Etiket arşivi: hırsızlık

hırsızlık suçunu defetmek için malını kaçıran araca ateş etme sonucu ölüme yolaçmak yasal savunmadır

Yargıtay 1.Ceza Dairesi 2013/2791 esas ve 2013/5664 karar sayılı kararı

 

 

Hırsızlık suçundan vazgeçmesi için önce başka yollarla çaba harcamasına rağmen defedememesi ve mallarını korunmak amacıyla olay yerinden mallarıyla kaçan hırsıza ait araca ateş etmesinde yasal savunma koşullarının gerçekleştiği kabul edilmelidir

10.10.2013 Tarihli karar aşağıdadır.

Sanığın,  maktul  ve  arkadaşlarının  hırsızlık  suçunu  işlemek  amacıyla  marketin kepengini  açmasından  itibaren,  bu  suçun  gerçekleşmemesi  ve  vazgeçmeleri  için  çaba göstermesine rağmen saldırıyı defedememesi karşısında ve kendisine ait malları korumak amacıyla,  olay  yerinden  mallar  ile  kaçan  maktulün  bulunduğu  araca  ateş  etmesinde yasal  savunma  koşullarının  gerçekleştiği  ve  aşırıya  kaçmadığı,  maktulün  yaralanarak ölmesinin  yasal  savunma  kapsamında  kalıp  sanığın  bu  suçtan sorumlu  tutulamayacağı gözetilmelidir.

(5237 s. TCK m. 25/1, 27/2) (5271 s. Ceza Muhakemesi K m. 223/2)Toplanan  deliller  karar  yerinde  incelenip,  sanık  ………’nın    suçunun  sübutu  kabul, incelenen  dosyaya  göre  verilen  hükümde  bozma  nedeni  dışında  isabetsizlik  görülmemiş olduğundan, Cumhuriyet Savcısının sanığın eyleminin tahrik altında kasıtlı adam öldürme suçunu oluşturduğuna yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine;

Ancak;

Oluşan  ve  dosya  içeriğine  göre;  Olay  gecesi,  maktul  ………..ve  arkadaşları,  düz  kontak yapmak  suretiyle  çaldıkları  araçla  tanık  Y.’e  ait  tekel  bayisinin  kilidini  demir  kesme makasıyla  keserek,  bayii  içinden  tekel  malzemelerini  ve  yazar kasanın  bozuk  para çekmecesini  aldıkları,  arabanın  bagajına  koyduktan  sonra  aynı  araçla  saat  05.00 sularında  sanığın  marketinin  önüne  geldikleri,  demir  kesme  makasıyla  kilidi  keserek marketin  kepengini  açmaya  çalıştıkları,  bu  sırada  sanık İ.  H.’in  kendisine ait  ve  evinin  alt  katında  bulunan  marketin  kepenklerinin  açıldığını  duyması  üzerine, uyanarak  evinin  balkonuna  çıktığı,  marketin  önünde  bir  aracın  kapıları  açık  halde  park etmiş,  maktul  ve  arkadaşlarının  kepenklerinin  yarısına kadar  açık  olan  marketten eşyaları  taşıyarak araca yüklediklerini gördüğü, “ne yapıyorsunuz o malları bırakın” diye bağırmak suretiyle kaçmalarını sağlamak istediği, ancak maktul ve arkadaşlarının sanığa küfür  ederek  eylemlerine  devam  ettikleri,  maktul ……..nın  daha  sonra  aracın  içinde  ele geçen  sallama  tabir  edilen  elindeki  bıçağı  balkondan  bağırmak  suretiyle  eylemlerinden vazgeçirmeye  çalışan  sanığa  gösterip,  küfür  ederek  “gir  içeri”  diye  karşılık  vermesi üzerine  sanığın  evin  içine  girip, evde  bulunan  ruhsatlı  silahını  alarak  balkona  tekrar çıktığı,  şahıslara  bağırarak  önce  havaya  üç  el  ateş  ettiği,  maktulün  arkadaşlarının  silah sesiyle olay yerinden kaçtıkları, maktul …………ise kaçmayarak marketten taşıdıkları tekel malzemelerinin yüklü  olduğu  araca  binerek  hareket  ettirdiği,  sanığın  araçla  mallarının da  götürüldüğünü  görmesi  üzerine  aracın  arkasından  araca  doğru  ateş  ettiği,  araçta giriş  delikleri  oluşturan  mermilerin  aracın  içinde  şoför  koltuğunda  oturan  maktulün  sırt bölgesine isabet etmesi sonucu maktulün yaralanarak öldüğü olayda;

Sanık  ……’nın    maktul  ………………..ve  arkadaşlarının  hırsızlık  suçunu  işlemek  amacıyla marketin  kepenginin  açılmasından  itibaren,  bu  suçun  gerçekleşmemesi  ve  vazgeçmeleri için  çabalamasına  rağmen  saldırıyı  defedememesi  karşısında  ve kendisine  ait  malları korunmak  amacıyla,  olay  yerinden  mallarıyla  kaçan  maktulün  bulunduğu  araca  ateş etmesinde  yasal  savunma  koşullarının  gerçekleştiği  ve  yasal  savunmada  aşırıya kaçmadığı, maktul …………..’nın  yaralanarak ölmesinin yasal savunma kapsamında kaldığı ve  sanığın  bu  suçtan  sorumlu  tutulamayacağı  anlaşılmakla,  TCK.nın  25/1  ve  CMK.nun 223/2-d maddeleri  uyarınca  sanık  ……………….  hakkında  ceza  verilmesine  yer  olmadığına ve  beraatine  kararı  verilmesi gerekirken,  yazılı  şekilde  sanığın  maktul  ………..’e  karşı eylemini  yasal  savunma  sınırının  aşılması  suretiyle  işlediğinden  bahisle  TCK.nın  27/2 maddesi uyarınca ceza tertibine yer olmadığına karar vermesi,

Bozmayı gerektirmiş, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünceden farklı nedenle (BOZULMASINA), 10.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY CEZAGENELKURULU E.2012/15-1358 K.2013/389 *GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA *DOLANDIRICILIK *HIRSIZLIK *SUÇ TİPİNİN BELİRLENMESİ

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E. 2012/15-1358

K. 2013/389

T. 24.9.2013

 

 

DAVA : Dolandırıcılık suçundan sanık A. K.'nın 5237 sayılı TCK'nun 157/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 500 Lira para cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Malkara Asliye Ceza verilen 13/01/2009 gün ve 99/6 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 21/06/2012 gün ve 15079/39707 sayı ile;

 

"… Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.

 

Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

 

Somut olayda; katılanın, 16.05.2007 günü sat 20.30 sıralarında, kendisine ait olan … … plakalı motorsikleti ile ilçede bulunan markete alışveriş yapmak üzere gittiği, alışveriş yaptıktan sonra dışarı çıktığında, kapının önünde daha önce hiç görmediği ve tanımadığı sanığın, marketin önünde duran motorun kendisine ait olup olmadığını sorması üzerine, katılanın, motorun kendisine ait olduğunu belirttiği, bu şekilde motoru satın alma niyetinde olduğu izlenimini karşı tarafta uyandıran sanığın, katılana, bir kahvede bu maksat ile oturup konuşmayı teklif ettiği, katılanın, sanığın bu teklifini kabul ederek bir kahvede oturdukları, sanığın, burada katılana, kendisinden ve hobilerinden bahsederek güven oluşturmaya çalıştığı, 1000 TL bedele motoru satın alma konusunda anlaşmaları üzerine, sanığın deneme bahanesi ile motoru alarak olay yerinden gitmesi şeklinde gerçekleştirdiği eyleminin, mahkemece dolandırıcılık olarak kabulünde ve nitelendirmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir…",

Açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.

 

Yargıtay C.Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile;

 

"… Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir, kısaca failin hileli hareketleri sonucu sakatlanmış irade neticesinde kişiye ait malvarlığının mülkiyetinin devri, buna karşılık hırsızlık suçunun ise menkul bir malın sahibinin rızası dışında alınması, mal üzerinde mağdurun zilyedliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerindeki zilyedlikten doğan tasarruf haklarının kullanımının olanaksız hale gelmesi, malın failin egemenlik alanına geçmesinde fesada uğratılmış da olsa mağdurun rıza ve bilgisinin olmaması gerekir.

