Etiket arşivi: İNKAR

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • TRAFİK KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ, İCRAYA İTİRAZ, İCRA İNKAR TAZMİNATI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/488
KARAR: 2014/48

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına, şartları oluşmadığından her iki tarafın da icra inkâr tazminatı taleplerinin reddine, dair verilen 08.12.2010 gün ve 2010/240 E., 2010/433 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.06.2012 gün ve 2011/4096 E., 2012/7990 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacılar vekili, müvekkillerinin murisinin 09.03.2006 tarihinde gerçekleşen kazada ölmesi üzerine davalı şirkete tazminat ödemesi hususunda başvurduklarını ancak hazırlanan aktüer raporu doğrultusunda paranın müvekkillerine ödenmediğini, bunun üzerine … 15. İcra Müdürlüğü’nün 2010/6533 Esas sayılı takip dosyasıyla davalı aleyhine 05.05.2010 tarihinde 15.000 TL asıl alacak üzerinden ilamsız takip başlattıklarını, bu takibe davalı şirketçe haksız olarak itiraz edildiğini, takibin durduğunu belirterek davalının itirazının iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacıların 04.05.2010 tarihinde müvekkili şirketi ibra ettiğini ve aynı gün paranın havuz hesabına havale edildiğini, davalının kötü niyetli olarak dava açtığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına, şartları oluşmadığından her iki tarafın da icra inkâr tazminatı taleplerinin reddine, davalı tarafça davanın açılmasına sebep olunduğundan, yargılama giderlerinin davalı tarafa yüklenmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava trafik kazasından kaynaklanan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, alacağın likit olmadığı gerekçesiyle davacı tarafın icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir. Davacılar, destekten yoksun kalma tazminatı talebiyle davalı sigorta şirketine başvuruda bulunmuşlar, taraflar akrüerya uzmanından alınan raporda belirlenen 16.131 TL’nin davacılara ödenmesi hususunda anlaşmışlar ve 04.05.2010 tarihli ibraname ve mutabakatnameyi tanzim etmişlerdir. Bu belgeyle aynı gün ödeme tarihi olarak da belirlenmiştir. İşbu dava ise 25.05.2010 tarihinde ikame edilmiştir. Davalı tarafça ibranamede belirlenen miktar olan 16.131 TL, 16.06.2010 tarihinde davacılara ödenmiştir. Davalı taraf hiçbir aşamada, davacı yanca talep edilen alacağın belirli olmadığı iddiasında bulunmamış, tüm aşamalarda paranın havuz hesabında bulunması dolayısıyla davacı tarafa ödemenin yapılamadığı iddiasında bulunmuştur. Buna göre, davalı tarafça davadan sonra ödenen alacağın, taraflar arasında ibranamenin imzalandığı 04.05.2010 tarihinde likit hale geldiğinin kabulü gerekir. Hal böyle olunca, mahkemece likit olan alacağın %40’ından az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hatalı gerekçeyle davacı tarafın icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş olması isabetli değildir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; ölümlü trafik kazası sonucu ödenmeyen destek tazminatının tahsili amacıyla başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacılar vekili, müvekkillerinin oğlunun 09.03.2006 tarihinde gerçekleşen kazada ölmesi üzerine davalı şirkete tazminat ödemesi hususunda başvurduklarını, ancak hazırlanan aktüer raporunda belirtilen paranın müvekkillerine ödenmediğini, bunun üzerine Ankara 15. İcra Müdürlüğü’nün 2010/6533 esas sayılı takip dosyasıyla davalı aleyhine 05.05.2010 tarihinde 15.000 TL asıl alacak üzerinden ilamsız takip başlattıklarını, bu takibe davalı şirketçe haksız olarak itiraz edildiğini, takibin durduğunu belirterek davalının itirazının iptali ile icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacıların 04.05.2010 tarihinde müvekkili şirketi ibra ettiğini ve aynı gün paranın havuz hesabına havale edildiğini, davalının kötü niyetli olarak dava açtığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına, şartları oluşmadığından her iki tarafın da icra inkâr tazminatı taleplerinin reddine, davalı tarafça davanın açılmasına sebep olunduğundan, yargılama giderlerinin davalı tarafa yüklenmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; haksız fiilden kaynaklanıp takip konusu yapılan ve borçlunun itiraz ettiği alacağın, taraflar arasında imzalanan ibraname tarihinde likit hale gelip gelmediği, buradan varılacak sonuca göre de, alacağın %40’ından az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere, özellikle davalı tarafça davadan sonra ödenen alacağın miktarının, taraflar arasında 04.05.2010 tarihinde düzenlenen mutabakatnamede alacağın belirlendiği ve bu belgenin imzalandığı tarih itibariyle, alacağın likit hale geldiği anlaşıldığına göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/1.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Şub 25, 2015 10:36 pm


YHGK, İcra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için alacağın likit olması gerekir

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/19-599 esas ve 2013/145 karar sayılı 23.01.2013 tarihli kararı

 

