Etiket arşivi: GÜNLÜK

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İŞVERENİN HAKLI NEDENLE DERHAL FESİH HAKKI, 6 GÜNLÜK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2012/33759
KARAR NO. 2014/27304
KARAR TARİHİ. 18.9.2014

İHBAR VE KIDEM TAZMİNATI TALEBİ — HAKLI NEDENLE DERHAL FESİH HAKKI— HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE— İŞVERENİN HAKLI NEDENLE DERHAL FESİH HAKKI — HAK DÜŞÜRÜ SÜRENİN GEÇİP GEÇMEDİĞİNİN TESPİTİ — BİLİRKİŞİ RAPORUNA İTİRAZ —HÜKÜM ALTINA ALINAN ALACAKLAR

1475/m. 14

4857/m. 25, 26

6100/m. 280

ÖZET : İşçi veya işveren bakımından haklı fesih nedenlerinin ortaya çıkması halinde, iş sözleşmesinin diğer tarafının sözleşmeyi haklı nedenle fesih yetkisinin kullanılma süresi sınırsız değildir. Bu bakımdan 4857 İş Kanununun 26 ncı maddesinde, fesih nedeninin öğrenildiği tarih ile olayın gerçekleştiği tarih başlangıç esas alınmak üzere iki ayrı süre öngörülmüştür. Bu süreler içinde fesih yoluna gitmeyen işçi ya da işverenin feshi, haklı bir feshin sonuçlarını doğurmaz. Bu süre, feshe neden olan olayın diğer tarafça öğretilmesinden itibaren altı işgünü ve herhalde fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren bir yıl olarak belirlenmiştir.Hak düşürücü sürenin niteliğinden dolayı taraflar ileri sürmese dahi, hâkim resen dikkate almak zorundadır. Davacının hizmet akdinin 03/08/2007 tarihinde meydana gelen, 12/09/2007 tarihli tutanağa ve işletme müdürlüğünün 14/09/2007 tarihli yazısına konu olan usulsüzlük nedeniyle feshedildiği, ancak işverenin fesih sırasında İş Kanunu 26. Maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü süreye uyup uymadığının araştırılmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, anılan maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediği araştırılarak sonuca gidilmesi gerekirken bu husus değerlendirilmeden davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi hatalıdır. Mahkemece, 6100 sayılı HMK döneminde alınan bilirkişi raporunun HMK’nun 280. Maddesindeki emredici hükme rağmen davalı tarafa tebliğ edilip rapora itiraz hakkı tanınmadan hüküm kurulması hatalıdır. Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Davacı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti ile hafta tatili ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A- ) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; Müvekkilinin davalı işverene ait T… S… fabrikasında ambar sorumlusu olarak 20/02/2004 tarihinde sigortalı çalışmaya başladığını, 17/09/2007 tarihinde haksız olarak işten çıkarıldığını, fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini, 2004 yılına ait özelleştirmeden kaynaklanan bir tam ve iki yarım ikramiye ( tüm ikramiye 800,00 TL, yarım ikramiye 400,00 TL ) 1.600,00 TL 2006 yılına ait ücretli izin alacağı, 2007 yılına ait 880,00 TL , özelleştirme kapsamında devletten devreden 44 günlük fazla çalışma ve mesai alacağı 1.619,00 TL müvekkilinin çekmiş olduğu 6.000,00 TL’nın maaş alacağı olmasına rağmen mahsup edildiğini iddia ederek, kıdem ve ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin, ikramiye alacağı, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B- ) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının iş akdinin haklı nedenlerle feshedildiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C- ) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D- ) Temyiz:
Kararı, taraflar temyiz etmiştir.

E- ) Gerekçe:

1- )Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- ) İş sözleşmesinin hak düşürücü süre içinde feshedilip feshedilmediği hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
İşçi veya işveren bakımından haklı fesih nedenlerinin ortaya çıkması halinde, iş sözleşmesinin diğer tarafının sözleşmeyi haklı nedenle fesih yetkisinin kullanılma süresi sınırsız değildir. Bu bakımdan 4857 İş Kanununun 26 ncı maddesinde, fesih nedeninin öğrenildiği tarih ile olayın gerçekleştiği tarih başlangıç esas alınmak üzere iki ayrı süre öngörülmüştür. Bu süreler içinde fesih yoluna gitmeyen işçi ya da işverenin feshi, haklı bir feshin sonuçlarını doğurmaz. Bu süre, feshe neden olan olayın diğer tarafça öğretilmesinden itibaren altı işgünü ve herhalde fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren bir yıl olarak belirlenmiştir.

