Etiket arşivi: GERİ

Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • KREDİ KARTINI KULLANIP GERİ ÖDEMEME, GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA

T.C
YARGITAY
8.CEZA DAİRESİ
ESAS NO: 2012/26143
KARAR NO: 2013/19202

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine ancak:

Mağdur F…’nın kredi kartıyla iki ayrı iş yerinden alış veriş yapıldığının anlaşıldığı olayda iş yeri sahiplerinin yapılan işlemler sonucu mağdurun uğradığı zararı iade ettikleri, sanığın da giyim mağazasından aldığı eşyaları soruşturma aşamasında işyerine iade ettiğinin anlaşılması ve mağdurun sanık hakkında TCK.nun 168. maddesinde düzenlenen indirim hükmünün uygulanmasına rıza gösterdiğini beyan etmesi karşısında sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması hususunda olumlu olumsuz bir karar verilmemesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMA- SINA), 26.06.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2012/2546
KARAR NO. 2013/9485
KARAR T. 6.6.2013

> BAŞKASINA AİT KREDİ KARTININ İZİNSİZ KULLANILMASI — YARAR SAĞLAMA — ETKİN PİŞMANLIK — SANIK VE KATILANIN AKRABA OLUP İSİMLERİNİN BENZER OLMASI

ÖZET : Başkasına ait banka veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama suçunda; katılanla akraba olduğu anlaşılan sanığın tüm aşamalarda kendisinin hsbc bankasına kredi kartı için müracaat ettiğini ve teslim edilen kartın kendisine ait olduğunu zannederek alıp kullandığını savunması, katılanın isminin sanığın ismiyle benzer olup kredi kartının teslimi sırasında kurye tarafından düzenlenen formda sanığın adının H. Hüsnü A. olarak yazılmasına rağmen sanığın ise Hüsnü A. gerçek ismiyle imzalayarak kartı teslim aldığı, banka cevabi yazısına göre sanığın kredi kartı talebinde bulunduğu ve bunun aynı gün red edildiğinin belirtilmesi ve sanığın baştan itibaren harcamaları kendisinin yaptığını kabul etmesi karşısında, sanığın suç kastının belirlenmesi bakımından; bankadan kredi kartı talebine dair başvurunun reddedildiği hususunun sanığa tebliğ edilip edilmediği ve varsa belgesinin celbiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine eksik inceleme sonucu karar verilmesi yasaya aykırıdır. Bankanın cevabi yazısına göre kredi kartı borcunun kurye firması tarafından ödendiği, sanığın da temyiz dilekçesinde kartın teslimini yapan kuryeye 6 ay içinde ödemede bulunduğunu beyan etmesi karşısında kartın kullanımından doğan zararın sanık tarafından giderilip giderilmediği ve yapılmışsa ödeme tarihleri araştırılıp sonucuna göre etkin pişmanlık hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Gereği düşünüldü:

1- )Katılanla akraba olduğu anlaşılan sanığın tüm aşamalarda kendisinin hsbc bankasına kredi kartı için müracaat ettiğini ve teslim edilen kartın kendisine ait olduğunu zannederek alıp kullandığını savunması, katılanın isminin sanığın ismiyle benzer olup kredi kartının teslimi sırasında kurye tarafından düzenlenen formda sanığın adının H. Hüsnü A. olarak yazılmasına rağmen sanığın ise Hüsnü A. gerçek ismiyle imzalayarak kartı teslim aldığı, banka cevabi yazısına göre 14.11.2006 tarihinde sanığın kredi kartı talebinde bulunduğu ve bunun aynı gün red edildiğinin belirtilmesi ve sanığın baştan itibaren harcamaları kendisinin yaptığını kabul etmesi karşısında, sanığın suç kastının belirlenmesi bakımından;anılan bankadan kredi kartı talebine dair başvurunun reddedildiği hususunun sanığa tebliğ edilip edilmediği ve varsa belgesinin celbiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi yasaya aykırı,
Kabule göre de:

2- )Hsbc bankasının cevabi yazısına göre kredi kartı borcunun kurye firması tarafından ödendiği, sanığın da temyiz dilekçesinde kartın teslimini yapan kuryeye 6 ay içinde 500,00 TL ve 850,00 TL olmak üzere 1350,00 TL ödemede bulunduğunu beyan etmesi karşısında: kartın kullanımından doğan zararın sanık tarafından giderilip giderilmediği ve yapılmışsa ödeme tarihleri araştırılıp sonucuna göre T.C.K.nun 168. maddesindeki etkin pişmanlık hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmasında zorunluluk bulunması,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 06.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
11.CEZA DAİRESİ
Esas No: 2004/1005
Karar No: 2005/1153
Karar Tarihi: 16.03.2005

ÖZET : Sanıkların, nakit para çekmek amacıyla şikayetçiden teslim aldıkları kredi kartıyla çektikleri parayı ödememelerinin yanında, aldıkları kartı da iade etmeyip inkar etmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunun işlendiğinin iddia olunup, mahkemece de kabul edilmesine rağmen kartın iade edilmemesinin yüklenen suçu oluşturup oluşturmayacağının karar yerinde tartışılmaması isabetsizdir.

Güveni kötüye kullanmak suçundan sanıklar a ve b’in yapılan yargılamaları sonunda: Beraatlarına dair BURSA 6. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 15.4.2002 gün ve 2000/1447 Esas, 2002/308 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi katılan vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığının onama isteyen 14.1.2004 tarihli tebliğnamesi ile daireye gönderilmekle, incelenerek gereği görüşüldü:

anıkların, nakit para çekmek amacıyla şikayetçiden teslim aldıkları kredi kartıyla çektikleri parayı ödememelerinin yanında, aldıkları kartı da iade etmeyip inkar etmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunun işlendiğinin iddia olunup, mahkemece de kabul edilmesine rağmen kartın iade edilmemesinin yüklenen suçu oluşturup oluşturmayacağının karar yerinde tartışılmaması,

SONUÇ: Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak CMUK.nun 321 nci maddesi uyarınca BOZULMASINA, 16.3.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 8:36 pm


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • İŞÇİYE YANLIŞLIKLA YAPILAN FAZLA ÖDEMENİN GERİ ALINMASI DAVASI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/590
KARAR: 2014/117

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 06.12.2011 gün ve 2006/362 E., 2011/381 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.04.2012 gün ve 2012/3711-11050 sayılı ilamı ile;

(…Dava, davacı kurumda çalışan davalıya hatalı intibak işlemi nedeniyle yapılan fazla ödemenin istirdadı istemine ilişkin olup, mahkemece açık hata, davalının gerçek dışı beyanı ve hilesi bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.