(….Davacı vekili, müvekkilinin davalıdan aldığı ürünleri üçüncü bir firmaya satmak istediğinde ayıplı olması nedeniyle satamadığını, alacağın tahsili için yapılan icra takibinin davalının haksız itirazı nedeniyle durduğunu ve fatura bedelinin takipten sonra ödendiğini ileri sürerek ödemenin borcun fer’ilerine mahsup edilmek suretiyle 3.000.000.- TL. yönünden itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davalının iade aldığı ürün bedeli olan asıl alacağı takip sırasında ödediği malları iade alma yükümlülüğü bulunmayan davalının bu bedelin fer’ilerine katlanmak zorunda olmadğı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 2008/524 esas-2008/9808 karar sayılı 20.10.2008 tarihli ilamıyla davacı alacaklının alacağın fer’ilerini de talep edebileceği gözetilmeden hüküm kurulduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkemece bozma ilamına uyularak benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüyle itirazın kısmen iptaline, takibin 5616,28 TL. fer’i alacak üzerinden devamına, davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 2009/11469 esas, 2010/920 karar Sayılı 03.02.2010 tarihli ilamıyla davacının itirazın iptaline konu yaptığı tutar 3000 TL.iken talep aşılarak 5616,28 TL. üzerinden takibin devamına karar verilmesinin HUMK’un 74.maddesine aykırılık oluşturduğu gerekçe gösterilerek hükmün davalı yararına bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bu bozma ilamına da uyularak yargılamaya devam edilmiş, davacı vekilinin ıslah talebinde bulunması üzerine itirazın iptali davalarında icra yoluyla istenilen bir alacağın daha sonra ıslah talebi ile arttırılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davacı talebiyle bağlı kalınarak davanın kabulüne, davalının itirazının kısmen iptaliyle takibin 3.000.00 TL. üzerinden devamına, fazlaya dair ıslah taleplerinin ve şartları oluşmadığından icra inkar tazminatı itirazının ayrı ayrı reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1 – Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı doğrultusunda inceleme yapılıp hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, bozmanın kapsamı dışında kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenemeyeceğine ve özellikle bozma ilamına uyulduktan sonra usuli müktesep hak oluştuğundan ıslahın mümkün bulunmamasına göre davalı vekilinin tüm ve davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan öteki temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2 – Davaya konu alacak alım-satım ilişkisine dayalı olup likit (muayyen, belirlenebilir) olduğu gözetilmeden yanılgılı gerekçeyle davacı vekilinin icra inkar tazminatı isteminin reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir…)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Taraf vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, itirazın iptali davası açılmadan önce asıl alacak miktarını haricen ödeyen borçlunun alacağın ferileri yönünden itirazın iptalinin istenmesinde yasal engel bulunmadığı ancak alacak likit olmadığı için icra inkar tazminatına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve icra inkar tazminatı isteminin reddine karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize taraf vekilleri getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; icra takibine konu alacağın likit olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı lehine %40’dan az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için icra inkar tazminatına ve onun koşullarından biri durumundaki “alacağın likitliği” kavramına ilişkin olarak, genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.

2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 67.maddesi uyarınca itirazın iptali davası, alacaklının, icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66.maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçladığı bir eda davası olup, itirazın tebliğinden itibaren bir yıllık süresinde açılan davada borçlunun itirazında haksızlığının belirlenmesi ve alacağın likit olması halinde, istem varsa borçlu aleyhine icra inkar tazminatına da hükmedilebilir.

Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu’nun kararlılık kazanmış uygulamasına göre; itirazın iptali davalarında İİK’in 67/2.maddesi çerçevesinde alacaklı yararına icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için, usulüne uygun şekilde yapılmış bir icra takibinin bulunması, borçlunun süresi içerisinde ödeme emrine itiraz etmesi, alacaklının bir yıl içinde itirazın iptali davasını açması ve davasında haklı çıkarak inkar tazminatı talep etmiş olması gereklidir. Burada, borçlu itirazının kötü niyetle yapılmış olması ve alacağın bir belgeye bağlanmış bulunması koşulları aranmaz.

Bu yasal koşullar yanında, takibe konu alacağın likit olması da zorunludur.

Her uyuşmazlığın kendine özgü somut özelliklerine göre değişmekle birlikte, bir uyuşmazlıkta alacağın likit olup olmadığı belirlenirken, alacak ve onun borçlusu birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Gerek borç ve gerekse borçlu bakımından, bu koşullar mevcut ise, ortada likit bir alacak bulunduğu kabul edilmelidir.

Açıklanan bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davaya konu icra takibinin davalı/borçlu tarafından kabul edilen “iade faturasına” dayalı olarak yapıldığı ve icra takibinde tahsili istenilen asıl alacak tutarının fatura ile uyumlu olduğu çekişmesizdir.

İcra takibine konu asıl alacak miktarının belirli olması ve bu alacağa bağlı ferilerinin de taraflarca hesaplanabilir olması nedeniyle alacağın “likit” olduğunun kabulü gereklidir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ :Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 23.01.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

kaynak : kanunum.com

Basından Hukuk Haberleri • İNKAR ETTİĞİ HIRSIZLIĞI,MAHKEMEDE DELİLLERİ GÖRÜNCE İTİRAF

Emniyet’te İnkar Ettiği Hırsızlığı Mahkemede İtiraf Etti Cezadan Kurtulamadı

Gece girdiği evden VCD cihazını çalan ve evde tespit edilen parmak izi sayesinde yakalanan şüpheli, emniyette suçunu inkar etti. Savcılık iddianamesi sonrası hakim karşısına çıkan sanık, suçunu itiraf ederek, cezasının indirilmesini istedi.
Sanığın itirafını samimi bulmayan mahkeme, hırsızlıktan, uyuşturucu madde kullanmaya kadar 27 ayrı suçtan mahkumiyet kararı bulunan sanığa 2 yıl hapis cezası verdi. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, Türk Ceza Kanununu’nun (TCK) 62. maddesi kapsamında sanığın cezasında indirime gidilmesi gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozdu. Dosyada son sözü söyleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu, yerel mahkemenin kararını yerinde buldu.

