Etiket arşivi: İADE

düğün takıları için eşin rızası yoksa koca eve harcadığı takıları iade etmeli

Boşanma davasında kadının düğünde kendisine takılan altınları iade edilmesi talebini değerlendiren yerel mahkemenin ‘Evin ihtiyacı için kullanılmış, iadeye gerek yok’ kararı Yargıtay’dan döndü. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, evin ihtiyacı için bozdurulan ziynet eşyalarının rıza ile ve iade şartı olmaksızın verildiğini davalı koca ispatlamak zorunda olduğuna dikkat çekti. Emsal kararda, “Somut olayda davacının ziynet ve takıları iade şartı olmaksızın verdiğini davalı koca ispat edemediğinden, ziynetlere yönelik iade koşulları oluşmuştur. O halde, davacı kadının ziynet ve takılara yönelik davası nedeniyle kocanın beyanında varlığını ve bozdurulduğunu ikrar ettiği 7 adet 22 ayar bilezik, 2 adet tam altın ve 63 adet çeyrek altın hakkındaki talebin de kabulüne karar verilmesi gerekirken, bunlar hakkındaki isteğin reddi doğru olmamıştır.” denildi.

Şiddetli geçimsizlik yaşayan aile, 2012 yılında boşanmak için Edirne Aile Mahkemesi’ne müracaat etti. Kocasının birlik görevlerini yerine getirmediğini öne süren kadın, “Beni, ailesiyle birlikte oturmaya zorladı. Fiziki şiddet uyguladı. Bunu da günlüğümde yazdım.” diyerek mahkemeden manevi tazminat ve düğünde kendisine takılan ve kocasının evin ihtiyaçları için kullandığını söylediği 7 adet 22 ayar bilezik, 2 adet tam altın ve 63 adet çeyrek altının kendisine iadesini istedi. Edirne Aile Mahkemesi, kadının manevi tazminat talebini yerinde görürken altınlara yönelik iade talebini ise reddetti. Bu gelişme üzerine davacı kadın, ziynet alacağı davası yönünden; davalı koca ise kararın tamamına yönelik dosyayı Yargıtay’a gönderdi.

KOCALIK VAZİFESİNİ YERİNE GETİRMEMESİ VE AİLESİYLE YAŞAMAYA ZORLAMASI KUSURDUR

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, davalı kocanın temyiz itirazlarını inceledi. Daire, toplanan delillerden; davalı kocanın birlik görevlerini yerine getirmediği, eşini ailesiyle birlikte oturmaya zorladığı; davacı kadına yüklenebilecek bir kusurlu davranışının kanıtlanamadığının anlaşıldığına hükmetti. Davalı kocanın eşine fiziki şiddet uyguladığı ve hakaret ettiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığına hükmeden 2. Hukuk Dairesi, kadına ait günlükteki kadının şiddet gördüğüne ve hakarete uğradığına ilişkin açıklamanın başkaca delille doğrulanmadığından sabit kabul edilemeyeceğini ve kocaya kusur olarak yüklenemeyeceğine dikkat çekti. Kocaya yüklenebilecek kusurun sadece ‘birlik görevlerini yerine getirmeme ve eşini ailesiyle birlikte oturmaya zorlama’ davranışları olduğunu savunan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, kadının manevi tazminat talebinin yerel mahkemece kabul edilmesinin yasaya aykırı olduğunu, ancak altınları iade isteminin ise yerinde olduğuna hükmetti.

EVLİLİKTE TAKILAN ALTIN KİM TAKARSA TAKSIN KADININDIR

Kocanın sabit kabul edilen ve boşanma sebebini oluşturan kusurlu davranışlarının kadının kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyeceği ve bu sebeple Türk Medeni Kanunu’nun 174/2. maddesi koşulunun oluşmadığı gözetilmeden; davacı kadının manevi tazminat talebinin reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nce isabetsiz bulundu. Kadının manevi tazminat talebinin kabulü yönündeki yerel mahkemenin verdiği kararı bozan 2. Hukuk Dairesi, davacı kadına düğünde takılan ve kişisel eşya niteliğinde bulunan ziynet ve takıların davalı koca tarafından bozdurulup harcandığı ve kadına iade edilmediğinin ispatlandığını hatırlattı.

Kararda şu ifadelere yer verildi: Evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olsun ona bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı olur. Bu durumda, ziynet eşyalarının iade edilmemek üzere kocaya verildiğinin, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup ev ihtiyaçları için harcandığının davalı yanca kanıtlanması halinde koca almış olduğu ziynet eşyalarını iadeden kurtulur. Somut olayda ise; davacı kadına ait olduğu anlaşılan dava konusu altınların evliliğin devamı sırasında davalı koca tarafından bozdurularak evin ihtiyacı için harcandığı davalı yanca kabul edilmiştir. Evin ihtiyacı için bozdurulan ziynet eşyalarının rıza ile ve iade şartı olmaksızın verildiğini davalı koca ispatlamak zorunda olup; somut olayda davacının ziynet ve takıları iade şartı olmaksızın verdiğini davalı koca ispat edemediğinden, ziynetlere yönelik iade koşulları oluşmuştur. O halde, davacı kadının ziynet ve takılara yönelik davası nedeniyle kocanın beyanında varlığını ve bozdurulduğunu ikrar ettiği 7 adet 22 ayar bilezik, 2 adet tam altın ve 63 adet çeyrek altın hakkındaki talebin de kabulüne karar verilmesi gerekirken, bunlar hakkındaki isteğin reddi doğru olmamıştır.