4857 sayılı İş Kanununda, işçinin maddî çıkar sağlamış olması halinde bir yıllık sürenin işlemeyeceği öngörülmüştür. O halde, haklı feshe neden olan olayda işçinin maddî bir menfaati olmuşsa, altı işgününe riayet etmek koşuluyla olayın üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin işverenin haklı fesih imkânı vardır.

Altı iş günlük süre işçi ya da işverenin haklı feshe neden olan olayı öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar. Olayı öğrenme günü hesaba katılmaksızın, takip eden iş günleri sayılarak altıncı günün bitiminde haklı fesih yetkisi sona erer.
İşverenin tüzel kişi olması durumunda altı işgünlük süre feshe yetkili merciin öğrendiği günden başlar. Bu konuda müfettiş soruşturması yapılması, olayın disiplin kurulunca görüşülmesi süreyi başlatmaz. Olayın feshe yetkili kişi ya da kurula intikal ettirildiği gün altı iş günlük sürenin başlangıcını oluşturur. Bir yıllık süre ise her durumda olayın gerçekleştiği günden başlar.
Haklı fesih nedeninin devamlı olması durumunda hak düşürücü süre işlemez ( Yargıtay 9.HD. 15.2.2010 gün, 2008/16869 E, 2010/3345 K ). Örneğin, ücreti ödenmeyen işçi ödeme yapılmadığı sürece her zaman haklı nedenle iş sözleşmesini feshedebilir. Bu örnekte işçi açısından haklı fesih nedeni her an devam etmektedir. Ancak işçinin daimî olarak bir başka göreve atanması veya iş şartlarının esaslı şekilde ağırlaştırılması halinde, bu değişikliğin sonuçları sürekli gibi görünse de işlem anlıktır. Buna göre sözleşmesini feshetmeyi düşünen işçinin bunu altı işgünü içinde işverene bildirmesi gerekir. Yine işyerinde işi yavaşlatma ve üretimi düşürme eyleminin süreklilik göstermesi durumunda, altı iş günlük süre eylemin bittiği tarihten başlar.

İşçinin ücretinin ödenmemesi temadi eden bir durum olmakla birlikte fesih hakkı ödemenin yapıldığı ana kadar kullanılabilir. Aksi halde Yasanın 24/III-e maddesinde öngörülen neden ortadan kalkmış olur. Fesih iradesinin altı iş günü içinde açıklanması yeterli olup, bu süre içinde tebligatın muhatabına ulaşmış olması şart değildir

4857 sayılı Yasanın 26 ncı maddesinde öngörülen altı işgünlük ve bir yıllık süreler ayrı ayrı hak düşürücü niteliktedir. Bir başka anlatımla fesih hakkının öğrenmeden itibaren altı iş günü ve olayın gerçekleşmesinden itibaren bir yıl içinde kullanılması şarttır. Sürelerden birinin dahi geçmiş olması haklı fesih imkânını ortadan kaldırır. Hak düşürücü sürenin niteliğinden dolayı taraflar ileri sürmese dahi, hâkim resen dikkate almak zorundadır.

Bu maddede belirtilen süreler geçtikten sonra bildirimsiz fesih hakkını kullanan taraf, haksız olarak sözleşmeyi bozmuş sayılacağından ihbar tazminatı ile şartları oluşmuşsa kıdem tazminatından sorumlu olur.

Yukarıda değinilen altı iş günlük ve bir yıllık hak düşürücü süreler, işçi açısından 24/II madde, işveren açısından ise 25/II maddede belirtilen sebeplere dayanan fesihler yönünden aranmalıdır. Bu itibarla, geçerli nedene dayanan fesih durumlarında, 26 ncı maddede öngörülen hak düşürücü süreler işlemez. Dairemizin istikrar kazanmış uygulaması bu yönde olup, geçerli nedene dayanılarak yapılan fesihlerde belirtilen hak düşürücü sürelerin yerine “makul süre” içinde sözleşmenin feshedilebileceğini kabul etmektedir ( Yargıtay 9. HD. 2.2.2009 gün 2008/9790 E. 2009/1003 K. ).
Somut olayda, davacının hizmet akdinin 03/08/2007 tarihinde meydana gelen, 12/09/2007 tarihli tutanağa ve işletme müdürlüğünün 14/09/2007 tarihli yazısına konu olan usulsüzlük nedeniyle feshedildiği, ancak işverenin fesih sırasında İş Kanunu 26. Maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü süreye uyup uymadığının araştırılmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, anılan maddedeki 6 iş günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediği araştırılarak sonuca gidilmesi gerekirken bu husus değerlendirilmeden davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi hatalıdır.
3- )Mahkemece, 6100 sayılı HMK döneminde alınan bilirkişi raporunun HMK’nun 280. Maddesindeki emredici hükme rağmen davalı tarafa tebliğ edilip rapora itiraz hakkı tanınmadan hüküm kurulması hatalıdır.
4- ) Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 02, 2015 10:49 pm


DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI / ON GÜNLÜK YASAL SÜRE / GÖNDERME KARARI / KAZA ÇEVRESİNDE TİCARET MAHKEMESİ BULUNMAMASI

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E. 2006/19-300
K. 2006/342
T. 7.6.2006
DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI
ON GÜNLÜK YASAL SÜRE
GÖNDERME KARARI
KAZA ÇEVRESİNDE TİCARET MAHKEMESİ BULUNMAMASI
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 193]
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 11.5.2004 gün ve 2003/63-2004/177 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 26.10.2004 gün ve 2004/8987-10696 sayılı ilamı ile;
( … Dava satıştan kaynaklanan munzam zarar alacağının tahsili talebine ilişkindir.
Kocaeli 3.Asliye Hukuk Mahkemesi, Kocaeli’nde ticaret mahkemesi kurulunca davanın ticaret davası olması nedeniyle taraf vekillerinin işbölümü taleplerini kabul etmiş ve dosyanın Kocaeli Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, davacı vekilinin talebi ile dosya Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmiştir.
Mahkemece yüze karşı verilen gönderme kararı üzerine davacı vekili, HUMK.nun 193. maddesinde düzenlenen 10 günlük yasal süre geçtikten sonra mahkemeye müracaat ettiğinden davanın HUMK.nun 193/3-4 maddesi gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Kaza çevresinde Ticaret Mahkemesi bulunmazken davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi doğaldır. Sonradan bu mahkemeye ticaret dairesi ilave edilmesi durumunda dosyanın belirtilen daireye aktarılması da yasa hükmü gereğidir. O nedenle HUMK.nun 193. maddesindeki 10 günlük sürenin geçmesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez. Mahkemece aksine düşünce ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Borçlar Kanunu’nun 105. maddesine dayalı, munzam zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacı SEKA Genel Müdürlüğü vekili, davacının 1985 yılında giriştiği, ancak gerçekleşemeyen kırpıntı kağıt ithalatı işiyle ilgili çeşitli sözleşmelerden dolayı değişik sıfatlarlarla borçlu duruma düşen davalılar hakkında muhtelif davalar açıldığını, bir kısmı kesinleşen, bir kısmı da henüz kesin hüküm halini almamış ilamlara dayalı olarak davacının davalılardan alacaklı durumda bulunduğunu, davalıların temerrütleri nedeniyle davacının munzam ( faizle karşılanamayan ) zararının oluştuğunu ileri sürerek, toplam 89.324.060.222 TL. munzam zarar tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan Akbank T.A.Ş. vekili, cevap dilekçesinde, davanın reddi gerektiği yönündeki esasa ilişkin cevaplarından önce yetki itirazında bulunmuş ve İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğunu ileri sürmüştür.
Diğer davalılar Unit İnternational SA ve SGS Süpervise Gözetme ve Etüd Kontrol Servisleri A.Ş. vekilleri de, davacının munzam zararının bulunmadığını, davanın bu nedenle reddi gerektiğini bildirmişlerdir.
Dava dilekçesi 15.11.1993 tarihli olup Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben düzenlenmiş, dava, tevzi sonucunda Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesince, 1993/716 esas sayılı dosya üzerinden görülmeye başlanmıştır.
Dava tarihi itibariyle Kocaeli’de Asliye Ticaret Mahkemesinin mevcut olmadığı, ancak, yargılama sırasında 2002 yılında kurulup, faaliyete geçtiği çekişmesizdir.
Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılamanın 24.10.2002 günlü oturumunda, gerek davacı vekili ve gerekse tüm davalılar vekilleri, Kocaeli Ticaret Mahkemesi’nin faaliyete geçmiş olduğundan bahisle, işbölümü nedeniyle dosyanın ihtisas mahkemesi durumundaki anılan Mahkemeye gönderilmesini istemişlerdir. Mahkeme bu oturumda, tüm taraflar vekillerinin yüzlerine karşı “Taraf vekillerinin işbölümü taleplerinin kabulü ile davanın ticaret davası olması nedeniyle mahkememizin görevine girmediğinden ve Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinin görevine girdiğinden mahkememizin görevsizliğine, karar kesinleştiğinde istek halinde dosyanın Kocaeli Ticaret Mahkemesine gönderilmesine, harç ve masrafların görevli mahkemede nazara alınmasına” karar vermiştir. Karar davacı vekiline 15.11.2002; davalı SGS Süpervise Gözetme ve Etüd Kontrol Servisleri A.Ş. vekiline 28.1.2003; davalı Unit İnternational SA vekiline 15.11.2002; davalı Akbank T.A.Ş. vekiline 21.11.2002 günü tebliğ edilmiştir.