Gaziantep’te 2005’te meydana gelen olayda, adli sicil kaydında, “hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığının ihlali, kasten yaralama, görevli memura direnme, kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurma ve 6136 Sayılı Ateşli Silahlar Kanunu’na muhalefet" suçlarından 27 ayrı mahkûmiyet kararı bulunan genç, gece saatlerinde girdiği evden VCD cihazını çaldı. Gaziantep Emniyet Müdürlüğü ekipleri, olay yerinde alınan parmak izlerinden sabıkalı hırsızlık şüphelisi yakalandı. Emniyette suçunu inkar eden şüpehli, Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadesinde de suçlamaları kabul etmedi. Savcılık iddianamesinin tamamlanmasıyla Gaziantep 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, ‘Kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınan eşya hakkında hırsızlık’ suçundan dava açıldı. Mahkeme, ‘Suçlamayı kabul ediyorum, evin kapısı açıktı, içeriden bir VCD alarak çıktım. VCD’yi ne yaptığımı hatırlamıyorum’ diyerek suçunu itiraf eden sanığın kişiliğini dikkate alıp, pişmanlığı bulunmadığı gerekçesiyle sanığın 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezada indirimi kapsayan TCK 62. maddesinin uygulanmamasına hükmetti. Sanık avukatının kararı temyiz etmesi üzerine dava dosyasını inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 7 Kasım 2012’de verdiği kararla, sanığın 26 Ocak 2006 tarihli celsede suçunu ikrar ettiğini, sanık savunmanın son oturumda lehe olan yasa hükümlerinin uygulanması isteğinin bulunduğuna dikkat çekerek, yerel mahkeme kararını bozdu.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 2 Ocak 2013’te özel dairenin kararına itiraz etti. Başsavcılık, sanığın kolluk ile Cumhuriyet Savcılığı’ndaki ifadelerinde suçlamayı reddetmesine rağmen, mahkeme aşamasında suçlamayı kabul ettiğine ve sanığın dosya içeriği itibarıyla işlediği suçtan pişmanlığını içeren bir beyanı da bulunmadığına dikkat çekti. Başsavcılığın itirazını kabul eden Yargıtay Ceza genel Kurulu, davayla ilgili son sözü söyledi.

MAHKEMENİN İNDİRİM YAPMAMASI YASAYA UYGUNDUR ÇÜNKÜ SANIK DELİLLERİ GÖRÜNCE SUÇUNU İTİRAF ETMİŞ

Sanığın adli sicil kaydında hırsızlık, mala zarar verme, konut dokunulmazlığının ihlali, kasten yaralama, görevli memura direnme, kullanma amacıyla uyuşturucu madde bulundurma ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından 27 ayrı mahkûmiyet hükmünün bulunduğuna dikkat çekilen Genel Kurul kararında, şu ifadelere yer verildi: "Parmak izinin tespit edilmesi sonucunda suç konusu eylemi nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan ve adli sicil kaydında hırsızlık suçu da dahil olmak üzere pek çok suçtan sabıkası bulunan sanığın, önceki ifadelerinde suçlamayı kabul etmeyip kovuşturma aşamasında aleyhindeki deliller nedeniyle suçu işlediğini beyan etmesi samimi ikrar olarak kabul edilemez. Yerel mahkeme iradesinin sanık hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmamasına yönelik bulunduğu ve bu tercihin dosya kapsamı ile de uyumlu olduğu anlaşıldığından, hırsızlık suçundan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmaması ile bu konuda gösterilen gerekçe arasında çelişki bulunduğu söylenemeyecektir. Bu nedenle, sanık hakkında takdiri indirim nedenlerinin uygulanmamasına yönelik yerel mahkeme hükmü usul ve kanuna uygun olup, hükmün bozulmasına ilişkin özel daire kararında isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, özel daire bozma kararının kaldırılmasına, usul ve kanuna uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiştir."

TCK 62. MADDE NE DİYOR?

Öte yandan çoğunluk görüşüne katılmayan altı genel kurul üyesi; "Sanık hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmaması ile bu konuda gösterilen gerekçe arasında çelişki bulunduğundan, itirazın reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullandı. TCK’nın 62. maddesi ise şöyle, "Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir."