 

Somut olayımızda sanığın hileli hareketlerle suça konu motosikleti deneme bahanesiyle alarak olay yerinden kaçıp gitmesi şeklinde gerçekleştirdiği eylemde, mağdurun fesada uğratılmış olsa dahi zilyedliğin devri iradesi bulunmadığı, kısa bir süre için motosikleti denemesi amacıyla tevdi ettiği bu nedenle eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu…",

 

Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

 

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

 

KARAR : Sanığın dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin hırsızlık suçunu mu yoksa dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden; müştekinin 16.05.2007 günü saat 20.30 sıralarında … ilçesinde alışveriş yapmak üzere gittiği bakkalın önüne … plakalı motosikletini park ettiği, bakkaldan çıktığı sırada sanığın kendisine; "motosikletin satılık mı?" diye sorduğu, müştekinin motosikletini satabileceğini söylemesi üzerine sanığın; "gel oturalım çay içelim, anlaşırız" dediği, bakkalın hemen yakınındaki kahvehaneye birlikte oturdukları, sanığın kendi geçmişinden ve hayatından bahsettiği, … eski sanayi sitesinin civarında evinin olduğunu ve balığa çıktığını söyleyerek gittiği kahvehaneleri anlattığı, sanığın daha önce de tavukçu dükkanının önünde satılık bir motosiklet görerek fiyatını sorduğunu ve 1.500 Lira olduğunu öğrendiğini anlatınca müştekinin bu motosikletin kayınbiraderine ait olduğunu anladığı, sanığın gittiğini söylediği kahvehanelere kendisinin de gitmesi ve balık tutma merakının bulunması nedeniyle konuşma sırasında müştekide sanığa karşı güven duygusunun oluştuğu, sanığın motosikletin fiyatını sorduğunda müştekinin "1.000 Liraya veririm" dediği, sanığın motosikleti denemek istediği, müştekinin "bak kardeşim arka freni tutmuyor kopuk, balatalarını yeni aldım takacağım" dediği, sanığın "bana birşey olmaz, hemen şuraya gideceğim" diyerek denemek isteğini ısrarla devam ettirince, müştekinin motosikletin anahtarını vererek denemesi için müsaade ettiği ve çabuk gelmesini tembihlediği, motosikleti alarak giden sanığın geriye dönmediği, sanığın bir süre kirada oturduğu evin kömürlüğünde bu motosikletin plakasının ele geçtiği, motosikletin ise bulunmadığı, kovuşturma aşamasında yakalanan sanığın motosikleti açık kimliğini bilmediği bir kişiye 250 Liraya sattığını beyan ettiği anlaşılmaktadır.

 

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından dolandırıcılık, hırsızlık ve güveni kötüye kullanma suçları üzerinde ayrıntısıyla durulmalıdır.

 

I- Dolandırıcılık Suçu:

 

5237 sayılı TCK'nun "Dolandırıcılık" başlıklı 157. maddesinde; "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası verilir" şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli halleri on bent halinde sayılmıştır.

Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK'nun 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma olmasına karşın, 5237 sayılı TCK'nun 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş olup, 765 sayılı Kanunda yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanunda yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.

Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;

 

1 ) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,

2 ) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,

3 ) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,

 

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

 

Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.

Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği vurgulanmıştır.

5237 sayılı TCK'nun 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.

Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; "birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika" ( Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891 ) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; "Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır… hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez" biçiminde tanımlanmıştır.

Öğretide de hile ile ilgili olarak; "olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir" ( Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453 ),“objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki meydana getiren her türlü davranıştır" ( Tezcan/Erdem/Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku 2006, s. 558 ), "hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir" ( Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar 2007, Cilt I. s. 452 ) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.

Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.

Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: "Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir" ( Özbek/Kanbur/Doğan/Bacaksız/Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 2010, s.687 ), Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır” ( Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, sf.343 ), "Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir" ( Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar 2007, Cilt I. s.457 ). Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

II- Hırsızlık Suçu:

Konumuzla ilgisi bulunan bir diğer suç olan hırsızlık ise, 765 sayılı TCK'nun 491/ilk maddesinde; "diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alma", 5237 sayılı TCK'nun 141/1. maddesinde; "zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma" olarak tanımlanmıştır.

Hırsızlık suçuyla korunan hukuki yarar zilyetlik ve buna bağlı haklardır. Bu nedenle hırsızlık suçunun mağduru malın sahibi değil, zilyetliği altında bulunan mal çalınan kişidir. Burada zilyetliğin hukuka uygun ya da aykırı tesis edilmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak malı çalarak zilyetliği ele geçiren kişinin elinden de malın çalınması halinde hırsızlık suçu oluşabilecektir.

III- Güveni Kötüye Kullanma Suçu:

"Güveni kötüye kullanma" suçu 5237 sayılı TCK'nun 155. maddesinde; " ( 1 ) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılır.

( 2 ) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adli para cezasına hükmolunur" şeklinde düzenlemiş,

Maddenin gerekçesinde de; "Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi ( fail ) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir" açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkar edilmesiyle oluşmaktadır.

TCK'nun 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde; "Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir" şeklinde açıklanmış, asli ve fer'i zilyetlik ise aynı kanunun 974. maddesinde; "Zilyet, bir sınırlı ayni hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan asli zilyet, diğeri fer'i zilyettir" biçiminde tanımlanmıştır.

Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkar kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

IV- Dolandırıcılık, Hırsızlık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:

1- ) Dolandırıcılık-Hırsızlık:

Gerek öğreti de gerekse yargı kararlarında bu suçlar arasındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dolandırıcılık ve hırsızlık suçları arasında şu farkların bulunduğu söylenebilir:

a- ) Hırsızlık suçunda eşya, sahibinin ( zilyedinin ) rızası olmaksızın alınmasına karşın dolandırıcılık suçunda mal, sahibinin ( zilyedin ) rızasıyla teslim edilmektedir. Ancak bu rıza failin hileli davranışları ile elde edilmiş olup, geçerli bir rıza değildir.

b- ) Hırsızlık suçunun konusunu sadece taşınır mallar oluşturmasına karşın dolandırıcılığın konusunu taşınmaz mallar da oluşturabilir.

c- ) Hırsızlık suçunda yarar sağlama amacıyla hareket edilmesi başka bir anlatımla genel kastın yanında bu saikin de gerçekleşmesi gerekirken, dolandırıcılık suçunda böyle bir amaçla hareket edilmesine gerek bulunmamaktadır, zira kanun metninde failin suç işleme amacının ne olması gerektiği yazılmadığına göre failin fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi yeterlidir.

2- ) Dolandırıcılık-Güveni Kötüye Kullanma:

Dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanmak suçlarının "teslim" gibi ortak noktaları varsa da bu iki suçun farkları vardır.

a- ) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği halde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.

b- ) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen "zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkar" gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu ana kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.

c- ) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer'i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.

3- ) Hırsızlık-Güveni Kötüye Kullanma:

Hırsızlık ile güveni kötüye kullanma suçlarının bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte, bu iki suçun birbirinden ayrıldığı noktaları aşağıdaki şekilde belirlemek mümkündür:

a- ) Hırsızlık suçunun konusu sadece taşınır bir mal iken, güveni kötüye kullanma suçunun konusunu hem taşınır hem de taşınmaz mallar oluşturabilir.

b- ) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, muhafaza edilmek veya belirli biçimde kullanılmak üzere hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak yapılmaktadır. Hırsızlık suçunda ise taşınır mal zilyedinin rızası olmadan alınmaktadır.

c- ) Hırsızlık suçunda, zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır malın bulunduğu yerden alınmasıyla suç oluşmaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulduğu veya bu devir olgusunun inkar edildiği andır. Bunun sonucu olarak bu aşamaya kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmayacaktır.

d- ) Hırsızlık suçunda failde başlangıçtan itibaren suç işleme kastı bulunmakta iken, güveni kötüye kullanma suçunda sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Malın fer'i zilyede belli amaçlar için tevdi edilmesinden sonra kast oluşmakta ve güveni kötüye kullanma suçu işlenmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Müştekinin olay günü kendisine ait olan motosikleti ile bir bakkala alışveriş yapmak üzere gittiği, alışveriş yaptıktan sonra dışarı çıktığında kapının önünde daha önce hiç görmediği ve tanımadığı sanığın marketin önünde duran motosikletin kendisine ait olup olmadığını sorduğu, müştekinin kendisine ait olduğunu belirttiği, bu şekilde motosikleti satın alma niyetinde olduğu izlenimini karşı tarafta uyandıran sanığın, müştekiye yakındaki bir kahvehanede bu maksatla oturup konuşmayı teklif ettiği, müştekinin bu teklifi kabul ettiği ve bir kahvehanede oturdukları, sanığın burada kendisinden ve hayatından bahsederek güven oluşturduğu, konuşma sonunda 1.000 Liraya motosikleti satın alma konusunda anlaşmaları üzerine sanığın deneme yalanı ile motosikleti alarak olay yerinden gittiği ve bir daha dönmediği olayda, TCK'nun 157. maddesinin düzenleniş şekli ve maddenin gerekçesi göz önüne alındığında, zilyetliğin geçici olarak teslimini sağlamaya yönelik bile olsa hileli davranışlar kullanılmış ve bu hileli davranışlar sonucu zilyetlik teslim edilmişse dolandırıcılık suçu oluşabileceğinden, sanığın eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturacağının kabulü gerekmektedir. Başka bir anlatımla, dolandırıcılık suçunda önemli olan husus zilyetliğin hileli davranışlar sonucu devredilmesi olup, zilyetliğin belirli bir süre için sanığa devredilmiş olması ve diğer şartların varlığı halinde dolandırıcılık suçu oluşabilecektir.

