Etiket arşivi: istenemez

YARGITAY 3.HD E: 2014/21314 K: 2015/1967*Tüketicilerden KAYIP KAÇAK,DAĞITIM,SAYAÇ OKUMA,PAREKENDE SATIŞ,HİZMETİ Bedeli İstenemez

T.C.

YARGITAY

3.Hukuk Dairesi

Esas: 2014/21314

Karar: 2015/1967

Karar Tarihi: 09.02.2015

 

Tüketicilerden KAYIP KAÇAK,DAĞITIM,SAYAÇ OKUMA,PAREKENDE SATIŞ,HİZMETİ Bedeli İstenemez

 

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki Tüketici Hakem Heyeti Kararının iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

 

Davacı vekili dilekçesinde; elektrik abonesi olan davalı tarafından, dönem faturalarına kayıp- kaçak, dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti ve iletim bedelleri tahakkuk ettirildiği gerekçesiyle Pınarhisar Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvurulduğunu, hakem heyetince hukuka aykırı olarak tüketicinin talebinin kabulü ile 304,11 TL'nin tüketiciye iadesine ve bu bedellerin bir daha alınmamasına karar verildiğini ileri sürerek; Pınarhisar Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığının 12.03.2013 tarih ve 73 nolu kararının iptalini talep etmiştir.

 

Davalı vekili, davanın reddini dilemiştir.

 

Mahkemece; kayıp-kaçak, dağıtım, sayaç okuma, parekende satış hizmeti ve iletim bedellerinin, elektrik satış tarifesinin bir unsuru olarak faturalarda yer aldığı, söz konusu bu bedellerin kanunun kendisine verdiği yetki çerçevesinde ve kanunun temel amaçlarına uygun şekilde Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından belirlendiği, bu bedellerin belirlenmesi için alınan kurul kararının Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun bir düzenleyici işlemi olarak tüm tüzel ve gerçek kişileri bağlayacağı, dağıtım şirketlerinin kurul kararlarına aykırılık teşkil edecek herhangi bir işlemde bulunamayacakları, Elektrik Piyasası Kanununun 12.maddesi ile Kurul kararlarının Danıştay'da iptali istenebileceğinin düzenlenmiş olduğu gözetildiğinde hakem heyetinin kendi görevine girmeyen bir konuda karar verdiği gerekçe gösterilerek davanın kabulü ile hakem heyeti kararının iptaline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 

 

Uyuşmazlık; davacı dağıtım şirketinin, abonelerinden kayıp-kaçak, dağıtım, sayaç okuma, parekende satış hizmeti ve iletim bedeli isteyip isteyemeyeceği; buradan varılacak sonuca göre Tüketici Hakem Heyeti Kararının iptaline karar verilip verilmeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

 

Yargıtay HGK. nun (17.12.2014 günlü ve 2014/7-1884 E. 2014/1045 K. sayılı ilamıyla karar düzeltme kanun yolundan da geçen) 21.05.2014 günlü ve 2013/7-2454 E. 2014/679 K. sayılı kararında; elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen kayıp ile başka kişiler tarafından kaçak kullanmak (hırsızlanmak) suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin, dağıtım şirketleri tarafından kurallara uyan abonelerden tahsil edilemeyeceği kabul edilmiştir.

Yukarıda değinilen Yargıtay HGK. kararı doğrultusunda yerleşmiş ve kararlılık kazanmış Dairemiz uygulamasına göre; kayıp-kacak, dağıtım, sayaç okuma, perakende satıs hizmeti ve iletim bedelleri, kanunun verdiği genel ve soyut yetkiye dayanılarak Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından ihdas edilen ikincil mevzuat (Yönetmelik, EPDK Kurul kararları ve tebliğleri) hükümleri ile abonelerden tahsil edilemeyecektir. Zira, TRT payında olduğu gibi bu bedellerde, ancak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 73.maddesindeki esas ve ilkeleri karşılayan bir kanun hükmüyle elektrik abonelerinden alınabilecektir.

 

 

Hâl böyle olunca; mahkemece, kayıp-kacak, dağıtım, savac okuma bedeli, parekende satıs hizmeti bedeli ve iletim bedelinin elektrik abonelerinden tahsil edilemeyeceği kabul edilip, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince bozulmasına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 09.02.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

YARGITAY 3.HD. 2014/10057ESAS 2015/2170KARAR-KAÇAK ELEKTRİK KULLANAN TÜKETİCİDEN KAYIP KAÇAK,DAĞITIM,İLETİM v.s ÜCRETİ İSTENEMEZ

 

T.C.

