Etiket arşivi: K.2010/406

YHGK 22.9.2010 E.2010/11-333 – K.2010/406


 YHGK 22.9.2010 E.2010/11 333 – K.2010/406

– Pamuk Destekleme Priminin Temliki (Bankanın Sorumluluğu)
– Alacağın Temliki (Kanuni İstisnalar – Pamuk Destekleme Primi)
– Temlik Edilen Alacağın Temlik Edenin Borcuna Mahsup Edilmesi – Vekalet (Alacağın Temliki)
– Çiftçi Alacağının Temlik Edilmemesi (Pamuk Destekleme Primi)

TMK.2-3 – BK.162,163,164,165,166,172,386,388,390

Davacı hak sahibi Ali’ye ait alacağı temlik alıp, bu hususu bankaya bildirdiği halde temlike konu alacağın kendisine ödenmemesi nedeniyle alacak istemli eldeki davayı açmıştır.
Uyuşmazlık; Davalı Ali Yılmaz’ın şahsi hakkını davacıya devir etmesinin BK.nun 162. ve 163. maddesi uyarınca geçerli olup olmadığı ve pamuk destekleme primini ödemekle yükümlü davalı bankayı bağlayıp bağlamadığı; burada varılacak sonuca göre tahsil edilen primlerin davacıya ödenmemesinde davalı bankanın sorumluluğunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
31.12.1999 günlü Resmi Gazetenin 23923 (2. Mükerrer) sayısında yayınlanan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığınca çıkarılan, 1999 Yılı Ürünü Kütlü Pamuğun Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri ile Diğer Alıcılara Satışında Üreticilere Destekleme Primi Ödenmesine İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliğinin; “Ödeme şekli ile ödeme yer ve zamanı” kenar başlıklı 3. maddesinin 3. fıkrasında;
“Mücbir sebepler dışında vekâleten ödeme yapılamaz.” hükmü bulunmaktadır.
Yine tebliğde, gerekli belgelere istinaden üretimin yapıldığı yerin bağlı olduğu İlçe T.C. Ziraat Bankası şubesinden doğrudan üreticiye nakden veya hesaben ödenmesi kuralı getirilerek, çiftçilerin gelir desteklerini başkalarına devretmeleri önlenmek istenmiştir.
Temlikin vekalete göre daha dar olması ve vekaleten ödeme yasağının temliki de kapsamasına;
Gerek Tarım Bakanlığınca Çıkarılan Tebliğin, vekâleten ödemeyi ve dolayısı ile destekleme primlerinin temlikini yasaklamış olmasına, gerekse davalı bankanın temlik eden ile aralarında temlikten önce imzaladıkları kredi sözleşmesi içeriğine ve asıl temlik borçlusunun banka değil İl Tarım Müdürlüğü olmasına, bankanın ise aracı kurum olarak yer almasına göre;
Davalı bankanın yatırılan parayı çiftçinin kredi borcuna karşılık mahsup etmesinde ve davacıya ödeme yapmamasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığından, aynı hususa işaret eden direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın davalı banka yönünden reddine, diğer davalı yönünden ise kabulüne dair verilen 30.5.2007 gün ve 2006/8-136 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 1.12.2008 gün ve 10686-13633 sayılı ilamı;

“Davacı vekili, müvekkilinin davalı Ali Yılmaz’a ait pamuğu satın alırken bu davalının devletten alacağı 1999–2000 yılına ait pamuk destekleme primini de 4.900.- USD. ödemek koşulu ile temellük ettiğini, temliknamenin diğer davalı bankaya tebliğ edilmesine rağmen banka tarafından 1999-2000 yılına ait destekleme primini 2005 yılı sonunda davalı Ali Korkmaz’a ödediğini, bankaya çekilen ihtarın sonuçsuz kaldığını ileri sürerek, 6.540.- YTL.’sının ihtarnamenin tebliğinden itibaren işleyecek ticari faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Banka vekili, primlerin tahakkuk merciinin Tarım İl Müdürlüğü ve Tarım Bakanlığı olduğunu, müvekkili bankanın aracı kurum olması nedeniyle müvekkiline yapılan başvurunun sonuç doğurmayacağını, kaldı ki destekleme priminin ödeme zamanının da müvekkili ile ilgisinin bulunmadığını, bu nedenle 7 yıl sonraki ödemeyi takip edecek sistemin bulunmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.

