Etiket arşivi: ÎLE

TANIK BEYANLARINA ANCAK DAVACI İŞÇİ İLE BİRLİKTE ÇALIŞTIĞI SÜRE İLE SINIRLI OLMAK ÜZERE İTİBAR EDİLEBİLECEĞİ

“9. Hukuk Dairesi         

2013/12761 E.  ,  

2015/9043 K.
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İŞ MAHKEMESİ
DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai, genel tatil ve yıllık izin ücreti alacaklarının ödenmesini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle, kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentleri kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacının davalı nezdinde çalışmasının olup olmadığı varsa süresi yönünden taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut olayda, davacı işçi davalı işveren işyerinde 11.04.2000-20.11.2009 tarihleri arasında kesintisiz olarak çalıştığını iddia ederken, davalı taraf davacının işyerinde hiç çalışmadığını savunmuştur. Sigortalı hizmet cetvelinin incelenmesinden davacının çalışma kaydının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı tanıklarının beyanları kendi çalıştıkları dönemde nazara alınarak davacının davalı işyerinde 2004 yılı 10. ayından itibaren fesih tarihine kadar çalıştığı kabul edilerek sonuca gidilmeli ve hesaplama yapılmalıdır. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir
F) Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 04.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(www.yargıtay.gov.tr, çevrimiçi: 01.09.2016)

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmıştır

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2013/2-1926 esas ve 2015/1139 karar sayılı 01.04.2015 tarihli kararı

“”Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Şekilde Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmış Sayılır””

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; velayetin değiştirilmesi isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, tarafların boşandıklarını, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verildiğini, baba ile de şahsi ilişki tesis edildiğini, davacının iki yıldır çocuğunu ancak icra yolu ile görebildiğini, davalının velayet hakkını kötüye kullandığını, gerekli özeni göstermediğini, yaşadığı yerin çocuk büyütmeye müsait olmadığını belirterek; müşterek çocuğun velayetinin davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davacı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, müşterek çocuğun annesinin yanında mutlu ve huzurlu olduğunu, davacının nafaka borcunu dahi ödemediğini, çocuğun velayetinin annede kalmasının çocuk ve her iki taraf açısından da yerinde olduğunu belirterek; davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, davacının müşterek çocuk ile sağlıklı ilişki geliştirmeden çok, davalı ile çekişmesini devam ettirdiği, müşterek çocuğun anne yanında mutlu olduğu, bakım ve ihtiyaçlarının davalı anne tarafından karşılandığı anlaşılmış olup, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları nazara alınarak anne yanında kalmasının çocuğun gelişimi açısından daha yerinde olacağı gerekçesiyle, davanın reddine dair verilen karar; davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece bozma öncesi gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, velayet kendisinde olan annenin velayet hakkını, velayetin kaldırılması veya değiştirilmesini gerektirecek derecede kötüye kullandığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.

Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.
Öte yandan, ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.
Belirtilmelidir ki, velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.04.1992 gün ve 1992/2-140 E. 1992/248 K. ile 22.01.2014 gün ve 2013/2-2085 E. 2014/30 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, boşanma ile düzenlenen velayetin değiştirilebilmesi için velayet kendisine verilen tarafın ya da velayete konu çocuğun durumunda boşanma hükmünden sonra esaslı değişikliklerin olması şart olup, ayrıca esaslı değişikliğin önemli ve sürekli olması da gerekmektedir. 4721 sayılı TMK’nun konuya ilişkin 324. maddesi; “Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.” düzenlemesini içermektedir. Buna göre velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek sonuca varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır.

Bu kapsamda, çocuğun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır.

Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır.
Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.