Çocuk iade davasında, hangi ülkede yaşayacağına çocuk karar verecek

Yargıtay, zaman zaman ülkeler arasında diplomatik girişimlere de konu olan “çocuk iade davaları”nda, “Öncelik, çocuğun nerede yaşamak istediğidir, mahkemeler çocuğun görüşlerine gereken önemi vermek zorundadır” dedi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu yorumu, ABD’de yaşarken annesi ile Türkiye’ye gelen ve bir daha ABD’ye gitmek istemeyen Gizem ile Onur’un davasında yaptı. Mahkeme önce pedagog aracılığıyla anne ve çocukları dinledi. Her üçü de ABD’ye dönmek istemediklerini söylediler. Pedagoglar bu görüşmeler sırasında “Çocukların Türkiye’de annelerinin yanında kalmaları uygun olur” raporu verdi. Mahkeme, parçalanmış ailelerin çocukların iade kurallarını düzenleyen Layeh Sözleşmesi hükümlerine dayanarak iade talebini yerinde buldu. Dosya temyiz üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’ne geldi. Daire önce, yerel mahkemenin kararını onadı.

‘HATA YAPMIŞIZ’ 
Anne Esin M. karar düzeltme başvurusunda bulundu. Daire bunun üzerine, “Hata yapmışız” diyerek önceki kararını kaldırdı. Gerekçe olarak da özetle şöyle dedi: “Çocukların her ikisi de mahkemece dinlenmişler, Türkiye’de anneleriyle birlikte kalmak istediklerini ifade etmişlerdir.” Yerel mahkeme, “Çocuklar babaya iade edilmeli” kararında direnince dosya bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na geldi. Hukuk Genel Kurulu, 2′.Hukuk Dairesi’nin görüşünü benimseyerek, Sakarya Aile Mahkemesi’nin kararını bozdu.

banka nerelere harcadığını belgelemediği dosya masrafını iade etmeli

Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre Yargıtay, milyonlarca banka müşterisini ilgilendiren önemli bir karara onay verdi. Özel bir banka, konut kredisi kullandırdığı müşterisinden 4 bin lirayı aşkın dosya masrafı aldı. Müşteri, kendisinden fazladan alınan 4.147 TL’lik parayı bankadan talep etti. Aldığı olumsuz yanıt sonrası tüketici mahkemesine başvurdu. Mahkeme, fazladan alınan dosya masrafının iadesine karar verdi. Banka avukatı kararı Yargıtay’a taşıdı. Yargıtay da emsal nitelikte bir karar verdi. Yerel mahkemenin verdiği kararı onayan Yargıtay, benzer davalarda tüketici lehine kapı aralamış oldu.

Ramazan Akpınar 21 Ağustos 2006 günü özel bir bankadan konut kredisi çekti. Aldığı kredinin tutarı 85 bin TL oldu. Banka, anılan kredi için 4.147 TL’lik dosya masrafı çıkardı. Akpınar, 4.147 TL’lik dosya masrafını kabul etti ve taraflar sözleşme imzaladı.

HAKSIZ ŞART UYARISI

Akpınar kredi ödemelerine devam ettiği süreçte, daha önce çıkan yargı kararları ve ‘Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. Maddesi’ne göre bankanın kendisinde aldığı dosya masrafının haksız olduğunu öğrendi. Anılan maddede “Satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır” hükmü yer alıyor.

Akpınar ilgili yönetmeliği ayrıntılı inceledikten sonra söz konusu bankadan, dosya masrafı olarak kendisinden alınan 4.147 TL’nin iadesini istedi. Ancak banka, Akpınar’ın bu talebini yanıtsız bıraktı.

‘ALDIĞIMIZ PARA YASAL’

Akpınar bu kez yargı yoluna gitti. Avukatı aracılığı ile İstanbul 5. Tüketici Mahkemesi’nde dava açtı. Talebi, kendisinden alınan paranın mahkeme kanalı ile iadesiydi. Bankanın savunması ise, alınan dosya masrafının hukuka ve taraflar arasında yapılan sözleşmeye uygun olduğu yönünde oldu.

‘ALDIN AMA NEREYE HARCADIN?’

Mahkeme karar vermeden önce bilirkişi raporu talep etti. Emekli banka müdürü Osman Sezer bilirkişi olarak atandı. Sezer 5 sayfalık raporunu 21 Ocak günü mahkemeye sundu.

Raporda özetle şu yönde görüş oluştu: “Dosya masrafı adı altında para alındı. Ancak alınan paraların nereye harcandığı, nasıl bir masraf yapıldığı belli değil. Banka bu konuda herhangi bir belge sunamadı. Bankanın talep edebileceği iki masraf kalemi var. Bunlardan biri, ortalama 400 liralık ekspertiz ücreti, diğeri ise kırtasiye masraflarıdır. Ancak banka bu iki kalem için de para talep etmedi. Örnek Yargıtay kararı, alınan paraların nerelere harcandığının ortaya konulması gerektiğine işaret ediyor. Bu durumda davacı, bankanın aldığı 4.147 TL’yi talep edebilir.”

YARGITAY OYBİRLİĞİ İLE ONADI

Mahkeme, bilirkişi raporunun da dosyaya sunulması ile birlikte kararını geçtiğimiz 7 Mart’ta yapılan duruşmada açıkladı. Mahkeme, bankanın, müşterisinden aldığı 4.147 TL’yi yasal faizi ile birlikte ödemesine, ayrıca mahkeme masraflarını da üstlenmesine karar verdi. Davayı kaybeden bankanın, kararı, Yargıtay’a taşıdı. Dosyaya bakan Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 18 Eylül günü oy birliğiyle yerel mahkeme kararını onadı. Yargıtay, dava masrafını da davalı bankanın üzerine bıraktı.

‘MİLYONLARCA KİŞİYİ İLGİLENDİRİYOR’

Akpınar’ın avukatı Fırat Epözdemir Yargıtay kararına ilişkin özetle şunları söyledi: “Anılan karar, yalnızca konut kredilerinde değil, taşıt ve tüketici kredilerinde de alınan dosya masraflarını da ilgilendiriyor. Yerel mahkeme çok net bir soruya göndermede bulunmuştu: ‘Masraf adı altında aldığın parayı nereye harcadın. Eğer bunu belgeleyemiyorsan geri ödemekle yükümlüsün.’ Yerel mahkeme kararının Yargıtay tarafından da onanması, benzer sorunlar yaşayan milyonlarca banka müşterisin yakından ilgilendiriyor.”