Davalı Ali Yılmaz davaya yanıt vermemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalı bankanın ödemelerde aracı kurum olduğu, primlerinin Tarım Bakanlığınca düzenlendiği, destekleme primlerinin birçok kötüye kullanımlarının ve usulsüzlüklerin önüne geçmek için bizzat hak sahiplerine ödendiği, bankanın ödemede sorumluluğunun bulunmadığı, davacının diğer davalı yönünden davasında haklı olduğu gerekçesiyle, davalı banka yönünden davanın reddine, diğer davalı Ali Korkmaz yönünden ise, davanın kısmen kabulü ile 6.502 YTL’sının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile bu davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, davacının davalı Ali Yılmaz’a ait pamuğu satın alırken bu davalının devletten alacağı 1999-2000 yılına ait pamuk destekleme priminin 4.900.- USD.lik miktarını temellük etmesi ve temliknamenin diğer davalı bankaya tebliğ edilmesine rağmen, davalı banka tarafından 1999-2000 yılına ait destekleme priminin 2005 yılı sonunda davalı Ali Korkmaz’a ödenmesi nedenine davalı alacak istemine ilişkindir.

Alacağın temliki, alacaklı ile onu devir alan üçüncü şahıs arasında borçlunun rızasına ihtiyaç olmaksızın yapılabilen, şekle bağlı tasarrufi bir muamele veya kanun yada kazai kararla gerçekleşen bir devirdir. Kanun veya akit ile veya işin niteliği icabı olarak menedilmiş olmadıkça, alacağın temliki borçlunun rızasına bağlı değildir. Yine, BK.nun 165. maddesi hükmü gereğince, temlik borçluya ihbar edilmez ise, borçlunun iyiniyetle yaptığı ödemeler geçerlidir ve borçlu bu ödeme ile borcundan kurtulur.
Dava konusu olayda, davacı ile Davalı Ali Korkmaz arasında Hatay 2. Noterliğine ait 15.3.2001 tarihli Devir Temlik Senedi ile Davalı Ali Korkmaz’ın davalı banka nezdinde tahakkuk eden 1999-2000 yılı pamuk ürün bedeline ait alacağı olan destekleme primi bedelinden 4.900. USD.lik kısmı davacıya temlik edilmiş ve davalı bankaya da 22.3.2001 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu itibarla mahkemece, Davalı Ali Yılmaz’ın şahsi hakkını davacıya devir etmesi BK.nun 162. ve 163. maddesi uyarınca geçerli olduğu ve pamuk destekleme primini ödemekle yükümlü davalı bankayı bağladığı gözetilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davalı banka yönünden davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Dava, davacının Davalı Ali Yılmaz’a ait pamuğu satın alırken bu davalının devletten alacağı 1999-2000 yılına ait pamuk destekleme priminin 4.900.- USD.lik miktarını temellük etmesi ve temliknamenin diğer davalı bankaya tebliğ edilmesine rağmen, davalı banka tarafından 1999-2000 yılına ait destekleme priminin 2005 yılı sonunda Davalı Ali Korkmaz’a ödenmesi nedenine davalı alacak istemine ilişkindir.

Davacı hak sahibi Ali’ye ait alacağı temlik alıp, bu hususu bankaya bildirdiği halde temlike konu alacağın kendisine ödenmemesi nedeniyle alacak istemli eldeki davayı açmıştır.

Davalı Ali davaya karşı cevap vermemiştir.

