Etiket arşivi: HAKLARINA

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • HAKSIZ İHBAR, SAYAÇ HIRSIZLIĞI, KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI,MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 1989/281
KARAR O. 1989/3471
KARAR TARİHİ. 13.4.1989

> HAKSIZ İHBAR— KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT —AĞIR KUSUR

818/m.49

743/m.24

ÖZET : Şikayette bulunan kişinin ortada suçun işlendiğine dair hiç ya da yeterli emare yokken şikayette bulunması ve bunda kusurlu ve kusurun ağır olması halinde manevi tazminata hükmedilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı yerinde görülmeyen davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu:

KARAR : Dava, Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince korunan kişilik hakkına yapılmış saldırı nedeniyle Borçlar Kanununun 49. maddesinden kaynaklanan manevi tazminat isteğidir. Bilindiği gibi kişilik hakkı kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının yanında yasal araç ve yollardan yararlanmak sureti ile yargı organları önünde hak arama ( Anayasa madde 36 )ve yetkili makamlara yazılı ile başvurma ( Anayasa madde 74 )ve huzurun hakça gerçekleşmesi için, kişinin kendi haklarını ve bunların gösterdiği özelliklerin başkalarının hakları ile olan ilişkilerine göre daraltılması veya genişletilmesi gerekir. Bu da diğer haklarda olduğu gibi kişilik hakkının korunmasının sınırsız olmadığını gösterir.
Borçlar Kanununun 49. maddesinde açıkça belirtilmemiş olmakla beraber burada da hukuka aykırılık sorumluluğun vazgeçilmez unsurudur. Bu nedenle kişilik hakkının ihlali, kural olarak hukuka aykırı sayılır; yeter ki kişilik hakkını oluşturan kişisel değerlere el atma eylemi yasal bir haktan kaynaklanmasın ve korunmasını. Bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesinde veya hukuki çıkarların çatışmasında hakim, onlar arasındaki sınırı Medeni Kanunun 1. maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken adalete uygun bir sonuca ulaşabilmesi için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş kural ve ölçülerden yararlanmalıdır.
Bu genel kabul görmüş kural ve ölçülere göre kişilik hakkını oluşturan kişisel değerlere saldırının uygun sayılması için özellikle hak arama özgürlüğünde:

A )Her şeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün çıkarının bulunması zorunludur. Böyle bir çıkarın elde edilmesi sırasında kişilik hakkı saldırıya uğramış ise artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki koruma, herkesin hak arama özgürlüğü altında ortadan kaldırılmalıdır. Kuşkusuz hukuken korunan varlıklar olarak onur ve saygınlıkla hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak somut olaydaki nisbi değeri gözetildiğinden kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir. Bu sonuca ulaşmak ve saldırının hukuka uygunluğu kabul olmak için hukukça korunan üstün hak ve çıkarın bulunması yeterli değildir. Hakkında kötü niyet kullanılmamış olması da gerekir.

B )Başvurma hakkının kötüye kullanılıp
kullanılmadığının tespiti için iki yön üzerinde durulmalıdır.

a )Başvuru hakkı öncelikle amaca uygun olarak kullanılmış olmalıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın kullanılması ile mümkündür. Örneğin, ilgili makamlara yapılan ihbar ve şikayetler şikayet hakkının koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmış ise amaca uygun bir davranış olarak hukuka uygun sayılabilir. Ancak korunmayacak bir çıkar sağlamak için kullanılmış ise hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir; çünkü hak ve özgürlükler amacından saptırılarak kişinin hukukça korunan kişisel değerlerine girme ve el atma iyiniyet kurallarına aykırı düşen bir davranıştır.

b )Öte yandan başvurma hakkı uygun araçlarla yapılmalıdır. Daha geniş bir anlatımla hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Aksi halde amaca varmak için uygun araç seçilmemiş olur ki bu da hakkın kötüye kullanıldığının tartışmasız kanıtı olur. Uygun araçlarla amaca varmak için yapılan davranışlar kişilik hakkına girse bile hukuka aykırı sayılmamalıdır. Gerçek olaylara dayanılıp dayanılmadığının belirlenmesi ise maddi kanıtların değerlendirilmesiyle mümkündür. Ancak başvuru hakkının kullanılmasında aşırı davranılıp; davranılmadığının belirlenmesi her zaman, özellikle ihmali hareketlerde aynı kolaylıkla mümkün değildir. Herkes hemcinslerine karşı insanlık onuruna yakışır uygun bir tarzda hareket etmelidir. Karşısında kişilik hakkını alarak bir çıkarını öne süren kimse en azından hemcinsinin kişiliğini de düşünmek zorundadır. Aşırı davranış bir savsamanın sonucu da olsa hukuka uygunluktan söz edilmemelidir. Gerçek bir olay karşısında bulunulan durumlarda bile elinde hiçbir kanıtı olmayan kişinin tahmine ve zanna dayalı olarak veya orta derecedeki bir kimsenin dahi yetersizliğini tartışabileceği kanıtlarla başvurma hakkını kullanması aşırı bir davranış olarak hukuken korunmamalıdır. Ancak Borçlar Kanununun 49. maddesini değiştiren 3444 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki olaylarda eski metne uygun olarak kusuru oluşturan ihmal derecesinin de ağır olması araştırılmalıdır.
Davaya konu olan olayda davalı 25.3.1985 tarihince C. Savcılığına vermiş bulunduğu dilekcede kendisine ait kuyudan su çıkarmak için takmış bulunduğu 4858 343 numaralı elektrik sayacının bir yıl önce bilinmeyen bir kişi tarafından çalındığını ve şimdi bu sayacı davacının evine taktırırken gördüğünü ileri sürerek kanuni kovuşturma yapılmasını istemiştir. Aynı gün zabıtaca davacının evine gidilmiş ve duvarda takılı bulunan ve numarası 4858 343 olan elektrik sayacı sökülerek zaptedilmiştir. Ancak elektirk sayacı satıcısı olan İbrahim U.’nun tanık olarak bilgisine başvurulduğunda, birkaç ay kadar önce davacıya bir elektrik eşyası sattığını ve kendisine getirilen kutu üzerindeki yazılı numara ile zaptedilen sayaç üzerindeki numaranın aynı olması karşısında sattığı sayacın bu sayaç olduğunu söylemesi üzerine sayaç davacıya teslim edilmiştir. Böylece davacının kendisine isnad olunan suçu işlediğine dair ortada emare bulunmamakla beraber hakkında hırsızlık suçundan ötürü kamu davası açılmıştır. Davalı ilk oturumda müşteri olarak ifade verirken zaptedilen sayacın kendisine ait olduğunda direnmiştir. Yapılan duruşma sonunda ise yeter delil ve emare bulunmadığından beraat kararı verilmiştir. Davacı bu davada şikayetin haksız olduğunu ileri sürüp manevi tazminat olarak bir miktar paranın ödetilmesini istemektedir. Mahkemece delliler toplandıktan sonra şikayetin 25.3.1985 tarihinde yapılmış olmasına, davalının kızı bulunan Şerife Y. tarafından davacının yeğeni Mehmet Y. arasındaki boşanma davasının 28.1.1986 tarihinde açılmış olması karşısında belirtilen uyuşmazlıktan ötürü taraflar arasındaki husumetin sonradan çıkmış bulunmasına ve davalını sırf davacıyı zararlandırmak amacıyla davrandığına dair ortada bir delil bulunmadığına ve böylece Anayasanın vatandaşa tanımış bulunduğu başvurma hakkı kullanıldığına göre davanın reddine karar verilmiştir.