Bu itibarla, sanığın eylemini dolandırıcılık olarak vasıflandıran yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığından, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; "somut olayda müştekinin, sanığın hileli davranışları sonucu malı geçici olarak teslim ettiği ve sanığı gözetim altında tutmayı devam ettirdiğinden eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağı, bu nedenle itirazın kabulü gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.09.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra kullanılan cebir veya tehdit, eylemi yağmaya dönüştürmez

Yargıtay Ceza Genel Kurulu

2012/6-549 esas sayılı ve 2012/1831 karar sayılı 04.12.2012 tarihli kararı

• HIRSIZLIK ( Sanığın Kesintisiz Bir Takip Olmaksızın Uzaklaşarak Suça Konu Telefonu Hâkimiyet Alanına Geçirdiği – Geri Almak İsteyen Mağduru Bıçakla Basit Tıbbi Müdahale İle Giderilebilecek Nitelikte Yaralayan Sanığın Bu Eyleminin Tamamlanmış Olan Hırsızlık Suçunu Yağmaya Dönüştürmeyeceği )

• YAĞMA ( Telefonunu Sanığın Arka Cebinde Görerek Geri Almak İsteyen Mağduru Bıçakla Basit Tıbbi Müdahale İle Giderilebilecek Nitelikte Yaralayan Sanığın Bu Eyleminin Tamamlanmış Olan Hırsızlık Suçunu Yağmaya Dönüştürmeyeceği – Hırsızlık Suçunun Yanında Ayrıca Kasten Yaralama Suçunu Oluşturduğu )

• KASTEN YARALAMA ( Telefonunu Sanığın Arka Cebinde Görerek Geri Almak İsteyen Mağduru Bıçakla Basit Tıbbi Müdahale İle Giderilebilecek Nitelikte Yaralayan Sanığın Bu Eyleminin Tamamlanmış Olan Hırsızlık Suçunu Yağmaya Dönüştürmeyeceği – Hırsızlık Suçunun Yanında Ayrıca Kasten Yaralama Suçunu Oluşturduğu )

• YAĞMAYA DÖNÜŞEN HIRSIZLIK ( Mağdurun İş Yerinden Aldığı Cep Telefonu İle Kesintisiz Bir Takip Olmaksızın Uzaklaşarak Suça Konu Telefonu Hâkimiyet Alanına Geçirdiği – Geri Almak İsteyen Mağduru Yaralayan Sanığın Bu Eylemini 5237 Sayılı Kanunda Yer Verilmemiş Olması Nedeniyle Bu Suça Dönüştürmeyeceği )

• GERÇEK İÇTİMA ( Kesintisiz Bir Takip Olmaksızın Uzaklaşarak Suça Konu Telefonu Hâkimiyet Alanına Geçirdiği – Geri Almak İsteyen Mağduru Yaralayan Sanığın Bu EylemininHırsızlık Suçunun Yanında Ayrıca Kasten Yaralama Suçunu Oluşturduğu )

5237/m.142/1/b,148

ÖZET : Sanığın, mağdurun iş yerinden aldığı cep telefonu ile kesintisiz bir takip olmaksızın 250 metre kadar uzaklaşarak, suça konu telefonu hâkimiyet alanına geçirdiği sabit olup, hırsızlık suçu tamamlanmıştır. Dolayısıyla, cep telefonunu sanığın arka cebinde görerek geri almak isteyen mağduru bıçakla basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralayan sanığın bu eylemi, 5237 sayılı TCK’da dolaylı yağma düzenlemesine yer verilmemiş olması nedeniyle, tamamlanmış olan hırsızlık suçunu yağmaya dönüştürmeyip, hırsızlık suçunun yanında ayrıca kasten yaralama suçunu oluşturmaktadır. Bu itibarla, sanığın eylemlerini kasten yaralama ve hırsızlık olarak vasıflandırarak uygulama yapan yerel mahkemenin direnme hükmü isabetli olup, onanmasına karar verilmelidir.

DAVA : Sanık hakkında yağma suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, eylemlerinin kasten yaralama ve hırsızlık kapsamında kaldığının kabulüyle, 5237 sayılı TCK’nun 86/2, 86/3-e, 142/1-b, 53/1, 54, 63 ve 5275 sayılı Kanunun 99. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, müsadereye, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.11.2005 gün ve 138-232 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 18.01.2010 gün ve 16782-58 sayı ile;

“… Olaydan iki buçuk saat sonra yakınanın kollukta, ‘müşteriyle ilgilendiği sırada pantolon arka cebinde bulunan cep telefonunun yerinde olmadığını fark etmesi üzerine işyerinden az önce ayrılan sanıktan şüphelendiği ve temin ettiği mobiletle işyerinden 200–250 metre kadar uzaklaşmış bulunan sanığı yakaladığını, cep telefonunu istediğini, haberim yok diyerek uzaklaşmaya başlayan sanığın arka cebinde kendisine ait telefonu gördüğünü, telefonunu almak için elini uzattığı sırada sanığın yumruk vurarak suça konu telefon üzerinde olduğu halde kaçmaya başladığını, tekrar arkasından giderek yakaladığını ve cep telefonunu aldığı sırada ele geçirilen bıçakla basit tıbbi tedavi ile iyileşebilir biçimde sanık tarafından yaralandığını’ beyan etmesi; tanık E. D.’nin, ‘müşteki, sanığın cebindeki telefonu almaya çalışıyor, sanık vermemek için direniyordu. Boğuşma sırasında sanık cebinden çıkardığı bıçağı yakınanın sırtına vurdu, kaçtı’ biçimindeki anlatımı karşısında; eylemin bir bütün halinde silahlı yağma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı biçimde uygulama yapılması…”,

İsabetsizliğinden bozulmasına ve 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 326. maddesi uyarınca ceza süresi bakımından sanığın kazanılmış hakkının gözetilmesine karar verilmiştir.

Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise 13.05.2010 gün ve 77-141 sayı ile;

“… Somut olayda yaralama, cep telefonuna yönelik hırsızlık eylemi tamamlandıktan, fail suç mahallinden iki yüz elli metre uzaklaştıktan ve araya belirgin bir zaman aralığı girdikten sonra gerçekleştirilmiş olmakla, eylem bir bütün halinde yağma değil, bağımsız olarak kasten yaralama suçunu oluşturmaktadır…”,

Şeklindeki gerekçeyle ilk hükmünde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istemli 22.03.2012 gün ve 290759 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemlerinin bütün halinde yağma suçunu mu, yoksa hırsızlık ve kasten yaralama suçlarını mı oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğine göre;

Hırsızlık suçundan sabıkalı olan sanığın olay günü hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen arkadaşı ile birlikte görünüşte alışveriş yapmak amacıyla mağdurun işyerine girdiği, mağdurun diğer müşterilerle ilgilendiği sırada aksi sabit olmayan savunmasına göre şarja takılı bulunan cep telefonunu alarak işyerinden çıktığı, yaklaşık 250 metre uzaklıktaki durağa giderek otobüs beklemeye başladığı, bir süre sonra müşterisinin satın aldığı pantolonun paçasını kısalttırmak için bir arkadaşını aramak isteyen mağdurun cep telefonunun bulunduğu yerde olmadığını görünce dükkan komşusundan aldığı mobiletle işyerindeki hareketlerinden şüphelendiği sanık ve arkadaşını aramaya başladığı, otobüs durağında gördüğü sanıktan telefonunu istediği, sanığın telefonu aldığını inkâr ederek uzaklaşmak istemesi üzerine mağdurun, sanığın arka cebinde telefonunu gördüğü ve almak istediği, bu sırada sanığın cebinden çıkardığı bıçakla mağduru basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte yaraladığı, ardından sanığın çevrede bulunan kişilerce yakalanarak kolluğa teslim edildiği,

Olay yakalama ve zapt etme tutanağının; “… telefon hırsızlığı ve yaralamaya karışan şüpheli bir şahsın vatandaşlar tarafından yakalandığının bildirilmesi üzerine, bahse konu yere intikal edilmiş, şüphelinin tanık tarafından yere oturtulmuş olduğu görülmüş, şüpheli yakalanmış ve bıçak tanıktan alınarak zapt edilmiştir.” şeklinde düzenlendiği,

Dosya içerisinde mağdurun, telefonunun çalındığını sanığın dükkandan ayrılmasından ne kadar süre sonra fark ettiği, mağdurun işyeri ile sanığın yakalanmış olduğu otobüs durağı arasında ne kadar mesafe olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi ya da belge bulunmadığı,

Anlaşılmaktadır.