Davalı Banka vekili ise; her ne kadar diğer davalı alacağını temlik etmişse de, bu temliknamenin temlik işleminin taraflarını bağlayacağını, diğer Davalı Ali Korkmaz’ın bankalarına kredi borcunun bulunduğunu ve Borçlar Kanunu ile sözleşme gereğince alacağının borcuna mahsup edildiğini, temlik işlemine bankalarının taraf olmadığını, destekleme primlerinin tahakkuk merciinin Tarım İl Müdürlüğü ve Tarım Bakanlığı olduğunu, temliğin bildirilmesi gereken yerin müvekkili bankanın değil, bu kurum olduğunu, Resmi Gazete’de yayınlanan uygulama tebliğinin 3. maddesinde mücbir sebepler dışında vekâleten ödeme yapılmayacağı belirtildiğinden hak sahibi dışındaki kişilere ödemenin men edildiğini ileri sürerek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davalı bankanın ödemelerde aracı kurum olduğu, primlerinin Tarım Bakanlığınca düzenlendiği, destekleme primlerinin birçok kötüye kullanımlarının ve usulsüzlüklerin önüne geçmek için bizzat hak sahiplerine ödendiği, bankanın ödemede sorumluluğunun bulunmadığı, davacının diğer davalı yönünden davasında haklı olduğu gerekçesiyle, davalı banka yönünden davanın reddine, diğer Davalı Ali Korkmaz yönünden ise, davanın kısmen kabulü ile 6.502.- YTL.’sının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile bu davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararın, davacı vekilince redde ilişkin bölüm yönünden temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçelerle hüküm bozulmuştur.

Davalı Ali aleyhine verilen kabul kararı temyiz edilmemekle kesinleşmiştir.

Davacının temlik alacaklısı olduğu ve temliknameye konu alacağın davalı bankaca davacıya ödenmeyip, hak sahibi diğer davalının bankaya olan borcu nedeniyle mahsuba konu olduğu dosya kapsamıyla belirgin olup, uyuşmazlık konusu değildir.

Bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibarı ile uyuşmazlık; Davalı Ali Yılmaz’ın şahsi hakkını davacıya devir etmesinin BK.nun 162. ve 163. maddesi uyarınca geçerli olup olmadığı ve pamuk destekleme primini ödemekle yükümlü davalı bankayı bağlayıp bağlamadığı; burada varılacak sonuca göre tahsil edilen primlerin davacıya ödenmemesinde davalı bankanın sorumluluğunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtmelidir ki, 31.12.1999 günlü Resmi Gazetenin 23923 (2. Mükerrer) sayısında yayınlanan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığınca çıkarılan, 1999 Yılı Ürünü Kütlü Pamuğun Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri ile Diğer Alıcılara Satışında Üreticilere Destekleme Primi Ödenmesine İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliğinin; “Ödeme şekli ile ödeme yer ve zamanı” kenar başlıklı 3. maddesinin 3. fıkrasında; “Mücbir sebepler dışında vekâleten ödeme yapılamaz.” hükmü bulunmaktadır.

Yine tebliğde, gerekli belgelere istinaden üretimin yapıldığı yerin bağlı olduğu İlçe T.C. Ziraat Bankası Şubesinden doğrudan üreticiye nakden veya hesaben ödenmesi kuralı getirilerek, çiftçilerin gelir desteklerini başkalarına devretmeleri önlenmek istenmiştir.

Uyuşmazlığa konu alacağın davalı bankaya yatırılması ve hak sahibine ödenmesine ilişkin bu düzenleme karşısında; davanın dayanağını teşkil eden alacağın temlikine ilişkin belgenin hukuksal niteliği ve eldeki uyuşmazlığa etkisi nedeniyle genel anlamda vekalet hükümleri ve vekalet sözleşmesinin bir türü olmakla alacağın temliki sözleşmesine ilişkin açıklama yapılmasında yarar görülmüştür.

Vekâlet Sözleşmesi 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK.)’nun 386. ve devam maddelerinde düzenlenmiştir.

“Vekâletin Şümulü” başlıklı BK.’nun 388. maddesi;

“…Vekâlet akdinin şümulü mukavele ile sarahaten tespit edilmemiş ise taalluk eylediği işin mahiyetine göre tayin edilir. Vekâlet, vekilin takabbül eylediği işin yapılması için icap eden hukuki tasarrufları ifa salahiyetini şamildir.

Hususi bir salahiyeti haiz olmadıkça vekil, dava ikamet edemez, sulh olamaz, tahkim edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, bağışlayamaz, bir gayrimenkulü temlik veya bir hak ile takyit edemez.”

Hükmünü içermekte olup;
Aynı Kanunun vekaletin dürüstlükle yerine getirilmesine ilişkin hükümlerinden 390. maddesinde ise;

“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.

Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir. Vekil, başkasını tevkile mesul veya hal icabını kendi yerine ikamete müsait bulunmadıkça müvekkilinde kendisi yapmaya mecburdur.”

Denilmektedir.

Görüldüğü gibi vekilin akdi sorumluluğu olan tazminat mükellefiyeti daha çok onun temel borcu olan dürüstlükle ifa borcundan doğmaktadır. Vekâlet sözleşmesi sonucu itibariyle bir itimat ilişkisi olduğundan vekâlet konusunun yerine getirilmesinde vekile düşen başlıca yüküm, onu özen ve sadakatle ifa etmesidir.

Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi, vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) gözönünde tutulması zorunludur.

Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Görüldüğü üzere, vekalet sözleşmesinin kapsamı oldukça geniş olup, ticari hayatta yaygın şekilde kullanılan bir sözleşme türüdür.
Alacağın temlikine gelince;

Alacağı temliki, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 162. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

818 sayılı Borçlar Kanunu (BK.)’nun;

Rızai temliki düzenleyen 162. maddesinde;

“Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını üçüncü bir şahsa temlik edebilir.

Borçlu, alacağın temlik edilmemesi şart edilmiş olduğunu, bu şartı ihtiva etmeyen bir ikrarı bilkitabeye istinat ile, alacağını temellük eden üçüncü bir şahsa karşı iddia edemez.”

Akdin Şekli başlıklı 163. maddesinde ise;

“Tahriri şekilde yapılmış olmadıkça alacağın temliki muteber olmaz.

Bir alacağın temlikini va`detmek, hususi şekle tabi değildir.”

Hükümleri mevcuttur.

Şu hale göre, BK.’nun 163. maddesinde alacağın temliki sözleşmesinin geçerliliği sadece yazılı şekle tabi tutulmuş olup, resmi şekle bağlanmamıştır. Dolayısıyla, yazılı şekilde düzenlenmiş olması şartıyla, bir kimse bir başkasından olan alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir; böyle bir sözleşme, alacağın temliki hükmünde olup, hukuken geçerlidir.

Aynı Kanunun Kanuni veya Kazai Temlik Başlıklı 164. maddesinde;

“Alacağın temliki kanun veya mahkeme kararı mucibince vuku bulduğu halde, bir güna merasime tabi olmaksızın ve evvelki alacaklı tarafından rıza izhar edilmesine bile ihtiyaç bulunmaksızın üçüncü şahıslara karşı dermeyan edilebilir.”

Hüsnüniyetle Yapılan Ödeme Başlıklı 165. maddesinde de;

“Temlik veya temellük eden tarafından alacağın temlik olunduğu kendisine bildirilmezden mukaddem evvelki alacaklıya ve mütevali temlikler vaki olmuş ise alacağı temellük edenlerden tercihi lazım gelen biri var iken diğerine hüsnüniyetle tediyede bulunan borçlu, beri olur.”

Tediyeden İmtina ve Tevdi Başlıklı 166. maddesinde ise;

“Aidiyeti münazaalı bulunan bir alacağın borçlusu tediyeden imtina edebilir ve alacağı mahkemeye tevdi ile borçtan beri olur.

Borçlu, alacağın münazaalı olduğunu bildiği halde tediyede bulunursa, tehlike ve hasarı kendisine ait olur.

İki alacaklı arasındaki dava henüz görülmekte ve borç muaccel ise herbiri borçluyu, borcu olan meblağı tevdie icbar edebilir.”
Denilmektedir.
Bu hükümlerden de açıkça anlaşılacağı üzere; Alacağın temliki, bir alacağın alacaklı tarafından bir başka kimseye devredilmesidir. Bu suretle borç münasebetinde alacaklının şahsında bir değişiklik vuku bulmakta, eski alacaklının (temlik edenin) yerini yeni alacaklı (temellük eden) almaktadır. Aynı zamanda, temlik edilen alacak eski alacaklının malvarlığından çıkarak yeni alacaklının mamelekine dahil olmakta, alacağı talep etmek hakkı da yeni alacaklıya intikâl etmektedir.

Eğer alacaklı, alacağını bir başkası vasıtasıyla tahsil ettirmek isterse, bu kimseye tahsil yetkisi verecek yerde alacağını ona temlik eder ki, bu halde alacağın temliki tahsil maksadıyla yapılmış olmaktadır.

