Etiket arşivi: İHLALİ

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • KIRMIZI IŞIK İHLALİ SONUCU KAZA YAPAN KİŞİ, TRAFİK GÜVENLİĞİNİ TEHLİKEYE SOKMA

YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2012/1566
KARAR: 2014/32

Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanığın beraatına ilişkin, Edremit 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 04.03.2009 gün ve 355-157 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.01.2012 gün ve 6142-248 sayı ile;

"Sanığın sevk ve idaresindeki araçla seyir halinde iken, kavşakta ışıklı trafik cihazı kendisine kırmızı yandığı halde ışık ihlali yaparak seyrine devam ettiği, bu esnada kurallara uygun olarak geçiş yapmakta olan müştekinin aracına çarpması ile meydana gelen maddi hasarlı ve yaralamalı trafik kazasında, eyleminin kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeye neden olduğu, bu itibarla trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun oluştuğu nazara alınmadan, mahkûmiyeti yerine, suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraatına karar verilmesi" isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,

Daire Üyesi M. A.; "Trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçu kasten işlenen bir suçtur. Olayımızda sanığın kasten kırmızı ışıkta geçtiğine dair hiçbir delil yoktur. Eylemi dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılıkla yaralamalı trafik kazasına sebebiyet vermektir. Bu suç da taksirle işlenmiştir. Ayrıca yaralanan kişiler şikâyetçi olmamıştır. Mahkemenin kasten trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan beraat kararı vermesi doğru olduğundan bozma düşüncesine iştirak etmiyorum" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.03.2012 gün ve 255456 sayı ile;

"TCK’nun 179/2. maddesinde düzenlenen ‘trafik güvenliğini tehlikeye sokma’ suçu kasten işlenebilen bir suç olup, sanığın farkına varmadan kırmızı ışıkta geçtiğini savunması, aksine bir kanıt sunulmaması karşısında, kasten hareket ettiğini kabule olanak olmadığından, beraat kararında isabetsizlik bulunmamaktadır" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 22.11.2012 gün ve 27104-24979 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçe ile karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın fiilinin trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Trafik kazası tespit tutanağında; sevk ve idaresindeki aracı ile seyir halinde bulunan sanığın, kavşakta kırmızı ışık yandığı sırada geçmek isterken, mağdurun yönetiminde bulunan otomobil ile çarpışması neticesi yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği, sanığın sürücü asli kusurlarından "kırmızı ışıklı trafik işaretinde geçme" kuralını ihlal ettiği, mağdurun ise herhangi bir kural ihlali yapmadığının belirtildiği,

Adli raporlara göre, kazada mağdurla birlikte, sanık ve aynı araçta bulunan eşi ile oğlunun da basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte yaralandıkları,

Mağdurun kollukta; olay tarihinde sevk ve idaresindeki aracıyla kavşağa geldiğinde yeşil ışığın yanmakta olduğunu, hızını azaltarak kavşaktan kontrollü bir şekilde geçtiği sırada sol tarafından gelen aracın, kırmızı ışık yanmasına rağmen durmayarak geçmek istediğini, aracı görünce durmaya çalıştığını, ancak mesafe kısa olduğu için duramadığını ve gelen araca sağ taraftan çarptığını, kovuşturma aşamasında ise; kavşakta kendisine yeşil ışığın yanmakta olduğunu, buna rağmen hızını azaltarak kontrollü biçimde kavşağa girdiğini, kavşakta sanığa ait aracın aniden dönüş yaptığını, frene basmasına rağmen mesafenin kısa olması nedeniyle duramadığını ve sanığa ait araca çarptığını, sanığın büyük bir ihtimalle kırmızıda geçtiğini, zararının karşıladığını, bu nedenle şikâyetçi olmadığını beyan ettiği,
Tanık G.A.’ın; olay tarihinde eşinin sevk ve idaresinde bulunan araçla kavşağa gelip, yeşil yanan ışığı geçtikten sonra sola döndüklerini, döndükten sonra da bir ışık olduğunu fark ettiğini, ancak hangi rengin yandığını görmediğini, yola devam ettikleri esnada mağdura ait aracın duramayarak sağ ön ve orta kısmından kendi araçlarına çarptığını, kazada yaralandıklarını, ancak kimseden şikâyetçi olmadığını belirttiği,

Sanığın kollukta; olay günü sevk ve idaresindeki araçla kavşağa geldiğinde ilk ışığın yeşil yanmakta olduğunu, yeşil ışıkta geçtiğini, kavşakta sola dönüşe geçtiğinde kırmızı mı, yoksa yeşil mi yandığını hatırlayamadığını, dikkat de etmediğini, dönüşe geçtiği sırada gelen aracın kendi aracına çarptığını, kendisi ile birlikte eşinin ve oğlunun yaralandığını, şikâyetçi olmadığını, kovuşturma aşamasında ise; kavşağa geldiğinde ışığın yeşil yanmakta olduğunu, sola dönüşe geçerken ışık levhasını fark etmediğini ve birden geçiverdiğini, kasten ve bilerek kırmızı ışıkta geçmediğini savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

Türk Ceza Kanununun "Trafik güvenliğini tehlikeye sokma" başlıklı 179. maddesinin ikinci fıkrası; "Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiş olup, anılan fıkranın gerekçesi; "Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarının, kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın tehlikeli bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerekir. Aracın sevk ve idaresinin salt trafik düzenine aykırılığı bu suçun oluşumuna neden olmayacaktır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın trafik düzenine aykırı olarak ve ayrıca kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde kullanılması gerekir. Bu bakımdan söz konusu suç, somut tehlike suçu niteliği taşımaktadır" biçiminde açıklanmıştır.

Trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokma suçunun oluşabilmesi için; kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarının, kişilerin hayat, sağlık veya malvarlıkları bakımından tehlike meydana getirebilecek biçimde iradi bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerekmektedir. Trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma suçu ise, aynı kanunun 180. maddesinde; "Deniz, hava veya demiryolu ulaşımında, kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye taksirle neden olan kimseye üç aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir" şeklinde hüküm altına alınmış olup, madde metninden de anlaşılacağı üzere, karayolu ulaşım araçları bu suçun kapsamı dışında tutulmuştur.
Başta Karayolları Trafik Kanunu olmak üzere bir çok kanunda; kara, hava, deniz ve demiryolu araçlarının trafikte kullanılmalarına ilişkin bir takım kurallar öngörülmüştür. Bu kurallar trafik güvenliğini sağlamanın yanında, kişilerin hayat, sağlık ya da mal varlıklarını korumaya yönelik olup, uyulmaması halinde trafik güvenliği tehlikeye düşürülebilmektedir. Ancak her kural ihlalinin mutlaka kişiler bakımından tehlikeye neden olacağını söylemek de mümkün değildir. Bu durumda tehlikeye neden olma halinin somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma, somut tehlike suçudur. Bu suçun oluşabilmesi için suç tanımında yer alan eylemin gerçekleştirilmesi yeterli olmayıp, tehlikelilik halinin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmesinin mümkün bulunması zorunludur. Bu nedenle her somut olay bakımından tehlikeye neden olma ögesinin varlığı aranmalıdır.

Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun kanunda kasıtlı bir suç olarak düzenlenmesi ve ancak kasten işlenebilmesi karşısında, söz konusu suçun oluşabilmesi için, failin tehlikeli sevk ve idaresinin kasti ve iradi davranıştan ileri gelmesi gerekmektedir. Failin genel kasıtla hareket etmesi yeterli olup saik (özel kast) aranmamıştır. Ancak sanığın kastının, fiilinin başkalarının hayat, sağlık ya da malvarlığı bakımından tehlikeye neden olabileceğini kapsaması gerekir. Aracın tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edilmesi, çoğu zaman bir trafik kuralına da aykırılık oluşturmaktadır. Failin bir trafik kuralını bilinçli olarak ihlal etmesi durumunda kasıt unsuru gerçekleşecektir. Kural ihlalinin kasta ya da en azından olası kasta değil taksire dayanması, başka bir anlatımla dikkatsiz ve tedbirsiz davranışlarının herhangi bir tehlikeye yol açması halinde kasıt unsurunun gerçekleşmemesi nedeniyle bu suç oluşmayacak, kuralın kasta değil taksire dayalı olarak ihlali neticesinde ölüm veya herhangi bir yaralanma meydana gelmiş ise fiil yalnızca taksirle öldürme ya da yaralama suçunu teşkil edecektir.

Nitekim 2797 sayılı Yargıtay Kanununun Ceza Dairelerinin görevlerini düzenleyen 6110 sayılı Kanunla değişik 14. maddesi uyarınca hazırlanan 12.05.2011 tarih ve 2011/1 sayılı işbölümü kararı yürürlüğe girene kadar bu suçu temyizen incelemekle görevli bulunan Yargıtay 2. Ceza Dairesinin istikrar kazanmış kararları da bu yönde olup, 23.12.2009 gün ve 53795-48456 sayılı kararında; "sevk ve idaresindeki araçla tali yoldan ana yola çıkarken ikaz levhası ve kavşakta geçiş önceliğine uymayıp, dikkatsiz ve tedbirsiz şekilde ana yola girerek kazaya neden olması şeklindeki eylemin taksirle gerçekleşmesi karşısında, kasten işlenebilen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun unsurlarının oluşmadığı," 25.11.2009 gün ve 37049-44411 sayılı kararında da; "idarelerindeki araçlarla olay mahalli kavşakta karşılaşan sanıklardan birinin sola dönüş kuralına uymaması, diğerinin de kavşağa yaklaşırken hızını azaltmaması nedeniyle çarpışmaları sonucunda, araçlardan birinde yolcu olarak bulunan mağdurların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmalarına neden olan sanıkların eyleminde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun unsurlarının bulunmadığı, bu suçun ancak kasten işlenebilen suçlardan olduğu ve oluşabilmesi için aracın kasıt ya da olası kasıtla kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlike yaratacak bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerektiği" vurgulanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sevk ve idaresindeki araçla ışık kontrollü dörtlü dönel kavşağa gelen ve yeşil ışık ile birlikte kavşağa giren, ancak sola dönüşte bulunan ve kendi istikametine kırmızı yanmakta olan ışıklı işaret cihazını fark etmeyerek, mağdurun aracının yoluna girip, maddi hasarlı ve yaralamalı trafik kazasına neden olan, tüm aşamalarda kavşak içerisindeki trafik ışığını fark etmediğini savunan ve bu savunmasının aksini ispatlayacak, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bir delil elde edilemeyen sanığın eylemi, somut olayda basit tıbbi müdahale ile giderilecek nitelikte yaralanan mağdurların şikâyetçi olmamaları nedeniyle taksirle yaralama suçunu oluşturmadığı gibi kasten hareket etmemiş olması nedeniyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu da oluşturmayacağından, yerel mahkemenin beraat hükmünde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin bozma kararının kaldırılmasına, usul ve kanuna uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17.01.2012 gün ve 6142-248 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Usul ve kanuna uygun bulunan Edremit 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 04.03.2009 gün ve 355-157 sayılı beraat hükmünün ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.02.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 22, 2015 8:54 pm


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • REKLAMLARA AYRILAN SÜRENİN İHLALİ NEDENİYLE YAYIN DURDURMA YAPTIRIMI