Oysa yukarda açıklandığı gibi * bir kişinin şikayet hakkını kötüye kullanmadığından söz edilmesi için onun şikayet olunanı kasten ve zararlandırmak amacıyla, diğer bir deyimle kin ve garezle hareket ettiğinin (etmediğinin olması gerekir ) gerçekleşmesi yeterli değildir. O kişinin böyle bir davranışta bulunması bir kastın varlığı dışında kusurlu bir davranış niteliğinde olsa bile ve derecesi de ağırsa, özellikle isnat olunan eylemin işlendiğine dair ortada hiç veya yeterli emare yoksa, şikayet hakkının kötüye kullanılmış olduğunun kabulü gerekir. Davalı zaptedilen sayaçtaki numaranın evinde özel defterinde kaydetmiş olduğu, kendi sayacının numarası ile aynı olduğunu ileri sürmesine karşılık satıcısının beyanına göre bu sayacın şikayet tarihinden birkaç ay önce davacıya satılan sayaç olduğu açıkça anlaşılmıştır. Öte yandan davalı ceza mahkemesine vermiş bulunduğu 11.12.1985 günlü dilekçesinde başlangıçtaki iddiasına aykırı olarak bu kez çalınan sayacın numarasının şikayet dilekçesinde yazdığı numara olmadığını ileri sürmek suretiyle çelişkiye düşmüştür. Bu dahi şikayetini yaparken bir emareye dayanmadığını göstermektedir. Bundan başka evli yakınlar arasındaki boşanma davasına konu olan geçimsizlik daha önceden çıkmış olduğundan davanın sonradan açılmış bulunması daha önce taraflar arasında husumet bulunmadığını göstermez. O halde olayda davalının kasta ve böyle olmasa bile ağır kusura dayanan bir davranışı bulunduğundan eylemin hukuka aykırı sayılması ve manevi tazminat olarak takdir olunacak bir miktar paranın tahsiline karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ( … )13.4.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 18, 2015 8:12 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TİCARET ŞİRKETİNİN KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI,MANEVİ TAZMİNAT GEREKTİĞİ

Tüzel kişi olan ticaret şirketlerinin de kişilik hakkı vardır. Haksız eylem ticari itibarını ve dolayısıyla kişilik hakkını ihlal ediyorsa şirket lehine manevi tazminata hükmetmek gerekir.

T.C.
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2013/15239
KARAR NO : 2014/15505
KARAR TARİHİ..18/11/2014

Y A R G I T A Y İ L A M I

DAVACI : L.. Tic. A.Ş. vekili Avukat İ…
DAVALILAR :
1- C… Ltd. Şti.
2- C…
3- O…

Davacı L… Tic. A.Ş. vekili Avukat İ… tarafından, davalılar C… Ltd. Şti. vdl aleyhine 05/02/2013 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeni ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 09/04/2013 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından, duruşmasız olarak incelenmesi de davalı C… vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 18/11/2014 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacı vekili adına gelen olmadı, karşı taraftan davalılardan C… vekili Avukat S… geldi. Diğer davalılar adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra tarafa duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddolunmalıdır.

2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince;

a-Dava haksız tedbir nedeni ile uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar davacı ve davalılardan C… tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, kimya ürünleri ithalatı yaptığını, Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tesislerine İngiltere merkezli şirketten ithal ettiği çin menşeili asitik asit ürünün davalı şirketin patent hakkının ihlal edildiği iddiası ile Gümrük Müdürlüğü’nden talep ettiği tedbir uyarınca serbest bölgeden çıkartılması işlemlerinin durdurulduğunu, bu sırada Ukrayna’dan ithal ettiği ve Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne getirilmekte olan ürününün tankerlerin boşaltılamamış olması nedeni ile rotasının değiştirilerek şirketin Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtildiğini, rota değişimi nedeni ile ek ücret ödenmek zorunda kalındığını, bu arada müşterilerine teslim etmeyi taahhüt ettikleri asitik asit ürününün Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerden gönderilmek zorunda kalındığını, bunun da fazladan nakliye ücreti ödenmesine neden olduğunu, bu maddi zararları yanında ticari itibarının sarsılması nedeni ile de manevi zarara uğradığını iddia ederek uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı C…, Rodyum Inorganik İyodid Katalizör Sisteminin patentine sahibi olduğunu, bu patent ile üretilmiş tüm asitik asit ürünleri üzerinde hak sahibi olduğunu, bu nedenle serbest bölgede bulunan asitik asit ürünün patent hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi için tedbir talebinde bulunduklarını, durdurma kararının idari bir karar olduğunu, durdurma kararı verilmese dahi davacının tankerlerinde bir miktar ürün kalacağını bu nedenle Ukrayna’dan ithal ettiği ürünün tanka boşaltılması için tankın boş olmasının gerekmediğini gösterdiğini, Ukrayna’dan ithal edilen ürünün daha yakında bir tesis varken neden Yumurtalığa getirildiğinin de anlaşılamadığını, sonuç olarak davacının maddi ve manevi zarara uğramadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporu uyarınca davacının defterlerinin incelenmesi sonucu Marmara Ereğlisi’nden yapılan sevkiyatların Yumurtalık Serbest Bölgesi’nden yapılması halinde Hadımköy-İkitelli-Çorlu-Gölcük-İzmit bölgelerine taşıma için ödenecek 12 adet nakliye ücretinin Adana-Kayseri-Kahramanmaraş’a yapılacak 9 adet nakliye ücretinden daha fazla olması nedeni ile taşıma ücretinin davacıya ait olması halinde dahi davacının zararının olmadığı, Ukrayna’dan yapılan ithalatın Odesa-Tekirdağ arası İskenderun’a göre daha kısa mesafe olduğundan deniz yolu navlun ücretinin daha düşük olacağı, dosya kapsamından geminin rota değişimi ile ilgili olduğu öne sürülen masrafın müstenidinin bulunmadığı tespit edildiğinden davacının maddi zarara uğramadığı, manevi tazminat isteminin de yerinde olmadığı sonucuna varılarak davanın tümden reddine karar verilmiştir.

