Etiket arşivi: İLKESİ

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • EK SAVUNMA, DAVASIZ YARGILAMA OLMAZ İLKESİ, YARGILAMANIN SINIRLILIĞI

YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2013/274
KARAR: 2014/78

Sanıklar M.. D.. ve U.. L..’in hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCK’nun 142/1-b maddesi uyarınca 2 yıl 9 ay hapis, konut dokunulmazlığının ihlali suçundan aynı kanunun 116/1. maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay hapis, mala zarar verme suçundan ise aynı kanunun 151/1 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Ceyhan 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 06.02.2008 gün ve 377-27 sayılı hükmün, sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 20.12.2012 gün ve 25057-27715 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 21.01.2013 gün ve 158200 sayı ile;

“…İdianamede suçun neden ibaret olduğu daha doğru bir ifade ile yüklenen eylemlerin neler olduğu açıklanmalıdır. Olayın anlatılmaması; eylemin açıklanmaması durumunda mahkeme hangi eylemden dolayı yargılama yapıldığını sanık da hangi suçla yargılandığını bilemez, en azından duraksayabilirler. Esas olan iddianamedeki olayın anlatılışı ve sevk maddeleri, açılan davanın sınırlarını belirler. Bir olayın anlatımında başka olaydan bahsedilmesi o olaydan dava açıldığını da göstermez.

Somut olay incelendiğinde; sanıklar hakkında, müşteki N.. E..’a ait konutundan hırsızlık yaptığı iddiasıyla TCK’nun 142/1-b, 53. maddelerinden kamu davası açılmıştır. Mahkeme duruşma aşamasında 12.12.2007 tarihli celsede mala zarar verme ve konut dokunulmazlığının ihlali fiilinden TCK’nun 116/1 ve 151/1. maddelerinden ek savunma vererek her iki fiilden de mahkumiyet hükmü kurmuştur.

İddianamede sanığın, müştekiye ait konuttan hırsızlık yaptığı belirtilmekte olup, konut ve konuta giriş şekli sanığın hırsızlık fiilini gerçekleştirdiği yer ve biçim olarak anlatılmaktadır. İddianame kapsamı incelendiğinde sanıkların şikayetçiye ait konutuna zarar vererek izinsiz girmek suretiyle konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarına dair herhangi bir vasıflandırma mevcut değildir.
Bu durumda, iddianamede yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklanması gerekirken, konut dokunulmazlığının ihlaline yönelik açılmış bir kamu davasının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu nedenlerle sanıklar hakkında iddianamenin sınırı dışına çıkılarak mala zarar verme ve konut dokunulmazlığının ihlali suçundan ceza tayini edilmek suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 225/1. maddesine aykırı davranılmıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının mala zarar verme ve konut dokunulmazlığının ihlali suçları yönünden kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün bu suçlar yönünden bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 13. Ceza Dairesince 14.02.2013 gün ve 1479-3055 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Sanıkların hırsızlık, konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılmalarına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar hakkında konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından açılmış bir kamu davası olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;

Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca sanıklar hakkında; "Olay tarihinde şüphelilerin 2007/5501 soruşturma sayılı dosyadan hırsızlığa teşebbüs suçundan yakalandıkları, aynı şüphelilerin 05.11.2007 tarihinde şikayetçi Nural’ın kapısını zorlamak suretiyle evine girdikleri ve evden altın set, 2 bilezik, 2 cumhuriyet altını, bir miktar çeyrek altın, 1 adet bileklik, 100 YTL para çaldıkları, şüphelilerin apartmandan çıkarken görgü tanığı A.G., R.. T.. ve Y.. C.. tarafından görüldükleri ve teşhis tutanağı ile şüphelilerin teşhis edildiği, şikayetçi N. olay nedeniyle şikayetçi olduğu, şüphelilerin alınan beyanlarında suçlamaları kabul etmedikleri iş aramak için apartmanlara girip çıktıklarını beyan ettikleri, şüphelilerin üzerine atılı suçu işledikleri" açıklamasına yer verilen iddianame ile kamu davası açılırken, sevk maddelerinin "5237 sayılı TCK’nun 141/1, 142/2-b, 53 ve 58" olarak gösterildiği ve suçun hırsızlık olarak adlandırıldığı, yerel mahkemece ek savunma hakkı verilerek hırsızlık, konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