BK.nun 62. maddesinde, borçlu olmadığı şeyi rızası ile ödeyen kimsenin yanlışlığa düştüğünü ispat ettiği takdirde ödediğini geri isteyebileceği düzenlenmiştir. Yine, Hukuk Genel Kurulunun 25.12.1984 tarih ve 1982/13-387 E.,1984/997 K. sayılı kararında herhangi bir şart tasarrufa dayanmayan salt hatalı ödemelerin idare tarafından BK.nun sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri istenebileceği düzenlenmiştir. Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 gün ve 1968/8 E. – 1973/14 K. Sayılı kararı ise idarenin "şart tasarrufuna" ilişkindir.

O halde somut olayda mevzuata aykırı yapılan hatalı ödemenin iadesi istendiği gözetilerek, alacağın Borçlar Hukukunun sebepsiz iktisap kuralları çerçevesinde istenip istenmeyeceği tartışılarak sonucu uyarınca bir karar verilmelidir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, davacı kurumda çalışan davalıya hatalı intibak işlemi nedeniyle yapılan fazla ödemenin istirdadı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalının 3 yıllık yüksekokul mezunu olmasına rağmen 20/05/2002 tarihinde müdür yardımcısı görevine yükseltilmesi sırasında 4 yıllık yüksekokul ve fakülte mezunu mühendis teknik lisansiyer olarak görev yapan müdür yardımcıları ücret skalasında yer alan ücret seviyesine getirilerek bu seviyeden ücret ödendiğini, bunun açık bir hata olduğunu, bu suretle davalıya 7.617,42 TL. fazla ödeme yapıldığını, fazla ödemenin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, fazla yapıldığı ileri sürülen ödemenin maaşından kesilmesi ile ilgili olarak idari işlemin iptali istemi ile Ankara 12. İdare Mahkemesi’nde dava açtığını ve davanın halen derdest olduğundan sonucunun beklenilmesi gerektiğini, fazla ödendiği iddia olunan miktarın idarede istikrar esaslarına göre geri iadesine yasal olanak bulunmadığını, kazanılmış hakların muhafaza edilmesi gerektiğini, istemin 22/12/1973 tarihli Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurul Kararına da aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile hüküm bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalıya yapılan ödemelerin herhangi bir şart tasarrufa dayanmayan salt hatalı ödemeler olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre de davacı idare tarafından yapılan ödemelerin 818 sayılı Borçlar Kanununun sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenilip istenilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Genel Kurul görüşmeleri sırasında işin esasının incelenmesinden önce, davalıya hatalı yapıldığı iddia edilen ödemelerin tahsiline yönelik idari işlemin iptali için İdare Mahkemesinde açılan davanın sonucunun beklenilmesinin gerekip gerekmediği önsorun olarak incelenmiş ve İdare Mahkemesi’nde açılan davanın niteliğinin eldeki davadan farklı olduğundan bahisle idare mahkemesi kararının beklenilmesinin gerekmediği oyçokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Öncelikle, şart tasarruf kavramı üzerinde durulmalıdır;

İdari işlemlerin maddi bakımdan ayırımı, konu ve içerik itibariyle yapılan ayırımdır. Bu yönden idari işlemler “kaide tasarruf” (kural işlem), “sübjektif tasarruf” (sübjektif işlem; birel işlem) ve “şart tasarruf” (koşul işlem) olmak üzere üçe ayrılırlar.

Şart tasarruflar, önceden belirlenmiş hukuk kurallarının kişiler hakkında uygulanmasına dair işlemlerdir. Bu tür işlemler, hukuk düzeninde değişiklik yapmazlar; yalnızca kişilerin durumunda değişiklik yaparak onları bir durumdan başka bir duruma geçirirler. Şart tasarruflar, kişisel bir hukuki durum yaratmaları bakımından geniş anlamda sübjektif tasarruflar kapsamında olmalarına karşın, “konu” bakımından hukuk aleminde bir değişiklik yapmayıp, yalnızca hak sahibi süje bakımından bir yenilik ve değişiklik doğurmaları itibariyle, dar anlamda sübjektif tasarruflardan ayrılırlar (Celal Karavelioğlu, İdari Yargılama Usulü Kanunu, 1999, s. 13, 14).

27.01.1973 günlü 6/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; hatalı intibak gibi bir şart tasarrufun sonradan idare tarafından geri alınması halinde, daha önce bu şart tasarrufa dayanılarak memura yapılmış olan fazla ödemelerin nedensiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri istenmesinin idare hukuku ilkelerine göre mümkün olup olmadığı konusu ile ilgili olup, sonuçta, yokluk ile mutlak butlan durumları ayrık olmak ve kişinin gerçek dışı beyanı veya hilesi ile sebebiyet vermemiş olmak kaydıyla, idarenin yanlış şart tasarrufu (özellikle yanlış intibak işlemini) ancak iptal davası süresi içinde geriye yürür şekilde geri alabileceği, bu süre geçtikten sonra yanlış tasarrufun geri alınması halinde geri alma gününe kadar doğmuş durumların, parasal sonuçları da dahil olmak üzere, hukuken kazanılmış durum olarak tanınması gerektiği, sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanılarak geri istenemeyeceği içtihat edilmiştir.
Bu içtihadı birleştirme kararının, idare tarafından yapılan bütün ödemelere uygulanması halinde, idarenin haksız iktisap kurallarından hiçbir zaman yararlanamaması ve memurların yapmış oldukları bütün hatalı ödemelerin idare tarafından gerek ödeme yapılan kişilerden, gerekse ödemeyi yapan görevlilerden geri alamaması gibi bir sonuç doğar ki, idareyi işlemez ve iş göremez bir duruma sokacak olan böyle bir sonucun hukukça savunulması mümkün değildir.

Bu nedenle, İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamı dışında kalan ve herhangi bir şart tasarrufa dayanmayan ödemelerin, idare tarafından Borçlar Hukukunun haksız iktisap kurallarına dayanılarak geri istenebileceğinin kabulü gerekir (HGK’nun 07.03.2012 gün ve 2011/3-809 E., 2012/125 K. sayılı ilamı).

Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince; Türkiye Elektrik Kurumu Genel Müdürlüğü A.Ş.’de çalışmakta iken ilgili yönetmelik uyarınca 3 yıllık yüksek okul mezunlarına 4 yıllık fakülte mezunları gibi müdür yardımcılığına atanabilmelerine imkan tanınması üzerine, davalının da müdür yardımcısı olarak atanmasının yapıldığı, ancak maaşı hesaplanırken 3 yıllık yüksekokul mezunu müdür yardımcıları ücret skalasından hesaplanması gerekirken ilgili memurun maddi hatası sonucu 4 yıllık fakülte mezunları için hesaplanan ücret skalasından ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere somut olayda sözkonusu olan memurun atama işlemine ilişkin şart tasarrufun değerlendirilmesi değil, ücret ödemesine ilişkin yapılan maddi hatanın giderilmesi talep edilmektedir.
Az önce de belirtildiği üzere, şart tasarruf, önceden belirlenmiş hukuk kurallarının kişiler hakkında uygulanmasına dair işlemlerdir. Bu tür işlemler, hukuk düzeninde değişiklik yapmazlar; yalnızca kişilerin durumunda değişiklik yaparak onları bir durumdan başka bir duruma geçirirler. Bu nedenle bir şart tasarrufa dayanılarak yapılan yanlış intibak ve ödemeler yokluk ile mutlak butlan durumları ayrık olmak ve kişinin gerçek dışı bildirimi veya hilesi ile sebebiyet vermemiş olmak kaydıyla yönetim; yanlış şart tasarrufunu, ancak iptal davası ya da yasalarda özel süre varsa bu süre içinde yahut iptal davası açılmışsa dava sonuna kadar geriye yürür biçimde geri alabilir. Bu süreler geçtikten sonra yanlış işlemin geriye alınması halinde geri alma gününe kadar doğmuş durumların, parasal sonuçları da dahil olmak üzere hukuken kazanılmış durum olarak tanınması gerekir.

Ne var ki, somut olayda hatalı ödemeye ilişkin olarak ortada, salt hatalı ödeme işlemi bulunmakla, idarenin bu işlem nedeniyle sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanarak, genel mahkemede dava açması olanaklıdır. Ortada bir şart tasarruf bulunmadığından, şart tasarrufun varlığı halinde uygulanacak ilkelerin somut olay yönüyle uygulama yeri yoktur.

Öyle ise, söz konusu ödeme davalı yönünden nedensiz zenginleşme olup, burada, idare hukukunun idari kararların geri alınmasıyla ilgili kurallarının uygulanmasına olanak yoktur.

Hal böyle olunca, hiçbir hukuki dayanağı olmayan, şart tasarrufa da konu olmayan hatalı ödemelerin, borçlar hukukunun sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri alınmasına karar verilmesi gerekir.

Mahkemece aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, karar bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 40/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.02.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Sal Mar 03, 2015 11:55 am


Mesleki Konular ve Haberler • ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER GERİ DÖNDÜ – HSYK KARARI

T.C.
HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU
BİRİNCİ DAİRESİ

Ağır Ceza Mahkemelerinin Görev Alanına Giren Bir Kısım Suçlarda İhtisaslaşmaya Gidilmesine İlişkin Duyuru

02/12/2014 tarihli ve 6572 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 39 uncu maddesiyle, 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 9 uncu maddesinin 5 inci fıkrasına eklenen, “Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak daireler arasındaki iş dağılımı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmakla yükümlüdür. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca iş dağılımının yapıldığı tarih itibarıyla görülmekte olan davalarda daireler, iş bölümü gerekçesiyle dosyaları diğer bir daireye gönderemez.” hükmüyle, genel bir düzenleme olarak mevzuatımıza giren ceza mahkemelerinde ihtisaslaşma hususu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesince görüşülerek;

5235 sayılı Kanun’un 9 uncu maddesinin 5 inci fıkrasının, “İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır…” hükmüne istinaden, ceza mahkemelerinde iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde mahkemelerin birden fazla dairesinin oluşturulabildiği; bu durumda mahkemeye gelen işlerin niteliğe göre değil sayıya göre tevzi edildiği, mevcut uygulamanın bir mahkeme veya hâkimi birbirinden farklı dava konularını çözme zorunluluğunda bırakarak yargılamanın makul sürede bitmemesine ve ağır işlemesine neden olabildiği; günümüzde her alanda olduğu gibi ceza mahkemelerinde de ihtisaslaşmaya ihtiyaç olduğu, hukuk mahkemelerinde öteden beri var olan ihtisaslaşmanın özel ceza kanunlarındaki (5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5187 sayılı Basın Kanunu gibi) düzenlemeler uyarınca ceza mahkemelerinde de uygulandığı,

Anayasamızın 37 nci maddesinde düzenlenen ve teminat altına alınan “Kanuni hâkim güvencesi” ilkesine uygun olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen usûl ve esaslarla yargılama yapan ihtisas mahkemelerinin oluşturulduğu; bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen kurallara tâbi olacağı, özel yetkili yeni mahkemelerin kurulmasının söz konusu olmadığı, aksine ceza mahkemelerinde ihtisaslaşmanın sağlanmasının amaçlandığı, bu bağlamda; ihtisaslaşma ile mahkemelerin kanunla belirlenmiş görevlerinin değiştirilmesi söz konusu olmadan mahkemeler arasında sadece “iş bölümü” esasının getirildiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga 10 uncu maddesiyle görevlendirilen, bilahare (02/07/2012 tarihli ve 6352 ile 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’larla) kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde olduğu gibi birden fazla mahallin tek bir mahallin yargı alanına bağlanmasının söz konusu olmadığı, bir başka ifadeyle yargı çevresiyle ilgili bir değişikliğin yapılmadığı, keza usûl hükümleri bakımından da özel bir düzenlemenin getirilmediği, genel hükümlerin uygulanmasına devam edileceği,

İş dağılımının yapıldığı tarih itibarıyla görülmekte olan davaların mahkemelerinde herhangi bir değişikliğe gidilmediği, bu cümleden olarak mahkemelerin derdest davalarını iş bölümüne dayanarak diğer bir mahkemeye gönderemeyeceği,