Dosya arasındaki tüm bilgi ve belgelerden, davacıya ait Adana/Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tankerlerindeki 120.000 kg asitik asit ürününün davalının talep ettiği tedbir istemi uyarınca serbest bölgeden çıkartılmasının durdurulduğu anlaşılmaktadır. Durdurma kararının uygulandığı sırada davacı serbest bölgedeki malını çıkartamadığı için Ukrayna’dan ithal ettiği asitik asit ürününün rotasını değiştirmek zorunda kalmış ve Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtmiştir. Her ne kadar Ukrayna Odesa Limanı ile Tekirdağ arası mesafenin daha kısa olması nedeni ile bilirkişiler davacının uğradığını iddia ettiği maddi zararın müstenidi olmadığını düşünmüşler ise de; davacı ithal ettiği ürünün taşınması konusunda imzaladığı sözleşme ile bağlıdır. Davacı, ürünün Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne taşınması konusunda sözleşmesi bulunduğu, serbest bölgedeki tankerlerin ürünün yurt içine sokulamaması nedeni ile boşaltılamamasından dolayı Ukrayna’dan gelen ürünü depolayacağı yer bulunmadığından sözleşmesini değiştirmek ve ürünün Marmara Ereğlisi’ne getirilmesini istemek zorunda kaldığından 5.788 $ fark ücret ödediğini iddia ederek fatura ibraz ettiğine göre davacının söz konusu fark ücreti ödemesine neden olan sözleşmesinin incelenmesi, fark ücretin rotadan sapma olması nedeni ile ödenip ödenmediğinin değerlendirilmesi ile varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken varsayımsal değerlendirmeye dayalı bilirkişi görüşünün kabulü ile bu kalem isteğin reddi doğru olmamış açıklanan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

b-Davacı bir anonim şirkettir. İşletme hacmine göre ticaret sahası içinde şirketin ticari bir itibarı bulunduğu kuşkusuzdur. Davacının serbest bölgedeki malının yurda sokulmasının durdurulması ile malın satım sözleşmesinin karşı tarafına karşı zor durumda kaldığı gibi, şirket tüzel kişiliğinin itibarının da sarsıldığının kabulü gerekir. Nitekim davalı şirket söz konusu durdurma kararını talep ederken doğacak her türlü zararı ödemeyi kabul ve taahhüt etmiş olup, davacının maddi ve manevi zarara uğrayabileceğini de ön görmüştür. Şu durumda mahkemece davacının ticari itibarının zedelenmesi nedeni ile uygun bir manevi tazminat ödetilmesi yerine istemin tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2/a-b) sayılı bentte açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, davalı C…ın tüm davacının öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 18/11/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 11, 2015 5:33 pm


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI, YARGITAY ÜYELERİNE BASIN YOLU….

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO. 2011/4-852
KARAR NO. 2012/406
KARAR TARİHİ. 27.6.2012

> YARGITAY ÜYESİNİN BASIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI– YÜKSEK MAHKEME ÜYESİNİN TARAFSIZLIĞINA İLİŞKİN KUŞKU UYANDIRMAK– MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

4721/m.25
5187/m.13
5237/m.312

ÖZET : Davacı, davalı Z. A.`ın sunuculuğunu yaptığı davalı Şevket Kazan`ın konuşmacı olarak katıldığı Kanal 7 Televizyonunun 09.07.2000 tarihli Siyah-Beyaz adındaki yayınında, davalı Şevket Kazan tarafından söylenen sözlerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir. Yayın sırasında davalı Şevket Kazan; Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyelerinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi`nin kararını onamasının doğru olmadığı, mahkumiyet kararının gerekçesinde yer almayan açıklamaların onama kararına gerekçe yapılmasının yeni bir tertip oluşturduğu, 8. Ceza Dairesi üyelerinin yargıyı siyasi düşüncelerine alet ettikleri, yargının siyasallaştığı, insanların güvenini zedeleyen kararlar verildiği biçiminde sözler söylemiştir. Davacının, 8. Ceza Dairesi Başkanı olarak altında imzası bulunan kararın siyasi düşüncelerle verildiği, yargının siyasallaştığı ve 8. Ceza Dairesi`nin taraflı kararlar verdiği biçimindeki nitelemeler sebebiyle davacının kişilik haklarının zarara uğradığı, yüksek mahkeme üyesi olarak tarafsızlığı konusunda kuşkular oluşmasına sebep olunduğu kabul edilmelidir.
Yayında davalı Şevket Kazan tarafından söylenen sözlerin hukuka aykırılığı gözetilerek davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.11.2007 gün ve 2003/561 E. 2007/411 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.2.2011 gün ve 2010/3111 E. 2011/1872 K. sayılı ilamı ile;
( … Davacı, davalı Z. A.`ın sunuculuğunu yaptığı davalı Şevket Kazan`ın konuşmacı olarak katıldığı Kanal 7 Televizyonunun 9.7.2000 tarihli Siyah-Beyaz adındaki yayınında, davalı Şevket Kazan tarafından söylenen sözlerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.
Yerel mahkemece, Dairemiz bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonunda, yayının eleştiri niteliğinde olduğu gerekçesiyle istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Dava konusu yayında, davalı Şevket Kazan`ın, üyesi olduğu siyasi partinin genel başkanının cezalandırılmasına dair kararın Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından ONANMASINA dair karardan söz edilmiştir.

Yayın sırasında davalı Şevket Kazan; Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyelerinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi`nin kararını onamasının doğru olmadığı, mahkumiyet kararının gerekçesinde yer almayan açıklamaların onama kararına gerekçe yapılmasının yeni bir tertip oluşturduğu, 8. Ceza Dairesi üyelerinin yargıyı siyasi düşüncelerine alet ettikleri, yargının siyasallaştığı, insanların güvenini zedeleyen kararlar verildiği biçiminde sözler söylemiştir.
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi`nin, davalı Şevket Kazan`ın üyesi olduğu partinin genel başkanı hakkında Türk Ceza Yasası`nın 312/2. maddesindeki suçu işlediğine dair cezalandırma kararı, temyiz incelemesi sonucu davacının da imzasını taşıyan Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararı ile onanmıştır.
Davacının, 8. Ceza Dairesi Başkanı olarak altında imzası bulunan kararın siyasi düşüncelerle verildiği, yargının siyasallaştığı ve 8. Ceza Dairesi`nin taraflı kararlar verdiği biçimindeki nitelemeler sebebiyle davacının kişilik haklarının zarara uğradığı, yüksek mahkeme üyesi olarak tarafsızlığı konusunda kuşkular oluşmasına sebep olunduğu kabul edilmelidir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davaya konu yayında davalı Şevket Kazan tarafından söylenen sözlerin hukuka aykırılığı gözetilerek davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, H.G.K.`nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, yapılan 2. görüşmede karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 27.06.2012 günü oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 20 Oca 2015, 11:25


Mobbingde kişilik haklarına haksızlık olgusu yeterlidir, gerçekleşmediğinin ispat külfeti davalıya aittir

Yargıtay 22.Hukuk Dairesi 2013/693 esas ve 2013/30811 karar sayılı 27.12.2013 tarihli karar

YARGITAY İLAMI

MAHKEMESİ : İzmir 10.İş Mahkemesi

TARİHİ : 04/10/2012

NUMARASI : 2012/11-2012/487

DAVACI : T. Y. ADINA VEKİLİ AVUKAT S. G.