YARGITAY

 3.Hukuk Dairesi

Esas: 2014/10054

Karar: 2015/2170

Karar Tarihi: 12.02.2015

 

 KAÇAK ELEKTRİK KULLANAN TÜKETİCİDEN KAYIP KAÇAK DAĞITIM İLETİM VE PERAKENDE SATIŞ HİZMETİ BEDELLERİNİN TAHSİL EDİLEMEYECEĞİ 

 

Dava ve Karar: Taraflar arasında görülen menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda yerel mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

 

Davacı, dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, tarımsal sulama abonesi olduğunu; kaçak elektrik kullanıldığı belirtilerek, DEDAŞ İl Müdürlüğünün haksız, usulsüz ve hukuka aykırı olarak aleyhine 04/10/2010 tarih 201009171039M1P6J nolu 3.984,20 TL'lik kaçak tahakkuku ve yine 04/10/2010 tarih 20100917104051U7D nolu 29.563,50 TL'lik kaçak ek tahakkuk faturaları düzenlediğini iddia ederek; müvekkilinin aleyhinde düzenlenen faturaların işlemiş ve işleyecek yasal faizi ile birlikte iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece; iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre davanın reddine karar verilmiştir.

 

Kararı, davacı vekili süresinde temyiz etmiştir.

 

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.

 

Ancak, mahkemece itibar edilen bilirkişi raporunda; iletim, dağıtım ve perakende satış hizmeti bedellerinin ilave edildiği görülmektedir. Ayrıca, bilirkişi raporunda, hesap edilen kaçak enerji bedeline, ne kadar kayıp-kaçak bedeli ilave edildiği hususunda da bir açıklık yoktur.

 

 

Bu durumda; kayıp-kaçak, iletim, dağıtım ve perakende satış hizmeti bedellerinin, kaçak tahakkuk bedeline ilave edilip edilmeyeceği hususlarının tartışılıp, değerlendirilmesi gerekmektedir.

 

Elektrik abonelerinden alınmakta olan;

 

Kayıp-kaçak bedelinin; elektrik sisteminde ortaya çıkan teknik ve teknik olmayan kaybın maliyetinin, kayıp-kaçak hedefi oranları ölçüsünde karşılanabilmesi amacıyla belirlenen bir bedel olduğu, 20/02/2001 tarihli 4628 Sayılı Kanunun 1/1., 4/1., 10/05/2006 tarihli 5496 Sayılı Kanunun 6., geçici 9., 14/03/2013 tarihli 6446 Sayılı Kanunun 1/1.,5/4., 17/1., 4., 27., geçici 1., maddeleri ve bu kanunların temel amaçları çerçevesinde çıkarılan yönetmelikler ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak alınan EPDK kurul kararları ve tebliğleri çerçevesinde alınmakta olduğu,

 

Dağıtım bedelinin; dağıtım sistem kullanım fiyatını kapsamakta olup, dağıtım hizmeti sunabilmek için dağıtım sistemine ilişkin yatırım harcamaları, işletme ve bakım giderleri dikkate alınarak hesaplanan bedel olduğu, 4628 Sayılı Kanunun 13/1-b-4. bendi, 6446 Sayılı Kanunun 17/6-ç bendi, Elektrik Piyasası Tarifeler Yönetmeliğinin 9., Dağıtım Sistemi Gelirinin Düzenlenmesi Hakkında çıkarılan EPDK tebliğleri gereğince alındığı,

 

İletim bedelinin; elektrik enerjisinin tüketici sayaçlarına kadar ulaştırılmasında, üreticilerle dağıtım sistemi arasında yer alan iletim sisteminin kullanılmasından kaynaklanan maliyetlerin karşılanması için alındığı, 4628 Sayılı Kanunun 13/1-b-2. bendi, 6446 Sayılı Kanunun 17/6-b bendi, Elektrik Piyasası Tarifeler Yönetmeliğinin 8.maddesi ile EPDK kurul kararları ve tebliğlerine göre tüketicilere yansıtıldığı,

 

Parekende satış hizmeti bedelinin ise; perakende satış hizmeti maliyetini (söz konusu faaliyete ilişkin düzenlemeye esas net yatırım harcamasının itfa tutarı, faturalama ve tahsilat giderleri, tanıtım ve pazarlama giderleri, müşteri hizmetlerine ilişkin giderler, perakende satış ve hizmete ilişkin diğer işletme giderleri, düzenleme giderleri payı, faaliyet giderleri payı, olağan ve olağan dışı giderler payından faaliyet ile ilgili diğer gelirler payı ve olağan dışı gelirler payının düşülmesi suretiyle bulunan esas net işletme gideri ve amortisman itfa süresi farkı vergi tutarını) yansıtan bedel olduğu, 4628 Sayılı Kanunun 1/1., 13/1-b-5. bendi, 6446 Sayılı Kanunun 17/6-d bendi, Elektrik Piyasası Tarifeler Yönetmeliğinin 4/36. bendi, 5/e bendi ve 10.maddesine göre alındığı,

 

Kayıp-kaçak, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım, dağıtım ve sayaç okuma bedellerinin, EPDK tarafından çıkarılan kurul kararları ve tebliğleri ile belirlendiği anlaşılmaktadır.