DANIŞTAY 13. Daire
ESAS: 2012/3802
KARAR: 2014/512

İstemin Özeti : Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2012 tarih ve E:2011/260, K:2012/996 sayılı kararının; uyuşmazlıkta tekerrür şartlarının gerçekleştiği, tekerrür hükümleri uygulanarak yayın durdurma yaptırımının uygulanabilmesi için yayın ilkesinin ikinci kez ihlalinin aynı programda gerçekleşmesinin gerekmediği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava; davacı şirkete ait "… TV" logosuyla yayın yapan televizyon kanalının 11.09.2010 tarihinde saat 19:00-00:00 arasında yayımladığı reklamlarla, 3984 sayılı Kanun’un 19. maddesinin 3. fıkrasının tekraren ihlal edildiğinden bahisle yayının bir kez durdurulmasına ilişkin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 12.01.2011 tarih ve 15 sayılı kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; uyuşmazlığa konu reklamların incelenmesi sonucunda, mevzuatta öngörülen bir saatlik % 20 oranının karşılığı olan 12 dakikanın 21:00-22:00 saatleri arasında % 23 olarak aşıldığı, 23:00-00:00 saatleri arasında ise 23 dakika 11 saniye süre ve % 38 oranıyla reklam yayımlandığının tespiti üzerine 3984 sayılı Kanun’un 19/3. maddesinde yer alan, bir saatlik yayın içerisinde spot reklamlara ayrılan sürenin % 20’yi aşamayacağı şeklindeki kuralın tekraren ihlal edildiğinden bahisle dava konusu işlemle davacı şirket hakkında yayın durdurma yaptırımının uygulanması üzerine bakılan davanın açıldığı; davacı şirketin daha önce 16.02.2010 tarihinde saat 13:50’de yayınladığı "Deryalı Günler" isimli programda reklam kuşaklarının yayın oranının bir saatlik yayın dilimi içerisinde % 20’yi (12 dakika) aşmaması gerekirken 13:50 – 14:50 arasındaki bir saatlik yayın sürecinde toplam 18 dakika 15 saniye reklam verildiği, dolayısıyla 3984 sayılı Kanun’un 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğinden bahisle Üst Kurul’un 13.04.2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararı ile uyarı cezası ile cezalandırıldığı, bu işlemin iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2010/874 esasına kayden açılan davanın anılan Mahkeme’nin 28.12.2010 tarih ve E:2010/874, K:2010/1992 sayılı kararıyla reddedildiğinin görüldüğü, yukarıda aktarılan yönetmelik kuralı uyarınca, tekerrür hükümlerinin uygulanarak yayın durdurma yaptırımının uygulanabilmesi için aynı programda aynı yayın ilkesinin ikinci kez ihlalinin arandığı, aksi düşünce tarzıyla tekraren ihlal hâlinde hangi program yayınının durdurulacağı hususunda tereddüt yaşanabileceği, davaya konu reklam yayınlarının "Survivor" adlı programda gerçekleşmesine karşın tekerrüre esas alınan reklam yayınlarının "Deryalı Günler" adlı programda yayınladığı göz önüne alındığında, programların farklı olması nedeniyle aynı programda aynı yayın ilkesinin ikinci kez ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceğinden tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen davaya konu yayın durdurma işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.

İşlem tarihinde yürürlükte bulunan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un değişik 33. maddesinin 1. fıkrasında; "Üst Kurul, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın ilkelerine ve bu Kanun’da belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilenmesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde ihlâle konu olan programın yayını, bir ilâ oniki kez arasında durdurulur. Bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir program yapamaz. Yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurul’ca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Tük dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır." kuralına yer verilmiştir.

Dava dosyası ve eki CD’nin incelenmesinden; davacı şirkete ait "… TV" logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 11.09.2010 tarihinde saat 19:00-00:00 arasında yayımlanan reklamlarla, mevzuatta öngörülen bir saatlik % 20 oranının karşılığı olan 12 dakikanın 21:00-22:00 saatleri arasında % 23 olarak aşıldığı, 23:00-00:00 saatleri arasında ise 23 dakika 11 saniye süre ve % 38 oranıyla reklam yayınlandığının tespiti üzerine, bir saatlik yayın içerisinde spot reklamlara ayrılan sürenin % 20’yi aşamayacağı şeklindeki kuralın tekraren ihlal edildiğinden bahisle dava konusu işlemle davacı şirket hakkında yayın durdurma yaptırımının uygulandığı; dava konusu işlemde tekerrüre esas alınan Üst Kurul’un 13.04.2010 tarih ve 2010/8 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2010/874 esasına kayden açılan davada, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 28.12.2010 tarih ve E:2010/874, K:2010/1992 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, anılan Mahkeme kararının da Dairemizin 15.11.2012 tarih ve E:2011/2414, K:2012/3097 sayılı kararıyla onandığı anlaşılmaktadır.

3984 sayılı Kanun’un 33. maddesindeki düzenlemeye göre, tekerrürün aynı yayın kuşağı içinde veya aynı programda oluşması zorunluluğu bulunmadığından aynı yayın ilkesinin yayıncı kuruluş tarafından tekraren ihlali halinde tekerrürün oluştuğunun kabulü gerekir.

Bu itibarla; davacı yayın kuruluşuna ait televizyon kanalında aynı yayın ilkesi ihlalinin gerçekleştiğinin sabit olması nedeniyle tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından, dava konusu işlemin iptaline ilişkin temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 16.07.2012 tarih ve E:2011/260, K:2012/996 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 20.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Cmt Mar 14, 2015 11:04 pm


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • İŞYERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ SUÇU OLUŞMAYACAĞI, OTEL LOBİSİ

T. C. K– MADDE 116

Konut dokunulmazlığının ihlali

(1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) (Değişik: 31/3/2005 – 5328/8 md.) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) (Değişik: 31/3/2005 – 5328/8 md.) Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.