Bu çerçevede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç), örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar bakımından ihtisaslaşmanın getirildiği, böylelikle anılan suçlarla mücadelede önemli bir adımın atıldığı ve hâkimlerin belli alanlarda uzmanlaşmasının sağlanarak yargılamanın daha hızlı bir biçimde bitirilmesinin söz konusu olabileceği,

5235 sayılı Kanun’un 12 nci maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren mezkûr suçlarda, her mahal bakımından belirleme yapılabilmesi için birden fazla dairesinin bulunmasının gerektiği, bu nedenle ağır ceza mahkemesinin tek dairesinin bulunduğu mahallerde ihtisaslaşmaya gidilemediği, ayrıca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 24/07/2007 tarihli ve 346 sayılı kararıyla, “5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 17 nci maddesindeki hükmü uyarınca, yargılama yapılacak yerde birden fazla asliye ceza veya ağır ceza mahkemeleri varsa, kaçakçılık suçlarına 1 numaralı asliye ceza veya ağır ceza mahkemelerinin bakmasına” karar verildiğinden, 1 numaralı ağır ceza mahkemesinden sonra gelen diğer daireler üzerinde ihtisaslaşma kararı verilmesi zorunluluğunun hâsıl olduğu,

Birden fazla dairesi bulunan mahallerden İstanbul 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 18, 19, 20 ve 21 inci Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi’nin 03/04/2014 tarihli ve 737 sayılı kararıyla, “Yeni kurulan İstanbul 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16 ve 17 nci Ağır Ceza Mahkemelerinin 07/04/2014 tarihi itibarıyla faaliyete geçirilmesine, diğer Ağır Ceza Mahkemelerinin derdest dosyalarının ortalamasının 2/3’ünün komisyon başkanlığınca hesaplanması suretiyle belirlenecek dosya sayısı kadar yeni gelecek işin 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16 ve 17 nci Ağır Ceza Mahkemelerine verilmesine (değişik işler bu sayıya dâhil değildir), bundan sonra gelen işlerin mahkeme sayısına göre eşit olarak tevziine” karar verildiğinden, eski mahkemelerin hâlen tevziye kapalı olması, öte yandan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 08/12/2005 tarihli ve 861 sayılı kararıyla, “5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 164 üncü maddesindeki hükmü uyarınca, İstanbul için; Bankacılık Kanunu’ndan kaynaklanan davaların İstanbul 8 inci Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine, mezkûr mahkemeye bankacılık suçları dışında tevziiden dosya verilmemesine…” karar verildiğinden, İstanbul 8 inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin sadece bankacılık suçlarına bakması hususları ile bu mahallin iş yükü gözönünde bulundurularak, anılan daireler dışındaki diğer daireler arasından ikişer ihtisas mahkemesi belirlenmesi gerektiği,

Diyarbakır 1, 2 ve 3 üncü Ağır Ceza Mahkemeleri bakımından da, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi’nin 18/11/2014 tarihli ve 2598 sayılı, 30/12/2014 tarihli ve 2858-2859 sayılı kararlarıyla, “6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1 inci maddesi gereğince, 02/07/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un geçici 2 nci maddesine istinaden görevlerine devam eden ağır ceza mahkemeleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10 uncu maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle, bir çok kapsamlı dosyanın Diyarbakır 1, 2 ve 3 üncü Ağır Ceza Mahkemelerine intikal etmesi, ayrıca eski mahkeme oluşları, derdest ve arşiv dosyalarının çok fazla olması gibi bir çok husus birlikte dikkate alınarak, Diyarbakır 1, 2 ve 3 üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin 31/05/2015 tarihine kadar tevziye kapatılmasına” karar verildiğinden, bu mahallin iş yükü nazara alınarak, diğer daireler arasından ihtisas mahkemesi belirlenmesi gerektiği,

Bu itibarla;

A-) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılacak davalara;

a-) İki veya daha fazla ağır ceza mahkemesi olan yerlerde 2 nci ağır ceza mahkemesinin,

b-) İstanbul 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 18, 19, 20 ve 21 inci Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi’nin mezkûr 03/04/2014 tarihli ve 737 sayılı kararı uyarınca tevziye kapatılmalarına karar verilmesi ile İstanbul 8 inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin sadece bankacılık suçlarına bakması hususları birlikte gözönünde bulundurularak, bu mahkemelerde oluşabilecek iş yükünü engellemek için İstanbul 13 ve 14 üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin,

c-) Diyarbakır 1, 2 ve 3 üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi’nin mezkûr 18/11/2014 tarihli ve 2598 sayılı, 30/12/2014 tarihli ve 2858-2859 sayılı kararları uyarınca tevziye kapatılmalarına karar verildiğinden, bu mahkemelerde oluşabilecek iş yükünü engellemek için Diyarbakır 4 ve 5 inci Ağır Ceza Mahkemelerinin;

B-) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer alan örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu dolayısıyla açılacak davalara;

a-) İki ağır ceza mahkemesi olan yerlerde 2 nci ağır ceza mahkemesinin,

b-) Üç veya daha fazla ağır ceza mahkemesi olan yerlerde 3 üncü ağır ceza mahkemesinin,

c-) İstanbul 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 18, 19, 20 ve 21 inci Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi’nin mezkûr 03/04/2014 tarihli ve 737 sayılı kararı uyarınca tevziye kapatılmalarına karar verilmesi ile İstanbul 8 inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin sadece bankacılık suçlarına bakması hususları birlikte gözönünde bulundurularak, bu mahkemelerde oluşabilecek iş yükünü engellemek için İstanbul 15 ve 16 ncı Ağır Ceza Mahkemelerinin,

d-) Diyarbakır 1, 2 ve 3 üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi’nin mezkûr 18/11/2014 tarihli ve 2598 sayılı, 30/12/2014 tarihli ve 2858-2859 sayılı kararları uyarınca tevziye kapatılmalarına karar verildiğinden, bu mahkemelerde oluşabilecek iş yükünü engellemek için Diyarbakır 6 ncı Ağır Ceza Mahkemesinin;

Bakmasına, 5235 sayılı Kanun’un 9/5 maddesinin son cümlesi uyarınca, bu kapsamda görülmekte olan davalar bakımından mahkemelerin dava dosyalarını iş bölümüne dayanarak anılan mahkemelere gönderemeyeceğine, iş bu kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren yeni açılacak davaların ise anılan mahkemelere tevzi edilmesine, ayrıca mahkeme puanına göre genel tevziden iş verilmeye devam edilmesine,

12/02/2015 tarihinde karar verilmiştir.