Yukarıda değinilen yasa hükmü ile dosya arasındaki icra dosyaları ve davalı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten dolayı uygulanan yaptırım bir arada düşünüldüğünde, davalı annenin çocuğun babayla kişisel ilişki hakkını sürekli olarak engellediği, bundan dolayı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten yaptırım uygulandığı, bu suretle Türk Medeni Kanunu’nun 324. maddesinde yer alan yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda davalı annenin sekiz yaşındaki müşterek çocuğun gelişimi için önemli olmasına rağmen babası ile görüşmesini engelleyerek, velayet hakkını kötüye kullandığı hususunun kanıtlandığı ve müşterek çocuğun velayetinin davalı anneden alınarak davacı babaya verilmesi gerektiği kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HMK’nIn 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 01.04.2015 gününde oy birliği ile karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları – İHALE İLE ALINAN YERDEN KİRACININ TAHLİYESİ,DÜKKANIN YIKILMASI, TAZMİNATIN REDDİ

T.C
YARGITAY HUKUK GENEL KURUL KARARI
ESAS NO.2010/4-220
KARAR NO.2010/269
KARAR TARİHİ:12.05.2010

GAYRIMENKULÜN İHALE İLE SATIN ALINMASI – KİRACIYA TAHLİYE EMRİ DÜZENLENMESİ – KİRACININ İCRANIN ERTELENMESİ İSTEMLİ TEMYİZ ETMESİ – KARAR BEKLENMEDEN DÜKKANIN YIKILARAK İÇİNDEKİ MALLARA ZARAR VERİLMESİ – MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASININ REDDİ.

ÖZET: Davacı, kiracı olarak bulunduğu taşınmazın ihale sonucunda davalıya satıldığını, hakkında tahliye emri düzenlendiğini, tahliye emrinin durdurulması istemiyle açtığı davanın reddine ilişkin kararı icranın ertelenmesi istemli olarak temyiz ettiğini, icranın geri bırakılması kararını sunmak üzere kendisine verilen 30 günlük süre içinde davalının yıkım işlemlerini başlatması sonucu eşyasının zarara uğradığı iddiasıyla maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşsa da talep reddedilmiştir.

Davalının 28.4.2004 günü gerçekleştiği tahliye eylemi hukuka aykırıdır. Ancak, davacının da bu süreç içindeki tutum ve davranışları bölüşük kusur niteliğindedir. Bu durumda, davalının maddi tazminat istemi yönünden sorumluluğu bulunduğu benimsenerek zararın kapsamı belirlenmeli, davacının da bölüşük kusuru bulunduğu gözetilerek belirlenen maddi tazminat tutarından uygun bir indirim yapılmalıdır.

Taraflar arasındaki ‘‘Maddi ve manevi tazminat’’ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 14.02.2008 gün ve 2005/180 E-2008/57 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 27.04.2009 gün ve 2008/10868-2009/5914 sayılı ilamı ile ;

(‘‘…..1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının manevi tazminat istemine ilişkin temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davacının maddi tazminat istemine yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem reddedilmiş; karar davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Davacının kiracı olarak oturduğu taşınmaz ihale sonucunda davalı tarafından satın alınmış ve davacı hakkında tahliye emri düzenlenmiştir. Tahliye emrinin durdurulması istemi ile açtığı davanın reddine ilişkin karar, davacı tarafından icranın ertelenmesi istemli olarak temyiz edilmiş ve davacıya 26.04.2004 gününde icranın ertelenmesine ilişkin kararı sunması için 30 günlük süre verilmiştir. Davalı tarafından 28.04.2004 günü davacının da taşınmazda bulunduğu sırada yıkım işlemleri başlatılmış ve dava konusu eşyaya zarar verilmiştir.

Davacı, icranın ertelenmesi kararının sunulması için tanınan süre içerisinde yapılan tahliye işlemlerinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek uğradığı zararın ödetilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davacının taşınmazı tahliye edilmediği ve zararın doğumuna neden olduğu gerekçesiyle istemin tümden reddine karar verilmiştir.