Ceza muhakemesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyetinin yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 170/1. maddesi uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi istisnai hükümler dışında, kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Belirtilen kanunun 170. maddesinin 4. fıkrasında da; “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.

CMK’nun 225. maddesi uyarınca da; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir”. Bu düzenleme gereğince hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise, ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.

Anılan kanuni düzenlemelere göre, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu iddia olunan eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna açıkça aykırılık oluşturacaktır. Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.

Diğer taraftan CMK’nun 226. maddesinde ise; “Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.

Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.

Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.

Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü getirilmiştir.
Soruşturma aşamasında elde ettiği delillerden ulaştığı sonuca göre iddianameyi hazırlamakla görevli iddia makamı, düzenlenen iddianame ile CMK’nun 225/1. maddesi uyarınca kovuşturma aşamasının sınırlarını belirlemektedir. Bu bakımdan iddianamede, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir tereddüte yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. Böylelikle sanık; iddianameden üzerine atılı suçun ne olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve delillerini sunabilmelidir. CMK’nun 226. maddesindeki düzenlemeyle iddianamede anlatılan eylem değişmemiş olduğunda, kanun koyucu o eylemin hukuki niteliğinde değişiklik olmasını "yargılamanın sınırlılığı" ilkesine aykırı görmemiş, bu gibi hallerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına imkan sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Örneğin, iddianamede hırsızlık olarak nitelendirilen eylemin suç eşyasının kabul edilmesi suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkemece, sanığa ek savunma hakkı da verilmek suretiyle bahse konu suçtan hüküm kurulabilecektir. İddianamede anlatılan ve kapsamı belirlenen olayın dışında bir fail ve fiilin yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve iddianame ile dava açılması halinde gerekli görülürse her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidilebilecektir.
Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 16.04.2013 gün ve 1307-151 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece iddianamede tarif edilen ve cezalandırılması istenen eylemin konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçunu da oluşturduğu değerlendirilerek ek savunma hakkı verilmek suretiyle sanıklar hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuş ise de, hırsızlık suçunu oluşturduğu iddia olunan fiile ilişkin açıklamalar ve anlatım içeren iddianamede konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarını oluşturduğu düşünülen eylemlerin açıkça tarif edilmediği görülmektedir. Yargılamaya konu edilen ve hüküm kurulan konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunmadığından, öncelikle mahkemesince Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun yeniden belirlenmesi gerekirken, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen fiilin dışına çıkılarak, davaya konu edilmeyen eylemden dolayı yargılama yapılıp, hüküm kurulması kanuna aykırıdır.

Bu nedenle, yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına ilişkin Özel Daire kararı konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçları yönüyle isabetsizdir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçları yönünden kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bu suçlar yönünden iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen fiilin dışına çıkılarak, davaya konu edilmeyen eylemlerden dolayı yargılama yapılıp hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 20.12.2012 gün ve 25057-27715 sayılı onama kararının konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarına ilişkin olarak KALDIRILMASINA,
3- Ceyhan 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 06.02.2008 gün ve 377-27 sayılı hükmünün, konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarına ilişkin olarak BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.02.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 22, 2015 8:57 pm


YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E: 2013/6-366 K: 2013/1656 * TALEPLE BAĞLILIK İLKESİ TALEP EDİLMEYEN BİR KONUDA KARAR VERİLEMEYECEĞİ

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

ESAS: 2013/6-366

KARAR: 2013/1656

 

 

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 11.11.2010 gün ve 2005/256 E., 2010/514 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 27.10.2011 gün ve 2011/4956-11717 E., K. sayılı ilamı ile;

 

“…Dava, kira parası ve kiralananda bulunan ve teslim edilmeyen demirbaş eşyalarının bedelinin tahsili ile birlikte hor kullanım tazminatına ilişkindir. Mahkemece kira bedeline yönelik talebin reddine karar verilmiş, demirbaş bedeli ve hor kullanma tazminatı talebi yönünden olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. 