Bu karardan sonra, davacı vekilince Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesine verilen 15.11.2002 havale günlü dilekçede “…Mahkeme tarafların talepleri doğrultusunda görevsizlik kararı vererek dosyanın görevli Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Karar taraflara tebliğ edilerek kesinleşmiştir. HUMK gereği dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için başvuruyoruz. Ayrıca dilekçemize taraflara tebligat yapılması için gerekli posta pullarını ekliyoruz. Görevli mahkemenin duruşma günü vererek taraflara çağrı kağıdı gönderilmesini talep ediyoruz…”denilmiştir.
Bu dilekçe üzerine dosya, 19.2.2003 günü Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmiştir.
Her üç davalının vekilleri, Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine ayrı ayrı sundukları dilekçelerle, davacı vekilinin 15.11.2002 günlü tahrik dilekçesinin 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra sunulmuş olması nedeniyle, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini istemişlerdir.
Yerel Mahkeme ( Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi ), davacı vekilinin söz konusu müracaatının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde olmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş; davacı vekilince temyiz edilen hüküm Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme, davalı Akbank vekilinin, davanın açıldığı Kocaeli 3.Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 1.2.1994 günlü cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunup, İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğuna karar verilmesini talep ettiği, anılan Mahkemece de, davanın ticari dava olduğu, tarafların iş bölümü itirazında bulunduğu gerekçesiyle, iş bölümü sebebi ile dosyanın mahkemeye gönderilmesine karar verildiği, Asliye Hukuk Mahkemesinin söz konusu kararının bir devir kararı değil, TTK. md. 5/3 uyarınca işbölümü itirazı sonucu verilen ve verildiği anda kesin olan bir gönderme kararı niteliğinde olduğu, gönderme kararının tarafların yüzüne karşı verildiği durumlarda tefhimden itibaren 10 gün içerisinde davacı tarafça gönderen veya gönderilen mahkemeye başvurulmasının zorunlu bulunduğu, aksi takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği; somut olayda davacının 10 günlük yasal süre dolduktan sonra başvurduğu gerekçesiyle, önceki kararında direnmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının açıklanan bu içerik ve kapsamlarına göre, direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda olduğu gibi, bir yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmadığı için Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan bir dava devam ederken, o yerde Asliye Ticaret Mahkemesinin kurulup faaliyete geçmesi üzerine, Asliye Hukuk Mahkemesince, tarafların o yoldaki talepleri de gözetilerek, ‘Mahkemenin görevsizliğine, karar kesinleştiğinde istek halinde dosyanın Ticaret Mahkemesine gönderilmesine’ karar verilmesi halinde; bu kararın bir devir kararı mı, yoksa, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3 maddesi çerçevesinde, iş bölümü itirazı üzerine verilen ve verildiği anda kesin olan bir gönderme kararı mı olduğu; böyle bir durumda, davacı tarafın HUMK.nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde başvuruda bulunmasının zorunlu bulunup, bulunmadığı;somut olaydaki gibi, davacı tarafın, anılan süre geçtikten sonra başvurması halinde, hangi kararın verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada, öncelikle hukukumuzda mahkemeler ve görevleri konusunda genel ve kısa bir açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür.
İlk derece ( hüküm-bidayet ) mahkemeleri, genel ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılır. Bakacakları davalar belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmayan, Kanun tersini öngörmedikçe Medeni Usul Hukuku alanındaki her türlü işe bakan mahkemelere genel mahkemeler denir. Hukukumuzda genel mahkemeler sulh ve asliye hukuk mahkemeleridir.