TBB DİSİPLİN KURULU KARARI E:2006/265 K:2006/343 *AVUKATIN İŞİNİ GEREĞİ GİBİ YAPMAMASI * AVUKATIN ALDIĞI ÜCRETİ İADE ETMEMESİ

TBB DİSİPLİN KURULU KARARI

 

ESAS NO:2006/265

KARAR NO:2006/343

KARAR TARİHİ:06.10.2006

 

Avukatlık Kanunu 34 maddesi,

TBB. Meslek Kurallarının 3, 38/2 ve 41 maddeleri

 

 

KARAR METNİ:

 

Şikayetli Avukat hakkında, “Şikayetçinin tutuklu olarak yargılandığı davada avukatlığını üstlendiği, 1.000 ABD Dolarının peşin, bakiyesinin sonraki tarihlerde ödenmek üzere 7.500 Dolara anlaştıkları, Şikayetlinin bir kez, yanında çalışan Av. S……’ın ise iki kez duruşmalara katıldığı, diğer duruşmalara katılmadıkları, bu sebeple Şikayetçinin savunmasız bırakıldığı, ödenen vekalet ücretinin talebe rağmen cüzi bir kısmının iade edildiği” iddiası ile başlatılan disiplin kovuşturması sonucunda Baro Disiplin Kurulunca eylem sabit görülerek disiplin cezası tayin edilmiştir.

 

Şikayetli Avukat savunma vermemiştir.

 

Baro Disiplin Kurulu, Şikayetlinin eylemini Avukatlık Yasasının 34 ve 134, TBB. Meslek Kurallarının 34, 38/2 ve 41. maddelerine aykırıbularak, Avukatlık Yasasının 135/2 maddesi gereğince, Şikâyetli Avukatın kınama cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

 

 

(TBB Disiplin Kurulu ve Yargıtay Kararları Doğrultusunda)

 

Tüm dosya içeriğinden, Y…….. Ağır Ceza Mahkemesinin 200…./…………sayılı davasında tutuklu sanık olarak yargılanmakta olan Şikayetçinin, Şikayetli Avukatla, yargılaması süren ceza davasında 1.000.Doları peşin, bakiyesi sonraki tarihlerde ödenmek üzere 7.500.Dolar Avukatlık ücreti karşılığında anlaştıkları, bu hususun aksini gösterir dosyada herhangi bir kanıt bulunmadığı, aksine Şikayetli Avukatın 16.04.2003 günlü duruşmaya Sanık müdafii olarak katılıp vekaletname sunmak üzere mahkemeden süre istediği, 11.06.2003 tarihli duruşmaya mazeret gönderdiği, Şikayetli yanında sigortalı olarak çalışan Av…………….’ın da 2 kez duruşmaya katıldığı ve yargılamanın devamında – duruşmalara katılmadıkları, Şikâyetlinin aldığı vekâlet ücretinden 400.000.000 TL’yi Şikayetçiye iade ettiği anlaşılmıştır.

 

Meslek Kurallarının 41. maddesinde yer alan “Avukat baktığı davada görevini savsayarak, ya da kötüye kullanarak, müvekkili zararına kendisine yarar sağlayamaz” hükümlerine yer vermiştir. Şikayetli Avukatın, avukatlık ücreti ve vekâletname almasına karşın,Şikayetçiye ait davayı mesleğin özen, doğruluk ilkelerine aykırı olarak takip etmediği, peşin aldığı ücreti de tam olarak iade etmemesinden ibaret eylemi Avukatlık yasasının 34, TBB. Meslek Kurallarının 3, 38/2.ve 41.maddelerine aykırı olmakla disiplin suçunu oluşturduğundan, BaroDisiplin Kurulunun değerlendirmesinde hukuki isabetsizlik görülmemiş ve kararın onanması gerekmiştir.

 

Sonuç olarak, itirazın reddi ile, Ankara Barosu Disiplin Kurulunun Kınama cezası verilmesine ilişkin kararının ONANMASINA, oybirliğiyle karar verildi

İnternetten satılan ürünün teslim edilmemesi, bedelin iade edilmemesi dolandırıcılıktır

Çok değerli üstadımız Av.Mehmet Kaya’nın facebook sayfasında Sayın Mehmet Kaya’nın paylaştığı Yargıtay kararını bizde Genç BAro okurları ile paylaşıyoruz. Av.Mehmet Kaya’ya teşekkürlerimizle..