 

Ancak; kayıp-kaçak bedeli hakkında verilen ve Dairece de benimsenen HGK'nun 21/05/2014 günlü ve 2013/7-2454 Esas, 2014/679 Karar sayılı kararında; elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen kayıp ile kaçak kullanılan elektrik bedellerinin abonelerden tahsili yoluna gitmenin, hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmayacağı; öte yandan, nihai tüketici olan abonenin; kayıp-kaçak bedeli gibi dağıtım şirketi tarafından faturalara yansıtılan; dağıtım bedeli, perakende satış hizmeti bedeli ve iletim bedelinin hangi miktarda olduğunu apaçık denetleyebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödediğini bilmesi, eş söyleyişle şeffaflığın; hukuk devletinin vazgeçilmez unsurları olduğu; Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca kanunun verdiği genel ve soyut yetkiye dayanarak çıkarılan yönetmelik, kurul kararları ve tebliğlerinin de, Elektrik Piyasası Kanununun temel amaçları ve ilkelerinden olan, şeffaflık ve düşük maliyetli enerji temini unsurlarını taşıdığının kabulünün mümkün olmadığı,

 

Gerekçeleriyle; kayıp-kaçak bedelinin faturalara yansıtılmasının hukuka uygun olmadığına karar verilmiştir.

 

Somut olayda; mahkemece, davacının elektrik enerjisini kaçak olarak kullandığı saptanmıştır. Ne var ki, yukarıda bahsedilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile; elektrik enerjisini kaçak kullanmayan abonelerden kayıp-kaçak bedeli alınamayacağı içtihadında bulunulmuştur. Dairemiz de, Genel Kurul kararındaki ilkeleride benimseyerek, kayıp-kacak bedeli yanında, savac okuma, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin de dağıtım şirketleri tarafından elektrik abonelerinden alınamayacağına karar vermiştir.

 

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 21/03/2003 tarih 122 sayılı ve 29/12/2005 tarih 622 kurul kararlarına göre; kaçak elektrik enerjisi kullananlara, (kaçak bedeli tahakkukunun) dahil olduğu abone grubu üzerinden aktif enerji bedelinin (1,5) katı olarak, tekerrürü halinde ise (2) katı gözönüne alınarak hesaplanacağı hüküm altına alınmıştır. EPDK'nun bu kararından da anlaşıldığı üzere kaçak kullanımlarda kaçak tahakkuku normal kullanım bedelinin (1,5) katı, kaçak kullanımın tekrarı halinde ise (2) katı olarak hesaplanmaktadır.

 

Elektriği kaçak kullananlar kurul kararı gereğince, kaçak bedelini cezalı bedel üzerinden ödemektedirler. Bu durumda; elektriği kaçak olarak kullanmayan abonelerin ödemediği bedelleri, daha yüksek (cezalı) tarife üzerinden ödeyen kaçak kullanıcılardan tahsil etmek; hak ve nesafet, eşitlik ve genel hukuk ilkeleri ile bağdaşmaz. Söz konusu bedellerin, elektriği kaçak kullananlardan alınmaması, kaçak kullanımı teşvik veya kaçak elektrik kullananları koruma gibi de algılanamaz. Zira, kaçak kullananlar, zaten, daha yüksek tarife üzerinden elektrik tüketim bedeli ödemektedirler.

 

Hal böyle olunca; mahkemece, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar gözetilerek, kaçak elektrik kullanan tüketiciden de, kayıp-kaçak, dağıtım, iletim ve perakende satış hizmeti bedellerinin tahsil edilemeyeceği kabul edilip; bilirkişiden, açıklanan husus gözetilerek, yeniden ek rapor düzenlemesinin sağlanması ve oluşacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekmektedir.

 

Sonuç: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince bozulmasına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 12.02.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

Basından Hukuk Haberleri • YİMPAŞ’ın ‘ortaklık payı geri istenemez’ kararı bozuldu

Yargıtay’ın bozduğu ‘YİMPAŞ’taki ‘ortaklık payı geri istenemez’ kararı Kombassan ve Jetpa mağdurlarına emsal olacak

Yargıtay, YİMPAŞ’ın ‘Anonim şirketlerde ortaklık payı geri istenemez’ gerekçesiyle alacaklılarına ödeme yapmamasını haklı bulan yerel mahkeme kararını bozdu