 

1-Dosya kapsamına toplanan delillere, mahkemece delillerin takdir edilerek karar verilmiş olmasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında temyiz itirazları yerinde değildir. 

 

2-Davacının teslim edilmeyen demirbaş bedeli ve hor kullanım tazminatına ilişkin temyiz itirazına gelince; davacı dava dilekçesinde demirbaş eşyalarının bedeli ile birlikte hor kullanım tazminatının tahsilini istediğine göre mahkemece bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş olması doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır…" 

 

gerekçesiyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın bozulması ile dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, kira sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasıdır.

 

Davacı vekili, müvekkili ile davalı şirket arasında düzenlenen 12.06.1998 tarihli sözleşme ile …ili, Merkez ilçesi, …Belediyesi sınırları içinde bulunan İntepe seyir terası orman içi dinlenme yerinin işletme ve saha temizliğinin davalıya verildiğini, davalının 2002 yılı başından sözleşmenin tek taraflı olarak idarece fesih edildiği 20.04.2004 tarihine kadar olan kira parasını ödemediğini, taşınmazın teslim alınmasından sonra bazı demirbaşların eksik olduğunun ve taşınmaza zarar verildiğinin tespit edildiğini, hasarların tamir masrafı olarak 875.000.000.TL, teslim edilmeyen demirbaşlar için 4.678.150.000.TL olmak üzere, toplam 5.553.150.000.TL belirlendiğini, ödenmeyen kira borcunun 46.182.486.000.TL anapara, 8.3.12.848.000 -TL KDV ve 60.353.754.000.TL yasal faiz olmak üzere toplam 114.849.088.000.-TL olduğunu, davalıya ait olup, idare uhdesinde bulunan toplam 17.097.906.000-TL tutarındaki banka teminat mektupları miktarından; hasarlı ve eksik tesislerle demirbaşların toplam değeri olan 5.553.150.000.TL.nin, depozito bedeli olarak 1.762.959,000-TL nin düşülmesi sonucu kalan 9.781.797.000.TL.nin, davalının idareye olan toplam 114.849.088.000-TL tutarındaki kira borcundan, düşülmesi sonucu kalan 105.067.291.000-TL.nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, müvekkilinin davacı idareye ait İntepe orman içi dinlenme tesisini 12.06.1998 başlangıç tarihli sözleşme ile kiraladığını, ancak 15.06.2002 tarihinde yol-varyant çalışması sebebiyle, tesisin önünün kazıldığını, tesise giriş ve çıkışın imkansız hale geldiğini, …Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2004/58 E. sayılı dosyası ile sözleşmenin feshine karar verildiğini, bu nedenlerle Haziran 2002 tarihinden sonra kira paralarının istenilemeyeceğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece, sözleşmenin davacının kusuru ile 15.06.2002 tarihinde sona erdiği, davalının 01.01.2002 tarihinden 15.06.2002 tarihine kadar 7.671,20.TL kira borcu bulunduğu, davacının, elinde davalıya ait 9.781,79.TL lik teminat mektubu olduğundan, davacı vekilince de dilekçede bu teminatın alacağından düşülmesi talebi olduğundan, davanın reddine dair verilen karar; Özel Daire’ce, metni aynen yukarıda yazılı gerekçe ile bozulmuş; mahkemece, davacının dava dilekçesinde hor kullanma tazminatı ve teslim edilmeyen demirbaş eşya bedeline ilişkin bir talebi bulunmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.Direnme kararını davacı vekili temyize getirmektedir.