NOT: İş bu karar, 17/02/2015 tarihli ve 29270 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Sal Şub 17, 2015 2:49 pm


Basından Hukuk Haberleri • YİMPAŞ’ın ‘ortaklık payı geri istenemez’ kararı bozuldu

Yargıtay’ın bozduğu ‘YİMPAŞ’taki ‘ortaklık payı geri istenemez’ kararı Kombassan ve Jetpa mağdurlarına emsal olacak

Yargıtay, YİMPAŞ’ın ‘Anonim şirketlerde ortaklık payı geri istenemez’ gerekçesiyle alacaklılarına ödeme yapmamasını haklı bulan yerel mahkeme kararını bozdu

17 Aralık yolsuzluk operasyonunun ardından Urla villalarıyla adı gündeme gelen Latif Topbaş’la Aytaç Et şirketine 2014’te ortak olan ve şirketin sermayesini 140 milyon TL’ye yükselten Yimpaş’ın patronu Dursun Uyar’a Yargıtay’dan kötü haber geldi. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, yeşil sermaye mağdurunun temyiz başvurusunda “Dursun Uyar’ın da davalı şirketlerin yönetim kurulu başkanı olarak zarardan sorumlu tutabileceğine” karar vererek yerel mahkemenin ret kararını mağdur yararına bozdu. Söz konusu karar bugüne kadar Yimpaş ve benzeri İslami holdinglerin en önemli savunmasını da boşa çıkardı. Yimpaş ve benzeri şirketler tarafından sürekli ileri sürülen “Anonim şirketlerde ortaklık payının geri istenemeyeceği” savunması, yüksek yargı tarafından kabul görmeyerek bozma gerekçelerinden biri olarak gösterildi. 2015 yılının ilk günlerinde Yargıtay kararının ellerine ulaştığını belirten mağdur avukatı Dr. Acun Papakçı, “Bu karar sadece Yimpaş için değil, Kombassan, Jetpa gibi diğer şirketler açısından da örnek karardır. Binlerce holding mağduru için emsal karar olabilir” dedi.

Yimpaş mağduru H.D’nin başvurusunun karara bağlandığı 5 Aralık 2014 tarihli Yargıtay kararı, 2015’in ilk günlerinde mağdur ve mağdur avukatının eline ulaştı. Söz konusu karar bugüne kadar Yimpaş ve İslami holdinglerle en önemli savunmalarından birisini de çökertti. Cumhuriyet gazetesinden Aykut Küçükkaya’nın haberine göre, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi yerel mahkemece alacak talebi reddedilen mağdurun temyiz başvurusunu kabul ederek mağdur yararına bozdu. Karardaki ayrıntılar özetle şöyle:

* Bilirkişi ve mahkeme kararına eleştiri: Bozma ilamından sonra Alman bilirkişi raporunda açıkça, vaki olay açısından şirket muhasebe kayıtlarında davacının pay sahibi olduğuna ilişkin bir kayda rastlanılmadığı, defterlerin mevcut durumu nazara alındığında pay sahipliği durumunun şirket kayıtlarından tespit edilemeyeceği belirlendiğine göre, bu durumda taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı anlaşıldığından bu aşamadan sonra davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak her bir davalının hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi ve davalıların zamanaşımı definin de buna göre değerlendirilmesi suretiyle oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken bilirkişinin kanaatlerine göre davacının davalı şirkete ortak olduğu yönündeki görüşlerinin benimsenmesi suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.

* Dursun Uyar reddi de doğru değil: … Olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK’nin 336. maddesi uyarınca davalı Dursun Uyar hakkındaki davanın pasif husumet yokluğundan yazılı gerekçeyle reddi de doğru değildir. Zira, 6762 Sayılı TTK’nin 336/5. maddesinde tarif edilen gerek kanunların gerekse sözleşmelerin kendisine yüklediği sair vazifelerin kasten ve ihmal neticesi yapılmaması, TTK’nin 321/son maddesinde de, temsile ve idareye salahiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin sorumlu olacağı hükme bağlandığından davalı Dursun Uyar’ı da davalı şirketlerin yönetim kurulu başkanı olarak gerek MK’nin 50. maddesi gerekse de TTK’nin 321/son maddesi uyarınca zarardan sorumlu tutulabileceği ve bu nedenle kendisine husumet yöneltilebileceği gözetilmeksizin bu davalı yönünden dahi pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

* Sonuç: Mağdur yararına bozma: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

‘Karar emsal olur’

Dr. Acun Apakçı, ‘Bu karar sadece YİMPAŞ değil, Kombassan gibi şirketlerin mağdurları açısından da örnek olacak’ dedi.

Yargıtay’ın kararını Cumhuriyet’e değerlendiren Dr. Acun Papakçı şunları söyledi: “Bu karar mağdurlar açısından son derece önemlidir. Mahkemeler ve bilirkişiler sürekli bir ortaklık var şeklinde olaya yaklaşmış ve Yimpaş adına para toplama faaliyeti ile ortaklık kurulamayacağına dair iddiaları kabul etmemişlerdir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bilirkişilerin tek yanlı tespitleri ile bunlara dayanan kararları hukuki bulmayarak şirket kayıtlarında ortak olarak yazılmış olmanın ortaklık anlamına gelmeyeceğini, devir işleminin bir üçüncü kişi üzerinden yapılması ile şirketlerin sorumluluktan kurtulamayacağını, şirketlerin faaliyetlerinden aynı zamanda yönetim kurulu başkanı Dursun Uyar’ın da sorumlu tutulabileceğine karar vermiştir. Bu karar ile Yimpaş tarafından sürekli ileri sürülen ‘ortaklı payının geri istenemeyeceği’ iddiası kesin olarak çökmüştür. Bu karar sadece Yimpaş için değil, Kombassan gibi diğer şirketler açısından da örnek karardır.”