DAVALI : İ.B. A.Ş. ADINA VEKİLİ AVUKAT E. Ç.

DAVA : Davacı manevi tazminat ve fazla çalışma alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, davanın reddine karar vermiştir.

Hüküm süresi için de davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Y. B. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı vekili müvekkilinin 1994-17.12.2010 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini açılan işe iade davasının kabul edildiğini temyiz aşamasında olduğunu, günlük 12-13 saat çalışmasına rağmen fazla mesai alacaklarının ödenmediğini, işyerinde mobbinge maruz kaldığını belirterek manevi tazminat ve fazla mesai alacağının ödetilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının ücretine fazla mesainin dahil olduğunu, personelle sık sık tartıştığını, yazılı olarak iki defa uyarıldığını, çalıştığı şubede verilmis olmaması nedeniyle şubesinin değiştirildiğini ve bu nedenle iş sözleşmesinin feshedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme, dosyada bulunan davacı ve davalı tanık anlatımları ile mevcut diğer delillerin birlikte değerlendirilmesinden davacıya sistematik ve sürekli psikolojik baskı uygulandığını gösterir kuvvetli deliller bulunmadığı, kişilik hakları veya sağlığının sistematik ve ağır bir saldırıya uğradığı yönünün kuşkudan uzak delillerle yeterince ortaya konulmadığı kanaatiyle davanın reddine karar vermiştir.

Hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davalı işyeri çalışanlarından Ş. Ç.Ü.’nün davacıya sinirli tavırlar gösterip elinde bulunan kâğıtları ve zarfı davacının masasına ve üzerine fırlattığı, bir süre sonra sözkonusu belgeleri geri alıp sinirli tavırlar sergiledikten sonra tekrar masaya fırlattığı, davacının yere düşen belgeleri topladığı, davacının bireysel pazarlama yetkilisi olarak çalıştığı sırada cari hesaplar yetkilisi olan G. B.Ç.’indavacnın yerine görevlendirildiği, davacının bu görev değişikliği nedeniyle mağdur olduğu düşüncesine kapıldığı ve hastalandığı, davacının bankacılık işlemleri konusunda kurallara uygun hareket etmek istediği, bu nedenle amirleri ile sorunlar yaşadığı, uyarı, itham ve kırıcı üsluplarla baskılara maruz kaldığı, banka müdürü tarafından sorun çıkaran, uyumsuz, sevilmeyen ve kavgacı biri olarak suçalndığı, süreç içinde davacıya yönelik bu ve benzeri olumsuz davranışların tekrarlandığı, bir başka personelin yapması gereken işlerin sık sık davacıya verildiği, banka müdürü tarafından cumartesi günleri mesai yaptırıldığı, işyerinde düzenli bir çalışma şeklinin olmadığı, davacıyla aynı pozisyonda olan diğer çalışanlara anahtar ve şifreler verildiği halde davacıya verilmediği, davacının stresli çalışma ortamında bulunmanın da etkisiyle sindirim sistemi rahatsızlığı çektiği, banka şubesinin yapılan iç denetimde düşük performans gösterdiğinin belirlendiği, davacının işyeri içindeki diğer çalışanlardan soyutlandığı, son dört ay içinde yirmişer günlük sağlık raporları aldığı, son bir yıl içinde peş peşe disiplin soruşturmaları geçirerek kendisinden savunmalar istendiği, şube içi elektronik posta ile yapılan yazışmalarda “densiz” denilmek suretiyle hakarete maruz kaldığı, yapılan yazışmalarda nezaket sınırlarının aşıldığı, davacının yaşamış olduğu olumsuzlukları işyerindeki amirine ilettiği halde sorunlara çözüm getirilmedii ve kendisinde kusur bulunduğu, yaşanılan olumsuzluklar sonunda anksiyete bozukluğu çektiği ve sağlık sorunlarıyla uğraştığı, bir yıllık maaş artışının yalnızca 1,96 olarak öngörüldüğü; davacının işyerinde yaşadıklarını “Olaylar” başlığı altında kaleme aldığı, sözkonusunun yazda tutarlılık, samimiyet ve iddia edilen hususlarla bir bütünlük görüldüğü, bu hususların mobbing teşkil ettiği tüm dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Mobbinging varlığı için kişilik haklarının ağır şekilde ihlaline gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağı; davacı işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğu, işyerinde mobbing gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğü; tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporu, kamera kayıtları ve diğer tüm deliller değerlendirildiğinde mobbing iddasının yeterli delillerle ispat edildiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 27.12.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY: Dosya içeriğine ve özellikle taraf tanıklarının anlatımlarına göre; davacının iş ortamında çalışma arkadaşlarıyla gerekli uyumu sağlayamadığı, diğer çalışanlarla işbirliği yapmaktan kaçındığı, işyerinde zaman zaman amirleri ve diğer çalışanlarla işin yürütümünden kaynaklanan nedenlerle tartıştığı anlaşılmaktadır.

Davacının işin yürütümü bakımından olumsuzluklara yol açan tutum ve davranışlarından kaynaklanan tartışmaların psikolojik taciz (mobing) olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

Davacının hedef kişi olarak şeçilip kendisine karşı sistematik bir biçimde yıldırma hareketlerinin yapıldığına dair delil bulunmamaktadır.

Bu nedenle mahkemenin davacıya psikolojijk taciz yapıldığına dair delil bulunmadığı, kişilik hakları veya sağlığının sistematik ve ağır bir saldırıya uğradığı yönünün kuşkudan uzak delillerle yeterince ortaya konulmadığına ilişkin tespit ve değerlendirilmesinde bir isabetsizlik yoktur.

Açıklanan tespit ve gerekçelere göre davacıya psikolojik taciz yapıldığı kanıtlanmamış olduğundan sayın çoğunluğun aksi düşünce ile oluşturduğu bozma kararına katılmıyorum. 27.12.2013

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi E:2003/8644 K:2004/3123 *MAHKEMEYİ YANILTMAYA ÇALIŞTIĞINI SÖYLEMEK * KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi

E:2003/8644 K:2004/3123

Tarih: 11.03.2004

 

DAVA :

Davacı R.N. S.tarafından, davalı C.T.Ö.aleyhine 4/7/2002 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem sonucu kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece istemin reddine dair verilen 4/2/2003 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davacı tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 11/3/2004 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı asil R.N. S.ve vekili Avukat M.B.ile karşı taraftan davalı vekili Avukat Ç.Mumcuoğlu geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

 

1-Davacı, davalının mahkemeye sunduğu dilekçede yer alan sözlerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalı ise, dilekçede yer alan sözlerin davacıya yönelik olmadığını, savunma sınırları içerisinde kaldığını, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına farklı anlam yüklediğini ifade ettiğini ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece davalının sunduğu dilekçede, yasaların tanıdığı iddia ve savunma hakkı doğrultusunda yorum yaptığı, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığı benimsenerek istemin reddine karar verilmiştir. Kararı davacı temyiz etmiştir.