17 Aralık yolsuzluk operasyonunun ardından Urla villalarıyla adı gündeme gelen Latif Topbaş’la Aytaç Et şirketine 2014’te ortak olan ve şirketin sermayesini 140 milyon TL’ye yükselten Yimpaş’ın patronu Dursun Uyar’a Yargıtay’dan kötü haber geldi. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, yeşil sermaye mağdurunun temyiz başvurusunda “Dursun Uyar’ın da davalı şirketlerin yönetim kurulu başkanı olarak zarardan sorumlu tutabileceğine” karar vererek yerel mahkemenin ret kararını mağdur yararına bozdu. Söz konusu karar bugüne kadar Yimpaş ve benzeri İslami holdinglerin en önemli savunmasını da boşa çıkardı. Yimpaş ve benzeri şirketler tarafından sürekli ileri sürülen “Anonim şirketlerde ortaklık payının geri istenemeyeceği” savunması, yüksek yargı tarafından kabul görmeyerek bozma gerekçelerinden biri olarak gösterildi. 2015 yılının ilk günlerinde Yargıtay kararının ellerine ulaştığını belirten mağdur avukatı Dr. Acun Papakçı, “Bu karar sadece Yimpaş için değil, Kombassan, Jetpa gibi diğer şirketler açısından da örnek karardır. Binlerce holding mağduru için emsal karar olabilir” dedi.

Yimpaş mağduru H.D’nin başvurusunun karara bağlandığı 5 Aralık 2014 tarihli Yargıtay kararı, 2015’in ilk günlerinde mağdur ve mağdur avukatının eline ulaştı. Söz konusu karar bugüne kadar Yimpaş ve İslami holdinglerle en önemli savunmalarından birisini de çökertti. Cumhuriyet gazetesinden Aykut Küçükkaya’nın haberine göre, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi yerel mahkemece alacak talebi reddedilen mağdurun temyiz başvurusunu kabul ederek mağdur yararına bozdu. Karardaki ayrıntılar özetle şöyle:

* Bilirkişi ve mahkeme kararına eleştiri: Bozma ilamından sonra Alman bilirkişi raporunda açıkça, vaki olay açısından şirket muhasebe kayıtlarında davacının pay sahibi olduğuna ilişkin bir kayda rastlanılmadığı, defterlerin mevcut durumu nazara alındığında pay sahipliği durumunun şirket kayıtlarından tespit edilemeyeceği belirlendiğine göre, bu durumda taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı anlaşıldığından bu aşamadan sonra davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak her bir davalının hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi ve davalıların zamanaşımı definin de buna göre değerlendirilmesi suretiyle oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken bilirkişinin kanaatlerine göre davacının davalı şirkete ortak olduğu yönündeki görüşlerinin benimsenmesi suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.

* Dursun Uyar reddi de doğru değil: … Olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK’nin 336. maddesi uyarınca davalı Dursun Uyar hakkındaki davanın pasif husumet yokluğundan yazılı gerekçeyle reddi de doğru değildir. Zira, 6762 Sayılı TTK’nin 336/5. maddesinde tarif edilen gerek kanunların gerekse sözleşmelerin kendisine yüklediği sair vazifelerin kasten ve ihmal neticesi yapılmaması, TTK’nin 321/son maddesinde de, temsile ve idareye salahiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin sorumlu olacağı hükme bağlandığından davalı Dursun Uyar’ı da davalı şirketlerin yönetim kurulu başkanı olarak gerek MK’nin 50. maddesi gerekse de TTK’nin 321/son maddesi uyarınca zarardan sorumlu tutulabileceği ve bu nedenle kendisine husumet yöneltilebileceği gözetilmeksizin bu davalı yönünden dahi pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

* Sonuç: Mağdur yararına bozma: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

‘Karar emsal olur’

Dr. Acun Apakçı, ‘Bu karar sadece YİMPAŞ değil, Kombassan gibi şirketlerin mağdurları açısından da örnek olacak’ dedi.

Yargıtay’ın kararını Cumhuriyet’e değerlendiren Dr. Acun Papakçı şunları söyledi: “Bu karar mağdurlar açısından son derece önemlidir. Mahkemeler ve bilirkişiler sürekli bir ortaklık var şeklinde olaya yaklaşmış ve Yimpaş adına para toplama faaliyeti ile ortaklık kurulamayacağına dair iddiaları kabul etmemişlerdir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bilirkişilerin tek yanlı tespitleri ile bunlara dayanan kararları hukuki bulmayarak şirket kayıtlarında ortak olarak yazılmış olmanın ortaklık anlamına gelmeyeceğini, devir işleminin bir üçüncü kişi üzerinden yapılması ile şirketlerin sorumluluktan kurtulamayacağını, şirketlerin faaliyetlerinden aynı zamanda yönetim kurulu başkanı Dursun Uyar’ın da sorumlu tutulabileceğine karar vermiştir. Bu karar ile Yimpaş tarafından sürekli ileri sürülen ‘ortaklı payının geri istenemeyeceği’ iddiası kesin olarak çökmüştür. Bu karar sadece Yimpaş için değil, Kombassan gibi diğer şirketler açısından da örnek karardır.”