Davacı, tahliye emrinin durdurulması isteminin reddine ilişkin karara karşı temyiz yoluna başvurmuş ve davacıya icranın ertelenmesi kararı sunulması için 26.04.2004 günü 30 günlük süre tanınmıştır. Davacının bu yasal hakkını kullanmasını bekleyerek, 30 günlük içerinde tahliyeye yönelik eylem ve işlemlerde bulunmaması gereken davalının 28.04.2004 günü gerçekleştirdiği tahliye eylemi hukuka aykırıdır. Ancak, davacının da taşınmazın tahliyesine ilişkin süreç içerisindeki tutum ve davranışları bölüşük kusur niteliğindedir. Şu durumda, davalının maddi tazminat istemi yönünden sorumluluğu bulunduğu benimsenerek zararın kapsamı belirlenmeli, davacının da bölüşük kusuru bulunduğu gözetilerek belirlenen maddi tazminat tutarından uygun bir indirim yapılmalıdır.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir….’’)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı, çekişmeli taşınmazı gözlükçü olarak kiraladığını, taşınmazın bulunduğu binanın ortaklığın giderilmesi davası sonucu davalıya satıldığını, davalının tahliye emri gönderdiğini, buna karşın tahliye emrinin iptali için dava açtığını, dosya Yargıtay aşamasında iken İcra Müdürlüğü’nden tehiri icra kararı getirmek üzere 26.04.2004 tarihinde 30 gün süre almasına rağmen, bu süreye uyulmayarak, davalının dükkanının içinde bulunduğu binayı yıktığını ve gözlüklerinin zarar gördüğünü, kendisinin de küçük düştüğünü ileri sürerek, maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Mahkemece, davacının kendi kusuru ile zarara sebebiyet verdiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairece, davacının manevi tazminat istemesine ilişkin temyiz itirazları reddedilmekle bu konuda verilen red kararı kesinleşmiştir.

Uyuşmazlık, davacı lehine maddi tazminata hükmedilip hükmedilmeyeceği noktasındadır.

Somut olayda, davacının kiracı olarak oturduğu taşınmazın ihale sonucunda davalı tarafından satın alınıp davacı hakkında tahliye emri düzenlendiği, davacının tahliye emrinin durdurulması istemi ile açtığı davanın reddedildiği, bu kararın davacı tarafından icranın ertelenmesi istemli olarak temyiz edilerek davacıya 26.04.2004 gününde icranın ertelenmesine ilişkin kararı sunması için 30 günlük süre verildiği, bu aşama da davalı tarafından 28.04.2004 günü davacının da taşınmazda bulunduğu sırada yıkım işlemlerinin gerçekleştirildiği ve bu sırada da dava konusu eşyaya zarar verildiği belirgindir.

Açıklanan maddi olgu ve dosya içeriğine göre, çekişmeli taşınmazı ihale sonucunda satın alan davalının tahliye istemi haklı olmakla beraber, davacının tahliyeye ilişkin icranın ertelenmesi yönünde karar alma konusundaki yasal hakkını kullanmasını ve erteleme için verilen süreyi beklemeden 28.04.2004 tarihinde yıkım olayını üstelik davacının dükkanında eşyalar mevcutken, bu eşyaları binadan tahliye etmeden gerçekleştirilmesi, böylece üzerine düşen özeni göstermemek suretiyle davacının zararına neden olması hukuka aykırıdır.

Ancak, bozma ilamında da değinildiği üzere, davacının da taşınmazın tahliyesine ilişkin süreç içerisindeki tutum ve davranışları da bölüşük kusur niteliğindedir.

Şu durumda mahkemece yapılacak iş, davalının maddi tazminat istemi yönünden sorumluluğu bulunduğu benimsenerek zararın kapsamının belirlenmesi, davacının bölüşük kusurunun varlığı da gözetilerek belirlenen bu maddi tazminat tutarından uygun bir miktarda indirim yapılması olmalıdır.

Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulu’nca benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ ;Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 12.05.2010 gününde oy birliği ile karar verildi.


Basından Hukuk Haberleri • MAHKÜMUN MEKTUBUNA ‘BİLİNMEYEN BİL DİLDE YAZDIĞI’ GEREKÇESİ İLE EL KONDU

Mahkûmun Mektubuna ‘Bilinmeyen Bir Dilde Yazıldığı’ Gerekçesiyle El Kondu

Mahkûmun Mektubuna ‘Bilinmeyen Bir Dilde Yazıldığı’ Gerekçesiyle El KonduTekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki mahkûmun Zazaca mektubu Namık Kemal Üniversitesi ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’nce tercüme edilemedi.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan Kenan Avcı’nın Zazaca yazdığı mektup, "bilinmeyen bir dilde yazıldığı" gerekçesiyle ve çeviri amacıyla Namık Kemal Üniversitesi’ne ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Her iki devlet kurumu da tercüme büroları Zazaca anlamayınca mektuba el kondu.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi ’nde kalan Kenan Avcı’nın Zazaca yazdığı mektup, “bilinmeyen bir dilde yazıldığı” gerekçesiyle ve çeviri amacıyla Namık Kemal Üniversitesi’ne ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Her iki devlet kurumunda da Zazaca bilen personel olmadığı için mektup çevrilemeyince en sonra şehirdeki tercüme büroları tek tek arandı. Tercüme büroları da, “Bu dili bilen ve tercüme yapacak elemanımız yoktur” deyince mektuba el kondu.