 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının demirbaş eşya bedeli ve hor kullanım tazminatına yönelik talebinin bulunup bulunmadığı; buradan varılacak sonuca göre, bu talepler hakkında da karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

 

Davacı vekili, dava ve 21.09.2005 tarihli dilekçelerinde, sözleşmenin 19.04.2004 tarihinde iadarece fesih edildiğini, davalının 2002, 2003 ve 2004 yıllarına ait 114.849.088.000-TL kira borcu bulunduğunu, taşınmazın teslim alınmasından sonra yaptıkları tespit sonucunda tamirat masrafı olarak 875.000.000.TL, teslim edilmeyen demirbaşlar için 4.678.150.000.TL olmak üzere toplam 5.553.150.000.TL kayıp değer tespit edildiğini, idarenin elinde davalıya ait, 17.097.906.000-TL banka teminat mektubu bulunduğunu, hasarlı ve eksik tesislerle demirbaşların toplam değeri olan 5.553.150.000.TL.nin, depozito bedeli olan 1.762.959,000-TL.nin, davalıya ait teminattan düşüldüğünü, geriye 9.781.797.000.TL teminat bedeli kaldığını, bununda davalının 114.849.088.000-TL kira borcundan düşülmesi sonucu kalan 105.067.291.000-TL.nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

 

6100 sayılı HMK.nın, “Taleple bağlılık ilkesi” başlıklı 74.maddesinde (1086 sayılı HUMK.nun 74.maddesi), “Hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez.” denilmiştir.

 

Dava dilekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere, davacının hor kullanma tazminatına ve eksik teslim edilen demirbaş eşya bedeline ilişkin bir talebi ve davası bulunmamaktadır. Bu konuda muarazanın bulunmadığı ve bu bedelleri davacının, davalıya ait teminattan tahsil ettiği de dava dilekçesi ve tarafların yargılama aşamalarındaki beyanlardan anlaşılmaktadır. 

 

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bazı üyeler tarafından, davacı dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğundan hor kullanım tazminatı ve demirbaş eşya bedelini de talep ettiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenle kabul edilmemiştir.

 

Bu durumda, mahkemece hor kullanma tazminatı ve teslim edilmeyen demirbaş eşya bedeline ilişkin hüküm kurulmamış olması usul ve yasaya uygundur. 

 

Açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekir. 

 

S O N U Ç : Açıklanan gerekçeyle; davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesi uyarınca 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.12.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

CEZA KANUNUNUN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA İLKESİ / KAMU DAVASIYLA ALAKALI HÜKMÜN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN GEÇİRİLMESİ SEBEBİYLE KURULAMAMASI / YARGILAMA YASALARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASINDA GENEL İLKENİN DERHAL UYGULAMA İLKESİ OLMASI

T.C.

YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2006/9-44
K: 2006/54
T: 21.03.2006
CEZA KANUNUNUN ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMA İLKESİ
KAMU DAVASIYLA ALAKALI HÜKMÜN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN GEÇİRİLMESİ SEBEBİYLE KURULAMAMASI
YARGILAMA YASALARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASINDA GENEL İLKENİN DERHAL UYGULAMA İLKESİ OLMASI
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 237]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 238]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 102]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 310]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 366]
Şikayetçi-Sanık E…. Oğul hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle TCK’nun 102/6. maddesi uyarınca ortadan kaldırılmasına,
Sanık Y…….. Aydın’ın ise beraetine ilişkin, Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince verilen, 19.10.2004 gün ve 417/412 sayılı hüküm, şikayetçi tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 30.01.2006 gün ve 6947-244 sayı ile;
“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nun 237 ve 238. maddeleri karşısında katılma talebiyle ilgili olarak hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,”isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığınca 24.02.2006 gün ve 19095 sayı ile;
“Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2004 tarihinde sanığın beraatine karar verilmiş, yargılama aşamasında duruşmalara katılan müşteki sanık Ertuğrul Oğul vekili katılma talebinde bulunmadığı için şikayetçinin davaya katılmasına ilişkin olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiştir.
Yargılama sırasında yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesinde katılma usulü düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrasında “Müdahale, merciine verilecek bir dilekçe veya tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla olur. Bu tutanak reis veya hakime tasdik ettirilir.” hükmü getirilmiştir.
Müşteki sanık veya vekilinin, yargılama aşamasında katılma talebiyle dilekçe ile başvuruda bulunduğuna veya zabıt katibine tutanak düzenlettirdiğine ilişin dosyada hiçbir belgeye rastlanmadığı gibi soruşturmanın genişletilmesi talebine ilişkin dilekçeye de rastlanmadığı, dolayısıyla usulüne uygun olarak katılma talebinde bulunmadığından, yerel mahkemenin bu konuda karar vermemesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.
Ancak; yüze karşı verilen sanık Yakup Aydın’ın beraatine ilişkin 19.10.2004 tarihli Fatsa Asliye Ceza Mahkemesinin kararına karşı müşteki sanık 25.10.2004 tarihli dilekçe ile temyiz yoluna başvurmuş ve temyiz incelemesi sırasında da 01.06.2005 tarihinde 5271 sayılı 238. maddelerindeki yeni düzenlemeler yürürlüğe girmiştir.
Çözümlenmesi gereken sorun katılma ile ilgili olarak 1412 sayılı CMUK’nun mu yoksa hükümden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun hükümlerinin mi uygulanacağı noktasındadır.
Sorun, yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanması ile ilgilidir.
Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında genel ilke derhal uygulama, hemen uygulama ilkesidir. Bunun istisnası yasada aksi uygulamanın belirtilmiş olması halidir. Derhal uygulama ilkesi uyarınca, usul işlemleri, yapılacağı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tabidir. Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler de sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir. Yürürlüğe giren yeni yasa yargılaması devam eden davalarda hemen uygulanacaktır. Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.09.2003 tarih 2003/1-226 Esas, 2003/229 karar ve 24.5.2005 tarih, 2005/7-24 Esas, 2005/56 karar sayılı kararları da aynı doğrultudadır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi de 18.10.2005 tarih 2005/6145-10032 sayılı kararında da “Sanık hakkında açılan kamu davasına karar tarihinde uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesi uyarınca usulüne uygun şekilde katılma isteminde bulunup bu sıfatı kazanmayan şikayetçinin temyize yetkisi bulunmadığı, cihetle, vaki temyiz isteminin reddine…” karar verilmiştir.
Somut olayda, karar 19.10.2004 tarihinde verilmiş olup, temyiz tarihinde sanık ve C.Savcılarınca temyiz edilmediğinden hükmün kesinleştiğinin kabulü gerekir. Zira şikayetçi yargılama aşamasında yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nun 366. maddesi hükümleri doğrultusunda katılma talebinde bulunmadığından hükmü temyize yetkisi yoktur. Aksini kabul etmek sanık açısından kazanılmış hak kuralının da ihlali anlamına gelecektir.” gerekçeleriyle itiraz yasayoluna başvurularak, Özel Daire bozma kararının kaldırılıp, şikayetçinin temyiz isteminin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Sanığın tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya neden olmak suçundan beraatine karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, şikayetçinin hükmü temyiz etmesine yasal olanak bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasası 310 uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesinin 3. fıkrasındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ve uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. İstek koşulunun ise bu konuda hak ve yetkisi olan kişilerce yerine getirilebileceği yasa gereğidir. CMUK’nun halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrasında bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin olanlar dışında kalan hükümlerde, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay’ca incelenmesi olanaksızdır.
Öte yandan, gerek öğretide gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda, yeni yürürlüğe giren yargılama kurallarına ilişkin değişikliklerin, yapılacak yargılama işlemlerinde derhal uygulanması ilkesi benimsenmiştir. Bu ilke usule ilişkin yeni Yasanın eskisinden daha yeterli ve daha yararlı olduğu ön kabulüne ve ülkede aynı anda birden çok yargılama yasasının geçerli olmaması ilkesine, yasaların yürürlükte kalış süreleri içerisinde, düzenledikleri alanlarda uygulanacağı görüşüne dayanmaktadır. Açıklanan ilkenin istisnası da ancak yeni yürürlüğe konulan yasada geçici maddelerle yapılan düzenlemeler ile ayrık tutulan hallerde ortaya çıkmaktadır.