Kaynak:CİHAN Haber.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 01 Şub 2015, 11:32


YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E: 2010/12-683 K: 2011/45 *MENFİ TESPİT DAVASI İCRA İNKAR TAZMİNATININ TAKİBE KONULMASINI ENGELLEMEZ

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO : 2010/12-683

KARAR NO : 2011/45 

KARAR TARİHİ: 09.02.2011

Taraflar arasındaki “takibin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 9. İcra Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.10.2008 gün ve 2008/1962 E., 2008/1729 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 13.04.2009 gün ve 2008/27952 E., 2009/7830 K. sayılı ilamı ile; 

 

("…İİK.nun 68/son maddesinde, "İtirazın kaldırılması talebinin esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde borçlu, takibin aynı nedenlerle reddi halinde ise alacaklı diğer tarafın talebi üzerine %40'dan aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilir. Borçlu menfi tespit ve istirdat davası açarsa yahut alacaklı genel mahkemede dava açarsa, hüküm olunan tazminatın tahsili dava sonuna kadar tehir olunur" yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Şikayetçi alacaklının, borçlunun itirazının kaldırılmasına yönelik isteminin icra mahkemesince red edilmesi üzerine genel mahkemede alacak davası açtığına dair bir belgeye dosyada rastlanılmamıştır.  Borçlunun açmış bulunduğu menfi tespit davası daha önce icra mahkemesince alacaklı aleyhine verilen icra inkar tazminatının borçlu tarafından takibe konulmasını engellemez.  Açıklanan nedenle, mahkemece, İstanbul 9.İcra Müdürlüğü'nün 2008/17938 sayılı dosyasının borçlusu olan şikayetçinin (Şişli 5.İcra Müdürlüğü'nün 2007/11955 sayılı dosyada alacaklı bulunan) isteminin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi isabetsizdir…") 

 

gerekçesiyle oybirliği ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, icra takibinin iptali istemine ilişkindir.

 

Davacı borçlu vekili, davalının Şişli 4. İcra Hukuk Mahkemesinin 03.07.2008 tarih ve 2008/362 E., 2008/657 K. sayılı ilamına dayanarak İstanbul 9. İcra Müdürlüğü’nün 2008/17938 E sayılı dosyasından davacı hakkında icra takibi başlattığını ve müvekkiline icra emri gönderdiğini, müvekkilinin borcu bulunmadığını belirterek, takibin iptaline; İİK 169/a-6. fıkra gereğince davalı aleyhine tazminata karar verilmesini istemiştir.

 

Davalı alacaklı vekili, davacı tarafından müvekkili aleyhine Şişli 2. İcra Müdürlüğü'nün 2008/7234 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, borca itiraz üzerine takibin durduğunu, davacı tarafından Şişli 4. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2007/812 E. sayılı dosyasında, itirazın kaldırılması davası açıldığını, dava reddedildiğinden müvekkili lehine asıl alacağın %40’ı oranında icra inkar tazminatına hükmedildiğini, kesinleşen ilamın müvekkili tarafından İstanbul 9. İcra Müdürlüğü’nün 2008/17938 E. sayılı dosyasından icra takibine konulduğunu, müvekkilinin Şişli 2. İcra Müdürlüğü’nün 2007/7234 E. sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespitini teminen İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2007/472 E. sayılı dosyasından menfi tespit davası açtığını, davacı tarafından İİK 68/son maddesi gereğince genel mahkemelerde açılmış bir alacak davası bulunmadığını, davacının İİK'nun 68/son maddesinden istifade etmesinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

 

Yerel mahkemece; davanın kabulüne dair verilen karar; Özel dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.  Yerel mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.

 

Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; borçlunun açmış bulunduğu menfi tespit davasının, daha önce icra mahkemesince alacaklı aleyhine verilen icra inkar tazminatının borçlu tarafından takibe konulmasını engelleyip engellemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

 

2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun “İtirazın Kesin Olarak Kaldırılması” başlıklı 68.maddesinin son fıkrasında aynen ;

 

“…İtirazın kaldırılması talebinin esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde borçlu, talebin aynı nedenlerle reddi halinde ise alacaklı, diğer tarafın talebi üzerine yüzde kırktan aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilir. Borçlu, menfi tespit ve istirdat davası açarsa, yahut alacaklı genel mahkemede dava açarsa, hükmolunan tazminatın tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve dava lehine sonuçlanan taraf için, daha önce hükmedilmiş olan tazminat kalkar.” Hükmü yer almaktadır.  Bu maddeye göre, itirazın kaldırılması talebinin usule ilişkin değil, esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde borçlu, talebin aynı nedenlerle reddi halinde ise alacaklı, diğer tarafın talebi üzerine %40’tan aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilecektir. Borçlu, aslında borçlu olmadığı veya borçlu olmadığına inandığı bir borcu ödememek için, alacaklının takip yapmasını veya dava açmasını bekleyebilir. Aleyhine başlatılan takibe itiraz edebilir.

 

İtiraz üzerine takip duracağından, alacaklı bu itirazı bertaraf ettirmek için harekete geçtiğinde, alacaklının itirazın iptali veya kaldırılması talebi üzerine, borçlu bu konudaki savunmalarını genel mahkemede veya icra mahkemesinde ileri sürebilecektir. Buna rağmen, borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. Bunun dışında, icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür.

 

Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açabilir; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak, borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Zira, borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde, hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra, ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır (Prof. Dr. Hakan Pencanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Do. Dr. Meral Sungurtekin Özkan, Doç. Dr. Muhammet Özekes, İcra ve İflas Hukuku, s.156-164)

 

Anılan maddeye göre, aleyhine tazminat hükmedilen tarafın açacağı davanın niteliğine göre (menfi tespit veya alacak davası) icra takibi durur, lehine tazminat verilen asıl takibin borçlusu menfi tespit davası açarsa, bu dava aleyhine tazminata hükmedilen asıl takibin alacaklısı lehine sonuç doğurmayacağından, lehine tazminat verilen borçlunun, mahkeme ilamını alacaklı aleyhine icra takibine koymasına engel olmaz.