Buna karşılık, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli türdeki uyuşmazlıkları çözmek üzere özel kanunlarla kurulan mahkemelere özel mahkemeler denir. Örneğin iş mahkemeleri, bu anlamda özel mahkemelerdir. Özel bir mahkemede görüleceğine ilişkin özel bir kanun hükmü bulunmayan her dava, genel mahkemelerde görülür. İstisnai nitelikteki özel mahkemelerin hangi tür davalara bakacakları, özel kanunlarınca belirlenir.
Asliye ticaret mahkemeleri, bulundukları yerdeki asliye hukuk mahkemesinin daireleri durumundadırlar. Dolayısıyla, yukarıdaki ayırım çerçevesinde özel değil, genel mahkemeler arasında yer alırlar.
Ayrı bir ( veya daha fazla ) ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasında görev değil, işbölümü ilişkisi mevcuttur. ( Esasen, bir yerdeki birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki de bir iş bölümü ilişkisidir; ancak buradaki işbölümü ilişkisi, gerçekte bir iç ilişki niteliğindedir. Aynı şekilde, bir yerdeki birden fazla ticaret mahkemelerinin ve birden fazla sulh hukuk mahkemelerinin kendi aralarındaki ilişki de, gerçekte iç ilişki niteliği taşıyan bir işbölümü ilişkisidir ).
Ancak, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme;örneğin birden çok asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisi ( iç ilişki ) ile, o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasındaki işbölümü ilişkisi arasında şu iki önemli fark vardır:
İlkin, ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü, kaynağını kanundan almaktadır. Şöyle ki: Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesinde ticari davalar sayılmış; 5. Maddenin 1. fıkrasında aksine hüküm bulunmadıkça, müddeabbihe göre ticari davaların sulh veya asliye hukuk mahkemelerince de görüleceği açıklanmış; 2. fıkrada, ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk mahkemesinin görevinde olan ve 4. madde uyarınca ticari sayılan davalara ticaret mahkemesince bakılacağı belirtilmiş; 3. fıkrada ise, kural olarak iş sahası ( işbölümü ) itirazının taraflarca ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebileceği öngörülmüştür. Kanunun düzenlediği bu işbölümüne göre, bir yerdeki ticaret mahkemesi kanunda belirtilmiş olan ticari davalara; asliye hukuk mahkemesi ise bunun dışındaki hukuk davalarına bakacaktır.
İkinci fark şudur: Birden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan bir yerdeki asliye hukuk mahkemelerinden birinde görülmekte olan bir davada, tarafların, o davanın, aynı yerdeki başka bir asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde işbölümü itirazında bulunması mümkün olmadığı halde; o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri yönünden böylesi bir işbölümü itirazının -örneğin, asliye hukuk mahkemesinde açılmış bir davayla ilgili olarak, oradaki ticaret mahkemesinin görevli bulunduğunun veya bunun tersinin- ileri sürülmesi mümkündür.
Açıkça görüleceği üzere, buraya kadar yapılan genel açıklamalar, aynı yargı çevresinde hem asliyle hukuk ve hem de asliye ticaret mahkemelerinin birlikte bulunduğu hallere ilişkin ve bu hallerle sınırlıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi anlamındaki ticari davalara, müddeabbihe göre hem sulh ve hem de asliye hukuk mahkemesi bakabilir ( doğaldır ki; ticaret mahkemesi asliye hukuk mahkemesinin bir dairesi olduğu; sulh hukuk mahkemelerinin böyle bir dairesi bulunmadığı; eş söyleyişle, ‘Sulh Ticaret Mahkemesi’ mevcut olamayacağı için, bir yerdeki sulh hukuk mahkemeleri arasında, Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi anlamında bir iş bölümü uyuşmazlığı çıkması da mümkün değildir ). Ticaret mahkemesi bulunmayan bir yerdeki asliye hukuk mahkemesinin ticari bir davaya bakabilmesi için, o davanın ‘ticaret mahkemesi sıfatıyla görülmek üzere’ açılmış olması veya asliye hukuk mahkemesinin o davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla baktığını bildirmesi de gerekmez; asliye hukuk mahkemesinin o uyuşmazlığı çözerken ticari hükümleri uygulaması gerekli ve yeterlidir.