İsmail Saymaz’ın Radikal’de yer alan haberine göre, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan Kenan Avcı, Kürtçe yayınlanan Azadiya Welat Gazetesi’nde yayınlanmak üzere “Şorişa Rojowani” başlıklı üç sayfalık Zazaca bir yazı kaleme aldı. Avcı’nın posta yoluyla göndermek istediği mektuba, "Türkçe dışında bir dil ve lehçede yazıldığı" için Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından el kondu. Savcılık, “anlaşılmayan bu dilin çevirisi” için tercüman aramaya başladı. Mektup ilk olarak Namık Kemal Üniversitesi’ne ve Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Üniversite, 12 Şubat’ta verdiği yanıtta, “dili bilen ve çevirisini yapabilecek personel bulunmadığı için” tercüme yapamadığını bildirdi. Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü de 23 Şubat’ta, Zazaca bilip çeviri yapacak personelinin bulunmadığını belirterek, mektubu iade etti.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün 2009 tarihli talimatı uyarınca bu kez, “il ve ilçede söz konusu dili ya da lehçeyi bilen güvenilir kişiler” aramaya başladı. Tekirdağ’daki tüm tercüme büroları tarandı fakat Zazaca bilen “güvenilir kişi” olmadığı sonucuna varıldı. Şehirde faaliyet gösteren Arul adlı tercüme bürosu da 25 Ocak’ta savcılığa gönderdiği yazıda, ‘bu dili bilen olmadığından’ tercüme yapamadıklarını belirtti. Disiplin Kurulu Başkanlığı da 27 Şubat tarihli kararında, “çeviri işlemi yapılamadığı” için mektubun tamamına el koydu.

Kenan Avcı, gönderdiği mektupta, anadili için hâlâ “bilinmeyen bir dil” muamelesi yapıldığını ifade ederek, “ AKP asimilasyon politikalarına son verdiğini ve anadil yasağını kaldırdığını propaganda etse de bu kocaman bir yalandır. Kalmakta olduğum cezaevinde anadilimiz Kürtçe ve lehçelerine hâlâ ‘bilinmeyen bir dil’ muamelesi yapılmakta, Kürtçe’nin lehçeleriyle yolladığımız yazı ve mektuplarımıza el konulmaktadır” dedi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 5:54 pm


Yönetmelikler • C.M.K MÜDAFİ VE VEKİLLERİN GÖREVLENDİRİLME İLE YAPILACAK ÖDEMELER YÖNETMELİĞİ

Resmi Gazete Tarihi: 02.03.2007 Resmi Gazete Sayısı: 26450
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU GEREĞİNCE MÜDAFİ VE VEKİLLERİN GÖREVLENDİRİLME-LERİ İLE
YAPILACAK ÖDEMELERİN USUL VE ESASLARINA İLİŞKİN YÖNETMELİK

http://www.barobirlik.org.tr/mevzuat/av … meligi.pdf

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Mar 20, 2015 11:15 am


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • ÜNİVERSİTEDE BÖLÜM BAŞKANI İLE DEKANIN AYNI KİŞİ OLAMAYACAĞI

DANIŞTAY 8. Daire
ESAS: 2011/5722
KARAR: 2014/831

İstemin Özeti : Malatya İdare Mahkemesinin 08/04/2011 gün ve E:2010/1575, K:2011/947 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : …

Düşüncesi : Davacı Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümünde bir tane aylıklı profesör bulunduğu gerekçesiyle görevinden alınmış ise de, bu profesörün dekan olması ve davacının görevden alınması üzerine bölüm başkanlığının da dekan tarafından yürütülmesi karşısında, bölümde aylıklı profesörün görev yaptığı gerekçesiyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava, …Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapan davacının yürütmekte olduğu Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevinden alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; 2547 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde, bölüm başkanlığı görevine atamada öncelikle bölümdeki aylıklı profesörlerin, bulunmadığı takdirde doçentlerin, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentlerin atanabileceğinin belirtildiği, Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevini 02/07/2009 tarihinden itibaren yürüten ve Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapan davacının, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte aynı bölümde görevli aylıklı profesör öğretim üyesinin görev yapması nedeniyle bu görevden alınmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun "Bölüm" başlıklı 21. maddesinde; "Bir fakülte ya da yüksekokulda, aynı veya benzer nitelikte eğitim-öğretim yapan birden fazla bölüm bulunamaz. Bölüm, bölüm başkanı tarafından yönetilir. Bölüm başkanı; bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentler arasından fakültelerde dekanca, fakülteye bağlı yüksekokullarda müdürün önerisi üzerine dekanca, rektörlüğe bağlı yüksekokullarda müdürün önerisi üzerine rektörce üç yıl için atanır. Süresi biten başkan tekrar atanabilir. Bölüm başkanı, görevi başında bulunamayacağı süreler için öğretim üyelerinden birini vekil olarak bırakır. Herhangi bir nedenle altı aydan fazla ayrılmalarda, kalan süreyi tamamlamak üzere aynı yöntemle yeni bir bölüm başkanı atanır. Bölüm başkanı, bölümün her düzeyde eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölüme ait her türlü faaliyetin düzenli ve verimli bir şekilde yürütülmesinden sorumludur." hükmü yer almaktadır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu temel alınarak çıkarılan Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği’nin "Bölümler" başlığı altında yer alan 13. maddesinde, bölüm; fakülte ve yüksekokulların amaç kapsam ve nitelik yönünden bir bütün oluşturan ve lisans düzeyini de içeren en az bir eğitim-öğretim, bilim ve sanat dallarında araştırma ve uygulama yapan birim olarak tanımlanmış; 14. maddesinin birinci fıkrasında, birden fazla anabilim dalı bulunan bölümlerde bölüm başkanı, o bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentleri arasından o bölümü oluşturan anabilim veya anasanat dalı başkanlarının 15 gün içinde verecekleri yazılı görüşlerini dikkate alarak bir hafta içinde fakültelerde dekanca atanacağı ve son fıkrasında da, bölüm başkanının, bölümün her düzeydeki eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölümle ilgili her türlü faaliyetin düzenli ve verimli olarak yürütülmesinden, kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamaktan sorumlu olduğu; fakülte veya yüksekokul kuruluna katılacağı, bölümü temsil edeceği, bölümde görevli öğretim elemanlarının görevlerini yapmalarını izleyeceği ve denetleyeceği, her öğretim yılı sonunda bölümün geçmiş yıldaki eğitim-öğretim ve araştırma faaliyeti ile gelecek yıldaki çalışma planını açıklayan raporu, bağlı bulunduğu rektör, dekan veya yüksekokul müdürüne sunacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Yrd. Doç. Dr. olarak ….Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmakta iken Eczacılık Fakültesi Dekanlığının 02/07/2009 tarih ve 410 sayılı işlemiyle 2547 sayılı Yasa’nın 21. maddesi uyarınca Eczacılık Meslek Bilimleri Bölüm Başkanlığına atandığı; bu görevi yaklaşık bir yıl yürüttüğü, Eczacılık Fakültesi Dekanlığının dava konusu edilen işlemiyle davacının bölüm başkanlığı görevinden alınması üzerine bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı, davacının bu görevden alınmasının ardından aynı bölümde görevli ve dekan olan Prof. Dr. …’ın bu görevi yürüttüğü anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi kararında ve yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinde de belirtildiği üzere, bölüm başkanı; bölümün aylıklı profesörleri, bulunmadığı takdirde doçentleri, doçent de bulunmadığı takdirde yardımcı doçentler arasından atanmaktadır.