(4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

T.C
YARGITAY
4.CEZA DAİRESİ
ESAS NO.2013/27040
KARAR NO.2014/8119
KARAR TARİHİ.12.03.2014

5237 sayılı yasanın 116.maddesi,

Sanık iş yeri dokunulmazlığını ihlal suçundan yargılanmıştır. İş yeri dokunulmazlığının ihlal suçunun oluşabilmesi için girilmesi mutat yerler dışında kalan iş yerleri ve eklentilerine girilmiş olması gerekir. Somut olayda sanık, müştekiye ait girilmesi mutat olan yerlerden otelin lobisi kısmına girmiştir. Sanığın söz konusu eyleminin iş yerini ihlal dokunulmazlığını ihlal suçunu oluşturmadığı dikkate alınmadan suçun şikayete tabi suç olduğu,şikayet koşulu gerçekleşmediği gerekçesiyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi isabetsizdir.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzr Şub 22, 2015 6:41 pm


Bireysel Başvuru Kararları • YARGITAY İÇTİHAT FARKLILIKLARI,ADİL YARGILANMA HAKKI İHLALİ

Aynı Derecedeki Yargı Mercileri Arasındaki İçtihat Farklılıkları Tek Başına Adil Yargılanma Hakkının İhlali Niteliğinde Kabul Edilemez

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başvuru Numarası: 2013/2428
Karar Tarihi: 13/06/2013

Başkan:Alparslan ALTAN
Üyeler:Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Raportör:Mehmet Sadık YAMLI
Başvurucu:Aygaz A.Ş
Vekili:Av. Murat DİKMEN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, ikale sözleşmesine istinaden iş akdi sona erdirilen çalışanın şirkete karşı açtığı işe iade davasında aleyhine verilen kararın Yargıtayın diğer kararlarıyla çelişkili olması ve söz konusu kararla mükerrer ödeme yapmak durumunda kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 11/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar

4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu şirket, ticari piyasadaki pazar daralması gerekçesiyle istihdamı azaltma kararı almış ve bu çerçevede işten kendi isteği ile ayrılmak isteyen çalışanlarına kıdem tazminatı gibi yasal alacaklarının yanında ayrıca 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapacağını duyurmuştur.

6. Başvurucu şirket, bu teşvikten yararlanmak isteyen çalışanlarından, yasal hakları ile birlikte verilen teşvikleri de alarak iş akitlerini kendilerinin feshettiklerine dair yazılı dilekçe almış ve iş akitlerini sonlandırmıştır. Bu kapsamda teşvikten yararlanmak isteyen bir çalışanına, dilekçesi alınarak, yasal haklarının yanı sıra 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapılmış ve çalışanın iş akdi sonlandırılmıştır.

7. İş akdi sonlandırılan çalışan, işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.

8. Gebze 3. İş Mahkemesi, 17/5/2012 tarih ve E.2011/1416, K.2012/318 sayılı kararla, çalışanın işe iadesine karar vermekle birlikte, boşta geçen süre için en fazla 4 aylık, işe başlatmama hâlinde ise en fazla 8 aylık maaş tutarında tazminata hükmedilmesi gerektiği, ancak işverence zaten 12 aylık maaş tutarında tazminat ödendiğini gerekçe göstererek, tazminat konusunda hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir.

9. Kararın taraflarca temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 21/11/2012 tarih ve E.2012/11069, K.2012/26040 sayılı ilamla; ortada çalışanın serbest iradesine dayalı bir ikale sözleşmesinin bulunmadığı, bu nedenle iş akdinin ikale sözleşmesiyle sonlandırılmadığı gerekçesiyle kararı bozmuş ve işin esasına girerek çalışanın işe iadesine, boşta geçen süre için 4 aylık ve işe başlatmama hâlinde ise 6 aylık olmak üzere toplam 10 aylık maaş tutarında tazminata hükmetmiştir.

10. İş mahkemesi kararlarının temyizi üzerine Yargıtayca verilen kararlara karşı karar düzeltme yolu öngörülmediğinden karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Karar başvurucu vekiline 22/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

11. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki hâliyle 8. maddesinin üçüncü fıkrası, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18., 19., 20., 21. ve 29. maddeleri, 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Mahkemenin 13/6/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/4/2013 tarih ve 2013/2428 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

13. Başvurucu, ticari piyasada yaşanan pazar daralması sonucu oluşan fazla istihdamı azaltmak için işten kendi isteği ile ayrılmak isteyen çalışanlarına yasal alacaklarının yanında ayrıca 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapma kararı aldıklarını, bu çerçevede ayrılmak isteyen çalışanla ikale sözleşmesi imzalanarak iş akdinin sonlandırıldığını, işe iade davası sonucunda Yargıtay 22. Hukuk Dairesince verilen kararın, birebir benzer bir olayda Yargıtay 9. Hukuk Dairesince verilen kararla çeliştiğini, böylece kararın keyfi olduğunu ve Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini, öte yandan verilen kararla çalışana 12 aylık maaş tutarındaki tazminat dışında 10 aylık maaş tutarında mükerrer ödeme yapılması gerekeceğinden Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılama yapılması için dosyanın Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

14. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

15. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

16. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

17. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

18. Anılan kurallar uyarınca, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar da bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013)

19. Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056, § 36, 16/4/2013).

20. Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ileri sürülmüş ise de bu iddiaların özünün esas itibariyle derece mahkemesince hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

21. Yargılama derece mahkemeleri tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar anılan mahkemeler tarafından gereği gibi değerlendirilmiştir.

22. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin bölümünün diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

23. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

25. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

27. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, § 17, 18, 26/3/2013).

28. Başvuru konusu olayda, başvurucu ikale sözleşmesine istinaden iş akdi sonlandırılan işçisine yasal alacaklarının yanında 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yaptığını, Yargıtay kararı ile 10 aylık maaş tutarında tekrar tazminat ödemek zorunda kalacağını böylece mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir. Ancak Yargıtay kararı ile teşvik mahiyetindeki ödemenin dayanağı olan ikale sözleşmesinin çalışanın serbest iradesine dayanmadığı için geçerli olmadığı ortaya konulduğundan, 12 aylık ücret tutarındaki bu ödeme dayanaksız kalmıştır. Hukukumuzda bir sözleşmenin sonradan geçersiz sayılması sonucu bu sözleşmeye dayalı olarak yapılan ödemelerin geri istenebilmesi amacıyla hukuk yollarına başvurulabilmesine imkan sağlayan düzenlemeler yer almaktadır. Bu kapsamda başvurucu herhangi bir hukuksal yola başvurmamıştır. Hukuk yollarının tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün değildir.