Bu genel açıklamalar, özetle şu saptamaları içermektedir:
– Ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk mahkemesi ile onun dairesi durumundaki asliye ticaret mahkemesi arasında kanundan ( Türk Ticaret Kanunu’nun 4. ve 5. maddelerindeki düzenlemelerden ) kaynaklanan bir işbölümü ilişkisi vardır.
– Yine, ayrı ticaret mahkemesi bulunan bir yerde, asliye hukuk mahkemesinde açılan davanın, ticaret mahkemesinin görev alanında olduğu yönündeki davalı itirazının ( işbölümü itirazı ), esasa cevap süresi içerisinde ve ilk itiraz olarak bildirilmesi gerekir. Davalı esasa cevap süresi içerisinde bu yolda bir ilk itirazda bulunmamış ise, artık o mahkemenin iş bölümüne itiraz edemez. Böyle bir durumda, ( işbölümüne itiraz edilmeyen ) mahkeme de, davaya bakmak zorundadır; resen gönderme kararı veremeyeceği gibi, süresinden sonra yapılan işbölümü itirazını da, karşı taraf buna muvafakat etse bile, süre aşımından dolayı reddetmekle yükümlüdür.
– Hukuksal nitelikçe ( Türk Ticaret Kanunu md.4 ve 5 uyarınca ) ticari dava olduğu halde, o yerde ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmadığı için, ticaret mahkemesi sıfatıyla görülmek üzere olsun veya olmasın, zorunlu olarak asliye hukuk mahkemesinde açılan bir davada, davalı tarafın esasa cevap süresi içerisinde ilk itiraz şeklinde işbölümü itirazında bulunması söz konusu olamaz. Zira, işbölümü, sadece ve ancak o yerde hem asliye hukuk ve hem de ticaret mahkemesinin mevcut olması halinde gündeme gelebilecek bir olgudur. Böylesi ( ayrı bir ticaret mahkemesinin bulunmaması nedeniyle, davalının esasa cevap süresi içerisinde asliye hukuk mahkemesinde işbölümü itirazında bulunamadığı ) bir dava devam ederken, esasa cevap süresi geçtikten sonra, orada ayrı bir ticaret mahkemesinin kurulması ve faaliyete geçmesi durumunda da, artık bu olguya dayalı olarak işbölümü itirazında bulunulamaz:Ayrı bir ticaret mahkemesinin sonradan kurulması, esasa cevap süresi geçmiş olan bir davada, işbölümü itirazında bulunma konusunda davalıya yeni ve ayrı bir hak tanıyan bir olgu değildir. Dolayısıyla, böyle bir durumda, asliye hukuk mahkemesi davaya devam etmekle yükümlüdür; taraflar o yolda talepte bulunmuş olsalar bile, gönderme kararı veremez. Buna rağmen asliye hukuk mahkemesi, resen veya talep üzerine gönderme kararı verirse, bu kararın, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesi anlamında gerçek bir gönderme kararı olarak kabul edilmemesi gerekir. Çünkü, anılan hükmün açık ifadesine göre, gerçek anlamda bir gönderme kararının varlığından söz edilebilmesi için, tarafların süresi içerisinde ilk itiraz olarak işbölümü itirazında bulunmuş olmaları zorunludur. O yolda usulüne uygun bir ilk itiraz bulunmadığı halde verilen ve veren mahkemece ‘gönderme kararı’ olarak adlandırılan karar, gerçekte bu nitelikte bir karar değildir; dolayısıyla, böylesi bir karara, gerçek anlamdaki gönderme kararlarına özgü nitelikteki hukuksal sonuçlar bağlanamaz. Başka bir ifadeyle, süresinde yapılmış bir ilk itiraz bulunmamasına rağmen verilen ve mahkemece gönderme kararı olarak adlandırılan bir karar, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesinin gerçek anlamdaki gönderme kararlarına özgülediği ‘verildiği anda kesin olma’ ve ‘gönderilen mahkemeyi bağlayıcılık’ niteliklerini taşımaz. Buna bağlı olarak da, gönderilen mahkeme, dosyayı gönderen mahkemeye geri gönderebilir. Dahası, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/4. maddesindeki, “Vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi oldukları müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait iptidai itirazın kabulü halinde de tatbik olunur.” hükmünün uygulama yeri olamaz. O nedenle de, böylesi bir durumda, davacı tarafın, gönderilen mahkemeye Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde başvurması gereğinden söz edilemez. ( Karar metninin yukarıda “İlk derece ( hüküm-bidayet ) mahkemeleri, genel ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılır.” Şeklindeki cümlesinden itibaren bu noktaya kadar yapılan açıklamalarda yararlanılan kaynak olarak, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, İstanbul 2001; Cilt: 1, sayfa:51-61 arası; 675-721 arası ).