 

Her ikisi de avukat olan tarafların üçüncü kişilerin vekilleri olarak katıldıkları nafaka artırılması davasının yargılaması sırasında, o davada davalı vekili olan eldeki davanın davacısının mahkemeye sunduğu dilekçede, "…28.11.1956 g.15/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince her davada olduğu gibi nafaka arttırımı davası da açıldığı tarihteki maddi ve hukuki olgulara göre değerlendirilmelidir. Ölçü dava tarihi olmalıdır. Sonuç olarak: TC. Merkez Bankasına tezkere yazılarak 10253 sicil no.lu M.T. Çam ile (gerekiyorsa) 88066 sicil no.lu E.Çamın dava tarihi itibariyle ARALIK 2001 MAAŞLARININ SORULMASINI İSTİYORUZ…" biçiminde istemde bulunduğu; bu dilekçeye cevap veren o davada davacı vekili olan eldeki davanın davalısının, "…Davalının vermiş olduğu tarihsiz dilekçedeki iddia ve beyanlarının ise gerçekle ve hukukla bağdaşır yanı yoktur. Şöyle ki; davalı dilekçesinde andığı 28.11.1956 tarih ve 15/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararını Sayın Mahkemeyi yanıltmak amacıyla yanlış yorumlamaktadır. Anılan YİBK incelendiğinde, davalının iddia ettiği gibi, nafaka arttırımı davalarında nafaka miktarının davanın açıldığı tarihteki maddi ve hukuki olgulara göre belirleneceği şeklinde bir anlam çıkarılamaz…" biçiminde cevap verdiği anlaşılmaktadır.

 

Davalının cevap dilekçesinde yer alan ve davacının mahkemeyi yanıltmak amacıyla Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararını yanlış yorumlamaktadır biçimindeki sözleri savunma sınırları içinde değerlendirilemez. Davalının mahkemeyi yanıltmak amacında olan bir kişi olarak tanıtılması davacının kişilik haklarına saldırı oluşturur ve davalının hukuki sorumluluğunu gerektirir. Şu durumda, davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, yerinde bulunmayan yazılı gerekçeyle, istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

 

2-Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 21. maddesinde; "bu tarifede yer alan ücretlere 3065 sayılı Yasa hükümleri gereği katma değer vergisi ayrıca ilave edilir" denilmekte ise de, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Yasası'nın 20/4. maddesinde, "belli bir tarifeye göre fiyatı tespit edilen işler ile biletle tahsil edilen hallerde tarife ve bilet bedeli, katma değer vergisi dahil edilerek tespit olunur ve vergi müşteriye ayrıca intikal ettirilmez." hükmü ile Anayasa'nın 73. maddesinde belirtilen "vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." şeklindeki yasa maddelerinin bu düzenleniş biçimine karşın, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 21. maddesindeki düzenleme biçiminin yer almış bulunması, normlar arasında aykırılık yaratmıştır. Bu gibi durumlarda ve yargılama hukuku bakımından öncelikle göz önünde tutulacak hüküm, Anayasa kuralıdır. Yukarıda yazılı olan Anayasa kuralına dayanılarak çıkarılan 3065 sayılı Yasanın 20/4. maddesinde, yukarıda açıklandığı üzere, bu nitelikteki tarifelerde öngörülen miktarın içinde Katma Değer Vergisi'nin de bulunduğu, diğer bir ifade ile Katma Değer Vergisi'nin, tarifede belirlenen miktar içinde yer aldığı belirtilmiştir. Şu durumda, yasa hükmü gözetildiğinde, tarifedeki ücrete ayrıca Katma Değer Vergisi'nin eklenmemesi gerektiği kabul edilmek gerekir.

 

Mahkemenin yukarıda yazılı olan bu yasal düzenlemeleri gözetmeden, tarifede belirlenen ücrete ayrıca Katma Değer Vergisi eklenmesi biçiminde vardığı sonuç usul ve yasaya aykırı olduğundan karar bu nedenle de bozulmalıdır.

 

3-Yargılama sonunda hüküm, ancak davanın tarafları hakkında verilebilir. Yargılama giderleri de hükmün sonuçlarına göre yanların sorumlulukları ile ilgili bulunduğundan, hüküm ile birlikte karara bağlanması gerekir (29.5.1957 tarih ve 4/16 sayılı İBK). Bu bağlamda, yargılama giderleri aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir ve vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir.

 

Diğer yandan, 4667 sayılı Yasanın 77. maddesiyle değişik 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nın 164/son maddesinde dava sonunda, karar ile tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağı belirtilmiş ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 3. maddesinde de "Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti …" biçiminde anılan yasa hükme koşut bir düzenlemeye de yer verilmiştir.

 

Yukarıda açıklandığı üzere gerek Avukatlık Yasası ve gerekse de yasaya dayalı olarak hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde yer alan düzenlemeler; Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının davanın taraflarına ve hükmün kimlere yönelik olarak kurulacağına ilişkin hükümlerini kaldırıcı veya değiştirici nitelikte değildir. Aksine, hükmün ve ayrıntısı niteliğindeki yargılama giderlerinin ve yargılama giderlerine dahil bulunan vekalet ücretinin davanın tarafları hakkında kurulması gerekir. Avukatlık Yasası'ndaki, "vekalet ücreti avukata aittir" biçimindeki düzenleme hükmü kuran mahkemeye değil, vekil ile vekil edene yönelik bir kuraldır. Bu yorum ve varılan sonuç aynı maddedeki "bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez" biçimindeki düzenleme ile de doğrulanmaktadır. Açıklanan nedenlerle, taraf sıfatı bulunmayan vekil yararına vekalet ücretine hükmedilmesi de bozmayı gerektirmiştir.

 

SONUÇ :

Temyiz olunan kararın yukarıda (1, 2 ve 3) nolu bentlerde gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve temyiz eden davacı vekili için takdir olunan 375.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11/3/2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAYHukuk Genel Kurulu E:2008/4-127 K:2008/130 *KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI * MANEVİ TAZMİNAT * YETKİLİ MAHKEME

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

E: 2008/4-127

K:2008/130

T:13.02.2008  

İçtihat Metni

Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yar-gılama sonunda; (Ankara Asliye Dokuzuncu Hukuk Mahkemesi)'nce yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine dair verilen 22.11.2006 gün ve 20CJ6/392-450 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzejrtne, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 29.03.2007 gün ve 2007/3113-4145 sayılı ilamı ile; (…Dava, basın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğramasından doğan manevi tazminat istemine ilişkindir.