 

Bu nedenle borçlunun açmış olduğu menfi tespit davası, yine borçlunun alacaklı aleyhine tazminatın tahsili amacıyla başlattığı icra takibini durdurmaz.  Öteki deyişle, eğer aleyhine kötüniyet tazminatı hükmedilen asıl takibin alacaklısı, borçlunun kötü niyet tazminatını tahsil amacıyla kendisi hakkında başlattığı icra takibini durdurmak istiyorsa, genel mahkemelerde borçlu aleyhine alacak davası açması gerekmektedir.

 

Yoksa yine borçlunun açtığı menfi tespit davasına dayanarak, borçlu aleyhine, kendi lehine sonuç elde edemez. Somut olaya gelince; davacı alacaklı, davalı borçlu hakkında Şişli 2. İcra Müdürlüğü’nün 2007/7234 E.sayılı takip dosyası ile kira alacağının tahsili amacıyla icra takibi başlatmış, borçlunun itirazı üzerine takip durmuştur. Bundan sonra alacaklı Şişli 4.İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2008/362 E.sayılı dosyası ile borçlu aleyhine itirazın kaldırılması istekli dava açmış, davacının talebinin reddi ile asıl alacağın %40’ı oranında davalı borçlu lehine icra inkar tazminatı verilmesine karar verilmiştir. Bunun üzerine, borçlu bu mahkeme ilamını İstanbul 9.İcra Müdürlüğü’nün 2008/17938 E.sayılı dosyasından takibe koymuş, davacı alacaklı ise genel mahkemede herhangi bir alacak davası açmadan görülmekte olan davayı açmış, borçlu davalı, davacı alacaklı aleyhine icra takibine başlamadan önce de, İstanbul 14.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/472 E.sayılı dosyası ile menfi tespit davası açmıştır.

 

Görüldüğü üzere, davacı alacaklının, davalı borçlu hakkında, bozma ilamından önce İİK.nun 68/son anlamında açtığı bir alacak davası bulunmamaktadır. Yukarıda da açıklandığı üzere, davacı alacaklı, davalı borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasından kendi lehine sonuç alamaz. Ancak, mahkemenin ilk kararının, Özel Daire tarafından bozulmasından sonra, davacı alacaklının, davalı borçlu aleyhine İstanbul 10.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2009/407 E.sayılı dosyası ile alacak davası açtığı dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır.

 

Ne var ki, bozmadan sonra gerçekleşen bu olgu Özel Daire’nin denetiminden geçmemiştir. Diğer taraftan, bozma ilamından sonra davacı alacaklı tarafından açılan ve yukarıda açıklandığı üzere eldeki uyuşmazlığa etkili bulunan bu alacak davası, mahkemece direnme kararının gerekçesinde gösterilmiş ve dayanak alınmıştır. 

 

Bilindiği üzere; direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir. (HUMK.429 mad.) 

 

Eş söyleyişle; mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya kararını tamamen farklı bir gerekçe ile karar vermiş olması halinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.  Mahkemenin direnme olarak adlandırdığı bu karar açıklanan nedenlerle gerçekte direnme olmayıp, bozmadan esinlenilerek yeni bir delile dayalı, yeni hüküm niteliğindedir.

 

Yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının inceleme merci ise Hukuk Genel Kurulu değil; Özel Daire’dir.  Hal böyle olunca; dosyanın yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekir. 

 

S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 12.Hukuk Dairesine gönderilmesine, 09.02.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

İNKAR TAZMİNATI / ALACAKLI ALEYHİNE İNKAR TAZMİNATI / AĞIR KUSUR

T.C.
YARGITAY
Onikinci Hukuk Dairesi
E. 2006/11245
K. 2006/14009
T. 27.6.2006
İNKAR TAZMİNATI
ALACAKLI ALEYHİNE İNKAR TAZMİNATI
AĞIR KUSUR
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 170]
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
İtiraz tarihi itibariyle uygulanması gereken 4949 Sayılı Yasa ile değişik İİK.nun 170/3. maddesinde; ( … İcra Mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi halinde, senedi takibe koymada kötüniyeti ve ağır kusuru bulunduğu takdirde alacaklıya senede dayanan takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın %10’u oranında para cezasına mahkum eder… ) hükmüne yer verilmiştir.
Somut olayda, takip dayanağı bonoda borçlu Seyit Mergen keşideci, alacaklı Hamdi Erdoğan ise lehtar konumunda olup, borçlunun imzasının sıhhatini bilebilecek durumdadır. Bonodaki imzanın borçlu eli ürünü olduğunu kontrol etmeden yada imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı imzaya itirazı sabit olan borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir. Ayrıca, alacaklının borçlunun babası Seyit Mehmet Mergen hakkında takip yaptığı iddiası da dosya içeriği ve yukarıda açıklanan ilkeler karşısında sonuca etkili görülmemiştir.
O halde, Mahkemece, alacaklının inkar tazminatı ve para cezası ile sorumlu tutulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 27.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

AVUKATIN HAKSIZ OLARAK AZLİ / İCRA İNKAR TAZMİNATI

T.C.