Ancak, yine yukarıda aktarılan görev ve sorumluluklarını düzenleyen mevzuat hükümleri ile 2547 sayılı Kanun’un dekanı düzenleyen 16. maddesinde belirtilen dekanın görevleri göz önünde bulundurulduğunda, bölüm başkanının bölümün her düzeydeki eğitim-öğretim ve araştırmalarından ve bölümle ilgili her türlü faaliyetin düzenli ve verimli olarak yürütülmesinden dekana karşı sorumlu olması, dekanın ise fakültenin ve bağlı birimlerinin öğretim kapasitesinin rasyonel bir şekilde kullanılmasından ve geliştirilmesinden rektöre karşı birinci derecede sorumlu olması, ayrıca bölüm başkanlığı görevinin bizzat dekanlık tarafından yerine getirilebileceğine ya da dekanın uhdesine alınabileceğine ilişkin bir hükme yer verilmemesi karşısında, bölüm başkanı ve dekan sıfatlarının aynı kişide birleşmesinin, bölümün işleyişini ve hiyerarşik yapısını bozacağı kuşkusuzdur.

Bu itibarla, davacı Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümünde bir tane aylıklı profesör bulunduğu gerekçesiyle görevinden alınmış ise de, bu profesörün dekan olması ve davacının görevden alınması üzerine bölüm başkanlığının da dekan tarafından yürütülmesi karşısında, bölümde aylıklı profesörün görev yaptığı gerekçesiyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; …İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 11/02/2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.

İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği oyu ile aksi yöndeki karara katılmıyorum.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 15, 2015 11:31 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İCRA,TAŞINMAZIN MÜLKİYETİ TESCİLDEN ÖNCE İHALE İLE KAZANILIR

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2013/4819
KARAR NO: 2013/14075
KARAR TARİHİ.12/04/2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 17.12.2012 tarih ve 2012/21778-38307 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Y.A.P. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafça genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız icra takibinde; şikayetçi ihale alıcısının dört adet taşınmazın kendisine ihale edildiğini, ancak taşınmazlara ihaleden sonra uygulanan hacizler olduğunu ileri sürerek söz konusu hacizlerin kaldırılmasını talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği; şikayetçinin temyizi üzerine mahkemenin ek kararı ile bahse konu kararın İİK’nun 363. maddesine göre kesin nitelikte olduğu gerekçesi ile temyiz talebinin reddedildiği, anılan ek kararında şikayetçi tarafça temyiz edilmesi üzerine Dairemizce, kararın temyizi kabil olmayan bir karar olduğundan bahisle temyiz isteminin reddine ve ek kararın onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Mahkemenin 27.4.2012 tarih ve 2012/333-423 sayılı kararı İİK’nun 363. maddesi gereğince temyizi kabil bir karar olup, işin esasının incelenmesi gerektiğinden, Dairemizin 17.12.2012 tarih ve 2012/21778-38307 sayılı temyiz dilekçesinin reddi ile onamaya ilişkin kararının maddi hataya ilişkin olduğu anlaşılmakla anılan kararın oybirliğiyle kaldırılmasına karar verildi. Mahkemenin 14.06.2012 tarihli ek kararına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine geçildi.

Mahkemenin ilk kararı İİK’nun 363.maddesi gereğince temyizi kabil bir karar olduğundan temyiz isteminin reddine ilişkin 14.6.2012 tarih ve 2012/333-423 sayılı ek kararının oybirliği ile kaldırılmasına karar verildikten sonra şikayetçinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine geçildi:

İİK’nun 134/1. maddesine göre, icra dairesi tarafından taşınmaz kendisine ihale edilen alıcı, o taşınmazın mülkiyetini iktisap etmiş olur. TMK’nun 705. maddesine göre ise taşınmaz mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt şarttır. Ancak aynı maddeye göre, miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde bir taşınmazı iktisap eden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur.

Sözü edilen yasa hükümlerine göre, somut olayda 20.12.2011 tarihinde ihaleden satın alınan taşınmazların mülkiyeti şikayetçiye geçmiştir. Bu durumda ihale tarihinden sonra (yani 24.02.2012 tarihinde) borçlunun borcu için başkasının (ihale alıcısının) malına haciz konulması mümkün değildir.

O halde, mahkemece şikayetin kabulü ile şikayete konu taşınmazlardaki hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/04/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Şub 19, 2015 5:44 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İHALE BEDELİ NEMALARI İLE BİRLİKTE HAK SAHİPLERİNE ÖDENECEĞİ

T.C.
ADALET BAKANLIĞI
Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü

Sayı :B030HİG000000-3-352-2005 …./…./2005
Konu : Bankada hesap açılması

…………………. CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

İlgi : 06/07/2005 tarihli ve 2005/2369 H.M. sayılı yazınız.