Yargıtay’ın kararını Cumhuriyet’e değerlendiren Dr. Acun Papakçı şunları söyledi: “Bu karar mağdurlar açısından son derece önemlidir. Mahkemeler ve bilirkişiler sürekli bir ortaklık var şeklinde olaya yaklaşmış ve Yimpaş adına para toplama faaliyeti ile ortaklık kurulamayacağına dair iddiaları kabul etmemişlerdir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bilirkişilerin tek yanlı tespitleri ile bunlara dayanan kararları hukuki bulmayarak şirket kayıtlarında ortak olarak yazılmış olmanın ortaklık anlamına gelmeyeceğini, devir işleminin bir üçüncü kişi üzerinden yapılması ile şirketlerin sorumluluktan kurtulamayacağını, şirketlerin faaliyetlerinden aynı zamanda yönetim kurulu başkanı Dursun Uyar’ın da sorumlu tutulabileceğine karar vermiştir. Bu karar ile Yimpaş tarafından sürekli ileri sürülen ‘ortaklı payının geri istenemeyeceği’ iddiası kesin olarak çökmüştür. Bu karar sadece Yimpaş için değil, Kombassan gibi diğer şirketler açısından da örnek karardır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Jetpa Holding şirketlerine karşı açılan davalarda da zamanaşımı itirazını değerlendirmiş ve bu şekilde para toplayan şirketlerin kötü niyetli olduğunu kabul ederek reddetmiştir. Bu nedenle bu şirketlerce kandırılan mağdurlar bir anlamda beklemeklerinin karşılığını en yüksek faiz oranı ile tahsil etme imkânına sahiptir.”

http://t24.com.tr/

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 08 Oca 2015, 03:03


Yargıtay 22. H.D E: 2014/442 K: 2014/2051 * BELİRLENEBİLİR İŞÇİ ALACAĞI BELİRSİZ ALACAK DAVASIYLA İSTENEMEZ *KISMİ DAVA FARKI

T.C.

Yargıtay

22. Hukuk Dairesi,

Esas: 2014/442,

Karar: 2014/2051

(Karar Tarihi : 11.02.2014)

 

 

Davacı işçi, davalı işverenin muvazaalı işe girdi çıktı işlemleri yaptığını ve geçersiz sayılması gereken bu işlem nedeniyle doğan fark işçilik ücret ve tazminat haklarının ödenmediğini ileri sürerek, fark kıdem tazminatı, fark aylık ücret, fark ikramiye, fark fazla çalışma, fark yıllık izin ücreti, hiç ödenmeyen sosyal yardım alacakları ve fark sosyal yardım alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 

 

Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

 

 

 Kayseri 3. İş Mahkemesi 2013/246 E 2013/685 K 14.11.2013

"Davacı, kıdem tazminatı, ücret alacağı, ikramiye, yıllık izin, fazla mesai ücreti ile sosyal yardım alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. 

 

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır. 

 

Hüküm, süresi içinde, taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş ve davalı avukatı tarafından duruşma talep edilmiş ise de; duruşma gününün taraflara tebliği için davetiyeye yapıştırılacak posta pulu bulunmadığından duruşma isteğinin reddine ve incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra Tetkik Hakimi N. Özdamar Karakülah tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: 

 

KARAR :

 

Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, müvekkili işçinin 03.05.1997 tarihinden iş sözleşmesinin feshedildiği 10.07.2012 tarihine kadar davalıya ait işyerinde kesintisiz çalıştığını, davalı işverenin iş sözleşmesinin devam ettiği 22.02.2007 tarihinde müvekkili işçiyi resmi kayıtlarda işten çıkmış gibi gösterdiğini, 25.02.2007 tarihinde ise kayden yeniden işe girişinin yapıldığını, muvazaalı işe girdi çıktı işlemlerinde işverenin amacının işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesiyle verilen ücret zamlarından işçiyi mahrum etmek ve yeni bir sözleşmeyle işe başlamış gibi göstererek işçi ücretlerinin asgari ücret seviyesine düşürülmesi olduğunu, kanuna karşı hile olan bu işlem sonucunda müvekkilinin ücretinin işyerine yeni girmiş bir işçi gibi asgari ücret seviyesine indirildiğini, toplu iş sözleşmesiyle getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı gibi ikramiye hakedişlerinin düşürüldüğünü, geçersiz sayılması gereken bu işlem nedeniyle doğan fark işçilik ücret ve tazminat haklarının ödenmediğini ileri sürerek, fark kıdem tazminatı, fark aylık ücret, fark ikramiye, fark fazla çalışma, fark yıllık izin ücreti, hiç ödenmeyen sosyal yardım alacakları ve fark sosyal yardım alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 