Mağdur H. S.; “Olay günü iş yerimde yabancı müşterilerle ilgilendiğim sırada sanık, yanında bir şahısla birlikte iş yerime geldi. Arkamda gezinerek tekstil ürünlerinin fiyatlarını sordular ve bir süre sonra ayrıldılar. Müşteri pantolonu beğendi ve paçasını kısalttırmak istedi. Bir arkadaşımı çağırmak için arka cebimde bulunan telefonumu almak üzere elimi attığımda yerinde olmadığını anladım. Telefonu bu iki şahsın çaldığından şüphelenerek, komşumun motosikletini alıp şahısların peşine gittim. 200-250 metre sonra sanığı tek başına gördüm. Yanında durarak telefonumu çaldığını söyleyerek geri istedim. Sanık telefonu almadığını söyledi. Bu sırada sağ arka cebinde telefonumun ucunu gördüm ve telefonun kendisinde olduğunu söyleyip vermesini istedim. Telefonumu vermeyince elimle telefonu almak istedim. Bu sırada bana yumruk vurarak kaçtı. Sanığın peşinden giderek tekrar yakaladım. Cebinden telefonumu aldığım sırada sırtımda bir acı hissettim ve beni bıçakladığını anladım. Sanık beni bıçakladıktan sonra kaçtı. Şikâyetçi değilim,”

Tanık O. A.; “Olay günü motosikletle giderken daha önceden tanımadığım sanık ile şikâyetçinin otobüs durağının içinde kavga ettiklerini gördüm ve ayırmak için yanlarına gittim. Şikâyetçi, sanığın cebinden cep telefonunu almaya çalışıyor, ‘telefonumu sen çaldın’ diyordu. Daha sonra şikâyetçiye vuran sanık kaçmaya başladı. Şikâyetçi de mobileti ile peşinden gitti. Ben de peşlerinden gittim. Az ileride terzinin önünde şikâyetçi sanığa yetişti. Telefonunu sanığın cebinden almak üzereyken sanık cebinden çıkarttığı bıçağı şikâyetçinin sırtına batırarak kaçmaya başladı. Terzi dükkânından çıkan birisi şikâyetçiyi araca bindirip hastaneye gönderdi. Ben kaçan sanığı yakalamak için peşinden otele doğru gittim. Otelin önünde sanığı yakalamak istedim. Ancak bana da bıçak çekti. Otel görevlilerinin yardımıyla sanığı yakaladık. Sanık kaçmak için direndi ise de, güç kullanarak kendisini etkisiz hale getirdik. Elindeki bıçağı zorla aldım. Polisi arayarak haber verdim. Olay yerine gelen polislere sanığı ve bıçağı teslim ettim,”

Tanık E. D.; “Olay günü işyerimin önünden kavga sesi duydum. Dışarı çıktığımda şikâyetçinin sanıkla kavga ettiğini ve cep telefonunu sanığın cebinden almaya çalıştığını gördüm. Şikâyetçi, sanığın cebindeki telefonu aldığı sırada sanık cebinden çıkardığı bıçağı aniden açarak şikâyetçinin belinin sağ tarafına saplayıp otele doğru kaçtı. İşyerimdeki kumaşlardan şikâyetçinin beline tampon yaptım ve komşumuzun arabasıyla hastaneye gönderdim” şeklinde anlatımda bulunmuşlardır.

Sanık E. G. kollukta; “Bodrum’a arkadaşım ile birlikte tatil yapmak amacıyla geldim. Olay günü şikâyetçinin işyerinin önünden geçerken tişört almaya karar verdik. Arkadaşım ile birlikte işyerine girdik. İşyerinde bakındığım sırada teybin üzerinde şarja takılı cep telefonunu gördüm. Bir an şeytana uyarak telefonu alıp cebime koydum. Dışarı çıkarak arkadaşımı çağırdım ve işyerinden uzaklaştım. Yolda arkadaşımı kaybettim. İşyerini otuz otuzbeş metre geçtikten sonra otobüs durağında beklemeye başladım. Bu sırada şikayetçi mobiletle gelerek yanımda durdu ve ‘telefonum nerede’ dedi. Kendisine cep telefonunu çalmadığımı söyledim. Arkamı döndüğüm sırada arka cebime koyduğum telefonu görüp aldı ve bana vurmaya başladı. Bıçağımı çektim ve koşarak yolun karşısına geçmek istedim. Motosikletle tekrar önüme geldi. Kaçmak üzere iken açık vaziyette elimde duran bıçak sırtına girdi. Bıçağı bilerek vurmadım. Yaşanan arbede sırasında değdi. Daha sonra kaçmaya başladım. Çevrede bulunanlar peşimden geldiler. Bu şahıslara bıçağı ve cüzdanımı vererek teslim oldum. Beni yakalayan şahıslar önce darp ettiler, sonra da olay yerine gelen polis ekibine teslim ettiler. Bu olaydan dolayı pişmanım,”

Sorguda ve duruşmada da benzer şekilde; “Üzerime atılı suçu kabul etmiyorum. Müştekiyi gasp etmiş değilim. Telefonu masanın üzerinden aldım. Yaklaşık otuzbeş metre kadar ilerledikten sonra müşteki motorla geldi. ‘Telefon nerede’ dedi. Ağabey harbi konuşayım, telefon bende diyerek sağ arka cebimde bulunan telefonu çıkarıp teslim ettim. Müşteki telefonu aldıktan sonra arkamı dönüp uzaklaşacağım sırada beni darp etmeye başladı. Kaçarken cebimden bıçağımı elime aldım. Ağzını üzerime geldikleri sırada açtım. Beni yakalamaya çalışıyorlardı. Müşteki motosikletle gelip önümde durdu. Kaçmak için bıçağı savurunca sırtına geldi. Karakolda ifade verirken alkollüydüm. Bu nedenle olayı karıştırdım. Telefon teybin üzerinde idi. Şikâyetçinin, ilk başta telefonu aldığımı inkâr ettiğim şeklindeki beyanı doğrudur. Ondan sonra kabul edip telefonu kendisine verdim. Daha doğrusu arkamı dönünce telefonunu cebimde görerek almaya çalıştı. Telefonu cebimden çıkarıp teslim ettim. İlk başta bıçak çekmedim. Kendimi yolun karşısına atıp uzaklaşmak isterken müşteki yeniden motorla gelip önümü kesince bıçağı çektim. Geriden gelen bir şahıs da, tut diye seslenince bıçağı müştekiye doğru savurdum. Bıçak müştekiye saplandığında ikimizin yanında kimse yoktu. Olay anında sarhoştum. Öncesinde uyuşturucu hap almış ve bir şişe viski içmiştim. Ayakta duracak halim yoktu. Aşırı sarhoş olduğum için bilimcim çok zayıflamıştı. Çok fazla bir şey hatırlamıyorum. İfademi bu şekilde düzeltirim” biçiminde savunma yapmıştır.

Hırsızlık suçunun temel şekli 765 sayılı TCK’nun 491/ilk maddesinde; “diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alma”, 5237 sayılı Kanunun 141/1. maddesinde ise; “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma” olarak tanımlanmış, bu suçun nitelikli halleri de 765 sayılı TCK’nunn 491. maddesinin 1 ila 5. fıkraları ile 492 ve 493. maddelerinde 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 142. maddesinde düzenlenmiştir.

Her iki Kanunda da benzer şekilde tanımlanan hırsızlık suçu; başkasına ait taşınabilir bir malı, sahibinin ( zilyed ) rızası olmaksızın faydalanmak kastı ile bulunduğu yerden almaktır.

Yağma suçu ise, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 495. maddesinde;

“Her kim, menkul bir malın zilyedini veya cürüm mahallinde bulunan bir başkasını cebir ve şiddet kullanarak veya şahsen veya malen büyük bir tehlikeye düşüreceği beyanı ile tehdit ederek o malı teslime yahut o malın kendi tarafından zaptına karşı sukut etmeye mecbur kılarsa on seneden yirmi seneye kadar ağır hapis cezasına mahkum olur.

Bir malın yağması esnasında veya akabinde fiili icra veya itmam etmek veya malı kaçırmak yahut kendisini veya şerikini cezadan kurtarmak için mal sahibine veya vaka mahalline gelen başkasına karşı cebir ve şiddet veya tehdit icra eden kimse hakkında da aynı ceza hükmolunur” şeklinde düzenlenmiş iken,

01.06.2005 tarihinde yürürlüğü giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 148. maddesinde;

“Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Anılan maddenin gerekçesinde de; “Hırsızlık suçundan farklı olarak yağma suçunun oluşabilmesi için mağdurun rızasının cebir veya tehdit kullanılarak ortadan kaldırılması gerekir. Yağma suçunun tamamlanabilmesi için kullanılan cebir veya tehdidin etkisiyle mağdur malı teslim etmeli veya alınmasına karşı koyamamalıdır. Malın teslim edilmesi veya alınması, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesini, mağdurun bu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesini ifade eder.

Mal, zilyedin tasarruf olanağı ortadan kalktığı anda alınmış olacağından, bu ana kadar yapılan cebir veya tehdit, hırsızlığı yağmaya dönüştürür. Örneğin evin içindeki eşyayı alıp kapıdan çıkarken mal sahibi ile karşılaşan hırsız, ona karşı cebir veya tehdit kullanacak olursa, yağma suçu oluşur.

Mal alındıktan yani hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra, bunu geri almak isteyen kişiye karşı cebir veya tehdide başvurulması hâlinde, artık yağma suçundan söz edilemez. Hırsızlık suçuna konu malın geri alınmasını önlemek amacına yönelik olarak kullanılan cebir veya tehdit ayrı suçların oluşmasına neden olur. Bu durumda gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerekir” denilmektedir.

Yağma suçunun oluşabilmesi için, suça konu malın, elinde bulunduran kişiden cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle alınması veya mağdurun malı teslime ya da malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılınması gerekir. Dolayısıyla yağma suçunda mağdur, cebir veya tehdit kullanılması ve bunun sonucunda malın alınması, teslimi ya da malın alınmasına karşı koymamaya mecbur bırakılmaktadır. Cebir veya tehdit bir kimseyi malını teslim etmeye veya alınmasına karşı koymamaya mecbur kılmak için yapılmalıdır. Cebir veya tehdidin bu amaçla ve bu şekilde yapılması, yağmasuçunu malvarlığına karşı işlenen diğer suçlardan ayırmaktadır.