İlgi yazınız ekinde Genel Müdürlüğümüze intikal ettirilen ve İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliğinin 92/2. maddesine aykırı bir biçimde izin alınmadan açılan vadeli hesaplarla ilgili olarak tereddüte düşüldüğünden bahisle görüş istemini içeren İstanbul 3. İcra Hukuk Mahkemesine ait 21/06/2005 tarihli ve 2005/238 Muh. sayılı yazı, ekleri ve konu incelenmiştir
Bilindiği üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 134 ncü maddesinin 4 ncü fıkrasında “….. İcra müdürü, ödenen ihale bedeli ile ilgili olarak, ihalenin feshine yönelik şikayet sonucunda verilecek karar kesinleşinceye kadar para bankalarda nemalandırılır. İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir…..” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gözetildiğinde de, İ.İ.K.nun 134/4. maddesi gereğince açılmış vadeli hesaptaki ihale bedeline ilişkin paranın ihalenin feshine yönelik şikayet olması halinde, şikayet sonucunda verilecek kararın kesinleşmesine kadar icra müdürünce tayin ve tesbit edilecek şekilde nemalandırılmasının gerektiği, nemalandırılma işleminin vadeli hesaba yatırma şeklinde tayini halinde ise, İ.İ.K Yönetmeliğinin 92. maddesi uyarınca Bakanlığımızdan izin alınmasına gerek olmadığı, İ.İ.K 134/4 de yazılı şartın gerçekleşmesi durumunda da ihale bedeliyle birlikte nemanın da hak sahibine ödenmesinin gerekeceği,
Bakanlıktan izin alınmadan açılan diğer vadeli hesaptaki paraya gelince, 20/06/2005 tarihli ve 2005/621 Muh. sayılı “İstanbul 3. İcra Mahkemesi Sayın Hakimliğine” ifadeli yazıdaki, bu hesabın, satış parasının dairece sıra cetveli tanziminden sonra nemalandırılması için açıldığına ilişkin ifade gözetildiğinde, hesaptaki paranın sözü edilen durumda nemalandırılacağına ilişkin Kanunda özel bir düzenleme bulunmadığı, icra müdürüne verilen nemalandırma yetkisinin, İ.İ.K.nun 134. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen duruma münhasır olması nedeniyle İcra ve İflas Kanunu Yönetmeliğinin 92. maddesinde yazılı olduğu biçimde hareket edilmesi gerektiği, sözü edilen yasal zorunluluk yerine getirilmeden İ.İ.K ve Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak açılan vadeli hesaptaki bu paranın Bakanlığın 12/05/2005 tarihli ve 13-9871 sayılı ve 18/05/2005 tarihli ve 3-16-10379 sayılı Genelge hükümleri de gözönünde tutulmak suretiyle, ana paranın Bakanlığın öngördüğü Bankaya yatırılmasının, nemayı oluşturan paranın ise kasa fazlası olarak işleme tabi tutularak, ilgililerce açılabilecek bir istirdat davasına konu olabileceği gözönüne alınmak suretiyle zamanaşımına kadar muhafaza edilmesinin, bu süre zarfında iadesine yönelik kesinleşmiş bir ilâm ibraz edilememesi halinde Maliye’ye yatırılmasının uygun olacağı düşünülmekte olup, bilgileri ile keyfiyetin ve bundan böyle İcra ve İflas Kanununun 92. maddesi uyarınca vadeli hesap açılması için Bakanlıktan izin alınmasını gerektiren durumlarda bu yasal zorunluluğa uyulmasında gerekli titizliğin gösterilmesi gereğinin İstanbul 3. İcra Hukuk Mahkemesi aracılığıyla ilgililere duyurulmasını rica ederim.

Genel Müdür

İ . İ . K– MADDE 134
İHALENİN NETİCESİ VE FESHİ:
(Değişik madde: 18/02/1965 – 538/63 md.)