 

Davalı vekili, öncelikle zamanaşımı def'ini ileri sürerek, davacı işçinin müvekkiline ait işyerinde çalışmasının aralıklı olduğunu, önceki dönem çalışması sonunda davacının serbest iradesiyle işverene dilekçe vererek iş sözleşmesini sonlandırdığını ve tüm haklarını alarak işvereni ibra ettiğini, daha sonra ise müracaatı üzerine tekrar işe başlatıldığını, davacı gibi diğer işçilere de işten ayrılışları sebebiyle ya ihbar sürelerinin kullandırıldığını ya da ihbar tazminatlarının ödendiğini, ayrıca kıdem tazminatlarının ve sair alacakların da eksiksiz olarak ödendiğini, taraflar arasında yapılan yeni sözleşme ve belirlenen yeni ücretten de sendikanın haberdar olduğunu, ne sendikanın ne de davacının ücrete herhangi bir itirazda bulunmadığını, davacının dava konusu alacaklara hak kazanmadığını, ayrıca davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağını beyanla davanın reddini savunmuştur. 

 

Mahkemece, gerek usul hukuku gerekse de maddi hukuk kurallarının uygulanması bakımından dava belirsiz alacak davası kabulüyle sonuçlandırılmış, karar gerekçesinde ise dava konusu talebin niteliği ve hesaplama tekniği itibariyle davanın kısmi dava türünde kabul edildiği açıklanmıştır. Uyuşmazlığın esası hakkında da, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davacının iddia ve taleplerinde haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

 

 

Karar taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.

 

 

Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

 

 

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

 

 

6100 sayılı Kanunun 107. maddesine göre, 

 

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

 

 

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. 

 

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."

 

 

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır. 

 

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır. 

 

Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. 

 

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.

 

 

6100 sayılı Kanun'un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hâli açıklanmıştır. 

 

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

 

 

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

 

 

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).

 

 

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davasının, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.

 

 

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51, 56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir. 

 

6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır. 

 

Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.

 

 

Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir. 

 

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

 

 

6100 sayılı Kanunun 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir. 

 

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur. 

 

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;

 

 

Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Mahkemece de, tensip zaptında davanın türünün belirsiz alacak davası olarak kabul edildiğine yönelik ara karar tesis edilmiş, gerek usul hukuku gerekse de maddi hukuk kurallarının uygulanması bakımından da dava belirsiz alacak davası olarak sonuçlandırılmıştır. Bilirkişi raporunun sunulmasının ardından davacının 6100 sayılı Kanun'un 107/2. maddesine uygun olarak iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın dava dilekçesiyle talep edilen miktarı artırmasına imkan tanınmış, sonradan artırılan miktarın davalının zamanaşımı savunmasından etkilenmediği kabul edilmiş, hüküm altına alınan alacak miktarlarının (kıdem tazminatı hariç olmak üzere) tamamına dava tarihinden itibaren faiz uygulanmasına karar verilmiştir. Hal böyle olmasına rağmen, karar gerekçesi içeriğinde bu kez davanın kısmi dava türünde kabul edildiği açıklanarak çelişkiye düşülmüştür. 

 

Dava dilekçesinde, esasen çalışma süresinin kesintisiz olmasına rağmen işyeri kayıtlarında aralıklı gösterildiği, işverenin hileli işlemleriyle davacının aylık ücret miktarının ve ikramiye hakedişlerinin düşürüldüğü, toplu iş sözleşmesiyle getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı vakıalarına dayanılmış, geçersiz sayılması gereken bu işlemler nedeniyle gerçekte olması gereken ücret miktarının esas alınarak fark kıdem tazminatı, fark aylık ücret, fark ikramiye, fark fazla çalışma, fark yıllık izin ücreti, hiç ödenmeyen sosyal yardım alacakları ve fark sosyal yardım alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesi istenilmiştir. 

 

Öncelikle, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı tartışmalı ise de, salt söz konusu tartışmanın varlığı alacağı belirsiz hale getirmez. Keza davacı, çalışma süresini ve ücretini belirleyebilmektedir. Davacının ne zamandan beri çalıştığını veya ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi aynı zamanda hayatın olağan akışına da aykırıdır. Davacı işçinin kendisinin bilmediği çalışma süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farz etmek ispat kurallarına da hayatın olağan akışına da aykırıdır. Keza tarafın yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün değildir. 