Eğer alacaklı, mevcut bir borcu için teminat olmak üzere alacağını kendi alacaklısına rehnedeceği yerde ona temlik ederse, bu halde alacağın temliki teminat maksadıyla yapılmış olur.

Alacağın temlikinin başlıca üç çeşidi vardır:

Rızaî temlik, alacağın temlik eden ile temellük eden arasında yapılan bir anlaşmayla temlik edilmesidir ki Borçlar Kanunumuzun 162.-172. maddelerinde düzenlenmiş olan temlik nev’i de budur.

Kanunî temlik, alacağın muayyen vakıaların gerçekleşmesi üzerine kanundan ötürü bir başkasına temlik edilmesidir ki, bunun en tipik misalini ölüm vakıasının gerçekleşmesi halinde ölen kimseye (murise) ait alacakların kanundan ötürü mirasçılara intikâl etmesi teşkil eder. Burada alacaklar, rızai temlikteki gibi bir hukuki muameleyle değil, kendiliğinden intikâl etmektedirler.

Kazai temlik ise, alacağın bir mahkeme hükmüyle temlik edilmesidir. Meselâ mirasçılar mirasın taksiminde anlaşamadıkları için mahkemeye başvurarak taksimin hâkim tarafından yapılmasını talep ettikleri takdirde hâkim, bu talep üzerine hisseleri teşkil edip mirasçılara tahsis eder. İşte hâkimin tahsis ettiği bu hisseler içinde bulunan alacaklar mirasçıya mahkeme hükmüyle intikâl etmiş olurlar.

Alacağın temlikin söz konusu olabilmesi için, evvelemirde temlik edilecek bir alacağın mevcut olması gerekir.

Kural olarak, bütün alacaklar temlik edilebilir. Böylece halen iktisap edilmiş (kazanılmış) bir alacak kadar ileride iktisap olunacak bir alacak da; keza muaccel bir alacak kadar bir vadeye veya şarta bağlanmış olan alacaklar da temlik olunabilir. Hattâ alacağın hukuki muameleden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya doğrudan doğruya kanundan doğmuş olmasının da bir önemi yoktur.

Alacağın temliki, mahiyeti itibariyle iki taraflı bir hukuki muamele, yani akittir; buna karşılık temlik eden ile temellük edenin iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun suretle beyan etmeleriyle meydana gelebilir.
Kanunumuz alacağın temlikinin «yazılı» şekilde yapılmasını öngörmektedir. Bu itibarladır ki, bir muteberlik şekli olarak yazılı şekle uyulmadıkça alacağın temlikinin hiçbir hükmü yoktur. Bununla birilikte, temlik senedinde (temliknamede) sadece temlik edenin imzasının bulunması kâfi olup, ayrıca temellük edenin imzasının bulunmasına lüzum yoktur. Temlik senedine tarih konulması da şart değildir.

Alacağın temlikinin hüküm ifade edebilmesi için, temlik edenin bu alacak üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması da lâzımdır.

Kural olarak, alacak hakkı sahibinin, alacağı üzerinde tasarruf yetkisi vardır. Ancak bazı hallerde, meselâ iflâsta masaya dahil olan alacakları üzerinde alacaklının (müflisin) tasarruf yetkisi yoktur.

Diğer taraftan, bir alacak üzerinde sahibinden başka kimselerin, meselâ kanuni veya akdi mümessillerin de tasarruf yetkileri olabilir.

İşte, alacağın temliki ancak alacak üzerinde tasarruf yetkisi bulunan kimseler tarafından yapılabilir. Temlik edenin tasarruf yetkisi bulunmadığı takdirde, yapılmış olan temlik muteber olmaz; temlikin muteber hale gelebilmesi için, alacaklının icazet vermesi; yani temliki sonradan onaylaması gerekir.

Alacak, temlik edilmekle temlik edenin malvarlığından çıkarak temellük edenin mamelekine dahil olur; buna karşılık temlik edenin «alacaklı» sıfatı da artık son bulur, onun yerini temellük eden alır. Böylece temlik eden, borçludan edimini ifa etmesini talep edemeyeceği gibi, borçlu tarafından vâki olan ifayı da kabul edemez.