29. Açıklanan nedenlerle, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

A. Başvurunun;

1. Adil yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden, “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. Mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden, “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 13/6/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 30 Oca 2015, 23:58


Radar uyarı levhası olmayan yolda kesilen hız ihlali cezası iptal olur

Yargıtay 7. Ceza Dairesi, 

Trafikte radar uygulamasına yakalanan sürücünün itirazı üzerine verilen iptal kararını onaylayan Yargıtay, radar uygulamasını “tuzak” olarak nitelendirerek “Devlet vatandaşına tuzak kurmaz” dedi. Ve cezayı iptal etti.

Uzun zamandır trafik polislerinin özellikle hız limitlerinin aşılmasını radar tuzakları kurarak saptaması ve sürücülere yüklü cezalar gelmesini tartışan adalet mekanizması Yargıtay tarafından kesinleştirilen bir karar ile sürücüleri haklı çıkarttı. Radar uygulamasını “tuzak” olarak değerlendiren Yargıtay itiraz eden sürücüye verilen 343 TL tutarındaki cezayı iptal etti. Avukat Arabulucu Umut Metin, birçok vatandaşın isyan ettiği trafik cezalarına yönelik olarak Yargıtay’dan emsal nitelikte bir karar verildiğini beliterek;bir sürücüye radar sebebi ile kesilen 343,00 TL’lik cezaya dair Alaşehir Sulh Ceza Mahkemesince verilen cezanın iptaline yönelik kararın onanmasını “Devlet vatandaşına tuzak kuramaz” sözleriyle yorumladı.

‘KABUL EDİLEMEZ’

Hukukçu gözüyle kararı yorumlayan Metin, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin verdiği  bu kararda dikkat çeken en önemli ifadenin, ‘kişilerin mal ve can güvenliğini sağlamak amacıyla yapılması gereken trafik denetimlerini yol kullanıcılarına ceza vermek amacıyla bilgilendirme yapmadan kural ihlali yapmasını beklemek trafik kurallarının konuluş amacına uygun olmadığı gibi araç sürücülerine tuzak kurulması anlamına gelecektir ki bu durum, çağdaş hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmaz ve kabul edilemez’ ifadesi olduğunu belirtti.

Arabulucu Avukat Umut Metin kararı şöyle değerlendirdi: “Yargıtay’ın vermiş olduğu bu karar ile esas anlatmak istediği trafik cezalarında özellikle de hız sebebi ile verilen cezalarda yeterli uyarıların sürücünün görebileceği yerlerde bulunması zaruretidir. Sürücünün radardan dolayı ceza düzenlenebileceği ihtimalini bilebilecek konuma getirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde bir nevi trafik polislerinin tuzak kurar gibi, araçları ters döndürerek yol kenarında beklemeleri, hiçbir hız sınırlamasının uyarı levhaları ile belirtilmediği yerlerde bir anda çeviri yaparak sürücülere hız limiti aşımı nedeniyle ceza tesis etmeleri hukuk devletine yakışır bir yöntem olmadığının da altını çizmiştir.

‘TEŞVİK EDİCİ OLMALI’

Yargıtay’ın önem arz eden bu kararı ile hukuk devletinin gerektirdiği şekilde vatandaşı tuzağa düşürür gibi ceza kesme değil, vatandaşın can güvenliğinin öncelikli sayılmasının gerektiği sonucuna ulaşmak doğrudur. Bu karardan sonra birçok sürücü bu şekilde kesilen cezalara itiraz edebilmeli, haklarını aramak suretiyle açıkça radar uyarısının belirgin ve açıkça yapılmadığı yollarda kesilen cezaların iptalini isteyebilmelidir.
Çağdaş hukuk devleti’nin ceza hevesli olması, vatandaşlarına cezalar yağdırması değil, vatandaşını toplumsal düzene uyması yönünde teşvik edici olması gerekmektedir. Bu haliyle belirtilen karara imza atan yargıçlar, yalnızca bir kararı imzalamamışlar, cezalandırma değil topluma bir kültür kazandırma adına örnek ve güzide bir hukuk hediyesini topluma sunmuşlardır.”

Arabulucu Avukat Umut Metin, tatil dönüşü hız limiti aşımı nedeniyle radar cezası alan vatandaşları öncelikle yasal hakları kullanmaları ve cezaya itiraz etmeleri konusunda bilgilendirirken; “Ancak bu kararın hız limitlerinin yasallığını ortadan kaldırmadığını, trafik canavarının kurbanı olmamak için trafik kurallarına ve hız limitlerine uymanın zorunlu olduğunun unutulmaması gerekiyor” dedi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, komşudan akan sızan sular için sağlıklı yaşam hakkı ihlali tazminatı

Yargıtay, Yaşam Hakkı İhlali

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun da akan ama tamir ettirilmeyen banyolar ve borularla ilgili “sağlıklı yaşam hakkı ihlal edildiği” şeklinde tazminat kararları var. Aydın’dan, Ankara’daki Yargıtay’a kadar gelen benzer davada verilen örnek karar, bakın şöyle alındı:

Aydın’da bir apartmanda yaşayan Y.N., üst kat dairenin sahibi R.O.’dan evine banyosundan su sızdığı ve rutubet yaptığı için tamirat yaptırmasını istedi. Evde kiracısı oturan R.O. ise pis su sızıntısının kendi kusuru ile olmadığını kiracısının kullanımından kaynaklandığını öne sürdü ve tamirat yaptırmadı. Bunun üzerine Y.N., Aydın 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde 2 bin 500 lira maddi ve 3 bin 500 lira manevi tazminat talebiyle dava açtı.

Dava dilekçesinde, Y.N., sakat ve yaşlı olduğunu, tavandan ve duvardan akan pis suyun neden olduğu rutubet ve nem yüzünden sık sık hastalandığını, okumaya gelen torunun bronşit olup köydeki evine geri döndüğünü bildirdi. Yerel Mahkeme, 1 Temmuz 2011 tarihli kararıyla davacı yaşlı adamın 1400 liralık maddi tazminat yanında 1500 lira manevi tazminat talebini de “sağlıklı yaşam hakkı ihlal edildiği” gerekçesiyle kabul etti.