İnternet sitesi aracılığı ile bedeli de ödenerek satın alınan ürünün teslim edilmemesi veya ödenen bedelin iade edilmemesi halinde eylemin dolandırıcılık suçunun oluştuğu hakkında ….
Yargıtay 15.Ceza Dairesi,  2011/23905 esas sayılı ve  2013/8224 karar sayılı 03.05.2013 tarihli kararı
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 1-Sanıklar T.K. ve E.K. hakkında kurulan hükümler bakımından yapılan temyiz isteğinin incelenmesinde;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
Somut olayda; sanık T.K.’ın, www.srexi.com isimli internet sitesi üzerinden, bilgisayar satış ilanı verdiği, bu ilanı gören, katılanın internet üzerinden 1 adet dizüstü bilgisayar siparişi verdiği, bilgisayarın bedeli olan, 1.094,60 TL parayı, Garanti Bankası Girne Caddesi Şubesinden, Garanti Bankası Güzelyalı Şubesinde bulunan, sanık T.B.’nın, 6677801 numaralı hesabına havale ettiği; sanıklar T.B. ve E.K.’ın, Garanti Bankası Mersin-Erdemli Şubesine giderek parayı, birlikte çektikleri;ancak katılana internet üzerinden sattıkları, dizüstü bilgisayarı göndermedikleri gibi, parasını da iade etmedikleri, anlaşılmakla mahkemenin dolandırıcılık suçunun oluştuğuna yönelik kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, yerinde görülmeyen sanık müdafinin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA,
2-Sanıklar T.B. hakkında kurulan hüküm bakımından yapılan temyiz isteğinin incelenmesinde;
5237 sayılı TCK.nun 158.maddesinin 1. fıkrasının ( e ), ( f ) ve ( j ) bentlerinde sayılan hallerde adli para cezasının tayininde tespit olunacak temel gün, suçtan elde olunan haksız menfaatin iki katından az olmayacak şekilde asgari ve bu miktara yükseltilerek belirlenecek gün sayısı üzerinden arttırma ve eksiltmeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı aynı kanunun 52. maddesi uyarınca, 20-100 YTL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının belirlenmesi gerektiğinden tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir,
5237 sayılı TCK.nun 51.maddesinde hapis cezasının ertelenebileceği ancak adli para cezalarının ertelenemeyeceği hükmünün düzenlenmesi karşısında sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f maddesi uyarınca hükmolunan 1 yıl 3 ay hapis cezasının yanında adli para cezasıda verilmiş olduğundan hapis cezasının ertelendiğinin açıkça yazılması gerektiği halde “verilen cezasının ertelenmesine”denilmek suretiyle adli para cezasınında ertelenmiş olması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır,
Sanığın, diğer sanıklarla birlikte suç işleme kararı ile fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurduğunun anlaşılması karşısında; sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 37.maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, yazılı şekilde aynı yasanın 39. maddesindeki yardım eden olarak kabulü ile eksik ceza tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
5237 sayılı TCK.nun 53/3.maddesi uyarınca mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen sanığın “kendi altsoyu üzerindeki” velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından hak yoksunluğu hükümlerinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olduğundan hükmün, 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesine istinaden uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun aynı kanunun 322.maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından, 5237 sayılı Kanun’un 53.maddesinin 1. fıkranın “c” bendinin uygulanmasına ilişkin kısımların tamamen çıkarılması suretiyle diğer yönleri usul ve kanuna uygun hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 03.05.2013 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas: 2011/11-367 Karar: 2011/439 *İcranın Eski Hale İadesi * İade Alacaklısının Sorumluluğu

T.C.YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

 Esas No : 2011/11-367

Karar No : 2011/439

(Karar Tarihi : 22.06.2011)

 

 

Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (A___ Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce davanın reddine dair verilen 14.04.2006 gün ve 2005/135 esas, 2006/103 sayılı kararın incelenmesi davacı/banka vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi'nin 09.11.2009 gün ve 2008/7414 esas, 2009/11618 karar sayılı ilamı ile;

 

(…Davacı vekili, müvekkili bankaya ait, keşidecisi M., cirantası M. olan 425.000.000 TL bedelli çekin, davalı tarafından bankaya ibrazında sahte olduğu anlaşıldığından karşılığının ödenmediğini, bunun üzerine davalının asıl borçlulara başvurmadan müvekkili banka aleyhine takip başlattığını, itiraz üzerine takibin durduğunu, A___ Altıncı AHM'nin 1999/476 E. 2000/660 K. sayılı itirazın iptali davasında itirazın iptali ve takibin devamına karar verildiğini, bunun üzerine müvekkili bankanın işbu kararı tehiri icra talepli olarak temyiz ettiğini, ancak bu arada icra dosyasına depo edilen 1.500.000.000 TL'lik teminat mektubunun 02.02.2001 tarihinde nakde çevrilerek tahsil edildiğini, temyiz edilen kararının Yargıtay'ca bozulduğunu, bozmaya uyularak mahkemece davanın reddine karar verildiğini, bu aşamada icranın eski haline İadesi prosedürü içinde davalının çektiği bedelin iadesi için muhtıra çıkartılarak 1.150.000.000 TL'nin iadesinin istendiğini ve 15.07.2004 tarihinde bu paranın icradan alındığını, paranın icra dairesinden çekildiği 02.02.2001 tarihinden geri aldıkları 15.07.2004 tarihine kadar geçen 3 yıl 5 ay 13 günlük sürede müvekkili bankanın bu parayı en uygun şekilde değerlendirebilecek İken faiz getirişinden mahrum kaldığını, zararın 12.450.000.000 TL olduğunu ileri sürerek, bu meblağın dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile tahsilini talep etmiş, ıslahla taleplerini 7.873.44 YTL'ye indirmiştir.

 

Davalı, davaya yanıt vermemiştir.

 

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, itirazın iptaline dair A___ Altıncı AHM'sinden verilen ilk kararın tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, Yargıtay'dan tehiri icra kararı alınıp icra dosyasına ibraz edilmediği, Yargıtay içtihatlarında da vurgulandığı üzere tehiri icra kararını almayan veya alıp da takip dosyasına ibraz etmeyen kusurlu davranarak zararın oluşmasına sebebiyet veren davalı bankanın kendi eylemi ile olan zarara katlanmak durumunda olduğu, ayrıca İİK'nın 40/2. maddesi uyarınca, hükmün infazı sırasında tahsil ettiği parayı bozmaya uyularak verilen hükmün kesinleştiği tarihe kadar elinde tutma yetkisine sahip olan davalıya herhangi bir kusur izafe edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

 

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

 