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde:
Somut olayda, yukarıda belirtildiği üzere, dava tarihi itibariyle Kocaeli’de ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmadığı için, görülmekte olan dava Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben yazılan bir dava dilekçesiyle açılmış ve Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesinde görülmeye başlanmıştır. Her üç davalı yönünden de, gerek kanuni ve gerekse uzatılan esasa cevap sürelerinin dolduğu tarihler itibariyle, ticaret mahkemesi kurulup faaliyete geçmiş olmadığı için, davalılarca, kanuni süre içerisinde işbölümü itirazı ileri sürülmemiştir. Her ne kadar, davalılardan Akbank T.A.Ş. vekilinin, talep üzerine mahkemece uzatılan cevap süresi içerisinde verdiği 1.2.1994 tarihli cevap dilekçesinde mahkemenin yetkisine yönelik bir itiraz ve “…Dava dilekçesinin yetki yönünden reddine ve İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğuna karar verilmesini talep ediyoruz…” şeklinde bir ifade mevcut ise de, asıl olarak yetkiye itirazı içerdiği açık bulunan bu ifadenin, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde bir iş bölümü itirazı olarak nitelendirilmesine olanak yoktur. Hal böyle olunca, eldeki davada, davalıların işbölümü itirazında bulunmadıklarının, esasa cevap sürelerinin bittiği tarihler itibariyle böylesi bir itirazın ileri sürülmesinin usulen mümkün de olmadığının kabulü gerekir. Yine, işbölümü itirazında bulunulabilecek kanuni sürelerin dolmasından sonra, salt Kocaeli’de ayrı bir ticaret mahkemesinin kurulmasının da, davalılara bu yöndeki bir itirazı ileri sürmek konusunda herhangi bir hak bahşetmeyeceği açıktır.
Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesindeki 24.10.2002 günlü oturumda, tüm taraflar vekillerinin işbölümü nedeniyle dosyanın Ticaret Mahkemesine gönderilmesini istemiş olması da, varılan bu sonucu etkiler nitelikte değildir.
Sonuç olarak, Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesinin, işbölümü nedeniyle dosyanın Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesi yönündeki 24.10.2002 günlü kararı, Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesi anlamında gerçek bir gönderme kararı niteliğinde değildir. O nedenle de, aynı maddenin son fıkrasında, gerçek anlamda gönderme kararları için geçerli olacağı belirtilen yasal prosedürün uygulanması gereğinden; yani, davacının bu gönderme kararından sonra Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3. maddesinde öngörülen 10 günlük kanuni süre içerisinde başvuruda bulunması zorunluluğundan söz edilemez. Dolayısıyla, davacının söz konusu başvurusunun 10 günlük süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle, aynı maddenin son fıkrasındaki “Aksi takdirde dava açılmamış sayılır…”hükmüne dayalı olarak, davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez.
Somut olayın değinilen bütün bu özellikleri karşısında, Kocaeli Asliye 3. Hukuk Mahkemesince verilen ve içeriği yukarıda açıklanan 24.10.2002 gün ve 1993/716 esas, 2002/703 sayılı kararın, Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi anlamında bir gönderme kararı olarak değil; yargı çevresinde sonradan ticaret mahkemesinin kurulup faaliyete geçmiş olmasından kaynaklanan, tüm tarafların ortak talebi üzerine verilmiş olan, kendine özgü bir devir ( aktarma ) kararı olarak nitelendirilmesi ve davacı tarafın bu karardan sonra, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3. maddesinde öngörülen 10 günlük kanuni süre içerisinde gönderen veya gönderilen mahkemeye başvurmakla yükümlü bulunmadığının; anılan süre geçtikten sonra yapılmış bile olsa, gönderilen mahkeme durumundaki Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinin davaya bakmakla yükümlü olduğunun, anılan hükme dayalı olarak davanın açılmamış sayılmasına karar veremeyeceğinin kabulü zorunludur.
Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 07.06.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