Derhal uygulanırlık ilkesinin doğal sonucu olarak, usul işlemleri, yapıldığı sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tâbi olacak ve ceza yargılaması sırasında, yasada değişiklik olduğunda yeni yasa hemen uygulanacak, ancak, bu durum, önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, o yasaya uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmeyecektir.
Bu ilkenin sonucu olarak;
1- Usul işlemleri mutlaka yürürlükteki yasaya göre yapılacaktır.
2-Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
3- Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemleri yeni yasaya tâbi olacaktır.
4- Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Açıklanan bu ilke doğrultusunda, kamu davasına katılma konusundaki yasal düzenlemeler incelendiğinde;
1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesi gereğince, suçtan zarar gören herkesin davaya katılması olanaklıdır. Davaya katılma hakkı olan kişiler bu haklarını aynı Yasanın 366. maddesi uyarınca, ya yazılı olarak dilekçeyle ya da tutanak tutulmak üzere zabıt katibine yapılacak bir beyanla kullanabileceklerdir.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 237. maddesinde ise suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların davaya katılabilecekleri kabul edilmiş, ancak yasa yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Anılan Yasanın 238. maddesi uyarınca;davaya katılma hakkının kullanılması için dilekçe ile başvurma yönteminin yanı sıra, sözlü olarak yapılan istemin duruşma tutanağına geçirilmesi de yeterli görülmüş, hatta şikayetçi olduğunu bildiren kişiye mahkemelerce, davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulması hususunda zorunluluk getirilmiştir.
Açıklanan yasal düzenlemeler nazara alındığında, 01 Haziran 2005 tarihinden önce sonuçlandırılan yargılamalarda kamu davasına katılma konusunda 1412 sayılı CMUK’nun 365 ve devam eden maddelerine uygun olarak işlem yapılmış olması yeterlidir. Bu süreçte anılan yasal düzenlemeye uygun olarak son soruşturma (kovuşturma) aşamasında katılan sıfatını almayan bir kimsenin, olağan yasa yollarından olan temyiz davasında kamu davasına katılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. 5271 sayılı CMK’nun yürürlüğe girmiş olması, daha önce yürürlükte olan yargılama yasasına uygun olarak sonuçlandırılan davalarda, yakınana yeni bir hak bahşetmeyecektir.
Ancak, 5271 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, yöntemine uygun bir temyiz başvurusu üzerine hükmün bir başka hukuka aykırılık saptanarak bozulması ile kovuşturma aşamasının kanun yollarından önceki evresine dönüleceğinden, yeniden yapılacak yargılamanın da artık yürürlükte olan 5271 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılması gerektiği gözetilmelidir. Bu nedenle, diğer yargılama kurallarının yanında 238. madde uyarınca yakınana, kamu davasına katılma hakkının bulunduğunun hatırlatılmasının gerektiği de açıktır. Fakat, bu durumda da koşulları varsa sanığın kazanılmış hakkının dikkate alınması yasal bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
05.09.2002 tarihinde E… Oğul’un 3 gün iş ve güçten kalması ile sonuçlanan yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazasında, E…. Oğul ve Y…. Aydın’ın kollukta aynı gün alınan beyanlarında birbirlerinden şikayetçi oldukları ve yapılan ön ödeme önerisine uymadıkları, 26.11.2002 tarihinde yapılan sorgularında da her iki sanığın şikayetlerini sürdürdükleri, 03.07.2003 tarihli oturuma Avukat A…. Orhan’ın E….. vekili olarak duruşmaya katıldığı, 22.10.2003 tarihinde Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince yapılan keşifte, E… Oğul vekilinin de hazır olduğu, duruşmada tanık dinletme ve soruşturmanın genişletilmesi yönünde talepte bulunulmuş ise de, katılma istemi anlamına gelebilecek herhangi bir dilekçe sunulmamıştır. Fatsa Asliye Ceza Mahkemesince 19.10.2004 gün ve 417/412 sayı ile;
Şikayetçi-Sanık E…. Oğul hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle TCK’nun 102/6. maddesi uyarınca ortadan kaldırılmasına,
Sanık Y… Aydın’ın ise olayda kusursuz olması nedeniyle atılı suçtan beraetine karar verilmesi üzerine, sanık Y…. Aydın hakkındaki hüküm, Şikayetçi-Sanık E….. Oğul tarafından 25.10.2004 tarihinde temyiz edilmiştir, Yargılamanın sürdürülüp, sonlandırıldığı süreçte yürürlükte bulunan yasaya göre davaya katılma isteminde bulunmayan yakınanın, yürürlükteki yasaya uygun olarak verilen hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunmadığı açıktır.
O halde Özel Dairece, 5320 sayılı Ceza Yargılama Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca, hükmü temyiz etme hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, hükmün bozulmasına karar verilmesi yasaya aykırıdır. Zira, verilen hüküm kendiliğinden temyize tabi olmadığı gibi, başvuru tarihinde yürürlükte bulunan yargılama kurallarına göre, temyiz davası açmaya yetkili bir kişi tarafından yöntemince açılmış bir temyiz davası da bulunmamaktadır
Bu itibarla, işlem tarihinde hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçinin temyiz inceleme istemi üzerine verilen ve adı geçeni temyiz davası açmaya hak sahibi sayan Özel Daire bozma hükmü bu yönüyle isabetsiz olup, Yargıtay C.Başsavcılığının usul ve yasaya uygun itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, ancak CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak şikayetçinin temyiz inceleme isteminin aynı Yasanın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 30.01.2006 gün ve 6947-244 sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA,
3- Hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmayan şikayetçi Ertuğrul Oğul’un temyiz inceleme isteminin CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
4-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.03.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