Davacı vekili dava dilekçesinde, davalının haksız tahsil edip 3,5 yıl elinde tuttuğu 1.150.000.000 TL'nin getirişinden müvekkilinin yoksun kaldığını ve müvekkilinin 12.450.000.000 TL kazanç kaybı olduğunu ileri sürerek, dava tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep etmiş İse de mahkemece, her ne kadar davacı banka tarafından Yargıtay'dan tehiri icra kararı alınıp icra dosyasına ibraz edilmeyerek, kusurlu davranılarak zararın oluşmasına sebebiyet verildiği ve kendi eylemi ile olan zarara katlanmak durumunda olduğu, ayrıca İİK'nın 40/2. maddesi uyarınca, hükmün infazı sırasında tahsil ettiği parayı bozmaya uyularak verilen hükmün kesinleştiği tarihe kadar elinde tutma yetkisine sahip olan davalıya herhangi bir kusur izafe edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, A___ Altıncı AHM'nin 1999/476 E. 2000/660 K. sayılı itirazın iptali davasında itirazın İptali ve takibin devamına ilişkin kararının Yargıtay Ondokuzuncu Hukuk Dairesİ'nin 20.02.2001 tarih ve 2000/537 E. ve 2001/1382 K. sayılı ilamı bozulması ve mahkemenin bu bozma ilamına uyarak itirazın iptali davasının reddine karar vermesi ve bu kararın Yargıtay incelemesinden geçerek onanması üzerine davalı M.'in haksız olduğu, davacı bankanın ise zararının doğduğu anlaşılmıştır. Davalı M., davacı banka aleyhine yaptığı icra takibi çerçevesinde icra dosyasına depo edilen teminat mektubunu nakde çevirerek tahsil etmiş, hükmün bilahare temyizen bozulması üzerine, davacının talebiyle icra dosyasına İİK'nın 40/1-II maddesinde öngörülen icranın eski hale iadesi prosedürü içinde haksız tahsil ettiği parayı iade etmiştir. Davacı bankanın, takip alacaklısı olan davalıya ödediği paradan bir süre yoksun kalmasından doğan zararını davalıdan isteyebileceği hususu nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir…)

 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Temyiz Eden: Davacı/banka vekili

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, alacak istemine ilişkindir.

 

Davacı vekili, davalının haksız tahsil edip üç yıl altı ay elinde tuttuğu 1.150,00 TL'nin getirişinden müvekkilinin yoksun kaldığını ve müvekkilinin 12.450,00 TL kazanç kaybı olduğunu ileri sürerek, bu miktarın dava tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir.

 

Davalı, davaya cevap vermemiştir.

 

Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Direnme kararını, davacı/banka vekili temyize getirmiştir.

 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı/alacaklı tarafından davacı/borçlu banka hakkında yapılan icra takibi sırasında paraya çevrilen teminat mektubunun 2004 sayılı İcra İflas Kanunu (İİK)'nun 40/2. maddesi uyarınca icranın eski hale iade prosedürü içinde davacıya iadesinin sağlanması karşısında davacının söz konusu parayı kullanamaması nedeniyle meydana gelen zarardan, davalının sorumluğunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

 

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Fazla Verilen Paranın Geri Alınması" başlıklı 361. maddesi, "İcra dairelerince borçludan fazla para tahsil olunarak alacaklıya verildiği yahut yanlışlıkla bir tarafa para tediye olunduğu hesap neticesinde anlaşılırsa verilen para ayrıca hükme hacet kalmaksızın o kimseden geri alınır" şeklinde emredici bir düzenlemeyi içermektedir.

 

Belirtilmelidir ki; 361. madde hükmü, ilamlı veya ilamsız tüm icra takiplerinde, her ne sebeple olursa olsun, borçludan fazla para tahsil edilen her durumda uygulama yeri ve alanı bulan, özel bir hükümdür (Yargıtay HGK'nın 24.06.2009 gün ve 2009/17-242 E.-2009/290 K. sayılı ilamı).

 

Aynı Kanun'un "İcranın İadesi" başlıklı 40/2. maddesi, "bir ilam hükmü icra edildikten sonra bölge adliye mahkemesince kaldırılır veya yeniden esas hakkında karar verilir ya da Yargıtay'ca bozulup da aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kesin bir ilamla tahakkuk ederse, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icra tamamen veya kısmen eski haline iade olunur".

 

hükmünü içermektedir.

 

Açıktır ki, burada, icra müdürüne kanun tarafından verilmiş, özel bir görev ve daha da önemlisi cebri icra gücünün kullanılması kapsamındaki bir yetki söz konusudur. İcra Müdürü, dayanağı ve şekli ne olursa olsun, girişilmiş bir icra takibinde, borçludan tahsil edilen paranın, tahsili gerekenden daha fazla olduğunu hesap sonucunda belirlediği durumlarda, cebri icra gücünü kullanarak, fazla tahsilatı borçluya geri verecektir.

 

Tehir-i icra talebinde bulunulmaması nedeniyle, alacaklının icra takibine devam etmesi ve icra dosyasına yatırılan parayı tahsil etmesi, yasadan kaynaklanan hakkın kullanılması olarak kabul edilmelidir. Tüm bu işlemlerden dolayı alacaklıya kusur izafe edilemeyeceği de açıktır.

 

Tehiri icra talebinde bulunduğu halde Yargıtay'dan tehiri icra kararı alıp, icra dosyasına ibraz etmemesi nedeniyle kusurlu davranarak zararına sebebiyet veren kimsenin, kendi eylemi ile oluşan zararını diğer kimseden isteyemeyeceği, kendi kusurlu eylemi ile oluşan zararına katlanmak zorunda olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.

 

Ancak, alacaklının icra prosedürü içinde aldığı parayı, icra dosyasına yatırmakla yükümlü olduğu tarihten sonra iade etmesi halinde, geç kaldığı dönem itibariyle kusurlu olduğu ve bu döneme ait zararın alacaklıdan istenebileceği de kabul edilmelidir.

 

Şu hale göre, İİK'nın 40/2. maddesi gereğince paranın icra dosyasına iade edilmesi konusunda icra dairesince gönderilen muhtıradaki son gün itibariyle paranın İade edilmesi gerektiği, bu tarihten sonra iade edilmesi durumunda, geç kalınan dönem için zararın oluştuğunun kabulü gerekir.