İcra dairesi tarafından taşınmaz kendisine ihale edilen alıcı o taşınmazın mülkiyetini iktisap etmiş olur. (Ek cümle: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) İhale kesinleşinceye kadar taşınmazın ne şekilde muhafaza ve idare edileceği icra dairesi tarafından kararlaştırılır.

(Değişik fıkra: 09/11/1988 – 3494/22 md.) İhalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir. İhalenin feshi talebi üzerine icra mahkemesi talep tarihinden itibaren yirmi gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden kararı verir. Talebin reddine karar verilmesi halinde icra mahkemesi davacıyı feshi istenilen ihale bedelinin yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder. (Ek cümle: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) Ancak işin esasına girilmemesi nedeniyle talebin reddi halinde para cezasına hükmolunamaz.

(Değişik fıkra: 21/02/2007-5582 S.K./4.mad)2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 38/A maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan konut finansmanından kaynaklanan alacaklar ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığının rehinle temin edilmiş alacaklarının takibinde, ikinci fıkrada yer alan oran yüzde yirmi olarak uygulanır.

(Ek fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) İhalenin feshine ilişkin şikayet görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesi veya mahkemeye yapılırsa, icra mahkemesi veya mahkeme evrak üzerinde inceleme yaparak başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verir. Bu kararlar kesindir.

(Ek fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./38. md.) Taşınmazı satın alanlar, ihaleye alacağına mahsuben iştirak etmemiş olmak kaydıyla, ihalenin feshi talep edilmiş olsa bile, satış bedelini derhal veya 130 uncu maddeye göre verilen süre içinde nakden ödemek zorundadırlar. İcra müdürü, ödenen ihale bedeli ile ilgili olarak, ihalenin feshine yönelik şikayet sonucunda verilecek karar kesinleşinceye kadar para bankalarda nemalandırılır. İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir.

İhale kesinleşmedikçe ihale bedeli alacaklılara ödenmez.

Satış ilanı tebliğ edilmemiş veya satılan malın esaslı vasıflarındaki hataya veya ihalede fesada bilahara vakıf olunmuşsa şikayet müddeti ıttıla tarihinden başlar. Şu kadar ki, bu müddet ihaleden itibaren bir seneyi geçemez.

İhalenin feshini şikayet yolu ile talep eden ilgili, vaki yolsuzluk neticesinde kendi menfaatlerinin muhtel olduğunu ispata mecburdur.

Tescil için tapu idaresine yapılacak tebligat, şikayet için muayyen müddetin geçmesinden veya şikayet edilmişse şikayeti neticelendiren kararın kesinleşmesinden sonra yapılır.

(Mülga fıkra: 17/07/2003 – 4949 S.K./103. md.)

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2013/4378
KARAR NO.2013/13197
KARAR TARİHİ. 08.04.2013
MAHKEMESİ : Çatalca İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/11/2012
NUMARASI : 2012/84-2012/105

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı icra müdürlüğüne taşınmazın ihale ile satılmasından sonra üzerinde çok sayıda haciz olması nedeni ile düzenlenen sıra cetvelinin iptali amacı ile 2009 yılında açılan davanın halen neticelenmemesi ve ihale bedelinin de icra müdürlüğünce nemalandırılması nedeni ile ilgili nemanın hak sahibine ödenmesi talebinde bulunmuş, icra müdürlüğünce nemanın kasa fazlası olarak hazineye kalacağı gerekçesi ile reddedilmiştir.

İİK.nun 134.maddesinin 5.fıkrasının son cümlesinde; "İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir" denilerek icra müdürlüğü tarafından elde edilen nemaların hazineye değil hak sahibine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm icra müdürü tarafından hak sahibine ödenmesi gerekirken bankaya yatan tüm paraların nemalarının ödenmesinde uygulanacak kuralı belirlemektedir.

Somut olayda sıra cetveline itiraz davası nedeni ile ihale bedeli hak sahiplerine ödenmeyip icra müdürlüğünce nemalandırılmıştır. Bu nemanın İİK.nun 134.maddesinin 5.fıkrasının son cümlesi hükmüne göre değerlendirilerek hak sahibine ödenmesi gerekir. Nema hazineye ödenemez. O halde mahkemece şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ :Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.04.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Şub 19, 2015 6:00 am