GEÇİT HAKKI / ÖZVERİNİN DENKLEŞTİRİLMESİ İLKESİ

T.C.
YARGITAY
Ondördüncü Hukuk Dairesi
E: 2006/6326
K: 2006/7392
T: 26.6.2006
GEÇİT HAKKI
ÖZVERİNİN DENKLEŞTİRİLMESİ İLKESİ

4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 747]

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 15.9.2004 gününde dilekçe ile geçit hakkı tesisi istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.12.2005 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
Dava, Türk Medeni Kanunun 747. maddesine dayanılarak açılmış geçici hakkı kurulması istemine ilişkindir.
Mahkemece dava kabul edilmiş, hükmü davalı Hazine temyiz etmiştir.
1- Yapılan yargılamaya toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre davalının diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- Mahkemece uygun geçit yeri saptanırken öncelikle taraf yararlarının gözetilmesi gerekir. Zira, geçit hakkı taşınmaz mülkiyetini sınırlayan bir irtifak hakkı olmakla birlikle, özünü komşuluk hukukundan alır. Bunun doğal sonucu olarak yol saptanırken komşuluk hukuku ilkeleri gözetilmelidir. Geçit gereksiniminin nedeni, taşınmazın, niteliği ile bu gereksinimin nasıl ve hangi araçlarla karşılanacağı davacının sübjektif arzularına göre değil objektif esaslara uygun belirlenmeli, taşınmaz mülkiyetinin sınırlandırılması konusunda genel bir ilke olan fedakarlığın denkleştirilmesi prensibi dikkatten kaçırılmamalıdır.
Az yukarıda sözü edildiği üzere geçit ihtiyacının davacının sübjektlf arzusuna göre değil fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi uyarınca karşılaştırılması gerekir. Somut olayda: geçit Hazineye ait 10082 parsel üzerinden istenmiş, mahkemece de geçit bu parsel üzerinde kurulmuştur. Oysa fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi geçidin 10082 parsel ile dava dışı8577 parsellerin ortak sınırından kurulmasını gerektirir. O yüzden mahkemece davacıya 8577 parsel maliki aleyhine de dava açmak üzere olanak sağlanmalı açılan davalar birleştirilmeli davacının geçit ihtiyacı 10082 ve 8577 parsellerin ortak sınırından karşılanmalıdır. Değinilen durumun değerlendirilmemesi bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün REDDİNE, 2. bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZLUMASINA, 26.06.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT / TAZMİNATIN BÖLÜNMEZLİĞİ İLKESİ