Yargıtay’ın kararını Cumhuriyet’e değerlendiren Dr. Acun Papakçı şunları söyledi: “Bu karar mağdurlar açısından son derece önemlidir. Mahkemeler ve bilirkişiler sürekli bir ortaklık var şeklinde olaya yaklaşmış ve Yimpaş adına para toplama faaliyeti ile ortaklık kurulamayacağına dair iddiaları kabul etmemişlerdir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bilirkişilerin tek yanlı tespitleri ile bunlara dayanan kararları hukuki bulmayarak şirket kayıtlarında ortak olarak yazılmış olmanın ortaklık anlamına gelmeyeceğini, devir işleminin bir üçüncü kişi üzerinden yapılması ile şirketlerin sorumluluktan kurtulamayacağını, şirketlerin faaliyetlerinden aynı zamanda yönetim kurulu başkanı Dursun Uyar’ın da sorumlu tutulabileceğine karar vermiştir. Bu karar ile Yimpaş tarafından sürekli ileri sürülen ‘ortaklı payının geri istenemeyeceği’ iddiası kesin olarak çökmüştür. Bu karar sadece Yimpaş için değil, Kombassan gibi diğer şirketler açısından da örnek karardır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Jetpa Holding şirketlerine karşı açılan davalarda da zamanaşımı itirazını değerlendirmiş ve bu şekilde para toplayan şirketlerin kötü niyetli olduğunu kabul ederek reddetmiştir. Bu nedenle bu şirketlerce kandırılan mağdurlar bir anlamda beklemeklerinin karşılığını en yüksek faiz oranı ile tahsil etme imkânına sahiptir.”

http://t24.com.tr/

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 08 Oca 2015, 03:03


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI, MEMURİYET

Aldığı hapis cezası nedeniyle göreve son verme işlemlerine karşı açılan davalarda; sonradan ceza mahkemelerince lehe olan kanunun uygulanması suretiyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının, göreve son verme işlemine karşı açılan davada kararın kesinleşmesine kadar dikkate alınacağı ve ilgilinin görevine son verilemeyeceği hakkında.

T.C
DANIŞTAY
12.DAİRESİ BAŞKANLIĞI
ESAS NO:2010/1591
KARAR NO:2013/439
KARAR TARİHİ.12.2.2013

Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. …

Karşı Taraf (Davacı) : …
Vekili : Av. …

İstemin Özeti : Hatay Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nde şef olarak görev yapmaktayken Hatay Ağır Ceza Mahkemesi’nin 21.11.2006 günlü, E:2006/176, K:2006/710 sayılı kararıyla 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 342/1. maddesi uyarınca resmi evrakta sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edilen davacının, bu kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmesi üzerine 657 sayılı Yasa’nın 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca memuriyet görevine son verilmesine ilişkin 2.2.2009 gün ve 614 sayılı işlemin iptali istemiyle açtığı davada; her ne kadar işlem tarihi itibariyle davacı hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmakta ise de, davacı tarafından lehe olan Kanun hükümlerinin uygulanması için yapılan başvuru üzerine Hatay Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17.2.2009 günlü Ek Kararı ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca davacı hakkındaki söz konusu mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı ve anılan maddede hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade edeceğinin belirtildiği, bu durumda yukarıda belirtilen yeni hukuki gelişme karşısında davacının memuriyete engel bir suçtan mahkum olduğundan söz edilemeyeceğinden, davacının görevine son verilmesine ilişkin işlemde – hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda Hatay İdare Mahkemesi’nce verilen 9.10.2009 günlü, E:2009/396, K:2009/1434 sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hâkimi : Şevket Polat

Düşüncesi : Ceza Hukukunun temel İlkelerinden biri olan "lehe olan kanun hükmünün uygulanması" ilkesi, belirtilen hukuk dalının niteliği gereği yargılamanın her aşamasında ve hatta hükmün kesinleşmesinden sonra infaz aşamasında da uygulanmaktadır.

İdare Hukuku ve İdari Yargılama Hukukunda ise Ceza Hukukundan farklı nitelikte ve bağımsız bir hukuk dalı olmasının bir sonucu olarak, farklı ilke ve uygulamaların hakim olduğu ve bunun başında idari işlemin tesis edildiği tarihteki hukuk kurallarının ve hukuki statünün esas alınması olduğu bilinmektedir.

"Lehe olan kanunun uygulanması" ilkesinin idare hukukunda geçerli olduğuna dair mevzuatta herhangi bir hüküm bulunmamakla birlikte, hukuk kurallarındaki değişikliklerle kişilerin lehine bir durum oluşması halinde, söz konusu değişikliklerin yürürlüğe girdikten sonraki olaylara ve kişilere uygulanırken, daha önceki kurallara tabi olan kişilere uygulanmaması Hukuk Devleti ilkesine, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine uygun olmayacağından bu ilkenin İdare Hukukunda da geçerli olduğunun ve bu bağlamda İdare Hukuku mevzuatındaki boşluğun Ceza Hukuku mevzuatındaki kurallarla ve fakat İdare Hukukunun niteliğine uygun düştüğü ölçüde kıyasen uygulanması gerektiğinin kabulü gerekmektedir.

Bu bağlamda, Memur Hukukunun başlıca konularından olan disiplin ve göreve son müessesesi bakımından "lehe olan kanunun uygulanması" ilkesinin geçerli olduğu hususunda duraksamaya yer olmamakla birlikte, idare hukukunun niteliği gereği söz konusu ilkenin ancak işleme karşı açılan davada olağan kanun yolları aşamasının tamamlanarak kararın kesinleşmesi anına kadar uygulanabileceği, buna karşı yargılamanın yenilenmesi gibi olağanüstü kanun yolları aşamasında söz konusu gelişmelerin dikkate alınamayacağı açıktır.

Zira kesinleşme tarihinden sonraki gelişmelerin dikkate alınması idari istikrar ilkesiyle bağdaşmayacaktır.

Olayda, 657 sayılı Yasa’nın 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca tesis edilecek işlemlerin tamamen ceza yargılamasının sonucuna bağlı olması ve işlem tarihinde davacı hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunması nedeniyle dava konusu hukuka uygun olarak tesis edilmiş ise de, söz konusu işlemin yargısal anlamda kesinleşmesi öncesinde davacının ceza yargısındaki kesinleşen mahkûmiyet hükmünün sonradan verilen ek karar ile açıklanmasının geri bırakılması karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca söz konusu mahkûmiyet hükmü davacı hakkında hukukî bir sonuç doğurmayacağından davacı lehine gerçekleşen bu gelişme dikkate alınacak ve davacının görevine son verilemeyecektir.