 

Somut olayda itirazın iptaline dair kararı tehiri icra talepli olarak temyiz eden davacı banka, Yargıtay'dan tehiri icra kararı alıp, icra dosyasına ibraz etmemiştir. Takip dosyası içinde Yargıtay'ca verilmiş bir tehiri icra kararına rastlanılmamıştır.

 

Yukarıda vurgulandığı üzere, tehiri icra kararını almayan veya alıp da takip dosyasına İbraz etmeyen, kusurlu davranarak zararın oluşmasına sebebiyet veren davacı banka, kendi eylemi ile oluşan zarara katlanmak durumundadır.

 

Diğer taraftan, İİK'nın 40/2. madde hükmü gereğince, davalı/alacaklı hükmün infazı sırasında tahsil ettiği parayı bozmaya uyularak verilen hükmün kesinleştiği tarihe ve hatta kendisine çıkartılan muhtırada verilen sürenin sonuna kadar elinde tutma yetkisine sahip olduğundan, bu sürenin sonuna kadar temerrüt durumu da söz konusu olmayacaktır. Davalının haksız icra takibi yaptığı düşünülse dahi, söz konusu parayı mahkeme kararına dayanarak tahsil ettiğinden yasadan kaynaklanan hakkını kullanmış olması nedeniyle, davalıya herhangi bir kusur izafe etmek de mümkün değildir.

 

Şu durumda mahkemece, davalının hükmün infazı sırasında tahsil ettiği parayı İİK'nın 40/2. maddesi uyarınca icranın eski hale iade prosedürü içinde muhtıranın kendisine tebliğ edildiği gün icra dosyasına yatırdığının kabulü ile davanın reddedilmesi usul ve yasaya uygun olup, direnme kararı yerindedir.

 

Bu nedenle, direnme kararı onanmalıdır.

 

KARAR : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), 22.06.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

 

İlgili Mevzuat Hükmü : İcra ve İflas Kanunu MADDE 40 :(Değişik birinci fıkra: 2/3/2005-5311/7 md.) Bir ilâmın bölge adliye mahkemesince kaldırılması veya temyizen bozulması icra muamelelerini olduğu yerde durdurur.

 

(Değişik ikinci fıkra: 2/3/2005-5311/7 md.) Bir ilâm hükmü icra edildikten sonra bölge adliye mahkemesince kaldırılır veya yeniden esas hakkında karar verilir ya da Yargıtayca bozulup da aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kesin bir ilâmla tahakkuk ederse, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icra tamamen veya kısmen eski hâline iade olunur. 

 

Ancak üçüncü şahısların hüsnü niyetle kazandıkları haklara halel gelmez.

İŞE İADE / FESHİN GEÇERSİZLİĞİ

T.C.

YARGITAY
Dokuzuncu Hukuk Dairesi
E. 2006/3835
K. 2006/7127
T. 21.3.2006
İŞE İADE
FESHİN GEÇERSİZLİĞİ
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 18]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 20]
4857 s. İŞ KANUNU [Madde 21]
Davacı işçi, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.
Davalı işveren, davacının mevsimlik işçi olduğunu, iş sözleşmesinin feshedilmeyip askıya alındığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının yargılama sırasında işe başlatıldığı gerekçesi ile karar verilmesine yer olmadığı yönünde hüküm kurulmuş, ayrıca davacının tazminat ve ücrete hak kazanabilmesi için feshin geçersizliğine karar verilmesi ve yasal süre içinde başvurusuna rağmen işe başlatılmaması gerektiği, bu davada feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilemediği için tazminat ve ücret isteği hüküm altına alınmamıştır.
Hüküm süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Dairemizin uygulamasına göre, işe iade davası devam ederken davacı işçinin işe başlatılmış olması, aksi ileri sürülmedikçe feshin geçersizliğinin işverence kabul edildiği anlamına gelir. Feshin geçersizliğinin kabulü aynı zamanda davanın kabulü anlamına geldiğinden karar verilmesine yer olmadığına değil, davanın kabulü ile feshin geçersizliğine karar verilmesi gerekir.
Öte yandan, işe başlatmama tazminatı işçinin işe başlatılmamasının yaptırımıdır. Davacı işe başlatıldığına göre işe başlatmama tazminatı hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
4857 sayılı İş Kanunun 21.maddesinin 3.ve 5.fıkralarına göre, işçinin çalıştırılmadığı en çok dört aylık ücret ve diğer haklar, feshin geçersizliğine ilişkin karar verilmesi ve işe başlatılmak için işverene süresinde başvurulması şartına bağlıdır. Somut olayda, davacının işe başlatılması suretiyle feshin geçersizliği kabul edilmiş olduğundan, davacı işçinin çalıştırılmadığı süre ücreti ve diğer haklara ilişkin anılan şartların yargılama sırasında, önceden gerçekleştiği kabul edilmelidir. Buna göre davacı içinin çalıştırılmadığı süre ücret ve diğer haklarının hüküm altına alınmamış olması doğru değildir.
Belirtilen nedenlerle, yerel mahkeme kararının 4857 sayılı İş Kanunun 20/3.maddesi uyarınca bozularak ortadan kaldırılması ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle,
1- )Ankara 10.İş Mahkemesinin 24.10.2005 gün ve 666-1111 sayılı kararının bozularak ortadan kaldırılmasına,
2- )Davalı işverence yapılan feshin geçersizliğine,
3- )Davacı işe başlatıldığından işe başlatmama tazminatı hakkında karar verilmesine yer olmadığına,
4- )Davacının çalıştırılmadığı 1.3.2005-15.4.2005 tarihleri arasındaki süre ücret ve diğer haklarının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5- )Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
6- )Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 400.-YTL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
7- )Davacı tarafından yapılan ( 159.60 )YTL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
8- )Temyiz harcının isteği halinde ilgilisine iadesine, kesin olarak, 21.03.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ALACAK DAVASI / ARİYET OLARAK VERİLEN ARACIN İADE EDİLMEMESİ / SENEDE RAPTI MÜTEAMİL OLMAYAN MUAMELELER / ARİYET SÖZLEŞMESİ