Öğreti ve yargısal kararlarda benimsendiği üzere; malın taşınabilir olması, mal sahibinin rızasının bulunmaması, malın alınması ve faydalanma kastının varlığı gibi hususlar yönünden hırsızlık suçuna benzeyen yağma suçu, failin malı almak veya zilyedinin malın alınmasına rıza göstermesini sağlamak bakımından cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi nedeniyle hırsızlık suçundan ayrılmaktadır.

Failin mağdura yönelttiği cebir veya tehdidi, kendisine veya bir başkasına yarar sağlamak amacıyla bir malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya zorlamak amacıyla gerçekleştirmiş olması gerekir. Cebir veya tehdit ile malın alınması veya verilmesi arasında bir nedensellik bağı bulunmalıdır.

Yağma suçunun oluşabilmesi için, baştan itibaren yağma amacıyla hareket eden failin, eylemin başında veya ortasında cebir veya tehdit kullanmasının önemi bulunmamaktadır. Önemli olan cebir veya tehdidi kullanmasıdır. Ancak bazı durumlarda fail, aslında hırsızlık amacıyla harekete geçmesine karşın daha sonraki bir aşamada cebir veya tehdit kullanmaktadır. Bu durumda eylemin hangi suçu oluşturacağı hususunda tereddüt yaşanmaktadır.

Yağma suçu bir kişinin malını cebir veya tehdit kullanarak almak suretiyle oluştuğundan, unsurları itibarıyla hem zilyetliğe hem de kişinin hürriyetine yönelik bir suçtur. Ancak burada kişi hürriyetine yönelen saldırı, mal aleyhine işlenen suçun gerçekleştirilmesi bakımından bir araç niteliğinde bulunduğundan, bu suç sonuç itibariyle “mal aleyhine” işlenen bir suçtur.

Hırsızlık suçu da yağma gibi mala karşı işlenen suçlardandır. Ancak hırsızlık suçunda taşınır mal, sahibinin rızası ve hatta çoğu zaman haberi olmaksızın bulunduğu yerden alındığı halde, yağmasuçunda fail mağdura karşı cebir veya tehdit kullanarak malı bulunduğu yerden almaktadır. Bu nedenle hırsızlık suçunda korunan hukuki yarar, zilyetlik hakları iken, yağmada zilyetlik haklarının yanında, aynı zamanda kişi özgürlüğü de korunmaktadır. Hırsızlık amacıyla malın alınmasından ve mağdurun bu eşya üzerindeki hâkimiyetinin sona ermesinden sonra gerçekleşen cebir veya tehdit,hırsızlık suçunun yanında kasten yaralama veya tehdit suçunu da oluşturacaktır.

765 sayılı TCK’nun 495/2. maddesinde; “bir malın yağması esnasında veya akabinde fiili icra veya itmam etmek veya malı kaçırmak yahut kendisini veya şerikini cezadan kurtarmak için mal sahibine veya vaka mahalline gelen başkasına karşı cebir ve şiddet veya tehdit icra eden kimse hakkında da aynı cezaya hükmolunur” şeklinde yeralan “yağmaya dönüşen hırsızlık” düzenlemesine, “mal, zilyedin tasarruf olanağı ortadan kalktığı anda alınmış olacağından, bu ana kadar yapılan cebir veya tehdit, hırsızlığı yağmaya dönüştürür. Mal alındıktan yani hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra bunu geri almak isteyen kişiye karşı cebir veya tehdide başvurulması halinde artık yağma suçundan söz edilemez. Hırsızlık suçuna konu malın geri alınmasını önlemek amacına yönelik olarak kullanılan cebir veya tehdit ayrı suçların oluşmasına neden olur. Bu durumda gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerekir” gerekçesiyle 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanunda; yer verilmemiştir. Bunun sonucu olarak, zilyedin hırsızlığa konu mal üzerindeki zilyetliği sona erene kadar kullanılan cebir veya tehdit, hırsızlığı yağmaya dönüştürürken, hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra kullanılan cebir veya tehdit, eylemi yağmaya dönüştürmeyecek, hırsızlık ve kasten yaralama veya tehdit gibi iki ayrı suçun oluşmasına neden olacaktır.

Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;

Sanığın, mağdurun iş yerinden aldığı cep telefonu ile kesintisiz bir takip olmaksızın 250 metre kadar uzaklaşarak, suça konu telefonu hâkimiyet alanına geçirdiği sabit olup, hırsızlık suçu tamamlanmıştır. Dolayısıyla, cep telefonunu sanığın arka cebinde görerek geri almak isteyen mağduru bıçakla basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralayan sanığın bu eylemi, 5237 sayılı TCK’da dolaylı yağma düzenlemesine yer verilmemiş olması nedeniyle, tamamlanmış olan hırsızlık suçunu yağmaya dönüştürmeyip, hırsızlık suçunun yanında ayrıca kasten yaralama suçunu oluşturmaktadır.

Bu itibarla, sanığın eylemlerini kasten yaralama ve hırsızlık olarak vasıflandırarak uygulama yapan yerel mahkemenin direnme hükmü isabetli olup, onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Genel Kurulu Üyesi; “sanığın eyleminin yağma suçunu oluşturduğu” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 13.05.2010 gün ve 77-141 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.12.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

T.C.

YARGITAY

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/1-238

K. 2010/16

T. 2.2.2010

• HIRSIZLIK ( Tamamlandıktan Sonra Kullanılan Cebir veya Tehdit Yağma Suçunu Değil Olayın Gerçekleşme Biçimine Göre Hırsızlık ve Tehdit veya Hırsızlık ve Yaralama Suçlarını Oluşturacağı )

• YARALAMA ( Hırsızlık Suçu Tamamlandıktan Sonra Kullanılan Cebir veya Tehdit Yağma Suçunu Değil Olayın Gerçekleşme Biçimine Göre Hırsızlık ve Tehdit veya Hırsızlık ve Yaralama Suçlarını Oluşturacağı )

• YAĞMA ( Tehdit veya Cebir Malın Alınması veya Teslimini Sağlamaya Yönelik Olmalı Tehdit veya Cebir Malvarlığına Karşı İşlenen Bu Suçta Araç Olarak Kullanılması Gerektiği – Başka Maksatlarla Kullanılmış Bulunan Cebir veya Tehdidin Etkisiyle Malın Alınması Yağma Suçunu Oluşturmadığı )

• TEHDİT VE CEBİR ( Yağma Suçunda Tehdit veya Cebir Malın Alınması veya Teslimini Sağlamaya Yönelik Olmalı Tehdit veya Cebir Malvarlığına Karşı İşlenen Bu Suçta Araç Olarak Kullanılması Gerektiği )

5237/m.148149

ÖZET : Hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra, kullanılan cebir veya tehdit yağma suçunu değil, olayın gerçekleşme biçimine göre hırsızlık ve tehdit veya hırsızlık ve yaralama suçlarını oluşturur.

Yağma suçunda, tehdit veya cebir malın alınması veya teslimini sağlamaya yönelik olmalı, tehdit veya cebir malvarlığına karşı işlenen bu suçta araç olarak kullanılmalıdır. Başka maksatlarla kullanılmış bulunan cebir veya tehdidin etkisiyle malın alınması yağma suçunu oluşturmaz.

DAVA : Sanık Ali’nin öldürmeye teşebbüs suçundan lehe olan 5237 sayılı TCY’nin 81/1, 35/2, 29/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında aynı Yasa’nın 53/1-2. maddesinin uygulanmasına, yağma suçundan lehe olan 5237 sayılı TCY’nin 148/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında aynı Yasa’nın 53/1-2. maddesinin uygulanmasına, ruhsatsız silah taşımak suçundan 6136 sayılı Yasa’nın 13/1, 765 sayılı TCY’nin 59/2. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 366 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, tutukluluk halinin devamına, 5237 sayılı TCY’nin 63/1. maddesi gereğince şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeni ile geçirmiş olduğu sürelerin cezasından mahsubuna, müsadereye, vekalet ücretine ve yargılama giderlerine hükmedilmesine ilişkin, ( Malatya İkinci Ağır Ceza Mahkemesi )’nce yağma suçu yönünden oyçokluğuyla, diğer suçlar yönünden oybirliğiyle verilen 02.11.2006 gün ve 11-361 sayılı hüküm, sanık müdafii ve C.Savcısı tarafından sanık lehine temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay Birinci Ceza Dairesi’nce 11.11.2008 gün ve 3988-7202 sayı ile;

“… 1-a ) Sanık müdafiin in duruşmalı inceleme isteminin tayin edilen cezanın miktarı itibariyle reddine karar verilmiştir.

b ) Gasp suçunda; olayın konutta meydana geldiği gözetilmeden TCK’nın 149. maddesi yerine, ay m Kanun’un 148/1. maddesinin uygulanması aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın adam öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Yasa’ya muhalefet suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçlarının niteliği tayin, cezayı azaltıcı tahrike ve takdire ilişen sebeplerinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin meşru müdafaa şartlarının varlığına, teşdidin yerinde olmadığına, tahrik indiriminin daha fazla olması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,

a )Adam öldürme suçu yönünden; 5237 sayılı TCK’nın53. maddesi uyarınca belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılan sanık hakkında velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından getirilen kısıtlamanın, 53. maddenin 3. fıkrası uyarınca şartla salıverilme tarihine kadar geçerli olduğunun hüküm fıkrasının mahsus bölümüne eklenmesine karar verilmek suretiyle CMUK’nın 322. maddesi gereğince düzeltilen hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi onanmasına,

b )Gasp suçu yönünden;

Daha önce mağdur ile aralarında çıkar ilişkisi bulunan sanığın; aralarındaki sorunu görüşmek üzere, olay sabahı mağdurun evine geldiği, konuşma sırasında çıkan tartışma sırasında, polis mağdura ait olan ve eline geçirdiği tabanca ile ateş etmek suretiyle mağduru altı yerinden yaraladığı ve daha sonra tabanca ile birlikte olay yerinden kaçtığı, ertesi gün üzerinde silahla yakalandığı olayda; silahın yağma amacıyla alındığını gösteren kesin ve yeterli kanıt bulunmadığı, eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, hırsızlık yerine gasp suçundan hüküm kurulması,

c ) 6136 sayılı Yasa’ya muhalefet suçu yönünden;

Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa’nın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması…” nedenleriyle bozulmuştur.