YARGITAY
Onüçüncü Hukuk Dairesi
E: 2006/1435
K: 2006/4986
T. 4.4.2006
AVUKATIN HAKSIZ OLARAK AZLİ
İCRA İNKAR TAZMİNATI
1136 s. AVUKATLIK KANUNU [Madde 174]
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı, avukat olduğunu, dava dışı ortağı bulunduğu Şirketi ile ihtilafa düşen davalının kendisinden hukuki yardım talep ettiğini, sözleşme imzaladıklarını, hazırlık dosyasında vekilliğini üstlendiğini, bu arada kendisinin şirketin diğer ortağıyla anlaşıp hakkındaki şikayeti geri aldırdığını, avukatlık ücreti ödememek için kendisini haksız olarak azlettiğini, sözleşmeden doğan alacağının tahsili amacıyla davalıya karşı takip başlattığını. Davalının takibe itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline % 40 tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacı vekilin dava dışı şirket yetkilileriyle onları doğrudan hedef alan konuşmalar yaptığını, bunun kendisi aleyhine sonuç doğurduğunu, şirket yetkilileriyle sulhu kendisinin bizzat sağladığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, azlin haksız olduğu ancak davalı ile dava dışı şirket arasındaki uyuşmazlığın sulh ile neticelenmesi nedeniyle davacının 3.000 USD talep edebileceği gerekçe gösterilerek 3.000 USD asıl alacak ve 16.12. USD işlemiş faiz yönünden itirazın iptaline 200 USD tutarındaki icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmiş;hüküm, her iki tarafça temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre tarafların/sair/temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Her ne kadar taraflar arasında düzenlenen 6.8.2003 tarihli sözleşmenin ikinci maddesinde “karşı tarafa verilen süre içerisinde sulh anlaşması yapılır ise 3.000 USD, dava açıldığı takdirde avukata 5.000 USD ödeneceği öngörülmüş ise de aynı sözleşmenin 5. maddesinde de “müvekkilin bu sözleşmeden sonra dosyasını geri alması, avukatın rızası olmadan davanın veya alacağın takibinden kısmen veya tamamen vazgeçmesi karşı taraf ile sulh olması veya karşı tarafı ibra etmesi veya haklı sebep yok iken avukatı azletmesi gibi işin takip ve sonuçlandırılmasını her ne suretle olursa olsun engellediği durumlarda avukat sözleşmeyi bozabilir. Bu durumda sözleşmede belirtilen ücretin tamamı ödenir” yazılıdır. Avukatlık yasasının 174/2 maddesinde de avukatın haksız olarak azli halinde ücretin tamamına hak kazanacağı öngörülmüştür. Davacı avukatın haksız olarak azledildiği mahkemenin de kabulündedir. Bu durumda mahkemece, az yukarıda açıklanan sözleşme hükmü ve yasal düzenleme karşısında davacı avukatın sözleşmede öngörülen 5000 USD’nin tamamına hak kazandığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır. Bozmayı gerektirir.
3- Davacı davalıya karşı icra takibinde bulunurken her ne kadar yabancı para cinsinden talepte bulunmuş ise de davacı yararına icra inkar tazminatına hükmedilirken yabancı para cinsinden değil, bu paranın icra takip tarihindeki TL. karşılığının % 40 oranına tekabül eden miktarına hükmedilmesi gerekir. Bu hususun gözetilmemiş olması doğru değildir. Bozmayı gerektirir.
4- Davacı, davalıya karşı İstanbul 12. İcra Müdürlüğü’nün 2003/12238 esas sayılı dosyası ile takipte bulunurken asıl alacak ve işlemiş faiz miktarına tekrar faiz işleterek talepte bulunmuştur. BK. 104/son maddesi hükmünce faize tekrar faiz yürütülemez. Bu hususun göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda birinci bentte belirtilen nedenlerle tarafların diğer temyiz itirazlarının reddine, temyiz olunan kararın ikinci bentte belirtilen nedenle davacı yararına, üçüncü ve dördüncü bentte açıklanan nedenlerle de davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde taraflara iadesine, 04.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İMZAYA İTİRAZ / İCRA İNKAR TAZMİNATI

T.C.
YARGITAY
Onikinci Hukuk Dairesi
E. 2006/10596
K. 2006/13237
T. 19.6.2006
İMZAYA İTİRAZ
İCRA İNKAR TAZMİNATI
2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 170]
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
Borçlunun imzaya itirazının kabulü halinde İİK.nun 4949 sayılı Kanunla Değişik 170/3. maddesi gereğince takibin durması yerine iptaline karar verilmesi doğru olmadığı gibi, takip yetkili hamil tarafından keşideci ve kendisinden önceki ciranta hakkında başlatılmıştır. Takip alacaklısı sözkonusu keşideci imzasının keşidecinin yetkililerinin eli ürünü olup olmadığını bilebilecek konumda olmadığından ve başkaca da ne şekilde kötüniyetli olduğu da belirlenmeden icra inkar tazminatıyla sorumlu tutulması da isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA , 19.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İTİRAZIN İPTALİ / İCRA İNKAR TAZMİNATI

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/19-295
K: 2006/341
T: 7.6.2006
İTİRAZIN İPTALİ
İCRA İNKAR TAZMİNATI

2004 s. İCRA VE İFLAS KANUNU (1)(2) [Madde 67]