Borçlu, edimini bundan böyle «temellük edene», yani «yeni alacaklı»sına ifa etmekle mükelleftir. Ancak, alacağın temliki borçlunun muvafakatini gerektirmediğinden, borçlunun bu temlikten haberi bulunmayabilir. Temlikten habersiz olan borçlu, hüsnüniyetle borcunu temlik edene, yani eski alacaklısına ifa ederse, borcundan kurtulur.

Eğer borçlu, alacağın temlik edilmiş olduğundan haberdar edilmiş bulunuyorsa, borcunu ancak temellük edene ifa edebilir; temlik edene ifada bulunmuş olduğu takdirde, temellük edene karşı da ikinci bir ifada bulunmakla mükellef olur. Borçluya alacağın temlik edilmiş olduğunu temlik eden de, temellük eden de bildirebilir; bu ihbar herhangi bir şekle de bağlı değildir.

Kural böyle olmakla beraber, bunun istisnaları da vardır. Gerçekten, bazı alacakların temlik edilemeyecekleri bizzat kanunda belirtilmiştir. Buna misal olarak nişanın bozulması halinde kusursuz nişanlı lehine doğan manevi tazminat hakkını zikredebiliriz.
Vekâlet ve alacağın temliki hükümleri birbirleri ile karşılaştırıldığında açıkça görüleceği üzere; vekalet sözleşmesinin alacağın temliki sözleşmesine göre daha geniş kapsamlı olduğu; buna karşılık alacağın temliki sözleşmesinin ise aslında vekalet sözleşmesinin özel bir türü olduğu anlaşılmaktadır.

Somut olaya gelince; davacı ile davalılardan Ali arasındaki alacağın temliki sözleşmesi yazılı biçimde düzenlenmiş olup; geçerlidir. Temlik alacaklısı tarafından alacağı temlik borçlusuna ödeyecek olan bankaya da bildirilmiştir. Kural olarak; geçerli olan bu sözleşme davacıya bir alacak hakkı bahşetmektedir. Ne var ki, davaya konu alacak Destekleme Primi olup; bu primin ödeme biçimi özel usule tabi tutulmuştur. Konuya ilişkin 31.12.1999 günlü Resmi Gazetenin 23923 (2. Mükerrer) sayısında yayınlanan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığınca çıkarılan, 1999 Yılı Ürünü Kütlü Pamuğun Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri ile Diğer Alıcılara Satışında Üreticilere Destekleme Primi Ödenmesine İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliğinin “Ödeme Şekli ile Ödeme Yer ve Zamanı” kenar başlıklı 3. maddesinin 3. fıkrasında bu ödemeler için özel bir düzenleme getirilmiş; “Mücbir sebepler dışında vekâleten ödeme yapılamaz.” Hükmüne yer verilmiştir. Yine tebliğde, gerekli belgelere istinaden üretimin yapıldığı yerin bağlı olduğu İlçe T.C. Ziraat Bankası şubesinden doğrudan üreticiye nakden veya hesaben ödenmesi kuralı getirilerek, çiftçilerin gelir desteklerini başkalarına devretmeleri önlenmek istenmiştir.

Bu özel düzenleme karşısında ödeme yapılacak kişinin destekleme primi hak sahibi olduğu belirgindir. Burada daha geniş bir kavram olan vekaleten ödeme dahi mücbir sebepler dışında mümkün görülmemişken, daha dar anlamda vekalet ilişkisini içeren alacağın temliki sözleşmesinin ilgilisine bu olanağı sağlayıp sağlamayacağının irdelenmesi gerekir.

Yukarıda vekâlet konusunda yapılan açıklamalar gözetildiğinde, anılan tebliğde yer alan vekâleten ödeme yapılamayacağı yasağının, vekâlete göre daha dar kapsamlı olan alacağın temlikini de kapsayacağında kuşku bulunmamaktadır.

Bunun yanı sıra, söz konusu tebliğ hükümleri gözetildiğinde, destekleme primlerinin tahakkuk yerinin ve borçlu konumunda olanın gerçekte banka değil, İl Tarım Müdürlüğü olduğu; bankanın ise bu süreçte aracı bir kurum olduğu anlaşılmaktadır.