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/13-468
K: 2006/470
T: 28.6.2006
ALACAK DAVASI
ARİYET OLARAK VERİLEN ARACIN İADE EDİLMEMESİ
SENEDE RAPTI MÜTEAMİL OLMAYAN MUAMELELER
ARİYET SÖZLEŞMESİ
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 288]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 293]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 299]
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zeytinburnu Asliye 1. Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.03.2004 gün ve 2000/452-2004/100 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekil tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 07.02.2005 gün ve 2004/10024-2005/1725 sayılı ilamı ile, ( …1- Taraflar arasındaki uyuşmazlık ariyet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. BK’nun 299. maddesi hükmüne göre; ariyet veren bir şeyin bedava kullanılmasını ariyet alana bırakmak; ariyet alan da o şeyi kullandıktan sonra geri vermekle yükümlüdür. Yasa ariyet sözleşmesinin geçerliliği için şekil şartı kabul etmemiştir. MK’nun 6. maddesi “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür” düzenlemesini getirmiştir. Bu bağlamda HUMK’nun 288. maddesi bir hakkın doğumu, düşürülmesi devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldığı zaman ki miktar ve değeri itibariyle 40.000.000.- TL’ yi geçmesi halinde senetle ispat olunmasını öngörmüştür.
Somut olayda davacı, ariyet olarak verdiği ancak iade edilmeyen araç bedeli olan 10.000.000.000.-TL’nin tahsilini istemektedir.
Davalı ise, akdi ilişkiyi inkar etmekte ve açıkça tanık dinletilmesine muvafakatının olmadığını belirtmektedir. Bu durumda davacı ariyet sözleşmesinin varlığını kesin delillerle ( ikrar, kesin hüküm, senet, yemin ) kanıtlamalıdır. Davacının delilleri arasında olan Devrek Asliye Ceza Mahkemesi’nin 1997/125 Esas sayılı kesinleşen dava dosyasında davacı ile davalıların murisi arasında ariyet sözleşmesi olduğuna dair bir hüküm olmadığı gibi kaza anında aracı kullanan kişinin dava ihbar olunan K. olduğu sabit olmuştur. Bir örneği dosya içinde olan ancak kesinleşme şerhi verilmeyen Bakırköy İş Mahkemesi’nin 1999/1385 ve 1998/1905 sayılı ( Bakırköy 2. Asliye Hukuk 2002162 ) dava dosyaları ile de ariyet sözleşmesinin varlığı kanıtlanmış değildir. Davada, uyuşmazlığın miktarı itibariyle tanık dinletilmesi mümkün olmamasına ve davalının açıkça karşı koymasına rağmen mahkemece tanık ifadelerine dayanılarak ariyet sözleşmesinin varlığının kabul edilerek karar verilmesi doğru değildir. Davacı taraf ibraz ettiği ve toplanan delillerle iddiasını kanıtlayamamıştır.
Ne var ki, davacı dava dilekçesi ve delil listesinde sair deliller demek suretiyle yemin deliline de dayanmıştır. Mahkemece davacıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
2- Yukarıdaki bentte açıklanan bozma nedenine göre bu aşamada davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir… )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacı tarafından davalıların miras bırakanına ariyet olarak verildiği ve iade edilmediği ileri sürülen araç bedelinin, davalılardan tahsili istemine ilişkindir.
Davacı N. vekili, davalıların miras bırakanı A. ile davacının arkadaş olduklarını, davalıların miras bırakanın, İstanbul’da çalıştığı matbaanın sahibi K.’yi 1997 yılı Kurban Bayramı’nda memleketi olan … ‘ye götürüp, oradaki annesi ve babası ile tanıştırmak, onu bayramda ağırlamak için, davacının34 XX XXX plaka sayılı marka otomobilini ariyet olarak istediğini, davacının da aracı verip teslim ettiğini, miras bırakanın bu araçla Zonguldak’ın … İlçesinde 15.04.1997 tarihinde trafik kazası yaptığım ve vefat ettiğini; davalıların, miras bırakanlarına ariyet verilen ve iade edilmeyen aracın bedelini davacıya ödemekle yükümlü olduklarını ileri sürerek, araç bedeli 10 milyar TL’nin 15.04.1997 kaza tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı F. ( kendisine asaleten ve çocukları M. – V.’ye velayeten ) vekili, davalıların miras bırakanı ile davacının arkadaş olmadıklarını, aralarında araçla ilgili herhangi bir ariyet sözleşmesinin de bulunmadığım, sözleşme ilişkisinin ispatı yönünden H.U.M.K. hükümlerine göre yazılı delil ( senet ) dışında bir delil kabul etmediklerini; 10.000.000.000.- TL değerinde olduğu iddia edilen, araçla ilgili ariyet sözleşmesi varsa, bunun yazılı delille ispatı gerektiğini, ortada böyle bir belgenin bulunmadığım, gerçekte, davacı ile arkadaş olan kişinin, aracı kullanırken miras bırakanın ölümüne sebebiyet veren dava dışı K. olduğunu belirtmiştir.
Davalıların istemi üzerine, dava, kaza sırasında aracı kullandığı ileri sürülen K.’ye ihbar edilmiştir.