 

Diğer taraftan davacı, dava konusu alacakların miktarlarının belirlenmesinde, işverenin elinde bulunan bilgi ve belgelere dayanmamakta, aksine işverence tutulan kayıtların muvazaalı olduğu gerekçesiyle nazara alınamayacağını iddia etmektedir. İşverenin maddi hukuktan doğan yükümlülüklerini (belge ve bordro düzenleme gibi) yerine getirmemesi, tuttuğu belgelerin gerçeği yansıtmaması, davadan önce işçinin alacaklarını inkâr etmesi ya da ikrar etmekle beraber yerine getirmemesi davacıya kural olarak belirsiz alacak davası açma imkânını vermez. İşçi bu durumlarda dahi, alacağının miktarını veya değerini belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açamaz(Simil, s. 412). 

 

Ayrıca, yukarıda da belirtildiği gibi, salt bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. 

 

Genel olarak yapılan bu açıklamadan sonra, objektif dava birleşmesi şeklinde açılan eldeki davada taleplerin her birinin belirsiz alacak olup olmadığının ayrı ayrı değerlendirilmesine gelince: 

 

Fark kıdem tazminatı alacağı bakımından, davacı çalışma süresinin kesintisiz kabul edilmesiyle aylık ücret miktarının toplu iş sözleşmesi hükümlerine uygun şekilde esas alınarak, işverence ödenen meblağın da mahsubuyla fark tazminat alacağının hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de, işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesi hükümleri de nazara alınarak belirleyebilecek durumdadır. Bu halde fark kıdem tazminatı alacağı belirsiz alacak değildir.

 

 

Fark aylık ücret, fark ikramiye, fark yıllık izin ücreti, fark sosyal yardım alacakları hakkında da, yine davacı tarafça, olması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarı esas alınarak yapılacak hesaplamayla, işverence öncesinde anılan alacaklar için yapılan ödemelerin mahsup edilerek fark tutarların hüküm altına alınması talep edilmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere, davacı kendisine ödenen aylık ücret miktarını, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını ve kendisine işverence yapılan ödemeleri belirleyebilecek durumdadır. Bu haliyle, anılan alacaklar da belirsiz alacak değildir. 

 

Fark fazla çalışma ücreti alacağı bakımından ise, davacının talebi fazla çalışma sürelerinin hesaplanması değil, iddiasına göre esas alınması gereken aylık ücret miktarı nazara alınarak, işverence öncesinde ödenen fazla çalışma ücretlerine ilişkin fark alacağın hüküm altına alınmasıdır. Bu alacak bakımından da, alacağın miktarını tam ve kesin olarak belirleyememe halinden söz edilemeyeceğinden, anılan alacak da belirsiz alacak değildir.

 

 

Son olarak, hiç ödenmediği iddia edilerek talep edilen sosyal yardım alacağı da, miktarı itibariyle işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesine göre davacı tarafça tam ve kesin olarak belirlenebilir bir haldedir. 

 

Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

 

 

KARAR : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.02.2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi. 

 

MUHALEFET ŞERHİ 

 

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, kararın onanması gerekir görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum."

Dava dilekçesinde talep edilmeyen zarar kalemleri ıslah ile sonradan istenemez

https://www.facebook.com/groups/avmehmetkaya/?hc_location=stream

Sayın Avukat Mehmet Kaya grubunun paylaşımını Genç Baro okurları ile paylaşıyoruz

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/9770 K. 2013/521 T. 23.1.2013
• TRAFİK KAZASI NEDENİYLE MADDİ TAZMİNAT DAVASI ( Davacının Yargılama Sırasında Davasını Islah Ederek İlk Dava ile Talep Edilmeyen Zarar Kalemlerini Sonradan İstemesinin Mümkün Olmadığı – Talep Aşılmak Suretiyle Karar Verilemeyeceği/Islah )
• İLK DAVADA TALEP EDİLMEYEN ZARAR KALEMLERİNİN SONRADAN ISLAH İLE TALEP EDİLEMEMESİ ( Mümkün Olmadığı – Mahkemece Dava Dilekçesinde Belirtilen Zarar Kalemleri Yönünden Davanın Kabulü Gereği/Talep Aşılmak Suretiyle Karar Verilemeyeceği )
• TALEP AŞILMAK SURETİYLE KARAR VERİLEMEMESİ ( Davacının Dilekçesinde Belirttiği Zarar Kalemlerine Sonradan Davanın Islahı Yoluyle Ek Yapamayacağının Kabulü – Dava Dilekçesinde Belirtilen Zarar Kalemleri Yönünden Karar Verilmesi Gereği )
818/m. 41
ÖZET : Dava, trafik kazası nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.Dava dilekçesinde talep edilmeyen zarar kalemlerinin ıslah dilekçesi ile sonradan istenmesi mümkün olmayıp, mahkemece dava dilekçesinde belirtilen zarar kalemleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken talep aşılmak suretiyle davacı tarafından ıslah dilekçesi ile tahsili istenen zarar kalemleri yönünden de talebin kabul edilmesi doğru görülmemiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalının işleteni olduğu aracın, davacıya ait ve kırmızı ışıkta beklemekte olan araca arkadan çarparak hasarlanmasına neden olduğu belirterek araç hasar bedeli için 4.700.- TL.nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, ıslah dilekçesi ile ilk davada talep edilmeyen 750.- TL işgücü kaybı ile 1.500.- TL değer kaybı bedelinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı, kaza yapan aracı kiraladığını ve kiralayan şahsın kusuruyla kazanın meydana geldiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; toplanan delillere ve alınan bilirkişi raporuna göre, davanın kabulü ile 6.075.- TL.nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.
2- Dava, trafik kazası nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde araçta değişmesi gereken parça bedelleri ile işçilik bedelini talep etmiş, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu uyarınca davasını ıslah ederek ilk dava ile talep edilmeyen 750.- TL işgücü kaybı ile 1.500.- TL değer kaybının da tahsilini talep etmiştir. Dava dilekçesinde talep edilmeyen zarar kalemlerinin ıslah dilekçesi ile sonradan istenmesi mümkün olmayıp, mahkemece dava dilekçesinde belirtilen zarar kalemleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken talep aşılmak suretiyle ıslah dilekçesi ile tahsili istenen zarar kalemleri yönünden de talebin kabul edilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 23.01.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