Sağlıklı yaşam sürmek hakkı

Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, maddi tazminatı onadı. Ancak, manevi tazminatı “Kişilik haklarının saldırıya uğraması gerekir” diye bozdu. Mahkeme direndi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, mahkemenin “Sağlıklı yaşam sürmek hakkına” dayanan kararını yerinde gördü. Akan banyo tazminatı Yargıtay’dan geçti…

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Başvuru NO: 2012/22 KarT : 25/12/2012 ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ KONULU BİREYSEL BAŞVURU

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Başvuru Numarası : 2012/22 Karar Tarihi : 25/12/2012

İKİNCİ BÖLÜM 

 

KARAR

Başkan : Alparslan ALTAN Üyeler : Osman Alifeyyaz PAKSÜTRecep KÖMÜRCÜEngin YILDIRIMCelal Mümtaz AKINCI

Raportör : Salim KÜÇÜKBaşvurucu : Büğdüz Köyü Muhtarlığı Vekili : Av. Y K

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU1. Başvurucu, Çankırı İli, Orta İlçesi, Büğdüz ve Dodurga Köyleri arasındaki yayla ve mera uyuşmazlığı ile ilgili davanın, yargılama ve kanun yolu incelemeleri sürecinde usul hükümlerinin yanlış uygulandığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

 

II. BAŞVURU SÜRECİ2. Başvuru, 26/9/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Belirlenen eksikliklerin tamamlanmasının ardından, dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

 

III. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:5. Yabanabat (Kızılcahamam) Asliye Hukuk Mahkemesi, Büğdüz ve Dodurga Köyleri arasındaki yayla ve mera uyuşmazlığından kaynaklanan davayı, 23 Teşrinievvel 1927 tarih ve E.1927/504, K.1927/770 sayılı kararıyla Büğdüz Köyü Muhtarlığı lehine sonuçlandırmıştır.6. Dodurga Köyü Muhtarlığının yargılamanın yenilenmesi talebini kabul eden Orta Asliye Hukuk Mahkemesi, bu kez Dodurga Köyü Muhtarlığı lehine 8/5/1968 tarih ve E.1966/12, K.1968/39 sayılı kararı vermiştir.7. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, temyizen incelediği Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını 30/9/1968 tarih ve E.1968/5939, K.1968/6083 sayılı ilamıyla yetki yönünden bozmuştur.8. Dodurga Köyü Muhtarlığının karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire, 31/12/1968 tarih ve E.1968/8637, K.1968/8507 sayılı ilamıyla bu kez Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onamıştır.9. Büğdüz Köyü Muhtarlığının onama kararına karşı karar düzeltme talebini de kabul eden aynı Daire, 14/7/1969 tarih ve E.1969/3309, K.1969/4545 sayılı ilamıyla Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını tekrar bozmuştur.10. Orta Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/4/1970 tarih ve E.1969/99, K.1970/56 sayılı kararı ile Dairenin bozma ilamına direnilmesine karar vermiş ve bu karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14/6/1974 tarih ve E.1970/1–571, K.1974/697 sayılı ilamıyla onanmıştır.11. Büğdüz Köyü Muhtarlığının karar düzeltme isteğini kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu kez 3/12/1975 tarih ve E.1974/1–838, K.1974/1558 sayılı ilamıyla onama kararını kaldırarak Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin direnme kararını bozmuştur.12. Dodurga Köyü Muhtarlığının karar düzeltme istemini de kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 19/11/1976 tarih ve E.1976/1–1919, K.1976/2945 sayılı ilamıyla Orta Asliye Hukuk Mahkemesince verilen direnme kararını onamıştır.B. İlgili Hukuk13. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:“Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.”…Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir.”14. 18/3/1924 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu’nun 2. maddesi şöyledir:“Cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan ve toplu veya dağınık evlerde oturan insanlar bağ ve bahçe ve tarlalariyle birlikte bir köy teşkil ederler.”15. 442 sayılı Köy Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:“Köy gelirleri, köy işlerini gören köyün aylıklı adamlarının aylık ve yıllıklariyle köy sınırları içinde yapılacak mecburi köy işlerine yetmezse:En yüksek haddi yirmi lirayı aşmamak üzere herkesin hal ve vaktine göre köy ihtiyar meclisi karariyle köyde oturanlara ve köyde maddi alakası bulunanlara salma salınır”.16. 442 sayılı Köy Kanunu’nun 20. maddesi şöyledir:“Her köyde bir köy derneği, bir köy muhtarı, bir de ihtiyar meclisi bulunur. Köyde 24 üncü maddeye göre köy muhtarını ve ihtiyar meclisi azalarını seçmeğe hakkı olan kadın ve erkek köylülerin toplanmasına köy derneği derler. Köy muhtarı ve ihtiyar meclisi azaları doğrudan doğruya köy derneği tarafından ve köylü kadın ve erkekler arasından seçilir. Köy muhtarı ihtiyar meclisinin başıdır.”17. 442 sayılı Köy Kanunu’nun 56. maddesi şöyledir:“…mecburi işleri yapmıyan köylüden ihtiyar meclisinin karariyle haline göre bir kuruştan yüz kuruşa kadar ceza alınır. …Cezaya mahküm olan adam o işten gene kaçarsa evvelki ceza iki kat olarak alınır.İhtiyar meclisince salınan parayı ödemiyenlerden iki katı (66) ncı maddeye göre tahsil olunur”.18. 25/2/1998 tarih ve 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Mera, yaylak ve kışlakların kullanma hakkı bir veya birden çok köy veya belediyeye aittir. Bu yerler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.”