Davacının, temlik işlemini asıl borçlu İl Tarım Müdürlüğüne ihbar etmesi gerekir iken, aracı kurum konumunda bulunan ve sadece tebliğde belirlenen usulle ödeme yapmak durumda olan davalı Ziraat Bankasına bildirimde bulunmuş olması, borçlu nezdinde yapılan bir ihbar olarak kabul edilemez. Banka kendisine bildirilen listeye göre ödeme yapmak durumunda bulunduğundan, listedekilerin gerçek hak sahibi olup olmadıklarını araştırma yükümlülüğü yoktur. Bu nedenle de bankanın bu ödemelerden sorumluluğu olduğundan söz edilemez.
Öte yandan, Ali Korkmaz 12.1.2000 tarihinde davalı bankasının Kırıkhan Şubesinden 9.000.- YTL. tarımsal kredi kullanmış ancak, bu kredi tutarı zamanında geri ödenmediğinden, “Tasfiye Olunacak Alacaklar Hesabına” aktarılmıştır. Tarım Bakanlığınca Ali Korkmaz adına tahakkuk eden pamuk destekleme pirim tutarı olan 11.155.- YTL. bankaya yatırılması üzerine, 13.12.2005 tarihinde söz konusu para Ali Korkmaz’ın tasfiye olunacak alacaklardaki borcuna mahsup edilmiştir.

Davalı Banka ile temlik borçlusu arasında 12.1.2000 tarihinde yani temlik tarihinden önceki bir tarihte imzalanan “Tarımsal Krediler Genel Sözleşmesi”nin 7.6 maddesinde; “Kredi lehtarının… Banka nezdinde mevcut ve ileride mevcut olabilecek, mevduat ve havale dâhil, her türlü alacakları, bloke paraları, tahsil için verdiği her türlü senetler ve çekleri, hisse senetleri ve tahvilleri velhasıl her çeşit menkul kıymetleri ve bunların gelirleri üzerinde, Bankanın gerek bu sözleşmeden gerekse diğer sebeplerden doğmuş ve doğacak alacakları ile tazmin edilmiş veya edilmemiş teminat mektupları dahil risk veya alacaktan için hapis ve rehin hakkı olduğunu ve bunların bir kısmını veya tümünü bloke etmeye veya bloke bir hesaba almaya ve bunları, ihbar ve ihtara gerek olmaksızın alacakları ile takas ve mahsup etmeye yetkili bulunduğunu kredi lehdarı… Bankaya karşı kabul ve taahhüt eder/ederler.” denmektedir.

Buna göre, mahsubun dayanağını teşkil eden kredi sözleşmesi temlikten önceki bir tarihi taşımakta ve bankaca yapılan bu mahsup işlemi de anılan bu sözleşmeye uygun bulunmaktadır. O halde, bankaca yapılan mahsup işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca, temlikin vekalete göre daha dar olması ve vekaleten ödeme yasağının temliki de kapsamasına; gerek Tarım Bakanlığınca çıkarılan Tebliğin, vekâleten ödemeyi ve dolayısı ile destekleme primlerinin temlikini yasaklamış olmasına, gerekse davalı bankanın temlik eden ile aralarında temlikten önce imzaladıkları kredi sözleşmesi içeriğine ve asıl temlik borçlusunun banka değil İl Tarım Müdürlüğü olmasına, bankanın ise aracı kurum olarak yer almasına göre, davalı bankanın yatırılan parayı çiftçinin kredi borcuna karşılık mahsup etmesinde ve davacıya ödeme yapmamasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığından, aynı hususa işaret eden direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının ONANMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.

Y.H.G.K. 22.9.2010 E.2010/11-333 – K.2010/406

KARŞI OY YAZISI

Sayın çoğunluğun onama doğrultusundaki görüşüne, Yüksek Özel Daire Bozma Kararında açıklanan nedenlerle Yüce Hukuk Genel Kurulu`nun benzer dava ile ilgili olarak verdiği 17.3.2010 gün ve 2010/11-118-148 sayılı kararı doğrultusunda katılamadığımızdan, mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşündeyiz.

PicLensButton YHGK 22.9.2010 E.2010/11 333 – K.2010/406