 

Davalı, süresi içinde verdiği cevap dilekçesi ile, yetki itirazında bulunmuş, mahkemece dava yetki yönünden reddedilmiştir.Dava konusu yayının yapıldığı "Ç… B… Gazetesi" B… il merkezinde yayınlanmakta olup, davalıların ikametgah adresleri de B… Hindedir. Davacı ise, Ankara ilinde ikamet etmektedir.

 

Davacı, davayı açtığı il sınırları içinde oturmaktadır. Dava konusu edilen yayının bölgesel olup Ankara iline ulaşmadığı kabul edilmiş olsa dahi, Medeni Kanun'un 3444 sayılı Yasa ile değişik 24/a-IV. (22.11.2001 tarihinde yürürlüğe güren 4721 sayılı Medeni Kanun'un 25/son) maddesinde ifade edildiği üzere, kişilik hakları saldırıya uğrayan kimsenin kendi oturduğu yerde de dava açabileceği hükme bağlanmıştır. Böylece anılan madde île HUMK'nın 9. maddesindeki genel kurala ve yine haksız eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüm yeri ile ilgili bulunan aynı Yasa'nın 21. maddesine bir ayrıcalık getirilmiş bulunmaktadır.

 

Şu durumda, dava konusu olayda, kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddia edildiğinden zarar gören, davayı kendisinin veya davalının oturduğu yer mahkemesinde veya haksız eylemin meydana geldiği yer mahkemesinde açabilir. Bu seçeneklerden herhangi birini kullanmak, bu tür davalarda, davacıya tanınmış bir haktır.

 

Somut olayda davacı, bu seçimlik hakkını oturduğu yer mahkemesinde kullanmıştır. Bu hakkını kullanmanın yasal dayanağı da yukarıda belirtilmiştir.

 

Bu bakımdan işin esası incelenerek karar vermek gerekirken, yasa hükümlerine aykırı olarak yetkisizlik kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Temyiz Eden: Davacı vekili

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.

 

Davacı vekili, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'ne ibraz ettiği dava dilekçesinde; davalılardan Mustafa'nın B… Ç… Gazetesi'nin 20.09.2006 tarihli nüshasında yayımlanan URTE ve Y. arasında geçen konuşma" başlıklı köşe yazısında, müvekkili ile Org. Y. arasında geçtiği iddia edilen gerçek dışı ve hayal mahsulü diyalogda Org. Y.'nin ağzından müvekkilinin kişilik haklarına tecavüz niteliğinde gerçek dışı ithamlara ve fevkalade ağır hakaretlere yer verdiğini; dava konusu yayında yer alan, Rockfeller'in başbakanı, savaş lordları'nın başbakanı, Siyonistlere güvenen korkak, yalaka ve ihanet içinde olduğu yönündeki tamamen gerçek dışı, hayal mahsulü ve hukuka aykırı isnat ve ithamlar ile müvekkilinin toplum önünde küçük düşürülmesine, kişilik haklarının ağır surette ihlal edilmesine sebebiyet verildiğini ileri sürerek, 10.000 YTL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalılardan Mustafa süresinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde; dava konusu yayının yer aldığı gazetenin B…'de yayımlanan yerel bir gazete olduğunu ve kendisinin de B… ilinde ikamet ettiğini savunarak, davanın Burdur Asliye Hukuk Mahkemeleri'nde görülmesi gerektiğini cevaben bildirmiş; diğer davalı Y… Ç… Basın Medya Ajans İletişim Eğitim Dağıtım Hiz. Tic. Ltd. Şti. adına Mustafa S. ise, esasa ilişkin nedenlerle davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.Mahkemenin, "davalıların ikametgahlarının B… ilinde bulunduğu ve dava konusu yayının yapıldığı gazetenin B… il sınırları içerisinde yayımlandığı anlatıldığından, HUMK'nm 9. ve 21. maddeleri uyarınca yer yönünden Burdur Asliye Hukuk Mahkemelerinin yetkili olduğu" gerekçesiyle "dava dilekçesinin yetH'ı yönünden reddine" dair verdiği karar, Özel Daire'ce yukarıda yazılı nedfenle bozulmuş; yerel mahkemece "HUMK'nm 9. ve 21. maddelerindeki yetki kurallarına ayrıcalık getiren 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesinin 5. bendindeki, 'davacı aynı zamanda maddi ve manevi tazminat talejp etmiş ise, bu davaları da kendi ikametgahı mahkemesinde açabileceği' hükmünün, dava tarihinden önce yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kariunu'nun 25. maddesi ile değiştirilerek kaldırıldığı, 25. maddede yer alan yerfı düzenlemeye göre, kişilik haklarının korunması dışındaki taleplerin ve bu bağlamda müstakil olarak açılan manevi tazminat davasının, davacının ikametgahı mahkemesinde açılması olanağının bulunmadığı" gereksiyle direnme kaıfarı verilmiştir.

 

Davaya konu olan eylem, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğjradığı nedenine dayanmaktadır. Yayının yapıldığı Ç… B… Gazetesi'nin B… il sıhırları içerisinde yayımlandığı, davalıların ikamet adreslerinin B… ilinde olduğu ve davacının da Ankara ilinde ikamet ettiği uyuşmazlık konusu değildir.

 

Uyuşmazlık, yer yönünden yetkiye ilişkin olup; HUMK'nm 9. maddesindeki genel yetki kuralına ve haksız eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüm yeri ile ilgili bulunan aynı Kanun'un 21. maddesine ayrıcalık getiren, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesindeki kişilik hakları saldırıya uğrayan kimsenin kendi oturduğu yer mahkemesinde de manevi tazminat davası açabileceğine ilişkin düzenleme içeriğinin, dava tarihinden öbce yürürlüğe giren ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'ni yürürlükten kaldıran 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25. maddesinde de korunup korunmadığı; buna bağlı olarak, görülmekte olan davanın genel yetki ve Haksız eylemden kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili özel yetki kuralları gereğince Burdur Asliye Hukuk Mahkemesi'nde mi, yoksa 4721 sayılı Türk Medeni fenunu'nun 25/son maddesi uyarınca Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nde mi görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkindir.

 

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 9/1. maddesinde açıkça ifade edildiği gibi genel yetki, davalının dava açıldığı tarihteki ikametgahına göre belirlenir. Bundan ayrı bazı davalar için davalının ikametgahı inahkemesinin yanında, başka yer mahkemeleri de yetkili kılınmıştır.

 

Öğretide ve uygulamada özel yetki kuralları olarak adlandırılan ve bazı dava çeşitleri için kabul edilen bu istisnai nitelikteki yetki kuralları, ilke olarak kamu düzenine ilişkin değildir.