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 4. Ticaret Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 07.07.2004 gün ve 2002/70 – 2004/466 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 24.06.2005 gün ve 2004/12180 – 2005/7150 sayılı ilamı ile;
( …Davacı vekili, müvekkili şirketin davalı şirkete asfalt satıp 36.034.648.000.- TL bedelli fatura düzenlediğini, davalının 9.770.327.784.-TL’ lik iade faturası düzenlediğini, bakiye bu alacağın tahsili için yapılan icra takibinin davalının haksız itirazı nedeniyle durduğunu ileri sürerek, itirazın iptaline, % 40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının % 1 karla asfalt satmayı taahhüt etmesine rağmen % 35 kar ekleyerek fatura tanzim ettiğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının ton başına uyguladığı birim fiyatın yasa ve tarafların iradesine uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacının itirazının 9.770.327.784.-TL’lik kısmının iptaline, bu miktara takip tarihinden İtibaren % 70 oranını geçmemek üzere yasal faiz uygulanmasına, davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Faturaya dayalı alacak likit ( bilinebilir, belirlenebilir, hesap edilebilir ) olduğundan hükmedilen miktar üzerinden İİK’ nun 67/2. maddesi uyarınca davacı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken bu yöndeki talebin reddedilmiş olması isabetsizdir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, satılan asfalt malzemesiyle ilgili olarak davacı tarafından davalı adına düzenlenen faturaya dayalı ilamsız icra takibinde, borca itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı … İnş. Ltd. Şti. vekili, davacı şirket tarafından davalı şirkete satılan asfalt malzemesi için davalı adına 26.11.2001 tarihli, KDV dahil 36.034.648.000.- TL bedelli fatura düzenlendiğini, faturaya konu malzemenin teslim edildiği konusunda uyuşmazlık bulunmadığını, davalının faturayı aldıktan sonra KDV dahil 9.770.327.784.-TL yönünden iade faturası kesip, kalan fatura bedelini ödediğini, iade faturasına davacı tarafından yasal süre içerisinde itiraz ve faturanın davalıya iade edildiğini; ödenmeyen bakiye bedel için de davalı aleyhine icra takibi yapıldığını, davalının sebep bildirmeyerek borca itirazda bulunduğunu; her ne kadar itirazda sebep bildirilmemiş ise de, itirazın olsa olsa, satılıp teslim edilen asfalt malzemesinin bedeline ilişkin olabileceğini, bu konuda da Bayındırlık Bakanlığı’nın birim fiyatları üzerinden yaptırılacak bilirkişi incelemesi sonucunda İtirazın haksızlığının ortaya çıkacağını ileri sürerek, itirazın iptaline ve davalının asgari % 40 oranında icra ve inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … İnş. Tic. Ltd. Şti. vekili, davalı şirketçe davacıdan 1.483,86 ton asfalt malzemesi satın alındığını, bu hususun ihtilafsız olduğunu, devamlılık arz eden ticari münasebet sebebiyle davacı firmayla yapılan görüşmelerde asfalt malzemesinin maliyetine yakın, çok düşük sembolik bir kar marjı ( % 1 ) üzerinden davalıya verilmesinde anlaşıldığını, söze vefa gereği bu konuda bir sözleşme imzalanmasına gerek görülmediğini, akabinde, davalının davacıya malzeme bedelinin avansı olarak 01.11.2001 tarihinde 14 milyar TL tutarlı banka havalesi yaptığını; konuşulan fiyat üzerinden, maliyetine yakın bir fiyatla davalının davacıdan toplam 1.483,86 ton asfalt malzemesini satın aldığını, ancak, davacının sözleşmeye sadakat göstermeyerek, davalıya % 35’e varan bir kar marjına göre 20.580.000.- TL/ton birim fiyat üzerinden fatura düzenlediğini, oysa, % 1 kar marjına göre, bu faturanın yaklaşık 15.000.000.-TL/ton birim fiyat üzerinden tanzimi gerektiğini, davalının bu birim fiyatları esas almak suretiyle, fazladan istenilen tutar için davacıya iade faturası gönderdiğini, iade tutan dışında kalan borçtan, 01.11.2001 tarihli avans ödemesini düşerek, kalan 12.264.332.000.-TL’yi de davacıya ödediğini, böylece borcu bulunmadığını; maliyete yakın bir kar marjıyla satışın kararlaştırıldığı hususunun, davacı tarafından iade faturasıyla ilgili olarak gönderilen 25.12.2001 tarihli ihtarnamede de ikrar edildiğini, taraflar arasında bayındırlık birim fiyatlarının uygulanması konusunda hiçbir konuşma geçmediğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkeme; taraflar arasındaki satış sözleşmesinde fiyatın belirlenmediği, o nedenle B.K.’nun 209/1. maddesi gereğince, satımın siparişin yapıldığı gün ve yerde cari fiyat üzerinden yapılmış sayılması gerekeceği, tarafların düşük bir kar uygulanacağını da kabul ettikleri, bu kıstaslar göz önüne alındığında ve bilirkişi raporları da değerlendirildiğinde, davacının uyguladığı fiyatın B.K.’nun 209/1. maddesine ve tarafların kar konusundaki kabullerine uygun bulunduğu, uyuşmazlığın bu niteliğine göre ve birim fiyatın, dolayısıyla da alacak miktarının yargılama sonucu belirlenmiş olması karşısında alacağın likit sayılamayacağı, davacının icra inkar tazminatı isteyemeyeceği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, itirazın 9.770.327.784.-TL üzerinden iptaline, bu asıl alacağa takip tarihinden itibaren % 70 oranını geçmemek üzere değişen faiz oranı annda yasal faiz uygulanmasına, davacının fazlaya ilişkin isteminin ve icra inkar tazminatı isteminin reddine karar vermiş; taraflar vekillerince temyiz edilen karar, özel dairece metni yukarıda bulunan bozma ilamındaki gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemenin gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek verdiği direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Davacının fatura konusu asfalt malzemesini davalıya satıp teslim ettiği, taraflar arasında çekişmesizdir.