T.T.K.nun 5/III ncü maddesinde münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işler haricinde bir davanın ticari veya hukuki mahiyeti itibariyle iş sahasına girip girmediğinin ilk itiraz şeklinde ileri sürülebileceği ön görülmekte olup, temyize konu uyuşmazlıkta münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işlerden değildir. Dava konusu olayda dava asliye hukuk mahkemesinde açılmış ( ki o tarihte Kocaeli’nde kurulmuş bir ticaret mahkemesi mevcut değildir ) ve mahkemece uzun süre davaya bakıldıktan sonra, taraf vekillerinin dosyanın yeni kurulan ticaret mahkemesine gönderilmesi gerektiğine ilişkin istemleri üzerine de, asliye hukuk mahkemesince ( verilen kararın görevsizlik kararı olduğu da belirtilmek suretiyle ) dosya ticaret mahkemesine gönderilmiştir. Her şeyden önce şu hususun açıkça ortaya konulması gerekir ki, bir yerde ticaret mahkemesi kurulması bugünkü mevzuatımız itibariyle iflas davaları haricindeki davaların ticaret mahkemesine gönderilmesine neden teşkil etmez ( Bkz. Aynı Görüş, G.Eriş, Ticari İşletme ve Şirketler, 3 ncü Baskı, S. 396 ) Bu itibarla, Yüksek Özel Dairenin “Kaza Çevresinde Ticaret Mahkemesi bulunmazken davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi doğaldır. Sonradan bu mahkemeye ticaret dairesi ilave edilmesi durumunda dosyanın belirtilen daireye aktarılması da yasa hükmü gereğidir.” şeklindeki gerekçesine davanın mahiyetine nazaran hiçbir şekilde itibar edilemez ve aksinin kabulü halinde bir yerde ticaret mahkemesinin kurulması üzerine o sırada ticari davalara bakmakta olan asliye hukuk mahkemelerinin derdest tüm davaları yeni kurulan mahkemeye göndermesi gerektiği gibi bir sonuç ortaya çıkar ki, yukarıda belirtildiği üzere İİK.nun 154 ncü maddesinin amir hükmü gereği dışında derdest davaların yeni kurulan mahkemeye gönderilmesi mümkün değildir ve böyle bir yasa hükmü de yoktur.
Öte yandan, yine yukarıda belirtildiği üzere iş bölümü itirazı ilk itirazlardan olup, HUMK.nun 188 nci maddesi hükmü uyarınca yazılı usule tabi davalarda esasa girilmeden önce ve cevap süresi içerisinde ileri sürülebilir. Dava konusu olayda bu dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren on gündür ve hak düşürücü mahiyettedir. Süre geçtikten sonra davacı taraf muvafakat etse bile ilk itirazlar mahkemece incelenemez. Bu itibarla, taraf vekillerinin dosyanın ticaret mahkemesine gönderilmesine ilişkin beyanları da önemi haiz olmadığı gibi, davanın ilk açıldığı mahkeme olan asliye hukuk mahkemesine dosyayı ticaret mahkemesine göndermede yasal bir dayanak sağlamaz.
İş bölümüne ilişkin gönderme kararları kesin olup, ancak mahiyetleri ile bağdaşmayan unsurları ihtiva etmeleri halinde, sadece bu bağdaşmayan yönleri bakımından temyiz edilebilir. Ancak, bu kural sadece usulünce ve süresinde işbölümü itirazı bulunan davalar bakımından geçerli olup, somut olayda olduğu gibi işbölümü itirazında bulunulmayan davalarda verilen gönderme kararları, mahkemece verilen kararın gönderme kararı olduğu belirtilmiş olsa dahi kesin olarak kabul edilemez. Nitekim, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ( 22.06.1992 T, E. 1346/K. 7901, 9.5.2005 T, 2004/8324 E, 2005/4862 K ) kararlarında bu ilke benimsendiği gibi, doktrinde de bu ilke kabul görmektedir. ( Bkz. Prof. Dr. B.Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü İstanbul, 2001, Cilt: 1, s. 705 vd. )
Bu itibarla, mahkemece, asliye hukuk mahkemesince verilen ilk kararın mahkemenin kendi kararında da belirtildiği üzere bir görevsizlik kararı olduğu ve buna nazaran da kesinleşmeden kendisine gönderildiği nazara alınarak kararın kesinleştirilerek gönderilmesini temin için esasın kapatılması suretiyle dosyanın asliye hukuk mahkemesine gönderilmesi veya açıklanan nedenlerle ilk mahkemenin gönderme kararının TTK.nun 5 inci maddesi anlamında bir gönderme kararı olmaması sebebiyle kendisini gönderme kararı ile bağlı saymayarak görevsizlik kararı ile dosyayı davanın ilk açıldığı mahkemeye göndermesi gerektiği ve Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesi kararının bu gerekçe ile bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluk görüşüne karşıyız.