 

IV. İNCELEME VE GEREKÇE19. Mahkemenin 25/12/2012 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/9/2012 tarih ve 2012/22 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:A. Başvurucunun İddiaları20. Başvurucu, Çankırı İli, Orta İlçesi, Büğdüz ve Dodurga Köyleri arasındaki yayla ve mera uyuşmazlığından kaynaklanan, Kızılcahamam ve Orta Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülen davanın, yargılama ve kanun yolu incelemeleri sürecinde usul hükümlerinin yanlış uygulanması nedeniyle Büğdüz Köyü aleyhine sonuçlandığını belirterek, Anayasa’nın 36 ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.B. Değerlendirme21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”23. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“(2)Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz.”24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla medeni haklara sahip gerçek ve tüzel kişiler bireysel başvuru yönünden dava ehliyetine sahiptir.25. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği kurala bağlanmış, buna karşılık aynı maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde ise kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapamayacakları belirtilmiştir.26. Anılan fıkrada belirtilen “kamu tüzel kişisi” kavramı içine, merkezi idare birimleri yanında, mahalli idareler de girmektedir. Bu açıdan mahalli idareler üzerindeki vesayet denetiminin gevşek veya sıkı olmasının ya da ilgili idarenin içinde bulunduğu hukuki ilişkinin niteliğinin bir önemi yoktur.27. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları uyarınca “köy”, köy halkının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulan, kuruluş esasları kanunla düzenlenen ve merkezi idarenin idari vesayet denetimi altına bulunan kamu tüzel kişiliğine sahip bir mahalli idare birimidir. 442 sayılı Kanun’da ise vergi salma ve ceza verme gibi kamu gücü ayrıcalıkları ve yetkileriyle donatılmış köyün karar organlarının seçimle işbaşına geleceği düzenlenmiştir.28. Bireysel başvuru, kamu gücünün kullanılmasından kaynaklanan hak ihlallerine karşı tanınan bir yol olduğundan kamu tüzel kişilerine bireysel başvuru hakkı tanınması, bu anayasal kurumun hukuki niteliği ile bağdaşmamaktadır.29. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci fıkrası uyarınca yöneticileri doğrudan seçimle işbaşına gelen ve kamu tüzel kişiliğini haiz mahalli idare birimi olan köye, kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapamayacaklarını hükme bağlayan 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yapma hakkı tanınmamıştır.30. Açıklanan nedenlerle kamu tüzel kişisi olan başvurucunun bireysel başvuru ehliyeti bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

V. HÜKÜMBaşvurunun, “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/12/2012 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

BaşkanAlparslan ALTANÜyeOsman Alifeyyaz PAKSÜTÜyeRecep KÖMÜRCÜ

 

 

ÜyeEngin YILDIRIMÜyeCelal Mümtaz AKINCI

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI BN: 2012/95 KT : 25/12/2012 BİRİNCİ BÖLÜM-DERNEK ÜYELERİNİN HAKLARININ İHLALİ KONULU BİREYSEL BAŞVURU

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Başvuru Numarası : 2012/95Karar Tarihi : 25/12/2012

 BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan : Serruh KALELİ Üyeler : Burhan ÜSTÜNNuri NECİPOĞLUHicabi DURSUNErdal TERCAN

Raportör : Salim KÜÇÜK

Başvurucu : Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği Vekili : Av. TÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

 

1. Başvurucu, 6/4/2011 tarih ve 6225 sayılı Kanun’un 10 ve 12. maddeleriyle 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Kanun’a eklenen ek 14. madde ve geçici 8. maddenin dördüncü fıkrasının (ç) bendi ile getirilen düzenlemeler nedeniyle üyelerinin haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

 

II. BAŞVURU SÜRECİ

 

2. Başvuru, 4/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bizzat yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

 

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

 

III. OLAYLAR VE OLGULARA.

 

Olaylar

4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

 

5. Yükseköğretim Genel Kurulu tarafından, tıp fakültelerini oluşturan bölüm, ana bilim ve bilim dallarının belirlenmesine ilişkin 21/5/2009 tarih ve 2009.10.1126 sayılı karar ile çocuk sağlığı ve hastalıkları ana bilim dalına bağlı çocuk hematolojisi ve çocuk onkolojisi yan bilim dalları “çocuk hematolojisi ve onkolojisi bilim dalı” olarak birleştirilerek tek yan dal hâline getirilmiştir.

 

6. Başvurucu, bahse konu idari işlemin iptali istemiyle, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı aleyhine dava açmıştır. Danıştay 8. Dairesinin 2009/6967 esas sayılı dosyasında görülen dava, başvuru tarihi itibarıyla derdesttir.

 

7. Bu arada 18/7/2009 tarih ve 27292 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği ile çocuk sağlığı ve hastalıkları ana bilim dalına bağlı olan çocuk hematolojisi ve çocuk onkolojisi yan dalları, “çocuk hematolojisi ve onkolojisi” adı altında birleştirilerek tek yan dal hâline getirilmiştir. Yönetmelik’in geçici 11. maddesinde, çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimi almakta olanların, bu eğitimlerine çocuk hematolojisi ve onkolojisi adı altında devam edeceği düzenlenmiştir. Ayrıca maddede, bu dallarda uzmanlık belgesi almış olanların Yönetmelik’in yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde başvurmaları hâlinde uzmanlık belgelerinin çocuk hematolojisi ve onkolojisi olarak değiştirileceği kuralına yer verilmiştir.

 

8. Başvurucu, anılan Yönetmelik’in iptali istemiyle, Başbakanlık ve Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Danıştay 8. Dairesinin 2010/106 esas sayılı dosyasında görülen bu dava da başvuru tarihi itibarıyla derdesttir.

 

9. Daha sonra 6225 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile 1219 sayılı Kanun’un bazı maddeleri değiştirilerek tıpta uzmanlık ana dalları ile bağlı yan dalları ve eğitim süreleri yeniden belirlenmiş, ayrı yan dallar olan çocuk hematolojisi ve çocuk onkolojisi, Kanun’a ekli 3 sayılı çizelge ile tek yan dal hâline getirilmiştir. Aynı Kanun’un 12. maddesi ile de 1219 sayılı Kanun’a eklenen geçici 8. maddenin dördüncü fıkrasının (ç) bendi uyarınca çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi adıyla uzmanlık belgesi almış olanların uzmanlık belgelerinin “çocuk hematolojisi ve onkolojisi” olarak değiştirileceği, çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimi yapmakta olanların eğitimlerine “çocuk hematolojisi ve onkolojisi” adı altında devam edecekleri düzenlenmiştir.