 

Böylece, kamu düzenine ilişkin olmayan özel yetki kuralları, genel mahkemenin (m. 9) yetkisini kaldırmadığından, eş söyleyişle onunla birlikte uygulandığından, davacı davasını genel veya özel yetkili mahkemede açmak hususunda bir seçim hakkına sahiptir.

 

Bu noktada, haksız eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüm yeri ile ilgili düzenlemeyi içeren ve kamu düzenine ilişkin olmayan özel yetki kuralı niteliğinde bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 21. maddesinde, haksız eylemden kaynaklanan davaların haksız eylemin işlendiği yer mahkemesinde açılabileceği öngörülmüştür.Şu durumda, haksız fiilden zarar gören davacı, dilerse davalının ikametgahı mahkemesinde, dilerse haksız eylemin işlendiği yer mahkemesinde dava açabilecektir.

 

Burada önemle vurgulanmalıdır ki, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanu-nu'nda yer alan genel ve özel yetki kurallarından başka, bazı kanunlarda konuları ile ilgili dava ve işler için özel yetki hükümlerine yer verilmiş ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 24. maddesinde bu yetki hükümleri saklı tutulmuştur.

 

İşte bu noktada, uyuşmazlığın üzerinde toplandığı yön itibariyle, az yukarıda açıklanan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan genel ve özel yetki kurallarına ayrıcalık getiren, özel yetki kuralı niteliğindeki 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesindeki düzenleme ile, bu maddeyi değiştiren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25. maddesi kapsamının irdelenmesinde yarar vardır.

 

Gerek 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24/1 hükümlerine göre, hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

 

Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimsenin saldırıda bulunanlara karşı korunmasını hangi yollardan isteyebileceği, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesi hükmü ile "Dava hakları" kenar başlığı altında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25. maddesi hükmü ile "Davalar" kendir başlığı altında gösterilmiştir.743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesi;

 

"Şahsiyet hakkı hukuka aykırı olarak tecavüze uğrayan veya bir tecavüz tehlikesi karşısında bulunan kişi, tecavüze son verilmesini veya tecavüz tehlikesinin önlenmesini talep edebileceği gibi, sona ermesine rağmen etkisi devbm eden tecavüzün hukuka aykırılığının tespitini ve gerekiyorsa kararın yayınlanmasını ya da üçüncü kişilere bildirilmesini talep edebilir.Maddi ve manevi tazminat davaları açma hakkı ile birlikte bu tecavüzden elde edilen kazançları vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca talep etniıe hakkı saklıdır.

 

Manevi tazminat talebi karşı tarafça kabul edilmedikçe devredilemez, antek miras yoluyla intikal eder.

 

Davacı, şahsiyet haklarının himayesi için kendi ikametgahı veya davalının ikametgahı mahkemesinde de dava açabilir.

 

Davacı aynı zamanda maddi ve manevi tazminat ile vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca tecavüzden elde edilen kazancın kendisine verilmesini bitlikte talep etmiş ise, bu davaları da kendi ikametgahı mahkemesinde de akabilir." hükmünü öngörmekte iken; 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren ve ariılan Kanunu yürürlükten kaldıran 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25. miaddesinde;

 

"Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.

 

Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.

 

Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; mirasbırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.

 

Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir." hükmüne yer verilmiş, anılan madde gerekçesinde ise "Yürürlükteki Yasa'nın 24/a maddesini karşılamaktadır" ifadeleri ile, yeni 25. maddenin eski 24/a maddesi yerine konulduğuna işaret edilmiştir.

 

Görüldüğü üzere; 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesinde gösterilen, kişiliğin korunmasına ilişkin önleme, durdurma ve tespit davası ile, bu davalarla birlikte düzeltmenin ve kararın üçüncü kişilere bildirimi ve yayımlanması istekleri ve yine bu nedenle açılabilecek maddi, manevi tazminat davaları ile saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın geri verilmesi davası, anılan maddeyi karşıladığı açıkça gerekçede vurgulanan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25. maddesinde aynen muhafaza edilmiş; yeni 25. maddenin son fıkrasında, eski 24/a maddesinin 4. fıkrası ile paralel bir düzenlemeye gidilerek, sayılan tüm bu dava türlerini kapsar şekilde davacının kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabileceği öngörülmüştür.

 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi "kavram, deyim ve terimlerin olanak bulunduğu ölçüde arılaştırıldığı", eski Kanundan aynen aktarılan hükümlere yeni Kanunda tekrardan kaçınılarak ve sadeleştirilmiş şekliyle yer verildiği gözönüne alındığında kanun koyucunun; direnmede sözü edilen 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesinin son bendindeki "Davacı aynı zamanda maddi ve manevi tazminat ile vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca tecavüzden elde edilen kazancın kendisine verilmesini birlikte talep etmiş ise, bu davaları da kendi ikametgahı mahkemesinde de açabilir" hükmüne; kişiliğe saldırı nedeniyle tazminat davalarının da 25. maddenin son fıkrasındaki özel yetki kuralına dahil olduğu, bu itibarla tekrardan kaçınılması düşüncesiyle yer vermediği kuşkusuzdur. "Kişilik haklarının korunması" kavramının içerisinde maddi ve manevi tazminat talebinin de yer aldığı izahtan varestedir.

 

Kısaca, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 24/a maddesindeki kişilik hakları saldırıya uğrayan kimsenin kendi oturduğu yerde de manevi tazminat davacı açabileceğine ilişkin düzenleme içeriğinin, dava tarihinden önce yürüflüğe giren ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'ni yürürlükten kaldıran 4721( sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25. maddesinde de aynen korunduğu açıktır.

 

Sonuç olarak; haksız eylem niteliğindeki kişilik haklarına saldırıdan kayhaklanan manevi tazminat davasının, genel yetkili mahkemeyi düzenleyen Hukiık Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 9/1. maddesi uyarınca davalının ikametgahı mahkemesinde açılabileceği gibi, aynı Kanun'un 21. maddesi uyahnca haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde de açılabileceği; kişilik hakkı ihlaliyle ilgili özel yetki kuralı getiren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25/^on maddesine göre davacının, kendi yerleşim yeri mahkemesinde de dava açabileceği, bu bağlamda kişilik hakları saldırıya uğrayan kimseye, yetki korjusunda geniş bir seçimlik hakkının tanındığı her türlü duraksamadan uzaktır.

 

Somut olaya gelince; kişilik haklarına saldırı iddiasıyla manevi tazminat talebinde bulunan davacı, dilerse davalıların ikametgahı mahkemesinde, dilerse haksız eylemin işlendiği yer mahkemesinde dava açabileceği gibi, 4721 sarılı Türk Medeni Kanunu'nun 25/son maddesi gereğince kendi yerleşim yeri mahkemesinde de dava açabilir. Haksız eylemin işlendiği ve aynı zamanda damalıların ikametgah adreslerinin bulunduğu Burdur mahkemeleri ile kendi otjjrduğu Ankara mahkemelerinden birini seçmek ve o mahkemede dava acjmak hakkını haiz olan davacı, yetki konusunda seçimlik hakkını kendi yerleşim yeri mahkemesinde kullanmıştır. Bu durumda davanın, davacının ikömetgahı mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği son yapılan düzenleme ile de hüküm altına alınmıştır.