Malatya İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nce 09.03.2009 gün ve 405-69 sayı ile;

“…Sanık, yaralamadan önce mağdura ait tabancayı ele geçirip, onu en ağır şekilde yaralayıp etkisiz hale getirdikten sonra, mağdura ait beylik tabancayı beline takmış ve olay yerinden ayrılmıştır. Sanık, ertesi gün kendisine İlişkin olayı televizyonda izlerken kahvehanede bu silahla birlikte yakalanmıştır. Sanık, silahı alıp götürdükten sonra 25 saat sonra yakalanmıştır. Olayda saikin bir önemi yoktur. Sanık olayda kullandığı tabancayı alarak 25 saat üzerinde taşımıştır. Teslim ve iade kast ve niyeti olduğuna dair herhangi bir emare de bulunmamaktadır. Sanık istese idi tabancayı emniyet veya jandarmaya ya da resmi mercilere iade edecek bir yere teslim edebilirdi. Üniversite terk eden sanığın Cumartesi ve Pazar günleri polis ve jandarmanın çalıştığını bilmemesi mümkün değildir. Ayrıca mağdur çok ağır şekilde yaralanmış ve etkisiz hale gelmiştir. Bu aşamadan sonra mağdurun bu tabanca ile sanığa zarar vermesi de mümkün değildir. Bu itibarla, sanığın bu yöndeki savunmasına katılmak mümkün değildir. Özetle ve sonuç olarak, sanık, mağduru yaraladıktan sonra ona ait 1,5 milyar Ura değerindeki tabancayı alarak olay yerinden uzaklaşmış, tabancayı kendi hakimiyeti altına almış ve 25 saat süre ile üzerinde taşımıştır. Cumhuriyet Savcısı mütalaasında sanığın ruhsatsız tabanca taşıdığını kabul etmektedir. Ruhsatsız tabanca taşıma kasti bulunduğu takdirde yağma kastı bulunmadığını kabul etmek de mümkün görülmemektedir.

Böylece ve sonuç olarak, sanık, mağdura ait tabancayı alıp, bu tabanca ile mağduru yaraladıktan sonra olay yerinden uzaklaştığı, 25 saat üzerinde taşıdığı anlaşıldığından, sanığın mal edinme kastı ile hareket ettiğinin kabulü gerekmiştir. Sanık, yaralamadan önce tabancayı alıp, bu tabanca ile mağduru yaraladığı, onu etkisiz hale getirdiği, bu şekilde cebir uyguladığı gözetildiğinde, sanığın kast ve eyleminin hırsızlıktan ibaret olmayıp, yağma suçunu oluşturduğu kanaatine varılmıştır. Diğer bir anlatımla, olayda hırsızlık suçunun unsurlarının varlığı kabul edildiği takdirde, yaralamadan önce silah ele geçirildiğine göre, zor unsuru da bulunduğundan, mahkememizce önceki kararda direni/erek, sanığın, yağma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerekmiştir…” gerekçeleriyle yağma suçu yönünden ilk hükümde direnilmiş, 6136 sayılı Yasa’ya aykırılık suçundan ise bozma ilamına uyulmuştur.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyizi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığı’nın yağma suçu yönünden bozma istemli, 09.10.2009 gün ve 207056 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, öldürmeye teşebbüs ettiği mağdurun silahını alarak olay yerinden uzaklaşan sanığın eyleminin yağma suçunu mu, yoksa hırsızlık suçunu mu oluşturduğu noktasında toplanmaktadır.

Yağma suçları, 765 sayılı TCY’de, cürümlere ait ikinci kitabın onuncu babının, ikinci faslında düzenlenmiştir. Bu fasılda, yağma ( 495/1 ), dolaylı yağma ( 495/2 ), senedin yağması ( 496 ), 495 ve 496. maddelerde düzenlenen suçların ağırlatıcı nedenleri ( 497 ), korkutarak faydalanma ( 498 ), adam kaldırma ( 499 ), adam kaldırmada muhabere nakli ( 500 ), cebir karinesi ( 501 ) ve Ceza Kanunu’nun uygulanmasında gece vakti ( 502 ) ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.

5237 sayılı TCY’de ise yağma suçları Özel Hükümler Kitabında, Kişilere Karşı Suçlara ilişkin ikinci kısmın malvarlığına karşı suçlar başlıklı onuncu bölümünde 148 ila 150. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

148. maddenin 1. fıkrasında yağma suçunun temel şekli, 2. fıkrasında senedin yağması, 3. fıkrasında ise cebir karinesine yer verilmiş, 149. maddesinde nitelikli yağma, 150. maddede ise kişinin hukuki bir ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla yağma ile yağmada değer azlığı yaptırıma bağlanmıştır.

765 sayılı TCY’nin 502. maddesinde tanımlanan gece vakti, 5237 sayılı TCY’nin tanımlar başlıklı 6. maddesinin l/e bendine alınmış, 765 sayılı TCY’nin 495/1. fıkrası ile 496. maddelerinde düzenlenen yağma 5237 sayılı Yasa’nın 148/1 ve 2. fıkralarında, 765 sayılı Yasa’nın 501. maddesindeki cebir karinesi ise 5237 sayılı Yasa’nın 148/3. fıkrasında düzenlenmiş, 765 sayılı TCY’nin 498. maddesindeki korkutarak faydalanma, 499. maddesindeki adam kaldırma ve 500. maddedeki adam kaldırma suçlarında muhabere nakli suçlarına ise ayrı bir suç tipi olarak yer verilmemiştir.

765 sayılı TCY’nin 495/1. maddesinde; “…menkul bir malın zilyedini veya cürüm mahallinde bulunan bir başkasını cebir ve şiddet kullanarak veya şahsen veya malen büyük bir tehlikeye düşüreceği beyanı ile tehdit ederek o malı teslime yahut o malın kendi tarafından zaptına karşı sükut etmeye mecbur kılma” şeklinde tanımlanan yağma suçu; esasında cebir veya tehdit kullanmak suretiyle yapılan hırsızlıktan ibarettir. Yani cebri hırsızlıktır. Şu hale göre yağma; bir kimsenin menkul malını cebir, şiddet, tehdit kullanarak almaktır. Hırsızlık ile yağma cürümleri aynı ortak unsurlara malik olup, ayrıldıkları tek nokta ya da başka bir deyişle hırsızlığa oranla sahip olduğu ilave unsur; malı almak için cebir veya tehdit kullanılmasıdır.

Yağmada; hırsızlık suçunda mevcut olan unsurların yanında, fiilin cebir veya tehditle işlenmesi gerekir. Failin malı almak için mağdura karşı cebir veya tehdit kullanması yağma suçunu hırsızlıktan ayırır.

Yine aynı şekilde, basit yağma suçu, 5237 sayılı Yasa’nın 148. maddesinin 1. fıkrasında, 765 sayılı TCY’nin 495/1. fıkrasına benzer biçimde tanımlanmıştır.

5237 sayılı TCY’nin 148/1. maddesi uyarınca; kişinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceği ya da malvarlığı bakımından büyük bir zarara uğratılacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur bırakılması yağma suçunu oluşturur. Suç, anılan değerlere yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit veya cebir kullanılması suretiyle gerçekleşir. Failin isteğinin yerine getirilmemesi halinde belirli bir kötülüğün mağdura bildirilmesi şeklinde tanımlanan tehdit, anılan değerlere yönelik bir saldırı veya malvarlığı bakımından büyük bir zarara uğratılacağından bahisle yapılmalıdır.

765 sayılı TCY’nin 495. maddesinin 2. fıkrasındaki “kendisini veya şerikini cezadan kurtarmak için mal sahibine veya vaka mahalline gelen başkasına cebir ve şiddet veya tehdit icra eden kişinin de yağma suçundan cezalandırılacağına” ilişkin dolaylı yağma suçuna 5237 sayılı TCY’de yer verilmemiş olduğundan, hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra, kullanılan cebir veya tehdit yağma suçunu değil, olayın gerçekleşme biçimine göre hırsızlık ve tehdit veya hırsızlık ve yaralama suçlarını oluşturabilir.