 

B. İlgili Hukuk

 

10. 1219 sayılı Kanun’un ek 14. maddesi ve geçici 8. maddesinin birinci fıkrası ile dördüncü fıkrasının (ç) bendi şöyledir:“EK MADDE 14 − Tıpta uzmanlık ana dalları ile eğitim süreleri EK–1 sayılı çizelgede; diş tabipliğinde uzmanlık ana dalları ile eğitim süreleri EK–2 sayılı çizelgede; tıpta uzmanlık yan dalları, bağlı ana dalları ve eğitim süreleri de EK–3 sayılı çizelgede belirtilmiştir. Bu çizelgelerde belirtilen eğitim süreleri, Sağlık Bakanlığınca, Tıpta Uzmanlık Kurulunun kararı üzerine üçte bir oranına kadar arttırılabilir.…”“GEÇİCİ MADDE 8 − Bu Kanunun ek 14 üncü maddesinin yürürlüğe girmesinden önce ilgili mevzuatına uygun olarak uzmanlık eğitimi yapmış, eğitime başlamış veya bir uzmanlık eğitimi kontenjanına yerleşmiş olanların hakları saklıdır.…ç) Çocuk Hematolojisi ya da Çocuk Onkolojisi adıyla uzmanlık belgesi almış olanların bu iki alanda yaptıkları araştırma, uygulama ve incelemelere ait belgelerini ibraz ederek, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde başvurmaları ve Tıpta Uzmanlık Kurulu tarafından uygun bulunması halinde uzmanlık belgeleri Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi olarak değiştirilir. Çocuk Hematolojisi ya da Çocuk Onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimi yapmakta olanlar eğitimlerine Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi adı altında devam ederler.”

 

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

 

11. Mahkemenin 25/12/2012 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/10/2012 tarih ve 2012/95 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

 

A. Başvurucunun İddiaları

 

12. Başvurucu, çocuk onkolojisi disiplininin çalışma alanının oldukça geniş ve bu alanda hasta sayısının ülkemizin genç nüfusa sahip olması nedeniyle çok fazla olduğunu, çocuk hematolojisi ile çocuk onkolojisi disiplinlerinin lösemi hastalığı dışında ortak çalışma alanının bulunmadığını, iki ayrı disiplin için toplam üç yıl eğitim süresi öngörülmesinin bilimsel bir temelinin olmadığını, bu alanda nitelikli uzman yetişmesinin de mümkün olamayacağını ve birbirlerinden farklı olan bu iki disiplinin birleştirilmesiyle sunulacak sağlık hizmetinin kalitesinin düşeceğini belirterek başvuru konusu kanuni düzenleme nedeniyle üyelerinin, Anayasa’nın 10, 12, 27, 36, 40, 42, 48, 56, 125 ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

 

B. Değerlendirme

 

13. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

 

14. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

 

15. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:“(1) Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel, kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.(2) …Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir.…”

 

16. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinde, bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği düzenlenmektedir.

 

17. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde ise özel hukuk tüzel kişilerinin sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilecekleri kuralı yer almaktadır.

 

18. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 56. maddesinde, dernek, en az yedi kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve ortak amacı gerçekleştirmek üzere bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip topluluk olarak tanımlanmıştır.

 

19. Başvurucu Dernek Tüzüğü’nün 4. maddesinde, derneğin temel amacı, çocuk onkolojisi konusundaki bilimsel, teknolojik, mesleki ilerlemeleri desteklemek ve çocuk onkolojisi tedavi uygulamalarının kalitesini yükselterek tıbbın bu dalında hizmet alan toplum bireylerinin çıkarlarını korumak olarak belirlenmiştir.

 

20. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini düşünen, medeni haklara sahip gerçek ve tüzel kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru açısından dava ehliyeti tanınmıştır. Buna karşılık 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, özel hukuk tüzel kişilerinin (dernekler, vakıflar, ticari ortaklıklar vb.) bireysel başvurunun niteliği gereği sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilecekleri ifade edilmiştir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrası ise bireysel başvuru yapılabilmesi açısından güncel ve kişisel hakların doğrudan ihlal edilmiş olmasını gerekli kılmaktadır.

 

21. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri gözetildiğinde, bireysel başvuruda bulunacakların, başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur arasında şahsi ve özel bir bağ bulunması gerekir.22. Öte yandan, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunda bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülmesine imkân vermemektedir.

 

23. Somut olayda kanuni düzenleme “çocuk hematolojisi” ve “çocuk onkolojisi” bilim dallarının birleştirilmesine yönelik olup, çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimini tamamlamış veya Kanun’un yayımı tarihi itibarıyla eğitimleri devam etmekte olan gerçek kişilerin durumlarında değişiklik yapmıştır. Bu durumda, söz konusu yasama işleminin başvurucu derneğin tüzel kişiliğine ait haklarına bir müdahale oluşturduğu söylenemez. Amacı çocuk onkolojisi alanında tıbbi kaliteyi artırmak olan ve yalnızca üyelerinin durumlarını etkileyen başvuru konusu yasama işleminin mağduru olmayan derneğin, bu işlem aleyhine bireysel başvuru yapma hakkı bulunmamaktadır.

 

24. Açıklanan nedenlerle, özel hukuk tüzel kişisi olan başvurucu Derneğin mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

V. HÜKÜM

 

Başvurunun, “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 25/12/2012 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

BaşkanSerruh KALELİÜyeBurhan ÜSTÜNÜyeNuri NECİPOĞLU

 

 

ÜyeHicabi DURSUNÜyeErdal TERCAN