 

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk öenel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararma uyularak işin edasının incelenmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle Burdur mahkemelerinin yjetkili olduğunun kabulüyle, dava dilekçesinin yetki yönünden reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 

S o n u ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.02.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

 

KARŞI OY

 

Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

 

Mahkemece davalıların ikametgahı mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş, hüküm Yüksek Özel Daire'ce 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 25/son maddesi uyarınca davacının ikametgahı mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

 

Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önceki Medeni Kanun'un değişik 24/a maddesi kişilik haklarının korunması davalarında hem davacı hem davalının ikametgahı mahkemelerinin yetkili olduğu, son fıkrasında ise maddi ve manevi tazminat istemlerinin kişilik haklarının korunması davası ile birlikte açıldığında davacının ikametgahı mahkemesinde görülebileceğini öngördüğü halde, yeni Türk Medeni Kanunu'nun 25/son maddesinde sadece kişilik haklarının korunması davalarında davacının ikametgahı mahkemesinde yetkili olduğunu öngörmüştür.

 

TMK'nın 25. maddesinde kişilik haklarının korunması davaları BK'nın 49. maddesine dayanan kişilik haklarına tecavüz nedeniyle manevi tazminat davalarından ayrıca düzenlenmiş ve bu konuda sadece kişilik haklarının korunması davalarındaki yetki ile ilgili düzenleme yapılmıştır. Bu durumda, somut olayda sadece kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istenmiş olması karşısında, TMK'nın 25/son maddesinin bu davada uygulama yeri yoktur.

 

Bu nedenle, yerel mahkemenin sadece tazminat istemine ilişkin bu davada yetkisizlik kararı vermesinin yerinde olduğu ve direnme kararının onama görüşünde olduğumdan, Sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum.

 

Ahmet Özgan Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi Üyesi

DAVALI TARAFIN KANITLARI / MANEVİ TAZMİNAT DAVASI / BASIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI

T.C.

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/4-4
K: 2006/110
T: 29.3.2006
DAVALI TARAFIN KANITLARI
MANEVİ TAZMİNAT DAVASI
BASIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 47]
Taraflar arasındaki “Manevi Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 23. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11. 12.2003 gün ve 2003/303 E. 1119 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.07.2004 gün ve 2004/1467-9377 sayılı ilamı ile;
( …Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldın nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava kısmen kabul edilmiştir. Karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Davacı dava dilekçesinde 20.02.2003 – 28.02.2003 tarihleri arasında yayınlanan Star Gazetesinde davalı E.B.’nin yazdığı köşe yazılarında kişilik haklarına saldırıldığını iddia etmiştir.
Davalılar dava konusu yazılarda ileri sürülen iddiaların gerçek olduğunu, davacının TRT Genel Müdürü olduğu dönemdeki yolsuzluklarının kamuoyuna aktarıldığını savunmuştur. Davalılar vekili savunmasına dayanak olmak üzere 30.05.2003 tarihli dilekçe ile kanıtlarını sunmuştur. Yerel mahkemece bu kanıtlar toplanamamıştır. Eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulamaz. Şu durumda mahkemece yapılacak iş davalı tarafından sunulan kanıtlar saptanmalı ve varılacak sonuca göre karar verilmelidir. Bu yönün gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine. 29.03.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

BASIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI / KAMU YARARI / MANEVİ TAZMİNAT

T.C.

YARGITAY
Dördüncü Hukuk Dairesi
E: 2005/4857
K: 2006/3445
T: 29.03.2006
BASIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI
KAMU YARARI
MANEVİ TAZMİNAT
2709 s. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (1) [Madde 28]
Davacı H. C. Z. vekili Avukat AC. tarafından, davalı U. Basın Gaz. Mat, ve Yay. San. AŞ. ve S. A aleyhine 23.7.2003 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan doğan 5 milyar lira manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın 1.500.000.000 lira üzerinden kısmen kabulüne dair verilen 8.12.2004 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi taraf vekillerince süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırıdan doğan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı. S. Gazetesinin 26.6.2003 tarihli nüshasında yer alan “C. A. Faturası” başlıklı haberde “Fındığa C. Z. faturası bindiriliyor. Fiskobirlik, maliyetinin altında fındık satacak. Farkı Hazine ödeyecek. Fiyat düşecek, üretici mağdur, Z. gibi ihracatçılar mutlu olacak…”, şimdi de fındık kazığına hazırlanıyor. …’li C. Z. Türkiye’nin en büyük fındık ihracatçılarından biri. Aynı zamanda da danışmanı.”, ”Fındık ihracatçısı olduğu için fındık fiyatlarının artmasını istemiyor. Böylece üreticiden daha ucuza fındık alıp yurtdışına daha yüksek karla fındık satabilecek. Bu durum bu gibi ihracatçılar için çok önemli.”, “”Zararını Hazine’nin üstleneceği bu ihaleyle, başta o olmak üzere fındık ihracatçılarına da kıyak geçilmiş olacak. Operasyondan hem üretici hem de Hazine zarar görürken, bu paralar ihracatçının cebine gidecek.” şeklindeki yazıyla gerçek dışı, davacıyı kamuoyunda yanlış tanıtmaya yönelik, ağır suçlama ve hakaret teşkil edecek şekildeki ifadelerle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalılar ise, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, yazıda davacıya bir takım ithamlarda bulunulduğu, eleştiri sınırının aşıldığı belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar yanlar tarafından temyiz edilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının ı, ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme. öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur.
Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda: Hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken. özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu edilen yayında Fiskobirlik tarafından yapılacak fındık satışlarında, fındığın maliyetinin altında düşük fiyatla satılması halinde üreticinin zarar edeceği, aradaki zararı Hazine’nin üstleneceği, fiyatın düşmesinin ihracatçıların lehine olacağı, bu durumun Başbakan R T.E.’ın danışmanı olan ve fındık ihracatı ile uğraşan davacının yararına olduğu belirtilerek, konumu itibari ile eleştirilmiştir. Davacının fındık ihracatı yapması ve Başbakan danışmanı olması nedeniyle fındık taban fiyatını belirlemesi konusunda etkili olma olasılığı düşünüldüğünden basının bu yönde yorumu ve eleştiri hakkı bulunduğunun kabulü gerekir. Bunun dışında, davacı için açık bir suçlama ve hakaret bulunmamaktadır. Yukarıda açıklanan ilkeler de gözetildiğinde eleştiri sının aşılmadığı gibi, davacının kişilik haklarına saldırı da bulunmamaktadır. Mahkemece davanın tümden reddi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmiş olması, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle davalılar yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazların şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 29.03.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.