yargıçlar aleyhine değil devlet aleyhine tazminat davası açılabilir ve hüküm kesinleşmeden tazminat istenemez

yargitay
Yargıtay, hakimler hakkında açılan tazminat davalarına emsal teşkil edecek önemli bir karara imza attı. Sanıkların, hakimleri davadan çekilmeye zorlamak için kullandığı tazminat talepli şikayetlerin önüne geçen karar, yerel mahkemedeki bir sahtecilik dosyası için verildi.

Sanıklar, haklarındaki mahkumiyet kararının temyizde bozulması üzerine yurt dışına çıkış yasağının da kaldırılmasını isterken, mahkeme yargı sürecinin bitmediğini belirterek bu talebi reddetti. Bunun üzerine sanıklar, ilgili hakimler için tazminat talebinde bulundu. Ancak asıl dava sonucunda verilen hükmün kesinleşmediğine dikkat çeken Yargıtay, hakim aleyhine tazminat davası açılamayacağını kararlaştırdı. İlgili kanuna atıf yapılan karar için Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ndan düzeltme talep edildi. Ancak buradan da ret cevabı geldi: Karar Anayasa’ya uygundur.

Söz konusu karara kaynak teşkil eden dava Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Hakim, ilaç şirketi Atabay’ın sahibi Zeki Bülent Atabay’ı 17 ayrı sahtecilik suçundan 29 yıl 4 ay, 10 ayrı dolandırıcılık suçundan da 13 yıl 3 ay olmak üzere toplam 42 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırdı. Ayrıca 20 bin lira adli para cezasına hükmetti. Şirket müdürü Hasan Yavuz’a da benzer ceza verildi. Mahkeme, Atabay’ın da aralarında bulunduğu sanıklar için ‘adli kontrol’ istedi ve yurtdışına çıkış yasağı koydu. Sanıkların davayı temyiz etmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesi, eksik kovuşturma gerekçesiyle kararı bozdu. Bunun üzerine sanıklar bir ilaç fuarına katılmak istediklerini belirterek, yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması talebinde bulundu. Ancak bu ihtiyacı yurtdışına çıkmayı zorunlu kılacak nitelikte bulmayan yerel mahkeme yasağı kaldırmadı. Sanık Atabay, bu kez seyahat hürriyetinin kısıtlandığı, ret gerekçelerinde bütünsellik ve tutarlılık olmadığı iddiasıyla kararı veren hakimler Mahkeme Başkan Nihat Köseoğlu ile Berrin Çelen aleyhine 10’ar bin TL’lik tazminat davası açtı. İki hakim, yasal takdir haklarını kullandıklarını, davacı Atabay’ın asıl amacının, husumet oluşturmak suretiyle ceza davasından çekilmelerini sağlamak olduğunu belirterek başvurunun reddini istedi.

Konuya bakan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, tazminat davasını kabul etmedi. Daire, yargılama safhasında hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak verdikleri kararlar için ancak devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğini düzenleyen 6110 sayılı kanuna atıf yaptı. Hakimler aleyhine ancak hükmün kesinleştiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde dava açılabileceğini vurgulayan Daire, sanık Atabay hakkındaki asıl ceza davasının bitmediğine, hüküm kesinleşmeden tazminat istenemeyeceğine işaret etti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da, temyiz üzerine önüne gelen dosyada daire kararını onadı. Karar düzeltme talebinde bulunan davacı, 6110 sayılı kanunun Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtti ve Anayasa Mahkemesi’ne itiraz davası açılmasını istedi. Talebi reddeden Hukuk Genel Kurulu, düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının altını çizdi.