Faturaya konu edilen ve icra takibinde tahsili istenilen asıl alacak tutarının gerçeğe uygun bulunduğunda da, yerel mahkeme ile özel daire arasında uyuşmazlık yoktur.
Bozma ve direnme kararının içerik ve kapsamlarına göre, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda, faturaya dayalı olarak yapılan ilamsız icra takibinde tahsili istenilen alacağın likit olup olmadığı; bu konuda yapılacak saptamaya bağlı olarak da, davacının icra inkar tazminatı isteminin yerinde bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada, İcra inkar tazminatına ve onun koşullarından biri durumundaki “alacağın likitliği” kavramına ilişkin olarak, şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.
Yargıtay daireleri ve Hukuk Genel Kurulu’nun kararlılık kazanmış uygulamasına göre, itirazın iptali davalarında İcra ve İflas Kanunu’nun 67/2. maddesi çerçevesinde alacaklı yararına icra inkar tazminatına hükmedilebilmesi için, usulüne uygun şekilde yapılmış bir icra takibinin bulunması, borçlunun süresi içerisinde itiraz etmesi ve alacaklının icra hakimliğine başvurmadan, alacağını mahkemede dava ederek haklı çıkması gerekir. Burada, borçlu itirazının kötü niyetle yapılmış olması ve alacağın bir belgeye bağlanmış bulunması koşulları aranmaz. İcra inkar tazminatı, hakkındaki İcra takibine itiraz ederek durduran ve çabuk sonuçlandırılmasına engel olan borçluya karşı konulmuş bir yaptırımdır.
Bu yasal koşullar yanında, takibe konu alacağın likit olması da zorunludur. Her uyuşmazlığın kendine özgü somut özelliklerine göre değişmekle birlikte, bir uyuşmazlıkta alacağın likit olup olmadığı belirlenirken, alacak ve onun borçlu su birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlu su tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Gerek borç ve gerekse borçlu bakımından, bu koşullar mevcut ise, ortada likit bir alacak bulunduğu kabul edilmelidir.
Bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Yukarıda belirtildiği gibi, davacının fatura konusu asfalt malzemesini davalıya sattığı ve davalının da bunu teslim aldığı, faturaya konu edilen ve icra takibinde tahsili istenilen asıl alacak tutarının gerçeğe uygun olduğu çekişmesizdir.
Davalı vekili, cevap dilekçesinde, taraflar arasında devamlılık arz eden bir ticari münasebet bulunduğunu, bundan kaynaklanan karşılıklı güven nedeniyle yazılı bir sözleşme yapılmadığını bildirmiştir. Bu beyan ve dosya kapsamı, davalı şirketin, asfalt malzemesi satımı işiyle iştigal eden davacı şirketten, dava konusu uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu alım-satımdan daha önce de, aynı malzemeyle ilgili sözleşmeler yapmış olduğunu, taraflar arasında bu yönde süregelen bir ilişki bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu durumda, bir limited şirket olarak tacir sıfatı taşıyan ve bu nedenle de Türk Ticaret Kanunu’nun 20/2. maddesi uyarınca basiretli bir tacir gibi davranmak yükümlülüğü altında bulunan davalının, davaya konu asfalt malzemesinin gerek satış sözleşmesi tarihindeki ve gerekse sözleşme öncesi ve sonrası dönemlerdeki maliyeti ve piyasa fiyatları konusunda yeterli bilgiye sahip bulunduğunun, bu bilgiye sahip olmasının kendisinden beklenmesi gerekeceğinin, satın ve teslim aldığı, miktarı çekişmesiz asfalt malzemesi için davacı tarafından düzenlenen faturadaki birim fiyatın, o tarihteki maliyet ve piyasa fiyatları ile sözleşmedeki kararlaştırmaya uygun olup olmadığını değerlendirebileceğinin kabulü gerekir.
Başka bir ifadeyle, somut olayda davalı şirket, söz konusu satım sözleşmesi nedeniyle satıcı davacıya olan borcunun miktarının belirlenebilmesi için gereken bütün unsurları bilmekte veya bilmesi gereken bir konumda; kısaca, davacıya ne miktarda borçlu olduğunu tespit edebilecek durumdadır. Davalının bizzat belirleyebileceği borç miktarı ile, davacının düzenlediği faturadaki tutarı karşılaştırmak suretiyle faturanın gerçek borcu gösterip göstermediğini denetlemesi; buna bağlı olarak da, eğer hakkındaki İcra takibinde talep edilen alacak gerçeğe uygun ise, borca itiraz etmemek suretiyle, icra inkar tazminatına mahkum olmaktan kurtulması fiilen ve hukuken mümkündür. Buna rağmen, borca itiraz etmiş olan davalının, icra ve inkar tazminatından sorumlu tutulması hem somut olay özelliklerinin ve hem de yasal düzenlemelerin gereğidir.
Açıklanan bu duruma göre, yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden özel daire bozma ilamına uyulması gerekirken, hukuki yanılgıya dayalı önceki kararda direnilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığından, 07.06.2006 günü yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.