Yağma, tehdit veya cebir kullanma ile hırsızlık suçlarının biraraya gelmesiyle oluşmuş bileşik bir suçtur. Bu itibarla, birden çok hukuki değeri korumaktadır. Kendisini oluşturan suçların korudukları hukuki değerler olan, kişi özgürlüğü, zilyetlik ve mülkiyet yağma suçunun da koruduğu hukuksal değerlerdir.

Yağma suçunda, tehdit veya cebir malın alınması veya teslimini sağlamaya yönelik olmalı, tehdit veya cebir malvarlığına karşı işlenen bu suçta araç olarak kullanılmalıdır. Başka maksatlarla kullanılmış bulunan cebir veya tehdidin etkisiyle malın alınması yağma suçunu oluşturmaz.

Yağma suçunun manevi unsuru kasttır. Bu suçun taksirle işlenmesi olanaksızdır. Failin, tehdit veya cebirle mağdurun egemenliğindeki malı aldığını bilmesi ve istemesi gerekir. Kast hem almayı hem de icbarı kapsamalıdır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Mağdur Mahmut’un M… Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuru olarak görev yaptığı, 2004 yılı Haziran ayı içerisinde tanık Selçuk vasıtası ile sanıkla tanıştığı ve arkadaşlık kurduğu, sanığın çevreye borsa, maden, mermer alanları hususunda bilgili olduğunu yaydığı, aldığı maaşla yetinmeyen mağdurun da zengin olma hayalleri kurduğu, bu şekilde sanık ile mağdurun birlikte iş yapmaya karar verdikleri, tanık Selçuk ile mağdur Mahmut’un sanığa para verdikleri, sanığın buna karşılık mermer sahası ruhsatı alacağını söylediği, aradan uzun süre geçtiği halde bu konuda herhangi bir ilerleme olmayınca tanık ile mağdurun paralarını geri isteyip aldıkları, ancak sanık ile mağdurun görüşmeye devam ettikleri, sanığın davetli-davetsiz bekar olarak yaşayan mağdurun evine gidip kaldığı, ancak bu görüşmelerin taraflar arasında huzursuzluk ve sıkıntılar meydana getirdiği, ayrıca taraflar arasında tablo alım satımı konusunda da bir uyuşmazlık yaşandığı, olay günü sabahı da sanığın mağdurun evine geldiği, burada yeniden eski konuları konuşmaya başladıkları, ilk kimin başlattığı saptanamamakla birlikte aralarında tartışma çıktığı, çıkan tartışma sonucunda, mağdurun sanığa fiili saldırıda bulunduğu, bu esnada çıkan boğuşmada, mağdurun elindeki silahı ele geçiren sanığın, mağdura ait beylik tabanca ile mağdura ateş ettiği, bunlardan altısının mağdura isabet ettiği, mağdurun iki yaralamadan dolayı hayati tehlike geçirecek nitelikte yaralandığı, kaldırıldığı hastanede tekrar yaşama döndürüldüğü, sanığın mağdura ateş ettikten sonra suç tarihinde 1,5 milyar lira değerindeki tabancasını yanına alıp olay yerinden uzaklaştığı, 20.11.2004 günü saat 10.00 sıralarında gerçekleşen bu olayın, saat 10.15 sıralarında polis haber merkezine bildirildiği, sanığın ertesi gün saat 11.15 sıralarında kendisine ilişkin haberleri kahvehanede izlerken polis tarafından yakalandığı, böylece sanığın yaklaşık 25 saat sonra tabanca ile birlikte ele geçirildiği toplanan kanıtlardan anlaşılmaktadır.

Görüldüğü gibi, sanığın kullandığı cebir en aleyhe beyan olan katılanın 15.12.2004 tarihli anlatımı esas alındığında dahi, silahın alınmasına yönelik değildir. Yağma suçunu diğer malvarlığı değerlerine yönelik suçlardan ayıran en belirgin özellik, tehdit veya cebrin malın alınması veya teslimini sağlamaya yönelik olmasıdır. Oysa somut olayda, sanık çıkan boğuşmada ele geçirdiği silahla mağdura ateş etmek suretiyle öldürmeye teşebbüs suçunu işlemiş ve bilahare olayın heyecanına da kapılmak suretiyle silahı da alarak olay yerinden uzaklaşmıştır. Sanığın başlangıçtaki kastı kendisine yönelik saldırıyı bertaraf etmek için korunma içgüdüsüyle silahı almaya yönelik olup, olayın ileriki aşamalarında da bu kastın değiştiğine ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Mağdurun yaralanmasından sonra, ona ait silahın alınarak götürülmesi de yağma suçunu oluşturmaz. Zira malın alınması yönünde cebir veya tehdit kullanılmadığı gibi, mağdurun yaralanmış olması ve bilahare sanık tarafından silahın götürülmesi 765 sayılı TCY’nin 501 ve 5237 sayılı TCY’nin 148/3. maddeleri kapsamında da değerlendirilemez.

Bu itibarla eylemin hırsızlık olarak değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi isabetsiz olup, direnme hükmünün suç vasfındaki yanılgı nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Kurul Üyesi; “mağdurun etkisiz hale getirilmesinden sonra silahın alınarak götürülmesi ve yaklaşık 25 saat taşınması şeklindeki eylemin yağma suçunu oluşturduğu” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1-İsabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,

2-Dosyanın, 6136 sayılı Yasa’ya aykırılık suçu yönünde incelenmek üzere, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi’ne gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığı’na TEVDİİNE, tebliğnamedeki isteme uygun olarak, 02.02.2010 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

 

HIRSIZLIK / LEHE KANUN UYGULAMASI

T.C.
YARGITAY
Altıncı Ceza Dairesi
E:2004/698
K:2006/2863
T:23.03.2006
HIRSIZLIK
LEHE KANUN UYGULAMASI
Özet: Sanığın 765 sayılı TCK gereğince cezalandırıl­masına karar verilmiş ise de, hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın aynı suça uyan maddelerinde öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, 5237 sayılı Yasa’nın 145. maddesinin uygulanma koşullarının bulunmaması, cezanın paraya çevrilip ertelenmiş olması ve ertelemenin hukuki sonuçları gözetildi­ğinde, 765 sayılı Yasa’ya göre kurulan hükmün sanık yararına bulunduğu gözetilmelidir. Hükümden sonra yürürlüğe giren 5395 sayılı Yasa’nın 23 ve 24. maddeleri uyarınca, yeniden değerlendirme ve uygulama yapılmalıdır.
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 142]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 145]
5252 s. TÜRK CEZA KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HA… [Madde 9]
5395 s. ÇOCUK KORUMA KANUNU [Madde 23]
5395 s. ÇOCUK KORUMA KANUNU [Madde 24]
Hırsızlık suçundan sanık Onur hakkında yapılan duruşma sonunda; mahkumiyetine ilişkin (Çayeli Asliye Ceza Mahkemesi)’nden verilen tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık savunmanı tara­fından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığı’ndan onama isteyen
12.01.2003tarihli tebliğname ile 17.02.2004 tarihinde Daireye gönderilmekle okunarak, gereği görüşülüp düşünüldü:
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde ince­lenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre, suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- Sanığın eylemine uyan 765 sayılı TCK’nın 492/1, 80, 522/1, 523/1, 55/3, 59/2 ve 647 sayılı Yasa’nın 4 ve 6. maddeleri uyarınca cezalandı­rılmasına karar verilmiş ise de, hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yü­rürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nin aynı suça uyan 163/2, 43/1, 31/3, 62/1; 116/1-4, 43/1, 31/3, 62/1, 50/1-3. maddelerinde öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, 5237 sayılı TCY’nin 145. maddesinin uygulama koşullarının bulunma­ması, özgürlüğü bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilip ertelenmiş olması ve ertelemenin hukuki sonuçları da gözetildiğinde, mahkemece 765 sayılı TCK uyarınca kurulan hüküm sanık yararına bulunduğundan, 765 sayılı Yasa hü­kümleri uyarınca uygulama yapılmasında zorunluluk bulunması,
2- Hükümden sonra yayınlanarak yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 23 ve 24. maddeleri uyarınca yeniden değerlendirme ve uygulama yapılması ve 5083 sayılı Yasa’ya 5335 sayılı Yasa ile eklenen 2/3. maddesi uyarınca para cezalarında bir Yeni Türk Lirasının artıklarının hesaba katılamayacağının gözetilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş, sanık Onur savunmanının temyiz itirazı bu ba­kımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 23.03.2006 gününde oybirliğiyle karar ve­rildi.

HIRSIZLIK / YAĞMA / LEHE KANUN UYGULAMASI

T.C.