T.C.
YARGITAY
Dördüncü Hukuk Dairesi
E: 2006/4250
K: 2006/7298
T: 15.6.2006
MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT
TAZMİNATIN BÖLÜNMEZLİĞİ İLKESİ
2330 SAYILI GEREĞİNCE YAPILAN ÖDEMELER
2330 s. NAKDİ TAZMİNAT VE AYLIK BAĞLANMASI HAKKINDA KANUN [Madde 6]
Davacı M. G. vekili Avukat S. A. tarafından, davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine 9.2.2004 gününde verilen dilekçe ile yaralamalı trafik kazasından doğan maddi ve manevi tazminat dava ve ıslah dilekçesi ile istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; maddi tazminat isteminin aynen, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne dair verilen 29.11.2005 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı ve davalı vekilleri taraflarından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince; dava, trafik kazası sonucu davacının yaralanması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davacının maddi tazminat isteminin aynen, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir, karar taraflarca temyiz edilmiştir.
Davaya konu trafik kazası, geçici köy korucusu olan davacının askeri aracın içinde görev bölgesine giderken mucura kapılarak devrilmesi sonucu meydana gelmiştir. Olayda davacı % 60 oranında malul kalacak şekilde yaralanmıştır. Davacı, dava dilekçesi ile i milyar lira işgücü kaybı ile 5 milyar lira manevi tazminat istemiştir. 13.07.2005 tarihli bilirkişi raporu ile davacının 54.299.641.669 TL geçici iş göremezlik zararı olduğu belirlenmiş ve davacıya İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonu tarafından ödenen 10.327.450.000 TL mahsup edilerek 73.972.391.669 TL maddi zararına göre dava dilekçesi bu miktar üzerinden ıslah edilmiştir. Mahkemece, 73.972 YTL maddi, 2.000 YTL manevi tazminata hükmedilmiştir.
Davacıya 2330 sayılı Yasa gereğince 28.06.2002 tarihli kararla 10.327.450.000 TL nakdi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. 2330 sayılı Yasa’nın 6. maddesinde bu yasa uyarınca ödenen nakdi tazminatın zarar görenin maddi, manevi zararına karşı ödendiği açıklandığına göre davacıya ödenen bu bedelin içinde manevi tazminat da bulunmaktadır. Manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi gereğince davacıya ayrıca manevi tazminat verilmesi doğru değildir. Mahkemece yapılacak iş, maddi ve manevi tazminat miktarları belirlenerek davacıya ödenen nakdi tazminat miktarından düşüldükten sonra kalan miktar kadar davacı yararına maddi tazminata hükmedilmesinden ibarettir. Açıklanan nedenle davacının manevi zararı nakdi tazminat ile karşılanmış olmasına rağmen ayrıca yeniden manevi tazminata hükmedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2 ) nolu bentte açıklanan davalı yararına BOZULMASINA, davalının diğer temyiz itirazlarının ilk bentte açıklanan nedenle reddine, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına 15.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.