Buna karşılık, söz konusu göreve son verme işlemi işlem tarihindeki mevzuata uygun olarak tesis edildiğinden ve idarenin gelecekteki mevzuat değişikliklerini önceden bilmesi beklenemeyeceğinden, bu işlemin yargı mercilerince iptali ilgililere parasal ve özlük hak kayıpları bakımından herhangi bir talep hakkı vermeyecektir. Nitekim bu konudaki Danıştay 12. Dairesi kararları bu yöndedir.

Öte yandan, göreve son vermeyi gerektiren fiillerin aynı zamanda disiplin suçu oluşturması karşısında, idarelerin ceza yargılamasının sonucunu beklemeksizin ve zamanaşımı sürelerini geçirmeksizin disiplin soruşturmasını başlatmaları ve sonucuna göre işlem tesis etmeleri gerektiği, diğer bir deyişle "göreve son" ve "disiplin" müesseselerini birlikte işletmeleri gerektiği, aksi halde disiplin hukuku yönünden suç oluşturmasına karşılık göreve son verme şartları oluşmayan kişilerin işledikleri disiplin suçlarının cezasız kalması ve idarenin iç disiplinin bozulması durumunun ortaya çıkacağı tartışmasızdır.

Açıklanan nedenlerle davalı idarenin temyiz isteminin reddedilerek, İdare Mahkemesi kararının belirtilen açıklama ile onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesi’nce işin gereği düşünüldü:

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan taraf üzerinde bırakılmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 12.2.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 27 Ara 2014, 01:05


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • YEDİEMİNLİK ÜCRETİN FAZLA ÖDENMESİ GERİ İSTİRDATI

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2007/10225
KARAR NO: 2007/12745
KARAR TARİHİ: 21.06.2007

ŞİKAYET DAVASI – YEDİEMİN ÜCRETİNİN İCRA MAHKEMESİ KANALIYLA İNDİRİLMESİ – FAZLA ÖDENMİŞ ÜCRETİN İADESİ – ALACAK İÇİN İCRA MÜDÜRLÜĞÜNCE PARANIN TAHSİLİNİN SAĞLANMASI İŞLEMİNİN İSABETSİZ OLDUĞU – ŞİKAYETİN KABULÜ GEREĞİ

ÖZET: Yediemin ücretinin icra mahkemesi kanalıyla indirilmesi sonucunda Yediemine fazla ödenen miktarın iadesi için İcra Müdürlüğünce çıkarılan muhtıraya karşı Yediemin tarafından icra dosyasına ödeme yapılmaması halinde Yedieminin üçüncü kişiler nezdindeki hak ve alacaklarına haciz müzekkeresi yazılması doğru değildir. İstirdat davasının konusunu teşkil edecek olan bu alacak için İcra Müdürlüğünce paranın tahsilinin sağlanması işlemi yerinde olmadığından şikayetin kabulü gerekir.
(2004 S. K. m. 89)

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR: İcra dosyasında Yediemin ücreti olarak ödenen 5.040.-TL’nin icra mahkemesi kanalıyla 1.159.-TL’ye indirilmesi sonucunda Yediemine fazla ödenen 3.881.-TL’nin iadesi için İcra Müdürlüğünce çıkarılan muhtıraya karşı Yediemin tarafından icra dosyasına ödeme yapılmaması halinde Yedieminin 3. kişiler nezdindeki hak ve alacaklarına İİK’in 89. maddesi koşullarında haciz müzekkeresi yazılması doğru değildir. İstirdat davasının konusunu teşkil edecek olan bu alacak için anılan madde uygulanmak suretiyle İcra Müdürlüğünce paranın tahsilinin sağlanması işlemi yerinde olmadığından şikayetin kabulü yerine reddi isabetsizdir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’in 366. ve HUMK’un 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 21.06.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 17 Ara 2014, 20:46


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TÜKETİCİ, AYIPLI ARACIN GERİ TESLİM TARİHİ, FAİZ BAŞLANGICI

Örnek bir olayda aracı satın alan viteste arızayı tespit etmiş ve karşı tarafa, yani aracı satın aldığı firmaya ihtar göndermiştir. Bu ihtarı alan firma ödemeyi reddedince araç sahibi dava açmıştır. Ancak davasında hem maddi hem de manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Manevi tazminatı kabul etmeyen mahkeme sadece maddi tazminat yönünden davacı lehine hüküm kurmuştur. Bunun yanında ihtarnamenin gönderildiği tarihten itibaren faize de hükmetmiştir. Yargıtay ise faiz konusunda farklı görüştedir. Yargıtay’a göre faiz ancak aracın fiilen firmaya teslim edildiği tarihten itibaren istenmelidir. Kararı aşağıda bulabilirsiniz:

T.C
YARGITAY
19.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/17670
KARAR NO: 2014/508
KARAR TARİHİ. 06.01.2014

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen
hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı vekili, davalıdan 02.08.2010 tarihinde alınan …2011 model binek …. marka otomobilin bir hafta olmadan seyir halinde iken viteste olduğunda ses çıkardığını, bununla alakalı olarak 11.08.2010 tarihinde davalı servisine başvuruda bulunulduğunu, 07.12.2010 tarihinde de ihtarname keşide edildiğini ancak bir sonuç alınamadığını ileri sürerek şimdilik 40.000 TL maddi 10.000 TL manevi tazminatın bildirim tarihinden itibaren işleyecek en yüksek reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında maddi tazminat talebini 9.158,06 TL artırarak 49.158,06 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı vekili, süresinde ayıp ihbarının yapılmadığını, sözleşmeden dönme değil, satış bedelinde indirimin gündeme gelebileceğini, tazminat isteminin yerinde olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama, toplanan deliller, benimsenen bilirkişi kurulu raporuna göre; aracın gizli ayıplı olduğu, davacı ayıplı araçtan istifade edemeyeceği için davalı tarafın indirim talebinin yerinde olmadığı, maddi tazminat talebinin kabulü, manevi tazminat isteminin reddi gerektiği gerekçeleri ile ayıplı olduğu tespit edilen dava konusu aracın davacı tarafından davalı firmaya iadesine, 49.158,06 TL maddi tazminatın 07.12.2010 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, şartları oluşmayan manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1)Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2)Mahkemece ayıplı aracın iadesine karar verildiğine göre birlikte ifa kuralı gereğince davalı lehine hükmedilen bedele, aracın fiilen davalıya iade edilip teslim edildiği tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerekirken bu yön gözetilmeden daha önceki bir tarihten itibaren faiz yürütülmesine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte belirtilen sebeplerle davalı vekilinin öteki temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte belirtilen sebeplerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 06.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C
YARGITAY
13.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2011/15585
KARAR NO: 2012/17023
KARAR TARİHİ.02.07.2012