Yerel mahkeme; ceza dosyası, trafik kayıtlan, iş mahkemesi dosyası, tanık beyanları, olay yeri tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre, davacıya ait aracın davalıların miras bırakanınca ödünç olarak alındığının, ancak kaza nedeni ile davacıya iade eğilmediğinin sabit bulunduğu gerekçesiyle, bilirkişi raporlarındaki hesaplamayı esas alarak ve aracın sonradan üçüncü kişiye satımına ilişkin resmi satış sözleşmesindeki satış bedelini tenzil ederek davanın kısmen kabulüne, 5.270.000.000.-TL’nin 15.04.1997 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiş; bu karar, davalılar vekilinin temyizi üzerine özel dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemenin, önceki gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek verdiği direnme kararım da, yine davalılar vekili temyiz etmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının açıklanan bu içerik ve kapsamları itibariyle, direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davadaki ariyet iddiasının, davalı tarafın açıkça karşı çıkmış olmasına rağmen, davacı tarafından tanıkla ispatının mümkün olup olmadığı;özellikle de, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesindeki kuralın somut olayda uygulama yerinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Ariyet iddiasına konu 34 XX XXX plaka sayılı aracın 21.09.1994 tarihinde davacı adına trafiğe kaydedildiği; 15.04.1997 tarihinde Zonguldak İli, … ilçesi sınırları içerisinde meydana gelen kaza sonucunda, araç içerisinde bulunan davalılar miras bırakanının öldüğü, aracın bilahare 03.08.1998 tarihinde davacı tarafından dava dışı Ş’ye satıldığı, toplanan delillerden anlaşılmaktadır.
Davacı, aralarındaki arkadaşlık ilişkisinden dolayı ve isteği üzerine söz konusu aracı davalıların miras bırakanına ariyet olarak verdiğini ileri sürmüş; davalılar ariyet iddiasını reddetmiş ve bu iddianın yazılı belge ile ispatı gerektiğini savunmuşlardır.
Özel daire bozma ilamında da belirtildiği üzere;Borçlar Kanunu’nun 299. ve ardından gelen maddelerinde, ariyet sözleşmesinin geçerliliği herhangi bir şekil koşuluna bağlanmamıştır. Ne var ki; davacı tarafın ariyet iddiasına konu ettiği aracın dava dilekçesinde bildirilen değeri ( 10 milyar TL ) ve davalı tarafın tanık dinletilmesine muvafakat etmemiş olması karşısında, davalıların miras bırakanı ile davacı arasında bu araçla ilgili bir ariyet sözleşmesi bulunduğuna yönelik davacı iddiasının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesindeki açık hüküm uyarınca, senetle ( yazılı delille ) ispatı zorunludur.
Davacı taraf, bu konuda herhangi bir yazılı belgenin varlığını ileri sürmemiş ve dosyaya da bu yönde bir yazılı delil sunmamış; ariyet iddiasını tanıkla ispatlamak istemiş, yerel mahkeme, davalı tarafın açık itirazına rağmen bu isteği kabul ederek, davacının gösterdiği tanıkları dinlemiş; özel dairece bozulan önceki hükmünü de, hem görülmekte olan davada bizzat dinlediği tanıkların ve hem de olayla ilgili olarak taraflar arasında görülen başka davalarda dinlenen öteki tanıkların beyanlarına dayalı olarak kurmuş; ancak, davalı tarafın açıkça karşı çıkmasına rağmen, hangi gerekçeyle davacı tanıklarının dinlendiğine ve tanık sözlerine hangi nedenle itibar edildiğine ilişkin herhangi bir açıklama yapmamıştır.
Yerel mahkemenin direnme kararında ise, davacı tarafın tanık dinletme isteminin kabulünün ve dinlenen tanıkların sözlerine itibar edilmesinin hukuksal dayanağı olarak, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesi gösterilmiştir.
Gerçekten de, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesi, “Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmayan muameleler” hakkında, her halde tanık dinletilebileceği hükmünü amirdir.
Ne var ki; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun bu hükmü, belirli bir miktar ve değerin üzerindeki hukuksal işlemlerin senetle ispat olunması gereğini öngören, aynı kanunun 288. maddesindeki kuralın, tahdidi olarak sayılan istisnalarından birini düzenlemesi nedeniyle, sınırlı bir uygulama alanına sahiptir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış kararlarına göre, bir davada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesi uyarınca miktar veya değeri itibariyle senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin, 293/4. madde çerçevesinde tanıkla ispat edilebilmesi için; o bölgede halin gereklerine ve tarafların durumlarına göre o işlemin senede bağlanmamasının devamlılık gösteren bir adet haline gelmiş, bu hususun zaman içerisinde herkesçe uyulmak suretiyle kararlılık kazanmış bulunması ve aynı zamanda kamuoyu tarafından da bu teamüle inanılmış olması gerekir. Bu yöndeki Yargıtay uygulamasına örnek olarak; Bkz: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.04.1974 gün ve 1969/3-592-1974/368 sayılı; 06.06.1984 gün ve 1982/13-5711984/660 sayılı kararları gösterilebilir.
Önemle belirtilmelidir ki; bir uyuşmazlıkla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 293/4. maddesi çerçevesinde tanık dinlenebilmesi için, ispat yükü kendisinde bulunan tarafın, tanıkla ispat etmek istediği hususta, o bölgede, o yönde bir teamül bulunduğunu ileri sürmüş olması da gerekir.
Bu ilke ve kurallar ışığında somut olaya dönüldüğünde:
Somut olayda, davacı taraf, dava dilekçesinde ve yargılama aşamalarında, yukarıda açıklanan şekildeki bir teamülün varlığını ileri sürmemiş, bu yönde delil bildirmemiş; yerel mahkeme de, özel daire bozmasına konu olan, davanın kısmen kabulüne yönelik önceki kararında böyle bir gerekçeye dayanmamış, teamül olgusundan sadece direnme kararında söz etmiştir.
Öte yandan, dosya kapsamı itibariyle, somut olayda, ariyet sözleşmesi bakımından, yerel mahkemenin direnme kararında dayanılan şekilde bir teamülün varlığından söz edilebilmesi de mümkün olmadığı gibi, yerel mahkeme kararının aksine kesinleşen ceza ve iş mahkemelerinin duruşma zabıtlarında dava dışı sürücü ve sanık K’ye otomobilin ariyet verildiğinin şahit beyanlarında dile getirildiği de saptanmıştır.
Hal böyle olunca, yerel mahkemece, gerekçesi ve sonucu itibariyle aynı yönde bulunan ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.06.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.