tarihinde kesinleşmesiyle, evlilik birliği son bulmuştur. Başka mal rejimi seçildiği ileri sürülmedikçe, eşler arasında evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten itibaren bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri taktirde bu tarihten, mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Evlilik birliği içinde edinilerek davalı eş adına kayıtlı olan bağımsız bölümünün, taraflar arasında düzenlenen mal ortaklığı sözleşmesi uyarınca davacının evlilik birliğine sağladığı katkı nedeniyle, davalı adına yapılan kaydın iptal edilerek davacı adına 1/2 pay ile tapuya tesciline karar verilmesi talep edilmiş ise de, taraflar arasında yapılan mal ortaklığı sözleşmesinin geçmişe etkili olarak uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Eşler  kanunun tanıdığı bir yıl içinde geçmişe etkili bir biçimde edinilmiş mallara katılma rejimi dışında yine kanunun tanıdığı başka bir mal rejimini (mal ortaklığı, mal ayrılığı veya paylaşmalı mal ayrılığı rejimlerinden birini) evlenme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere seçemez ve belirleyemezler. Dava konusu taşınmaz evlilik birliği içinde 26.11.1999 tarihinde edinilerek davalı eş adına kayıtlandığına ve bu dönemde eşler arasında 743 sayılı TKM’ye göre mal ayrılığı rejimi geçerli bulunduğuna göre, taraflar arasındaki uyuşmazlığın Borçlar Kanunu genel hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir.

Sonuç olarak; dava konusu taşınmaz evlilik birliği içinde 26.11.1999 tarihinde edinilerek davalı eş adına kayıtlandığına ve bu dönem 743 sayılı TMK’nın 170.maddesine göre eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu döneme ilişkin bulunduğuna göre, taraflar arasındaki uyuşmazlığın Borçlar Kanununun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekirken; mahkemece dava konusu taşınmazın edinildiği döneme ilişkin olarak yok hükmünde bulunan sözleşmeye dayanılarak davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.

Davalı vekilinin itirazlarının açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan  kabulüyle usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün HMK’nın 428.maddesi uyarınca (BOZULMASINA), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 16.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.