AYIPLI SATIŞ, SIFIR ARAÇTA İMALAT HATASI BULUNMASI, FAİZ…

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalılardan N… Otomotiv A.Ş. tarafından üretilen ve Trabzon Bayisi olan davalı B… Otomotiv Limited Şirketinden 28.02.2005 tarihinde, 38.750 TL bedelle 2005 model, …marka araç satın aldığını, imalat hatası bulunan aracın ön ve arka kapıları ile pencere camlarından sürekli sesler geldiğini, bu sorunun, başvurulan yetkili servislerce de giderilemediğini, öte yandan aracın klimasının soğutmadığını, çalıştığında aracın içine su girdiğini, bu arızanın giderilmesi için dört defa sökülen torpidonun, bu sökümler ne­deniyle yıprandığını, ayrıca aracın kalorifer kutusunun kırık, torpidonun da gevşek olduğunun belirlendiğini, araçtaki seslerin giderilmesi için aşırı de­recede gres yağı kullanılması nedeniyle araçta yağ lekeleri kaldığı gibi, aracın arızalarının da giderilemediğini ileri sürerek, araç için ödemiş olduğu satış bedelinin iadesine, olmadığı takdirde ise aracın ayıpsız yenisi ile değişti­rilmesine, bu da olmadığı takdirde ise fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 600,00 YTL değer kaybı ile, 400,00 YTL servise gidiş nedeniyle ödenen yol ve konaklama giderlerinin, ödenme tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiş, 28.02.2007 tarihli ıslah dilekçesi ile de, terditli taleplerinin sonuncusu olan, değer kaybı talebini 10.000 TL’ye, masraflarla ilgili talebini ise 600 TL’ye çıkarmıştır.

Davalılardan N… Otomotiv A.Ş., araçta fonksiyonel kullanımı etkileyen hiçbir arızanın bulunmadığını, davacının satın aldığı tarihten itibaren çeşitli şikayetlerle aracını servise getirdiğini, iş emirlerinin büyük bir bölümünün ses şikayetine dayandığını, araçtaki arızaların üretim hatasından değil dış etkenler nedeniyle meydana geldiğini, maldan yararlanamamanın süreklilik arzet­mediğini, onarım hakkının kullanıldığını savunarak, davanın reddini dilemiş, diğer davalı B… Otomotiv Limited Şirketi ise davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne, 38.750,00 TL’nin 28.02.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, kararın da­yandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Dava konusu araç, davacı tarafından halen kullanılmakta olup iade edilmediğine göre, davacı ancak ürünün iade tarihinden itibaren faiz talep edebileceği halde mahkemece faize dava tarihinden hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onan­ması HUMK’nın 438/7. maddesi hükmü gereğidir.

S o n u ç: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent gereğince mahkeme kararının hüküm bölümünün 1. maddesinin tamamen çıkarılarak yerine “DAVANIN KISMEN KABULÜ ile 38.750,00 TL’nin dava konusu aracın iade tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE” cümlesinin ya­zılmasına, kararın değiştirilmiş ve düzeltilmiş bu şekliyle (ONANMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 02.07.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 17 Ara 2014, 13:39


nişanın bozulmasında mutad dışı hediyeler altın takı v.b. geri istenebilir, kusur aranmaz

Yargıtay 3.Hukuk Dairesi, 2013/900 esas ve 2013/2605 karar sayılı 19.02.2013 tarihli kararı

Dava dilekçesinde asıl davacı 25.169 TL’lik nişan hediyelerinin iadesine, karşı davada ise 500 TL maddi, 15.000 TL manevi tazminatın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir.

Mahkemece asıl davanın kısmen kabulü, karşılık davanın da zamanaşımı nedeni ile reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.

Davacı vekili dilekçesinde, müvekkili olan davacı ile davalının nişanlandıklarını, ancak bu nişanın davalının haksız hareketleri sonucu bozulduğunu beyan ederek, nişan hediyelerinin aynen, olmadığı takdirde bedelleri olan 25.169 TL.’nin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı taraf ise, açtığı karşılık dava ile nişanın haksız olarak bozulması nedeni ile 5000 TL.maddi ve 15000 TL.manevi tazminatın davacı karşılık davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulü ile nişan hediyelerinin aynen olmadığı takdirde, bedelleri olan 12.466 TL.nin davalıdan tahsiline, karşılık davanın ise zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak; somut olayda davacı tarafından davalı nişanlıya nişan hediyesi olarak takılan 2 adet “fosil “ marka saatin mahkemece “mutat hediye” sayılarak iade talebinin reddine karar verilmiştir.

TMK.nun 122. maddesine göre, nişanlılık evlenme dışında bir nedenden sona ererse, nişanlıların birbirlerine vermiş oldukları, alışılmışın dışındaki hediyeler geri istenebilir. Bu maddeye göre, nişanın bozulması nedeniyle mutad dışı hediyelerin geri alınmasına ilişkin davalarda kusur aranmaz. Nişanın bozulması halinde alışılmışın dışındaki hediyeler aynen, mevcut değilse mislen geri verilir veya karşılığı sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri istenir.

Alışılmış (mutad) hediyelerden kasıt giymekle, kullanmakla eskiyen ve tüketilen eşyalardır. Kural olarak giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen (elbise, ayakkabı vs. gibi) eşyaların iadesine karar Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına göre; nişan yüzüğü dışında kalan tüm altın, takı ve ziynet eşyaları mutad dışı hediye olarak kabul edilmiştir.

Öyle ise mahkemece, bu ilke ve esaslar gözetilerek davalıya, davacı nişanlısı tarafından takıldığı sabit olan 2 adet saatin de iadesine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 19.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.