YARGITAY
Altıncı Ceza Dairesi
E: 2004/2827
K: 2006/2840
T: 22.03.2006
HIRSIZLIK
YAĞMA
LEHE KANUN UYGULAMASI
Özet: Hırsızlık amacıyla girdiği evde cep telefonu ile bir miktar para alan sanığın yerde uyuyan ve üstüne basınca uya­nan yakınana yumruk atarak pencereden kaçması eylemi yağma suçunu oluşturur.
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 7]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 142]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 148]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 149]
5252 s. TÜRK CEZA KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HA… [Madde 9]
Yağma suçundan sanık Murat hakkında yapılan duruşma sonunda; TCK’nın 492/1, 59, 81/2 ve 40. maddeleri uyarınca 4 sene 2 ay 1 gün hapis cezası ile mahkumiyetine ilişkin (Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi) nden verilen 06.03.2003 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığı’ndan onama isteyen 16.01.2004 tarihli tebliğname ile 17.02.2004 tarihinde Daireye gönderilmekle okunarak, gereği görüşülüp düşünüldü:
Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu’nun takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- Hırsızlık amacıyla eve giren sanığın, cep telefonunu ve halının al­tındaki 100 milyon lirayı aldıktan sonra, yerde uyumakta olan ve üstüne basması sonucu uyanan yakınanın bağırması üzerine, ona yumruk atarak pencereden atlayıp kaçtığının anlaşılması karşısında; eyleminin yağma suçunu oluşturduğu gözetilmeden yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde hüküm kurulması,
2- Sanığın eylemine uyan 765 sayılı TCY’nin 497/1, 59/2, 81/2. mad­delerine göre, hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nin aynı suça uyan 149/1-d-h, 62. maddelerinde öngörülen özgür­lüğü bağlayıcı cezanın türü, alt ve üst sınırları bakımından, anılan Yasa’nın 7/2, 5252 sayılı Yasa’nın 9/3. maddeleri ışığında sanık yararına olması ve 5237 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yeniden değerlendirme ve uygulama yapıl­masında zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık Murat’ın temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi gereğince kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 22.03.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

CÜRÜM İŞLEMEK İÇİN TEŞEKKÜL OLUŞTURMA / NİTELİKLİ HIRSIZLIK / LEHE KANUN UYGULAMASI

T.C.
YARGITAY
Sekizinci Ceza Dairesi
E. 2005/3172
K. 2006/2798
T. 4.4.2006
CÜRÜM İŞLEMEK İÇİN TEŞEKKÜL OLUŞTURMA
NİTELİKLİ HIRSIZLIK
LEHE KANUN UYGULAMASI
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 116]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 142]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 143]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) (MÜLGA) [Madde 313]
Cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma ve hırsızlık suçlarından hükümlüler F.K.,F.Ö.,E.S. 5237 TCK.nun lehe hükümlerinden yararlanmak için talepte bulunmakla yapılan inceleme sonunda; Hükümlülüklerine dair ( EDİRNE ) 1. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 27.7.2005 gün ve 39 esas, 94 ek karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile 16.11.2005 günü daireye gönderilmekle incelendi:
Gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Sanıklar F.Ö.,F.K.ve E.S..hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz incelenmesinde;
a ) 765 sayılı TCK.nun 313. maddesinde tanımlanan suç 5237 sayılı TCK.nun 220. maddesinde “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” başlığı altında yeniden düzenlenmiş ve suçun unsurlarında değişiklik yapılmış olmakla, sanıkların eylemlerinin örgütün yapısı, üye sayısı, sahip bulundukları araç ve gereçlerin miktar ve nitelikleri itibariyle amaç suçları işlemeye elverişli olup olmadığı yönünden tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi,
b ) Kabule göre de; sanıklar hakkında, lehlerinde olan 5237 sayılı Yasa ile uyarlama yapılırken, önceki hükümde yer almayan güvenlik tedbirlerine hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,
c ) Sanıklar E.S.ve F.K.hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan 5237 sayılı Yasa uyarınca verilen ceza miktarına göre 5237 sayılı TCK.nun 50. ve 51. maddeleri, 647 sayılı Yasaının 4. ve 6. maddelerine göre lehe seçenek yaptırımlar ve erteleme koşulları taşıdığından, sözü edilen lehe hükümlerin ikisi birlikte uygulanma olanağı yoksa da bunlardan birinin uygulanması mümkün olabileceği gözetilerek lehe olan hükümlerin değerlendirilmesi ve bundan sonra bir karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
2- Sanıklar F.Ö.,F.K.ve E.S.’in hırsızlık suçundan kurulan hükme ilişkin temyiz itirazlarına gelince;
Sanıklar F.Ö.,F.K.,E.S. ve hakkındaki hükmü temyiz etmeyen sanık F. N.İ.ve firari sanık Y.Ö.’ın önceden keşfini yaptıkları müştekiye ait Bellona mağazasında hırsızlık yapmaya karar verip, bunun için gerekli hazırlıkları yaptıkları ve kiraladıkları otomobille mağazaya gece saat 21.30-22.00 sıralarında gittikleri, mağazada camı kırıp, kabloları keserek, çelik kasayı delip içindeki paraları çaldıkları anlaşılmakla, eylemlerinin geceleyin nitelikli hırsızlık, geceleyin işyeri dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme suçlarını oluşturduğu gözetilerek 5237 sayılı Kanunun 7. ve 5252 sayılı Kanunun 9/3. madde ve fıkrası uyarınca sanıkların hukuki durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri de nazara alınarak buna göre değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş hükümlüler F.Ö.,F.K. ve E.S.’in temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi ( BOZULMASINA ) , 04.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DOLANDIRICILIK VE HIRSIZLIK SUÇU

T.C.

YARGITAY
Onbirinci Ceza Dairesi
E:2006/765
K:2006/3493
T:26.4.2006
DOLANDIRICILIK VE HIRSIZLIK SUÇU
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 192]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 206]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 216]
Dolandırıcılık ve hırsızlık suçundan sanıklar Serkan, Caner’in yapılan yargılamaları sonunda: Sanık Serkan’ın 5237 sayılı TCK’nın 142/1-b, 62, 245/1, 62, sanık Caner’in 5237 sayılı TCK’nın 245/1. maddeleri gereğince mahkumiyetlerine dair ( Adana İkinci Asliye Ceza Mahkemesi )’nden verilen 25.10.2005 gün ve 2005/1255 Esas 2005/1266 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar müdafileri tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığı’nın onama-bozma isteyen 01.02.2006 tarihli tebliğnamesi ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:
I- İki ayrı bankaya ait kredi kartlarının birden fazla alışverişte kullanıldığı gözetilmeden eksik ceza tayini sanık aleyhine temyiz bulunmadığından, TCK’nın 61/8. maddesi uyarınca adli para cezası hesaplanırken belirlenen tam gün sayısı üzerinden bireyselleştirmeye yönelik artırım ve indirimler yapıldıktan sonra sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı ödenecek miktarın çarpılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde tayin olunan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı takdir edilen miktarın çarpılarak bulunan miktar üzerinden TCY’nin 62. maddesinin uygulanması sonuç ceza değişmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
Sanık Serkan hakkında toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasıfları tayin, cezaları azaltıcı sebeplerin nitelik ve dereceleri takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin fazla ceza verildiğine ilişen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA ,
II- Sanık Caner hakkında kurulan hükme yönelik sanık müdafiinin temyiz itirazlarına gelince;
İşyeri çalışanı olan tanık Burçin’in 01.09.2005 tarihli teşhis tutanağında sanıklar Serkan ve Caner’i teşhis ettiği belirtilmesine rağmen, 24.08.2005 tarihli hazırlık ifadesinde ise alışveriş yapan kişinin işyeri kamerasında tespit edilen “esmer, uzun boylu şahıs” olduğunu bildirmesi karşısında; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması bakımından zaptedilen kamera görüntülerine ait CD ile bu görüntülere ait dört adet resim incelenip gerektiğinde tanık ile sanıkların duruşmada yüzleştirilmesi yapılıp alışveriş yapan kişi veya kişilerin tespit edilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayini yerine eksik soruşturmayla yazılı şekilde karar verilmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı, 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA , 26.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

1803 Sayılı Af Yasasından önce işlenen hırsızlık suçlarına ilişkin sabıka kayıtlarının silinmesi

     T. C.
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
  
Esas No    : 1990/6-247
Karar No   : 1990/261
Karar Trh  : 05.11.1990
  
  
  1803 Sayılı Af  Yasasından  önce işlenen
hırsızlık suçlarına ilişkin sabıka kaydının
silinmesi
 
  ÖZET : Bazı suçlar  yanında  hırsızlık suçlarının da yer aldığı 1803 sayılı Af Yasasının    2.  maddesinin    ( B ) bendi     Anayasa      Mahkemesi’nin 11.3.1975 tarih ve  8 / 50, 11.3.1975   tarih  ve    8 / 47-25,  25.3.1975 tarih ve 51 / 58 sayılı kararları ile hırsızlık    suçları yönünden   iptal  edildikten sonra,bu suçlar  aynı Yasanın 1.maddesinde düzenlenen genel af kapsamına girmiştir. Söz   konusu   1.maddenin ( B )    bendinde, Af Yasası kapsamına  giren  suçlardan   mahkum olanların mahkumiyet hükümlerinin sonuçlarını da kapsamak üzere affedildikleri  belirtildiğine göre, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarından   sonra,  genel  af   kapsamına giren hırsızlık suçları  yönünden aynı  Yasanın 20. maddesindeki hükmün uygulanma olanağı kalmamıştır. Bu  itibarla,   25.11.1970    tarihinde işlenen  hırsızlık suçu  nedeniyle hakkında  sabıka  kaydı düzenlenen hükümlüye ait   sabıka     kaydının, 1803 sayılı Yasanın 1.addesinin
( B ) bendindeki açık  hükme dayanılarak adli  sicilden   çıkarılması gerekir.